22 Nisan 2013

DÜNYA'YA YÖN VEREN ORGANİZASYON...(CFR)



Ülkesel, bölgesel ve küresel olayları ve kurgulanan politik oyunları birbirinden bağımsız düşünmek, bizi yanıltıcı kanaatlere taşır. Örneğin Arap Baharını ve Suriye’deki sarsıntıları:
Bu ülkelerdeki hükümet-halk ilişkilerinden ve mevcut rejimin dayandığı güç dengelerinden
İran, Türkiye, S. Arabistan ve İsrail gibi bölge ülkelerinin etkilerinden
ABD+AB ve Rusya+Çin gibi küresel aktörlerin ekonomik ve stratejik menfaat müdahalelerinden
Ve hepsinden önemlisi, tüm bu etkenleri, kendi sinsi ve Siyonist hedefleri doğrultusunda yönlendirmeye uğraşan ve çoğu kez başaran Yahudi Lobilerinin beklenti ve projelerinden ayrı değerlendirmek yanlış yorumlara yol açacaktır. Örneğin Sn. Recep T. Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, önce Libya’da şimdi Suriye konusunda; başta kendi halkımızı ve Ortadoğu sokaklarını heyecanlandıran hamasi nutuklar atmaları, ama malum odaklar tarafından uyarılınca hemen çark edip yan yatmaları işte bu tutarsızlığı ve düşünce kısırlığını yansıtmaktadır.
    Burada bir hatırlatma yapalım:
    Siyonizm’le ilgili bu tespit ve tahlillerimiz, hâşâ; “onları asla yenilmez ve baş edilmez oldukları, her tuttuklarını mutlaka kopardıkları” şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü, yegane kuvvet kudret sahibi ancak Cenabı Hak’tır, her şey O’nun takdir planına bağlıdır. Bizim amacımız Kur’an’ın “Mü’minlere en şiddetli ve tehlikeli düşman”
    (Maide: 82. ayet) olarak tanıtıp uyardığı büyük bir fitne odağına karşı dikkatli ve tedbirli olmak gereğini vurgulamaktır. 
    Yoksa “Onların hile ve düzenleri, dağları yerinden oynatacak kadar (güçlü) de olsa, Allah katında onları (boşa çıkarmak üzere) hazırlanmış planlar vardır” 
    (İbrahim: 46)
    15 Temmuz 2012 tarihinde, Rusya’nın, Kazakistan’ın Baykonur Üssünden fırlattığı uzay aracında, bir Rus, bir Amerikalı ve bir Japon astronotun bulunması ve ortak amaçlar için çalışmaları, bunların hepsinin Siyonizm’in güdümünde olduklarının canlı ve çarpıcı bir fotoğrafıdır.

    Hatay-Suriye deniz sınırımıza yakın düşürülen savaş uçağımızın da, Erbakan Hocamızın defalarca bahsettiği, şimdi Rusya-Çin ve İsrail’in birlikte ürettiği “elektromanyetik dalga oluşturan” özel bir saldırı sistemiyle düşürüldüğü kanaatleri ise giderek haklılık kazanmaktadır.

    Bunun gibi Numan Kurtulmuş’u AKP’ye transfer etme kumpasını da:
    1- Sadece AKP’nin kendine taze kan bulma ve geleceğini kurtarma amaçlarından
    2- Recep T. Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanı olması sonrası, partiyi kendisine minnettar kalacak birisine bırakma hesaplarından
    3- Hükümet ve Cemaat’in gizli iktidar kavgasından, Tayip Erdoğan-Abdullah Gül kamplaşmasından çok daha ötelerde
    4- ABD’nin derin devleti sayılan Yahudi Lobilerinin; “AKP’yi ve Türkiye’nin geleceğini kurgulama ve rahat kullanacağı yedek elemanlarını siyaset sahasında konuşlandırma” çabalarının bir parçası şeklinde okumak lazımdır. 

    Çünkü başta recep T. Erdoğan’ı, sonra Numan Kurtulmuş’u önce Erbakan’a rağmen Milli Görüş’ün başına oturtmaya çalışan, bunu başaramayınca her ikisini de koparıp ayrı partiler kurdurtan odaklar aynıdır.Hatırlayınız; son yerel seçimlerde iki ilden sürpriz sonuç çıkmıştı. AKP; "kesin kazanırız gözüyle baktığı" Balıkesir ve Manisa'yı MHP'ye kaptırmıştı. Öyle ki; Başbakan Erdoğan bizzat bu iki ilin ismini vererek şaşkınlığını saklamamıştı. İşte bu sürpriz sonucu sadece AKP değil, ABD de merak etmiş ve İstanbul Başkonsolosu Sharon Weiner’i, seçimlerden hemen sonra Balıkesir'e yollamıştı. Hem de bir ayda iki defa Balıkesir’e giden ABD Başkonsolosu şehrin esnafından, eşrafına, amirinden, memuruna tek tek dolaşmış, Belediye başkanıyla, valiyle, işadamlarıyla toplantılar yapmıştı.
    Neden mi? Şunun için:

    "AKP Neden Kaybetti? MHP neden kazandı?" sorusunun cevabını bulmaya çalışmıştı. Çünkü kurgulayacağı politikaları ve kullanacağı siyasi figüranları ona göre ayarlayacaklardı.
    Ve yine, siyaset bilimci bir Doçent; 
    “Bu aralar Amerika'dan yoğun bir ziyaretçi trafiği olduğunu” hatırlatmıştı. ABD’li heyetlerin biri gidip biri geliyormuş.
    Hayırdır diye sorulduğunda:"Anladığım kadarıyla Erdoğan sonrasına ilişkin bir projeksiyon çıkarmaya çalışıyorlar" diye yanıtlamıştı.
    Çünkü özellikle; "Erdoğan'dan sonra yerine kim geçer?" sorusu üzerinde duruyorlarmış.
    Yani; "Biz Küresel Gücüz",
     "Nasıl olsa istediğimizi yaparız" diye yan gelip yatmıyorlarmış!”[1]

    Şimdi Numan Kurtulmuş’un, AKP’ye transferiyle ilgili yaklaşımlarımızın haklılığı böylece daha net anlaşılmaktadır.
     Numan Kurtulmuş’un daha önce ve defalarca Recep T. Erdoğan’la ilgili, 
    “köpek yese kudurur” cinsinden ağır tespit ve tenkitlerini ve Başbakanın Ona yönelik çok sert ve sivri tepkilerini şimdi unutturmaya ve nice hikmetler uydurmaya çalışan yalaka yazar ve yorumcular, ayarını ve astarını çok iyi bildiğimiz 
    Numan Kurtulmuş’u: “Dürüstlüğün simgesi, siyasetin beyefendisi” diye cilalamaktadır. Oysa, Numan Kurtulmuş’un has adamı Mehmet Bekaroğlu’nun “Ak parti küresel güçlerin bir projesidir” saptamasını yaptığı ve tabi rolünü hatırlattığı Recep Erdoğan’la Numan Kurtulmuş’un siyaset dilleri, derinlikleri ve dengeleri farklı olsa da, meziyet ve zihniyetleri aynıdır; Erbakan’a ve Milli Görüş davasına hıyanetleri ölçüsünde malum odaklar nazarında değer kazanmışlardır. Bunun en açık ispatı ise, her ikisini de öven ve reklâm eden marazlı medyanın masonik bağlantıları ve Batı hayranlıklarıdır.

    Yahudi Lobilerinin ve ABD Derin Devletinin Numan Kurtulmuş ilgisi!
    Wikileaks belgelerine sızmıştı. ABD’nin Ankara büyükelçisi James Jeffrey Şubat 2010 tarihinde Numan Kurtulmuş hakkında, ‘merkeze’ yolladığı değerlendirmede ilginç tespitler yer alıyordu.
    Aşağıda orijinalini bulacağınız gizli belgenin ‘konu’ kısmındaki kelimeler şöyle:
    “SUBJECT: NUMAN KURTULMUS: SAADET'S GENTLER AND KINDER FACE”
    Konu: SP Genel Başkanlığına taşınan Numan Kurtulmuş: Saadet’in nazik ve müşfik yüzü.
    10 Şubat 2010’da Büyükelçilik tarafından Washington’a iletilen ‘istihbari bilgilendirme’ notunda, Numan Kurtulmuş’un en önemli özelliğinin Erbakan etkisi dışında olduğu vurgulanıyor ve son derece ‘yaklaşılabilir / ‘cana yakın’ ve reflective, ‘yansıtıcı, /düşünceli’ kelimeleri kullanılıyordu.

     Bu diplomasi dilinde‘bizim için uygun’ anlamına geliyordu.
    Kriptoda, bir Saadet yemeği sırasında ‘sohbet’ edilen Kurtulmuş’un röntgeni çekildiği anlaşılıyor ve dış politika konusunda Kurtulmuş’un görüşleri özetleniyordu:Özellikle İsrail’le ilişkiler konusunda Kurtulmuş ‘şaşırtıcı biçimde ‘ılımlı’bulunuyordu.
    Kripto’da ayrıca Kurtulmuş’un İşletme profesörü olduğu, doktorasını Cornell Üniversitesinde yaptığı ve 1970’lerde 4 yıl Amerika’da yaşadığı ve biraz durarak konuşsa da iyi derece İngilizce bildiği belirtiliyordu.

    Son bölümde, Kurtulmuş ile birlikte, Saadet Partisi içinde farklı bir havanın esmeye başladığı (Yani Milli Görüş çizgisinden uzaklaştığı), onun önceki başkanlardan ‘farklı’ olduğu vurgulanıyordu.

    Anlayacağınız, Numan Kurtulmuş tıpkı CHP’nin yeni adamları gibi uzun zaman takibe alınıyor, buluşmalar yapılıyor, ölçülüp tartılıyor ve malum merkezlerce oldukça olumlu ve uyumlu sayılıyordu.

    İşte, Türkiye siyasi hayatına küresel kementler böyle atılıyordu: Evet, önünüzde canlı dersler vardı: 
    Önce saha çalışması ve tespit yapılıyor.. Bir lider üzerinde yoğunlaşılıyor, takibe alınıyor.. Sonra kriptolar yazılıyor, bilgilendirme ‘merkeze’ gidiyor.. Kim ‘cana yakın’ kim ‘harcanacak’ bunun kararları Amerika’da alınıyordu. 
    Amerika’nın işine yaramayanlar, çizgiden dışarı çıkanlar ise, seks skandalı ayarlanıp, yolsuzluk haberleri çıkartılıp, bir şekilde devre dışı bırakılıyordu. 
    Kod numarası 705 gibi olanlar, RTE gibi sayısız testten başarıyla geçtikten sonra politik arenanın zirvesine doğru yol aldırılıyordu!

    Hatırlayın 2010’da yazmıştık: ‘İslamköylü Demirel’den, büyük kent çocuğu Bülent Ecevit’e, Antalyalı Deniz Baykal’dan Kayserili Abdullah Gül’e, Ünyeli Numan Kurtulmuş’a kadar birçok lider çeşitli ‘imkânlarla’ Avrupa ve Amerika’da ‘ağırlanıp’ ‘eğitiliyor’, sonra reklam edilip ballandırılıyor ve Türkiye’nin başına bela ediliyordu. 
    Meraklıların nette iki tuşa basarak ayrıntılı cv’lere bakmaları gerekiyordu. 

    (http://guncelmeydan.com/pano/sizma-operasyonu-ve-kulturel-igdis-banu-avar-t25984.html)

    Önemli not: SP Genel Başkanı seçildikten sonra, Erbakan’dan farkını ve ABD’ye yakınlığını göstermek ve göze girmek üzere, Numan Kurtulmuş’un ABD Büyükelçiliği politika danışmanını, özel bir akşam yemeğine davet edip kendini kanıtlamaya çalışıyordu.

    Erbakan’ın makamından, Erdoğan’ın kapısına!HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la yaklaşık 1 saat 15 dakika süren görüşmenin ardından yaptığı açıklamalarda: 


    ''AK Parti-HAS Parti birleşmesi'' konusuyla ilgili görüşme yapmak için Başbakanlık Resmi Konutu'na geldiğini hatırlatmıştı. Kurtulmuş’un: ''Sayın Başbakanımızın, HAS Parti ile AK Parti'nin bütünleşmesi konusundaki tekliflerini, davetini aldık. Karşılıklı olarak konuyla ilgili görüşlerimizi paylaştık'' sözleri, AKP’ye katılacakları şeklinde anlaşılmıştı.
    Başbakan Erdoğan'ın, “konuyu partisinin Merkez Karar ve 

    Yönetim Kurulu'na götüreceğini söylediğini belirterek, ''Bu süreçte yeni Türkiye'nin inşası konusunda bir güç birliğinin, bir güçlenmenin, bir birlikte mücadele etmenin uygun olacağını orada ifade edeceğini söylediler. 

    Biz de benzer şekilde, bu daveti partimizin, Merkez Yürütme Kurulu'na ve Genel İdare Kurulu'na götüreceğiz” diyen Numan Kurtulmuş: “Bizim ve HAS Parti'de mücadele eden arkadaşlarımız olarak hiçbirimizin bir makam, mevki beklentisi yoktur'' diyerek ''Yeni dönemde, yeni süreçlerde yeni Türkiye'nin inşası için bizim de baştan beri söylediğimiz ilkeler, prensipler çerçevesinde bir güç birliği imkânı, bir bütünleşme imkânı olabilir mi bunları müzakere edeceğiz” edebiyatı yapıp, Bekaroğlu’nun tespitiyle: 


    “Küresel güçlerin projesinde” görev alma kahramanlığına (!) kılıf uydurmaktaydı.

    Hatta, hararetli ve hızlı Fetullahçı ve Taha Akyol ağabeyi gibi derin mahfillerin tercümanı Gültekin Avcı, 15 Temmuz 2012 tarihli “Has Parti Hamlesi” yazısında, Recep T. Erdoğan Bey’in;“Seçmeni kuşatma stratejisi çerçevesinde, sadece Numan Kurtulmuş ve HAS Partiyle değil, Süleyman Soylu ve Erbakanlar ile de temaslar yürüttüğünü” açıklamıştı. Ve hatırlayacaksınız, Milli Çözüm Dergisi, bu “küresel tezgâha” bir yıldır dikkat çekip uyarmaktaydı.

    Bakalım, daha önce: “AKP’yi Milli Görüş’ün devamı, Recep Erdoğan’ı ise Erbakan’ın has adamı” olarak övüp yücelten ve Numan Kurtulmuş’a en ağır sözler ve nispetlerle sövüp yerin dibine geçiren” malum ekip bu “tarihi ve talihli(!) buluşmaya, nasıl bir mazeret ve keramet uyduracaktı? Herhalde, “AKP’ye katılmakla, gerçeği gören ve hidayete eren Numan kurtulmuş, asli yuvasına döndüğü için alkışlanacak ve temize çıkarılacaktı!?

    Sn. Mustafa Kamalak’ın kapalı ve kafa karıştırıcı irtibatları!
    SP Genel Başkanı Sn. Mustafa Kamalak’ın, Milli Gazete yazarlarıyla bir sohbet ve değerlendirme toplantısı yaptıktan sonra; Zaman yazarı, Fetullahçı, AKP yandaşı ve Numan Kurtulmuş hayranı Ali Bulaç’la, özel ve gizemli bir buluşma için ayrılmasını ve konuyla ilgili hiçbir açıklama yapmayıp Milli Gazete yazarlarını dahi derin bir merakta bırakmasını, acaba nasıl yorumlamak lazımdı?!

    Konuyu Milli Gazete yazarı Adnan Öksüz şöyle aktarmıştı:
    Sn. Kamalak “Özel Yetkili Mahkemelerin kapatılması durumunda gelecek dalgaların ucunun AK Partiye kadar yansıyacağını vurgulamıştı.Kamalak, bizden sonra Ali Bulaç’la Eyüp’te çay içmeye gitti. Aklım orada kaldı. Acaba ne konuştular?”[2]
    Sahi Bay Numan Kurtulmuş’a kim soracaktı:BOP’un eşbaşkanlığını da devralacak mıydı?Fetullah Gülen’le irtibat ve insicam sağlayacak mıydı?Özerk Kürdistan’a alt yapı hazırlayacak mıydı?Yahudi tefecilerin elindeki küresel sermaye ile uyumlu çalışacak mıydı?

    • AB’ye girmeyi hızlandıracak mıydı?
    • Yoksa ilim ve ahlak esaslı Kur’an ve Sünnet kaynaklı ve temel insan haklarına saygılı Adil bir düzen için çalışacak ve Milli Görüş’ün ilmi ve insani prensiplerini mi uygulayacaktı?
    • Veya, Recep Erdoğan ve yandaşları gibi; Demokrasi dinine, ABD ve AB güdümüne, Küreselleşme kılıflı Siyonizm’e köleleşme hedefine bağlı mı kalacaktı?

    Bekaroğlu’nun “çarpıtıcı” açıklaması!

    HAS Parti İstanbul İl Başkanı Mehmet Bekaroğlu, Numan Kurtulmuş'un AK Parti'den aldığı teklifle ilgili yaptığı basın toplantısında “çarpıtıcı” açıklamalar yapmıştı. Mehmet Bekaroğlu, AK Parti ile bütünleşmeye yönelik tepkisini açıklarken "Kurtulmuş'un AKP'ye geçmesi yeni bir travmadır. Kurtulmuş şimdi ne oldu da AKP'ye geçiyor da bu yapılanlara ortak oluyor. Bunu anlayamıyoruz. Numan Beye yanlış yaptığını söyledim, kendisi ile kişisel olarak vedalaştım.

     Hani"Firavunlaşmayacağız, Karunlaşmayacağız diyorduk, çift dil ve çift gündemimiz olmayacak, sizlerin dışında hiç kimseyle ittifakımız olmayacak” diyorduk. Biz 1 Kasım 2010'da bunları söylüyorduk. 'NATO sırtımızdaki gâvur leşidir atacağız' diyorduk. 

    'Nükleer enerji yasaklanmalıdır' diyorduk…
    İç dünyası için oluşturduğu bahaneleri bize söylemesin. Başka şeyler söylesin. 'Hizmet edeceğim' desin. 'Ben artık iktidar olmak istiyorum' desin. Ama bize bahaneler üretmesin. Sayın Kurtulmuş AKP'yle güç birliği güçlenmeden söz ediyor. Buna katılmıyoruz. Sayın Erdoğan ve Kurtulmuş'un projesi yeni Türkiye'yi oluşturmaz" ifadelerini kullanmıştı.
    Böylece bir nevi Numan Kurtulmuş’u “iddialarından dönmekle ve davasını rüşvet vermekle” suçlamıştı. 

    Oysa Sn. Bekaroğlu Numan Kurtulmuş’la birlikte, Erbakan’dan ve Milli Görüş’ten koparken dönekliğin daniskasını yapmışlardı ve yalama olan karakterleri artık dikiş tutmazdı, bunu sürekli yapardı. Mehmet Bekaroğlu’nun kuru sıkı çıkışları ise, herhalde kendisinin bu pazarlıkta devre dışı bırakılmasından yani ucuza satılmasından kaynaklıydı.

    Bilderberg oyun kuruyordu!

    Sevgili Ahmet Yavuz’un güzel ve özel tespitiyle:
    CFR (Dış İlişkiler Konseyi) ve Triterial Komisyon'dan sonra dünyadaki en önemli Siyonist kuruluştan biri olan Bilderberg, Ortadoğu'da yeni ve sinsi bir plan uyguluyordu. 'Dünya Hükümeti' olarak bilinen ve her yıl düzenli olarak, gerçekleştirdiği toplantılarla, dünya siyasetine yön veren Bilderbeg bu yıl gündemine Suriye’yi alıyordu. 

    Toplantıya katılanlara bakıldığında Ortadoğu'da akan kanın uzun süre daha durmayacağı anlaşılıyordu.

    31 Mayıs ile 3 Haziran tarihleri arasında ABD'nin Virginia Eyaleti Chantilly kentinde gerçekleştirilen 60. Bilderberg toplantısına, Suriye Ulusal Geçiş Konseyi'nin Fransa'da yaşayan liderlerinden akademisyen Bassma Kodmani öncelikli gündem maddesi Suriye ile ilgili onur konuğu olarak katılıyordu.Bilderberg onur konuğu Suriyeli muhalif Kodmani oluyordu! 

    Bilindiği gibi Suriye Ulusal Geçiş Konseyi; ABD, Fransa, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan'ın girişimleriyle İstanbul'da kurulmuştu. Konsey'in Haziran ayı başında İstanbul'daki toplantısına Bassma Kodmani; Konseyin diğer üyeleri olan Ahmed Ramadan, Abdülbasit Sayda ve İmad Aldin Raşid ile birlikte katılıyordu. Resmi olarak 145 özel davetlinin katıldığı 2012 Bilderberg toplantısı'na Fransa'dan AXA Grup CEO ve Başkanı Henri de Castries başkanlık ederken, 

    "Suriye'de rejim değişikliği" öncelikli gündem maddesi olarak tartışılması dikkat çekiyordu. Paris'te yaşayan ve Arap Reformu Girişimi İcra Direktörü olan akademisyen Basma Kodmani'nin katıldığı 60. Bilderberg toplantısında ise, Beşşar Esed'in devrilmesi ve Suriye'de NATO-dostu (NATO-friendly administration) bir yönetim oluşturulması konuşuluyordu

    Bilderberg Libya'da iç savaşı alevlendiriyordu!
    Hatırlanacağı gibi, geçtiğimiz yıl 59. Bilderberg toplantısı ise İsviçre'nin St. Moritz kentinde yapılıyor ve üyeler, Kaddafi'ye karşı savaşın Libya'nın bütün bölgelerine yayılması konuşuluyordu.

     Dört ay sonra ise Kaddafi öldürülüyor ve ülkenin kontrolü, NATO destekli isyancıların ve Libya Ulusal Geçiş Konseyi'nin eline geçiyordu.

    Bilderberg'in Türk misafirleri kimler oluyordu?

    Toplantıya Türkiye'den 

    Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın yanı sıra, 
    Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, 
    Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve İstanbul Politika Merkezi Direktörü Prof. Dr. Fuat Keyman, 
    Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ile 
    Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray gidiyordu.

    Vodofone CEO'sunun katılması Türkiye adına telekomünikasyonun önceliğini hala kaybetmediğini de ortaya koyuyordu. Bilindiği gibi bir önceki toplantıya Turkcell CEO'su Süreyya Ciliv davet olunmuştu. Bilderberg Toplantılarının uluslararası katılımcıları arasında ise 

    Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, 

    Dünya Ticaret Örgütü Başkanı Pascal Lamy, 
    Finlandiya Maliye Bakanı Jutta Urpilainen, 
    Google Başkanı Eric Schmidt, 
    Hollanda Başbakanı Mark Rutte ve
     Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Ying Fu gibi isimler yer alıyordu.

    Siyonizm’le yakın bağlantılı olan 
    Bilderberg 1954 yılında üst düzey bir Mason olan Joseph Retinger tarafından kurulmuştu. 
    'Dünya Hükümeti' olarak anılan bu kuruluşun fikir babaları ve destekçileri de 

    Yahudi Rockefeller ve Rotschild aileleri oluyor ve Bilderberg üyeleri her yıl düzenli olarak bir araya geliyordu. 


    Üç gün süren toplantılara, başta devlet ve hükümet başkanları olmak üzere, siyaset, iş dünyası ve bürokrasinin tanınmış isimleri katılıyordu. 


    Dış dünyaya kapalı olarak, bir araya gelen bu kuruluşun üst düzey yöneticilerinin, CFR ve Triterial Komisyon gibi, kuruluşlarla olan bağlantısı da biliniyordu. 


    Toplantılarda nelerin konuşulduğu hangi kararların alındığı ise tam bir muammaydı ve asla dışarı sızdırılmıyordu.


     Katılımcıların birtakım aktarmaları ise gizli ve kirli talimatları gizleyip meşrulaştırmayı amaçlıyordu. 


    Katılımcıların toplantının içeriği hakkında konuşmaları da kati surette yasaktı ve bu yasağı delmeye kalkışanlar, ibretlik akıbetlere uğruyordu.

    Siyonist CFR raporuna göre;

     ABD ile AKP Türkiyesi gizli ittifak kuruyordu!

    Şimdi, Ortadoğu’da gittikçe sıkışan ve yalnızlaşan Amerika’nın Türkiye’yi kendine daha fazla bağlama ihtiyacı duyduğunu görüyoruz. 

    Amerikan siyasetini etkileyebilecek ölçüde güçlü think-tanklerden Council of Foreign Relations, Dış İlişkiler Konseyi, 


    Amerikan yönetimine Türkiye ile ilişkilerinde yeni bir dönem önermektedir; 

    önerisi, Türkiye’yi Amerika’nın gözünde daha az beceriksiz ve daha kullanışlı bir aparatçik’e, bir vassala dönüştürülmesidir.

    “Ölçüsüz övgüler gerçekleri gizlemek içindir!”

    Elbette AKP’yi överler,
     Amerikalıların Türkiye makaleleri ve raporlarındaki ölçüsüz övgüleri ciddiye almamak gerekiyordu. 

    CIA Eski Ortadoğu Şefi Graham Fuller’in “Türkiye’nin artık Amerika’ya ihtiyaç duymadığına ve Ortadoğu’daki güç dengesinin kurucularından biri olacağına” ilişkin yazıları;


     “Türkiye’nin en Amerikancı döneminin gelişini haber vermek üzere kullandığı sözler” sayılıyordu. 


    Bu görüşlerini topladığı kitabı şimdi Cemaate yakın Timaş yayınlarının seçkin çevirileri arasında bolca satılıyordu.

    Time’ın Erdoğan kapaklı sayısını yere göğe koyamamıştık. 
    Arap baharı isyancılarını Made in US, ılımlı İslam çizgisine yaklaştırır umuduyla, kendisini Erdoğan’ın Mısır’da bir “rock-star” gibi karşılandığını yazmak zorunda hissediyor ve ardından, okuyanlara artık “devlet adamı” olmaktan çok uzak, kendisini abartan, duygularına hakim olamayan, eleştiriler karşısında zayıf bir “adam” çıkarıyordu. 

    Time dergisinin internet sitesinde, Arap baharına “model” olarak göstermek istedikleri Türkiye’nin ekonomisinin de övüldüğü aynı yazının tam ortasında hâlâ, Türkiye’de evsizlerin fotoğraflarına bağlanan bir link bulunuyordu ve övgülerin ciddiyeti buradan anlaşılıyordu.

    CFR’nin AKP Türkiyesi raporunun ise, bu açıdan ve en nazik ifadeyle, çocukça olduğunu belirtmemiz gerekiyordu. 

    Çaresizlikleri büyüktür; raporu hazırlayanlar Amerikan kongresini ve yönetimini, Türkiye ile çok daha yakın ilişki kurmaya değer olduğu fikrine ikna etmeye çalışıyordu. 

    CFR uzmanlarının her sayfasında Türkiye “çok önemli” ve “rising power”, “yükselen güç”;

     Amerikan Yahudi lobisinin kurmayları AKP’yi avuçlarında tutmak için milletimizle dalga geçiyordu.

    “CFR boys”, “CFR çocukları” gerçek yükselen güçler olarak kabul edilen


     Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika tarafından dışlanıldığını aktardıkları 


    Türkiye’yi övebilmeyi o denli çok istiyorlar ki, AKP Türkiyesi’nin, Türk ordusunu, aydınlarını ve öğrencilerini cezaevlerine hapsederek gerçekleştirdiği şanlı demokratikleşme hamlesi çerçevesinde ölüm cezasını kaldırdığını söyleyecek ne denli ileri gidebiliyorlar. 


    Ölüm cezasını AKP kaldırmışmış; cehalet, çocukluk ve çaresizlik birbirine karışıyor.

    TSK’nın terbiye edilmesi!
    Kuşkusuz AKP CFR’den en büyük övgüyü, ordunun ve yargının tasfiyesi girişimiyle alıyordu. 
    CFR raporcuları, eski genelkurmay başkanı terörist olmakla suçlanan, kozmik odaları basılan, “sivil” yargı eliyle hizaya sokulan bir TSK görmekten memnundu.

    CFR raporcuları: 
    “With the armed forces less of a factor in Turkish politics, a major obstacle to a political solution for the Kurdish problem has been removed” şeklinde, malumu ilan ediyorlar: 

    Silahlı Kuvvetler’in artık Türkiye siyasetindeki gücünün azaltılmasıyla, 

    Kürt sorununun Amerikancı çözümü önündeki çok önemli bir engeli ortadan kalkmıştır” diye seviniyordu. 
    Çünkü Türk ordusu Barzanistan’ı artık tanıyordu. 
    İlker Başbuğ’un, zamanında, asıl tehlike Barzani’dir, yollu açıklaması başına bela oluyordu. 

    Amerika’nın ve İsrail’in gözünde, Kuzey Irak’ta İsrail karakolu olarak işlev görecek bir Kürt devletinin buradaki Kürtler için de bir cazibe merkezi olacağını söylemenin günahı, herhalde, büyüktür ve şimdi Başbuğ “Silivri karargâhında” bulunuyordu.

    Milli bir direniş endişesi!
    CFR raporcuları, ordunun düşürülmüş olduğu durumdan memnundu; ancak, 
    AKP Türkiyesi’ne ne denli büyük övgüler düzerlerse düzsünler, ne AKP’ye, ne Türkiye’nin gelecekte izleyeceği yola güvenilmiyordu.

    CFR’nin en önde gelen Türkiye uzmanı Steven Cook AKP’yi 28 Şubat operasyonlarıyla fazla ileri gitmiş olabilecekleri konusunda uyarıyordu.

     Ordunun düşürülmesi konusunda, şimdiye dek alınan mesafenin yerinde olduğunu, ancak bu noktadan sonra fevri operasyonların huzursuzluğu artırabileceğini söylüyordu.
    “indictments that appear to be based on innuendo and gossip”denilerek, iftiralara dayanan yorumlar ve dedikoduları temel alıyormuş görünen iddianameler yoluyla susturmaya başladığını belirtmeden edemiyordu.

     “Bu demokratik düzenden geri dönüş yaşanabileceğine ilişkin yeni kaygılar ışığında” 


    CFR’nin önerisi, altına CHP’nin de onay damgasını vuracağı yeni anayasanın gelmesi, bu arada Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi ile Cook’un da vurgulayarak önerdiği gibi TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilmesi ABD ve İsrail için hayati önem taşıyordu.

    Yeni ve gizli anlaşma metni!
    Ortadoğu’da kendini yeterince köşeye sıkışmış hisseden Amerika’nın Türkiye’yi kendisine daha fazla bağlamak istemesi bir ihtiyaçtan kaynaklanıyordu.
     Başta Erdoğan olmak üzere, AKP Türkiyesi’nin, istenmeyen ve aşırı adımlarını kontrol altına alabilmek üzere CFR raporcuları “a stronger infrastructure of bilateral cooperation”, ikili ilişkilerde daha güçlü bir enfrastrüktür inşa etmeyi öneriyordu. 

    Enfrastrüktür, bir siyasal yapının iç yönetim mekanizması anlamına geliyordu. 

    Bununla hem dış, hem de iç siyasette atılacak adımların koordine edilmesi amaçlanıyordu.Ve işte Numan Kurtulmuş bu amaçla AKP’ye monte edilmeye çalışılıyordu.

    İlişkilerde kurumsallaşma süreci

    CFR Raporu şöyle devam ediyordu: 

    “For that reason, the American and Turkish governments must deepen the process of consultation that President Obama and Prime Minister Erdogan established and institutionalize it across both governments from the highest levels down.”Yani: İstenen, 

    Amerikan ve Türk hükümetleri Obama ile Erdoğan arasındaki istişare uygulamasının derinleştirilmesi ve ilişkilerin, her iki hükümetin de en üst seviyesinden alt seviyelerine kurumsallaştırılması öngörülüyordu. 


    CFR’nin, Amerikan Kongresi ve yönetimine, İsrail’le kurulmuş olan stratejik düzeyde istişare ilişkisini model alan, “a cabinet-level engagement”, bakanlar kurulu düzeyinde bir karşılıklı ilişkiyi içeren, bununla kalmayıp daha alt düzeylerde de işleyen bir işbirliği önerdiği anlaşılıyordu. “In addition, intensive interaction and cooperation between the two countries in the field and between their respective diplomats, military personnel, and intelligence officers is critical.”


     Yani: İki ülkenin diplomatları, askeri personeli ve istihbarat görevlileri arasında yoğun bir karşılıklı ilişki ve işbirliği can alıcı önemde görülüyordu. Böyle bir ilişkide, Erdoğan, “gerekirse, gözden çıkarılabilir” yapılıyordu.

    İsrail’le ortak Pazar girişimi:
    CFR’nin önerileri arasında, ek olarak, Amerika ile Türkiye’nin, uzun süredir sözü edilen ama pek yanaşılmayan Serbest Ticaret Anlaşması’nı imzalanması ve “bölgesel bir ortak pazar” kurulması da bulunuyordu. Amerika’nın buradan ihracatını arttırmasına yönelik hesapları sırıtıyor; böylece hem AKP ABD’ye taşeron olarak kullanılıyor, hem de Erbakan’ın “İslam Ortak Pazarı”nın kökü kurutuluyordu.

    Türkiye, bu düzeyde bir anlaşmayı daha önce de yaptı. 1996 yılının Şubat ayında Orgeneral Çevik Bir ile İsrail Savunma Bakanı Yardımcısı David Levy tarafından Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması imzalıyor, bunu aynı yılın Mart ayında Dışişleri Bakanı Emre Gönensay ile İsrail Dışişleri Bakanı Ehud Barak’ın imzaladığı Serbest Ticaret Alanı Anlaşması takip ediyordu. Daha sonra bu hıyanetin suçu hiçbir alakası olmadığı ve O’ndan önce imzalandığı halde, Erbakan’ın sırtına yüklenmeye çalışılıyordu.
    İsrailliler “brit” diyor, bizde “ahit” karşılığıdır. 1993’te İsrail ziyaretinden dönen, dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, “Türkiye-İsrail ilişkilerinin her alanda geliştirileceğini ve iki devletin “Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmada” işbirliği içinde olacağını söylüyordu.

    İsrail’in “Ortadoğu’ya yeniden yapılandırmadan” ne anladığını artık bilen biliyordu. 


    Yahudi Chomsky’nin adlandırmasıyla, Osmanlılaştırma da bu amacın kılıfı oluyordu. 


    Ortadoğu’nun sınırları net olmayan, etnik ve dini cemaatlere, vilayetlere bölünmesi ve bu etnik ve dini vilayetlerin merkez olarak İsrail’e bağlı olması amaçlanıyordu.

    Bugün AKP Türkiyesi’nin kendisinden başka düşmana ihtiyacı yoktur; 

    Güneydoğusunu “Özerk Kürdistan” diye Amerika ve İsrail yönetimine vermeye çalışıyordu.

     Resmi açıdan kimin sınırları içinde kaldığı, bu düzende önemli görülmüyordu. 

    Amerika ve İsrail’in Ortadoğu düzeninde, Türkiye’nin küçülmesi esas alınıyor ve ertelenmiş Sevr uygulanıyordu.

    Çevik Bir, İsrail, Sincan serüveni!
    “Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmada” işbirliğinin ve ahit’in en önemli savunucularından biri Çevik Bir olmuştu.

     2002’de neo-con Middle East Quarterly dergisinde yayınlanan ve Martin Sherman ile birlikte kaleme aldığı yazısında şöyle diyordu: 


    “Turkish-Israeli alignment creates, for the first time, the possibility of developing an alliance of pro-American democracies, such as exists in Europe.”


     Yani: Türk-İsrail işbirliği, ilk kez, Avrupa’da var olanları andırır, Amerika yanlısı demokrasiler arasında bir ittifak geliştirme olanağı sunmaktadır.” 

    Çevik Bir, Amerikan yanlısı Türkiye’nin İsrail’le işbirliği içinde Ortadoğu’yu yeniden yapılandırmak istiyordu. 

    Şimdi yolunu açtığı İsrail Ortadoğusu’nun Amerika yanlısı AKP Türkiyesi’nde, “karargâhı” Sincan oluyordu. 


    Ve tabi AKP’yi iktidara getirmek için tertiplenen ve Erbakan’ı devirmeyi hedefleyen 28 Şubat sürecinin tankları da Sincan’da yürütülüyordu.


    "CFR Amerika-Türkiye İlişkileri; Yeni Bir Ortaklık" raporunu hazırlayan uzmanlardan dikkat çeken isimler
    Madeleine K. Albright- Yahudi
    Amerika'nın ilk kadın Dışişleri Bakanı. Barack Obama'dan ABD'de sivillere verilebilecek en yüksek paye olan Başkanlık özgürlük Madalyası'nı almıştır.
    Henri J. Barkey- Yahudi
    İstanbul Yahudisi, AKP'nin Kürt Açılımı’nın mimarlarından sayılıyor. Eski CIA görevlisi Graham Fuller'la birlikte, "Türkiye'nin Kürt Sorunu" adlı kitabın yazarıdır.
    Richard R. Burt- Yahudi
    İşadamı ve diplomattır. Bir dönem Amerikan'ın eski Almanya Büyükelçiliğini yapmıştır. Atlantik Konseyi'nin yönetim kurulundadır.
    Soner Çağaptay- Sabataist (Dönme Yahudi)
    Washington Enstitüsü Türkiye Araştırmaları Programı direktörü, karanlık adamdır.
    Steven A. Cook - Yahudi
    Bir dönem Brookings Enstitüsü'nde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Council on Foreign Relations Türkiye uzmanıdır.
    Forign Policy, Foriegn Affairs, The Atlantic gibi pek çok önemli Amerikan ve İsrail dergisinde yazmaktadır.
    Edward P. Djerejian-Yahudi
    Kennedy'den Clinton'a kadar sekiz Amerikan Başkanı'nın danışmanıdır. Suriye ve İsrail'de Amerika Büyükelçisi olarak görev yapmıştır. James A. Baker III Enstitüsü’nün yönetici kurmaylarındandır.
    Robert W. Kagan-Yahudi
    Brookings Enstitüsü'nün yazarlarındandır. Hillary Clinton'ın Dış Politika Kurulu'nda görev yapmıştır. Neo-con’ların önemli isimlerinden sayılır.
    Aliza Marcus-Yahudi
    1995'te, Reuters'in İstanbul muhabiri olarak çalıştığı sırada ırka dayalı nefreti tahrik etmekle suçlanmış ve hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından dava açılmıştır. "Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi" kitabı İletişim yayınlarınca yayınlanmıştır.
    Ross Wilson-Yahudi
    Amerika'nın eski Türkiye büyükelçisidir, Atlantik Konseyinde Avrasya Merkezi başkanıdır.
    Joseph W. Ralston-Yahudi
    Amerikan ordusunda Genelkurmay ikinci Başkanı ve NATO'da Müttefik Kuvvetler Komutanı olarak görev almıştır. Amerikan Türk Konseyi'nde danışmandır. Türkiye ile Amerika'nın PKK ile ortak mücadelesi amacıyla, Amerikan yönetimi tarafından "koordinatör'' olarak atanmıştır[3]


    Rusya ve Çin Suriye’yi değil, İsrail’i kolluyordu!

    Rusya’nın Akdeniz’e savaş gemileri yollayıp, ABD ve NATO’ya karşı Suriye’ye arka çıktığı, görünüşte doğru, ama gerçekte yanlıştı. Çünkü Rusya asıl İsrail’i kolluyor ve beklenmedik gelişmelere ve Türkiye dâhil diğer İslam ülkelerinden gelecek milli girişimlere karşı, ABD ve NATO ile birlikte, İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. Ve zaten aynı süreçte İsrail ve Yunanistan’ın hem de Akdeniz’den ziyade Ege denizinde ortak bir savaş tatbikatı yapması ve gerçek mermi ve mühimmatın kullanılması da, herhalde Suriye’ye değil, elbette Türkiye’ye gözdağı vermeyi amaçlıyordu.

    Putin Ortadoğu’ya İsrail’den giriyordu!

    Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, iki günlük Ortadoğu gezisinin ilk durağı İsrail’e gidiyordu. Putin, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Başbakan Binyamin Netanyahu ve Dışişleri Bakanı Avignor Lieberman'la görüşmeler yapıyor,7 yıl aradan sonra gerçekleştirdiği ilk Ortadoğu ziyaretinde Putin’e, danışman, gazeteci ve bakanlardan oluşan 300 kişilik bir heyet eşlik ediyordu. Putin, İkinci Dünya Savaşı'nda zafer kazanan Sovyet Kızıl Ordusu adına İsrail'de dikilen anıtın açılış törenine katılıyor, İsrail Cumhurbaşkanı Peres, 2. Dünya Savaşı sırasında SSCB'nin Nazi Almanya'sına karşı olan kararlı duruşuna minnettar olduklarını söylüyordu.

    Putin'in İsrail yetkilileriyle yaptığı görüşmelerde Suriye ve İran konularının görüşüldüğü ifade ediliyor, İsrail kaynaklarına göre, Peres, Putin'i İran'ın nükleer faaliyetlerini durdurması için baskı yapmaya ikna etmeye çalışıyordu. Eski İsrail büyükelçisi Zvi Magen ise, "Putin bu ziyaretle dünyadaki büyük güçlerden biri olduğunu kanıtlamaya çalışıyor" diyordu. Magen, Rusya ve İsrail'in ekonomik ve stratejik açıdan birbirlerinden beklentilerinin olduğunu ve Rusya'nın bölgede daha fazla müttefik edinmek istediğini belirterek, Suriye ve İran’ın yanında bu konuların da görüşüldüğünü vurguluyordu. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Rusya Devlet Başkanı Putin’i kabul ediyor, ikilinin görüşmesindeki ana gündem maddelerinin; İsrail'in Batı Şeria'da yeni Yahudi yerleşimi planı, İran’ın nükleer çalışmaları ve Suriye'deki iç karışıklık olduğu belirtiliyordu. Asssociated Press'in haberine göre, Putin görüşme başlıklarını doğrulayarak, söz konusu 2 gündemde de çözüme yönelik yapılması gerekenler üzerine görüş alışverişinde bulunduklarını kaydediyordu.
    Ekonomik ve teknolojik işbirliği

    Putin, iki ülke arasında enerji, eczacılık, tarım ve uzay endüstrisi alanında ortak çalışmalar yapılacağını söylüyordu. Rusya Federal Uzay Ajansı Başkanı, Vladimir Popovkin de Rusya’nın 2013 yılında İsrail’de GLONASS adlı bir uzay navigasyon istasyonu açacağını duyurmuştu. Rusya Başbakan Yardımcısı Dmitriy Rogozin ise 2 ülkenin geliştireceği teknoloji ortaklığının sonucu üretilecek ürünlerin, her iki ülkede kullanılmasının yanı sıra 3. ülkelere satışının da hedeflendiğini söylüyordu. Ayrıca iki ülkenin insansız hava aracı projesinde ortak çalıştıklarını da sözlerine ekliyordu.

    Evet, Amerika da, Rusya da Siyonizm’in iki karakolu gibi davranıyor, danışıklı dövüş sergiliyor, ancak İsrail’in geleceği ve güvenliği konusunda rahatlıkla işbirliği yapıyordu.
    Bu arada, başta Almanya, bütün Avrupa Birliğinin de Siyonizm’in bir oluşumu olduğunu asla unutmamak gerekiyordu!

    Hatırlayınız, Atlantik ötesi bir düşünce kuruluşu, bu yılın Haziran ayı içinde ABD ile Avrupa arasındaki ilişkileri canlandırmak üzere hazırladığı yeni bir plan Almanya içinde, Süper Nato adlı derin devletin nasıl işlediğini gösteriyor, ABD'nin Avrupa'yı elinden kaçırmamak için yeni hamleler geliştirdiğini ortaya koyuyordu. ABD'ye bağlı German Marshall Fonu ve bazı uluslararası tekeller tarafından finanse edilenTransatlantik. Akademisi (TA), Almanya Dışişleri Bakanlığı'nda yeni geliştirdiği bir planı tanıtırken özellikle Güney Amerika ve Afrika'daki hammadde kaynaklarının Atlantik ittifakı tarafından güvence altına alınmasıyla Atlantik ittifakının tekrar canlandırılması üzerinde duruyordu. Gerçekte ise, Almanya son yıllarda, Doğu'ya doğru ilişkilerini geliştirerek, hammadde alanında ABD'den bağımsız bir dış politika geliştirme yoluna girmiş bulunuyordu.

    TA, NATO'ya dayanıyordu. TA’nın sunduğu stratejiye göre, tarım, gıda, su kaynakları ve madenler alanında ortak çıkarlar için işbirliği yapılması ve sanayi için gerekli hammadde kaynaklarının güvence altına alınması gerekiyordu. İlk adım olarak plan, Stuttgart, Hamburg, Amsterdam ve Den Haag gibi Avrupa kentlerinde tanıtıldı. Planı tanıtan ekipte, Brüksel'deki NATO karargâhından bir temsilci de yer alıyordu.

    TA, 2007 yılında, Transatlantik ittifakını sürdürmeyi görev edinmiş ABD'li ve Avrupalı çoğu Yahudi asıllı bilim adamları tarafından kurulmuştu. TA, Avrupa ve Kuzey Amerika'nın üst tabakalarına düzenli analizler yoluyla, 2003'te Irak işgali sürecinde gelişen Atlantik ittifakındaki çatlağı aşmaya çalışıyordu. Almanya'da TA'yı destekleyenler arasında Robert Bosch, Fritz Thyssen ve VW vakıfları da dikkat çekiyordu. Ama en büyük destekçisi Almanya’da çok etkili olan ABD Germann Marshall Fonuydu. Sunulan belgede, Çin, Hindistan gibi gelişen ülkelerle Batı arasında hammadde kaynakları üzerine derinleşen rekabetten yakınılıyor ve bu tespit, planın oluşturulmasının gerçek amacını ortaya koyuyordu. Kısaca ABD ve NATO Almanya’yı fiilen kontrol altına almaya çalışıyordu.
    Bu girişimleri Almanya’nın bağımsızlığına müdahale sayan Almanya istihbarat şefi koltuğundan oluyordu!

    “Neonazi cinayetleri soruşturmasında, katillere ait önemli belgelerin imha edilmesi” bahanesiyle, Alman istihbarat teşkilatı başkanı görevinden alınıyordu. 12 yıldır istihbarat örgütünün başında olan Fromm, uzun süredir eleştirilerin odağına konmuştu. Geçtiğimiz aylarda da, istihbarat teşkilatının, aşırı sağcı teröristlere kimlik ve pasaport sağladığı iddiaları ortaya atılıyordu.

    Aşırı sağcı NSU örgütüne ait dosyaları imha ettiği iddiasıyla Alman iç istihbarat teşkilatının başkanı Heinz Fromm, istifa ettiriliyordu. Hem Fromm'un istifası hem de İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich'in istifayı anında kabul etmesi, istihbarat teşkilatı Anayasayı Koruma Dairesi'nde (BfV) büyük hatalar yapıldığının kabul edilmesi olarak yorumlanıyordu. Ancak Heinz Fromm’un asıl suçunun NATO destekli Transatlantik Akademisinin Almanya’yı güdümüne alma girişimlerine karşı çıkması olduğu konuşuluyordu.
    Şimdi Almanya’yı ve bütün Avrupa’yı böylesine etki altına alan Siyonizm’in ve küresel Yahudi sermayesinin Türkiye’deki Partileri ve hükümetleri niçin ve nasıl kontrol ettiği daha iyi anlaşılmaktadır.

    Bu gün ABD Teksas Eyaletine bağlı bir kasabanın onursal belediye başkanının bir KEDİ olması, Amerika’yı gerçekte Yahudi Lobilerinin yönettiğinin mizahi bir anlatımı sayılmalıdır. ABD’nin gizli ve kirli derin devleti olan Yahudi lobilerinin nazarında; ülkeyi, illeri ve ilçeleri yönetmek için bir KEDİ ile Obama Beyefendinin bir farkı bulunmamaktadır. E. GKB İsmail Karadayı’nın: “28 Şubat, Erbakan’ın; bazı sert ve sivri sözlerinden kaynaklandı” beyanları, aslında “Erbakan’ın; küresel Yahudi güçleri ve rantiyeci işbirlikçilerini ürküten D-8 gibi projeleri ve Havuz sistemi girişimleri yüzünden 28 Şubat’ın tezgâhlandığı ve bazı paşaların da malum ve mel’un odaklara figüranlık yaptığı” hakikatinin, hazımsız ve dolaylı bir itirafıydı.


    Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...