Bazen alıp başını gitmek ister insan. Uzaklara, çok uzaklara. Neresi olduğu önemli değildir. Sadece gitmek ister. Çünkü geride bıraktıklarıdır önemli olan. Ya da bırakabildikleri, bıraktığını sandıkları. Artık taşıyamadığı yükler çökünce omuzlarına, ruhu daralmaya başlayınca sebepli sebepsiz, gitmek fikri yerleşir insanın aklına. Bu bile mutlu etmeye yeter bir süreliğine. Bırakıp gitmek. Sanki kafasının içindekileri çıkarıp atmak mümkünmüş gibi kandırır kendini.
Oysa bizimledir hepsi giderken. İstesek de yalnız değilizdir aslında. Unutmaya giderken yanı başımızda olduklarını fark etmeyiz. Ama yine de güzeldir gitmek. İster kendini keşfetmek için, ister yeni insanlar tanımak, yeni yerler görmek için. Bir şeyleri geride bırakmak huzur verir insana. Kimseyi almak istemez yanına. Zaten almak istedikleri onunla birliktedir kafasının içinde.
Otobüsün camında kayan görüntülere dalarken bir mutluluk kaplar içini. Kilometre taşlarını sayarken, yavaş yavaş özgürlüğe doğru giden yolda kanat çırpar insan. Artık yetişemeyecektir nasıl olsa yüreğini acıtan ne varsa. Sanki hepsi bir olmuş, seni yolcu ediyorlarmış gibi gelir. İçinden çıkamadığı, çözemediği kördüğümleri başka şehirlerde başka insanlarda arar. Hep aynı yüzler, aynı sesler, aynı kaldırım taşları, tekdüze konuşmalar derken bir kısır döngü içinde dönüp durduğunu, bu çemberden çıkabilirse her şeyden kurtulacağını sanır. Arttıkça mesafeler, yük hafifler; planlar başlar geleceğe dair.
Herkesten, her şeyden uzak bir kıyı kasabasında, belki bir kır kahvesinde oturup uzaklara dalmaktır tek hayali. Yalnız başına oturabilmenin zevkini tatmak ister insan. Tanıdık ama iğneleyici bakışların gölgesinde değil, tek başına kendi güneşinde aydınlanmak ister; hiç olmazsa birkaç gün için. Kendi kendimize yarattığımız, sonra da yıkmak için yanıp tutuştuğumuz kuralların geçerli olmadığı diyarlarda kendini keşfe çıkmak ister. Çünkü yaşadığı yer, bir süre sonra her yapılan için hesap verilmesi gereken ve insana türlü sorumluluklar yükleyen çok geniş bir aileye dönüşmüştür. Her gün koyduğumuz bir tuğla ile farkında olmadan yüksek duvarlar öreriz özgürlüğümüzle aramıza.
Gün gelir, hiç tanımadığı insanlar daha çok güven verir insana. Ne çıkar hesapları vardır, ne de gereksiz kıskançlıklar. Huzur verir kimsenin seni tanımadığı yerler. Şehrin bencil gürültüsünden, para hırsı kokan ilişkilerden ya da yarınından bihaber kaygısız insanlardan kaçmak, kendi ile baş başa kalmak ister insan.
Kimi zaman kısa süreli bir ayrılığın düşünü kurar günlerce. Daha valiz hazırlanırken başlar heyecan. Valize uzun zamandır kurmayı unuttuğu hayallerini, görmekten vazgeçtiği ve bazen kendine bile anlatmaya korktuğu düşlerini de koyar. Sanki hiç dönmeyecekmiş gibi doldurur da doldurur içini.
İşte o anlarda, hiç düşünmeden vurmalı kendini yollara. Seni üzen ne varsa bırak geride kalsın. Bir gemi yolculuğuysa yaptığın, bırak rüzgâr savursun saçlarını, bembeyaz köpükleri seyre dalarken, alıp götürsün karşı kıyıya yüreğindeki karabasanları. Sen simidini paylaş martılarla, gülümse yanındaki bankta oturan yaşlı teyzeye. Belki seninle paylaşacak güzel bir hikâyesi vardır. Ve senin de onunla.
Bazen alıp başını gitmek ister insan. Uzaklara, çok uzaklara...
|