RESÛL-İ EKREMİN GÜZEL AHLÂKINDAN VE ÂDETLERİNDEN BAZILARI
RESÛL-İ EKREMİN GÜZEL AHLÂKINDAN VE ÂDETLERİNDEN BAZILARI
1- Resûlullahın ilmi, irfanı, fehmi, ikanı, aklı, zekâsı, cömertliği, tevâzû’u, şefkati, sabrı, gayreti,
hamiyyeti, sadâkati, emâneti, şecâ’ati, mehabeti, belâgati, fesahati, fetâneti, melâheti, vera’ı, iffeti, keremi, insâfı, hayası, zühdü, takvası bütün Peygamberlerden daha çoktu. Dostundan ve düşmanından
gördüğü zararları, eziyyetleri af ederdi. Hiçbirine karşılık vermezdi. Uhud gazasında kâfirler yanağını
kanatıp, dişlerini kırdıkları zaman, bunu yapanlar için, “Yâ Rabbî! Bunları affet! Câhilliklerine bağışla”
buyurmuştur.
2- Şefkati pek çoktu. Hayvanlara su verir. Su kabını eliyle tutarak doymalarını beklerdi. Bindiği atın
yüzünü ve gözünü silerdi.
3- Her çağırana lebbeyk (efendim) diyerek cevâb verirdi. Kimsenin yanında ayaklarını uzatmazdı.
Diz çöküp otururdu. Hayvan üzerinde giderken, bir yaya görünce, arkasına bindirirdi.
4- Kendisini kimseden üstün tutmazdı. Bir yolculukta, bir koyun kebabı yapılacağı zaman, biri ben
keserim dedi. Bir başkası, ben derisini yüzerim dedi. Diğeri, ben pişiririm dedi. Resûlullah da, ben odun
toplarım deyince, Yâ Resûlallah! Sen istirahat buyur! Biz toplarız dediler. “Evet! Sizin her şeyi yapacağınızı biliyorum. Fakat, iş görenlerden ayrılarak oturmak istemem. Allahü teâlâ, arkadaşlarından ayrılıp oturanı sevmez” buyurdu. Kalkıp odun toplamaya gitti.
5- Eshâbının oturdukları yere gelince, baş tarafa geçmezdi. Gördüğü aralığa otururdu. Elinde bastonu olarak, bir gün sokağa çıktıkta, görenler ayağa kalktılar. “Başkalarının birbirlerine saygı duruşu
yaptıkları gibi, benim için ayağa kalkmayınız! Ben de, sizin gibi bir insanım. Herkes gibi yerim.
Yorulunca, otururum” buyurdu.
6- Çok zaman diz çökerek otururdu. Dizlerini dikip, etrafına kollarını sararak oturduğu da görülmüştür. Yemekte, giymekte ve her şeyde hizmetçilerini kendinden ayırmazdı. Onların işlerine yardım
ederdi. Kimseyi dövdüğü, sövdüğü hiç görülmedi. Her zaman hizmetinde bulunan Enes bin Mâlik diyor
ki, Resûlullaha on sene hizmet ettim. Onun bana yaptığı hizmet, benim ona yaptığımdan çok idi. Bana
incindiğini, sert söylediğini hiç görmedim.
7- Söküklerini, yırtıklarını kendi de yamar, koyunlarını kendi de sağar, hayvanlarına kendi de yem
verirdi. Çarşıdan satın aldığını eve kendisi götürürdü. Yolculukta hayvanlarına yem verir, bazan tımar da
ederdi. Bunları bazan yalnız yapar, bazan da, hizmetçilerine yardım ederdi.
8- Bazı kimselerin hizmetçileri gelip kendisini çağırdıklarında, Medine’nin âdetine uyarak, onlarla
elele verip yürürdü.
9- Hastaları ziyâret eder, cenâzelerde bulunurdu. Gönül almak için, kâfirlerin ve münafıkların hastalarını da ziyâret ederdi.
10- Sabah namazlarını kıldırdıktan sonra, cemaate karşı oturup, “Hasta olan kardeşimiz var mı?
Ziyâretine gidelim!” derdi. Hasta yoksa, “Cenâzesi olan var mı? Yardıma gidelim!” derdi. Cenâze
olursa, yıkanmasında, kefenlenmesinde yardım eder, namazını kıldırır, kabrine kadar giderdi. Cenâze
yoksa, “Rüya gören varsa anlatsın! Dinleyelim, tâbir edelim!” derdi.
11- Eshâbından birini üç gün görmese, onu sorardı. Yolculuğa gitmiş ise, hayır duâ eder, şehirde
ise, ziyâretine giderdi.
12- Yolda karşılaştığı müslümana önce kendi selâm verirdi.
13- Misafirlerine, Eshâbına hizmet eder, “Bir topluluğun en üstünü, hizmet edenidir” buyururdu.
14- Kahkaha ile güldüğü hiç görülmedi.
Sessizce tebessüm ederdi. Bazan gülerken mübârek ön dişleri görünürdü. - 38 -
15- Hep düşünceli, üzüntülü görünür, az söylerdi. Konuşmağa tebessüm ederek başlardı.
16- Lüzumsuz ve faydasız birşey söylemezdi. Lâzım olunca, kısa, faydalı ve mânâsı açık olarak
söylerdi. İyi anlaşılması için ba’zan üç kere tekrar ederdi.
17- Yabancı ile ve tanıdıklarla ve çocuklarla ve ihtiyar kadınlarla ve mahrem kadınlarıyla latife, şaka yapardı. Fakat bunlar Allahü teâlâyı bir an unutmasına sebep, olmazdı.
18- Heybetinden kimse yüzüne bakamazdı. Birisi gelip mübârek yüzüne bakınca terlerdi. “Sıkılma! Ben melik değilim, zâlim değilim. Et suyu yiyen bir kadıncağızın oğluyum” derdi. Adamın korkusu gidip, derdini söylemeye başlardı.
19- Bekçileri, kapıcıları yoktu. Herkes kolayca yanına gelip derdini söylerdi.
20- Hayası çoktu. Konuştuğu kimsenin yüzüne bakmağa utanırdı.
21- Kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Kimseden şikâyet etmez, arkasından söylemezdi. Bir kimsenin sözünü veya işini beğenmediği zaman, (bazı kimseler, acaba neden böyle yapıyorlar?) derdi.
22- (İçinizde Allahü teâlâyı en iyi anlayan ve Ondan en çok korkan benim) derdi. (Benim
gördüğümü görseydiniz, az güler, çok ağlardınız) der, havada bulut görünce, (Ya Rabbi! Bu bulutla
bize azâb gönderme!) derdi. Rüzgâr esince, (Ya Rabbi! bize hayırlı rüzgâr gönder!) derdi. Gök gürleyince, (Ya Rabbi! Bize incinip de, öldürme. Azâbını gönderme. Afiyet ihsan eyle!) derdi. Namaza
dururken, ağlayan kimsenin içini çektiği gibi, göğsünden ses işitilirdi. Kur’ân-ı kerîm okurken de böyle
olurdu.
23- Kalbinin kuvveti, şecaati şaşılacak kadar çoktu. Huneyn gazasında, müslümanlar, ganimet
toplamak için dağılıp, üç dört kimse ile kalmıştı. Kâfirler, hemen hücum ettiler. Resûlullah onlara karşı
durup kaçırdı. Bir kaç defa oldu. Asla gerilemedi.
24- Kâfirlerden Rigâne isminde bir çoban çok kuvvetli idi. Sığır derisi üstünde ayakta durup, on
kuvvetli kişi deriyi etrafından çeker deri parçalanır, Rigâne yerinden hareket etmezdi. Resûlullaha, güreş
edelim, beni yatırırsan, imâna gelirim dedi. İlk kapışmada, Rigâne sırt üstü yıkıldı. Yanlışlık oldu, tekrar
güreşelim dedi. İkinci kapışmada yine yıkıldı. Üçüncüde de sırtı yere gelince: Ben imân etmem. Seninle
alay etmiştim. Sırtımın yere geleceği hatırımdan bile geçmemişti. Fakat senin kuvvetinin çokluğunu pek
beğendim diyerek sürüsünü Resûlullaha hediyye etti.
25- Çok cömert idi. Yüzlerle deve ve koyunlar bağışlar, kendisine birşey bırakmazdı. Nice katı
kalbli kâfirler, bu ihsanlarını görerek imâna gelmişlerdir.
26- Kendisinden birşey istendikte yok dediği hiç işitilmedi. Var ise verir, yok ise sükût ederdi.
27- Allahü teâlâ, (iste vereyim) buyurmuşken, dünyâ servetini istemedi. Elenmiş buğday unu ekmeğini hiç yemedi. Hep elenmemiş arpa unu ekmeğini yerdi. Doyuncaya kadar yediği görülmedi. Ekme-
ği katıksız olarak veya hurma ile, sirke ile, meyva ile, çorba ile veya zeytin yağına batırıp yerdi. Tavuk,
tavşan, deve, ceylân, balık ve pastırma etleri ve peynir de yerdi. Etin kol tarafını severdi. Elleri ile tutup
ısırarak yerdi.
Ekseriya süt veya hurma yerdi. Evde iki üç ay yemek pişmeyip, ekmek yapılmayıp, yalnız hurma
yediği aylar da olmuştur. İki üç gün birşey yemediği de olurdu. Vefât ettiği zaman, bir demir zırh ceketi,
otuz kilo arpa için, bir yahudide rehin bırakılmış bulundu.
28- Bir yemeği beğenmediği işitilmedi. Beğendiğini yer, beğenmediğini yemez ve birşey söylemezdi.
29- Günde bir kere yerdi. Bazan sabah, akşam yerdi. Eve gelince (yiyecek var mı?) der, yok denirse, oruç tutardı. Yemek yerken, diz çöker, bir şeye dayanmadan yerdi. Yemeğe besmele, okuyarak
başlardı. Sağ eli ile yerdi.
30- Dokuz zevcesine ve birkaç hizmetçisine bazan bir senelik arpa ve hurma ayırır, bundan fakîrlere de sadaka verirdi.
31- Yemekler arasında koyun etini, et suyunu, kabağı, tatlıları, balı, hurmayı, sütü, kaymağı, karpuzu, kavunu, üzümü ve hıyarı severdi.
32- Suyu yavaş yavaş, besmele ile başlayarak üç yudumda içer, sonunda (Elhamdülillah) der ve
duâ ederdi.
33- Her Peygamber gibi, zekât malı ve sadaka almazdı. Hediyyeyi kabul ederdi. Ekseriya karşılı-
ğını verirdi.
34- Giymesi caiz olanlardan her bulduğunu giyerdi. Kalın kumaştan ihram edilmiş dikilmemiş şeylerle örtünür, peştamal sarınır, gömlek ve cübbe de giyerdi. Bunlar pamuktan, yünden veya kıldan do-- 39 -
kunmuştu. Ekseriya beyaz, bazan yeşil giyerdi. Dikilmiş elbise giydiği de olurdu. Cum’a ve bayramlarda
ve yabancı elçiler geldikte ve cenk zamanlarında kıymetli gömlekler, cübbeler, yeşil, kırmızı, siyah da
giyerdi. Kollarını bileklerine kadar, mübârek ayaklarını baldırın yarısına kadar örterdi.
35- Ekseriya beyaz, bazan siyah tülbent başına sarıp, ucunu bir karış kadar arkasına sarkıtırdı.
Sarığı çok büyük ve pek küçük olmayıp, üç buçuk metre kadar uzundu. Sarığını takkesiz sarar, bazan
sarıksız ak fitilli takke giyerdi.
36- Arabistandaki âdete uyarak saçlarını kulaklarının yarısına kadar uzatır, fazlasını kestirirdi.
Saçlarına özel olarak hazırlanmış, güzel kokulu yağ sürerdi.
37- Ellerine, başına, yüzüne misk veya başka kokular sürer, ud ağacı, kâfurî ile buhurlanırdı.
38- Yatağı, içi hurma iplikleri ile dolu, dabağlanmış deriden idi. İçi yünle dolmuş bir yatak getirdiklerinde, kabul etmedi ve (Ya Âişe! Allaha yemin ederim ki, eğer istesem, Allahü teâlâ her yerde altın ve gümüş yığınları yanımda bulundurur) buyurdu. Bazan hasır, tahta, döşek, yünden dokunmuş
keçe veya kuru toprak üzerinde de yatardı.
39- Her gece gözlerine üç kerre sürme çekerdi.
40- Evinde ayna, tarak, sürme kabı, misvak, makas, iğne, iplik eksik olmazdı. Yolculukta bunları
beraberinde götürürdü.
41- Her işinde sağdan başlamayı, sağ eliyle yapmayı severdi. Yalnız, sol eliyle taharetlenirdi.
42- Mümkün olduğu kadar her işini tek sayıda yapardı.
43- Yatsıdan sonra gece yarısına kadar uyuyup, sonra sabah namazına kadar ibâdet yapardı. Sağ
yanına yatar, sağ elini yanağı altına kor, bazı sûreler okuyup uyurdu.
44- Tefe’ül ederdi. Yani, ilk gördüğü, birdenbire gördüğü şeyleri hayra yorardı. Hiçbir şeyi uğursuz
saymazdı.
45- Üzüntülü zamanlarında sakalını tutar, düşünürdü.
46- Üzüldüğü zaman, hemen namaza başlardı. Namazın lezzeti, safâsı ile gamı giderdi.
47- Başkasını çekiştirenin sözünü asla dinlemezdi.
MUHAMMED ALEYHİSSELÂMIN FAZÎLETLERİ
Muhammed aleyhisselâmın fazîletlerini bildiren yüzlerce kitap vardır. Fazîlet, üstünlük demektir.
Üstünlüklerinden sekseniki adedi aşağıda bildirilmiştir:
1- Mahlûklar içinde ilk olarak Muhammed aleyhisselâmın ruhu yaratılmıştır.
2- Allahü teâlâ, onun ismini Arşa, Cennetlere ve yedi kat göklere yazmıştır.
3- Hindistânda yetişen bir gülün yapraklarında (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) yazı-
lıdır.
4- Basra şehrine yakın bir nehirde tutulan balığın sağ tarafında Allah, sol tarafında Muhammed
yazılı görülmüştür. Bunlara benzeyen vak’alar çoktur.
5- Muhammed aleyhisselâmın ismini söylemekten başka vazifesi olmayan melekler vardır.
6- Meleklerin hazret-i Âdeme karşı secde etmeleri için emir olunması, alnında Muhammed
aleyhisselâmın nuru bulunduğu için idi.
7- Adem aleyhisselâm zamanında namaz için okunan ezanda, hazret-i Muhammedin (s.a.v.) ismi
de söylenirdi.
8- Allahü teâlâ bütün Peygamberlere emir etti ki, Muhammed aleyhisselâm sizin zamanınızda
Peygamber olursa, ona îmân etmeleri için ümmetlerinize de emrediniz!
9- Tevratta, İncilde ve Zeburda Muhammed aleyhisselâmın ve dört halifesinin ve eshâbından ve
ümmetinden bazılarının isimleri bildirilmiş ve medh olunmuşlardır. Allahü teâlâ, kendinin Mahmûd isminden Muhammed kelimesini çıkararak Habîbine isim koymuştur. Allahü teâlâ, kendi isimlerinden Raûf ve
Rahîm isimlerini Habîbine de vermiştir.
10- Dünyaya geldiği zaman, melekler tarafından sünnet edilmiştir.
11- Dünyaya geleceği zaman, çok büyük alâmetler görülmüştür. Târih ve mevlid kitaplarında yazı-
lıdır.
12- Dünyaya gelince, şeytanlar göke çıkamaz, meleklerden haber çalamaz oldular. - 40 -
13- Dünyaya geldiği zaman, yeryüzündeki bütün putlar, tapınılan heykeller yüzüstü devrildiler.
14- Beşiğini melekler sallardı.
15- Beşikte iken gökdeki ay ile konuşurdu. Mübârek parmağı ile işaret ettiği tarafa meyl ederdi.
16- Beşikte iken konuşmağa başladı.
17- Çocuk iken, açıklarda gezerken, başı hizasında bir bulut da birlikde hareket ederek gölge yapardı. Bu hâl, Peygamberliği başlayıncaya kadar devam etti.
18- Üç yaşında iken ve kırk yaşında Peygamberliği bildirildiği vakit ve elliiki yaşında mi’râca götü-
rülürken, melekler göğsünü yardı. Cennetten getirdikleri leğen içinde Cennet suyu ile kalbini yıkadılar.
19- Her Peygamberin sağ eli üstünde nübüvvet mührü vardı. Muhammed aleyhisselâmın ise, sol
kürekteki deri üzerinde kalbi hizasında idi. Cebrâil aleyhisselâm kalbini yıkayıp, göğsünü kapadığı zaman Cennetten getirdiği mühür ile sırtını mühürlemişti.
20- Önünden gördüğü gibi, arkasından da görürdü.
21- Aydınlıkta gördüğü gibi, karanlıkta da görürdü.
22- Tükürüğü acı suları tatlı yaptı. Hastalara şifâ verdi. Bebeklere süt gibi gıda oldu.
23- Gözleri uyurken, kalbi uyanık olurdu. Bütün Peygamberler de böyle idi.
24- Ömründe hiç esnemedi. Bütün Peygamberler de böyle idi.
25- Teri gül gibi güzel kokardı. Bir fakîr kimse, kızını evlendirirken, kendisinden yardım istemişti. O
ânda verecek şeyi yoktu. Küçük bir şişeye terinden koyup verdi. O kız, yüzüne, başına sürünce, evi misk
gibi kokardı. Evi (güzel kokulu ev) adı ile meşhûr oldu.
26- Orta boylu olduğu halde, uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.
27- Güneş ve ay ışığında yürüyünce, gölgesi yere düşmezdi.
28- Bedenine ve elbisesine sinek, sivri sinek ve başka böcekler konmazdı.
29- Çamaşırlarını ne kadar çok giyse, hiç kirlenmezlerdi.
30- Her yürüdüğü zaman, arkasından melekler gelirdi. Bunun için, Eshâbını önden yürütür, arkamı
meleklere bırakın derdi.
31- Taş üstüne basınca, taşta ayağının izi kalırdı. Kum üstünde giderken hiç iz bırakmazdı. Açıkta
abdest bozduğu zaman, yer yarılıp bevl ve benzerleri toprak içinde kalırdı. Oradan etrafa güzel kokular
yayılırdı. Bütün Peygamberler de böyle idi.
32- Hacamat kanından içenler oldu. Bunu işitince, (Cehennem ateşi onu yakmaz) buyurdu.
33- Büyük bir mu’cizesi de, mi’râca götürülmesidir. Burak denilen Cennet hayvanı ile Mekke’den
Kudüse götürüldü. Oradan göklere ve Arşa götürüldü. Kendisine acaip şeyler gösterildi. Allahü teâlâyı
baş gözü ile gördü. Bir ânda tekrar evine getirildi. Mi’râc mu’cizesi başka hiçbir Peygambere verilmedi.
34- İnsanlar ve melekler içinde en çok ilim Ona verildi. Ümmî olduğu halde, yani kimseden birşey
öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ ona her şeyi bildirmiştir. Âdem aleyhisselâma her şeyin ismi bildirildiği
gibi, Ona her şeyin ismi ve ilmi bildirilmiştir.
35- Ümmetinin isimleri, cisimleri ve aralarında olacak şeylerin hepsi kendisine bildirildi.
36- Aklı, bütün insanların aklından daha çoktur.
37- İnsanlarda bulunabilecek bütün iyi huyların hepsi ona ihsan olundu. Büyük şair Ömer İbnil
Farıda (Resûlullahı niçin medhetmedin) dediklerinde, Onu medhetmeğe gücüm yetmeyeceğini anladım.
Onu medhedecek kelime bulamadım demiştir.
38- Kelime-i şehâdette, ezanda, ikâmetde, namazdaki teşehhüdde, birçok duâlarda, bazı ibâdetlerde ve hutbelerde, nasîhat yapmakta, sıkıntılı zamanlarda, kabirde, mahşerde, Cennette ve her mahlûkun lisanında Allahü teâlâ, Onun ismini kendi isminin yanına koymuştur.
39- Üstünlüklerinin en üstünü, Habîbullah olmasıdır. Allahü teâlâ, Onu kendisine sevgili, dost
yapmıştır. Onu herkesden, her melekten daha çok sevmiştir, (İbrâhîmi Halil yaptım ise, seni kendime
Habîb yapdım) buyurmuştur.
40- (Sana, râzı oluncaya kadar, yeter deyinceye kadar) her dilediğini (vereceğim) âyeti,
Allahü teâlânın Peygamberine bütün ilimleri, bütün üstünlükleri ahkâm-ı İslâmiyyeyi, düşmanlarına karşı
yardım ve galebe ve ümmetine fetihler, zaferler ve kıyâmette her türlü şefâat ve tecelliler ihsan edeceği-- 41 -
ni vaad etmektedir. Bu âyet geldiği zaman, Cebrâil aleyhiselâma bakarak, (Ümmetimden birinin Cehennemde kalmasına râzı olmam) buyurdu.
41- Gece, gündüz, uyanık iken, uykuda iken, yalnız iken, çoklukta iken, yolculukta iken, evde iken,
harbde iken, gülerken, ağlarken, mübârek kalbi hep Allahü teâlâ ile idi. Dünyadaki vazifelerini yapabilmek için zevcesi Hz. Âişe’nin yanına gelip, (Ey Âişe! Biraz benimle konuş da kendime geleyim) der,
ondan sonra Eshâbına nasîhat ve irşâd etmeğe giderdi. Sabah namazının sünnetini evinde kılıp, Hz.
Âişe ile bir miktar konuştuktan sonra, Eshâbına farzı kıldırmak için mescide giderdi. Bu hâl hasâis-i peygamberidir. Hz. Aişe ile konuşmadan dışarı çıksa idi, ilâhi tecellilerden ve nurlardan dolayı, yüzüne kimse bakamazdı.
42- Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, her Peygamberi ismi ile bildirmiştir. Muhammed aleyhisselâmı
ise, ey Resûlüm, ey Peygamberim diyerek bildirmiştir.
43- Gayet açık, kolay anlaşılır olarak konuşurdu. Arabî lisanının her lehçesi ile konuşurdu. Çeşitli
yerlerden gelip soranlara onların lügati ile cevâb verirdi. İşitenler hayran olurlardı. “Allah beni çok gü-
zel yetiştirdi” buyurdu.
44-Az kelimelerle çok şey anlatırdı. Yüzbinden ziyâde hâdis-i şerîfi, Onun (Cevâmi-ul-kelim) oldu-
ğunu göstermektedir. Bazı âlimler dediler ki, Muhammed aleyhisselâm, İslâm, dininin dört temelini, dört
hadîsle bildirmiştir. (Ameller niyyete göre değerlendirilir ve (Halâl meydandadır, harâm meydandadır.) ve (Davacının şâhid göstermesi ve dâvâlının yemin etmesi lâzımdır) ve (Bir kimse, kendine
istediğini, din kardeşi için de istemedikçe, imânı kâmil olmaz). Bu dört hadîsten birincisi, ibâdet bilgilerinin, ikincisi, muamelât bilgilerinin, üçüncüsü, husûmât, yâni adalet işlerinin ve siyâset bilgilerinin,
dördüncüsü de, âdâb ve ahlâk bilgilerinin temelidir.
45- Muhammed aleyhisselâm ma’sum idi. Bilerek ve bilmeyerek büyük ve küçük, kırk yaşından
evvel ve sonra, hiçbir günâh işlememiştir. Çirkin hiçbir hareketi görülmemiştir.
46- Müslümanların namazda otururken (Esselâmû aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi)
okuyarak, Muhammed aleyhisselâma selâm vermeleri emr olundu. Namazda başka bir Peygambere ve
meleklere karşı söylemek caiz olmadı.
47- Rütbeyi, saltanatı istememiş, Peygamberliği, fakîrliği dilemiştir. Bir sabah Cebrâil aleyhisselâm
ile konuşurken bu gece evimizde yiyecek bir lokmamız yoktu buyurdu. O ânda, İsrâfil aleyhisselâm gelip
(Allahü teâlâ söylediğini işitti ve beni gönderdi. İstersen her elini sürdüğün taş altın olsun, gümüş olsun,
zümrüt olsun. İstersen melik olarak Peygamberlik yap) dedi. Resûlullah üç kere (Kul olarak Peygamberlik istiyorum) dedi.
48- Başka Peygamberler belli bir zamanda, belli bir memlekette Peygamberlik yaptı. Muhammed
aleyhisselâm ise, yer yüzündeki bütün insanlara ve cinne kıyâmete kadar Peygamber olarak gönderilmiştir. Meleklerin de, hayvanların da, nebatların da, cansızların da, kısaca bütün mahlûkların Peygamberi olduğunu bildiren âlimler de vardır.
49- Bütün varlıklara rahmeti, faydası yayılmıştır. Mü’minlere faydası meydandadır. Başka Peygamberlerin zamanındaki kâfirlere, dünyâda azaplar yapılır, yok edilirlerdi. Ona îmân etmeyenlere dünyâda azâb yapılmadı. Bir gün Cebrâil aleyhisselâma (Allahü teâlâ, benim âlemlere rahmet olduğumu
bildirdi. Benim rahmetimden sana da nasîb oldu mu?) dedi. Cebrâil de (Allah’ın büyüklüğü, dehşeti
karşısında sonumun nasıl olacağından korku içindeyim. Sana, emin olduğumu bildiren âyeti getirince,
bu müthiş korkudan kurtuldum. Bandan büyük rahmet olur mu?) dedi.
50- Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisseIâmın râzı olmasını istemiştir.
51- Başka Peygamberler, kâfirlerin iftiralarına kendileri cevap vermiştir. Muhammed aleyhisselâma
yapılan iftiralara ise, Allahü teâlâ cevap vererek, Onun müdafaasını yapmıştır.
52- Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin sayısı, başka peygamberlerin ümmetlerinin sayıları
toplamından daha çoktur. Onlardan daha üstün ve daha şereflidirler. Cennete gideceklerin üçte ikisinin
bu ümmetten olacağı, hadîs-i şerîflerde bildirilmiştir.
53- (Ümmetimin dalâlet üzerinde bileşmemelerini Rabbimden diledim. Kabul eyledi) hadîsi
meşhûrdur.
54- Resûlullaha verilecek sevablar, diğer Peygamberlere verilecek sevablardan kat kat ziyadedir.
55- Kendisini ismi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak, uzaktan kendisine seslenmek,
yolda önüne geçmek harâm edilmiştir. Başka Peygamberlerin ümmetleri, kendilerini isimleri ile çağırırlardı. - 42 -
56- İsrâfil aleyhisselâm da Muhammed aleyhisselâma çok kerre gelmiştir. Başka Peygamberlere
yalnız Cebrâil aleyhisselâm gelmiştir.
57- Cebrâil aleyhisselâmı melek şeklinde iki kere görmüştür. Başka hiçbir Peygambere melek şeklinde görünmemiştir.
58- Kendisine Cebrâil aleyhisselâm yirmidörtbin kerre gelmiştir. Başka Peygamberlerden en çok
olarak Mûsâ aleyhisselâma, dörtyüz kerre gelmiştir.
59- Allahü teâlâya Muhammed aleyhisselâm ile and vermek caiz olup, başka Peygamberlerle ve
meleklerle caiz değildir.
60- Muhammed aleyhisselâmdan sonra, zevcelerini başkalarının nikâhla almaları harâm edilmiş,
bu bakımdan mü’minlerin anneleri oldukları bildirilmiştir.
Başka Peygamberlerin zevceleri kendilerine ya zararlı olmuş veya fâidesiz olmuşlardır. Muhammed aleyhisselâmın zevceleri ise, dünyâ ve âhiret işlerinde, kendisine yardımcı olmuşlar, fakîrliğe sabretmişler, şükür etmişler ve İslâmiyeti yaymakta çok hizmet etmişlerdir.
61- Resûlullahın kızları, zevceleri, dünyâ kadınlarının en üstünleridir. Eshâbının hepsi de, Peygamberlerden başka, bütün insanların en üstünleridir. Şehirleri olan Mekke-i mükerreme ve sonra Medine-i münevvere, yer yüzünün en kıymetli yerleridir. Mescid-i şerîfinde kılınan bir rekât namaza, bin rekât
sevabı yazılır. Başka ibâdetler için de böyledir. Kabri ile minber arası, Cennet bahçesi gibi kıymetlidir.
“Öldükten sonra beni ziyâret eden, diri iken etmiş gibidir. Haremeynden birinde ölen bir mü’min,
kıyâmet günü emin olarak diriltilir” buyurdu. Mekke ve Medine şehirlerine (Haremeyn) denir.
62- Nesep ve sebep bakımından, yani kan ve nikâh bakımından olan akrabalığın kıyâmetde faydası yoktur. Resûlullahın akrabası bundan müstesnadır.
63- Herkesin soyu oğlundan ürer. Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın soyu ise, kızı
Fâtıma’dandır.
64- Onun ismini taşıyan mü’minler Cehenneme girmeyecektir.
65- Onun her sözü, her işi doğrudur. Her ictihâdı, Allahü teâlâ tarafından doğrulanır.
66- Onu sevmek herkese farzdır. “Allahı seven, beni sever” buyurmuştur. Onu sevmenin alâmeti, dinine, yoluna, sünnetine ve ahlâkına uymakdır. Kur’ân-ı kerîmde “Bana uyarsanız, Allah sizi sever” demesi emir olundu.
67- Onun ehl-i beytini sevmek vaciptir. “Ehl-i beytime düşmanlık eden münafıktır” buyurmuştur.
Ehl-i beyt, zekât alması harâm olan akrabasıdır. Bunlar, zevceleri ve dedesi Hâşimin soyundan olan
mü’minlerdir ki, Alinin, Ukaylin, Cafer Tayyarın ve Abbâsın soyundan olanlardır.
68- Eshâbının hepsini sevmek vâcibdir. “Benden sonra Eshâbıma düşmanlık etmeyiniz! Onları
sevmek, beni sevmektir. Onlara düşman olmak, bana düşman olmaktır. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de, Allahı incitir. Allahü teâlâ, kendisini incitene azap yapar” buyurdu.
69- Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâma, gökde iki ve yerde iki yardımcı yaratmıştır. Bunlar;
gökde Cebrâil (a.s.), Mikâil (a.s.) ve yerde ise Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’dir.
70- Her insanın cinden bir arkadaşı vardır. Bu şeytan kâfirdir, insanı aldatarak, vesvese vererek,
imânını almağa, günah yaptırmağa çalışır, Resûl aleyhisselâm, kendi arkadaşı olan cinnîyi imâna getirmiştir.
71- Erkek, kadın, büyük yaşta vefât eden herkese kabrinde Muhammed aleyhisselâm sorulacaktır.
Rabbin kimdir denildiği gibi, Peygamberin kimdir de denilecektir.
72- Muhammed aleyhisselâmın hadîs-i şerîflerini okumak ibâdettir. Okuyana sevab verilir.
73- Mübârek ruhunu almak için, Azrâil aleyhisselâm insan şeklinde geldi, içeri girmek için izin istedi.
74- Kabrinin içindeki toprak, her yerden ve Kâ’beden (ve Cennetlerden) daha efdaldir.
75- Kabirde, bilmediğimiz bir hayatla diridir. Kabirde Kur’ân-ı kerîm okur, namaz kılar. Bütün Peygamberler de böyledir.
76- Dünyanın her yerinde Resûlullaha salevât okuyan müslümanların selâmlarını işiten melekler,
kabrine gelip haber verirler. Kabrini hergün binlerce melek ziyâret eder.
77- Ümmetinin amelleri ve ibâdetleri her sabah ve akşam kendisine gösterilir. Bunları yapanları da
görür, günah işleyenlerin af olmaları için duâ eder. - 43 -
78- Kabrini ziyâret etmek, kadınlara da müstehabdır. Başka kabirleri ise, yalnız tenhâ zamanlarda
ziyâret etmeleri caizdir.
79- Diri iken olduğu gibi, vefâtından sonra da, dünyânın her yerinde, her zaman Ona tevessül edenlerin, yani Onun hatırı ve hürmeti için istiyenlerin duâsını Allahü teâlâ kabul eder.
80- Kıyâmet günü kabirden ilk önce Resûlullah kalkacaktır. Üzerinde Cennet elbisesi bulunacaktır.
Burak üzerinde mahşer (toplantı) yerine gidecektir. Elinde (Livaülhamd) denilen bayrak olacaktır. Peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracaktır. Hepsi, bin sene beklemekten, çok sıkılacaklardır. Önce Âdem, sonra Nuh, sonra İbrâhîm ve Mûsâ ve Îsâ Peygamberlere gidip, hesaba başlanması
için şefâat etmelerini dileyeceklerdir. Her biri, birer özür bildirerek, Allahtan utandıklarını, korktuklarını
söyleyecekler, şefâat etmeyeceklerdir. Sonra, Resûlullaha gelip yalvaracaklardır. Secde edip, duâ edecek ve şefâati kabul olacaktır. Önce, Onun ümmetinin hesabı görülecek, en önce sırattan geçecekler ve
Cennete gireceklerdir. Her gittiği yeri nurlandıracaklardır. Hz. Fâtıma sıratdan geçerken (Herkes gözlerini kapasın! Muhammed aleyhisselâmın kızı geliyor) denecektir.
81- Altı yerde şefâat yapacaktır. Birincisi (Makâm-ı Mahmûd) denilen şefâati ile, bütün insanları
mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır: İkincisi, şefâati, çok kimseyi Cennete sokacaktır. Üçüncü-
sü, azâb çekmesi lâzım olanları azaptan kurtaracaktır. Dördüncüsü, günahı çok olan mü’minleri, Cehennemden çıkaracaktır. Beşincisi, sevabı ve günâhı müsavi olup, (Araf) denilen yerde bekliyenlerin Cennete gitmelerine şefâat edecektir. Altıncısı, Cennette olanların derecelerinin yükselmesine şefâat edecektir.
82- Resûlullahın Cennette bulunduğu makamın ismi (Vesîle)’dir. Burası Cennetin en yüksek derecesidir. Cennette bulunan herkese birer dal yetişecek olan (sidretülmüntehâ) ağacın kökü oradadır.
Cennettekilere her nimet, bu dallardan gelecektir.
MU’CİZELERİ
Hz. Muhammedin (s.a.v.) Allahın Peygamberi olduğunu açıklayan şâhidler sayılamayacak kadar
çoktur. Allahü teâlâ, “Sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım,” buyurdu. Bütün varlıklar, Allahın
varlığını, birliğini gösterdikleri gibi, Hz. Muhammedin peygamber olduğunu ve üstünlüğünü de göstermektedirler. Ümmetinin Evliyâsında hâsıl olan kerâmetler, hep Onun mu’cizeleridir. Çünkü, kerâmetler,
Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hâsıl olmaktadır. Hattâ, bütün Peygamberler, Onun ümmetinden olmak istedikleri için, daha doğrusu, hepsi Onun nurundan yaratıldıkları için, Onların mu’cizeleri
de Muhammed aleyhisselâmın mu’cizelerinden sayılır. Muhammed aleyhisselâmın mu’cizeleri, zaman
bakımından üçe ayrılmıştır: Birincisi mübârek ruhu yaratıldığından başlayarak Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır. İkincisi, bi’setden vefâtına kadar olan zaman içindekilerdir. Ü-
çüncüsü, vefâtından kıyâmete kadar olmuş ve olacak şeylerdir. Bunlardan birincilere, (irhâs) ya’nî, baş-
langıçlar denir. Her biri de ayrıca, görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mu’cizeler olmak üzere ikiye
ayrılırlar. Bütün mu’cizeler o kadar çokdur ki, sınırlamak, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki
mu’cizelerin üçbin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan meşhûr olan kırküç adedi aşağıdadır.
1- Muhammed aleyhisselâmın mu’cizelerinin en büyüğü Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bugüne kadar gelen
bütün şairler, edebiyatçılar, Kur’ân-ı kerîmin nazmında ve mânâsında âciz ve hayran kalmışlardır. Bir
âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İ’cazı ve belâgatı insan sözüne benzemiyor. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve mânâsındaki güzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı Arab şairlerinin şiirlerine benzemiyor. Geçmiş-
te olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber vermektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamı-
yorlar. Yorulsalar da, usanmıyorlar. Okuması ve işitmesi, sıkıntıları giderdiği sayısız tecrübelerle
anlaşılmıştır. İşitenlerin kalblerine dehşet ve korku çökenler, bu sebepten ölenler bile görülmüştür. Nice
azılı İslâm düşmanları Kur’ân-ı kerîmi dinlemekle, kalbleri yumuşamış îmâna gelmişlerdir, İslâm düş-
manlarından ve muattala, melahide ve karamita denilen müslüman ismini taşıyan zındıklardan Kur’ân-ı
kerîmi değiştirmeğe, bozmaya ve benzerini söylemeye çalışanlar olmuş ise de, hiçbiri arzularına kavu-
şamamıştır. Tevrat, İncil ise, insanlar tarafından her zaman değiştirilmiş ve yine değiştirilmektedir. Bütün
ilimler ve tecrübe ile bulunamayacak güzel şeyler iyi ahlak ve insanlara üstünlük sağlayan meziyetler,
dünyâ ve âhiret se’âdetine kavuşturacak iyilikler, varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler, insanlara faydalı ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur’ân-ı kerîmde açıkça veya kapalı olarak bildirilmiştir. Kapalı
olanlarını, erbabı anlayabilmektedir. Semavi kitapların hepsinde, Tevratta, Zeburda ve İncilde bulunan
ilimlerin ve esrarın hepsi Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiştir. Hazret-i Ali ve Hazret-i Hüseyin bu ilimlerden
çoğunu bildiklerini haber vermişlerdir. Kur’ân-ı kerîmi okumak çok büyük bir ni’mettir. Allahü teâlâ, bu
ni’meti habibinin (sevgili peygamberinin) Ümmetine ihsan etmiştir. Melekler bu ni’metten mahrumdurlar.
Bunun için Kur’ân-ı kerîm okunan yere toplanıp dinlerler. Bütün tefsîrler, Kur’ân-ı kerîmdeki ilimlerden - 44 -
çok azını bildirmektedirler. Kıyâmet günü, Muhammed aleyhisselâm minbere çıkıp Kur’ân-ı kerîm
okuyunca, dinleyenler bütün ilimlerini ve sırlarını anlayacaklardır.
2- Muhammed aleyhisselâmın meşhûr mu’cizelerinin en büyüklerinden birisi de, ayın ikiye ayrılmasıdır. Bu mu’cize, başka hiçbir Peygambere nasîb olmamıştır. Muhammed aleyhisselâm elli iki yaşında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip (peygamber isen ayı ikiye ayır) dediler.
Muhammed aleyhisselâm herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabasının îmân etmelerini çok istiyordu.
Ellerini kaldırıp duâ etti. Allahü teâlâ, kabul edip, ayı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka bir
dağın üzerinde göründü. Kâfirler, (Muhammed bize sihir yaptı) dediler, îmân etmediler.
3- Muhammed aleyhisselâm, bazı gazalarında susuz kalındığı zaman, elini suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazan seksen, bazan üçyüz, bazan
binbeşyüz, Tebük Gazasında ise, yetmişbin kimsenin hepsi ve hayvanları bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübârek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.
4- Bir gün amcası Abbâs’ın evine gidip, onu ve evlâdını yanına oturtup, üzerlerini ihramı ile örterek, “Yâ Rabb! Bu amcamı ve Ehl-i beytimi örttüğüm gibi, sen de, Cehennem ateşinden kendilerini koru” dedi. Duvarlardan üç kerre âmin sesi işitildi.
5- Birgün, kendisinden mu’cize isteyenlere karşı, uzaktaki bir ağacı çağırdı. Ağaç, köklerini sürüyerek gelip selâm verip, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve
resûlüh) dedi. Sonra, gidip yerine dikildi.
6- Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında (Yâ Resûlallah! Beni yeme,
ben zehirliyim) sesi işitildi.
7- Birgün elinde put bulunan kimseye, (Put bana söylerse, îmân eder misin?) dedi. Adam, ben buna elli senedir ibâdet ediyorum. Bana hiçbir şey söylemedi. Sana nasıl söyler? dedi. Muhammed
aleyhisselâm “Ey put, ben kimim?” deyince, (Sen Allah’ın peygamberisin) sesi işitildi. Putun sahibi,
hemen imâna geldi.
8- Medinede, mescidde dikili bir odun vardı. Hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Minber yapılınca,
direğin yanına gitmedi. Odundan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler. Minberden inip direğe sarıldı.
Sesi kesildi. “Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyâmete kadar ağlayacaktı” buyurdu.
9- Eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi tesbih ettikleri çok görülmüştür.
10- Hz. Muhammed bir çayırda giderken, üç kerre, (Yâ Resûlallah) sesini işitti. O tarafa bakıp,
bağlı bir geyik gördü. Yanında bir adam uyuyordu. Geyiğe ne istediğini sordu. O da, bu avcı beni avladı.
Karşıdaki tepede iki yavrum var. Beni salıver! Gidip, onları doyurup geleyim dedi. Resûl aleyhisselâm
“Sözünü tutar mısın, gelir misin” dedi. Allah için söz veriyorum, gelmezsem Allah’ın azâbı benim üzerime olsun, dedi. Resûlullah geyiği bıraktı. Biraz sonra geldi. Adam uyanıp, yâ Resûlallah, bir emrin mi
var dedi. “Bu geyiği âzâd et!” buyurdu. Adam geyiğin ipini çözüp bıraktı. Geyik (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve enneke Resûlullah) dedi ve gitti.
11- Câbir bin Abdullah bir koyun pişirdi. Resûlullah, Eshâbı ile yediler. “Kemikleri kırmayınız”
dedi. Kemikleri toplayıp, mübârek ellerini üstüne koyup duâ etti. Allahü teâlâ koyunu diriltti.
12- Resûlullaha, söylemez (konuşmayan) bir çocuk getirdiler. (Ben kimim) dedi. Sen
Resûlullahsın dedi. Ölünceye kadar konuştu.
13- Bir kadın, bir kel oğlunu getirdi. Resûlullah, mübârek elleri ile başını sıvadı. Şifâ buldu. Saçları
uzamaya başladı.
14- Tirmizî ve Nesâînin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü âmâ (kör) bir kimse gelip, yâ
Resûlallah! Duâ et, gözlerim açılsın dedi. “Kusursuz bir abdest al! Sonra yâ Rabbî! Sana yalvarıyorum. Sevgili peygamberin Muhammed aleyhisselâmı araya koyarak, senden istiyorum. En çok
sevdiğim peygamberim Hazret-i Muhammed! Seni vesîle ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin
hatırın için kabul etmesini istiyorum. Yâ Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefâatçi eyle! Onun
hürmetine duâmı kabul et!” duâsını okumasını söyledi. Adam, abdest alıp duâ etti. Hemen gözleri
açıldı. Bu duâyı müslümanlar, her zaman okumuşlar ve dileklerine kavuşmuşlardır.
15- Amcası Ebû Tâlib ile bir çölde gidiyordu. Ebû Tâlib, çok susadığını söyledi. Resûlullah, hayvandan yere inip “Susadın mı?” dedi. Evet dedikte, mübârek ayaklarının ökçesini yere vurdu. Su çıktı.
“Amcam, bu sudan iç!” buyurdu.
16- Hudeybiye seferinde susuz bir kuyunun yanına kondular. Askerler susuzluktan şikâyet ettiler.
Bir kova su istedi. İçinden abdest alıp ve tükürüp, bunu kuyuya döktürdü. Bir ok verip, “Kuyuya atın”
buyurdu. Kuyunun su ile dolduğunu gördüler. - 45 -
17- Medinede minberde hutbe okurken, bir kimse, yâ Resûlallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helâk oluyor, imdadımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, duâ eyledi. Gökte hiç bulut
yokken, mübârek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Bir kaç gün devam etti. Yine minberde okurken o kimse, yâ Resûlallah! Yağmurdan helâk olacağız deyince, Resûl
aleyhisselâm tebessüm etti ve “Yâ Rabbi! Rahmetini başka kullarına da ihsan eyle!” dedi. Bulutlar
açılıp, güneş göründü.
18- Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip boş kabı geri gönderdi. Allahü teâlânın
kudreti ile, kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, (Ya Resûlallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz? Acaba günahım nedir?) dedi. “Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir” dedi. Kadın sevinerek, balı evine götürdü. Çoluk çocuğu ile aylarca yediler.
Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu Resûlullaha
haber verdiler. “Gönderdiğim kabda kalsaydı, dünyâ durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi” buyurdu.
19- Eshâb-ı kirâmdan Ebû Hüreyre(r.a.) diyor ki, Resûlullaha (s.a.v.) birkaç hurma getirdim. Bunlara bereket verilmesi için duâ etmesini söyledim. Bereketli olmaları için duâ buyurdu. Hurmaların bulunduğu çantaları gece gündüz yanımdan ayırmayıp, Hz. Osman (r.a.) zamanına kadar hep yedim. Yanımdakilere de yedirdim ve avuç doluları sadakalar verdim. Hz. Osman’ın şehîd olduğu gün zayi oldular.
20- Acem padişahı Kisrâ’nın ve Rum padişahı Kayser’in memleketlerinin müslümanların eline ge-
çeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.
21- Ümmetinden çok kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan Ümmî Hirâm
ismindeki kadının, o gazada bulunacağını haber verdi. Hz. Osman halife iken müslümanlar, gemiler ile
Kıbrıs adasına gidip harb ettiler. Bu hanım da beraber idi. Orada şehîd oldu.
22- Hz. Muâviye’ye, “Birgün ümmetimin üzerine hâkim olursan, iyilik yapanlara mükâfat et!
Kötülük edenleri de af eyle!” dedi. Hz. Muâviye, Hz. Osman zamanında Şam’da yirmi sene valilik,
sonra yirmi sene de halifelik yaptı.
23- Abdullah İbni Abbas’ın annesine bakıp, “Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!” dedi. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezan ve ikâmet okuyup, mübârek tükürüğünden ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. “Halifelerin babasını al, götür!” dedi. Çocuğun
babası olan Hz. Abbas, bunu işitip, gelip sorunca “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında Seffah, Mehdî ve Îsâ aleyhisselâmla namaz kılan bir kimse bulunacaktır.”
dedi. Abbasîyye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi Abdullah bin Abbas’ın soyundan
oldu.
24- Eshâbından çok kimseye hayır duâlar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir.
Hz. Ali diyor ki, Resûlullah (s.a.v.) beni Yemen’e kadı (hâkim) olarak göndermek istedi. Yâ
Resûlallah! (s.a.v.) Ben kadılık yapmasını, mahkemede hüküm vermesini bilmiyorum dedim. Mübârek
elini göğsüme koyup, “Yâ Rabbi! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasîb
eyle!” buyurdu. Allah’a yemin ederim ki, bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere
hüküm ederdim.
25- Amcasının oğlu Abdullah bin Abbas’ın alnına mübârek elini koyup, “Yâ Rabbi! Bunu dinde
derin âlim yap, hikmet sahibi eyle! Kur’ân-ı kerîmin bilgilerini kendisine ihsan eyle!” dedi. Bundan
sonra bütün ilimlerde ve bilhassa tefsîr, hadîs ve fıkıh bilgilerinde zamanının” bir tanesi oldu. Sahâbe ve
tâbi’în her şeyi bundan öğrenirdi. (Tercümân-ül-Kur’ân), (Bahr-ül-ilim) ve (Reîs-ül-Müfessirîn) isimleriyle
meşhûr, oldu. İslâm memleketleri bunun talebeleri ile doldu.
26- Hizmetçilerinden Enes bin Mâlik’e, “Yâ Rabbi! Bunun malını ve çocuklarını çok eyle. Ömrünü uzun eyle. Günâhlarını af eyle!” duâsını yaptı. Zaman geçtikçe malları, mülkleri çoğaldı. Ağaçları, bağları her sene meyve verdi. Yüzden ziyâde çocuğu oldu. Yüzon sene yaşadı. Ömrünün sonunda,
yâ Rabbî! Habîbinin benim için yaptığı duâlardan üçünü kabul ettin, ihsan ettin! Dördüncüsü olan günahlarımın affedilmesi acaba nasıl olacak deyince, (Dördüncüsünü de kabul ettim. Hatırını hoş tut!) sesini
işitti.
27- Nâbiga ismindeki meşhûr şair, şiirlerinden birkaçını okuyunca, Peygamberimiz, Arablar arasında meşhûr olan “Allahü teâlâ dişlerini dökmesin!” duâsını söyledi. Nâbiga yüz yaşına gelmişti.
Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.
28- Kendi kızı Fâtıma, bir gün yanına geldi. Açlıktan benzi sararmıştı. Elini onun göğsüne koyup,
“Ey açları doyuran Rabbim! Muhammed’in (s.a.v.) kızı Fâtıma’yı aç bırakma!” dedi. Fâtıma’nın hemen yüzü kanlandı, canlandı, ölünceye kadar hiç açlık duymadı. - 46 -
29- Bir kimse, sol eliyle yemek yiyordu. “Sağ el ile ye!” dedi. Sağ kolum hareket etmiyor diye yalan söyledi “Sağ elin artık hareket etmesin!” buyurdu. Ölünceye kadar, sağ elini ağzına götüremez
oldu.
30- Acem padişahı Hüsrev Pervîze îmân etmesi için mektûb gönderdi. Alçak Hüsrev mektubu par-
çaladı ve getiren elçiyi şehîd eyledi. Resûl aleyhisselâm bunu işitince çok üzüldü ve “Yâ Rabbî! Benim
mektubumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala!” dedi. Resûlullah (s.a.v.) hayatta iken Hüsrev’i
oğlu Şiruye hançerle parçaladı. Hz. Ömer halife iken, Acem memleketinin hepsini müslümanlar fethedip,
Hüsrev’in nesli de, mülkü de kalmadı.
31- Resûl aleyhisselâm, çarşıda emr-i mâruf ve nehy-i münker ederken, nasîhat verirken,
Mervan’ın babası olan Hakem bin Âs ismindeki alçak, Resûlullah’ın arkasından gelerek, gözlerini açıp
kapar ve yüzünü buruşturur, böylece alay ederdi. Resûl aleyhisselâm, arkaya dönüp, onun bu çirkin hâ-
lini görünce, “Kendini gösterdiğin şekilde kal” buyurdu. Ölünceye kadar, yüzü gözü oynak kaldı.
32- Allahü teâlâ habîbini belâlardan korurdu. Ebû Cehil, Resûlullahın (s.a.v.) en büyük düşmanı idi. Büyük bir taşı mübârek başına vurmak için kaldırdığında, Resûlullahın (s.a.v.) iki omuzunda birer
yılan görerek taş elinden düştü ve kaçtı.
33- Kâ’be yanında namaz kılarken, yine alçak Ebû Cehil, tam zamanıdır diyerek bıçakla üzerine
yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe
atacaklardı. Çok korktum dedi. Bunu müslümanlar işitip, Resûlullaha (s.a.v.) sorduklarında, “Allah’ın
melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı” buyurdu.
34- Hicretin üçüncü senesinde, Resûl aleyhisselâm (Kattan) gazvesinde bir ağaç dibinde yalnız
yatarken, Dâsür isminde bir pehlivan kâfir, elinde kılıçla gelip, seni benden kim kurtarır? dedi.
Resûlullah, (s.a.v.) “Allah kurtarır” dedikte, Cebrâil ismindeki melek, insan şeklinde görünüp, kâfirin
göğsüne vurdu. Yıkılıp kılıç elinden düştü. Resûl aleyhisselâm kılıcı eline alıp, “Seni benden kim kurtarır?” dedi. Beni kurtaracak, senden daha hayırlı kimse yoktur diye yalvardı. Af buyurup serbest bıraktı. Îmâna gelip, çok kimselerin imâna gelmesine sebep oldu.
35- Resûl aleyhisselâm, bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine elini uzatırken, bir
kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş, mesti yere bıraktı. Bugünden
sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.
36- Sahâbeden Enes bin Mâlik’de Resûlullahın (s.a.v.) mübârek yüzünü sildiği bir mendili vardı.
Enes, bununla yüzünü siler, kirlendiği zaman, ateşe bırakırdı. Kirler yanar mendil yanmaz, tertemiz olurdu.
37- Selmân-ı Fârisî, hak din aramak için, İran’dan çıkıp dünyâyı dolaşmaya başladı. Bunu bir yerde yakalayıp, Medineli bir Yahudiye köle olarak sattılar. Hicrette Resûlullah, Medine’ye girerken karşı-
laştılar. Hemen îmâna geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı
ile âzâd edilmesine söz kesildi. Resûlullah (s.a.v.) bunu işitti. Mübârek elleri ile ikiyüz doksandokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o gün meyve vermeye başladı. Birini Hz. Ömer dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi. Resûlullah, bunu çıkarıp mübârek elleri ile tekrar dikti. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazada, ganimet alınan, yumurta, kadar altını Selmân’a verdiler. Selmân, Resûlullaha (s.a.v.) gelip, bu gayet azdır.
Binaltıyüz gram çekmez dedi. Mübârek ellerine alıp tekrar Selmân’a verdi. Bunu sahibine götür dedi.
Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Selmân’a kaldı.
38- Resûl aleyhisselâm, bir gün namaz kılarken şeytan gelip namazını bozmak istedikte, mübârek
elleri ile yakaladı. Bir daha gelip namazı bozdurmıyacağına dair ondan söz alıp serbest bıraktı.
39- Dost kabilesinin reîsi Tufeyl, hicretten önce, Mekke’de îmâna gelmişti. Kavmini imâna davet i-
çin Resûlullahtan (s.a.v.) bir alâmet istedi. “Yâ Rabbi! Buna bir âyet ihsan eyle!” buyurdu. Tufeyl kabilesine gidince, iki kaşı arasında bir nûr parladı. Tufeyl, yâ Rabbî! Bu alâmeti yüzümden giderip başka
yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bazısı, kendi dinlerinden çıktığım için cezalandırıldığımı zannederler dedi. Duâsı kabul olup, nûr yüzünden gitti. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabilesindekiler zamanla imâna geldiler.
40- (Bîr-i Maûne) denilen muharebede kâfirler verdikleri sözü bozarak yetmiş Sahâbeyi şehîd ettiler. Bunlar arasında Hz. Ebû Bekrin kölesi iken âzâd ettiği ve ilk îmân edenlerden Âmir bin Füheyre’yi
süngülediklerinde, kâfirlerin gözü önünde, O’nu melekler gök’e kaldırdılar. Bunu Resûlullaha (s.a.v.)
haber verdiklerinde, “Onu Cennet melekleri defn ettiler ve ruhunu Cennete götürdüler,” buyurdu.
41- Hicretin yedinci senesinde Resûlullah, (s.a.v.) Habeş Padişahı Necâşî’ye ve Rum İmparatoru
Herakliyus’a ve Şam’daki Valisi Hârise ve Umman Sultanı Semâme’ye mektûblar göndererek, hepsini - 47 -
îmâna davet etti. Mektupları götüren elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, Allahü
teâlânın kudreti ile, o dilleri bilip, anlayıp, söylemeye başladılar.
42- Uhud gazasında Ebû Katâde’nin bir gözü çıkıp yanağı üzerine düştü. Resûlullaha (s.a.v.) getirdiler. Mübârek eli ile gözünü yerine koyup, “Yâ Rabbi! Gözünü güzel eyle!” dedi. Bu gözü, diğerinden güzel oldu. Ondan daha kuvvetli görürdü. Ebû Katâde’nin torunlarından biri, Halife Ömer bin Abdü-
lazîz’in yanına gelmişti. Sen kimsin? dedi. Bir beyt okuyarak Resûlullahın (s.a.v.) mübârek eli ile gözünü
yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halife bu beytleri işitince, kendisine ziyâde, ikrâm
ve ihsanda bulundu.
43- Îyâs bin Seleme diyor ki, Hayber gazasında, Resûlullah (s.a.v.) beni gönderip Hz. Ali’yi istedi.
Ali’nin gözleri ağrıyordu. Elinden tutup, güçlükle getirdim. Mübârek parmaklarına tükürüp, Ali’nin gözlerine sürdü. Sancağı eline verip, Hayber kapısında döğüşmeye gönderdi. Çok zamandır açılamayan kapıyı
Hz. Ali yerinden sökerek, Eshâb-ı kirâm kaleye girdiler.
MUHAMMED ALEYHİSSELÂMA TABİ’ OLMAK
O’na tâbi’ olmak, yâ’ni O’na uymak, O’nun gittiği yolda yürümektir. O’nun yolu, Kur’ân-ı kerîmin
gösterdiği yoldur. Bu yola (Dîn-i İslâm) denir. O’na uymak için, önce imân etmek, sonra müslümanlığı
iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip, harâmlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak lâzımdır Bunlardan sonra, mubahlarda da O’na uymağa çalışmalıdır.
İmân etmek, ona tâbi’ olmağa başlamak ve se’âdet kapısından içeri girmek demektir. Allahü teâlâ
O’nu, dünyâdaki bütün insanları se’âdete davet için gönderdi ve Sebe’ sûresi, yirmisekizinci âyetinde,
“Ey sevgili Peygamberim (s.a.v.) Seni, dünyâdaki bütün insanlara ebedî se’âdeti müjdelemek ve
bu se’âdet yolunu göstermek için, beşeriyyete gönderiyorum.” buyurdu.
Meselâ, O’na uyan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, O’na uymaksızın, birçok geceleri ibâdetle geçirmekten kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, (Kaylûle etmek) yani öğleden önce biraz yatmak âdet-i şerîfesi idi. Meselâ O’nun dîni emir ettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek,
O’nun dininde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. O’nun dininin emri ile fakîre
verilen az bir şey ki, buna zekât denir, kendi arzusu ile, dağ kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir.
Emîr-ül-Mü’mînîn Ömer (r.a.), bir sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi
göremeyince sordu. Eshâb dediler ki, geceleri sabaha kadar ibâdet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır.
Emîr-ül-Mü’mînîn buyurdu ki, (Keşki bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi
olurdu). İslâmiyetden sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücâhede edip nefslerini körletiyor ise de,
İslâmiyete uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir. Eğer bu çalışmalarına ücret hâsıl olursa,
dünyâda birkaç menfaatden ibaret kalır. Halbuki, dünyânın hepsinin kıymet ve ehemmiyyeti nedir ki,
bunun bir kaçının itibarı olsun. Bunlar, meselâ çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesden daha çok çalışır
ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslâmiyet’e tâbi’ olanlar ise, lâtif cevahir ve kıymetli elmaslar
ile meşgul olan mücevherciler gibidir. Bunların işi az, kazançlar pek çoktur. Bazan bir saatlik çalışmaları
yüzbinlerce senenin kazancını hâsıl eder Bunun sebebi şudur ki, İslâmiyet’e uygun olan amel, Hak
teâlânın makbulüdür, mardîsidir, çok beğenir.
Böyle olduğunu kendi kitabının çok yerinde bildirmiştir. Meselâ, İmrân sûresi otuzbirinci âyetinde:
“Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlâ’nın da,
sizi sevmesini istiyorsanız bana tâbi’ olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi’ olanları sever” buyuruyor.
İslâmiyet’e uymayan şeylerin hiç birisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen, beğenilmeyen
şeye sevab verilir mi? Belki cezaya sebep olur.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde, Nisâ sûresi, yetmişikinci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâat
etmenin, kendisine itâat etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, O’nun Resûlüne (s.a.v.) itâat edilmedikçe,
O’na itâat edilmiş olmaz. Bunun pek kat’î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede; “Elbette
muhakkak böyledir,” buyurdu ve bazı doğru düşünmeyenlerin, bu iki itâati birbirinden ayrı görmelerine
meydan bırakmadı. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinde, yüzkırkdokuzuncu âyet-i kerîmede, bu iki itâati
ayrı görenlerden şikâyet buyurarak “Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile Peygamberlerinin emirlerini
birbirinden ayırmak istiyor. Yahudiler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inanırız. Îsâ ile Muhammed, aleyhisselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma inanıp, ona hâşâ,
Allahü teâlânın oğlu diyor. Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir. Bunların hepsine
Cehennem azabını, çok acı azapları hazırladık.” diye bildirdi.
Bütün insanlara önce lazım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bildirdikleri gibi, bir îmân
ve i’tikâd edinmektir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın yolunu bildiren, Kur’ân-ı kerîmden
murâd-ı ilâhiyi anlayan, hadîs-i şerîflerden murâd-ı peygamberiyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyâmetde - 48 -
kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allah’ın Peygamberinin ve O’nun Eshâbının yolunu kitaplara,
geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan koruyan, (Ehl-i sünnet) âlimleridir.
Ehl-i sünnetin reisi ve kurucusu, (İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit)’dir.
Evliyânın büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahı aleyh) diyor ki, “Eğer Mûsâ ve Îsâ
aleyhimesselâmın ümmetlerinde, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe gibi bir zât bulunsaydı, bunlar yahudiliğe ve
hıristiyanlığa dönmezdi.”
Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmak (Ahkâm-ı İslâmiyye)’yi beğenip, seve seve yapmak ve
O’nun emirlerini ve İslâmiyetin kıymet verdiği, üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip,
hürmet etmektir ve O’nun dinini yaymağa uğraşmak demektir ve dinine uymak istemeyenleri, beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri zelîl, hakir ve aşağı tutmaktır.
İki cihan se’âdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhiretin efendisi olan, Muhammed
aleyhisselâma tâbi’ olmağa bağlıdır. O’na tâbi’ olmak için îmân etmek ve Ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek
ve yapmak lâzımdır.
Âhirette Cehennem’den kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olanlara mahsustur.
Dünyada yapılan bütün iyilikler, bütün keşfler, bütün, hâller ve bütün ilimler Resûlullah’ın (s.a.v.) yolunda
bulunmak şartı ile, âhirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın Peygamberine tabi’ olmayanların yaptığı
her iyilik, dünyâda kalır ve âhiretin harap olmasına sebep olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer
istidrâcdan başka birşey olamaz.
Muhammed aleyhisselâma tam ve kusursuz tâbi’ olabilmek için, onu tam ve kusursuz sevmek lâ-
zımdır. Tam ve olgun sevginin alâmeti de, O’nun düşmanlarından uzak durmaktır. O’nu beğenmeyenleri
sevmemektir. Muhabbete müdâhene, yani gevşeklik sığmaz. Âşıklar, sevgililerinin divânesi olup, onlara
aykırı birşey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz, iki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada
yerleşemez. Cem’i zıddeyn muhaldir.
Bu dünyâ ni’metleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın başkasınındır. Âhirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazanılır. Bu birkaç günlük hayat, eğer dünyâ ve âhiretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olarak geçirilirse, se’âdet-i ebediyye, sonsuz necat,
kurtuluş umulur. Yoksa O’na tâbi’ olmadıkça, herşey hiçtir. O’na uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik,
burada kalır, âhirette ele birşey geçmez.
Resûlullaha (s.a.v.) tâbi’ olmak yedi derecedir:
Birincisi, ahkâm-ı İslâmiyyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır. Bütün müslümanların ve
âlimlerin ve zâhidlerin ve âbidlerin tâbi’ olması, bu derecededir. Bunların nefsleri îmân etmemiştir. Allahü
teâlâ, merhamet ederek, yalnız kalbin imânını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber, Resûlullahın (s.a.v.) bütün sözlerini ve âdetlerini yapmak ve
kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resûlullahda (s.a.v.) bulunan hâllere, zevklere ve kalbe doğan şeylere de tâbi’ olmaktır. Bu derece, tasavvufun (Vilâyet-i hâssa) dediği makamda ele geçer. Burada, nefs de îmân ve itâat
eder ve bütün ibâdetler, hakîki ve kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibâdetler gibi bütün hayırlı işler hakîkî ve kusursuz olmaktır. Bu derece, (Ulemâ-i
râsihîn) denilen büyüklere mahsustur. Bu rasîh ilimli âlimler, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin
mânâlarını ve işaretlerini anlar. Bütün peygamberlerin eshâbı böyle idi. Hepsinin nefsleri imân etmiş,
mutmainne olmuştur. Böyle tâbi’ olmak, ya tasavvuf ve vilâyet yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bid’atlerin hepsinden kaçanlara nasîb olur. Bugün, dünyâyı bid’at kaplamış, sünnetler
gayb olmuştur. Bugün, sünnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryasından kurtulmak, imkân haricinde
kalmıştır.
Bid’atler, âdet hâlini almıştır. Halbuki âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar
güzel görünseler de, din ve sünnet olamaz.
Beşincisi, Resûlullaha (s.a.v.) mahsus kemalâta, yüksekliklere tâbi’ olmaktır. Bu kemâlât, ilim ve
ibâdet ile ele geçemez. Ancak, Allahü teâlâdan, lütf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük peygamberler ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Altıncısı, Resûlullahın (s.a.v.) mahbubiyyet ve ma’şûkıyyet kemâlâtına tâbi’ olmaktır ki, Allahü
teâlânın çok sevdiklerine mahsustur ve lütf ile ele geçmez, muhabbet lâzımdır.
Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi’ olmasıdır. Tâbi’ metbû’a o kadar benzer ki,
tâbi’ olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resûlullah (s.a.v.) gibi, aynı kaynaktan, herşeyi alır. - 49 -
O’na uymanın ufak bir zerresi bütün dünyâ nimetlerinden ve âhiret se’âdetlerinden kat kat üstündür.
İnsanlık meziyeti ve şerefi O’na tâbi’ olmaktır.
Resûlullaha (s.a.v.) uymak için müslümanların Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden birinde olmaları temel şarttır.
PEYGAMBERİMİZİN (s.a.v.) HADİS-İ ŞERÎFLERİNDEN BAZILARI
“İmân, Allah’a ve meleklere ve kitâblara ve peygamberlere ve kıyâmet gününe ve hayrın
şerrin Allah’ın takdiri ile, dilemesi ile olduklarına inanmakdır.”
“Müslümanlık beş şey üzerine kurulmuştur: Birincisi, Allahü teâlâya ve Muhammed
aleyhisselâmın O’nun Peygamberi olduğuna inanmak. İkincisi, her gün beş vakit namaz kılmak;
üçüncüsü senede bir kerre malın kırkda birini müslüman olan fakîrlere, zekât vermek; dördüncü-
sü Ramazan-ı şerîf ayında her gün oruç tutmak; beşincisi, Mekke-i mükerreme’ye giderek ömründe bir kere hac etmek.”
“Allah’ın kitabında ve benim sünnnetimde bulamadıklarınızı Eshâbımın sözlerinden alınız.
Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz. Eshâbımın birbirinden ayrılıkları rahmettir.”
“Eshâbımı incitmekte Allahü teâlâdan korkunuz. Benden sonra, onları kötü bilmeyiniz. Onları seven beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten beni incitendir. Beni inciten de Allahü teâlâya eziyyet etmiş olur ki, buna azâb eder.”
“Benî İsrâil, yetmişbir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehenneme gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nâsâra da yetmişiki fırkaya ayrılmıştı. Yetmişbiri Cehenneme gitmiştir. Bir
zaman sonra benim ümmetim de yetmişüç kısma ayrılır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidip,
yalnız bir fırkası kurtulur.” Eshâb-ı kirâm bu fırkanın kimler olduğunu sorduk da, “Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir.”
“Allahü teâlâ size namazı, orucu, zekâtı farz ettiği gibi, Ebû Bekri, Ömer’i, Osman’ı ve Ali’yi
sevmeyi de farz eyledi.”
Ali (r.a.) dedi ki, Resûlullah (s.a.v.) bana buyurdu ki: “Benden sonra halîfe Ebû Bekir olacaktır.
Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da sen (r.a.) olacaksın.”
“Önce inen kitâblar, bir harf, yani kelime idi ve bir şeyi bildirirlerdi. Kur’ân-ı kerîm yedi harf
üzerine nazil oldu. Yedi şey bildirilmektedir: Zecr, emir, helâl, harâm, muhkem, müteşabih ve misâller. Bunlardan helâli helâl biliniz! Haramı harâm biliniz! Emir edilenleri yapınız! Yasak edilenlerden sakınınız! Misâl ve kıssa olanlardan ibret alınız. Muhkem olanlara uyunuz! Müteşabih olanlara inanınız. Bunlara inandık. Hepsini Rabbimiz bildirmiştir, deyiniz.”
“Sözlerin en iyisi Allahü teâlânın kitabıdır. Yolların en iyisi, Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid’atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır.”
“Ümmetimin müctehidleri arasındaki ayrılık, rahmet-i ilâhîdir.”
“Bir müctehid âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şerîften bir hüküm çıkarırken, isabet ederse buna
on sevab verilir. Hatâ ederse, bir sevab verilir.”
“Âdem ve bütün peygamberler benimle öğündüğü gibi ben de ümmetim içinde, soy adı Ebû
Hanîfe, ismi Nu’man olan bir kimse ile öğünürüm ki, ümmetimin ışığı olacaktır, onları yoldan
çıkmaktan, cehâlet karanlığına düşmekten koruyacaktır.”
“Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır. Birincileri ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemeyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki
hayvanlar ve havadaki kuşlar duâ edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyâlık
ele geçirmek için kullananlara kıyâmette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır.”
“Kıyâmete yakın ilim azalır, cehâlet artar ve ilmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Câhil
din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar. İnsanları doğru yoldan saptırırlar.”
“Allahü teâlânın en üstün dediği kimse dinde fakîh olan kimsedir.”
“İlim Çin’de de olsa alınız.”
“Namaz dinin direğidir. Namaz kılan kimse dinini kuvvetlendirir.”
“Namaz kılmayan elbette dinini yıkar.” - 50 -
“Namaz, mü’minin miracıdır.”
“Mü’min tüccara benzer. Tüccar sermayesini kurtaramadıkça kâr edemez. Bunun gibi farzı,
kılmayıp kazası olan kimse, kazâsını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu
kimse kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ onun namazlarını kabul etmez.”
“Amelsiz söz kabul olmaz. Niyyetsiz amel kabul olmaz. Sünnete uygun olmazsa hiçbiri kabul olmaz.”
“Birbirinize müslümanlığı öğretiniz. Emr-i marufu bırakır iseniz, Allahü teâlâ en kötünüzü
başınıza musallat eder ve duâlarınızı kabul etmez.”
“Günâh işleyeni eliniz ile men ediniz. Buna kuvvetiniz yetmezse söz ile mâni olunuz. Bunu
da yapamaz iseniz, kalbiniz ile beğenmeyiniz. Bu ise îmânın en aşağısıdır.”
“Fitne veya bid’at yayıldığı ve Eshâbım kötülendiği zamanda hakkı bilen, bilgisini
müslümanlara duyursun. Hakkı, yani doğru yolu bildiği hâlde, müslümanlara duyurmayanlara
Allahü teâlâ ve melekler ve bütün insanlar lanet eylesin. Allahü teâlâ bu kimsenin farzlarını ve
nafile ibâdetlerini kabul etmez.”
“Beş şey gelmeden evvel beş şeyin kıymetini biliniz: Ölmeden önce hayâtın kıymetini, hastalıktan önce sıhhatin kıymetini, dünyâda âhireti kazanmanın kıymetini, ihtiyarlamadan gençliğin
kıymetini, fakîrlikten evvel zenginliğin kıymetini.”
“Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnadır. Kızını evlendirmek, borcunu ö-
demek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, misafiri doyurmak, günâh yapınca hemen tevbe etmek.”
“Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, davetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellâh
diyerek cevap vermek.”
“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” buyurdu. (Bizim bildiğimiz müflis, parası, malı olmayan kimsedir) dediler. “Ümmetimden müflis şu kimsedir ki, kıyâmet günü namazları ile, oruçları ile ve zekâtları ile gelir. Fakat kimisine sövmüştür, kiminin malını almıştır, kiminin kanını akıtmıştır, kimini
dövmüştür. Hepsine bunun sevablarından verilir. Haklarını ödemeden önce sevabları biterse, hak
sahiplerinin günâhları alınarak buna yüklenir. Sonra Cehenneme atılır.”
“Yâ Ebâ Hüreyre! Allah’dan başka hiçbir şeye ümid bağlama! Allah’a tevekkül eyle. Bir arzun varsa Allahü teâlâ hazretlerinden iste! Allahü teâlânın âdeti ilâhiyyesi şöyle carî olmuştur ki,
her şeyi bir sebep altında yaratır. Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allahü teâlânın yaratmasını beklemek lâzımdır. Tevekkül de bundan ibarettir.”
“Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde yaptıklarını ve yapacaklarını hesap
eder. İkincisinde, Allahü teâlâya münacaat eder, yalvarır. Üçüncüsünde bir sanatta veya ticârette
çalışıp helâl para kazanır. Dördüncüsünde istirahat eder ve mubah olan şeylerle kendisini eğlendirip harâm şeyleri yapmaz ve onlara gitmez. “
“Ticâret yapınız! Rızkın onda dokuzu ticârettedir.”
“Yarın ölecekmiş gibi âhirete ve hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâ işlerine çalışınız.”
“Dünya sizin için yaratıldı. Siz de âhiret için yaratıldınız. Âhirette ise Cennetten ve Cehennem ateşinden başka yer yoktur.”
“İki gün aynı hâlde bulunan” yani her gün ilerlemeyen, bir şey öğrenmeyen, aldandı ziyan
etti.”
Hurma ağaçlarını nasıl aşılamalarının uygun olacağını soran Eshâb-ı kirâma; “Tecrübe edin: Bir
kısım ağaçları, babalarınızın usûlü ile, başka ağaçları da Yemen’de öğrendiğiniz usül ile aşılayın.
Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usûl ile yapın.” buyurmuştur.
“Yabancı dil öğrenin, düşman şerrinden böyle kurtulursunuz.”
“Beş şeyi yapan kadın Cehennemden kurtulur: Beş vakit namazını kılar, Ramazan ayında
oruç tutar, zevcini, anasını, babasını üzmez. Yüzünü ve saçlarını yabancı erkeklere göstermez.
Dünya sıkıntılarına sabreder.”
“Müslümanların en iyisi, en faydalısı, zevcesine karşı iyi ve faydalı olandır.”
“Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve
emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız. Onlara müslümanlığı öğretmelisiniz, öğ-
retmez iseniz mes’ûl olacaksınız.” - 51 -
“Sonra yaparım diyenler helâk oldu.”
“Günahına tevbe eden hiç günâh yapmamış gibidir.”
“Şüphe edilen altını, ateşle muayene ettikleri gibi, Allahü teâlâ, insanları dertle, belâ ile imtihan eder. Bazısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bazısı da bozuk olarak çıkar.”
“Allahü teâlâ, insanları yaratırken, ecellerini, ömürlerini ve rızıklarını takdir etmiştir.”
“Eshâbım hasta olmaz, İslâm dîni hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshâbım temizliğe
çok dikkat eder, acıkmadıkça birşey yemez ve sofradan doymadan önce kalkar.”
“Allahü teâlâ harâm olan şeylerde size şifâ yaratmamıştır.”
“Vatan sevgisi îmândandır.”
“Cennet ana-babanın ayağı altındadır.”
“Baba hakkı için diyerek yemin etmeyiniz. Yemin, Allah ismi ile olur.”
“Kolaylaştırınız, zorluk çıkarmayınız.”
“Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan duâ, o belâ gelirken korur.”
“Aklın alâmeti nefse galip ve hâkim olmak ve öldükten sonra lâzım olanları hazırlamaktır.
Ahmaklık alâmeti, nefse uyup Allah’tan af ve merhamet beklemektir.”
“Ben, lâ’net etmek için, insanların azâb çekmesi için gönderilmedim. Ben herkese iyilik etmek için, insanların huzura kavuşması için gönderildim.”
“İyi huyları tamamlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim.”
“Allahı en iyi tanıyanınız ve O’ndan en çok korkanınız benim, “
“Beni ziyâret için gelip, başka bir iş yapmayarak yalnız ziyâret edene kıyâmette şefâat etmek bende hakkı olur. Bana selâm verene ben de selâm veririm.”
“Şefâatime inanmayan O’na kavuşamaz.”
“İnsanın dîni arkadaşının dîni gibidir.”
“Din bilgisi iki kısımdır: Biri kalbde olan faydalı bilgilerdir. İkincisi dil ile anlatılan zahir bilgileridir.”
“Her yüz senede bir müceddit gelir. Bu dîni kuvvetlendirir.”
“İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzuvlar iyi olur. Bu kötü olursa, bütün organlar kötü olur. Bu kalbdir.”
“Şirkten sakınınız. Şirk karıncanın ayak sesinden daha gizlidir.”
“Zikrin en kıymetlisi (Lâ ilâhe illallah) demektir.”
“Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları eritir. Sirke balı bozduğu gibi, kötü huy, hayratı ve hasenatı yok eder.”
“İbâdetlerini ihlâs ile yap. İhlâs ile yapılan az amel kıyâmet günü sana yetişir.”
“Mü’min vekâr sahibi olur, yumuşak olur.”
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”
“Bir kimse Allahü teâlâya kavuşmayı severse, Allahü teâlâ da ona, kavuşmayı sever.”
“Evliyâ ol kimsedir ki, onlar görülünce Allah hatırlanır.”
“Fitne uykudadır. Bunu uyandırana Allah lâ’net eylesin!”
“Üç kimse imânın tadını bulur: Allah’ı ve Resûlünü (s.a.v.) herşeyden daha çok sever. Yalnız Allah’ın sevdiği kimseleri sever. İmâna kavuştuktan sonra kâfir olmaktan korkması, ateşte
yanmak korkusundan daha çok olur.”
“Ey eshâbım! Siz öyle bir zamanda geldiniz ki, Allahü teâlânın emirlerinden onda dokuzunu
yapıp, birini yapmazsanız, helâk olursunuz. Cehenneme gidersiniz. Bir zaman gelecek ki, o zamanın mü’minleri emirlerin birini yapabilip, dokuzunu bıraksalar, Cehennemden kurtulurlar. O
zamanda îmânı olanlara müjdeler olsun.”
“İslâmiyet garip, kimsesiz olarak başladı. Son zamanlarda başladığı gibi garip olarak geri
döner. Garip olan müslümanlara müjdeler olsun.” - 52 -
“Müslümanlık, Allahü teâlânın emirlerini büyük bilmek ve Allahü teâlânın mahluklarına acı-
maktır.”
Müslüman olmayan bazı meşhûrların Hazret-i Muhammed (s.a.v.) ve İslâm dîni hakkındaki sözleri
şöyledir:
NAPOLEON
Târihe dünyânın en büyük askerî dehalarından biri, aynı zamanda kıymetli bir devlet adamı olarak
geçen Fransa İmparatoru Napoleon şöyle diyor:
“Allah’ın varlığını ve birliğini, Mûsâ kendi milletine, Îsâ Romalılara, fakat Muhammed bütün eski
dünyâya bildirdi. Arabistan tamamiyle putperest olmuştu. Îsâ’dan altı asır sonra Muhammed (s.a.v.)
kendisinden evvel gelmiş olan İbrâhîm, İsmâil, Mûsâ ve Îsâ’nın Allah’ını Araplara tanıttı. Arapların yanı-
na sokulan aryenler, hakîkî Îsâ dînini bozarak onlara Allah, Allah’ın oğlu, Rûhulkudüs gibi, kimsenin anlayamayacağı doğmaları yapmaya çalışıyor, şarkın sulh ve huzurunu tamamen bozuyorlardı. Muhammed (s.a.v.) onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız bir tek Allah olduğunu, O’nun ne babası ne de
oğlu bulunmadığını, böyle birkaç Allah’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet olduğunu anlattı.”
PROF. CARLYLE
Dünyanın tanıdığı en büyük ilim adamlarından biri olan İskoçyalı Thomas Caryle diyor ki:
Hazret-i Muhammed aleyhisselâm gelmeden evvel Arapların bulundukları yerlere kocaman bir ateş parçası sıçramış olsaydı kuru kum üzerinde kaybolup gidecek ve hiç iz bırakmayacaktı. Fakat Hazret-i Muhammed aleyhisselâm gelince bu kuru kum dolu çöl, sanki bir barut fıçısına döndü. Delhi’den
Granada’ya kadar bütün yerler birdenbire semâya yükselen alevler hâline geldi. Bu büyük zât sanki bir
şimşekti. O’nun etrafındaki bütün insanlar, O’ndan ateş alan parlayıcı maddeler hâline dönüştüler.”
MAHATMA GANDHÎ
Hindistan’ı İngiliz sömürgesi olmaktan kurtaran Hintli lider, İslâm dinini ve Kur’ân-ı kerîmi inceledikten sonra şunları söylemiştir:
“İslâm dîni yalancı bir din değildir. Hintlilerin bu dîni saygı ile incelemelerini isterim. Onlar da İslâ-
miyet’i benim gibi seveceklerdir. Ben, İslâm dininin Peygamberinin ve O’nun yakınında bulunanların nasıl hayat sürdüklerini bildiren kitapları okudum. Bunlar beni o kadar ilgilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman
bunlardan daha fazla olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslâmiyet’in çok süratle yayılması, kılıç yüzünden olmamıştır. Aksine herşeyden evvel sadeliği, mantıkî olması ve peygamberinin büyük
tevazuu, (alçak gönüllülüğü) sözünü dâima tutması, yakınlarına ve müslüman olan herkese karşı sonsuz
bağlığı yüzünden İslâm dîni birçok insanlar tarafından seve seve kabul edilmiştir.”
LAMARTİNE
Dünyaca tanınmış büyük Fransız edibi ve devlet adamı. Türkiye Târihi adlı eserinde Muhammed
aleyhisselâm için şöyle diyor:
“Hazret-i Muhammed bir yalancı peygamber miydi? O’nun eserlerini ve târihini inceledikten sonra
bunu düşünemeyiz. Çünkü yalancı peygamberlik iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur;
yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz.
Mekanikte bir cisim atıldığı zaman onun varabileceği yer, fırlatma gücü ile orantılıdır. Bir manevî
ilhamın gücü de onun meydana getirdiği eser ile orantılıdır. Bu kadar çok şey taşıyan, bu kadar uzaklara
kadar yayılan ve bu kadar uzun zaman aynı kudrette devam eden bir “Fikir” (Yani İslâmiyet) yalan olamaz. Bunun çok samimi ve çok inandırıcı olması gerekir. O’nun hayatı, uğraşmaları, memleketininin
hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine
karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları hâlde, 13 sene Mekke’de buna dayanması, hemşehrileri
arasında türlü hâdiseler çıkartmak ve kendini adetâ kurban yerine koymak gibi hâllere tahammül etmesi,
Medine’ye hicreti, durmadan yaptığı teşvikler ve verdiği vaazlar, çok üstün düşman kuvvetleriyle yaptığı
savaşlar, kazanacağına olan itimadı, en büyük felâket zamanında bile duyduğu insan üstü güvence,
zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, sözlerini kabul ettirme hırsı, sonsuz ibâdeti, Allah’la mukaddes
konuşmaları, ölümü, ölümünden sonra da devam eden şan ve şerefi, zaferleri O’nun hiçbir zaman bir
yalancı peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir imâna sahip bulunduğunu gösterir.
Filozof, Hâtip, peygamber, kanun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkileyici, yeni doğmalar koyan ve yirmi büyük dünyâ İmparatorluğu ile bir büyük İslâm devleti kuran kişi: İşte Muhammed (s.a.v.)
budur!
İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları bütün mikyaslarla ölçülsün; acaba O’ndan daha bü-
yük bir şahıs var mıdır? Olamaz!”
Bu arada son yıllarda Avrupa ve Amerikalı çeşitli araştırıcılar tarafından yapılan târih boyunca en
büyük insan kimdir, en mükemmel insan kimdir, gibi araştırmalarında, gerek insan zihni vasıtasıyla ve
gerekse kompüterlerle yapılsın daima “Hazret-i Muhammed’dir (s.a.v.)” hükmü ile neticelendiğini de unutmamak gerekir.
HİLYE-İ SE’ÂDET
Eshâbına nasîhatdan sonra,
Fahri âlem dedi, benden sonra,
Hilye-i pâkimi, görse biri.
Olur o, yüzümü görmüş gibi;
Gördükde, hubbu hâsıl olsa,
Ya’nî hüsnüme âşık olsa,
Beni görmeği etse arzu
Kalbi, sevgimle olsa dolu.
Cehennem olur, ona harâm,
Rabbim, Cenneti eder ikrâm,
Dahî, haşretmez çıplak, ânı Hak,
Olur gufranına, Hakkın mülhak.
Denildi ki, hilye-i Resûli,
Severek yazsa, birinin eli.
Eder Hak, onu korkudan emin.
Belâ ile dolsa, rûy-i zemin,
Hastalık görmez, dünyâda teni,
Ağrı çekmez hiç, bütün bedeni.
Günâh etmiş ise de, bu adam,
Cehennem cismine, olur harâm,
Âhıretde azâbdan kurtulur,
Dünyâda, her işi, kolay olur.
Haşreyler, ânı hem, Rabb-i celle,
Dünyâda, Resûlü görenlerle.
Hilye-i Nebîyi, güç iken beyân,
Başlarız, ona oldukça imkân,
Sığınarak zülcelâle,
Vasfederiz âcizane.
İttifak etdi, bu sözde ümem,
Kırmızı beyazdı, Fahr-i âlem.
Mübârek yüzü, hâlis ak idi,
Gül gibi, kırmızımtırak idi.
İnci gibi, yüzündeki teri, - 54 -
Pek hoş eylerdi, güzel cevheri.
Terleyince, O menba’ı sürür,
Dalgalanırdı sanki, bahr-i nûr.
Görünürdü gözü, dâim sürmeli,
Kalbleri çekerdi, güzel gözleri.
Akı, beyaz idi. gayetle,
Meth eyledi Rabbi; âyetle.
Siyahı anın, değildi ufak,
Bir idi. ona, yakınla uzak.
Geniş, güzel ve latifdi gözü,
Nur saçardı hep, mübârek yüzü.
Kuvve-i bâsıra-i Mustafavî,
Gece, gündüz gibi, olurdu kavi.
Bakmak arzu etseydi, bir yere,
Cism-i pâki de dönerdi bile.
Başa tâbi’ ederdi cesedi,
Bunu terk etmemişdi ebedi.
Hem, cism idi, Resûl-i ekrem,
Yaraşır, rûh-i mücessem desem.
Güzel, hem sevimli idi. Resûl,
Hakka çok, sevgili idi. Resûl.
Mâlikle Ebû Hâle, söyledi,
Hilâl gibi, açık kaşlı idi.
İki kaşı arası, her zemân,
Gümüş gibi görünürdü, ayan.
Mübârek yüzü, az yuvarlakdı,
Derisi, berrak, hem de parlakdı.
Siyah kaşları mihrabı ânın;
Kıblesi idi, bütün cihanın.
Ortası, yüksekçe görünürdü,
Yandan bakınca, mübârek burnu.
Çok güzel idi, çekme ve latif,
Edemez gören, O’nu tam ta’rif.
Seyrek idi, dişlerinin arası,
Parlardı, sanki inci sırası.
Ön dişleri, etdikçe zuhur,
Her tarafı, kaplardı bir nur.
Gülse idi, iki cihan serveri,
Canlı cansız, herşeyin peygamberi.
Görünürdü ön dişleri, pek afif,
Dolu dâneleri gibi, çok latif. - 55 -
İbni Abbâs der, Habîb-i Huda,
Gülmeğe, eyler idi, istihyâ.
Hem hayasından O, dînin senedi,
Kahkaha etmedi derler, ebedî.
Nâzik, mahcûb idi, Resûl-i cenâb,
Dâim eyler idi, bakmağa hicâb.
Yüzü benzerdi, yuvarlak aya,
Zâtı aynaydı, yüce Mevlâya.
Nurlu idi, hep o vech-i hasen,
Bakılmazdı, tenevvüründen.
Gönüller aldı. O güzel Nebî,
Aşıkı oldu yüzbin sahâbî.
Bir kerrecik görenler, rü’yâda,
Dediler, böyle zevk yok, dünyâda.
Hem güzel yanakları, bileler,
Fazla etli değildi, diyeler.
Anın etmişdi, cenâb-ı Halık,
Severek, yüzün ak, alnın, açık.
Boynunun nuru, ederdi her ân,
Saçları arasında, leme’an.
Mübârek sakalından, iyi bil,
Ağarmışdı ancak, on yedi kıl.
Ne kıvırcıkdır, ne de uzun,
Her uzvu gibi idi, mevzun.
Gerden-i pâk-i Resûl-i âfak,
Gayet ak idi ve gayet berrak.
Eshâb içinden, çok ehl-i edeb.
Karnı, göğsiyle, birdi dedi, hep.
Açılsaydı, mübârek sinesi,
Feyz saçardı, ilim hazinesi.
Aşka olunca, mahall-i teşrif,
Başka olur mu, o sadr-ı şerîf?.
Mübârek sinesi, geniş idi,
İlm-i ledün, ona inmiş idi.
Ak ve berrakdı, o sadr-ı kebir,
Sanırdı görenler, bedr-i münlr,
Ateş-i aşk-ı zât-ı ezeli,
Odlara yakmışdı, O Güzeli.
Bilir elbet bunu, pir-ü civan,
Yassı kürekliydi, Fahr-i cihan. - 56 -
Sırtı ortası hem, etli idi,
Kerem sahibi, devletli idi.
Gümüş teninde, letafet vardı,
İrice mühr-i nübüvvet vardı,
Sırtında idi, mühr-i nübüvvet,
Sağ tarafına yakındı, elbet.
Bildirdi bize, edenler ta’rif,
Bir büyük ben idi, mühr-i şerîf,
Rengi, sarıya yakın, karaydı,
Güvercin yumurtası kadardı.
Etrâfına çevirmiş, sanki hatlar,
Birbirine bitişik, kılcağızlar.
Anlatanlar, O âlî nesebi,
Dedi, iri kemikliydi Nebî,
Her kemik iri, merdâne idi,
Sureti, sîreti şahaneydi.
Mübârek a’zâsının her biri,
Uygun yaratılmışdı hem, kavi.
Çok hoş idi, her uzvu ânın,
Âyetleri gibi, Kur’ân’ın.
Elleri ayası, O sultânın,
Ayakları altı, dahi ânın.
Geniş ve pâk idi, nâzik mergûb,
Taze gül gibi latif ve mahbûb.
Çok mevzun idi, der ehl-i nazar,
O kerâmetli, mübârek eller.
Selâm verseydi, birine eğer,
Tebessüm ederdi hep, Peygamber.
Bir iki gün, geçseydi aradan,
Hattâ uzasaydı da, bir aydan.
Belli olurdu, hoş kokusundan,
O kimse, adamlar arasından.
Billur gibiydi, ten-i bîmûyu,
Nice medh edeyim, ol pehlûyu.
Dostu seyr etmek için, o şerîf,
Göz olmuşdu, bütün cism-i latif.
Kemâl üzereydi, nâzik teni,
Hallâk göstermişdi, hikmetini.
Yokdu, göğsünde, karnında asla,
Hiçbir kıl, sanki gümüş levha.
Göğsü ortasından aşağı yalnız, - 57 -
Bir sıra kıl, dizilmişdi, hilâfsız.
Bir siyah hat, mübârek bedeninde,
Hoşdu, hâle gibi, ay çevresinde.
Bütün ömründe kalmışdı, keza,
Gençlikde gibi, mübârek a’zâ.
İlerledikçe, sinn-i Nebevî,
Tazelenirdi hep, gonca gibi.
Hem dahi, kâinatın sultânı,
Zan eyleme ki, ola pek yağlı,
Ne zaif, ne de pek etli idi,
Mu’tedil, hem pek kuvvetli idi.
Lâhmı, şahmı, dediler ehl-i derûn,
Birbirinden, ne ziyâdeydi, ne dûn.
Etmiş, ol beden sarayın üstâd,
Adl-ü dâd ile, esâsın bünyâd.
İ’tidâl üzere idi, pak teni,
Nura gark olmuşdu, bütün bedeni.
Orta boylu idi, O Sidre mekân,
Ortalık, Onun ile buldu nizâm.
Seyreden mu’cize-i kâmetini,
Dedi hep, medhedip hazretini.
Görmedik böyle, gül yüzlü güzel,
Boyu, hem huyu, hem yüzü güzel,
Orta boylu iken, Nebî,
Uzun kimseyle yürüseydi.
Ne kadar, uzun olsa idi, o er,
Yine yüksek görünürdü, Peygamber.
Uzun boylu olandan O cevher,
Yüksek idi, el ayası kadar.
Bir yola gitseydi, izzetle,
Hızlı yürür idi, gayetle.
Deriz, vasf-ı şerîfinde yine,
Yürürken, eğilirdi önüne.
Ya’ni, bir yokuşdan iner gibi,
Dâim önüne, az eğilirdi.
Şanlı, şerefli idi, O Celîl,
İftihar eylerdi, rûh-ı Halil.
Bir zâtı ki, murâd ede Huda,
Her a’zâsı, olur elbet a’lâ.
Yolda giderken, eğer bir kimse,
Ansızın, Resûlullahı görse, - 58 -
Korku düşerdi, kalbine ânın,
Yüksekliğinden, Resûlullahın.
Hem de biri, Nebî ile, müdâm,
Sohbet ederek, söylese kelâm,
Sözlerindeki lezzet ile, ol,
Kul olurdu, kabul etse Resûl.
Etmişdi Onu, Hallâk-ı ezel,
Hüsn-i ahlâkla, bî misl-ü bedel.
Yâ Resûlallah! gücüm yok medhine,
Yaratıldık hep, senin hürmetine.
Hâsılı, ey Şâh-ı iklim-i vefâ,
Sana canım da fedâ, herşey fedâ!
1) Tefsîr-i Taberî (Câmi-ül-beyan)
2) Tefsîr-i Kurtubî
3) Tefsîr-i Mazharî
4) Tefsîr-i Şeyhzâde (Beydavî hâşiyesi)
5) Tefsîr-i Kebîr (Mefatih-ül-gayb)
6) Tefsîr-i Ebus-Suûd
7) Tefsîr-i Hüseynî
8) Ahkam-ül-Kur’an (Cessâs)
9) Sahîh-i Buhârî
10) Sahîh-i Müslim
11) Sünen-i Ebî Dâvûd
12) Sünen-i Tirmizî
13) Sünen-i Nesâî
14) Sünen-i İbn-i Mâce
15) Muvatta
16) Müsned-i Ahmed İbn-i Hanbel
17) Hakim Müstedrek
18) Taberanî Mu’cem (Kebîr, Evsat, Sagîr)
19) Beyhekî (Sünen)
20) Umdet-ül-kâri
21) Sîret-i İbn-i Hişâm
22) Ravd-ül-ünf (Süheylî)
23) Megâzî (Vakidî)
24) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
25) Ensâb-ül-Eşrâf (Belezûrî)
26) Târîh-üt-Taberî (Târîh-ül-ümem vel-mülûk)
27) El-Kâmil fi’t-târîh (İbn-ül-Esir)
28) El-Vefâ bi ahvâl-i Mustafa
29) Hasâis-ül-Kübra (İmâm-ı Süyûtî)
30) İnsan-ul-uyun (İbrâhîm Halebî)
31) Siyer-i alam-ün-nubela
32) Siyer-i Halebî
33) Es-Sire (Zeyni Dahlan)
34) Huccetullahı al’el âlemîn (Yusuf Nebhanî)
35) Medaricûn nübüvve (Abdulhak-ı Dehlevî)
36) Mearicûn nübüvve (Altı parmak)
37) Mevahibu ledünniyye ve Zerkânî şerhi
38) Envar-ül-Muhammediyye
39) Şifa-i şerîf (Kâdı lyaz)
40) Delâil-ün-nübüvve (Ebû Nuaym)
41) Şemail’l-ür-Resûl (Tirmizî)
42) Delail’ün-nübüvve (Beyhekî)
43) Hamîs (Diyar-ı Bekrî)
44) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye
45) Eshâb-ı Kirâm
46) Delâil-ül-hayrat - 59 -
47) Caliyet-ül-ektar
48) Mevlid-i şerîf risâlesi (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) yazma
49) Mektûbât (İmam-ı Rabbânî)
50) İsbat-ün-nübüvve (İmâm-ı Rabbânî)
51) Kısas-ı Enbiyâ (Ahmed Cevdet Paşa)
52) Eşî’ât-ül-lemeât (Abdulhak-ı Dehlevî)
53) Ecdâd-ı Peygamberî (Seyyid Abdülhakîm Arvasî) yazma
54) Herkese Lâzım Olan Îmân
55) Kitab-ul-iber (İbni Haldun)
56) Rehber Ansiklopedisi cild-12, sh-235
|