Velid bin Abdülmelik dönemi
Endülüs'ün fethi
Bindik katranlanmış gemilere,Allah; nefislerimizi, mallarımızı ve ailelerimizi cennet karşılığında bizden alır diye...Bu uğurda birşey istersek kolaylaşsın bize,Hiç aldırmayız kanlarımızın akıp gittiğine,Şayet kavuşursak kavuşulması yüce olan şeye...Tarık b. Ziyad
Sekizinci
yüzyılda müslümanlar fetihlerde zirveye ulaşarak, doğuda ve batıda en uzak
noktalara kadar ilerlemişlerdi. Kısa zamanda büyük zaferlere imza atarak,
kitlelere kurtuluş yollunun açılmasına vesile olmuşlardı. Bu uğurda canlarını
vermek, müminler için en büyük mutluluk kaynağıydı.
Bu fetihlerde
İslâm orduları, Kuzey Afrika’nın Atlas Okyanusu kıyılarına kadar ilerlemiş, sıra
Akdeniz’i Atlas Okyanusu’na kavuşturan dar boğazdan geçerek Avrupa içlerine
doğru ilerlemeye gelmişti.
Komutanlığını
Tarık b. Ziyad’ın yaptığı İslâm ordusu, işte bu hedefe yönelmişti. Hicrî 92,
miladî 711 yılında, aralarında Sahabe-i Kiram’ı görmekle şereflenmiş Tabiun’dan
zatların da bulunduğu İslâm ordusu, gemilerle Endülüs (İspanya) kıyılarına
geçiyordu.
Geri dönüş
yok
Tarık b. Ziyad
dört gemiyle, daha sonra kendi ismiyle anılacak olan Cebel-i Tarık boğazından
ordusunu karşı kıyıya geçirdi. Bu nakil işi hiçbir zorlukla karşılaşılmadan
tamamlandı. Çünkü bu iş için kullanılan gemiler ticaret gemileri idi ve halk bu
gemilerden inen insanların yeni tüccarlar olduğunu zannediyordu. Kimse bu
gemilerin İspanya’yı asırlar boyunca hakikatle diriltecek, dünya tarihini
etkileyecek kuvvetleri taşıdığını bilmiyordu.
Tarık b.
Ziyad, bütün askerlerini karşı kıyıya geçirdikten sonra son seferde gemiye
binerek kendisi de Endülüs kıyılarına geçti. Ordusunu biraraya toplayıp, önce
üzerinde bulundukları dağın stratejik konumunu inceledi ve ani saldırılara karşı
hazırlıklı olmak için ordugâhın etrafına tarihçilerin “Arap Surları” diye
adlandırdıkları surları çektirdi. Ve buram buram kahramanlık kokan, ilahî
çoşkuyla dolu emrini verdi: “Şimdi gemileri yakın!”
Artık dönüş
yoktu. Önde düşman, arkada deniz. İspanyolların “ülkemize gökten mi indiklerini
yoksa yerden mi çıktıklarını bilemediğimiz bir kavim geldi” dedikleri İslâm
ordusu, kılıçtan başka silahı ve düşmandan ele geçirecekleri yiyecekten başka
erzakları olmamasına rağmen, tevhidi şanına layık şekilde yüceltip yaymak uğruna
canlarını ortaya koymuşlardı.
Tarık b.
Ziyad, öncü birlikleri keşif için ileri mevzilere göndererek ilerleyecekleri
yolların güvenliğini sağladı. Daha sonra kendisi bütün ordusuyla birlikte deniz
sahili yoluyla kuzeye, Kurtuba’ya yöneldi. Müslümanlar burada İspanyol kralı
Rodrich’in yeğeni Bencio komutasındaki bir orduyla karşılaştılar. Bencio’nun
öldürülmesine kadar direnen İspanyollar’ı dağıtan İslâm ordusu, İspanya içlerine
doğru ilerlemesine devam etti.
Müslüman
güçlerin zaferlerle kuzeye doğru ilerlediği haberleri kendisine ulaşan Rodrich,
ülkesinin bütün kuvvetlerini toplamaya başladı. Ülkenin ileri gelenlerine bütün
kuvvetleriyle gelmeleri için haberciler çıkardı. Kısa zamanda yüzbin kişilik bir
ordu toplayarak güneye doğru harekete geçti.
Tarık b.
Ziyad’ın emrindeki çoğunluğu piyade olan onikibin kişilik ordu da kuzeye doğru
ilerliyordu.
İki ordu
Guadalete (Bekka) vadisinde karşılaştılar. İki taraf da savaş vaziyeti
aldı. Komutanlar askerlerine cesaret vermeye çalışıyor, moral kazandırıcı sözler
söylüyorlardı.
Rodrich, düşman karşısında tek vücut olarak ülkeyi korumak için bütün
eşraf ve ileri geleni bu savaşta bulunmaya çağırmıştı. Çünkü ülkenin geleceği bu
savaşa bağlıydı.
“Kahramanlar içinden siz seçildiniz”
Tarık
b. Ziyad da askerlerine heyecanlı konuşmalar yapıyor, zafer kazanmakla elde
edecekleri sevap ve ganimetten bahsediyordu:
“Askerlerim! Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar ve
kaçacak hiçbir yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey
de yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık ortada. Üstelik
yiyecek ve techizatı da bol. Halbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın
elinden alacağımız yiyecekten başka erzağımız da yoktur.
Hiçbir
şey yapmadan şu durumumuz birkaç gün devam etse kuvvetten kesiliriz. Bizden
korkan düşman da halimizi görüp bize karşı cesaretlenir. Bu kötü akıbete
düşmekten kendinizi koruyarak şu azgın düşmana karşı görevinizi gereğince
yapınız.
Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden korkmazsanız bu
fırsatı değerlendirmek ve zafere ulaşmak mümkündür. Şunu kesinlikle biliniz ki,
bu savaşta ben de sizden daha fazla emniyette değilim. Yine iyi biliniz ki, eğer
şu zorluklara biraz sabrederseniz daha müreffeh bir hayata kavuşursunuz. En ucuz
malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, bilâkis önce kendi canımdan
başlıyorum. Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Siz de benden daha fazla
bir zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası
düşmeyecek. Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.
Müminlerin emiri, kahramanları içinden sizi seçti. Çünkü sizin savaştan
korkmadığınıza, kahramanları ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza ve sizin
bu yaptığınız cihattan gayenizin İlây-ı Kelimetullah olduğuna, dolayısıyla bu
uğurda sevap kazanacağınıza güveni sonsuzdur. Böylelikle İslâm dinini bu ülkeye
yerleştireceğinize inanıyor. Elde edeceğiniz ganimetin tamamı sizindir. Allah
yardımcınız olsun. İki cihanda sizin bahadırlığınız
anılacaktır.
Biliniz ki,
sizi davet ettiğim şeye ilk icabet eden ben olacağım ve kesinlikle bilin ki iki
ordu savaşa başlayınca bizzat kendim Rodrich denilen azgına hücüm edip inşaallah
onu öldüreceğim. Siz de benimle birlikte saldırın. Eğer onu öldürdükten sonra
ben de ölürsem sizi ondan kurtarmış olurum. Başınıza itaat edeceğiniz bir
kahramanı getirmekten aciz değilsiniz. Eğer ona yetişemeden ölürsem, bu arzumu
terk etmeyin ve onun üzerine yüklenin. Onu öldürmek suretiyle bu ülkenin fethini
tamamlayın. Düşman askerleri o öldükten sonra dağılırlar ve bir daha
toparlanamazlar.”
İki ordu
birbiriyle karşılaştığı zaman gece olmak üzereydi. Tarık b. Ziyad, ordusuna
ihtiyatı elden bırakmadan gece istirahat etmelerini söyledi.
Sabah olunca
iki ordu savaş vaziyeti aldı. Rodrich, tacını giydi ve bütün ziynetlerini taktı.
Tahtına oturup, uşaklarına kendisini savaş meydanına götürmelerini emretti. İpek
gölgelikler altında bayrak ve sancak ormanını andıran bir kalabalıkla, önünde
savaşcılarıyla müslümanlara doğru ilerledi.
Tarık b. Ziyad
ise atına binmiş, ordusundaki herhangi bir asker gibi harekete geçmişti.
Müslümanların
büyük kısmı piyadeydi. Zırhlı asker azdı. Başlarında beyaz sarık, ellerinde
yay, kılıç ve mızraklar bulunuyordu.
İlk hücum
müslümanlardan geldi. Kendilerden kat be kat büyük orduya saldırırken,
İspanya’nın tarihini değiştirecek savaşı başlatmış oluyorlardı. Sekiz gün süren
şiddetli çatışmalar oldu. Müslümanlar bu ölüm-kalım savaşında büyük
kahramanlıklar gösterdiler.
Her iki
tarafın da kayıpları büyük oldu. Savaşta ölenlerin cesetleri uzun süre ortada
kaldı. Sonunda İspanyol ordusu dağıldı. Kral Rodrich, geri kalan az sayıda
askeriyle kaçtı. Ancak kaçarken düştüğü bataklıkta boğularak öldü.
Bu savaş
sonunda Endülüs yolu müslümanlara açılmış oldu ve uzun bir süre İslâm’ın nuruyla
aydınlandı bu topraklar.
Onların hedefi
Allah’ın rızasıydı ve bir kez daha anlaşıldı ki, zafer geri dönmemek üzere
azmedenlerindi. Şimdi o mübarek komutanın aziz hatırası, o meşhur emrinin deyime
dönüşmesiyle dilimizde yaşamakta: “Gemileri yakmak.” Ya kalbimizde?..
Kaynak:
Semerkand dergisi, 09/2000
M.İsmail Çolak