SARİH
SARİHA VE BÂİNE MÜLHAK OLUR
METİN
Sârih talâk sarîha
ve iddet şartıyla bâin talâka lahîk olur. Bâin talâk ise sarîha lahîk olur,
baine lahîk olmaz. Sarihtan murad niyete muhtaç olmayan talâktır. Bâin olsun,
ric'î olsun fark etmez. Fetih. Üç talâk dahi sarîhtan sayılır. Ve her iki nev'i
talâka lahîk olur. Mal şartıyla talâk dahi öyledir. Binaenaleyh ric'î talâka
lahîk olur, malı vermesi i'cab eder. Bâine de lahîk olur, fakat talâk vâki olsa
da mal lâzım gelmez. Nitekim Hulâsa'da beyan edilmiştir. Şu halde meşhur kavle
göre bunda mu'teber olan mânâ değil lâfızdır.
İZAH
«Sarîh talâk sarîha
lahîk olur.» Misâli karısına: Sen boşsun dedikten sonra bir daha sen boşsun
demektir. Yahut karısını mal şartıyla boşamasıdır. İkinci sarîh sözde o sözle
ric'î veya bâin talâk vâki olmasının bir farkı yoktur.
«Bâin talâka lahîk
olur.» Misâli karısına: Sen bâinsin dedikten veya mal şartıyla hul' yaptıktan
sonra sen boşsun yahut bu boştur demesidir. Bunu Bahır sahibi Bezzâziye'den
nakletmiş, sonra şunları söylemiştir: "Sarîh talâk bâine lahîk olunca o da bâin
olur. Çünkü evvelki talâkın bâin oluşu ric'ata (karısına dönmeye) mânidir.
Nitekim Hulâsa'da belirtilmiştir. Bâine lahîk olan sarîhi kadına onunla hitap ve
işaret ederse diye kaydetdik. Bu; benim her karım boş olsun sözünden ihtiraz
içindir. Çünkü hul' yaptığı karısına vâki değildir ilah..." Bunu şârih:
"Bezzâziye'deki şu ifade müstesnadır..." diyerek zikredecektir. Bu hususta
sözgelecektir.
«İddet şartıyla...»
Bu şart ilhakın bütün suretlerinde mutlaka lâzımdır. Onu en sonra söylese daha
iyi olurdu. H.
«Sarîhten murad
niyete muhtaç olmayan talâktır.» Buradan başlayarak "meşhur kavle göre" sözüne
kadar olan kısmı "Bâin sarîha lahîk olur." cümlesinden önce zikretmek gerekirdi.
Çünkü bunların hepsi ilk cümlenin müteallakatındandır. Yani "Sarîh sarîha ve
bâine lahîk olur." cümlesine teallûk ederler. Bir de ikinci cümledeki sarîhtan
murad hassaten talâk-ı ric'îdir. Nitekim az sonra göreceksin. Yani buradaki
sarîhtan murad sözün hakikatıdır. Onun hususi bir nev'i değildir. Hususi bir
nev'i yalnız talâk-ı ric'î yapmaya yarayan sözdür. Buradaki ise daha umumidir.
Kinâyeye gelince:
onun: İddedini bekle, rahmini temizle, sen birsin ve bunlara mülhak talâk-ı
ric'î ifade eden sözleri zâhir rivayete göre niyet şartıyla bâine mülhak
olurlarsa da, bunlarla ric'î talâk vâki olduğu için sarîh mânâsındadırlar.
Nitekim Bedâyi'de bildirilmiştir. Yani bunlar bâine lahîk olma hükmünde sarîha
mülhak sözlerdir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Minah'da ise şöyle denilmiştir:
"Bu sözlerin sahih olması izmâr (kapalılık) suretiyledir. Zira sen birsin
sözünün manâsı sen bir talâkla boşsun demektir. Bu suretle hüküm sarîha verilmiş
olur. Lâkin bu kapalılık sâbit olmak için mutlaka niyet lâzımdır." Böylece Minah
sahibi bunların sarîh hükmünde olmasının vechini anlatmış oluyor ki, o da kapalı
olmalarıdır. Talâkın îkâ'ı ise söylenen sözün kendiyle değil kapalı olanladır.
Lâkin sübutu kapalı olduğu için niyete bağlı kalmıştır. Niyetle sâbit olduktan
sonra artık niyete muhtaç değildir.
Halebî diyor ki:
"Şöyle bir itiraz vârid olamaz: Müftâbih kavle göre sen bana haramsın sözü
niyete bağlı değildir. Halbuki bu söz bâine lahik değildir. Bâin de ona lahîk
değildir. Çünkü kendisi bâindir. İtiraz vârid olamaması onun niyete bağlı
kalmaması ârizî bir sebeple olduğundandır. Asıl vaz'ı itibariyle değildir."
«Bâin olsun, ric'î
olsun fark etmez.» Sarih faslının başında Bedayi'den naklettiğimiz şu ifade dahi
bunu te'yid eder: "Sarîh; biri sarîh ric'î, diğeri sarîh bâin olmak üzere iki
nev'idir. O zaman talâk-ı ric'î ile mal şartıyla talâk da sarîhda dahildir."
Kezâ zifaf olmayan kadının talâkı faslından önce geçen şu ibâre dahi bunu te'yid
eder: "Kendileriyle talâk-ı bâin vâki olan sarîh sözlerden bazıları da: Sen bâin
talâkla boşsun, elbette boşsun, en çirkin talâkla boşsun, şeytan talâkıyla
boşsun, uzun talâkla veya geniş talâkla boşsun ilah... gibi sözlerdir. Bunların
hepsi sarîh olup niyete bağlı değildirler. Bunlarla bâin talâk vâki olur ve hem
sarîhe, hem bâine katılır." Hulâsa'da şöyle denilmiştir: "Sarîh bâine lahîk
olur. Velevki ric'î olmasın. Şu da var ki, Mes'ûdî Şerhi Mansûrî'de
bildirildiğine göre hul' yapılan kadına sarîh talâk lahîk olabilir. Yeter ki
iddeti içinde bulunsun, iddetini bekle gibi sarîh hükmünde bulunan kinâyeyedahi
sarîh talâk lahîk olur. Mansûrî daha sonra şunları söylemiştir: "Kinâyeler ve
bâin talâklar hul' yapılan kadına lahik olmazlar. Talâk ric'î ise kadına kinâye
lâfızlar lahîk olur. Çünkü nikâh milki bâkîdir. Ikdü'l-Ferâid sahibi bunun
Fetih'deki ifadeyi te'yid ettiğini söylemiştir." Nehir sahibi bu ifadeyi nakil
ve ikrar etmiştir.
Ben derim ki:
Mansûrî'nin kinâyeler ve bâin talâklar sözündeki (ve) edatı nâsih tarafından
ziyade edilmiştir. Yani hükümsüzdür, Mansûrî'nin muradı daha önce zikrettiği
ric'î kinâyelerin mukabilinde bâin kinâyeleri zikretmektir. Bililyorsun ki
kinâye lâfzı ile olmayan bâin talâklar mülhak olan sarih kısmındandır. Aksi
takdirde Fetih sahibinin sözünü teyid değil ona zıd olur.
«Üç talâk dahi
sarîhtan sayılır ilah...» Ve hem sarîha, hem bâine mülhak olur. Bir adam
karısını bâin talâkla boşadıktan sonra iddeti içinde üç defa daha boşasa vâki
olur. Bu Halep'te vâki olmuştur. Fethü'l-Kadir sahibi diyor ki; "Hak olan lahîk
olmasıdır. Biliyorsun ki sarih bâine mülhak olur. Velevki kendisi bâin olsun.
Lahîk olmayan bâinden murad kinâyedir." Talebesi İbn-i Şihne dahi Ikdü'l-Ferâid
adlı kitabında ona tâbi olduğu gibi Bahır, Nehir ve Minah sahibleriyle Makdisî,
Şürunbulâlî ve diğer ulema da tâbi olmuşlardır. Az yukarıda Hulâsa'dan
naklettiğimizin açıkçası budur. Bunu Dürer ve Gurer sahibi de te'yid etmiştir.
Nitekim az ileride zikredeceğiz. Üç talâk vâki değildir sözünü tercih eden buna
muhalefette bulunmuştur. Zira o söz meşhurun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.
«Mal şartıyla talâk
dahi öyledir.» Yani o da sarîhtendir. Velevki vuku bulan talâk bâin olsun.
«Fakat talâk lâzım
olsa da mal lâzım gelmez.» Yani kadını bâin talâkla boşadıktan sonra iddeti
içinde mal karşılığında boşasa ikinci talâk da vâki olur. Ama kadının mal
vermesi gerekmez. Çünkü mal vermek kurtulmak içindir. Bu hâsıl olmuştur. Nitekim
Bezzâziye'den naklen Bahır'da bildirilmiştir. Yani bundan önceki bunun
hilâfınadır. Zira karısını talâk-ı ric'î ile boşarsa kurtuluş iddetin bitmesine
bağlı kalır. O talâktan sonra kadını iddeti içinde mal karşılığında boşarsa malı
vermesi lâzım gelir. Çünkü kocasından o anda bâin olmuştur. Bahır sahibi şöyle
demiştir: "Sonra bilmelisin ki meselemizde mal vermek lâzım gelmese de talâk
vâki olmak için onun kabulü mutlaka lâzımdır. Çünkü sen bin dirhem vermek
şartıyla boşsun sözü kadının talâkını kabule tâliktir. Binaenaleyh şart
bulunmadıkça vâki olmaz. Nitekim Bezzâziye'de belirtilmiştir. Şu halde burada
sarîhte mu'teber olan lâfızdır. Yani sarîh lâfızlarından olmasıdır. Velevki
onunla bâin talâk meydana gelsin. Lâfızdan murad kapalı sözlere de şâmildir.
Nitekim evvelce geçtiği vecihle ric'î talâk ifade eden kinâyeler de öyledir."
«Meşhur kavle
göre...» sözü bazılarının Halep vak'asındaki sözlerini yani "Üç talâk vâki
olmaz. Çünkü mânâ itibariyle bu söz bâindir. Bâin bâine lahîk olmaz. Mânâya
itibar lâfzaitibardan evlâdır." ifadesini reddetmektedir. Onlar bu sözün esah
olarak müftâbih sayıldığını söylemişlerdir. Bunu musannıf da ifade etmiştir.
Ben derim ki:
Zâhidî'nin Hâvî'sinde Necmüddin'in Esrar'ına nisbet edilerek şöyle denilmiştir:
"Bir kimse karısına: Sen bâinsin dedikten sonra iddet içinde sen üç defa boşsun
dese, Ebû Hanife'ye göre üç talâk vâki olmaz. Çünkü bu üç talâk mânâ itibariyle
ağır beynûnettir. İmameyn'e göre üç talâk vâki olur. Çünkü lâfız itibariyle
sarîhtir. Esah olan Ebû Hanife'nin kavlidir. Zira itibar lâfza değil mânâyadır."
Sonra Hâvî sahibi bu sözün bir mislini de Ûyûn şerhine nisbet etmiştir. Sonra
daha başka bir kitaba nisbetle şöyle demiştir: "İmam Muhammed'e göre üç talâk
vâki olmaz. Fetva onun kavline göredir. Bunun bir misli de Üstürişnî'nin
Fusul'ündedir." Musannıf Minah'da bu sözün reddini üzerine almıştır.
Şürunbulâliyye sahibi de ondan naklederek ikrarda bulunmuştur. Tekerrür etmiştir
ki, Zâhidî zayıf rivâyetleri nakleder. Onun yalnız başına naklettiği rivâyetlere
tâbi oIunmaz. Hulâsa, Bezzâziye ve diğer kitablarda onun söylediğine muhâlif
nakiller bulunmuştur. Nitekim yukarıda arzettik.
Dürer ile
Ya'kubiyye'de dahi az ileride beyan edeceğimiz vecihle onun hilâfına istidlalde
bulunulmuştur. Bizim tâbi olmamız için Fethü'l Kadir sahibinin söylediği
kâfidir. Ondan sonra gelenler de ona tâbi olmuşlardır. Onun için şârih de ona
itimad etmiş, onu meşhur saymıştır. Buna şu da kesinlikle delâlet eder ki, o
adam karısını boşar da sonra hul' yapar ve iddet içinde: Sen boşsun derse bu söz
de lâfzan sarîh, mânen bâindir. Ama kesin olarak talâk vâkidir. Ulema sarîh
talâkın bâine lahîk olacağına Teâlâ Hazretlerinin: "Kadının fidye vermesinde
karı-kocanın ikisine de bir günâh yoktur." âyet-i kerîmesiyle istidlal
etmişlerdir. Bu âyetten murad hul'dur. Bundan sonra Teâlâ Hazretleri: "Kadını
yine boşarsa artık başka kocaya varmadıkça o adama helâl olmaz." buyurmuştur.
Cümleyi fa harfiyle bağlamıştır. Fa takib içindir. Fetih sahibi: "Hul'dan sonra
üç talâkın vâki olacağına nass budur." diyor. Bu sözün bir misli de Telvîh'den
naklen Dürer'dedir.
Hayreddin-i Remlî
Hâşiyelerinde şu ifade vardır: "Müştemi'lü'l-Ahkâm'da beyan edildiğine göre bâin
bâine lahîk olmaz. Yani lâfzan bâin demek istiyor. Manevî bâin ise lâfzî bâine
mülhak olur. Üç talâk böyledir. Bu Mebsûttan nakledilmiştir."
«Bâin talâk bâine
lahîk olmaz.» Lahîk olmayan bâinden murad kinâye lâfzıyla olandır. Çünkü talâk
yapmakta zâhir olmayan budur. Fetih'de de böyle denilmiştir. Lahîk olmayan diye
kayıdlaması ilk zikir ettiği bâinin kinâye ve sarîh lâfızlara eam ve şâmil
olduğuna işaret içindir. Sarîh, mal şartıyla boşamak gibi beynûnet ifade eden
sözdür. O zaman ikinci cümledeki yani "Bâin sarîha lahîk olur, bâine lahîk
olmaz." cümlesindeki sarîhten murad sadece ric'î sarîhtir, bâin sarîh değildir.
Bununla anlaşılır ki, şârihin evvela Fetih'tennaklettiği: "Sarîh niyete muhtaç
olmayan sözdür. Bu sözle vâki olan talâk bâin veya ric'î imiş fark etmez."
ifadesi birinci cümledeki sarîha mahsustur. Yani "Sarîh sarîha ve bâine
lahîktir." ifadesine mahsustur. Nitekim Fethü'l-Kadir'in burada zikrettiğimiz
ifadesi de bunu gösterir.
Buna şu iki fer'î
mesele de detâlet eder: Birincisi Kınye'de Özcendî'den naklen zikredilmiştir ki
şudur: "Bir adam karısını bin dirhem vermesi şartıyla boşar da kadın bunu kabul
ederse, sonra kadına iddeti içinde sen bâinsin derse talâk vâki olmaz." İkincisi
Hulâsa'da olup hul'un altıncı cinsindendir ve şudur: "Kadını mal karşılığında
boşar da sonra ona iddeti içinde hul' yaparsa sahih olmaz." Bu da bizim
söylediğimiz mânâda açıktır. Bununla Bahır sahibinin söylediği, Nehir sahibinin
de kendisine uyduğu istişkâl meselesi sâkıt olur. Bahır sahibi kendi anladığına
göre bu iki fer'î meseleyi müşkil görmüş, sarîhten murad sarîh bâine şâmil olan
sözdür diyerek ulemanın mal vermek şartıyla kadın boşamayı sarîh kabîlinden
saydıklarını, bâin sarîha lahîk olur dediklerini, binaenaleyh birinci fer'î
meselede talâkın vuku bulması gerektiğini, ikinci meselede de hul'un sahih
olmasını ileri sürmüş, sonra şunları söylemiştir: "Hul' sahih değildir demekten
muradın mal lâzım gelmez mânâsına alınmasından başka kurtuluşa çare yoktur. Buna
delil Hulâsa sahibinin bunun aksini açıklamasıdır ki, o da şudur: Kadını hul'dan
sonra mal karşılığında boşadığı zaman talâk vâki olur. Ama mal vermesi icab
etmez. Tabii bunların aralarında fark yoktur."
Ben derim ki: Böyle
bir zâtın bu sözleri söylemesi şaşılacak şeydir. Evvela ikinci cümledeki
sarîhten murad yalnız ric'î talâktır. Birinci cümledeki sarîh bunun hilâfınadır.
Bu izaha göre iki fer'î mesele arasında asla işkâl yoktur. Bilâkis her ikisi
bizim söylediklerimize delildir.
İkincisi: Onun
kurtuluşa çare dediği pek uzak bir ihtimaldir. Bilâkis kurtuluşa çare bizim
söylediklerimizdir.
Üçüncüsü: Bu fer'î
mesele ile aksinin arasında fark bulunmadığını iddia etmesi son derece
kapalıdır. Çünkü aralarında açık fark yardır. Kadını hul'dan sonra mal
mukabilinde boşarsa mal vermesi icab etmez. Çünkü mal vermek o adamın elinden
kurtulmak içindir. Bu ise yukarıda beyan ettiğimiz gibi hâsıl olmuştur. Hul'dan
önce mal mukabilinde boşarsa malın sâkıt olmasının hiç bir vechi yoktur. Çünkü
malı vermeden yapılan talâkla o adamın elinden kurtuluş hâsıl olamaz. Bilâkis
iddetin bitmesine bağlı kalır. Şu halde mal vermekle matlub hâsıl oldu demektir.
Mal vermekle matlub tehakkuk ettikten sonra bu iç ârız olan hul' ile bâtıl
olmaz. Bilâkis bizzat hul' bâtıl olur. Çünkü kurtuluş hul'dan önce hâsıl
olmuştur. Artık hul'un bir faydası kalmaz. Birçok zevatın ayaklarının kaydığı bu
makamı izah hususunda bana zâhir olan budur. Bunu ganimet bil! Çünkü bu, Allahu
Zülcelal'in yardımıyla bu kitaba mahsus olan şeyler cümlesindendir.
Sonra Sadru'ş-Şeria
üzerine yazılmış Ya'kubiyye hâşiyelerinde şunu gördüm: "Bir deulemanın sarîh
olmayan bâin sarîha lahîk olur, sözleri mutlak bırakılmamak gerekir. Çünkü bâin
olan sarîha lahîk olmaz. Birinci cümleden haber olmak ihtimali vardır. Nitekim
gizli değildir. Meğerki iki bâinin arasında fark olduğu iddia edilsin. O zaman
biri ile digerinden haber vermek sahih olmaz." Bu, Allah'a hamdolsun benim
anladığımın tâ kendisidir. Yani ikinci cümledeki sarîhtan murad sadece ric'î
sarîhtir.
Ya'kubiyye'nin:
"Meğerki iki bâinin arasında fark olduğu iddia edilsin." sözüne gelince: Evvela
yaptığımız izahattan anladın k,. bunların arasında fark yoktur. Bu hususta hiç
bir anlayış sahibinin şüphesi yoktur. Allahu a'lem.
METİN
Bâinin bâine lahîk
olamaması ikincinin birinciden haber yapılması mümkün olduğu vakittir. Meselâ:
Sen bâinsin bâinsin yahut seni bir talâkla bâin kıldım demesi böyledir, talâk
vâki olmaz. Çünkü ihbardır. Bunu inşâ saymak için bir zaruret yoktur. Seni diğer
bir bâinle ayırdım yahut sen boşsun bâinsin veya ben büyük beynûneti niyet ettim
demesi bunun hilâfınadır. Çünkü ikinci sözü ihbara yorumlamak imkânsızdır.
Binaenaleyh inşâ sayılır. Onun için de muallak dediği şeklide vâki olur.
İZAH
«İkincinin
birinciden haber yapılması mümkün olduğu vakittir.» Bahır sahibi diyor ki:
"Erkek karısını talâk-ı bâinle boşar da sonra ikinci bir talâkı niyet ederek
ona: Sen bâinsin derse niyetine göre ikinci talâkın vâki olması gerekir. Çünkü
talâkı niyet etmekle o söz haber olmaya yaramaz. Bu adam: Seni başka bir talâkla
bâin kıldım demiş gibi olur. Meğer ki şöyle denilsin: Talâkın vukuu ancak ona
elverişli bir sözle olur. O da başka sözüdür. Mücerred niyet etmesi bunun
hilâfınadır." Burada şöyle denilebilir: İkinci söz elverişlidir. Hatta elverişli
sözü "onun için muayyendir" tâbiriyle değiştirilse daha zâhir olur. T.
Ben derim ki:
Ulemanın imkân tâbirini kullanmaları ve: "İkinci sözü birinciden haber yapmak
mümkünse onu inşâ saymaya hâcet yoktur." demeleri bahsi aslından def eder. Çünkü
bu söz sen bâinsin sözüne uygundur. Şu da var ki bâin ancak niyetle vâki olur.
Binaenaleyh ulemanın: "Bâin bâine lahîk olmaz." sözlerindeki bâinden muradın
niyet edilen bâin olduğunda şüphe yoktur. Çünkü niyet edilmeyenle aslâ talâk
vâki olmaz. Ulema bununla birinci talâkı niyet etmesini şart koşmamışlardır. Şu
halde anlaşılıyor ki "Mümkün olduğu vakittir ilah..." sözleri haber yapmak
mümkün olmadığı suretten ihtiraz içindir. Nitekim seni başka bir talâkla bâin
kıldım sözünde haber yapmak mümkün değildir. Başka bir talâkı niyet etmesinden
ihtiraz değildir.
«İddetini bekle,
iddetini bekle demesine gelince.» Bu evvelce geçtiği vecihle sarîha mülhaktır.
Binaenaleyh buradakine aykırı değildir. Ulema onunla mükerrer talâk vâkiolduğunu
söylemişlerdir.
«Sen bâinsin
bâinsin.» ifadesi bazı nüshalarda böyle mükerrerdir. Bazılarında ise tekrarsız
olarak "sen bâinsin gibi" denilmiştir. En doğrusu budur. Çünkü maksad talâk-ı
bâinle boşanmış bir kadına talâk-ı bâin yapmayı temsildir. Şu da var ki
Tahtâvî'nin dediği gibi murad nahvin haberi değildir. Bilâkis ilk defa ağızdan
çıkanı haber vermektir. Hem bu bir mecliste olması lâzım îhamını verir. Halbuki
bu lâzım değildir.
«Seni bir talâkla
bâin kıldım.» cümlesi ikinci bâinin üzerine atfedilmiştir. H. Şârih bununla iki
sözün bir olması şart kılınmadığına işaret etmiştir. Binaenaleyh birincisinin
bâin kinâye yahut hul' veya mal karşılığında ise sarîh talâk sözü yahut bâin
olduğunu bildiren bir sıfatla mevsuf olması hallerine şâmildir. Nitekim evvelce
yaptığımız izahattan anlaşılmıştır. Yeterki ikinci hul' ve benzeri gibi niyete
bağlı bâin kinâyelerden olsun. Bu: Sen haramsın sözünde olduğu gibi aslı
itibariyle de olabilir. Ric'î talâk ifade eden kinâyeler bunun hilâfınadır.
Çünkü onlar sarîh hükmündedirler ve evvelce geçtiği vecihle bâine lahîk olurlar.
«Talâk vâki olmaz.»
Yani niyet etse bile olmaz. Çünkü Bahır'da Hâvî'den naklen bildirildiğine göre
talâkın kinâyeleriyle niyet etse bile bir şey vâki olmaz. T.
«Çünkü ihbardır.»
Yani ihbar sayılır. Zira ihbar saymak mümkündür. Seni diğer bir bâinle ayırdım.»
Yani kadını evvelâ bâin talâkla boşar da sonra iddeti içinde: Seni başka bir
talâkla ayırdım derse talâk vâki olur. Çünkü başka sözü birinciden haber yapmaya
elverişli değildir.
«Yahul sen boşsun
bâinsin demesi bunun hilâfınadır» Çünkü talâkın vukuu sen boşsun sözüyledir. Bu
söz sarîhtir. Bâin sözü hükümsüz kalır. Çünkü ona hâcet yoktur. Bâinden sonra
söylenen sarîh talâk sözü bâin olur. Bahır sahibinin Menâr şerhinde böyle
denilmiştir. Bu Bahır sahibinin Zahîre'den naklettiği ifadeyi işarettir. Orada
bu sözle bâin olarak boşanan bir kadına seni bir talâkla bâin kıldım demesi
arasında fark yapılmıştır. Şöyle ki: Bâin sözünü hükümsüz bırakırsak boşsun sözü
kalır ki, onunla talâk vâki olur. Seni bâin kıldım sözünü hükümsüz bırakırsak
bir talâkla sözü kalır ki, bu bir şey ifade etmez.
Ben derim ki: Lâkin
bu izaha göre cima' edilmeyen kadının talâkı bâbında arzettiğimiz: "Talâk ne
zaman bir sayı ile kayıdlanır veya vasıfla yahut masdarla vasıflanırsa vukuu o
kayıdla olur. Hatta sen boşsun der de üç sözünü söylemeden yahut bâin diyemeden
kadın ölürse talâk vâki olmaz." ifadesi müşkil kalır. Bu ifade ulemanın burada
vasfı hükümsüz bırakmak için ittifak etmelerine aykırıdır. Meğer ki şöyle cevap
verilmiş olsun: Burada onunla talâk vâki olmasının mu'teber sayılması sahih
değildir. Çünkü ondan önce beynunet geçmiştir. Bir de burada bâin vasıflanması
bile sarîhle vâki olur. Binaenaleyh az yukarıda gördüğün gibi vasfı hükümsüz
bırakmak teayyün eder. Burada başka bir işkâl kalır ki cevabıyla birlikte
Bahır'da zikredilmiştir.
«Veya ben büyük
beynuneti niyet ettim demesi bunun hilâfınadır.» Yani ikinci bâin sözüyle ben
büyük beynuneti niyet ettim derse bu talâk sayılır. Büyük beynunetten murad ağır
hörmettir ki, ondan sonra başka kocaya varmadıkça kadın ilk kocasına helâl
olamaz. Mutemed olan kavil budur. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir, Bazıları
talâk vâki olmadığını söylemiş: "Çünkü ağır kelimesi beynunetin sıfatıdır. Asıl
beynunet hakkında niyet hükümsüz kalınca vasfını isbat hakkında da hükümsüz
kalır. Muhît. Bu beynunet niyetinin hükümsüzlüğü hususunda açıktır."
demişlerdir. Bu ifadenin bir misli de biraz yukarıda Hâvî'den naklettiğimlizdir.
Binaenaleyh başka bir beynuneti niyet sahih değildir. Bahır sahibinin incelemesi
bunun hilâfınadır. Nitekim geçmişti. Dürer'de şöyle denilmiştir! "Ben derim ki
Bu kesin olarak şunu gösterir: Bir adam karısını bâin olarak boşar da sonra
iddet içinde: Sen üç defa boşsun derse üç talâk vâki olur. Çünkü galîz hörmet
üçü zikretmeden mücerred niyetle sâbit olunca, üçü açıkca söyIediği zaman sâbit
olması evleviyette kalır." Tamamı Dürer'de ve benzeri Ya'kubiyye'dedir.
METİN
Ancak bâin müneccez
olan bâinden önce şarta tâlik edilir veya muzaf olursa o zaman lahîk olur.
Meselâ şu haneye girersen sen bâinsin sözünü niyet ederek söyler de sonra kadını
talâk-ı bâinle boşar ve kadın haneye girerse ikinci defa bâin olur. Çünkü bu söz
ihbar olmaya elverişli değildir. Muzaf da bunun gibidir. Meselâ: Sen yarın
bâinsin der de sonra talâk-ı bâinle boşarsa, yarın geldiğinde bir talâk daha
vâki olur. Bahır'da Vehbâniyye'den naklen şöyle denilmiştir: "Sen bâinsin sözü
muallak olsun, müneccez olsun kinayedir ve niyete muhtaçtır. Şu haneye girersen
sen bâinsin dedikten sonra. Zeyd'le konuşursan sen bâinsin der de kadın o haneye
girer ve talâk-ı bâinle boş olursa, sonra Zeyd'le konuştuğunda bir talâk daha
boş düşer. Zahire.
"Bezzâziye'de de şu
ibâre vardır: "Şu işi yaparsam Allah'ın helâlı bana haram olsun der, sonra başka
biri için aynı sözü söyler de ikiden birini yaparsa kadın bâin olur. Kezâ
ikincisini yaparsa en uygun kavle göre yine boş düşer. Bellenmelidir. Musannıfın
müneccez olan bâinden önce diye kayıdlaması şundandır: Evvela kadını talâk-ı
bâinle boşar da sonra bâini izafe eder veya tâlik yaparsa, tencizi sahih
olmadığı gibi bu da sahih olmaz. Bedâyi.
İZAH
«Şarta tâlik edilir
ilah...» cümlesi karısıno îlâ yapıp dört ay geçmeden talâk-ı bâinle boşamasına,
sonra kadına yaklaşmadan müddet geçmesine yahut iddet içinde dört ayın geçmesi
haline şâmildir. Zira bu talâk vâkidir. İmam Züfer buna muhâliftir. Bahır.
«Müneccez olan
bâinden önce...» Buradaki öncelikte neden ihtiraz ettiğini şârih az ileride
söyleyecektir. İkinci talâkın müneccez (yürürlükte) olması kayıd değildir.
Birinci muallakvuku bulmazdan önce onu tâlik etse hüküm yine böyledir. Nitekim
şârih bunu da anlatacaktır.
«Niyet ederek...»
Çünkü kinâyedir. Kinâyede mutlaka niyet lâzımdır.
«İhbar olmaya
elverişli değildir.» Yani tâlik daha önce yapılmıştır. Binaenaleyh ondan haber
vermeye elverişli değildir. İzafet de öyledir. H.
«Muzaf da bunun
gibidir.» Evfa olan muzafın misâli demektir. Çünkü hükümde mumaselet yukarıda
geçen "yahut muzaf olarak" sözünden anlaşılmıştır. T.
«Şu haneye girersen
ilah...» cümlesi her iki talâkın muallak olmasını beyandır. Nitekim Bahır'da
bildirilmiştir.
«Kadın o haneye
girer ve talâk-ı bâinle boş olursa» cümlesindeki atıf edatıyla şârih, ikinci
tâlikin mutlaka birincisinin şartı bulunmadan önce yapılması lâzım geldiğine
işaret etmiştir. Çünkü kadın eve girerek boş olur da kocası ondan sonra Zeyd'le
konuşursan ilah... derse, kadın konuştuğunda talâk vâki olmaz. Çünkü birincinin
şartı ikinciyi tâlik etmeden bulunduğu için müneccez olur. Muallak talâk ancak
müneccez olan meydana gelmeden önce tâlik edilirse lahîk olur. Nitekim bunu
metinden anlamış bulunuyorsun. Zira adamın ikinci defa sen bâinsin sözü evvela
beynunetin sâbit olmasına sâdıktır. Binaenaleyh ikinci söz birinciye haber
olabilir. Bununla burada: "Şârihin sözü ikinci tâlik birincinin şartı
bulunduktan sonraya da, evvele de şâmildir." diye yapılan itiraz sâkıt olur.
Yine bu muterizin: "İkinciyi birinciye haber yapmanın imkânsızlığı muallak ile
muzafta da mevcuddur. İster tâlik veya izafet tencizden önce olsun, ister sonra
olsun. Binaenaleyh fark olmamak icab eder. Velevki ulemanın sözleri müneccez
talâkı icab etmezden önce şarttır diye ittifak halinde olsun" şeklindeki itirazı
sâkıttır. Zira müneccez talâktan sonra yapılan tâliktaki ikinci beynunet evvel
sâbit olan müneccez talâktan haber olabilir. Ondan önceki bunun hilâfınadır.
Binaenaleyh vecih ulemanın söyledikleridir.
«Sonra Zeyd'le
konuştugunda bir talâk daha boş düşer.» Kadın bunun aksini yapsa yani evvela
Zeyd'le konuşarak sonra haneye girse zâhire göre hüküm yine böyledir. Zira illet
mevcuddur. O adamın her iki tâliki yaptığı anda kadın boş değildir. H.
«Kezâ ikincisini
yaparsa» sözüyle şârih diğerini kasdetmiştir, tertibi kasdetmemiştir. Buna delil
ikiden birini demesidir. H.
METİN
Bezzâziye'nin şu
sözü müstesnadır: "Benim her karım boş olsun derse hul' yaptığı kadına talâk
vâki olmaz. Şu işi yaparsam karım şöyle olsun derse talâk-ı bâin iddeti bekleyen
karısı boş düşmez." Bunların hepsini şu beytler toplar: "Hepsini yürürlüğe koy.
Yalnız misliyle beraber bâini koyma. Meğerki onu önceden tâlik etmiş olasın.
Yalnız hul' yaptığı her kadınmüstesna, Hul'dan sonra sarîhi ilhak et."
İZAH
«Müstesnadır
ilah...» Yani ulemanın: "Sarih talâk bâine lahîk olur." sözünden müstesnadır.
Biliyorsun ki bu iki surette talâkın vâki olmaması kadın sözü bâin iddeti
bekleyene şâmil olmadığı içindir. Hatta kadın sözünü anmazsa talâk vâki olur.
Nehir sahibi diyor ki: "Mesûdî şerhi Mansûri'de bildirildiğine göre hul'
yapılmış kadına iddet beklerken sarîh talâk lahîk olur." H. Bunun hâsılı şudur:
Talâk vâki olmaması her vecihle karısı olmadığı içindir. O kadına bu adamın
muhteliası ve mubânesi denilir. Velevki nikâhın eseri olan iddet bâki olsun.
Hatta kadına hitap veya işaretle izafe ederse sarîh talâk lahîk olur. Kezâ
talâkla kadını niyet ederse hüküm yine budur. Nitekim bunu Hâkim Kâfî'sinde
açıklamıştır. Bir misli de Zahîre'dedir. Orada şöyle denilmiştir: "Benim her
karım ifadesinde hul' ve îlâ suretiyle kendisinden ayrılan karısı dahil
değildir. Meğerki onu tâyin etsin. Yani niyet etmezse o kadın ecnebî hükmünde
olur. Ona bu adamın karısı denilmez.
Onun içindir ki
Zâhîdî'nin Hâvî'sinde şöyle denilmiştir: "Bir adam karısına: Sen bir defa boşsun
der de sonra: Eğer benim karımsan sen üç defa boşsun derse, ilk talâk bâin
olduğu takdirde ikincisi vâki olmaz. İlk talâk ric'î ise ikincisi vâki olur."
Lâkin bu izaha göre Bahır sahibinin Muhît'ten naklen tâlik bâbındaki şu sözü
müşkil kalır: "Bir adam karısının şu haneden çıkmamasına yemin eder de
arkacığından kadını boşar ve iddeti bittikten sonra kadın çıkarsa yemini
bozulur. Kezâ bu adam: Ben karımı öpersem kölem hür olsun der de bâin olarak
boşadıktan sonra öperse hüküm yine budur. Çünkü izafet takyid için değil tarif
içindir." Yani üzerine yemin ettiği kadının zâtını tâyin içindir. Yoksa onun
kendi karısı olduğunu kayıdlamak için değildir. Kadın sözü beynunetten ve iddet
bittikten sonra halen o kadına şâmil olursa iddet devam ettiği müddetçe
evleviyetle meselemizde olduğu gibidir. Şöyle de cevap verilebilir: Muallakta
mu'teber olan şartın vücudu hali değil tâlik halidir. Talâkı tâlik ederken ise
kadın her vecihte onun karısı idi. Onun için müneccez olan bâin meydana gelmeden
önce muallak bâin vâki olur. Nasılki yukarıda geçti. Bu meseleyi inşaallah tâlik
bâbında: "Milkin elden gitmesi yemini ibtal etmez."dediği yerde tahkîk edeceğiz.
«Bunların hepsini»
yani lahîk olan suretleri ve müstesnatarını şu beytler toplar. T.
«Yalnız misliyle
beraber bâini koyma.» Buradaki beraber kelimesi sonra mânâsına kullanılmıştır.
Yani kendi mislinden sonra gelen bâini yürürlüge koyma demektir. Buradaki atıf
mânâ itibariyle istisna gibidir. Sanki şöyle demiştir: "Hepsini yürürlüğe koy.
Yalnız kendi mislinden sonra gelen bâini yürürlüğe koyma!"
«Meğerki onu
önceden tâlik etmiş olasın.» cümlesi istisna mesabesindeki atıftan istisnadır.
Yani bâinden sonra bâine cevaz verme. Meğerki mislinden sonra gelen bâini ondan
önce tâlik yapmış olasın. Beyttekt ta'kîd gözden kaçmamaktadır.
«Yalnız hul'
yaptığı her kadın müstesna.» Bu cümleyle bundan önceki cümle "Hepsini yürürlüğe
koy." cümlesinden iki istisnadır. Bâinden sonra bâin çıkarılınca sarihten
sonraki bâin ile sarîhten sonraki sarîh ve bâinden sonraki sarîh kalır. İşte bu
son cümle itibariyle Bezzâziye'deki: "Benim her karım boş olsun." sözünden
istisna yapmıştır. Bu adamın hul' yaptığı bir karısı da varmış demektir. Çünkü
hul' bâine lahîk olan sarîhtir. Bu vâki olmamıştır. Yani hul'dan sonraki sarîh
ilhak edilmiştir demektir. H.
METİN
Her vecihle fesh
sayılan müslüman olmak, dinden dönerek dar-ı harbe kaçmak, bülûğ ve âzâd
muhayyerliği gibi ayrılıkların iddetinde mutlak surette talâk vâki olmaz. Fakat
talâk sayılan her ayrılmanın iddetinde talâk vâki olur. Bu, beyan ettiğimiz
vecihledir.
İZAH
«Her vecihle fesh
sayılan ayrılık ilah...» sözüyle musannıf sarîhin sarîha lahîk olması
meselesinin ancak talâkda olacağını anlatmak istemiştir. Feshde bu olmaz.
«Müslüman olmak»
yani karısı mecûsî olup müslümanlığı kabul etmezse, kocası müslüman olduğu vakit
yahut harbî bir kimsenin karısı müslüman olup İslâm diyarına hicret ettiği vakit
iddet esnasında talâk yoktur. Salhânî'nin elyazısı ile böyle tesbit edilmiştir.
Fetih'de ise talâk bahsinin başında şöyle denilmiştir: "Karı-kocadan biri esir
edildiği vakit kocasının o kadını talâkı vâki olmaz. Kezâ karı-kocadan biri
müslüman veya zımmî olarak İslâm diyarına hicret ederse yahut her ikisi
pasaportla gelirler de biri müslüman yahut zımmî olursa kadın üç hayız görünceye
kadar o adamın karısıdır. Ondan sonra talâksız ayrılma vâki olur. Erkeğin o
kadına yaptığı talâkı vâki değildir." Sonra sözüne şöyle devam etmiştir: "Zımmî
karı-kocadan biri müslüman olur da öteki kabul etmediği için araları ayrılırsa
erkeğin o kadını talâkı vâki olur. Velevki müslümanlığı kabul etmeyen kadın
olsun. Velevki kadın mecûsî olsun. Bununla karı-kocadan biri müslüman olursa
kocasının talâkı vâki olmaz sözü bozulur."
Ben derim ki: Bu
söz Bezzâziye'nin: "Karı-kocadan biri müslüman olduğu vakit kocasının talâkı
vâki olmaz." ifadesini reddetmektedir. Şârih de ona uymuştur. Lâkin Hayreddin-i
Remlî'nin beyan ettiğine göre Bezzâziye'nin ifadesi harbîlerin talâkı
hakkındadır. Bu izaha göre galiba müslüman olursa sözü esir edilirse ifadesinden
bozulmuş olacaktır. Düşün! Müslümanlığı kabulden çekinme meselesi musannıfın
ifadesine vârid bir itirazdır. Çünkü o feshtir. Fakat onda talâk lahîk olur.
«Dinden dönerek
dar-ı harbe kaçmak» yani dinden dönerek dar-ı harbe kaçar da karısını boşarsa
talâkı vâki olmaz. Müslüman olarak geri döner de kadını iddeti içinde boşarsa
talâk'ıvâki olur. Dinden dönen kadın dar-ı harbe kaçar da kocası onu boşarsa,
sonra hayız görmeden müslüman olarak geri dönerse İmam-ı Azam'a göre talâkı vâki
olmaz, İmameyn'e göre olur. Hâniyye. Dar-ı harbe kaçarsa diye kayıdlaması
kaçmadan talâkı vâki olduğu içindir. Çünkü hörmet ebedî değildir. Müslüman
olmakla ortadan kalkar. Fetih. Bu meselenin tamamı kâfirin nikâhı bâbında
geçmişti. Zahîre'de şöyle denilmiştir: "Kadın dinden döner de dar-ı harbe
kaçmazsa kocası onu iddet içinde boşadığı takdirde talâk vâki olur. Ama hul'
yapmışsa talâk vâki olmaz. Çünkü kadın dinden dönmekle bâin olmuştur. Talâk-ı
bâinle boşanan kadına sarîh talâk lahîk olur, fakat hul' yapılana olmaz."
Şübhesiz dinden dönmekle kocasından ayrılmak feshtir. Velevki dar-ı harbe
kaçmasın. Bu itiraz dahi musannıfa vâriddir.
«Bülûğ ve âzâd
muhayyerliği...» Hörmet-i musahare ile birbirinden ayrılmak da böyledir. Meselâ
kocasının oğlunu öperse ebedi olduğu için talâkın bir faydası kalmaz. Nitekim
Fetih'de talâk bahsinin başında izah edilmişti. Başka bir yerinde açıklandığına
göre ilân sebebiyle vâki olan ayrılmada talâk vâki olmaz. Çünkü o da ebedî
hörmettir.
Ben derim ki: Bunun
bir misli de radâ' sebebiyle ayrılmaktır. Yine orada açıklandığına göre kefaet
bulunmadığı ve mehir noksanlığı gibi sebeblerle yapılan feshde dahi talâk vâki
olmaz. Zahîre'de dahi kadın kocasına mâlik olursa onu satmadan veya âzâd etmeden
kocası onu boşarsa talâk lahîk olmayacağı fakat kadın iddeti içinde onu
milkinden çıkarırsa talâkının vâki olacağı zikredilmiştir. Çünkü kocası onun
kölesi olduğu müddetçe kadının onda nafaka ve mesken hakkı yoktur. Binaenaleyh
talâkı da vâki olur.
«Mutlak surette»
yani sarih olsun kinâye olsun talâk vâki olur. H.
«Fakat talâk
sayılan her ayrılmanın» îlâ, liân, âlet kesikliği ve kalkınamamazlık
sebebleriyle ayrılmalarda olduğu gibi iddeti içinde talâk vâki olur. Zahîre'de
açıklandığına göre liân iddeti bekleyen kadına talâk yapılabilir. Bu söz az
yukarıda Fetih'den naklettiğimize aykırıdır. Hem liân sebebiyle ayrılmak fesh
değil talâkdır. Lâkin müebbed hörmettir diye ta'lilde bulunması onun söylediğini
tercih ettirir. Ama bâbında görüleceği vecihle bu hörmet karı-koca liâna ehil
oldukları müddetçe müebbeddir. Her ikisi yahut birisi liâna ehil olmaktan
çıkarsa o kadını nikâh edebilir. Kezâ kocası kendini yalanlarsa ona had vurulur
ve o kadınla evlenebilir.
«Bu, beyan
ettiğimiz vecihledir.» Yani sarîh talâk sarîha lahîk olur ilah... H.
METİN
FER'İ MESELELER:
Talâk ancak talâk iddeti bekleyen kadına lahîk olur. Cima' iddeti bekleyen
kadına lahîk olmaz. Hulâsa. Kınye'de: "Bir adam karısını başkasıyla evlendirse
talâk sayılmaz." denilmiş; sonra başka bir kitaba nisbetini işaretle: "Niyet
ederse kadın boş düşer." denilmiştir. Git, evlen sözleriyle niyetsiz bir talâk
vâki olur. Cehenneme kadar git, sözüyle niyet ederse talâk vâki olur. Hulâsa.
Kezâ benden git, felah bul ve nikâhı feshettimsözleriyle sen bana ölü eti
gibisin yahut domuz eti gibisin veya su gibi haramsın sözleri de böyledir. Çünkü
bunlar sür'ata teşbihtir. Dört yol sana açıktır sözüyle hangi yolu istersen onu
tut demedikçe niyet etse bile talâk vâki olmaz.
İZAH
«Talâk ancak talâk
iddeti bekleyen kadına lahîk olur.» Fetih, sahibi bu söze talâk bahsinin başında
itiraz etmiş, efradını cami olmadığını söylemiştir. Çünkü iddet bazen talâk ve
cima' olmadan dahi tehakkuk eder. Meselâ mücerred halvette bulunduktan sonra
muhayyerlikle fesh ârız olursa iddet vardır. Ancak buna şöyle cevap verilebilir:
Halvet cima'a mülhaktır. Sonra bu fesh iddetinde talâk vâki olmamasını
gerektirir. Halbuki bu da karı-kocadan birinin müslüman olmasıyla bozulur. Zira
diğeri müslümanlıktan çekinirse talâkı vâki olur. Halbuki buradaki ayrılık
feshtir. Bir de şununla bozulur: Karı-kocadan biri dinden dönerse talâkı
vâkîdir. Halbuki kocanın dinden dönmesiyle birbirlerinden ayrılmaları feshtir.
İmam Ebû Yusuf buna muhâliftir. Kadının dinden dönmesiyle dahi bilittifak talâkı
vâkidir. Bu nakz itirazı kitabımızın metninde de vâriddir. Netice şudur: Talâk
talâktan hâsıl olan ayrılma iddetinde veya müslümanlığı kabul etmeme yahut dar-ı
harbe kaçmaksızın dinden dönme iddetlerinde lahîk olur. Ben bunu şu sözümle
nazma çektim:
"Talâk, talâk
ayrılığı ile İslâm'dan kaçınma ve dar-ı harbe kaçmaksızın dinden dönme
iddetlerinde lahîk olur."
«Cima' iddeti
bekleyen kadına lahîk olmaz.» "Misâli şudur: Bir adam karısını talâk-ı bâinle
boşar veya hul' yaparsa sonra iddetinden meselâ iki hayız zamanı geçer de haram
olduğunu bittiği halde onunla cima'da bulunursa kadına ikinci bir iddet lâzım
gelir ve iddetler birbirinin içine girer. Kadın üçüncü hayzını gördümü bu her
iki iddetten sayılır. İkinciyi tamamlamak için iki hayız daha beklemesi lâzım
gelir. Kadını son iki hayızda boşarsa talâkı vâki olmaz. Çünkü bu iddet talâk
iddeti değil cima' iddetidir. Bunu Zahîre sahibi söylemiştir.
«Niyet ederse kadın
boş düşer.» Bunun vechi şu olsa gerektir: Bu adamın: "Sana karım fülaneyi tezvic
ettim." sözü "şayet seninle evlendirmek sahih olursa" takdirinde yahut "çünkü o
benden boştur" takdirinde olabilir. Boşamayı niyet ederse bu teayyün eder ve
kadın boş düzer.
«Niyetsiz bir talâk
vâki olur.» Çünkü evlen demesi bir karinedir. Bununla üç talâkı niyet ederse üç
olur. Bezzâziye. Kaadîhân'ın Câmi-i Sağîr şerhindeki sözü buna muhâliftir. O
şöyle demiştir: "Kocası git ve evlen der de bununla talâkı niyet etmediğini
söylerse bir şey vâki olmaz. Çünkü bu sözün mânâsı elinden gelirse yap demektir.
Halbuki evlen sözü de git emri gibi bir kinâyedir. Binaenaleyh niyete muhtaçtır.
Şu halde git sözüyle beraber talâkı murad ettiğine nasıl karine olabilir. Hem de
ondan sonra zikredilmiştir. Karinenin mutlakaönce söylenmesi gerekir. Nitekim üç
defa iddetini bekle sözünü izah ederken geçmişti. Binaenaleyh en münasibi Câmi-i
Sağîr şerhinin ifadesidir. Zahîre'nin ifadesi de onu te'yid eder. Orada: "Git ve
evlen sözüyle ancak niyet bulunursa talâk vâki olur. Talâkı niyet ederse bir
talâk-ı bâin, üçü niyet ederse üç talâk vâki olur." denilmiştir.
«Felah bul...»
Bedâyi'de zikredildiğine göre İmam Muhammed şöyle demiştir: "Bir kimse karısına
talâkı niyet ederek felah bul derse talâk vâki olur. Çünkü bu söz git mânâsına
gelir. Araplar eflaha bihayrin derler. Hayırla gitti demektir. Ama bu kelimenin
muradına er mânâsına gelmesi de muhtemeldir. Eflaha erracül derler. Muradına
erdi demektir." Bahır.
«Sen bana ölü eti
gibisin.» Yani bu sözle talâkı niyet ederse olur. Maksat şarap, domuz ve öIü eti
gibi ayn'ı haram olan şeylere benzetmektir. Bu hususta hüküm "sen bana haramsın"
ifadesinin hükmü gibidir. "Sen bana fülancanın eşyası gibisin" demesi bunun
hilâfınadır. Böyle derse niyet etse bile talâk vâki olmaz. Bunu Zahîre sahibi
söylemiştir. Çünkü fülancanın eşyasının ayn'ı haram değildir. Bu sözü, "sen bana
haramsın" mânâsına almak mütekaddimin ulemanın mezhebidir ki, onunla talâk vâki
olması niyete bağlıdır.
«Çünkü bunlar
sür'ata teşbihtir.» Daha doğrusu sür'at hususunda teşbihtir. Sanki sen su nasıl
sür'atla akarsa onun gibi sür'atla haramsın demiş gibidir. Evvelce geçmişti ki,
sen haramsın sözü sariha mülhaktır, niyete ihtiyacı yoktur. İhtimal bu söz
müftabih olmayan kavle göredir. T.
Ben derim ki: Böyle
olduğu teayyün etmiştir.
"Hangi yolu
istersen onu tut demedikçe..." Yani niyet ederse Esed'in İmam Muhammed'den
rivayetine göre üç talâk vâki olur. İbn-i Selâm: "Korkarım üç talâk vâki olur.
Çünkü halkın sözlerinin mânâları budur." demiştir. Galiba "Halk böyle sözlerle
dört yolu tut." mânâsını kasdeder demek istemiştir. Yoksa söze bakılırsa o dört
yoldan birini tutmayı emretmektedir. En münasibi bir talâk-ı bâin vâki olmaktır.
Fetih. Allahu a'lem.