04 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...SARİH BÂBI

SARİH BÂBI

METİN
Talâkın sarîhi yalnız talâkla kullanılan kelimelerdir. Velevki Farsça olsun. "seni tatlik ettim, sen boşsun ve sen mutallakasın." gibi sözler bu kabildendir. Kadına hitabı kaydetmesi şundandır: Zira "Dışarı çıkarsan talâk vâki olur."; yahut "Benim iznim olmaksızın çıkma. Çünkü ben talâka yemin ettim." der de kadın çıkarsa talâk vâki olmaz. Çünkü kadına izafeti terk etmiştir.
İZAH
Musannıf nefs-i talâkı ve talâkın sünnî ve bid'î diye yapılan ilk taksimiyle bu külliyatın bazı hükümlerini daha önce zikretti. Şimdi de talâkın bazı cüz'iyyatını kadına ve kadının bir cüzüne izafe ederek, yapılan talâk ile bu cüz'iyyatın sarih ve kinayelerinin hükümlerini beyan ediyor. Binaenaleyh bu icmalden sonra gelen tafsilât gibidir.
«Yalnız talâkta kullanılan kelimelerdir.» Yani ekseriyetle yalnız talâkta kullanılırlar. Nitekim Bahır sahibinin sözü de bunu ifade etmektedir. Tahrir'de sarih: "Şer'i hükmü niyetsiz sabit olan şeydir." diye tarif edilmiştir. Şeyden murad: sözdür yahut söz yerini tutan okunaklı yazı veya anlaşılır işarettir. Şu halde kadına üç taş atmakla yahut saçlarını tıraş etmesini emretmekle kadın boş düşmez. Velevki taş atmakla ve tıraş olmakla talâkı kasdetsin. Çünkü talâkın rüknü sözdür yahut yukarıda geçtiği vecihle söz yerini tutan şeylerdir.
«Velevki Farsça olsun.» Binaenaleyh Farsçada yalnız talâkta kullanılan kelimeler sarih sözlerdir. Onlarla niyetsiz talâk vâki olur. Hem talâkta hem başkasında kullanılanların hükmü ise, bütün ahkâmda Arapça'nın kinayelerinin hükmü gibidir. Bahır. Hayreddin-i Remli'nin Bahır hâşiyesinde Camiu'l-fusuleyn'den naklen bildirildiğine göre, bir adam Farsça bir söz söyler de bu söz, "Şöyle yaparsam seninle benim aramızda şeriatın kelimesi câri olsun." manâsına gelirse, bununla talâka yemin sahih olmak gerekir. Çünkü bu söz Acemler arasında yemin hususunda âdettir.
Ben derim ki: Lâkin Nûru'l-Ayn sahibinin beyan ettiğine göre zâhir olan, bununla yeminin sahih olmamasıdır. Çünkü Bezzâziye'de elfâzı küfür bahsinde bildirildiğine göre, Şirvan köylerinde bir kimse, "Ben her ne zaman şöyle yaparsam şöyle olsun." diyerek yemin ederse, üç muallâk talâk olur, şeklinde şöhret bulmuştur. Ama bu bâtıldır. Avam taifesinin saçmalarındandır.
T E M B İ H : Şurunbulâliyye'de şöyle denilmiştir: «Türk diliyle, "sen boş" yahut "sen boş ol!" diyerek yapılan talâk, maksada göre ric'î midir, bâin midir diye sual vâki oldu. Çünkü bu sözün mânâsı, kof veya boş demektir. Araştırılmalıdır.»
Ben derim ki: Hayreddin-i Remlî'nin talebesi Rahîmi ric'î talâk olacağına fetva vermiş ve; "Nitekim Şeyhülislâm Ebussuud bununla fetva vermiştir." demiştir. Bizim üstadlarımızınüstadı Türkmânî de dâr-ı saltanat müftüsü Ali Efendi Fetevâ'sından ve Hâmidiyye'den bunun mislini nakletmiştir.
«Çünkü kadına izafeti terk etmiştir.» Yani kadına mânevi izafeti terk etmiştir. Zira şart odur. Hitap da izafet-i mâneviyedendir. İşaret de öyledir. "Şu kadın boştur" gibi. Keza "karım boştur, Zeynep de boştur" gibi sözler de böyledir. H.
Ben derim ki: Şârihin zikrettiği ta'lilin aslı Bahır sahibine aittir. O da bunu Bezzâziye'nin yeminler bahsindeki şu sözünden almıştır: «Bir adam karısına; benim iznim olmaksızın bu hâneden çıkma. Çünkü ben talâka yemin ettim, der de kadın dışarı çıkarsa talâk vâki olmaz. Çünkü kadının talâkına yemin ettiğini söylememiştir. Başkasının talâkına yemin etmiş olması ihtimali vardır. Binaenaleyh söz adamındır.» Bu ifadenin bir misli de Hâniyye'dedir. Ama bundan çıkarılan hüküm söz götürür. Çünkü Bezzâziye'nin sözünün mefhumu şudur: O adam karısının talâkına yemin etmek isterse talâk vâki olur. Çünkü bu sözü başkasının talâkına sarfetme hakkı kendisine verilmiştir. Şârihin Bahır sahibine uyarak yaptığı ta'lilin mefhumu ise, asla talâk vâki olmamaktır. Çünkü izafet şartı yoktur. Halbuki kadını boşamak istese izafet mevcut olur ve, "Çünkü ben senden talâka yemin ettim yahut senin talâkına yemin ettim." mânâsına gelir. Erkeğin sözünde izafetin açık olması lâzım değildir. Çünkü Bahır'da şöyle denilmektedir: «Bir adam boş olsun der de kimi kasdettin diye sorulduğunda karımı cevabını verirse, karısı boş düşer.»
Şu da var ki, Kınye sahibi Bürhan'a nisbet ederek şunu söylemiştir:«Bir adamı bir cemaat şarap içmeye dâvet eder de adam ben talâka yemin ettim; ben içemem cevabını verir ve bunda yalan söylerse, sonra içtiği takdirde karısı boş düşer. Tûhfe sahibi diyaneten boş düşmez demiştir.» Tuhfe'nin sözü öncekine muhalif değildir. Çünkü murad, sade kazaen boş düşer demektir. Yukarıda geçmişti ki, bir adam yalandan talâkı haber verirse, diyaneten talâk vâki olmaz. Şakadan söyleyen bunun hilâfınadır.
Bu gösterir ki, talâkı açıktan kadına izafe etmese de talâk vâkidir. Evet, bu sözü, "Ben başkasının talâkına yemin etmeyi murad ettim" demediğine yorumlamak mümkündür. O zaman Bezzâziye'nin ifadesine muhalif olmaz. Bunu Bahır'ın şu sözü de te'yid eder: «Bir adam; bir kadın boştur yahut bir kadın üç defa boş oldu diye söyler de ben kendi karımı kasdetmedim derse tasdik olunur.» Bundan anlaşılır ki, böyle demezse karısı boş düşer. Çünkü âdet şudur: Karısı olan bir adam ancak onun talâkına yemin eder, başkasının talâkına yemin etmez. Binaenaleyh, "Ben talâka yemin ettim" sözü, başkasını kasdetmedikçe karısına sarfedilir. Zira sözü buna ihtimallidir. Kadının ismini yahut babasının veya anasının yahut çocuğunun ismini zikretmesi ve, "Amra boş olsun". yahut "filan adamın kızı", yahut "filan kadının kızı" veya "filanın annesi boş olsun" demesi bunun hilâfınadır. Zira ulema bukadının boş olduğunu açıklamışlardır. Burada o adam, "Ben karımı kasdetmedim" derse, karısı söylediği gibi olduğu takdirde kazaen tasdik edilmez. Nitekim kinayeler bahsinden az önce gelecektir. Musannıf yakında zikredecektir ki, çok kullanılan sözlerden bazıları da, "Talâk bana lâzım gelir, haram bana lâzım gelir, üzerime talâk lâzım gelsin ve üzerime haram lâzım gelsin..." sözleridir. Binaenaleyh örf olduğu için niyetsiz talâk vuku bulur ilh... Ulema bu gibi sözlerle talâkın vâki olduğunu söylemişlerdir. Halbuki bunların hiçbirinde açık olarak talâkı kadına izafe yoktur. Bu da Kınye'nin ifadesini te'yid eder. Zâhirine bakılırsa o adam. "Örften dolayı karısını murad etmemiştir." iddiasında tasdik edilmez. Allahu a'lem.
METİN
Bunlarla, yani bu sözlerle ve bunların mânâsındaki sarîh sözlerle bir talâk-ı ric'î vâki olur. Bunlarda talâğ, telâğ ve telâk yahut t, I, k veya talâkbaş gibi sözler de bilenle bilmeyen arasında fark yapılmaksızın dahildir. Ben bunu korkutmak için söyledim demesi de kazaen tasdik edilmez. Meğerki böyle yapacağına önceden şahit getirmiş olsun. Bununla fetva verilir. O adama; sen karını boşadın mı diye sorulur da evet yahut belâ diye cevap verirse, karısı boş düşer. Bahır,
İZAH
«Ve bunların mânâsındaki sarih sözlerle...» Yani aşağıda söyleyeceği, "boş ol veya mutallaka" gibi sözlerle, keza daha ziyade hâl mânâsında kullanılan, "seni boşadım" gibi sözlerle bir talâk-ı ric'î vâki olur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Zamanımızda âdet olan, "boş oluyorsun" sözü ile, "talâkını al" sözü; kadının da aldım demesi dahi bu kabildendir. Bu sözle niyet şart koşulmaksızın talâk vâki olduğu sahihlenmiştir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Bahır'da; "Senin talâkını diledim, talâkına razı oldum." gibi sözler de bu kabildendir denilmişse de, burada hilâf vardır. Zeylâî'nin kesinlikle ifade ettiğine göre bunların her ikisinde mutlaka niyet lâzımdır. Nitekim Hayreddin-i Remlî de böyle demiştir. Yani bunlar kinayedir. Çünkü sarîh söz niyetle muhtaç değildir. Yine Bahır'da, "Tâlâkını sana bağışladım, talâkını sana tefdi ettim ve talâkını sana rehin ettim gibi sözler dahi bu kabildendir." denilmişse de, şârih bunlarla talâkın vâki olmadığının sahihlendiğini söyleyecektir.
«Sen talâksın.» sözüne gelince: Bu söz, zikredilenler mânâsında değildir. Çünkü bundan murad, bununla bir talâk-ı ric'î vâki olur. Velevki hilâfını niyet etsin demektir. Nitekim musannıf bunu açıklamıştır. "Sen talâksın" sözünde üçü niyet etmek de sahih olur. Nitekim musannıf onun akabinde bunu söylemiştir.
«Sen filaneden daha boşsun.» sözüne gelince: Nehir'de Valvalciyye'den naklen bunun kinaye olduğu bildirilmiş ve şöyle denilmiştir: «Bu söz, kadının, filan karısını boşamışdemesine cevaben söylenirse talâk vâki olur. Ama diyaneten olmaz. Nitekim Hulâsa'da bildirilmiştir. Çünkü hâlîn delâleti niyet yerine geçer. Hattâ geçmemiş olsa talâk ancak niyeti» olur.»
Talâğ, telâğ ilh...» Bahır sahibi diyor ki: «Yanlış telâffuz edilen sözler de sarîh kısmındandır. Bunlar beştir.»
«T, l, k...» Buradakinin zâhirinden ve Fetih ile Bahır'da dahi mislinin zikredilmesinden anlaşılıyor ki, maksat hece harflerinin müsemmalarını söylemektir. Zâhire göre bunlarla isimlerinin arasında fark yoktur. Zahîre'nin köle âzâdı bahsinde İmam Ebû Yusuf'tan naklen; "Bir kimse cariyesine elif, nun, ta, ha, ra, ha derse (Bu harfler bitiştiği takdirde. 'entihurratün'. 'sen hürsün' sözü meydana gelir.) yahut karısına elif, nun, te, ta, elif, lam, kaf ('entitalikun'. 'sen boşsun' sözü meydana gelir.) der de karısının boş olmasını, cariyesinin âzâdlığını niyet ederse, karısı boş, cariyesi de âzâd olur. Bu kinaye, mesabesindedir. Çünkü bu harflerden açık kelime mânâları anlaşılır. Yalnız bu şekilde kullanılmazlar. Binaenaleyh niyete muhtaç olmak hususunda kinaye gibidirler." denilmiştir.
Sen biliyorsun ki, niyete muhtaç olunca, burada zikredilmesi münasip değildir. Çünkü sözümüz ric'î talâkın neyle olacağı hususundadır. Velev ki niyet etmesin, Şârih dahi bir sahife sonra bunların niyete muhtaç olduğunu açıklayacaktır. Kinayeler bâbında dahi zikredecektir. Bunu biz de talâk bahsinin başında Fetih'ten naklen arzetmiştik. Bahır'da, şöyle denilmektedir: «Hece harflerini söylemekle, meselâ 'sen t, I, k' demekle; ve keza erkeğe karını boşadın mı diye soruldukta, n, a, m; yahut b, I, y, diye hece harfleriyle cevap verirse konuşmasa bile talâk vâki olur. Hâniyye sahibi bunu mutlak bırakmış; niyeti şart koşmamıştır. Bedâyi sahibi ise niyeti şart koşmuştur.»
Ben derim ki: Şart olduğunu açıklamamak şart olmaya aykırı değildir. Şu da var ki, Hâniyye'deki ibare meselenin sözle sorulup cevabın hece harfleriyle verilmesine aittir ki, bu da cevap istediğine bir karinedir. Binaenaleyh niyetsiz olarak talâk vâkidir. Adamın baştan hece harfleriyle sen boşsun demesi bunun hilâfınadır.
"Talâkbaş" Fârisî bir kelimedir. Zahîre sahibi diyor ki: «Kadına, "seh-talâkbaş" yahut "betalâkbaş" dese niyet hakem kılınır. İmam Zahîruddin bu üç surette niyetsiz talâk vâki olduğuna fetva verirmiş.»
«Ben bunu...» Yani yanlış telâffuzu kadını korkutmak için boşamaya niyetim yokken söyledim. derse kazaen tasdik edilmez.
«Sen karını boşadın mı?» Kezâ, "sen karını boşadın değil mi?» denilse, Fetih sahibinin incelemesine göre örfen belâ' yahut neam diye cevap vermesi arasında fark yoktur. Kadın boş düşer. Nitekim bu bâbın sonundaki fer'î meselelerde gelecektir.
«Karısı boş düşer.» Yukarıda anlattığımız vecihle, niyetsiz olarak kadın bir talâk-ı ric'î ile boş düşer. Yani talâkı bâin yapacak bir karine bulunmazsa talâk ric'î olur. Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «(Sarih iki nev'idir. Ric'î sarîh, bâin sarih. Ric'î sarih: Hakikaten zifaf olduktan sonra karşılıksız olmak şartıyla, bir de nassan veya işareten üç adedi bulunmamak ve bâin olduğunu bildirecek bir sıfatla mevsuf olmamak veya atıfsız bâin olduğunu bildirmemek, sayı ile veya bâin olduğuna delâlet edecek sıfatla benzetme yapmamak şartıyla talâk harfleriyle yapılır. Ric'î bâin: Bunun hilâfınadır ki, ayrılık ifade eden harflerle ve yine talâk harfleriyle yapılır. Lâkin hakikaten zifaftan öncedir yahut zifaftan sonra olup nassan yahut işareten üç adediyle beraberdir veya ayrılık bildiren bir sıfatla mevsuftur yahut atıfsız ayrılık bildirir veya ayrılığa delâlet eden bir sayı yahut sıfata benzetilir.»
Bu kayıtlarla neden ihtiraz ettiği musannıfın bâbın sonunda zikredeceği sözlerden anlaşılacaktır. Orada, "Parmaklarıyla işaret ederek sen şöyle boşsun derse, üç talâk vâki olur. Sen bâin talâkla boşsun derse, bâin talâk olur." diyecektir. Ve bâin derse bunun hilâfınadır. Sen bin gibi boşsun yahut "sen uzun boşsun" derse bâin talâk olur. Fetih sahibi ikinci kısmın sarîhten olmadığını tercih etmiştir. Binaenaleyh ondan ihtiraza hacet yoktur. Bahır sahibi Bedâyi'nin sözünü zâhir bularak, "Sarîhin haddi hepsine şâmildir." demiştir. Nehir sahibi, "Çünkü kesin olarak mâlûmdur ki, zifaftan önce yahut mal karşılığı talâkta ve benzerlerinde bu söz kinaye değildir. Aksi takdirde niyete yahut halin delâletine muhtaç olur. Bu suretle sarîh olduğu taayyün eder. Zira aralarında vasıta yoktur." demiştir. Yine Nehir'de Sayrafiyye'den naklen, "Karısına; sen boşsun. Benim sa-na döneceğim yok, derse ric'î talâk olur. Fakat sana dönmemem şartıyla derse bâin olur." denilmiştir. Bâbın sonunda son mesele hakkında sözün tamamı gelecektir.
METİN
Talâk-ı ric'înin hilâfını, yani bâini veya bir talâk' tan fazlayı niyet etse bile bir talâk-ı ric'î olur. Şâfiî buna muhaliftir. Yahut hiçbir şey niyet etmese yine talâk ric'î olur. Bu sözle bağlı olduğu ipten boşanmayı niyet ederse, sayı ile birlikte söylememek şartıyla diyaneten tasdik olunur. Zorla söyletilirse kazaen dahi tasdik olunur. Nitekim ipten veya bağdan boşsun diye açık söylese sözü tasdik olunur. Keza kadının ilk kocasından boş olduğunu niyet ederse, sahih kavle göre tasdik edilir. Hâniyye. İşten boş olduğunu niyet ederse asla tasdik edilmez. Fakat bunu açık söylerse yalnız diyaneten tasdik olunur.
İZAH
«Talâk-ı ric'inin hilâfını niyet etse bile» cümlesini niyetle kayıtlaması şundandır: Çünkü ben bunu bâin yaptım yahut üç talâk yaptım derse, İmam-ı Âzam'a göre dediği gibi olur. Onun kavline göre biri üç yapmasının mânâsı, bire iki daha kattı demektir. Yoksa bir talâkı üçeböldü demek değildir. Bedâyi'de böyle denilmiştir. Bâin olma meselesinde İmam Ebû Yusuf 'da onunla beraberdir. Üç olma meselesinde beraber değildir. İmam Muhammed her ikisini kabul etmemiştir. Nehir. Meselenin tamamı Nehir'le Bahır'dadır. Onu musannıf da kinayeler bâbında zikredecektir.
Bu anlattıklarımızdan anlaşılır ki, talâkı boştan sayı ile birlikte söyleyerek; sen iki defa boşsun yahut üç defa boşsun dese vâki olur. Çünkü bundan sonraki bâbta görüleceği vecihle talâk her ne zaman sayı ile birlikte söylenirse, sayı ile vâki olur. Talâk kelimesini söyleyip sustuktan sonra sayıyı katarsa, hükmün ne olacağını kinayeler bahsinde söyleyeceğiz.
«Şâfii buna muhaliftir.» sözü, sadece "veya bir talâktan fazlaya". ifadesine râcîdir. Eimme-i Selâse buna muhaliftir dese daha iyi olurdu. Nitekim Bahır'ın ifadesinden bu anlaşılır. İmam-ı Âzam'ın ilk kavli de budur. Çünkü sözünün muhtemel olduğu mânâyı niyet etmiştir. T.
«Yahut hiçbir şey niyet etmese yine talâk ric'î olur.» Çünkü yukarıda geçti ki, sarih talâk niyete muhtaç değildir. Lâkin talâkın hem kazaen hem diyaneten vâki olması için talâk sözünü mânâsını bilerek kadına izafeyi kasdetmesi mutlaka lâzımdır ve onu ihtimalli bulunduğu mânâya sarfetmemesi gerekir. Nitekim bunu Fetih sahibi ifade etmiştir. Nehir sahibi dahi tahkîkte bulunmuştur. Bu şundan korunmak için lâzımdır: Kadının yanında talâk meselelerini tekrar eder yahut bir kitaptan naklederek karım boştur sözünü söyler yazarsa; veya başkasının yeminini hikâye ederse, kendi karısını kasdetmedikçe asla talâk vâki olmaz. Bir de şundan korunmak içindir: Kadın kocasına talâk sözünü söylemeyi öğretir de mânâsını bilmeden söylerse, Özcend ulemasının verdikleri fetvaya göre asla talâk vâki olmaz. Onlar buna gizlemekten korunmak için fetva vermişlerdir. Başkaları ise sadece kazaen talâk vâki olmasın diye; bir de, sen hayızlısın diyecekken, dili sürçüp sen boşsun demesinden korunmak için böyle fetva vermişlerdir. Çünkü böyle bir sözle yalnız kazaen talâk vâki olur. Aynı zamanda sen talâksın sözüyle ipten boşsun mânâsını niyet ederse ondan da korunmuşlardır. Çünkü bu sözle dahi yalnız kazaen talâk vâki olur.
Şakacıya gelince: Onun talâkı hem kazaen hem diyaneten vâkidir. Çünkü o, sebebi bile bile kasdetmiştir. şeriat da hükmünü ister istemez aleyhine yürütmüştür. Nitekim yukarıda geçti. Bundan anlaşılır ki, Bahır ve Eşbâl'taki, "Sarîh söz niyete muhtaç değildir." ifadeleri yalnız kazaen geçerlidir. Diyaneten ise niyete muhtaçtır. Bu mânâ ulemanın, "ipten boşanmasını niyet ederse: yahut yanlışlıkla ağzından talâk sözü çıkıverirse, yalnız kazaen talâk vâki olur." sözlerinden alınır. Yani diyaneten talâk vâki değildir. Çünkü onu niyet etmemiştir demektir. Fakat bu söz götürür. Çünkü birincide diyaneten talâk vâki olmaması, sözü ihtimâIli bulunan mânâya serfettiği içindir. İkincide ise sözü kasdetmediği içindir. Bundan şu lâzım gelir: Diyaneten talâk vâki olmak için sözü kasdetmek şarttır ve sahih te'vil yapılmamalıdır. Talâk niyetine gelince: O şart değildir. Şu delille ki: İşten boşanmayı niyet ederse tasdik edilmez. Diyaneten dahi talâk vâki olur. Nitekim gelecektir. Halbuki bu adam talâkın mânâsını niyet etmemiştir. Şakadan boşadığında da öyledir.
«Diyaneten tasdik olunur» Yani niyeti kendisi ile Allah Teâlâ arasında sahihtir. Zira sözünün muhtemil olduğu mânâyı niyet etmiştir. Binaenaleyh müftü talâk vâki olmamıştır diye fetva verir. Fakat hâkim kendisini tasdik etmez. Talâk vâki olmuştur diye aleyhine hüküm verir. Çünkü söylediği karinesiz zâhirin hilâfıdır.
«Sayı ile birlikte söylememek şartıyla...» Bu şartı Bahır sahibi ve baş-kaları düğüm veya bağı açık söylediği yerde zikretmişlerdir. Meselâ sen şu düğümden üç kere boşsun derse, hem kazaen hem diyaneten talâk vâki olur. Nitekim Bezzâziye'de böyle denilmiştir. Muhit sahibi bunun illetini beyan ederek; "Çünkü bir düğümü üç defa çözmek tasavvur edilemez. Bu sebeple söz mânâsız kalmamak için nikâh bağına yorumlanır." demiştir. Nehir sahibi diyor ki: Bu ta'lil. iki defa söylemiş olsa hükmün ne olacağını ifade eder.» Onun için şârih adedi mutlak söylemiştir. Âşikârdır ki, açıkça düğümü söylemekle beraber âdet sebebiyle bu söz nikâh bağına yorumlanınca, düğüm söylenmezse evleviyetle nikâh bağına yorumlanır.
«Kazaen dahi tasdik olunur.» Yani diyaneten tasdik olunduğu gibi kazaen de tasdik edilir. Çünkü boşama kasdı olmadığına delâlet eden karine vardır. O da zorla boşattırılmasıdır. T.
«Keza ilk kocasından boş olduğunu niyet ederse ilh...» Bahır sahibi diyor ki: «Ey talik veya ey mutallâka sözü de sarihtendir. Koca, ben bununla sövmeyi kasdettim derse, kazaen tasdik edilmez. Diyaneten tasdik edilir. Hulâsa. Kadının evvelce boşandığı bir kocası varsa ve kocası ben ondan boşandığını kasdettim derse, bütün rivayetlerin ittifakıyla diyaneten tasdik olunur. Ebû Süleyman rivayetine göre kazaen de tasdik edilir. Bu güzeldir. Nitekim Fetih'te böyle denilmiştir. Sahih olan da budur. Nasıl ki Hâniyye'de bildirilmiştir. Kadının boşandığı kocası yoksa erkek tasdik edilmez. Keza ölmüş kocası varsa yine tasdik edilmez.»
Ben derim ki: Ulema bu tafsili nidâ suretinde zikretmişlerdir. Sen boşsun gibi ihbar suretinde zikreden görmedim.
«Aslâ tasdik edilmez.» Yani hem kazaen hem diyaneten tasdik edilmez. Fetih sahibi şöyle demiştir: «Zira talâk, bağı çözmek içindir. Kadın ise işle bağlı değildir. Binaenaleyh sözün muhtemeli değildir. İmam-ı Azam'dan bir rivayete göre diyaneten tasdik olunur. Çünkü bu söz kurtulmak için kullanılır.»
«Yalnız diyaneten tasdik olunur.» Yani kazaen tasdik olunmaz. Çünkü boşadı da sonra istidrak yoluyla iş kelimesini sözüne ekleyiverdi zannedilir. Düğüm kelimesini eklemesibunun hilâfınadır. Çünkü o burada az kullanılır. Fetih. Hâsılı Bahır sahibinin dediği gibi düğüm ile kaydın ve işin herbiri ya söylenir ya niyet edilir. Söylenirse, ya sayı ile beraberdir yahut değildir. Sayı ile beraber söylenirse, niyetsiz talâk vâki olur. Aksi takdirde işi zikrederse yalnız kazaen talâk vâki olur. Düğüm ve kayıt sözlerinde hiçbir şey vâki olmaz. Bunları söylemez de niyet ederse, iş sözünde diyaneten tasdik edilmez. Düğüm ve bağ sözlerinde diyaneten tasdik edilir, kazaen talâk vâkidir. Meğerki zorla söyletilmiş olsun. Kadın hâkim gibidir. Erkeğin söylediğini işitir veya kendisine âdil bir kimse haber verirse, cima için imkân vermesi helâl olmaz. Fetvaya göre kadın bu koca yı da öldüremez, kendisini de öldüremez. Kendisi için malla fidye verir yahut kaçar. Nitekim kadın haram olunca, erkeğin de onu öldürmeye hakkı yoktur. Erkek her kaçtıkça kadın onu sihirle geri çevirir. Bezzâziye'de Özcendî'den naklen bildirildiğine göre kadın onu dâvâya verir. Erkek yemin eder de kadının beyyinesi bulunmazsa günahı onun olur.
Ben derim ki: Yani kadın fidye vermeye veya kaçmaya yahut kocasını men etmeye kâdir olamazsa, günah kocasının olur. Binaenaleyh bu söz evvelkine aykırı değildir.
METİN
Talâk sensin yahut sen talâksın veya sen talâkın tâlikisin veya sen bir talâk tâliksin sözleriyle hiçbir şey niyet etmez veya mastarla niyet ederse, bir veya hürrede iki talâk vâki olur. Çünkü açık mastardır, sayıyı taşımaz. Tâlik kelimesiyle ikinci bir talâkı niyet ederse, kadın cima edilmiş olmak şartıyla iki ric'î talâk vâki olur ve sen boşsun sen boşsun demiş gibi olur. Zeylâî. Üçü niyet ederse üç olur. Çünkü üç hükmî ferddir. Onun içindir ki cariyede iki talâk, hürrede üç talâk mesabesindedir. Keza kendinden önce bir kadın geçen hürre de böyledir. Cevhere. Lâkin Bahır sahibi bunun hata olduğunu kesinlikle söylemiştir.
İZAH
«Talâk sensin ilh...» sözleri kadını belirli veya belirsiz mastarla yahut sonunda mastar bulunan ism-i faille ifade etmenin hükmünü beyandır.
«İki ric'î talâk vâki olur.» Hidâye sahibinin tuttuğu yol budur. Bu kavil İmam Ebû Yusuf'tan rivayet olunur. Ebû Yusuf Câfer dahi buna kaildir. Sözün mutlak olmasının gereği sahih olmamaktır. Fahru'l-İslâm buna kail olmuştur. Fetih sahibi de onu te'yid etmiştir. Nehir sahibi mezhepte tercih edilen kavlin bu olduğunu söylemiştir.
«Cima edilmiş olmak şartıyla» iki ric'î talâk vâki olur. Cima edilmemişse, birinci talâkla boş olur; ikinci talâk hükümsüz kalır.
«Çünkü açık mastardır.» sözü, yahut iki talâk vâki olur ifadesinin illetidir. Yani mastar, birlikleri ifade eden sözlerdendir. Onda hâlis adede riayet edilmez, birliğe riayet edilir. Bu da ya hakikaten bir, yahut cins itibariyle bir olmakladır. İki adedi bunların ikisinden de uzaktır. Nehir.
«Çünkü üç hükmî ferddir.» Zira üç bütün talâkların hepsidir. Binaenaleyh o talâkın kâmil ferdidir. Onu murad etmek, sayıyı murad etmek değildir. T.
«Onun içindir ki...» Yani hükmen fert olduğu içindir ki demektir.
«Lâkin Bahır sahibi ilh...» şöyle demiştir: «Cevhere'deki; hürreden önce bir kadın almışsa her ikisini niyet ettiği takdirde iki talâk vâki olur, ifadesi açık hatadır.» Nehir sahibi bu hususta söz etmiş; "Birinci kadınla birlikte iki talâkı niyet ederse üç talâkı niyet etmiş demektir. O halde milkinde yalnız vâki olan iki talâk kalmıştır." demiştir. H.
Ben derim ki: Eğer maksat birinciye katılan iki talâkı niyet etmesi ise, bununla o kimse ikiyi niyet etmekten çıkmaz. Bu da hâlis adettir, niyet edilmesi sahih değildir. Maksat bu adam birinci talâk da içlerinde olmak üzere üçü niyet etmiştir demekse bu sahihtir. Çünkü üç itibarî ferddir. Zahîre'de şöyle denilmiştir: «Hürreyi bir defa boşar da, sonra ona, sen bana haramsın diyerek ikiyi niyet ederse niyeti sahih olmaz. Üç talâkı niyet ederse, niyeti sahih olur ve diğer iki talâk vâki olur»
FER'İ MESELE: Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Bir adam iki karısına; siz haramsınız der de birisi hakkında üç talâkı, diğeri hakkında bir tâlakı niyet ederse. İmam-ı Azam'a göre niyet sahih olur. Fetva da buna göredir»
METİN
Talâkta kullanılan sözlerden bazıları da; talâk bana lâzım geliyor, haram bana lâzım geliyor, bana talâk düşüyor, bana haram düşüyor, sözleridir. Örf bulunduğu için bunlarla niyetsiz talâk vâki olur. O adamın hiç karısı yoksa, bu söz yemin olur. Yeminini bozarsa kefaret verir. Kudûri'nin Tashih'i.
İZAH
«Örf bulunduğu için bunlarla niyetsiz talâk vâki olur.» Yanı bunlar kinaye değil sarih sözlerdir. Buna delil; niyetin şart olmamasıdır. Velevki haram kelimesiyle vâki olan bâin olsun. Çünkü sarih sözle bazen bâin talâk vâki olur. Nitekim yukarıda geçti. Lâkin sarih sözle bâin talâkın vukubulması söz götürür. Biz onu kinayeler bâbında söyleyeceğiz. Şârihin söylediklerinin sarih olması, örf-ü âdette kadın boşamada bu sözlerin kullanılmaları yaygın olduğu içindir. Halk bunlardan başka talâk sîgası bilmezler ve bunlarla ancak erkekler yemin ederler.
Yukarıda geçti ki sarih, örf-ü âdete göre talâkta kullanılması daha fazla olan kelimedir. Öyle ki örfen ancak talâkta kullanılır. Yani hangi dilde olursa olsun böyledir. Bu, zamanımızın örfünde de böyledir. Binaenaleyh bu sözleri sarîh itibar etmek gerekir. Nitekim müteehhirin ulema, "Sen bana haramsın." sözüyle, niyetsiz talâk-ı bâin vâki olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü örf vardır. Halbuki mütekaddimin ulemaya göre nassan sâbit olan bunun niyete bağlı olmasıdır. Bu. aşağıda gelecek olan, "Karısına, talâkın üzerime olsun dese bir şey vâki olmaz." ifadesine aykırı değildir. Çünkü o örf galebe etmediğine göredir. Rumeli müftüsü Allâme Ebussuud Efendi'nin, "Talâk borcum olsun veya talâk bana lâzım olsun. sözleri ne sarîhtir ne de kinaye." diye fetva vermesi buna yorumlanır. Yani onun zamanında onlar örf-ü âdet olmamıştır. Onun içindir ki, musannıf Minah adlı eserinde, "Bunların talâkla kullanılması bizim memleketimizde yaygın örf haline gelmiştir. Halk bunlardan başka talâk sigası bilmezler. Binaenaleyh böyle bir sözle niyetsiz dahi fetva vermek icabeder. Nitekim haram bana lâzım geliyor, haram üzerime borç olduğu gibi sözlerde hüküm budur." demiştir.
Örf bulunduğu için bununla talâk vâki olduğunu açıklayanlardan biri de Şeyh Kâsım'dır. Tashih'inde. "Ebussuud'un fetvası, onların memleketinde bu sözün talâkta aslâ kullanılmamasına mebnîdir. Nitekim gizli değildir." demiştir. Şeyh Kâsım'ın söylediğini ondan önce muhakkık üstadı Kemâl b. Hümam Fethu'l-Kadîr'de söylemiş; Bahır ve Nehir sahipleri de ona tâbi olmuşlardır. Abdülgâni Nablusi'nin bu hususta, "Ref'ül-İnfilâk fialeyye't-Talâk" adını verdiği bir risalesi vardır ki, o risalede diğer üç mezhebe göre talâk vâki olduğunu nakletmiştir.
Ben derim ki: Ben bu meselenin bizim mezhebimizde mutekaddimin ulemadan nakledildiğini gördüm. Zahîre'de şöyle denilmektedir: «Şu işi yaparsam üç tatlîk üzerime olsun; yahut vâcipler üzerime olsun diyen bir kimse hakkında İbn-i Selâm'dan rivayet edildiğine göre, o belde halkının yeminlerinde galebe çalan âdeti itibar olunur» Bunu Surûcî dahi Gâye'de zikretmiştir. Nitekim gelecektir. Gerçi Hayriyye sahibi Ebussuud Efendi'ye uyarak bununla talâk vâki olmaz diye fetva vermişse de, sonra ondan dönerek hemen arkacağından hilâfına fetva vermiş ve şöyle demiştir: «Ben derim ki: Bu sözle şu zamanda talâkın vâki olması haktır. Çünkü boşama manâsında şöhret bulmuştur. Binaenaleyh fercler meselesinde ihtiyatla amel etmiş olmak için buna dönmek ve buna itimat etmek vâciptir
TEMBİH: Muhakkık İbn-i Hümam'ın Fetih'teki ibaresi şöyledir: «Yemin ederken, talâk bana lâzım gelsin, bunu yaymam demek bizde örf olmuştur. Bunu söyleyen, yaparsam bana talâk lâzım gelsin demek ister. Binaenaleyh bunu aleyhlerine yürütmek gerekir. Çünkü bu söz, ben şunu yaparsam sen boşsun demiş gibi olur. Keza köyler hâlkı, "üzerime talâk borç olsun bunu yapmam" diye yemin etmeyi örf-ü âdet edinmişlerdir.» Bu açık olarak gösteriyor ki, bu söz mânâ itibariyle üzerine yemin edilen fiile örfün galebesiyle tâlik yapmaktır. Yalnız bunda açık olarak tâlik edatı yoktur. Tatarhâniyye'nin ondokuzuncu faslında da, bu muteberdir diye açıkca ifade edildiğini gördüm. Orada şöyle deniliyor: «Hâvî'de Ebu'l-Hasen Kerhi'den naklen bildirildiğine göre, sabah namazını kılmamış olmakla itham edilen birkimse; kölem hür olsun ben onu kıldım derse, ve bu sözle şart yapmak onların dilinde örf-ü âdet ise, Kerhî; ben onların işini örf edindikleri şarta göre yürütürüm. Nasıl ki bir adam; sabah namazını kılmadımsa kölem hür olsun der de, kıldığı anlaşıldığında köle âzâd olmazsa, burada da öyledir demiştir.»
Bezzâziye'de şu ibare vardır: «Bir adam karısına: şu hâneya girersen sen boşsun, seni mutlaka boşarım derse, işte bu adam o hâneye girerse karısını boşayacağına talâkla yemin etmiştir. Bu söz; şu hâneye girersen kölem hür olsun, seni mutlaka döverim demesi mesabesindedir. Bu adam hâneye girerse karısını mutlaka dövmek için, kölesinin âzâdına yemin etmiştir. Binaenaleyh karısı o hâneye girerse onu boşaması lâzım gellr Kan-disi veya karısı ölürse, hayatın sonunda şart ortadan kalkmış demektir.» Yani talâk vâki olur. Nitekim Münyetü'l-Müfti'de beyan edilmiştir.
Ben derim ki: O adam şöyle demiş gibi olur: «Sen şu hâneye girersen ve ben de seni boşamazsam sen boşsun.» ve «Sen şu hâneye girersen ben de seni dövmezsem kölem hür olsun.» Hambeliler kitaplarında bunun, vallâhi yaparım mesabesinde yemin yerine kullanıldığını söylemiştir. Nehir sahibi de şöyle demiştir: «Bir kimse, talâk borcum olsun veya talâk bana lâzım gelsin yahut haram lâzım gelsin der de şunu yapmam demezse, hükmün ne olacağını ulemanın kitaplarında bulamadım.» Miskîn hâşiyelerinde şöyle denilmiştir: «Bunu üstadımız Surûci'nin Gâye'sinde Mugnî'ye nisbet edilmiş olarak açıklandığını görmüştür. İbaresi şudur: Talâk bana lâzım gelir yahut talâk bana lâzımdır, sarihtir. Çünkü talâkı vâki olan kimseye, ona talâk lâzım oldu denilir. Üzerime talâk lâzım gelsin sözü de öyledir.» Seyyid Hamevî'nin Gâye'den naklettiğine göre, talâk bana lâzımdır sözü niyetsiz vâki olur.
Ben derim ki: Lâkin ihtimâl Gâye'nin muradı, üzerine yemin edilen şey zikredildiği surettir. Zira biliyorsun ki, bununla örfte tâlik kasdedilir. Bana talâk borç olsun bu işi yapmam demek, bu işi yaparsam sen boşsun demek gibidir. Şöyle yapmam sözünü söylemeyince, sadece talâk bana borç olsun kısmı tâliksiz olarak kalır. Örf olan, bunun inşada değil tâlik yerinde kullanılmasıdır. İnşada anında geçerli olarak kullanılması örf olmayınca sarih sayılmaz ve aşağıda gelen, seni boşamak borcum olsun sözündeki hilâfa göre olmak gerekir. Sonra gördüm ki Seyyid Abdulgâni risalesinde bunun benzerini zikretmiş.
TETİMME: Üçü niyet edenin niyeti sahih olmak gerekir. Çünkü talâk sözü mastarla zikredilmiştir. Mastarda üçü niyetin sahih olduğunu biliyorsun. Haram üzerime borç olsun sözünde de böyledir. Ulema, sen bana haramsın sözünde üç talâkı niyet etmenin sahih olduğunu açıklamışlardır.
«Yemin olur ilh.. » Yani harama yemin ettiği surette yemin olur. Zira Zahîre ve diğer kitaplardazikredilen budur. Sonra gördüm ki Bezzâziye sahibi şöyle demiş »Talâkın haram lâfzıyla vâki olduğu yerlerde o adamın karısı yoksa yeminini bozduğu zaman kendisine kefaet lâzım gelir. Nesefî kefaret lâzım gelmez kanaatındadır.»
METİN
Üzerime kolumdan talâk lâzım gelsin sözü de böyledlr. Bahır. Seni boşamak boynuma borç olsun dese talâk vâki olmaz. Vâcip olsun, lâzım olsun, sabit olsun veya farz olsun kelimesini ziyade etse acaba talâk olur mu? Bezzâzî muhtar olan kavle göre olmaz demiş; Kaadı Hâsî olur diye cevap vermiştir.
İZAH
«Üzerime kolumdan talâk lâzım gelsin.» sözü Bahır sahibinin bir incelemesidir. O bunu yukarıda geçen; «Bir kimse; sen şu işten boşsun der de yanında sayı zikretmezse kazaen talâk vâki olur, diyaneten olmaz.» sözünden almış ve şöyle demiştir: «Çünkü bu söz, burada talâkın evleviyetle vâki olduğunu göstermektedir.» Allâme Makdisî bunu reddetmiş; «Çünkü kendisine benzetilende talâka mahâl olan kadına hitap etmiş; sonra kadının hissen ve şer'an bağlı olmadığı ameli zikretmiştir. Binaenaleyh sözü örf-ü âdet olan şer'i mânâdan başkasına değiştirmek delilsiz sahih değildir. Benzetilen bunun hilâfınadır. Çünkü talâkı mahalli olmayan bir şeye izafe etmiştir ki o da koludur. Halbuki ben senden boşum dese hükümsüz olur.» demiştir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır, Hayreddin-i Remlî de bunun benzerini söylemiştir.
Ben derim ki: şöyle denilebilir: Burada talâkı mahallinden başka bir yere izafe etmek yoktur. Zira yukarıda geçtiği vecihle. «Üzerime talâk lâzım gelsin ben bu işi yapmam.» sözü, «Eğer yaparsam sen boşsun.» demek gibidir. Binaenaleyh örfte mânâ itibariyle kadına izafe edilmiştir. Adı geçen izafet muteber olmasa talâk vâki olmazdı. Bunun gibi bu da, «Ben şöyle yaparsam sen benim kolumdan boşsun.» demek gibi olur ve kadına izafette kendisine benzetilene müsavi olur. Şu da var ki, «Ben senden boşum.» sözünde açık olarak erkeği talâkla vasıflandırmak vardır. Binaenaleyh talâk vâki olmaz. Çünkü talâk kadının sıfatıdır.
«Üzerime talâk borç olsun.» sözüne gelince: Bunun mânâsı, kadını boşamanın kocası üzerine vâki olmasıdır. Burada talâkı mahallinden başka bir yere izafe yoktur. Bilâkis mahalline izafe vardır. Hem de vukuun mahalline izafetiyle birliktedir. Çünkü halkın dilinde. «Böyle dediği vakit onun üzerine talâk vâki olur.» sözü şuyu bulmuştur. Evet, Hayreddln-i Remlî şöyle demiştir: «Üzerime kolumdan talâk lâzım gelsin, sözüyle yemin eden kimse, bununla kesin olarak karısını kasdetmez. Çünkü avam takımının âdeti, talâk olur korkusuyla bu sözü kadına söylemekten çekinmektir. Onun için bazen kolundan, bazen mürüvvetinden derler. Bazıları bunu söyledikten sonra, "Çünkü kadınları anmakta hayır yoktur". cümlesiniziyade ederler.»
Ben derim ki Eğer örf böyle ise, talâk vâki olmayacağında tereddüt etmemek gerekir. Çünkü bu adam talâkı koluna ve benzerine yapmıştır, kadının üzerine yapmamıştır. Sonra Hayreddin-i Remli şöyle demiştir: «Meğerki üzerime kolumdan üç talâk lâzım gelsin demiş olsun. Bunun vukuu için bir vecih söylenebilir. Çünkü üçü zikretmek onu tayin eder.»
«Seni boşamak boynuma borç olsun derse...» Hâniyye'de şöyle denilmiştir «Seni boşamak boynuma borç olsun, dese Asıl adlı kitapta istişhadın vechi anlatılırken şöyle denilmiştir: Görmüyor musun bir adam Allah için karımı boşamak boynuma borç olsun dese bir şey lâzım gelmez.»
Ben derim ki: Bu sözün muktezası şudur: Seni boşamak boynuma borç olsun sözünde talâk vâki olmamasının illeti, bunun nezir sigası olmasıdır. Bu hacc boynuma borç olsun demek gibidir ve kadını boşamaya nezretmiş gibidir. Nezir ise ancak maksut olan bir ibadette yapılır. Talâk Allah Teâlâ'ya helalların en çirkinidir. O ibadet değildir. Bu sebeple o kimseye bir şey lâzim gelmez.
«Ziyade etse ilh...» demesinden anlaşılıyor ki, bir şey ziyade etmeksizin seni boşamak boynuma borç olsun sözünde zikredilen hilâf yoktur. Hâniyye ve Hulâsa'dan anlaşılan da budur. Lâkin Seyyidi Abdülgâni'nin, Serahsî'nin Edebu'l-Kaadi'sinden naklettiğine göre bir adam karısına. «Seni boşamak üzerime farz olsun» yahut «lâzım olsun» veya «Seni boşamak borcumdur.» dese, sahih kavle göre bunların hepsinde talâk vâki olur. Köle âzâdı bunun hilâfınadır. Çünkü o vâcip olan şeylerdendir. Binaenaleyh ihbar sayılır. Bu sözün bir mislini Muhit Muhtasar'ından da nakletmiştir.
«Kaadı hâsi olur diye cevap vermiştir.» Kaadı Hâsî'nin Fetevâ'sında ibaresi şöyledir: «Bir adam karısına, seni boşamak üzerime vâcip olsun; yahut seni boşamak bana lâzımdır dese. Ebû Hanife'ye göre niyetsiz talâk vâki olur. Muhtar olan kavil budur. Muhammed b. Mukâtil buna kaildir. Fetva da buna göredir. Sen bilirsin ki, fetva sözü sahihleme sözlerinin en kuvvetlisidir. Hâniyye sahibinin Fatih Ebû Cafer'den naklettiğine göre. «Üzerime vâciptir.» sözüyle talâk vâki olur. Çünkü halk bunu örf-ü âdet edinmiştir.»
«Sabit olsun, farz olsun, lâzım olsun...» sözleriyle talâk vâki olmaz. Çünkü bu hususta örf-ü âdet yoktur. Bu sözün muktezası şudur: Üzerime talak borç olsun sözüyle talâk vâki olur. Çünkü bu, bildiğin gibi zamanımızdan örf olmuştur. Hâsi talâkın vukuunu şu sözüyle ta'lil etmiştir: «Çünkü talâk vâcip veya sabit olmaz. Bilâkıs onun hükmü sabit olur. Hükmü de ancak vukuundan sonra vâcip ve sabit olur.''»
Fetih sahibi diyor ki: «Bu, talâkın iktizaen sabit olduğunu gösterir ve niyetine bağlıdır. Meğerki bu hususta yaygın bir örf bulunduğu anlaşılsın. O zaman sarih olur ve başkamânâya yorumlamak hususunda kazaen tasdik edilmez. Ama o kimseyle Allah Teâlâ arasında talâkı niyet etmişse talâk olur, etmemişse olmaz. Çünkü bazen bu iş bana vâciptir denilir de yapmam gereklidir mânâsı kasdedilir, yaptım mânâsı kasdedilmez. Bu adam sanki seni boşamam gerekir demiş gibidir.»
METİN
Seni Allah boşasın dese, acaba niyete muhtar olur mu? Kemâl diyor ki: «Doğrusu evet olur.» Kocası karısına, «sen tâlik ol» yahut «boşanmış ol» veya «ey mutallâka» dese talâk vâki olur. Keza, «ey tâli», «ey tâlu» sözleriyle talâk vâki olur. Çünkü bu terhimdir. (Ey tâlik kelimesinin kısaltılmışıdır.) Yahut, «sen tâli» derse talâk vâki olur. Aksi takdirde niyete bağlı kalır. Nitekim bunu heceleyerek harf harf söylese; yahut âzâd kelimesini böyle söylese niyetine bağlıdır.
İZAH
«Kemâl diyor ki: Doğrusu evet olur.» Bu sözü ondan Bahır ve Nehir sahipleri nakletmiş ve hilâfı hikâye ettikten sonra Kemâl'i tasdikte bulunmuşlardır. Vechi şudur: Bu söz duaya ihtimallidir. Binaenaleyh niyete bağlıdır. Tatarhâniyye'de Attabiyye'den naklen şöyle denilmiştir: «Muhtar olan kavil, niyete bağlı olmamasıdır. Zahîruddin bununla fetva verirdi. Makdisî, bizim zamanımızda vâki olur demiştir. Bunun benzeri şudur: Adam karısından beraet ister, o da Allah seni beri kılsın der. Bu fetva hâdisesi olmuştur. Ben bunun sahih olduğunu yazdım. Çünkü bu halkın örfü olmuştur.»
Ben derim ki: Bunun bir misli de Kâri-i Hidâye Fetevâ'sında ve Muhibbîyye manzumesindedir. Tamamı hul'da gelecektir.
«Tâlik ol yahut boşanmış ol.» sözleri hakkında Fetih sahibi şunu söylemiştir: «İmam Muhammed'den rivayet edildiğine göre talâk vâkidir. Çünkü «ol» kelimesi hakikatta emir değildir. Zira kadının kadından boş olması tasavvur edilemez. Bu emir kadının boş olmasını isbattan ibarettir. Nitekim Teâlâ Hazretlerinin, «Ol der. O do oluverir.» âyet-i kerimesi, emir değil yaratmaktan kinayedir. Kadının boş olması önceden boşamayı iktiza eder. Bu söz, geçmişte talâk ikâını tazammun eder. Boşanmış ol sözü de böyledir. Cariyeye efendisinin hür ol demesi bu kabildendir.»
«Ey mutallâka!» sözü hakkında evvelce demiştik ki: Şayet kadının kocası var da onu evvelden boşamış olup. «Ben o talâkı kasdetmiştim.» derse diyaneten tasdik olunur. Sahih kavle göre kazaen de öyledir. Tatarhâniyye'de Muhit'ten naklen, «Kocası sen boşsun der de sonra ey mutallâka diye çağırırsa, ikinci bir talâk vâki olmaz.» denilmiştir. Ey mutallâka yerine ey mutlaka dese, bu söz kinayeye mülhak olur. Nitekim Bahır'dan naklen arzetmiştik,
«Talâk vâki olur.» Yani niyete muhtaç değildir. Çünkü sarîh sözdür.
«Ey tâlu» şeklini inceleme neticesi Nehir sahibi söylemiş ve şöyle demiştir. «Tâlu demesininde aynı hükümde olması gerekir. Çünkü lügaten tâlu; beklemeyen mânâsına gelir. Tâle demesi bunun hilâfınadır. Çünkü niyete bağlıdır» Kendisine itiraz edilmiş ve şöyle denilmiştir: «Tâlu dediği zaman dahi niyete bağlı olması gerekir. Çünkü diğerini beklemezse, t. I, k maddesi mevcut olmadığı gibi, mülâhaza dahi edilemez. Binnenaleyh sarîh değildir. Bekler mânasına gelen tâli bunun hilâfınadır.»
Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir. Münadanın terhiminde zamme şekli sabit bir lugat olduğuna göre, terhim yapmakla o söz nidâdan önceki mânâsından çıkmaz. Çünkü terhim yapılan sözü işiten herkes, o kelimeye nidâ edildiğini bilir. Atılan kısmı bekleyip beklememek itibari bir şeydir. Ulema bunu o kelimeyi zamme va kesire ile okuyabilmek için takdir etmişlerdir. Aksi takdirde münadanın çağrılması kasdedilmeyen başka bir isim olması lâzım gelir. Bana zahir olan budur.
«Yahut sen tâli derse...» niyetsiz talâk vâki olur. «Sen tâki» demesi, yani tâlik kelimesinden 'l' harfini atması bunun hilâfınadır. Çünkü bununla niyet etse de talâk vâki olmaz. Örfen mûtad olan, kelimenin (orta harfini değil) sonunu atmaktır. Tatarhâniyye.
«Aksi takdirde...» Yani münada olmayan tâlik kelimesini tâli şeklinde söylemezse, talâkın vukuu niyete bağlı kalır. Talâk müzakeresi ile öfke hali de niyet hükmündedir. Nitekim Hâniyye'de belirtilmiştir. Fethu'l-Kadir'in kinayeler bahsinde şöyle denilmiştir: «En güzeli, mutlak surette niyete bağlı olduğunu söylemektir. Çünkü tâlik kelimesi kafsız söylenirse, bilittifak sarih değildir. Çünkü kullanılması çok değildir. Terhim dahi lügatta nidâdan başka yerde caiz değildir. Şu halde lugaten, örfen diye bir şey yoktur. Kazaen yeminiyle birlikte tasdik olunur. Bundan yalnız öfke ile talâk muzakeresi hâli mustesnadır, Bu hallerde kelimeyi sâkin okusun okumasın kazaen talâk vâki olur.» Tamamı Fetih'tedir.
Ben derim ki: Tatarhâniyye'den naklettiğimiz. «Kelimenin sonunu atmak örten âdettir.» sözü cevabı ifade eder. Çünkü tâlik kelimesi kesin olarak sarihtir. Kelimenin sonunu atmak örfen âdet olunca, bu onu sarîh olmaktan Çıkarmaz. Gerçekten kelimenin sonunu atmak, sözün güzelliklerinden, sayılmıştır. Bedi uleması onu iktifa kısmından sayarlar. Şu da var ki, kelimenin sonunu başka bir harfle değiştirmek - evvelce geçen bozuk talâğ ve telâğ kelimeleri gibi - o kelimeyi sarih olmaktan çıkarmaz. Halbuki o kelimenin o şekilde kullanılması çok değildir. Bu olsa olsa ondan sarih lâfız kasdedildiği içindir. Bozuk şekil ârızîdir. Çünkü ya hataen ağızdan çıkıverir yahut konuşanın dili öyle olduğu için kasten öyle söylenilir. Benim akl-ı kâsırıma zâhir olan budur.
METİN
Nehir'de Tashih'ten naklen, «Sana talâkını rehin ettim.» gibi sözlerle sahih kavle göre talâk vâki olmadığı bildirilmiştir. Bir kimse, sen boşsun gibi bir sözle talâkı karısına veya boyun, ünük, ruh, beden ve ceset, ferc, yüz, baş ve keza kıç gibi kadının bütününü ifade eden bir uzvuna; yahut yarısı ve üçte biri gibi - onda birine kadar - şâyi bir cüzüne izafe ederse, talâk vâki olur. Çünkü beden parçalanmayı kabul etmez. Kollarla bacaklar cesette dahildir. Bedende dahil değildir. Bud ve dübür ile muhtar kavle göre kan bunların hilâfınadır.
İZAH
«Nehir'de Tashih'ten naklen ilh...» Yani Allâme Kâsım'ın Tashihu'l-Kudûri nâmındaki kitabından ibare nakledilmiştir ki, bununla Bahır sahibine ret cevabı verilmek istenilmiştir. Bahır sahibi, «Sana talâkını hibe ettim.» sözünden, bu sözün sarih olduğunu anlamıştır. Keza, «Sona tevdi ettim, sana rehin ettim.» sözlerinden bunların sarih oldukları mânâsını çıkarmıştır. Nehir sahibi diyor ki: «Tashih-i Kudûri'de Kâdıhân'dan nakledildiğine göre, sana talâkını hibe ettim sözünde sahih kavil, talâkın vâki olmamasıdır. O halde sana tevdi ettim, sana rehin ettim sözleriyle talâk vâki olmaması evleviyette kalır. İleride göreceğiz ki, sana rehin ettim sözü kinayedir. Muhit'te beyan edildiğine göre bir kimse karısına, «Sana talâkını rehin ettim.» dese, ulema talâk vâki olmadığını söylemişlerdir. Çünkü rehin milkin elden gitmesini ifade etmez.»
Ben derim ki: Kinaye olmasının muktezası şudur: Talâk niyet bulunmak şartıyla vâki olur. Bahır sahibi bunu kinayeler bâbında kinayelerden saymıştır. Keza sana talâkını hîbe ettim, sana talâkını tevdi ettim, sana talâkını ödünç verdim sözlerini de kinayelerden saymıştır. Tamamı kinayeler bâbında gelecektir.
«Sen boşsun gibi...» Keza o boştur, şu boştur gibi zamir ve ism-i işaretlerle veya soyadı ve benzeriyle talâkı kadına izafe ederse kadın boş olur. Musannıf muradın mânâya tahsisi itibariyle kadının bütününü ifade eden sözler olduğuna işaret etmiştir.
«Kadının bütününü ifade eden» sözüyle de, mecaz yoluyla bütününü ifade eden kelimelere işaret etmiştir. Yoksa Fetih'te beyan edildiği gibi bunların hepsiyle bütün beden ifade edilir.
«Boyun ilh...» kelimesiyle bütün ceset ifade edilir. Çünkü Teâlâ Hazretlerinin, «Bir boyun âzâd etmesi lâzım gelir.» âyet-i kerimesinde boyun kelimesi bütün ceset mânâsına kullanılmıştır. «Ünükleri ona âmâde oldu.» âyet-i kerîmesindeki ünük sözü de böyledir. «Ruhu helâk oldu.» cümlesindeki ruh kelimesi nefsi mânâsındadır. Nefis kelimesi de bütün vücudu mânâsına gelir. Nitekim, «Biz onlara Tevrat'ta nefse karşı nefis diye yazdık.» âyet-i kerîmesinde nefis bu mânâyadır.
«Ferc» kelimesi, «Allah kaltak üzerindeki ferclere lânet etsin.» hadîs-i şerifinde bütün beden mânâsında kullanılmıştır. Fetih sahibi bu hadisin cidden garip olduğunu söylemiştir.
«Yüz» kelimesi, Teâlâ Hazretlerinin, «Onun yüzünden başka her şey helâk olacaktır. Yalnız Rabbinin yüzü kalacaktır.» âyet-i kerîmesinde Allah Teâlâ'nın zâtı mânâsında kullanılmıştır. Baş kelimesi de öyledir. "Kölelerden bir ve iki baş âzâd etti.", "Senin başın selâmette oldukça ben de hayır üzereyim." denlilir ki, bundan murad da zâttır. Fetih.
Bahır sahibi diyor ki: «Fethu'l-Kadir'in kefâlet bahsinde bildirildiğine göre bir kimse, gözümle kefil oldum dese, sahih olup olmayacağını İmam Muhammed zikretmemiştir. Belhi sahih olmayacağını söylemiştir. Nitekim talâkta sahih değildir. Meğerki bu sözle bedeni niyet etmiş olsun. Ama vâcip olan, kefâlette de talâkta da sahih olmasıdır. Çünkü göz kelimesiyle bütün vücut ifade edilir. Kavmin gözü, o insanlar arasında bir gözdür denilir. Ama ihtimâl bu onların zamanında meşhur değilmiştir. Bizim zamanımızda ise meşhur olduğunda şüphe yoktur.»
«Keza kıç gibi ilh...» Bahır sahibi diyor ki: «Kıç kelimesi dübüre muradif de olsa, hükümde müvasi olmaları lâzım gelmez. Çünkü burada itibar, sözün bütün vücudu ifade etmesinedir. Görmüyor musun bud kelimesi de fercin muradifidir. (İkisi bir mânâyadır.) Ama buradaki hükmü tabirdeki hükmü gibi değildir.»
Hâsılı kıç ve ferc kelimeleriyle bütün beden ifade edilir. Talâk bunlara izafe edilirse vâki olur. Birincinin muradifi ki dübürdür ve ikincinin muradifi ki bud'dur bunun hilâfınadır. Bunlarla bütün beden ifade edilmediği için talâk da vâki olmaz. Teradüf, yani aynı mânâda olmalarından, hükümde de müsavi olmaları lâzım gelmez. Lâkin Fetih sahibi itiraz ederek şunları söylemiştir: «Eğer muteber olan ifadenin şöhret bulmasıysa, ferce izafe etmekle de talâkın vâki olmaması icabeder. Çünkü bu kelime bütün vücut mânâsında şöhret bulmamıştır. Şayet bazı lisan âlimlerinin kullanmış olması muteber sayılırsa, el kelimesinde hilâfsız olarak talâk vâki olması icabeder. Çünkü elin bütün beden hakkında kullanılması Teâlâ Hazretlerinin, "Bu, senin iki elinin takdim etmesi sebebiyledir." âyet-i kerîmesiyle sübut bulmuştur. Yani sen takdim ettiğin için demektir. Rasulullah (s.a v.) dahi, "Elin aldığı şey, onu gerisi geriye verinceye kadar üzerine borçtur." buyurmuştur.»
Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir: Muteber olan birincisidir. Lâkin onun herkesçe bütün beden mânâsında kullanılmasının şöhret bulması lâzım gelmez. Sadece meselâ konuşan kimsenin örfünde şöhret bulması kâfidir. Şu halde onun memleketinde el kelimesiyle bütün beden kasdedildiği şöhret bulmuşsa, ele izafe edilen talâk vâki olur. Ferc kelimesi şöhret bulmamışsa, ona izafe edilen talâk vâki olmaz. Sonra Fetih sahibinin sözünde bu mânâyı ifade eden kelimeler gördüm. Şöyle demiş: «Başa izafe etmekle talâkın vukuu, onunla bütün beden ifade edildiği içindir. Yoksa yalnız baş itibara alındığı için değildir. Onun içindir ki koca; ben yalnız başı kasdettim dese, Hulvânî'nin beyanına göre talâk vâki olmaz demek uzak görülemez. Lâkin bu diyaneten olmak gerekir. Kazaen ise bu kelimeyle bütün bedenin ifade edilmesi şöhret bulmuşsa, o kimse tasdik edilmez. Koca, ben et kelimesiyle elinsahibini kasdettim. Nitekim âyet ve hadiste sahibi kasdedilmiştir, derse, bir kavmin örfüne göre bununla bütün beden ifade edildiği takdirde talâk vâki olur. Çünkü talâk örfe ibtina eder. Onun için melezlerden biri Farsça karısını boşasa talâk vâki olur. Fakat bunu, mânâsını bilmeyerek bir Arap söylese, talâk vâki olmaz.»
Görülüyor ki, başa veya ele izafe edilen talâkın kazaen vâki olması, bu sözlerle bütün bedenin ifade edilmesi örf olduğuna göredir. Keza, "Bir kavmin örfüne göre bununla bütün beden ilh...» sözü dahi açık olarak gösteriyor ki, o kavme göre bu meşhur değilse talâk vâki olmaz. Halbuki baş ve el kelimelerini bütün beden mânâsında kullanmak hem lügaten hem şer'an sabittir. Allahu a'lem.
«Yahut yarısı ve üçte biri gibi...» Bir cüzü şâyi'ine izafe etmekle tatâk vâki olduğu gibi: talâkı kadının bir cüzünden birine izafe etmekle de vâki olur. Nitekim Hâniyye'de bildirilmiştir. Çünkü cüz'ü şayi satış vesaire gibi tasarruflara mahâldir. Hidâye.
Tahtâvî diyor ki: «Ancak talâktan başkası hakkında parçalanmayı kabul eder. Şeyhizâde'nin söylediğine göre talâk evvelâ o cüzde vâki olur, sonra ondan öteki cüzlere sirayet eder. Böylece bütünü boş olur»
«Çünkü beden parçalanmayı kabul etmez.» sözü, "Yahut talâkı kadının bir cüzü şâyi'ine izafe ederse" ifadesinin illetidir. T. Burada şöyle bir itiraz yapılabilir: Bundan, meselâ bir parmağa izafe edilen talâkın vâki olması lâzım gelir. Binaenaleyh münasip olan ta'lil, yukarıda Hidâye'den naklettiğimizdir.
«Kollarla bacaklar cesette dahildir.» Cesetle beden arasındaki bu farkı Nehir sahıbi İbn-i Kemâl'e nisbet etmiştir. Rahmetî ise onu Zemahşerî'nin Faik'ı ile Misbah'a nisbet etmektedir. Zahîre'nin iddet faslında gördüm ki İmam Muhammed, "Beden, insanın iki budundan omuzlarına kadar olan kısmıdır." demiştir.
METİN
Bir kimse karısına; senin üst yarın bir defa, alt yarın iki defa boş olsun dese, Buhârâ taraflarında talâk vâki olur. Bazıları bir talâk, bazıları her iki izafetle amel ederek üç talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Hulâsa. Senden boynun veya yüzün der; veya elini, başının, boynunun veya yüzünün üzerine koyarak, şu uzuv boştur derse, esah kavle göre talâk vâki olmaz. Çünkü bütün bedenini ifade etmemiş, sadece bir cüzünü söylemiştir. Hattâ elini koymaz da bu baş boştur der ve kadının başına işaret ederse, esah kavle göre talâk vâki olur. Ama o uzvu tahsisi niyet ederse, diyaneten tasdiki gerekir. Fetih. Nitekim talâkı ele izafe etse ancak mecaz niyetiyle vâki olur.
İZAH
«Buhârâ taraflarında talâk vâki olur.» Yani bu hususta ne mütekaddimin ulemadan, nemüteehhirinden bir nass yoktur. Tatarhâniyye.
«Her iki izafetle amel ederek üç talâk vâki olacağını söylemişlerdir.» Çünkü baş bedenin üst yarısındadır. Ferc ise alt yarısında bulunmaktadır. Böylece o kimse talâkı kadının hem başına hem fercine izafe etmiş olur. Bunu Tahtâvî Muhit'ten rivayet etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Bundan anlaşıldığına göre o kimse bunların yalnız birini söylemekle yetinse, bilittifak bir talâk vâki olur.» ikincisi hakkında bu söz makbul değildir. Nitekim zâhirdir. Nehir. Yani her iki izafetle bir talâk vâki olduğunu söyleyen fercin ikincide olduğunu itibara almamıştır. Yalnız ikinci izafetle yetinirse, onunla nasıl bilittifak bir talâk vâki olur. Evet. yalnız birinci izafetle yetinse bilittifok bir talâk vâki olur.
Sonra bilmelisin ki, her iki kavil müşkildir. Çünkü üst yarı veya alt yarı cüzü şâyi değildir. Bu meydandadır. Kendisiyle bütün beden ifade edilen uzuv da değildir. Başın birincide, fercin ikincide bulunması ile bütün vücudu ifade etmiş olmaz. Çünkü yukarıda geçen, "Talâk bütün bedeni ifadeye yarayan bir cüze izafe edilirse vâki olur." sözünde muzaf takdir edilir. Yani bir cüzün ismine takdirindedir. Nitekim bunu Fetih sahibi söylemiş ve şöyle demiştir «Çünkü cüzün kendisiyle bütün bedeni ifade etmek tasavvur olunamaz.» O zaman üst yarıda mevcut olan başın kendisi; alt yarıda mevcut olan da fercin kendisidir. Kendileriyle bütün beden ifade edilen isimleri değildir. Onun içindir ki, etini kadının başının üzerine koyarak; şu baş boştur dese kadın boş düşmez. Çünkü elini koyması, başın kendisini kasdettiğine karinedir. Elini başının üzerine koymaması bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir. Çünkü bu, zât mânâsına gelir. Düşünülmelidir.
«Sadece bir cüzünü söylemiştir.» Buna karine, birincide senden demesi; ikincide ise elini koymasıdır.
«Bu baş boştur» derse talâk vâki olur. Öyle görünüyor ki, şu yüz yahut şu boyun demesi de bunun gibidir. Zâhire bakılırsa burada baş ve benzeri gibi şeylerin adını söylemesi mutlaka lâzımdır. Onları şu uzuv diye ifade ederse talâk vâki olmaz. Çünkü bütünü ifade eden şey baş ve benzerinin adıdır, o uzvun adı değildir.
«Esah kavle göre talâk vâki olur.» Onun için başkasına, "bu başı sana bin dirheme sattım" der de kölesinin başına işaret ederse, müşteri kabul ettim dediği takdirde satış caizdir. Bunu Hâniyye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Fetih» in ibaresini bir sahife evvel arzettik.
«Nitekim talâkı ele izafe etse...» Çünkü el tabiriyle insanın bütününü ifade etmek şöhret bulmamıştır. Hattâ bir kavmin arasında şöhret bulsa talâk vâki olur. Nitekim bunu Fetih'ten naklen arzettik.
«Ancak mecaz niyetiyle vâki olur.» Yani meşhur olmamışsa cüzü külle itlak kabilindendir. Bununla meşhur ise mecaz niyetine hâcet yoktur. Fetih sahibi bunu şöyle zikretmiştir: «Şâfiî'ye göre talâkı ele, ayağa ve benzerlerine hakikaten izafe etmekle talâk vâki olur. Bu şöyle izah edilir: Talâkın mahalli kadındır. Çünkü nikâha mahal olan odur. Kadının cüzlerinin mahâl olması tebeiyyet yoluyladır. Binaenaleyh talâk ancak kadının zâtına veya tasarrufata mahâl olacak bir cüzü şayi'ine yahut bütününü ifadeye yarayan muayyen bir yerine izafe etmekle olur. Hattâ nefsi kasdedilse olmaz. Şu halde hilâf, tebean malik olduğu bir şey hakikatı üzere talâkı izafe etmesine mahâl olur mu olmaz mı meselesindedir. O şeyin bütünden olması hakkında değildir. Şâfiî'ye göre evet olur. Bize göre olmaz. Bütününden mecaz olmasına gelince: Lügaten doğru olduktan sonra, el olsun, ayak olsun vâki olacağında işkâl yoktur.» Yani tükrük ve tırnak bunun hilâfınadır. Çünkü bunlarla bütün bedeni murad etmek doğru değildir.
Hâsılı Bahır'da da beyan edildiği gibi bu lâfızlar üç kısımdır: Birincisi; sarih olup kazaen niyetsiz olarak talâk vâki olan boyun gibi sözlerdir. İkincisi, kinayedir. El gibi ki, ancak niyetle talâk vâki olur. Üçüncüsü, Barîh ve kinaye olmayan sözlerdir. Tükrük, diş, saç, tırnak, karaciğer, ter ve kalp gibi ki, bunlarla niyet etse de talâk vâki olmaz.
METİN
Ayak, dübür, saç, burun, baldır, uyluk, sırt, karın, dil, kulak; ağız; göğüs, çene, diş, tükrük ve ter; keza meme ve kana izafe etmekle de talâk vâki olmaz. Cevhere. Çünkü bunlardan biriyle bütün beden ifade edilemez. İfade eden bir kavim bulunursa talâk vâki olur. Keza hill değil de hürmet sebeplerinden olan her şey bilittifak böyledir.
İZAH
«Çene...» Ben derim ki: Çene sözüyle bütün bedeni kasdetmek şimdi şöhret bulmuş bir örftür. "Bu çene sağlam kaldıkça ben hayır üzereyim." derler. Binaenaleyh onun da baş gibi olması gerekir.
«Keza meme ve kana izafe etmekle de talâk vâki olmaz. Cevhere.» Ben derim ki: Cevhere'nin ifadesi şöyledir: «Erkek karısına; senin kanın boş olsun derse, bu hususta iki rivayet vardır. Bunların sahih olanına göre talâk vâki olur. Çünkü kan ile bütün beden ifade edilir. Kanı heder oldu derler.» Bahır ve Nehir'de Cevhere'den böyle nakledilmiştir. Nehir'de Hulâsa'dan nakledildiğine göre talâk vâki olmadığı sahih bulunmuştur. Nitekim metinlerin zâhiri de budur.
«İfade eden bir kavim bulunursa talâk vâki olur» Yani bu söylediklerimizle, fakat hassaten değil de herhangi bir uzuvla bütün bedeni izafe eden bir kavim bulunursa talâk vâki olur. Bunu Ebussuud Dürer'den nakletmiştir. Hamevi'nin Celâlzâde'nin Muhakemât'ından naklettiği ibarede şu ziyade vardır: «Talâk Türkçe olarak el ve ayağa izafe edilirse, buhususta ihtiyat göstermek icabeder. Çünkü Türkçe'de bunlarla bütün beden ve zât ifade edilir.» T.
«Keza ilh...» Bunun aslı Fethu'l-Kadir'dedir. Orada bütün bedeni ifadeye yaramayan el, ayak, parmak, dübür gibi uzuvlarla talâk ifade edilirse vâki olmadığı bildirilmiştir. İmam Züfer, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed buna muhaliftirler. Saç, tırnak, diş, tükrük ve tere izafetle talâk vâki olmayacağı hususunda hilâf yoktur. Bundan sonra Fetih sahibi şöyle demiştir: «Köle âzâdı, zıhâr, ilâ ve hürmet sebeplerinden herbiri bu hilâfa göredir. Bir adam karısının parmağını zıhâr, îlâ veya âzâd ederse bize göre sahih olmaz. Onlara göre olur. Kısastan afv da böyledir. Nikâh gibi helâl kılma sebeplerinden olan bir şeyin bütün bedeni ifadeye yaramayan muayyen bir cüze izafeti ise hilâfsız sahih olmaz.»
Ben derim ki: Bundan, nikâhta cüz'ü şâyı'a veya bütün vücudu ifadeye yarayan bir uzva izafenin hükmünün ne olacağı anlaşılamaz. Orada geçmişti ki, senin yan kısmını tezevvüç ettim sözüyle, esah kavle göre ihtiyaten nikâh mün'akit olmaz. Hâniyye. Bilâkis akdi kadının bütününe veya bütününü ifade eden bir uzvuna izafe etmesi mutlaka lâzımdır. Sırt ve karın en münasip kavle göre bütününü ifade eden uzuvlardandır. Zahîre. Talâkta ulema bunun hilâfını tercih etmişlerdir. O halde fark göstermeye muhtaçtır. Biz bu hususta evvelce söz ettik ve dedik ki: Sırt ve karına izafetle nikâh sahih olur diyen, talâkın da vukuunu tercih etmiştir. Nikâhta sahih olmadığını söyleyen, talâkın da vukubulmadığını ihtiyar etmiştir. Binaenaleyh farka hâcet yoktur.
METİN
Bir talâkın cüzü - velevki binde biri olsun - bir boşamadır. Çünkü talâk parçalanmayı kabul etmez. Cüzler fazla gelirse başka talâk vâki olur. Yarım talâk ve üçte bir talâk ve altıda bir talâk demedikçe böyle devam eder. Fakat bunları söylerse üç talâk vâki olur. Bunların arasında "ve" edatını kullanmazsa bir talâk vâki olur. Bir talâk ve yarısı derse, muhtar kavle göre iki talâk vâki olur. Cevhere. Keza altıda birin yerine dörtte bir demiş olsa muhtar kavle göre iki talâk vâki olur. Ama bir talâk olur diyenler de vardır. Kuhistâni.
İZAH
«Velevki binde biri olsun.» Meselâ sen bir talâkın binde bir cüzü boşsun dese bir talâk vâki olur. T.
«Çünkü talâk parçalanmayı kabul etmez.» Aklı başında bir adamın sözünü hiçe çıkarmaktansa, talâkın bir cüzünü söylemesi bütününü söylemiş yerine tutulur. Onun içindir ki kısasın bir kısmını affetmeyi Allah Teâlâ bütünü yerine tutmuştur. Nehir. Bu izaha göre bir adâm karısına, sen bir talâk ve bir çeyrek boşsun; yahut birbuçuk talâk boşsun derse, karısı iki talâk boş olur. Cevhere.
«Cüzler fazla gelirse...» Yani zamire izafe etmekle beraber meselâ; sen yarım talâk boşsun, bir de onun üçte biri ve dörtte biri derse, cüzler bir talâktan altıda birin yarısı kadar fazlalaşmış olur. Binaenaleyh bununla ikinci bir talâk meydana gelir.
«Böyle devam eder» Yani cüzler iki talâktan fazla olursa üç talâk meydana gelir. Meselâ, "Sen bir talâkın üçte ikisi ile dörtte birinin üçü ve beşte birinin dördü boşsun." derse üç talâk meydana gelir. H. Fethu'l-Kadir sahibi diyor ki: «Ancak esah kavle göre mercii bir oldukta, birin cüzleri fazla da olsa bir talâk vâki olur. Çünkü o cüzleri bire izafe etmiştir. Bunu Mebsût sahibi söylemiştir. Birinci kavli ulemadan bir cemaat tercih etmişlerdir.»
Bahır'da şöyle denilmiştir: «Esah kavle göre bir kimse karısına; sen bir talâk ve onun yarısı boşsun dese bir talâk vâki olur. Nitekim Zahîre'de bildirilmiştir. Birbuçuk talâk demesi bunun hilâfınadır.» Zahîre'deki sözü Hindiyye sahibi Muhit ve Bedâyi'ye nisbet etmiştir. Lâkin benim Bedâyi'de gördüğüm şöyledir: «Sayı biri geçerse hükmü ne olacağı zâhir rivayette zikredilmemiştir. Ulema bu hususta ihtilâf etmiş; bazısı iki talâk, bazısı bir talâk vâki olacağını söylemişlerdir.»
«Üç talâk vâki olur.» Çünkü nekire (belirsiz) bir kelime nekire olarak tekrarlanırsa, ikincisi birinciden başka olur ve her cüz tamamlanır. "Yarım talâk ve onun üçte biri ve altıda biri" demesi bunun hilâfınadır. Bir talâk vâki olur. Çünkü ikinci ve üçüncü birincinin aynıdır. Bu söylediklerimiz zifaf edilmiş kadın hakkındadır. Zifaf olunmayan hakkında bütün suretlerde bir talâk meydana gelir. Bahır.
«Ve edatını kullanmazsa...» Yani sen yarım talâk, üçte bir talâk, altıda bir talâk boşsun derse bir talâk meydana gelir. Z,ra atıf edatının atılması, bu cüzlerin hepsinin bir talâka ait olduğunu gösterir. İkincisi birinciden bedel, üçüncüsü ikinciden bedeldir. Bedel de mübdelün-minhin kendisi veya cüzüdür.
«Muhtar kavle göre...» Yani ulemadan bir cemaata göre demektir. Biliyorsun ki Mebsût'tan rivayet edilen bunun hilâfıdır. Ona göre esah kavil, mercii bir ise bir talâk vâki olmaktır. Zahîre ve Muhit sahipleri bunu tercih etmişlerdir.
«Keza altıda birin yerine dörtte bir demiş olsa ilh...» Orada Kuhistânî'nin ibaresi Muhit'ten nakledilmiş olmak üzere şöyledir: «Bir kimse yarım talâk ve üçte bir talâk ve dörtte bir talâk boşsun dese, muhtar kavle göre kadın iki defa boş olur. Bazıları bir defa boş olur demişlerdir. Dörtte bir yerine altıda bir demiş olsa üç talâk vâki olur; bazıları bir talâk vâki olur demişlerdir.»
Öyle anlaşılıyor ki bu, Kuhistânî'nin bir kalem hatasıdır. Çünkü bu odam ikincide cüzleri bir talâktan fazla yapmamıştır. O bununla üç talâk vâki olduğunu söylemektedir. Birincide ise cüzleri bir talâktan fazla yapmıştır. Kuhistânî bunu iki saymaktadır. Halbuki her iki suretteüçer talâk vâki olmak icabeder. Çünkü cüzlerin itibara alınması ancak mercii bir olduğu zamandır. Belirsiz ismi söylediği zaman ise, her cüz bir talâk sayılır. Nitekim geçmişti. Halbuki Muhit'in ibaresi Tahtâvî'nin Hindiyye'den naklettiği vecihle şöyledir: «Bir adam karısına; sen bir talâkın yarısı ve bir talâkın üçte biri ve bir talâkın altıda biri boşsun dese üç talâk meydana gelir. Çünkü her cüzü belirsiz bir talâka izafe etmiştir. Belirsiz isim tekrarlanırsa, ikinci birinciden başka olur. Bu adam; sen yarım talâk ve onun üçte biri ve onun altıda biri boşsun derse bir talâk vâki olur. Cüzlerin mecmuu bir talâkı geçerse; meselâ, sen yarım talâk ve onun üçte biri ve onun dörtte biri boşsun derse, bazıları bir talâk, bazıları da iki talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Muhtar olan iki talâktır. Serahsî'nin Muhit'inde böyle denilmiştir. Sahih olan da budur. Zahîre'de böyle denilmiştir.»
Fetih'ten naklen arzetmiştik ki; Mebsût'ta bir talâkın vukuu sahih kabul edilmiştir. Ne olursa olsun hilâfın mevzuu zamire izafettir. Belirsiz isme izafet değildir. Lâkin ben Tatarhâniyye'de Mühit'ten naklen şöyle denildiğini gördüm: «Sadru'ş-Şehid'in Vâkıat nâmındaki kitabında zikrettiğine göre bir adam karısına; sen yarım talâk boşsun ve bir talâkın üçte biri ve bir talâkın dörtte biri dese iki talâk vâki olur. Muhtar olan kavil budur. Şu halde Sadru'ş-Şehid'in söylediğine kıyasen; sen yarım talâk boşsun ve bir talâkın üçte biri ve bir talâkın altıda biri dediğinde bir talâk boş olması gerekir.» Bunda daha az işkal vardır. Galiba bu söz zamire izafette olduğu gibi belirsiz isme izafet ederken dahi cüzler itibara alındığına göredir. Lâkin bu kavil Bedâyi, Fetih, Bahır ve Nehir sahiplerinin kesinlikle kail oldukları farkın hilâfınadır.
METİN
İleride gelecek ki, bir talâkın bazı cüzlerini istisna etmek hükümsüzdür. Bazı cüzlerini îkâ etmekse bunun hilâfınadır. Erkeğin; sen birden ikiye kadar boşsun yahut birle iki arasında boşsun sözüyle bir talâk; birden üçe kadar yahut birle üç arası boşsun sözüyle iki talâk vâki olur. Aslı haram olan bir şeyde İmam-ı Azam'a göre kaide yalnız birinci gayenin (sınırın) dahil olmasıdır. Mercii ibaha olan yerde: meselâ benim malımdan yüzden bine kadar al dediğinde ise bilittifak her iki gaye dahildir. Sen iki talâkın üç yarısı ile boşsun derse üç talâk vâki olur. Bazıları iki talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Bir talâkın üç yarısı ile veya iki talâkın iki yarısı ile boşsun derse iki talâk meydana gelir. Bazıları üç talâk olacağını söylemişlerdir. Ama birinci kavil esahtır.
İZAH
«İleride gelecek ki...» Yani metinde tâlikin sonunda gelecek ki musannıf, "Bir talâkın bir kısmını hariç bırakmak hükümsüzdür. Bir kısmı ikâ etmek ise bunun hilâfınadır. Sen üç defa boşsun, yalnız yarım talâk müstesna derse, muhtar kavle göre üç talâk vâki olur." diyecektir. Fetih sahibi diyor ki: «Bazıları Ebû Yusuf'un kavline göre iki talâk vâki olacağınısöylemişlerdir. Çünkü boşamak o işi görmek hususunda parçalanmayı kabul etmez. İstisnada da öyledir. Ve sanki yalnız biri müstesna demiş gibidir.»
«Bazı cüzlerini ikâ etmekse bunun hilâfınadır.» Bazı cüzlerini dediği, musannıfın burada söyledikleridir.
«Aslı haram olan bir şeyde...» Yani talâk gibi ancak hâceti gidermek için mübah kılınan bir şeyde İmam-ı Azam'a göre kaide yalnız birinci gayenin dahil olmasıdır. İmameyn'e göre ise her iki gaye dahildir. Binaenaleyh birincide (yani birden ikiye kadar boşsun dediği yerde) onlara göre iki talâk. İkincide (birden üçe kadar dediği yerde) üç talâk vâki olur. İmam Züfer'e göre birincide hiçbir talâk vâki olmaz. İkincide bir talâk vâki olur. Kıyas da budur. Çünkü sınırlı bir şeyde her iki sınır dahil değildir. Meselâ, sana şu yeri şu duvardan şu duvara kadar sattım sözünde, satışta duvarlar dâhil değildir. Üç imamızın kavli, örfe bakarak istihsandır. Şöyle ki: Örfen bu söz ne zaman söylenir ve iki sınırın arasında bir sayı bulunursa, onun azından çoğu ve çoğundan azı kasdedilir. Meselâ benim yaşım altmışla yetmiş arasıdır dersen; altmıştan çok, yetmişten azdır demek istersin. İmdi, "Sen birden ikiye kadar boşsun." gibi sözlerde İmam-ı Azam'a göre bu örf yoktur. Binaenaleyh boşsun sözünü işletmek vâcip olur ve onunla bir talâk meydana gelir. Aslı mubah olan şeyde hepsi dahil olur. Meselâ, benim malımdan bir dirhemden iki dirheme kadar al dese, hepsini al mânâsına gelir. Fakat aslı haram ise, o şeyin haram olması hepsini kasdetmediğine kârinedir. Şu kadar var ki, birinci gaye bizzarure dahildir. Zira ikinci talâk onun üzerine terettüp etmek için birincinin mutlaka bulunması lâzımdır. Birincisiz ikinci olamaz. İkinci gaye olan üç talâk bunun hilâfınadır. Çünkü üçüncüsü olmadan ikinci talâk olabilir. Birden ikiye kadar dediği surette ise, zikredilen zaruret olmadığı için ikinci gayeyi dahil etmeye hacet yoktur. Bu izahın tamamı Fetih'tedir.
«Her iki gaye dahildir» Binaenaleyh zikredilen misalde o adam binin hepsini alabilir. Nitekim bunu Bahır sahibi ifade etmiştir.
«Üç talâk vâki olur.» Çünkü iki talâkın yarısı bir talâktır. Şu halde iki talâkın üç yarısı bizzarure üç talâk eder. Nehir.
«Bazıları iki talâk vâki olacağını söylemişlerdir.» Çünkü iki talâk yarıya bölünürse dört yarım eder. Bunların üçü birbuçuk eder. Bu da tamamlanarak iki talâk olur. Buna şöyle cevap verilmiştir: «Bu tevehhümün menşei bizim iki talâkı yarıya böleriz dememizle, iki talâktan herbirini yarıya böleriz sözümüzü birbirine karıştırmalarıdır.» Dört yarıyı icabeden ikincisidir. Lâfzın her ne kadar buna ihtimali varsa da - onun için bunu niyet etse diyaneten kabul edilirse de - zâhirin hilâfınadır. Nehir. Fetih sahibi şöyle demiştir: «Çünkü zâhir iki talâkın yarısının bir talâk olmasıdır. İki talâkın iki yarısı değildir»
«Veya iki talâkın yarısı ile...» Keza üç talâkın yarısı ile boşsun derse iki talâk meydana gelir. İki talâkın yarısı derse bir; üç talâkın iki yarısı derse üç talâk vâki olur. Bahır. Bir talâkın üç yarısı birbuçuk talâk ederse de, talâk parçalanmayı kabul etmediği için buçuk bütünlenerek iki talâk olur. İki talâkın iki yarısı dahi bütünlenerek iki talâk olur.
Ben derim ki: Bir talâkın dört üçte biri ve bir talâkın beş dörtte biri sözleri de bir talâkın üç yarısı sözü gibi olmak gerekir.
«Bazıları üç talâk olacağını söylemişlerdir.» Çünkü her yarım başlı başına tamamlanır ve üç talâk olur.
«Ama birinci kavil esahtır.» Bahır sahibi diyor ki: «Câmiu's-Sagîr'de nakledilen budur. Nâtifî bunu ihtiyar etmiş; Attâbi de bunu sahihlemiştir.» Bahır sahibi bundan sonra yarıya bölmenin oniki sureti olduğunu ve herbirinin hükümlerini zikretmiştir. Ona müracaat edebilirsin.
METİN
Sen bir kere iki boşsun sözünde niyet etmez veya çarpmayı niyet ederse bir talâk vâki olur. Çünkü bu söz cüzleri çoğaltır, fertleri çoğaltmaz. Ama bununla bir ve ikiyi niyet ederse, kadın cima edilmiş bulunduğu takdirde üç talâk; cima edilmeyen hakkında bir talâk vâki olur. Bu söz, cima edilmeyen kadına; sen bir ve iki boşsun demek gibidir. Çünkü birinci talâk vâki olduktan sonra iki talâka mahâl kalmaz. İkiyle beraber biri niyet ederse mutlak surette üç talâk vâki olur. Çarpma niyetiyle, sen iki kere iki boşsun derse, iki defa boş olur. Sebebi yukarıda geçti. "Ve" yahut "beraber" mânâsını niyet ederse, yukarıda geçtiği gibidir. Erkeğin; sen buradan Şam'a kadar boşsun sözüyle - bunu uzunluk veya büyüklükle vasıflandırmadıkça - bir talâk ric'î vâki olur. Vasıflandırırsa talâk bâin olur. Sen Mekke'de boşsun yahut Mekke'nin içinde boşsun veya şu hânede veya gölgede yahut güneşte yahut filan elbisenin içinde boşsun sözleri tencizdir (geçerlidir), derhal talâk vâki olur. Bu sözler, sen hastayken boşsun yahut namaz kılarken boşsun veya hasta olduğun halde, namaz kıldığın halde boşsun demesi gibidir.
İZAH
«Çünkü bu söz cüzleri çoğaltır ilh...» Yani çarpmak, çarpılan sayının cüzlerini çoğaltmak hususunda tesir eder. Sayının çoğalması hususunda tesiri yoktur. Birçok cüzlere ayırdığı bir talâk bir talâktan fazla olmaz. Eğer çarpmak sayıyı arttırsaydı, dünyada fakir kalmazdı. Çünkü bir dirhemini yüzle çarpar, o dirhem yüz olurdu. Sonra yüzü binle çarpar yüzbin olurdu. İmam Zufer'le Hasan b. Ziyad ve üç mezhebin imamları iki talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Çünkü hesapçıların çarpma hususunda örfleri, bir sayıyı diğerinin adedince katlamaktır. Fetih sahibi bunu tercih etmiştir. Çünkü örf buna mâni değildir. Bizim farz vetahminimize göre bu adam onların örflerine göre konuşmuş, onu kasdetmiştir. Binaenaleyh talâkı bilerek Farsça veya başka bir dille yapmış gibi olur.
«Böyle olsa dünyada fakir kalmazdı» diye ilzam etmek lâzım gelmez. Çünkü bir dirhemini yüzle çarpması şayet haber vermekten ibaretse, "Bende yüz dirhemin içinde bir dirhem var." demek gibi olur ki bu yalandır. İnşa ise, bir dirhemi yüzün içine koydum demek gibi olur ve mümkün değildir. Çünkü bunu söylemekle bir dirhem yüzün içine girivermez. Bu görüşü Gayetü'l-Beyân sahibi dahi tercih etmiştir. Gerçi Bahır sahibi cevap vererek; "Bir kere iki sözünde iki hakikaten zarftır. Fakat bu bire elverişli değildir. Elverişli olmayınca, burada ne örf muteber olur, ne de niyet! Bana su ver sözüyle talâkı niyet etmek gibi olur. Böyle bir talâk vâki olmaz." demişse de, bu sözü Makdisi şöyle reddetmiştir: «Lâfız sarihtir. Yani hesapçıların örfüne göre hakikattır. Örfî mânâsında açıktır.» Onu Nehir ve Minah sahipleri de reddetmişlerdir. Rahmetî, "Böylece bu mesele İmam Züfer'in kavliyle fetva verilen meseleleri arttırmaktadır." demiştir. Demek istiyor ki; muhakkık İbn-i Hümam tercih ehlindendir. Nitekim bunu Bahır sahibi kaza bahsinde itiraf etmiştir.
«Kadın cima edilmişse...» Yani velev hükmen olsun demektir. Tâ ki kendisiyle halvet yapılan kadına da şâmil olsun. Zira iddet içinde ihtiyaten kadına talâk yapılabilir. Doğruya bu daha yakındır. Nitekim mehir bâbında halvet hükümlerinde geçmiş; biz de orada gerekeni sana izah etmiştik. Üç talâk vâki olur. Çünkü kocasının sözü buna ihtimallidir. Zira bir ve iki dersek, oradaki 've' edatı biraraya toplamak içindir. Zarf mazrufu içine toplar. Böylece bu sözden bir ve iki mânâsını kasdetmek sahih olur. Hem burada erkeğin, kendisine şiddet göstermesi vardır. Nehir.
«Mutlak surette...» Yani kadın cima edilmiş olsun olmasın mütlak surette üç talâk vâki olur. H.
«Sebebi yukarıda geçti.» Yani yukarıda şârih, "Çünkü bu söz cüzleri çoğaltır fertleri çoğaltmaz." demişti. H.
«Yukarıda geçtiği gibidir.» Yani "ve" mânâsına alırsa, cima edilen kadın üç talâkla, cima edilmeyen iki talâkla boş olur. "Beraber" mânâsına alınırsa, mutlak surette üç talâk vâki olur. H.
«Bir talâk ric'i olur» Çünkü talâkı kısalıkla vasfetmiştir. Talâk vâki oldu mu, her yerde vâki olur. Onu Şam'a tahsis etmek, başka yerlere nisbetle kısaltmak olur. Talâkın hakikaten kısaltmaya tahammülü yoktur. Binaenaleyh hükmünün kısalığını kasdetmiş olur ki, onun kısalığı ric'î ile, uzunluğu da bâinle olur. Bir de bu adam talâkı büyüklük veya ululukla vasfetmemiş, onu öyle bir yere uzatmıştır ki, o yerin ona ihtimali yoktur. Binaenaleyh bu sözle şiddet ziyadesi sabit olamaz. Nehir.
«Derhal talâk vâki olur.» sözü, 'tencizdir' kelimesinin tefsiridir. Şöyle ki: Şer'î kaydıkaldırmaktan ibaret olan talâk o anda yoktur. Şâri' Hazretleri, talâk arzu eden kimse için, onun vücudunu mevcut olmayan bir şeyin vücuduna bağlı kılmıştır. O şey bulundu mu talâk da bulunur. Buna elverişli olan şeyler, fiillerle zamanlardır. Çünkü o anda onların her ikisi mevcut değildir, sonra bulunurlar. Sabit bir ayn olan mekân bunun hilâfınadır. Çünkü ona bağlamak tasavvur edilemez. Meselenin tamamı Fetih'tedir.
METİN
Bunların hepsinde o adam "Ben girdiğim vakit veya elbiseyi giydiğin vakit veya hasta olduğun vakit ve bunun gibi bir şey kasdettim." derse, sözü diyaneten tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez ve sözü o şarta taallûk eder. Bir seneye veya ay başına yahut kışa demiş gibi olur. Mekkn'ye girersen sözü tâliktir. Keza eve girdiğinde yahut filan elbiseyi giydiğinde ve keza namazında gibi sözler dahi tâliklir. Çünkü zarf şarta benzer. Eve girdiğin için yahut hayız gördüğün için boşsun derse, tenciz (derhal talâk) olur. Ba ile söylerse (girmenle derse) tâlik olur. Kadın hayızlı iken, sen hayzında boşsun derse, başka bir hayız görünceye kadar; hayzan esnasında derse, hayzını görüp temizleninceye kadar boş düşmez. Üç gün içinde boşsun derse, bu tenciz olur. Üç günün gelişinde derse, yemin ettiği günden ayrı üç günün gelişine tâlik olur. Çünkü şartlar gelecek zaman hakkında muteberdir.
İZAH
«Kazaen tasdik edilmez.» Çünkü bunda kendisi için işi hafifletmek vardır. Bahır.
«Bir seneye ilh...» Tatarhâniyye'de Muhit'ten naklen şöyle denilmektedir: «Bir kimse karısına; sen geceye boşsun, yahut bir aya veya bir seneye yahut yaz yarısına yahut kışa, bahara veya güze boşsun derse, bu üç vecihle olur.
1) Ya izafe ettiği vakitten sonra boş düşmesini niyet eder. Bu takdirde o vakit geçtikten sonra boş olur.
2) Veya talâkın vukuunu niyet eder. Vakti uzaması için sınır yapar. Talâk derhal vâki olur.
3) Yahut hic niyeti yoktur. Bu takdirde bize göre vakit geçtikten sonra boş düşer. İmam Züfer'e göre ise derhal talâk vâki olur. İmam Züfer bunu Mekke'ye veya Bağdat'a gibi gayeyi mekân yaptığı hale kıyas etmiştir. Zira mekânı gaye yaparsa, gaye bâtıl olup kadın derhal boş düşer.»
«Tâliktir.» Çünkü tâlikin hakikatı mevcuttur. Bahır.
«Keza ilh...» Yani bu misallerde talâk fiile taallûk eder. Fiil bulunmadan kadın boş düşmez. Bahır.
«Namazında gibi sözler dahi taliktir» Kadın bir rekât kılıp onun secdesine varmadıkça boş düşmez. Bazıları başını secdeden kaldırmadıkça, bazıları da teşehhüde oturmadıkça boş düşmeyeceğini söylemişlerdir.Ta-tarhâniyye.
«Gibi sözler.» Meselâ; hastalığında yahut ağrı çektiğinde boşsun, demesi de tâliktir. Çünkü ihtiyâri fiille ihtiyârî olmayan fiil arasında bir fark yoktur. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. T.
«Çünkü zarf şarta benzer.» Zira şart bulunmadan nasıl meşrut bulun-mazsa, zarf bulunmadan mazruf da bulunmaz. Binaenaleyh zarf mânâsını murad etmek mümkün değilse, şart mânâsına yorumlanır. Nehir.
«Tenciz olur...» Çünkü talâkı o anda yapmış ve zikrettiği şeyle onu illetlendirmiştir. Binaenaleyh girmek veya hayız bulunsun bulunmasın derhal talâk vâki olur. Rahmeti.
«Ba ile söylerse tâlik olur» Çünkü ba, ilsak (hükmü yapıştırmak) içindir. Bu adam kadına zikrettiği şeye yapışık olarak bir talâk yapmıştır. Binaenaleyh talâk ancak onunla olur. Rahmeti.
«Sen hayzında boşsun derse» başka bir hayız görünceye kadar boş düşmez. Bedâyi sahibi diyor ki: «Sen hayzında boşsun veya sen hayzınla beraber boşsun derse, kanın üç gün devam etmesi şartıyla hayzını gördüğünde boş olur. Çünkü 'fi' kelimesi zarf bildirir. Halbuki hayız zarf olmaya elverişli değildir. Binaenaleyh şart kabul edilir. (Beraber mânâsına gelen) 'mea' kelimesi beraberlik ifade eder. Kan üç gün devam etti mi, başladığı andan itibaren hayız olduğu anlaşılır ve talâk o andan itibaren vâki olur. Sen hayzan esnasında boşsun derse, hayzını görüp temizlenmedikçe boş düşmez. Çünkü 'hayza' kelimesi kâmil hayzın ismidir. Bu da temizliğin ona bitişmesiyle olur. Bu fasılların hepsinde kadın hayızlı bulunursa, temizlenin başka bir hayız görmedikçe boş düşmez. Çünkü o adam hayzı talâkın vukuu için şart yapmıştır. Şart olması, yakın bir şekilde yok olan şeydir ki, o da gelecekteki hayızdır, halen mevcut olan hayız değildir.»
Ben derim ki: O adam mevcut hayzın müddetinde diye niyet ederse, talakın vâki olması gerekir. Cevhere' de şöyle denilmiştir: «Kadın hayızlı iken kocası ona, hayzını görürsen boşsun derse, bu söz gelecekteki hayza yorumlanır. Bu hayızdan meydana geleni kasdederse, niyetine göre vâki olur. Çünkü hayız azar azar meydana gelir. Gebe karısına, sen gebe kalırsan diyerek bu gebeliği nisbet etmesi bunun hilâfınadır. Bununla yemini bozulmaz. Çünkü onun çok cüzleri yoktur.» Hâniyye'de şöyle denilmiştir: «Hayızlı kadına kocası, hayzını görürsen boşsun derse, bu söz gelecekteki hayza ait olur. Kadına, Yarın hayzını görürsen boşsun derse, bu söz o hayzın yarının fecrine kadar devamına yorumlanır, Çünkü ertesi sabah hayzın meydana gelmesi tasavvur edilemez. Binaenaleyh devama yorumlanır. Keza kadın hasta iken, sen hasta olursan boşsun derse, hüküm yine böyledir. Sağlam kadına, düzeldiğin zaman boşsun demesi bunun hilafınadır ve sustuğu gibi talâk vâki olur. Çünkü sağlamlık devam eden bir haldir. Onun devamı için iptida hükmü vardır. Ayakta bir kimseye, ayağa kalktığın vakit; oturan kimseye, oturduğun vakit; milki olan birköleye, sana mâlik olduğum vakit demek de böyledir. Hayız ve hastalık uzamasa da şeriat mecmu itibariyle birtakım hükümler tâlik etmiştir ki, bunlar onun her cüzüne taallûk etmez. Bu sebeple mecmuu bir şey saymıştır.»
«Üç gün içinde boşsun derse bu tenciz olur.» Çünkü vakit kadının boş olmasına zarf olabilir ve bir vakitte boş düştü mü, sair vakitlerde de boş sayılır. Bahır.
«Üç günün gelişine tâlik olur.» Çünkü gelmek bir fiildir. Zarf olmaya elverişli değildir. Binaenaleyh şart olur. Bahır.
«Çünkü şartlar gelecek zaman hakkında muteberdir.» sözü, "yemin ettiği günden ayrı" ifadesinin illetidir. Çünkü günün gelmesi, onun ilk cüzünün gelmesinden ibaretir. Fecir doğdu mu, cuma günü geldi derler. Birinci günün ilk cüzü geçmiştir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Bunun ifade ettiği mânâ, o kimsenin bu yemini gündüz yapmış olmasıdır. Tatarhâniyye'de bildirildiğine göre geceleyin karısına; sen üç günün gelişinde boşsun derse, üçüncü günün fecri doğmakla kadın boş düşer. Üç günün geçişinde derse, bunu geceleyin söylediği takdirde, üçüncü günün güneşi kavuşmakla kadın boş düşer. Câmi nüshalarının bazısında böyle denilmiştir. Diğer bazılarında ise, "Dördüncü geceden yemin ettiği saati gelinceye kadar boş düşmez." denilmiştir. Kudûrî bunu böyle zikretmiştir.
METİN
Kıyamet gününde derse, bu sözü hükümsüz kalır. Ondan önce derse tencizdir. Sen şu hâneye girişinde güzel bir talâkla boşsun derse, güzel mânâsına gelen hasene kelimesini merfu söylediği takdirde tenciz olur. Mansup söylerse talâk muallâk olur. Kisâi İmam Muhammed'e şunu sormuş: «Bir kimse karısına; uysal olursan ey Hind, uysallık uğurluluktur. Sert olursan ey Hind, sertlik uğursuzluktur. İmdi sen talâksın. Talâk ise azimettir. Üçtür. Kim sertlik gösterirse. âsilik ve zulmetmiş olur derse, kaç talâk vâki olur?» İmam Muhammed. "Üç kelimesini merfu söylerse bir talâk, mansup söylerse üç talâk olur." diye cevap vermiştir. Meselenin tamamı Muğni'de ve Mülteka üzerine yazdığımız hâşiyededir.
İZAH
«Hüküsüz kalır.» Çünkü kıyamet gününde Allah'ın teklifleri kaldırılmış olur. Burada talâkın müneccez, yani derhal vâki olmaması, vukuunu muayyen bir zamana tâlik ettiği içindir. Zaman talâk îkâı için elverişlidir. Şu kadar var ki, ikâına bir mâni bulunmuştur. T.
«Ondan önce derse tencizdir.» Çünkü öncelik zarftır, geniştir, konuşma zamanına da sâdıktır. T.
«Merfu söylediği takdirde tenciz olur» Merfu ile mansup söylemesi arasında fark şudur: Hasenetün diye merfu söylerse, kelime kadının sıfatı olur ve fâsıla teşkil eder. Hasenetendiye mansup söylerse, boşamanın sıfatı olur ve fâsıla teşkil etmez. Bunu Muhitten Nehir sahibi nakletmiştir. Yani ecnebi bir fâsıla bulunmayınca, "girişinde" demesi yeni bir cümle olmaz. Boşsun kelimesine taallûk eder ve onun kaydı olur.
«Kisâi İmam Muhammed'e şunu sormuştur ilh:..» sözüyle şârih, İbn-i Kişâm'ın Muğnî adlı eserinin birinci bâbında söylediklerini redde işaret etmiştir. İbn-i Hişâm şöyle demiştir: «Hârun Reşid İmam Ebû Yusuf'a mektup yazarak bu meseleyi sormuş; O da, bu mesele hem nahvî, hem fıkhîdir. Ben onun hakkında bir şey söylersem hatadan emin değilim, diye cevap vermiş. Bunun üzerine mesela Kisâi'ye sorulmuş; O da üç kelimesini merfu söylemişse kadın bir defa boş olur. Çünkü kocası ona sen talâksın demiş, sonra tam talâkın üç olduğunu haber vermiştir. Üç kelimesini mansup söylemişse, kadın üç defa boş olur. Çünkü bunun mânâsı, sen üç defa boşsun demektir. Aralarında bir itiraz cümlesi vardır, diye cevap vermiştir.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Fetih sahibi diyor ki: «Bu söz hata olmaktan başka içtihat makamını anlamaktan da uzaktır. Çünkü içtihadın şartlarından biri, Arap dilini ve üslûplarını bilmektir. Zira içtihat, Arapça olan nakit deliller üzerinde yapılır. Güvenilir zevatın bu mesele hakkında fetvayı okuyandan naklettikleri bunun hilâfıdır. Suali Kisâi İmam Muham b. Hasan'a göndermiştir. Ebû Yusuf'un ve Hârun Reşid'in bu meselede aslâ karşılığı yoktur. Ebû Yusuf'un makamı, imam, müctehid ve lâfızların muktezası hususundaki tasarruflarda bunca ustalığı ile beraber böyle bir terkipte başkasına muhtaç olmaktan çok daha yüksektir. Mebsût'ta bildirildiğine göre İbn-i Semâa şöyle demiş: Kisâi İmam Muhammed'e bir fetva göndermiş. O da onu bana verdi, fetvayı kendisine okudum, cevabında yukarıda geçenleri yazdı. Kisâi de cevabını beğendi. Halebî'nin Celâl-i Suyûtî'ye aid Mugnî hâşiyesinden naklen bildirildiğine göre Hatib-i Bağdâdi'nin Tarih' inde rivayet edilen budur»
«Talâk azimettir.» Yani ciddidir. şaka ve oyun değildir. Nehir.
«Tamamı Mugni' dedir.» Mugni sahibi şöyle demiştir: «Ben derim ki: Doğrusu, refi ve nasp kıraatlerinin ikisi de üç ve bir talâkın vukuuna ihtimallidir. Reli ihtimallidir. Çünkü talâk kelimesinin başındaki 'elif-lâm' ya cinsten mecaz içindir - "Zeyda'nir raculü" gibi ki, güvenilecek adam Zeyd'dir mânâsınadır. - yahut ahd-ı zikri içindir. Yani bu zikredilen talâk üç azimettir mânâsınadır. 'Elif-lâm' ı ahd için alırsak üç talâk; cins için alırsak bir talâk vâki olur. Mansup okumaya gelince: Mef'ulü mutlak olmak ihtimali vardır. Bu üç talâkın vukuuna iktiza eder. Çünkü sen üç talâkla boşsun mânâsınadır. Sonra şair bunların arasına talâk izamettir diyerek itiraz cümlesi getirmiştir. Üç kelimesinin azimetin altında gizli olan zamirden hâl olması da mümkündür. O zaman üç talâkın vukubulması lâzım gelmez. Çünkü mânâ, talâk üç olursa azimettir şekline girer ve o kimse neyi niyet ettiyse o olur. Lâfzın muktezası budur. Ama şairin murad ettiği üç talâktır.» Fetih sahibinin beyanına göre "selâsün" kelimesinin mef'ulû mutlak olmak üzere 'selâsen' okunması zâhirdir. Merfu olarak 'selâsün' okunursa, ahd-ı zikri için olur ve üç talâk meydana gelir. Onun için şairin bunu kasdettiği zâhir olmuştur.
METİN
Sen yarın boşsun, yahut sen yarının içinde boşsun sözüyle fecir doğarken talâk vâki olur. İkincisinde ikindiyi yani günün sonunu niyet etmesi kazaen sahihtir. Diyaneten her ikisinde tasdik edilir. Sen şâbanda boşsun, yahut şâban ayının içinde boşsun demesi de böyledir. Sen bugün yarın boşsun: yahut, sen yarın bugün boşsun derse, birinci söz muteber olur. 'Ve' edatıyla atfederse, birinci sözle bir, ikinciyle iki talâk vâki olur. Bu, "sen geceleyin ve gündüz boşsun"; yahut "gündüzün evvelinde ve sonunda boşsun" ve bunun aksi ile, "bugün ve ayın başında boşsun" demesi gibidir.
İZAH
«Fecir doğarken talâk vâki olur.» Fecirden murad; fecr-i sâdıktır. fecc-i kâzip değildir. Ferir doğarken boş olmasının vechi şudur: Bu adam kadını yarının hepsinde talâkla vasfetmiştir. Binaenaleyh muarız olmadığı için ilk cüzü taayyün eder. Bahır. Hidâye sahibi ile başkaları burada talâkı zamana izafe hakkında ayrıca bir fasıl yapmışlardır.
«İkincisinde ikindiyi...» (Yani yarının içinde sözüyle ikindiyi) niyet etmesi sahihtir. Çünkü Yarının bir cüzünde kadını talâkla vasfetmiştir. Bahır.
«Günün sonunu» sözü, maksadı tefsirdir. Zâhire göre kuşluk veya zevâl vaktini kasdetmiş olsa yine tasdik edilir. T.
«Kazaen» sahih olması ,İmam-ı Âzâm'a göredir. İmameyn'e göre birincisi gibi bu da sahih değildir. Diyaneten her ikisinde niyetin sahih olmasında hilâf yoktur. İmam-ı Âzâm'a göre fark müteallâkının umumudur. Zira mukadder olarak dahil olur. Lâfzan söylenmez. Lügatta, bir sene oruç tuttum demekle bir senenin içinde oruç tuttum demenin arasında fark vardır. Şer'an dahi, ömrüm boyunca oruç tutacağım demekle, ömrümün içinde oruç tutacağım sözü arasında fark vardır. Ömrüm boyunca dediğinde, bütün ömrünü oruçla geçirmedikçe yemininde durmuş olmaz. Ömrümün içinde dediğinde ise, bir saat oruç tutmakla yemininde durduğu sabit olur. Keza bir ay oruç tutarsam kölem âzâd olsun sözüyle, bu ayın içinde oruç tutarsam kölem âzâd olsun demesi arasında fark vardır. Birincisinde oruç bütün aya şâmildir. İkincisinde ise bir saate şâmildir. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir. Binaenaleyh zarf edatını zikrederek zamanın bir cüzünü niyet etmek, hakikati niyet etmektir. Zarf edatını atarak niyet etmek ise, âmmı tahsistir. Binaenaleyh kazaen tasdik edilmez. Hakkında zaman parçalanmayı kabul etmeyen şey bunun hilâfınadır. Çünkü onda edatı atıp atmamakarasında bir fark yoktur. Meselâ, cuma günü oruç tuttum demekle, cuma gününün içinde oruç tuttum demek müsavidir. Meselenin tamamı Bahır ve Nehir'dedir.
Ben derim ki: Keza şumulü olmadığını bilirse, zamanı parçalanan şey hakkında da aralarında fark yoktur. Meselâ, cuma günü yedim yahut cuma gününün içinde yedim sözleri arasında bir fark yoktur.
«Yahut şâban ayının içinde» sözünde, erkeğin niyeti yoksa kadın recebin son gününde güneş kavuşurken boş olur. Şâban ayının sonunu niyet etmişse, mesele yukarıdaki hilâf üzeredir. Fetih.
«Birinci söz muteber olur.» Binaenaleyh birincide o gün, ikincide yarın boş olur. Çünkü birinci söz söylemekle onun hükmü birincide derhal sabit olur. İkincide ise tâlik olur ve ondan sonra zikrettiği ile değiştirmeye ihtimali kalmaz. Zira ne müneccez tâliki kabul eder, ne de muallâk tencizi. Nehir.
«Ve edatıyla atfederse ilh...» Tebyin sahibi diyor ki: Çünkü ma'tuf ile ma'tufunaleyh başka başka şeylerdir. Şu kadar var ki, birincide bizim için ikinci talâkı ikâya hâcet yoktur. Çünkü kadının üzerine bugün yapılan bir talâkla onu yarın vasfetmek mümkündür. İkincisinde ise bu mümkün değildir. Onun için iki talâk vâki olur. H.
«Sen geceleyin ve gündüz boşsun demesi gibidir.» Yani bu sözü gece söylemişse bir talâk vaki olur. Keza gündüzün başında söylemişse, gündüzün başında ve sonunda vâki olur. H.
«Ve bunun aksi ile...» Yani, "sen gündüzün ve geceleyin boşsun", yahut "sen günün sonunda ve başında boşsun" derse, bu söz geceleyin ve keza gündüzün başında söylenmişse kadın iki talâk boş düşer. Gündüzün veya günün sonunda söylenmişse, hüküm hepsinde bunun aksi olur. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. H.
Ben derim ki: Bu hüküm ma'tufta zarf edatını açıklamadığına göredir. Zira Zahîre'de şöyle denilmektedir: «Geceleyin karısına; sen gecende ve gündüzünde boşsun; yahut gündüzleyin, sen gününde ve gecende boşsun derse, her vakitte bir talâk boş düşer. Yalnız bir talâkı niyet ederse, diyaneten tasdik olunur. Çünkü sözünün buna ihtimali vardır. Zarf edatı, beraber mânâsına yorumlanabilir. (Ve mânâ, sen gündüzünle beraber gecende boşsun şekline girer.)»
«Bugün ve ayın başında boşsun demesi gibidir.» Yani bir talâk vâki olur. Fakat ayın başında ve bugün derse iki talâk vâki olur Onun için bunu aksi ile sözünden önce söylemesi daha iyi olurdu. Nitekim gizli değildir.
METİN
Kaide şudur: Her ne zaman talâkı biri olmuş diğeri olacak iki vakte atıf edatı ile izafe ederse bakılır. Olmuştan başlamışsa ikisi birleşir. Olacaktan başlamışsa ayrı ayrı olurlar. "Senbugün boşsun ve yarın geldiğinde"; yahut "sen boşsun, hayır bilâkis yarın" derse, kadın o anda bir defa boş olur, ertesi gün de bir daha boş olur. "Sen bir defa boşsun yahut değilsin"; yahut, "benim ölümümle beraber"; yahut, "senin ölümünle beraber boşsun" sözleri hükümsüzdür. Birincinin hükümsüz olması, şüphe edatı bulunduğu içindir. İkincinin hükümsüz olması talâkı îkâya yahut vukuya zıt bir hale izafe ettiği içindir. Keza, "sen seninle evlenmenden önce boşsun": yahut bugün nikâh ettiği karısına, "sen dün boşsun" demesi de böyledir. Ama kadını dünden evvel nikâh ettiyse talâk şimdi vâkidir. Çünkü geçmişte yapılan inşâ, halde de inşâ sayılır.
İZAH
«Biri olmuş biri olacak» bugün ile yarın gibidir. Fakat dün ve bugün gibi biri geçmiş biri şimdi mevcutsa, bu hususta şerhte az ileride söz gelecektir. Hâniyye'de şöyle denilmektedir: «Günün ortasında karısına; sen bugünün başında ve sonunda boşsun derse; bir talâk vâki olur. Aksini söylerse iki olur. Çünkü günün sonunda vâki olan talâk evvelinde olamaz. Binaenaleyh iki talâk vâki olur »
«İkisi birleşir.» Çünkü kadın bugün boş düşünce yarın da boştur. Talâkın çoğalmasına hacet yoktur. Lâkin Hâniyye'den naklen Bahır'da şöyle denilmiştir: Sen bugün boşsun ve yarından sonra derse, Ebû Hanife ile Ebû Yusuf'un kavline göre kadın iki defa boş olur. Bunun vechi şu olsa gerektir: Bugünle Yarın bir vakit mesabesindedir. Çünkü gece dahildir. Yarından sonra derse, bunun hilâfınadır. Zira iki vakit gibi olurlar. Aradan bir gün terketmesi, yarından sonra başka bir talâk kasdettiğine karinedir. Nitekim yakında bunu te'yid eden sözler gelecektir. Lâkin buna göre bugün ve ay başında dediğinde, bir talâk vâki olması müşkildir. Ancak şöyle cevap verilebilir: «Murad, yeminin o ayın son gününde yapılmasıdır. Binaenaleyh arada fâsıla yoktur.»
«Kadın o anda bir defa boş olur, ertesi gün de bir daha boş olur.» Ama, "sen bugün boşsun ve yarın geldiğinde" ifadesinde, gelmek îkâ üzerine mâtuf bir şarttır. Mâtuf ile mâtufunaleyh başka başka şeylerdir. Hal yerinde olan bir söz şarta taallûk etmiş olamaz. Binaenaleyh müteallikin başka bir talâk olması gerekir. 'Ve' edatını zikretmezse, kadın ancak fecir doğarken boş düşer. Müneccez talâk mevkuf olarak kalır. Çünkü birinciyi değiştiren ikinciye eklenmiştir. Bahır'da böyle denilmiştir.
«Sen boşsun hayır bilâkis yarın» sözüne gelince: Vazgeçmek suretiyle müneccez talâkı iptal etmek istemiştir. Fakat buna imkan yoktur. Bilâkis yarın sözüyle de başka bir talâk vâki olur. H.
«Şüphe edatı bulunduğu içindir.» Bu kavil İmam-ı Âzâm'ındır. Ebû Yu-suf'un son sözü de budur. İmam Muhammed ile ilk sözünde Ebû Yusuf kadının talâk-ı ric'î ile boş düşeceğinisöylemişlerdir. Çünkü bu adam şüpheyi bir talâk üzerine getirmiştir. Binaenaleyh sen boşsun sözü kalır. Şeyhayn'ın delilleri şudur: Vasıf adet zikredilerek yapılırsa, talâkın vukuu sayı ile olur. Buna delil, bir kimse cima etmediği kansına; sen üç defa boşsun derse, bütün ulemanın ittifakıyla üç talâk boş olmasıdır. Eğer talâk vasıfla vuku bulsaydı üçü zikretmek hükümsüz kalırdı. Nehir. Sayı ile kayıtlaması şundandır: O adam, sen boşsun yahut değilsin» dese, hiçbirinin kavline göre talâk vâki olmaz. Çünkü şüpheyi îkâ üzerine getirmiştir. Keza, "sen boşsun ancak..." demesi de böyledir. Çünkü istisnadır. "Sen boşsun, olsa da olmasa da" demesi de böyledir. Çünkü şarttır. İkaya istisna yahut şart katılırsa, îkâ olmaktan çıkar. Bahır. Bu meselenin fer'lerinin tamamı Bahır'dadır.
«Talâk-ı ikâya yahut vukua zıt bir hale izafe ettiği içindir.» Burada neşr-i mürettep vardır. H. Yani erkeğin ölmesi talâkı onun yapmasına mûnafidir. Kadının ölmesi de, üzerine talâk yapılmasına mûnafidir.
«Sen seninle evlenmemden önce boşsun ilh...» sözü de öyledir. Çünkü talâkı mâlûm bir hale isnat etmiştir ki, bu hâl talâka mâlik olmasına zıttır. Bunun hâsılı talâkı inkâr etmektir. Binaenaleyh hükümsüz kalır. Bir de bu sözü inşâ olarak düzeltme imkânı bulunamayınca, ihbar olarak düzeltilmesi mümkündür ve nikâh bulunmadığını haber vermiş olur. Fetih. Talâkı evlenmeye tâlik eder de meselâ, "Sen seninle evlenmemden önce boşsun, seninle evlenirsem."; yahut, "seninle evlenirsem seninle evlenmemden önce boşsun" derse, bu iki surette bilittifak evlendiği anda boş düşer. Öncelik hükümsüz kalır. Şart cümlesinin cezasını sonra söyler de, "seninle evlenirsem sen seninle evlenmezden önce boşsun" derse, talâk vâki olmaz. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir.
«Ama kadını dünden evvel nikâh ettiyse talâk şimdi vâkidir.» Kadını dün nikâh etmişse hükmü nedir görmedim. Fetih sahibinin yukarıda geçen sözünün muktezası, talâk vâki olmaktır. Çünkü imkânsız değildir. Sonra Dürerü'l-Bihar şerhinde gördüm ki, talâk vâki olur diye açıkça beyan edilmiştir.
«Çünkü geçmişte yapılan inşâ, halde de inşâ sayılır» Zira onu zıt bir hale isnat etmemiştir. Yalan söylediği ve isnada kudreti de olmadığı için ihbar olarak tashihi de mümkün değildir. Binaenaleyh o anda inşâ olur. Bu nükteden dolayı müteehhirin ulemamızdan bazıları devir meselesinde talâkın vukuuna hükmetmiş; ekserisi ise vukubulmadığını söylemişlerdir. Tamamı Fetih, Bahır ve Nehir'dedir. Biz bu hususta talâk bahsinin başında yeterince söz ettik.
METİN
Dün ve bugün derse müteaddit olur. Aksini söylerse birleşir. Bunun aksine kâil olanlar da vardır. Sen, ben yaratılmazdan önce boşsun; yahut sen yaratılmazdan önce boşsun veyaben seni çocukluğumda boşadım veya uyurken yahut deli iken boşadım der de deliliği mâlûm olursa, söylediği hükümsüz kalır. Kölesine, "ben seni satın almazdan önce sen hürsün"; yahut bugün satın aldığı kölesine, "sen dün hürsün" demesi bunun hilâfınadır. Çünkü köle âzâd olur. Nitekim bir köle için ikrarda bulunur da sonra onu satın alırsa köle âzâd olur. Çünkü onun hür olduğunu ikrar etmiştir. Sen, benim ölümümden iki ay önce; yahut daha fazlasında boşsun der de, iki ay geçmeden ölürse, kadın boş düşmez. Çünkü şart bulunmamıştır. İki ay geçtikten sonra ölürse; kadın öldüğü anda değil müddetin başına istinaden boş düşer. Bunun faydası kadına miras verilmemesidir. Çünkü iddet bazen üç hayız görerek iki ayda biter.
İZAH
«Bunun aksine kâil olanlar da vardır.» Hâniyye sahibi buna kesinlikle kâildir. Zahire'de Münteka'ya nisbet edilerek şöyle denilmiştir: «sen dün ve bugün boşsun derse bir talâk, aksini söylerse iki talâk olur. Sanki, "sen bir talâk boşsun, ondan önce de bir talâk" demiş gibi olur.» Halebî diyor ki: «Hak budur. Çünkü talâkı dün ikâ etmek bugün de ikâdır. Nitekim Makdisi söylemiştir.»
«Hükümsüz kalır.» Çünkü.bunun hâsılı, yukarıda geçtiği gibi talâkı inkârdır.
«Çünkü onun hür olduğunu ikrar etmiştir.» sözü her üç suretin illetidir. T.
«Çünkü şart bulunmamıştır.» Buna şöyle itiraz olunmuştur: «ölüm mutlaka başa gelecektir. O ne şarttır, ne de şart mânâsındadır. Bilâkis talâkın izafe edildiği vakti bildirir. Onun için iki aydan sonra ölürse, talâk müstenit olarak vâki olur. Gelmek bunun hilâfınadır. Nitekim ileride gelecektir.» Rahmetî buna şöyle cevap vermiştir: «Murad; istinadın sahih olmasının şartı bulunmadığı için demektir. Çünkü onun şartı ölümden evvel talâk vukuunun istinat edeceği bir zamanın bulunmasıdır. O da muayyen müddettir.»
Ben derim ki: Şu da var: Şart, ölüm değil, yeminden sonra iki ayın geçmesidir. Bunun olması da olmaması da ihtimallidir. İki ay geçmezse şart bulunur. Şayet, "Bunu geçmişten tamamlamak mümkündür. Meselâ; sen dün boşsun gibi..." denilirse, ben de derim ki: Burada iki aydan sonra ölmesi ihtimali vardır. Binaenaleyh sözünün hakikati itibar olunur. Dün bunun hilâfınadır.
«Müddetin başına istinaden boş düşer.» Bu söz İmam-ı Âzâm'ındır. İmameyn'e göre ise ölüm anında boş düşer. İkâ veya vuku ehliyeti ortadan kalkmıştır. Binaenaleyh hükümsüz kalır. Şârihin, "ölüm anında değil" demesi, İmameyn'in kavlini reddetmektir. Rahmeti
«Bunun faydası ilh...» sözüne Şurunbulâli şöyle itiraz etmiştir: «iddetin iki ayda geçmesi mümkündür diye kadına miras vermemek zayıftır. Sahih ve müftabih olan kavil, İmam-ı Âzâm'a göre iddetin ölüm vaktine münhasır olmasıdır. Kadın da mirasçı olur. Bunu Câmi-iKebir şârihi söylemiştir. Çünkü mirasta da talâkta olduğu gibi istinat zâhir değildir. Çünkü bunda kadının hakkını iptal vardır. Zayıf olmakla beraber bu kavlin vechi de zâhir değildir. Zira fârrın (miras kaçıranın) karısı iki müddetin uzun olanını iddet bekler. İki ayda hakikaten üç hayzın geçmesiyle onun iddeti bitmez. Uzun müddeti tamamlamak için dahi iki ay on gün kalır. Binaenaleyh kadın ona mirasçı olur. Şu halde iki ayda üç hayız imkânı vardır diye kadın mirastan nasıl men edilir?»
Rahmetî bu ifadeyi şöyle açıklamıştır: «Talâk İmam-ı Âzâm'a göre müddetin başına istinat ederek vâki olur. Eğer erkek o müddette hasta olup hastalığı ölüme kadar devam ederse, miras kaçırması tahakkuk etti demektir. Hasta değilse yine öyledir. Çünkü onun talâkının vukuu ancak ölmesiyle bilinir. Kadının hakkı onun malına taallûk etmiştir. İddetten sonra ölmüş olması farzedilemez. Çünkü iddet İmam-ı Âzam'a göre ölümle vâcip olur. Sahih kavil budur. Zira iddet sebebinde şüphe bulunmakla sabit olamaz. Zayıf kavle göre iddet talâkın vukuu anına istinat ederse de, iddet iki müddetin uzun olanıyla biter. Mücerret iki ayda üç hayız gör-mekle bitmez. Teslim edilse bile bunun mutlaka tahakkuku lâzımdır. Kadın üç hayız gördüğünü itiraf etmelidir. İki ayın geçmesiyle tahakkuk etmez. Hattâ bir ve iki senenin geçmesiyle bile tahakkuk etmez. Binaenaleyh musannıfın Dürer sahibine uyarak söyledikleri hiçbir suretle fıkıh kaidelerine uymaz. Buna dikkat etmelidir.»
METİN
Bir adam karısına; sen her gün boşsun yahut her cuma veya her ay başında boşsun der de bir niyeti bulunmazsa, bir talâk vâki olur. Her günü niyet ederse veya her günün içinde yahut her günle beraber veya her gün geldiğinde yahut her gün geçtikçe boşsun derse, üç günde üç talâk vâki olur. Kaide şudur: Her ne zaman zarf kelimesi terkedilirse birleşir, terk edilmezse müteaddit olur. Hulâsa'da bildiriliğine göre; sen günle beraber bir talâk boşsun sözü ile derhal üç talâk vâki olur. Erkek, ikinizden ömrü en uzun olan şimdi boştur derse, kadınlardan biri ölmedikçe boş düşmez. Ölürse diğeri boş olur. Çünkü şartı o zaman bulunmuş olur.
İZAH
«Sen her gün boşsun derse...» Bahır sahibi şöyle diyor: «Zarf edatı
olan 'fî' nin atılıp atılmamasına teferru eden meselelerden biri de şudur:Bir adam karısına; sen her gün boşsun dese, üç imamıza göre bir talâk vâki olur. İmam Züfer üç günde üç talâk vâki olacağını söylemiştir. Bu adam;her günün içinde boşsun derse, günde bir talâk olmak üzere bilittifak üç defa boş olur. Nitekim her günde yahut her gün geçtikçe demiş olsa hüküm budur. Bize göre fark şudur: Fî edatı zarf içindir; zaman ise sadece vuku itibariyle zarftır. Binaenaleyh her gün talâk vâki olmasından talâkın taaddüdü lâzım gelir. Her gün vâkiile vasıflanmak bunun hilâfınadır. Ama kadının her gün başka bir talâkla boş cimasını niyet ederse niyeti sahih olur.»
«Veya her cuma»dan murad; haftayı niyet etmesi yahut hiç niyeti bu-lunmamasıdır. Niyeti yalnız her cuma gününe ise kadın her cuma günü boş olur; üç talâkla bâin oluncaya kadar böyle devam eder. Bunu Tahtâvî Bahır'dan nakletmiştir. Hülasası şudur: Cuma kelimesiyle haftayı niyet eder de mutlak söylerse bir talâk; hâssaten cuma gününü niyet ederse üç talâk vâki olur. Çünkü günler arasında fasıla bulunmaktadır. Nitekim yakında izah edilecektir.
«Veya her ay başı...» Baş kelimesini zikretmesi doğru değildir, onu atmak gerekir. Zahîre, Hindiyye ve Tatarhâniyye'de şöyle denilmektedir: «Sen her ayın başında boşsun derse, her ay başında bir defa olmak üzere üç defa boş olur. Fakat sen her ay boşsun derse, kadın bir defa boş olur. Çünkü birincide aralarında vuku hususunda fasıla vardır. İkincide öyle değildir.» Yani ayın başı evvelidir. Bir ayın başı ile diğer ayın başı arasında ise fasıla vardır. Binaenaleyh her ayın başında bir talâk îkâı gerekir. Bunun benzeri yukarıda Hâniyye'den naklen geçen, "Sen bugün boşsun ve yarından sonra" sözüdür. Her ayda boşsun demesi bunun hilâfınadır. Çünkü talâkın izafe edildiği vakit bitişiktir ve bir vakit mesabesindedir. Onun evvelinde vâki olan, bütününde vâkidir. Bunun benzeri yukarıda Hâniyye'den naklen geçen, "Sen bugün boşsun ve yarından sonra" sözüdür. Her ayda boşsun demesi bunun hilâfınadır. Çünkü talâkın izafe edildiği vakit bitişiktir ve bir vakit mesabesindedir. Onun evvelinde vâki olan, bütününde vâkidir. Bunun benzeri, "sen bugün boşsun yarın da" sözüdür. Bana zâhir olan budur.
«Her günü niyet ederse...» Yani her gün bir talâk vâki olmasını yahut her cuma günü yani haftada bir talâk vâki olmasını niyet ederse, keza cuma kelimesiyle hususi gününü niyet ederse demektir. Nitekim yukarıda geçti.
«Veya her günün içinde» derse üç günde üç talâk vâki olur. Çünkü her günü talâkın vukuu için zarf yapmıştır. Binaenaleyh vâki olan talâk da müteaddid olur.
«Hulâsa'da ilh...» Keza Bahır'da da böyle denilmiştir. Şârih de ona uymuştur. Burada gün lâfzı ziyade edilerek tahrif yapılmıştır. Zira Hulâsa'nın ibaresi, "Sen her boşamakla beraber boşsun" şeklinde olup, gün lâfzı yoktur. O zaman, "her günle beraber" sözüyle tenakuz yoktur.
«Diğeri boş olur.» Yani İmam-ı Âzam'a göre müsteniden, İmameyn'e göre ise ölüme münhasıran boş olur. Fetih. Makdisî şöyle demiştir: «Ben derim ki: İkisinin arasında kadınla cima etmişse, talâk bâin olduğu takdirde ukr vermesi lâzım gelir. Talâk ric'î ise kadına döner. Bunun yerine "ki cariyesinden birisi" deseydi hüküm yine bu idi. Düşünülsün!»
«İkisinin arasında» murad; yeminle ölümdür.
«Çünkü şartı o zaman bulunmuş olur.» Yani mânevî şartı - ki uzun ömürdür - o zaman bulunmuştur. O zamandan murad, diğerinin ondan önce ölmesidir. T. Bu şuna mebnîdir ki, "ikinizden ömrü en uzun olan" sözünden murad; ölenden sonra hanginiz geri kalırsa demektir. Yoksa doğumundan vefatına kadar ömrü diğerinin ömründen daha uzun olursa mânâsına değildir. Aksi takdirde ölenin ömrü kalandan daha uzun olabilir. Meselâ; birinci yetmiş yaşında ölür, öteki henüz yirmi yaşındadır. Murad ikincisi (yani ömrü uzun olan) ise, kalan kadın yetmiş yaşını geçmedikçe boş düşmez. Örfen bu iki mânânın ikisi de kullanılır. Burada murada en yakın olanı Fetih ve diğer kitapların tabiridir ki, "hanginizin hayatı daha uzunsa" mânâsına almışlardır. Bundan anlaşılan, hanginizin hayatı ötekinden geri kalırsa mânâsıdır. Musannıfın da bu tabiri kullanması daha iy olurdu.
METİN
Sen Zeyd'in gelmesinden bir ay önce boşsun der de Zeyd bir ay sonra gelirse, talâk o müddete münhasıran vâki olur.
İZAH
«Talâk o müddete münhasıran vâki olur.» İmam Züfer, müsteniden vâki olur demiştir. "Zeyd'in ölümünden bir ay önce boşsun" derse, Ebû Hanife'ye göre talâk müsteniden vâki olur. İmameyn ölüme münhasıran vâki olacağını söylemişlerdir. Bu hilâfın faydası, iddetin itibarında kendini gösterir. Ebû Hanife'ye göre iddet ayın başından itibar edilir. O ayın içinde kadınla cimada bulunmuşsa, talâk ric'î olduğu takdirde kadına dönmüş sayılır. Üç talâkla boşamışsa, içinde cima da ettiğine göre mehrini vermesi gerekir. İmameyn'e göre iddet ölüm anından itibar olunur. Adam karısına dönmüş sayılmaz. Mehrini vermesi de lâzım gelmez. Bazıları ihtiyaten iddetin bilittifak ölüm zamanından itibar edileceğini söylemişlerdir. Ay tamam olmazdan önce Zeyd ölürse kadın boş düşmez. Çünkü ölümden önce bir ay geçmemiştir. Ay içinde boşadığı vakit iddetten sonra ölür de kadın sonra çocuk doğurursa; yahut cima edilmemişse, iddet lâzım olmadığı için talâk vâki olmaz. Çünkü mahâl yoktur. Gelecek zaman hâl için sabit olur. Sonra istinat eder. Câmi-i Kebir'de ve Esrar'da böyle denilmiştir.
Ebû Hanife'ye göre gelmekle ölüm arasında fark şudur: Ölüm bildiricidir. Ceza yalnız bildiriciye mahsus değildir. Nasıl kl Zeyd hânede ise sen boşsun dese de, günün sonunda oradan çıksa kadın konuşma zamanından boş olur. Çünkü ölüm iptidada aydan önce olabilir. Bu suretle hiç vakit bulunmaz. İhtimalli hakkında sair şartlara benzer. Ay geçtiği zaman ölümden evvel bir oy bulunduğunu biliriz. Çünkü ölüm mutlaka olacaktır. Şu kadar var ki, halen talâk vâki olmaz. Çünkü biz ölüme bitişik bir aya muhtacız. O da sabit değildir, ölüm onu bildirir. Bu cihetten şarttan ayrıIır da, "sen ramazandan bir ay önce boşsun"sözündeki vakte benzer. Binnanaleyh her iki şeye, yani zuhura ve istinada kâil oluruz. "Ramazandan bir ay önce" derse, bilittifak şâbanda vâki olur. Tamamı Fetih'tedir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...