TAZÎR
BÂBI
METİN
Tazîr lügatta;
mutlak surette te'dip manasınadır. Kaamûs'un «hadden az olan dövmeye ıtlak
olunur» demesi yanlıştır. Nehir.
Şeriatta ta'zîr;
miktar bakımından hadden az olan te'dipdir. Eğer dövmekle olursa, en çoğu
otuzdokuz, en azı üç kamçıdır.
Molla Hüsrev,
«Dürer» isimli kitabında tazîri dört mertebeye ayırmıştır. Musannifin Molla
Hüsrev'in tazîr hakkında beyân ettikleri kavilleri tazîri hâkimin reyine
bırakmadıklarına göredir. Halbuki izah edilen dört mertebe mutlak surette
onların dedikleri gibi değildir. Çünkü eşra-fü'l - eşraftan olan bir zât, bir
kimseyi dövüp yaralasa, onun tazîrinde mücerred ilâm kifayet etmez. Sarih «ben
bu zâtın tazîrinin darb ile olması doğrudur zannederim» demiştir.
İZAH
«Tazîr ilh...»
Musannıf, hakkında muayyen bir ukubet, muayyen bir ceza mevcud olan hadleri
bitirince hakkında muayyen bir şer'i had mevcud olmayan cürümlerden dolayı
tertib ve tatbik edilecek te'dip ve cezayı anlatmaya başlamıştır. Zayıf olduğu
için hadlerden sonra zikretmiş, ta'zîrden bir kısmı halis kul hakkı olduğu için
hadlere katmıştır. Çünkü tazîr de ukubet (ceza) den ibarettir. Tamamı
Nehir'dedir,
«Tazir lügatta;
mutlak surette tedip manasınadır ilh...» Yani tazir, hadden az veya çok olmak
üzere dövme veya başka suretlerle yapılan tediptir. Tazîr, tefhîm (büyük sayma)
ve tazîm (ululama) mânâlarına da gelir. Buna göre; «tazir» tabiri zıt olan
isimlerdendir.
«Kaamus'un «hadden
az olan dövmeye, ıtlak olunur» demesi yanlıştır ilh...» Çünkü bu şer'i bir
vaz'ıdır, lugavî değildir. Zira şer'i vaz'ılar ancak şeriat tarafından bilinir.
Şeriatın aslını bilmeyen lügat erbabına onun beyânı nasıl nisbet edilir. Sıhah
sahibi «tazîri dövme ile tefsir et tikten sonra hadden az dövmeye tazîr ismi
verilir» demekle bu dövmenin şer'i hadden az olmak kaydının ziyadesiyle bu ha ki
kat-i şeriyyenin hakikat-i lugaviyyeden menkul olduğuna işaret etmiştir.
Binaenaleyh tazîr, salât (namaz), zekât lâfızları gibi hakikat-i lugaviyyeden
menkuldür Çünkü bunlarda lugavî mânâsı mevcut olmakla beraber daha ziyade mânâ
da vardır. Bu mühim bir inceliktir ki; bunu Sıhah sahibi anlam» fakat Kaamus
sahibi bundan gafil olmuştur. Bunun benzeri Kaamus sahibi için çok vâki
olmuştur. Bu zeki kimselerin anlayacağı bir galattır Kaamus sahibi namına buna
şöyle cevap verilebilir: Kaamus sahibi kendi eserinde yalnız lugavî olan
lâfızları zikretmeyip bilâkis faydalan çoğaltmak için bazı şer'i ve ıstılahî
menkûlatı ve Farsça lâfızları da zikretmiştir. Fakat bu cevab söz götürür. Çünkü
Kaamus isimli kitabın mevzûu lugavî mânâları beyân etmektir. Lugavî mânâdan
başkası zikredildiğinde kitaba bakanın şüpheye düşmemesi için bununüzerine
tenbih edilmesi lâzımdır. Bu İbn-i Hacer-i Mekkî'den naklen Nehir'de zikredil
mistir.
«Miktar bakımından
hadden az olan tedipdir ilh...» Had ile tazîr arasındaki fark; hadlerin miktarı
muayyendir, tazîre gelince bunun takdiri ve tatbiki müslüman hükümdarın ve onun
naiblerinin reylerine bırakıl mistir. Had şüphe ile düşer, tazîr ise şüphe ile
beraber vâcib olur. Had çocuk üzerine vâcib olmaz, tazîr ise mümeyyiz (iyiyi
kötüden ayıran) çocuk hakkında da meşrudur. Müteahhırîn ulemadan bazıları şu
farkları da ziyade etmişlerdir. Tazîr cezası müslüman hükümdarı ile onun
naibleri tarafından tatbik edilebileceği gibi zevç zevcesi hakkında, mevla
kölesi hakkında ve her müslüman, bil-fiil yapıldığını gördüğü bir fenalık tan
dolayı usulü dairesinde tazîrde bulunabilir. Had ise yalnız müslüman hükümdarı
ile onun naibleri tarafından icra edilir. Kul hakkıyla ilgili tazîr hakkındaki
ikrardan dönme sahih değildir, halis hadlerde ise ikrarda dönme şahindir. Hadde
şahitler tezkiyeye havale edildikleri takdirde aleyhine şahitlik yapılan kimse
hapsedilir. Tazîrde ise şahitler tezkiye ye havale edildiklerinde mûttehem olan
kimse hapsedilemez. Çünkü hap zaten tazîrdendir. Hadde şefaat caiz değildir,
müslüman hükümdarı v onun naibleri şefaatten dolayı had vurmayı terkedemez,
tazîrde ise şefaat kabul edilebilir. Had tekaadüm-i zaman ile düşer, tazîr ise
tekaadüm-i zaman ile düşmez.
«Eğer dövmekle
olursa en çoğu otuzdokuz, en azı üç kamçıdır ilh... Çünkü Peygamberimiz (SAV.):
«Her kim had
olmayan (tazîri); had derecesine ulaştırırca, o kimse (şeriat'ın koyduğu ölçüyü)
aşanlardandır.» buyurmuşlardır. Kölenin haddi kırk kamçıdır, tazîr ondan bir
kamçı eksik vurulur. Bu İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göredir. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)
hürler hakkındaki en az haddi ölçü olarak kabul etmiştir. Çünkü insanda asıl
olan hürriyettir. Buna göre; İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'tan bir rivayette tazîr
hürlerin en az haddinden bir kamçı eksik, ondan zahir rivayete göre; beş kamçı
eksik vurulur. Nitekim bu, Hz. Ali (RA)'den rivayet edilmiştir. Rey (akıl) ile
idrak edilemeyen hususlarda Ashab-ı Kiram'ı taklit etmek vâcib olur. Fakat Hz.
Ali (R.A.)'den menkul olan bu rivayet gariptir. Tamamı Fetîh'tedir.
Hâvi'l-Kudsî'de
zikredilmiştir ki; tazîr İmam Ebû Yusuf (Rh.A)'a göre; köle hakkında üçten
otuzdokuz, hür hakkında üçten yetmişbeş kamçıya kadardır. İmam Ebû Yusuf
(Rh.A.)'un kavlini alırız. Bundan malûm oldu ki esah olan imam Ebû Yusuf'un
kavlidir. Bahır.
Ben derim ki: «İmam
Ebû Yusuf'un kavlini alırız» ifadesinde imam Ebû Yusuf'un ikinci rivayetini
birinci rivayet üzerine tercih vardır. Çünkü ikinci rivayeti zahir rivayetdir.
Bundan İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavlinin İmam-ı Azam'la imam Muhammed (Rh.
Aleyhima)'in kavli üzerine tercih edilmesi lâzım gelmez. Çünkü fıkıh metinleri
İmam-ı Azam (Rh.A.)'-la imam Muhammed (Rh.A.)'in kavli üzere olup Allâme Kaasım
da imamlardan bunların kavlinintashihini nakletmiştir. Bundan dolayı sarih
Bahır'da zikredilene itimad etmemiştir.
İmam Ebû Yusuf
(Rh.A.)'tan «her kötülüğün cezası kendi cinsinin cezasına yakın kılınır. Buna
göre; öpme, sıkmanın tazîri zina haddine, muhsan olmayan veya muhsan olan
kimseye zina lâfzından başka bir lâfız ile kazfin tazîri kazf haddine yakın
kılınır Çünkü her nevi kötülüğün cezası kendi nevinin cezasına göre tatbik
edilir» diye rivayet edilmiştir.
Yine İmam Ebû Yusuf
(Rh.A.)'tan «cürümler büyüklük ve küçüklüğüne göre itibar edilir. Yani pek hafif
cürümler ile ağır cürümlerin cezaları müsavi değildir» diye rivayet edilmiştir.
Zeylaî.
Tazîrin en azı üç
kamçıdır. Kudurî zikretmiştir. Zira üç kamçıdan az ile zecrin vâki olmayacağı
görüşündedir. Halbuki vaziyet böyle değildir. Namus, fazilet, mürüvvet ve
diyanet sahibi olan kimselerin cezaları ile birtakım beyinsiz mürüvvetten ve
izzet-i nefisten mahrum kimselerin cezaları müsavi değildir. Cezalar şahıslara
göre değişir. Zecr, üç kamçıdan az ile hasıl olduğunda üç kamçı ile takdir
etmenin bir mânâsı yoktur. Bunun için tazîr cezaları kaadıların reyine
bırakılmıştır. Kaadı uygun gördüğü tazîr cezasını verir. Âlimlerimiz bu kavil
üzerinedir. Zeylaî. Hidaye'de de böyledir.
Fetih'de
zikredilmiştir ki; eğer kaadı suçlunun bir kamçı ile halini düzelteceğini
bilirse, bir kamçı ile iktifa eder. Hulâsa'da böyle açıklanmıştır. Bir kamçı
vurulduğunda üçe ikmal olunur. Çünkü tazîrin dövme ile vâcib olduğu yerde en az
miktar üç kamçıdır. Üç kamçıdan daha az miktarı yoktur. Bundan anlaşılan; kaadı
suçlunun yirmi kamçıyla halini düzelteceğine kanaat getirirse; vâcib olanın en
az miktarı yirmi kamçı olur ve bundan eksik vurması caiz olmaz. Fakat kaadı
suçlunun otuz-dokuz kamçıdan az ile halini düzeltmeyeceğini bilirse, tazîr
miktarının en çoğu vacibin en az miktarı olur, otuz dokuz kamçı tazîrin en çok
miktarı olarak kalır. Kaadı suçlunun otuzdokuz kamçıdan daha ziyade ile halini
düzelteceğini bilse bile. otuzdokuzdan ziyade kamçı vurmaz, fakat ziyade yerine
hapseder.
«Molla Hüsrev
«Dürer» isimli kitabında taziri dört mertebeye ayırmıştır ilh...»
1 - Âlimler ile Hz.
Ali (A.R.)'nin neslinden olan Eşrafü'l-Eşraf hakkındaki tazîrdir ki i'lâm
suretinde yapılır. Şöyle ki: Kaadının Eşrafü'l-Eşraf'tan olan zâta «senin şöyle
yaptığın bana kadar ulaştı» diye ihtarda bulunmasıdır. Böyle bir ihtar bunlar
hakkında kafidir.
2 - Muhtar, vali,
servet sahibi ve tüccar gibi Eşraf hakkındaki tazîrdir ki kaadının suçluyu
mahkemeye celb ve davet ederek kendisine «sen şöyle yapıyormuşsun» diye ihtarda
bulunmasıdır.
3 - Orta halli
insanlar hakkındaki ta'zîrdir ki kaadının suçluyu hem mahkemeye celb ve ihtar
etmesi hem de hapsetmesidir.
4 - Ayak takımı
hakkındaki tazîrdir ki hem mahkemeye celb ve ihtar suretiyle, hem hapis vehem de
dövme suretiyle yapılır. Eş-Şafi'den naklen Fetîh'te de böyle zikredilmiştir.
METİN
Tazîr dayak
suretiyle yapılacak olursa vuruşlar suçlunun bedenine dağınık olarak vurulmaz.
Bazıları «dağınık olarak vurulur» demişlerdir, iki kavlin arasını bulmak
mümkündür. Eğer tazîr en son mertebesine bâliğ olup meselâ: Otuzdokuz kamçı
vurulacak olursa, suçlunun bedenine dağınık olarak vurulur Aksi takdirde
vurulmaz. Vehbâniyye Şerhi.
Tazîr; dövme,
hapis, boynuna sille vurma, kulak bükme, sert konuşma, kaadının tazîri hak eden
kimseye asık suratla bakması, kazf haddini gerektirmeyen şetm ve akla uygun
olmayan sözlerle olur.
İmam Serahsî'den
naklen Müctebâ'da zikredilmiştir ki; sille vurmak suretiyle ta'zîr mubah ve
münasip değildir. Çünkü bir şahsın kafasına veya boynuna el ile vurmak istihfaf
ve tahkirin en son derecesidir. Bu itibarla ehl-i kıbleyi bu gibi rezaletten
korumak lâzımdır. Mezhebin muhtar olan kavline göre; mal almak suretiyle tazîr
yapılmaz. Bahır.
Bezzaziye'den
naklen yine Bahır'da zikredilmiştir ki; bazılarına göre para almak suretiyle
tazîrin yapılması caizdir. Fakat bu cevazın mânâsı; suçlu fena fiilinden
vazgeçmesi için alınan parayı hâkim muhafaza eder. halini düzeltirse parayı
kendisine iade öder, halini düzeltmesinden ümidini keserse alınan parayı münasip
gördüğü yere sarfeder demektir.
Müctebâ'da «mal
almak suretiyle tazîr İslâmın evvelinde vardı, sonra neshedildi» diye
zikredilmiştir. (Tazîrin tarifinden de anlaşıldığı gibi) hakkında şer'an muayyen
bir ceza ve belirti bir ölçü yoktur. Tazîr cezaları kaadının re'yine
bırakılmıştır. Âlimlerimiz bu kavil üzerinedir. Zeylaî. Çünkü tazîrden asıl
maksat insanları fena fiillerden men etmektir. Bu hususta ise insanların
fiilleri çeşitli ve farklıdır, Bahır,
İZAH
«Suçlunun bedenine
dağınık olarak vurulmaz ilh...» Bilâkis bir yerine meselâ: Yalnız arkasına
vurulur. Eğer suçlunun bedenine dağınık vurulmak suretiyle de tahfif yapılırsa
ta'zîrden maksud olan suçluyu kötülükten men etme hasıl olmaz.
«Aksi takdirde
vurulmaz ilh...» Yani tazir otuz dokuz kamçı olmayıp üç kamçı vurulması gibi az
olursa bir azaya vurulur. Fetih'te böyle zikredilmiştir. Bundan anlaşılır ki
tazîrin miktarı otuzdokuz veya buna yakın olup bir azaya vurulduğu takdirde
azanın telef olmasından korkutursa suçlunun bedenine dağınık olarak vurulur.
Hadlerde olduğu gibi yüzüne, başına, tenasül uzvu gibi nazik yerlerine vurulmaz.
Zeylaî.
«Akla uygun olmayan
sözlerle olur ilh...» Yani tazîr yalnız bu nevilerden ibaret olmayıp ilerde
geleceği üzere memleketinden uzaklaştırmakla da olur.
Ben derim ki: Tazîr
yalancı şahid için tesvid ve teşhir ile de yapılır. Yalancı şahidin
yüzükarartılarak veya kendisini bir merkebe tersine bindirilerek şehir içinde
dolaştırmak suretiyle yapılır.
«Mezhebin muhtar
olan kavline göre; mal almak suretiyle tazîr yapılmaz ilh...» Fetih'te
zikredilmiştir ki; İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; sultanın mal almak suretiyle
tazîr yapması caizdir, İmam-ı Azam'la imam Muhammed (Rh.Aleyhima) ve diğer
müctehidlere göre; mal almak suretiyle tazîr yapılması caiz değildir. Miraç
isimli kitabda da böylece zikredilmiştir. Bundan anlaşılan İmam Ebû Yusuf'tan
gelen rivayet zayıftır.
Şürünbûlalî'de
«İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavliyle fetva verilmez. Çünkü bunda halkın mallarını
almak üzere zalimleri musallat edip onların mallarını yedirmek vardır» diye
zikredilmiştir.
«Alınan parayı
hâkim muhafaza eder ilh...» Yoksa bazı zalimlerin tevehhüm ettikleri gibi kendi
nefisleri veya beytül'mal için almaz. Çünkü şeriatta müslümanlardan hiç bir
kimse için şer'i bir sebeb olmaksızın bir şahsın malını alması yoktur. Velhasıl
mezhebin muhtar olan kavline göre; mal almak suretiyle tazîr yapılmaz. Müctebâ.
«Hakkında şer'an
muayyen bir ölçü yoktur ilh...» Yani tazîrin nevilerinde şer'an hadlerde olduğu
gibi muayyen bir ölçü yoktur. Tazîrin cezaları gerek dövme ile olsun gerek başka
veçhile olsun kaadının reyine havale edilmiştir. Kaadı, hususî bir cürümde
suçluyu dövme re'yinde bulunursa, otuzdokuz kamçıdan ziyade takdir edemez.
Ben derim ki:
Tazîrin başka bir nevi olan hapsi, dövmeye ilave edebilir. Tazîr, cinayetin ve
caninin değişmesiyle, değişir.
Zeylaî «tazîr
hakkında muayyen bir ölçü yoktur. Tazîr cezaları cinayetlerin miktarına göre;
kaadının reyine bırakılmıştır. Çünkü tazîr hakkındaki ceza cinayetin
değişmesiyle değişir. Buna göre; bir kimsenin kendisine haram olan bir kadına
cimadan başka fena bir muamelede bulunması yahut hırsızın eşyaları evin içinde
toplayıp çıkarmaması gibi büyük günâhlarda tazîrin en son derecesinin tatbik
edilmesi lâzımdır. Keza; kaadı insanların hallerini göz önünde bulundurmalıdır.
Çünkü bazı kimseler en ufak bir tekdir veya ihtardan pek ziyade sıkılıp büyük
bir mahcubiyet ve pişmanlık hissederek hallerini düzeltmeye muvaffak olurlar.
Birtakım şahıslar ise en ağır hakaretlerden ve çok mühim cezalardan bile
istenilen derecede müteessir olmazlar.» demiştir.
Nihaye'de de tazîr,
Dürer'de olduğu gibi mertebeler üzerine zikredilmiştir. Nihaye'nin ibaresi kaadı
insanların hallerine bakar kavlini beyândır. Yani insanların halleri dört
mertebe üzeredir. Buna göre; Dürer ile Nihaye'de zikredilen, tazîr cezalarının
kaadının reyine bırakılması kavline muhalif değildir. Bu takdirde; birinci
mertebe ile Eşrafü'l-Eşraf murad olunur., Eşrafü'l-Eşraftan fazilet, namus,
mürüvvet ve diyanet sahibi bir kimseden hernasılsa küçük bir kusur zuhur
ettiğinde bunun tazîr! ilâm ile olur. Çünkü âdette böyle büyük zâtlar, ilâmın
üstünde tazîri gerektirecek bir şey yapmazlar. Tazîrden bu miktar ile inzicar
(sakınma) hasıl olur. Bu «tazîr cinayetin büyüklüğüne, küçüklüğüne göredir»
ifadesine münafi değildir. Hatta ulemadan Eşraftan ve büyüklerden sayılan bir
kimse livâta yapsa yahut fasıklarla beraber içki meclisinde bulunsa yahut bir
şahsı dövüp yaralasa, onun tazirinde mücerred ilâm kifayet etmeyip cinayetine
göre tazîr olunur. Nehir. Fetih.
METİN
Tazîr öldürme ile
de olur. Meselâ: Bir kimse bir şahsı kendisine helâl olmayan bir kadınla zina
ederken bulsa bağırma ile veya dövme ile bu fena fiile mani olamayacağını
bilirse onu öldürür. Eğer bu fena fiile bağırma veya dövme ile mani olacağını
bilirse, o şahsı öldürmez. Bir kimse bir kadının rızası olmaksızın zorla ona
zina etmek istediğinde kadının onu öldürmesi caizdir ve o şahsın kanı hederdir.
Vehbâniyye.
Bir kimse bir şahıs
ile bir kadını kendi rızalarıyla zina ederken görse bağırma ile veya dövme ile
bu fena fiile mani olamayacağını bilirse, ikisini de öldürür.
Zeylaî
«Hindvânî'den böylece nakl ettikten sonra Münyet'ül-Müftî'de «bir kimse
zevcesiyle veya bir mahremiyle başka bir şahsı kendi rızalarıyla zina ederken
görse ikisini birden öldürür» diye zikredilmiştir» demiştir. Dürer'de Molla
Hüsrev bunu ikrar etmiştir.
Bahır'da «bir
kimsenin zevcesi ve mahremi olmayan kadın ile, zevcesi ve mahremi olan kadın
arasında fark vardır. Bir kimse zevcesi ve mahremi olmayan bir kadınla bir
şahsın zina ettiğini görünce bağırma ile veya dövme ile bu fena fiile mani
olamadığı takdirde bunları öldürmesi helâl olur. Fakat kendi zevcesi veya
mahremiyle bir şahsın zina ettiğini görünce mutlak surette yani bağırmakla veya
dövmekle onların bu fena fiiline mani olsun veya olmasın onları öldürmesi
helâldir.» diye zikredilmiştir.
Bahır sahibinin
sözünü Nehir sahibi «Bezazaziye ile diğer muteber kitablarda beyân edildiğine
göre; bir kimsenin zevcesi ve mahremi olmayan bir kadın ile veya zevcesi ve
mahremi olan kadın ile bir şahsın zina ettiğini görmesi arasında fark yoktur»
diye reddetmiştir. Hindivânî'nin kadın lâfzını nekre olarak zikretmesi de buna
delâlet eder. Evet, Münye'nin sözü her ne kadar şart zikrinden mutlak ise de
fukahanın kavillerinin bir olması için mukayyede hamlolunur. Bundan dolayı
Vehbâniyye'de muhsan olup olmamasına temas edilmeyerek mutlak surette zikredilen
şartla kesin hüküm verilmiştir. Hak olan da budur. Çünkü had olmadığı için
kendisinde İhsan şart değildir, bilâkis bu iyilikle emretme kötülükten nehyetme
kabilindendir.
Müctebâ'da
zikredilmiştir ki; asıl ve kaide şudur: Herhangi bir şahıs bir müslümanı zina
ederken gördüğünde onu öldürmesi helâl olur. Ancak zina ettiği hususunda
kendisinintasdik edilmemesi korkusu bulunduğu için onu öldürmekten çekinebilir.
Buna göre; onu öldürüp öldürmeme arasında muhayyer olur.
İZAH
«Tazîr öldürme ile
de olur ilh...» İbn-i Teymiyye'nin Es-Sârimü'l-Meslûl isimli eserinde
zikredilmiştir ki; Hanefi mezhebinin usul ve kaidelerine göre; bir kimse bir
şahsı öldürme aleti olmayan ağaç ve taş gibi ağır bir şeyle öldürse yahut
dübürden cinsi yakınlıkta bulunsa öldürülmez, fakat bu suretle onu bunu
öldürmeyi veya dübürden cinsi yakınlıkta bulunmayı âdet edinirse, şer ve
fesadını önlemek için veliyyü'l-emrin onu öldürmesi caizdir. Kezâlik maslahat ve
menfaat gördüğünde tayin edilmiş olan had üzerine ziyade etmesi de caizdir.
Peygamberimiz
(S.A.V.)'den ve Ashab-ı Kiram'dan bu gibi cürümler hususunda rivayet edilmiş
olan öldürmeler bir maslahat ve hizmet görmeleri üzerine hamlolunmuştur ve buna
«siyaseten öldürme» ismi verilir. Kendi cinsinde öldürme meşru olan cürümlerde
veya tekrarlanmak suretiyle büyük günâh olan cürümlerde veliyyü'l-emrin caniyi
öldürme suretiyle ta'zîrde bulunması caizdir. Bundan dolayı fukahanın ekserisi
«zimmîlerden Peygamber Efendimize çok söğüp siğen her ne kadar yakalandıktan
sonra müslüman olsa bile öldürülür» diye fetva vermişlerdir. Fukaha bu öldürmeye
«siyaseten öldürme» demişlerdir.
«Kadının onu
öldürmesi caizdir ilh...» Yani kadının ondan bağırma veya dövme ile kurtulması
mümkün olmadığı takdirde onu öldürür. Eğer kadın bağırıp çağırmazsa kendisine
zorla tecavüz edilmek istenildiği anlaşılmaz.
Vehbâniyye şerhinin
Kerahiyet bahsinde zikredilmiştir ki; bir erkek bir kadına zorla zina yapmak
istediğinde kadının onu öldürmesi caizdir. Keza bir kimse bir oğlana zorla cinsi
yakınlıkta bulunmak istediğinde oğlan onun elinden öldürmeden başka bir suretle
kurtulamazsa, onu öldürmesi caizdir ve onun kanı hederdir.
«Bezzaziye ile
diğer muteber kitablarda ilh...» Yani Hâniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse
muhsan olan bir şahsı kendi zevcesiyle veya başka bir kadınla zina ederken görse
bağırmasıyla bu fena fiile mâni olamadığı takdirde onu öldürmesi helâl olur,
öldürürse kısas edilmez.
«Mukayyede
hamlolunur ilh...» Yani Münyet'ül-Müftî'nin «bir kimse zevcesiyle veya bir
mahremiyle başka bir şahsı kendi rızalarıyla zina ederken görse ikisini birden
öldürür» ifadesi bu kimse bu fena fiile bağırma veya dövme ile mani
olamayacağını bilmesi üzerine hamlolunur.
Ben derim ki:
Hindivânî ile Münyetü'l-Müftî'de zikredilen meselelerin arasını söyle bulmakta
mümkündür: Bir kimse bir şahsı kendisine helâl olmayan bir kadınla birlikte zina
etmedenönce bulsa o kadın, bulan kimsenin gerek zevcesi veya mahremi olsun ve
gerekse olmasın o şahsın bağırmak veya dövme ile kaçacağını bilirse, onu
öldürmesi helâl olmaz. Eğer o şahsı o kadınla zina ederken bulursa mutlak
surette yani bağırıp çağırmaksızın öldürmesi caiz olur. Bundan dolayı Münye'de
«zina ederken» ifadesiyle kayıtlayıp ve «ikisini birden öldürür» ifadesini
mutlak olarak zikretmiştir. El-Hâvi'z-Zâhidî'nin cinayet bahsinde bunu te'yid
eden ibareyi gördüm. Şöyle ki: Bir kimse zevcesiyle bir şahsı rızalarıyla zina
ederken yahut onu öperken yahut onu kucaklarken görüp o şahsı veya ikisini de
öldürse, kendisine bir şey lâzım gelmez. Bunu şahidle veya ikrar ile isbat
ederse kadının mirasından da mahrum olmaz.
Bir kimse zevcesini
veya mahremini bir şahısla ıssız bir çölde görse, fakat o şahsın zevcesine veya
mahremine zina veya öpme. sıkma gibi bir hareketini görmese bazı âlimler
«ikisini birden öldürmesi helâl olur» demişlerdir. Bazı âlimler ise «zina veya
öpme, sıkma gibi fena bir hareketini görmedikçe öldürmesi helâl olmaz»
demişlerdir. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böylece zikredilmiştir.
Bezzaziye'nin
hırsızlık bahsinde zikredilmiştir ki; bir kimse ehliyle beraber evinde veya
komşusunun evinde komşusunun ehliyle bir şahsın kendi rızalarıyla zina ettiğini
görüp, o şahsı yakaladığı takdirde kendisini öldürmesinden korkarsa. her ikisini
de öldürmesi caizdir. Bu. bir kimsenin bir şahsı kendisine helâl olmayan bir
kadınla zina halinde görmesiyle, zina etmedikleri halde birarada görmesi
arasındaki acık farktır.
«Mûçtebâ'da
zikredilmiştir ki; ilh...» Bazı fukaha, bunu Camiü'l-Fetâvâ ve Bezzaziye'nin
hudud bahsine nisbet etmiştir. Hasılı her hangi bir kimse, bir müslümanı
kendisine helâl olmayan bir kadınla zina ederken görürse, diyaneten onu
öldürmesi helâl olur, kazaen onu öldürmesi helâl olmaz. Çünkü kaadı onu ancak
şahitle tasdik eder.
METİN
Mûçtebâ'da
zikredilen asıl ve kaaide üzerine; haksız olarak başkasının malını açıktan zorla
alan kimselerin, yol kesicilerin, baç ve gümrük toplayanların, kıymeti az olan
şeyle zulmeden kimselerin, büyük günâh işleyen kimselerin, ortalığı birbirine
katan fesatçıların hepsinin ta'zîr yoluyla öldürülmeleri mubah olur. Bunları
öldürenler sevap kazanır. Nasıhî; bozgunculukla koşan, insanlara zarar ve eza
veren kimselerin öldürülmelerine fetva vermiştir. Bu zikredilenlerin zulüm ve
ezalarına öldürmeden başka bir yolla mani olunamadığı takdirde öldürülmeleri
mubah olur.
Vehbaniyye şerhinde
zikredilmiştir ki; insanlara zarar ve eza eden kimselerin ta'zîrleri,
memleketlerinden uzaklaştırmak, hücum edip onları evlerinden çıkarmak, evlerini
yıkmak, her ne kadar şarabın içine tuz atılsa bile şarap küplerini kırmakla
olur. Fakat şarabmahzeninin yakılması nakil ve rivayet edilmemiştir. Her
müslümanın, Allah hakkı ile ilgili olup henüz işlenmekte bulunan bir günâhtan
dolayı münasip bir şekilde tazîr yapması caizdir. Tazîri gerektiren bir günâh
yapıldıktan sonra artık hâkimden, zevçten ve efendiden başkasının tazîr yapmaya
selâhiyeti yoktur. Kınye.
FER'Î MESELE:
Kendisine tazîr vurulacak kimse bir şahsa «bana şu tazîri vur» deyip o da
vurduktan sonra, hâkime murafaa olunsa, vurulan tazîr hâkimin vuracağı tazîr
yerine geçer. Fakat bu Allah hakkı olup tazîr icap eden şeylere hamledilir, Bunu
musannif da ikrar etmiştir. Hâniyye'nin dâva bahsinde de böylece zikredilmiştir.
Fakat Fetih'de «kul hakkı olan şeylerde dâvaya tevakkuf ettiği için ta'zîri
ancak veliyülemir tatbik edebilir. Ancak dâvâlı ile davacı o hususta bir hakem
tayin edip onun tazîrine ikisi de razı olursa, bu hakem tazîri yapabilir» diye
zikredilmiştir. Hıfz olunsun!
Bir kimse, bir
şahsı haksız olarak dövüp o şahıs da o kimseyi aynı şekilde dövse, ikisine de
tazîr lâzım gelir. Dövme farklı olduğu için birbirine tam mukabele etmiş
olmazlar. Nitekim kaadının huzurunda iki kimse birbirine sövseler, meclisin
hürmetini yıktıkları için ikisine de ta'zîr lâzım gelir. Bu, yukarıda geçmiştir.
Zulme sebebiyet verdiği için önce ta'zîr, ilk dövene vurulur. Kınye.
Mecmaü'l-Fetava'da
zikredilmiştir ki; haddi gerektirmeyen şeylerde misliyle cezalandırma caizdir.
Bu hususta, Cenab-ı Hak tarafından: Eş-Ş û râ Sûresi; âyet: 41)
«Kim kendisine
(yapılan) zulmün ardından herhalde hakkını alırsa artık bunlar aleyhinde
(mesuliyete) bir yol yoktur.» âyet-i kerimesiyle izin ve ruhsat verilmiştir. Ama
Allah-ü Teâlâ'nın : Eş-Şûrâ Sûresi; âyet: 40
«Kim affeder,
barışı sağlarsa mükâfaatı Allah'a aittir.» kavl-i kerimine nazaran affetmek
efdaldır. Tazîr edilmesi lâzım olan kimse ziyade tedibe muhtaç olursa, dövmeyle
beraber hapsedilmesi sahih ve caizdir. Hapis suretiyle tazîr cezası, suçluyu
resmî hapishanelerden birine koymak suretiyle yapılabileceği gibi kendi
hanesinde tevkif edip dışarı çıkmaktan men etmek suretiyle de olabilir. Nehir.
Hadler içinde en
şiddetli dayak tazîr dayağıdır. Çünkü tazîr aded cihetinden hafiftir, fakat
vasıf cihetinden hafif değildir. Ta'zîrden sonra en şiddetli dayak zina
haddidir. Çünkü zina haddi kitabla sabittir. Zina haddinden sonra içki haddi
gelir. Çünkü içki haddinin sübutu Ashab-ı Kiram'ın icma ve ittifaklarıyladır,
kıyasla değildir. Çünkü kıyas hadlerde câri olmaz. İçki haddinden sonra kazf
haddidir. Çünkü kazfedenin doğru olma ihtimalinden dolayı, sebebi zayıftır.
İZAH
«Yol kesiciler
ilh...» Yani bir kimse bir yol kesiciyi gördüğünde her ne kadar yol
kesicikendisinin yolunu kesmeyip başkasının yolunu kesse bile onu öldürmesi
caizdir. Çünkü onu öldürmede onun şerrinden ve ezasından insanları kurtarmak
vardır.
«Büyük günâh
işleyenler ilh...» Yani büyük günâhla murad, zararı başkasına tecavüz eden
günâhlardır.
«Ortalığı birbirine
katan fesatçıların ilh...» Bu ifade sihirbaz, yol kesici, hırsız, lûtî (dübürden
cinsi yakınlıkta bulunan kimse), insanları hileyle boğup öldüren gibi umuma
zararı olan fesatçı kimselere de şâmildir. Bunların fena fiillerine başka
suretle mani olunamazsa tazîr yoluyla öldürülmeleri caizdir.
Nesefî'nin
Ahkâmü's-Siyaset risalesinde zikredilmiştir ki; Şeyhü'i-İslâm'a «fetret
zamanında zalimlerin, ortalığı birbirine katan fesatçıların öldürülmelerinden»
sorulmuş, o da «onlar yeryüzünde bozgunculukla koştukları için öldürülmeleri
mubah olur» diye cevap vermiştir. Kendisine «onlar fetret zamanında fesatçılığı
bırakıp gizlenirler» denilmiş, o da «zaruret olmadığı için bunu yapmıyorlar.»
Geri. gönderilseler bile vazgeçirilmek istendikleri şeylere döneceklerdir.
«(El-en'am Sûresi, âyet: 28) âyet-i kerimesinin gereğince biz bunu görmekteyiz»
diye cevap vermiştir.
«Memleketlerinden
uzaklaştırmak ilh...» Buhari şerhi Aynî'den naklen Nehir'de zikredilmiştir ki;
insanlara eza cefa eden kimsenin memleketinden sürgün edilmesi caizdir.
«Hücum edip onları
evlerinden çıkarmak ilh...»
Ahkâmü's-Siyaset
ile Müntekâ'da zikredilmiştir ki; bir kimsenin evinde çalgı sesi işitilince o
eve izinsiz girilmesi caiz olur. Çünkü o kimse çalgı sesini işittirmekle evinin
hürmetini yıkmış olur.
Bezzaziye'nin Hudud
bahsinde, Nihaye'nin Gasb bahsinde ve Diraye'nin Cinayet bahsinde zikredilmiştir
ki; evinde her türlü fısk ve fesadı âdet edinen şahsın üzerine, bulunduğu oda
yıkılır. Hatta bozguncuların evlerine hücum edilmesinde bir beis yoktur. Hz.
Ömer (R.A.) ağıt yakıp ağlıyan bir kadının evine girip onu kamçıyla döverken
başının örtüsü düşmüş, kendisine «onun hürmetini yıktın» denildiğinde Hz. Ömer
(R.A.) «o haram olan şeyle meşgul olduktan sonra onun hürmeti kalmayıp
cariyelere katılmıştır» demiştir.
Fakîh Ebû Bekir-i
Delhi'nin köye çıktığı, ırmak kenarında başları ve kolları acık kadınların
yanından geçtiği, kendisine bunu nasıl yaptığı sorulduğunda «onların hürmeti
yoktur, onların imanlarında şüphe vardır, sanki onlar gayr-i müslimdirler»
dediği rivayet edilmiştir. Hz. Ömer (R. A.)'in şarap mahzenini yaktığı rivayet
edilmiştir. Saffar-ı Zâhid'in fasıkın evinin tahrip edilmesini emrettiği rivayet
edilmiştir.
«Her ne kadar
şarabın içine tuz atılsa bile ilh...» Yani her ne kadar şarap sahipleri «biz
onun içine sirke yapmak için tuz attık» deseler bile yine şarap küpleri kırılır.
Uyun'dan naklen
Bezzaziye'nin kerâhiyet bahsinde ve Nesefî'nin Fetâvâ'sında zikredilmiştir ki;
şarap küpleri kırılır ve kıran kimse ödemez, içerisine tuz atmak kifayet etmez.
Keza; bir kimse zimmîlerin şaraplarını döküp, küplerini kırsa, şarap tulumlarını
parçalasa, bakılır. Eğer onlar bunu müslümanlar arasında izhar ediyorlarsa,
kıran kimse ödemez. Çünkü onlar bunu müslümanlar arasında izhar etmekle, imha
edilmesine yol açmışlardır.
Siyerü'l-Uyun'da
«imha eden, kimse öder. Ancak kıran veliyyü'l-emir olup kırılmasını uygun
görürse, ödemez. Çünkü bu, ihtilaflı bir meseledir. Müslümanın şarap tulumu
parçalandığında ödenir. Bir müslümanın evinde bir küp şarap bulunup imha edilse,
İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; sirke yapmak için saklamışsa, ödenir. Aksi
takdirde, ödenmez. Hassâf «imha eden şahıs veliyyü'l-emrin izniyle imha etmişse,
ödemez. Aksi takdirde öder» demiştir. Bu meselede asıl ve kaide: Bir kimse, bir
müslümanın çalgı âletlerini kırsa, İmameyn'e göre; ödemez. Fetva da bunun
üzerinedir» diye zikredilmiştir.
«Şarap mahzeninin
yakılması nakil ve rivayet edilmemiştir ilh...» Yukarıda geçtiği üzere Hz. Ömer
(R.A.)'in şarap mahzenini yaktığı nakledilmiştir. Sarih «şarap mahzeninin
yakılması nakl ve rivayet edilmiştir» ifadesi ile âlimlerimizden
nakledilmediğini murad etmiştir. Fakat Saffâr-ı Zâhid'den bunu ifade eden
geçmiştir.
«Her müslümanın
münasip bir şekilde tazîr yapması caizdir ilh...» Yani Allah hakkı için vâcib
olan tazîri yapabilir. Çünkü bu, iyilikle emir, kötülükten nehy, fesadı gidermek
kabilinden bir vecibedir. Böyle bir fenalığı def ve gidermeye her müslümana Sari
tarafından izin verilmiştir:
«Sizden biriniz bir
fenalık gördüğünde ona eliyle manı olsun. Eliyle mani olamazsa, diliyle mani
olsun.» Hadis-i şerifi buna delildir. Hadler böyle değildir. Hadleri ancak
veliyyü'l-emir ile onun naibleri tatbik edebilir. Kazf ve benzeri gibi kul hakkı
ile ilgili cürümlerden dolayı icab eden ta'zîri icra etmek selâhiyeti de yalnız
veliyyü'l-emir ile onun naiblerine aittir. Çünkü böyle şahsi haklardan dolayı
dâva bulunmadıkça ta'zîr cihetine gidilemez. Dâva ise ancak resmî bir makama
müracaat etmekle olur.
«Taziri gerektiren
bir günâh yapıldıktan sonra ilh...» Kınyed'e zikredilmiştir ki; bir kimse, bir
şahsı fenalık yaparken gördüğünde onu münasip bir şekilde tazîr etmesi caizdir.
Çünkü bu, kötülükten nehyetme kabilinden bir vecibedir. Her müslüman bununla
memurdur. Tazîri gerektiren bir kötülük yapıldıktan sonra artık fertlerin tazîr
yapma selâhiyetleri kalmaz. Çünkü yapılıp bitmiş olan bir kötülük hakkında
fertlerin nehyetmesi mutasavvar değildir. Bu hususta yalnız tazîr vazifesi kalır
ki; bu da arzedildiği gibi yalnız veliyyü'l-emir ile onun naiblerine ait olur.
«Misliyle
cezalandırma caizdir ilh...» Bunda cezaların müsavi ve yalnız dâvâlı ile
davacının hakkı olmasının şart olduğuna işaret vardır. Böyle olmazsa, misliyle
cezalandırma mümkünolmaz.
«En şiddetli dayak
tazîr dayağıdır ilh...» Yani dövme suretiyle olan tazirde suçlunun üzerinde
yalnız kürk ve içi pamuklu hırka gibi kalın elbisesi çıkarılır ve kendisi ayakta
olarak şiddetlice dövülür. Gâyetü'l-Beyan. Bahır.
METİN
Şeriatta haram ve
örfte utanç veren fiili kendi iradesiyle irtikâb eden yahut müslümana haksız
yere sözüyle, isterse göz kırpma veya el işareti ile olsun fiiliyle eza ve cefa
eden kimse ta'zîr edilir. Haram, mubah bahsinde gelecektir ki; göz kırpma ve el
işareti gibi fiiller gıybettir. Bunu irtikâb eden kimse haram olan fiili irtikâb
etmiş olur. Ancak «ey köpek» denilmesi gibi yalan olduğu açık olan ifadelerle
olursa tazîr icab etmez. Bahir. Hakkında şer'an muayyen bir had ve muayyen bir
ceza bulunmayan herhangi bir günâhı ve herhangi bir suçu işleyen kimse tazîr
edilir. Eşbah. Buna göre; bir kimse kendi çocuğuna yahut ümm-i veledi olsa bile
memlûkune yahut kâfir olan şahsa yahut kazf insanıyla muhsan olmayana zina ile
kazfederse tazîr edilir ve tazîrin en son derecesi tatbik edilir. Nitekim bir
kadına cinsi yakınlıktan başka öpme, sıkma gibi haram olan bir muamelede bulunan
kimseye yahut evin içinde eşyayı cem edip çıkarmadan önce yakalanan hırsıza
haddin en son derecesi tatbik edilir. Bunlardan başka fena fiillerde tazîrin en
son derecesi tatbik edilmez. Gerek mesturu'l-hal (adaletli olup olmadığı
bilinmeyen) gerek adaletli bir müslümana «ey fasık» diye kazf ve şetmeden kimse
de tazîr edilir. Ancak gümrükçü, baççı gibi fışkı malûm olursa yahut kaadı onun
fasık olduğunu bilirse tazîr icab etmez. Çünkü böyle fıskı malûm olan şahıs kazf
ve şetmeden kimsenin sözünün kabulünden önce kendi nefsini lekelemiştir.
Kazfeden kimse sebebini beyan etmeksizin mücerred olarak onun fasık olduğunu
şahit ile isbat etmek murad etse kabul edilmez. Fakat kazfeden kimse «ey zina
eden» deyip kendisine kazfettiği şahsın zina ettiğini isbat edecek olsa kazf
haddi lâzım geleceği için şahidleri kabul edilir. Fakat sebebini beyan
etmeksizin fışkını isbat etmeyi murad etmek bunun gibi değildir. Hatta şahitler,
kendisine zina isnadıyla kazfedilen şahsın Allah hakkı veya kul hakkı olan fena
bir fiili işlemekle fasık olduğunu beyan etseler şehadetleri kabul edilir.
Keza: Şahidin
cerhinde de yine böyledir. Kaadının kazf ve şetmeden kimseden kendisine kazf ve
şetm ettiği şahsın fıskının sebebini sorması lâzımdır. Eğer, kaadının sualinin
cevabında kazf ve şetmeden kimse kendisine kazf ve şetmettiği şahsın kendisine
haram olan bir kadını öpmesi, kucaklaması onunla yalnız bir arada kalması gibi
şer'î bir sebeble fışkını beyan ederse, kaadı ve o şahsa tazîr cezası verilmesi
için o kimseden şahid ister. Eğer kazf ve şetmeden kimse «kendisine kazf ve
şetmettiği şahsın fışkının sebebi vacibiterketmesidir» diye beyân ederse kaadı
kendisine kazf ve şetmedilen şahsın üzerine öğrenmesi vâcib olan farzları ve
vâcibleri Ondan sorar, eğer onları bilmezse fıskı sabit olur. Çünkü Müctebâ'da
zikredilmiştir ki; öğrenilmesi vâcib olan şeyleri öğrenmeyen kimsenin şehadeti
kabul edilmez. Nehir.
İZAH
«Şeriatta haram ve
örfte utanç veren fiili kendi iradesiyle irtikâb eden ilh...» Tahavi şerhinden
naklen Bahır'da beyân edildiği gibi tazîrin vâcib olmasında asıl ve kaide; bir
kimsenin kendi iradesiyle şeriatta haram ve örfte utanç veren fena fiili
işlemesidir. Bundan tazîrin ancak günâh istenildiğinde lâzım geleceği
anlaşılmaktadır. Halbuki çocuğun ve müttehem olan kimsenin veya güzelliği
sebebiyle bazı kadınları fitneye düşürmesinden korkulan kimsenin sürgün edilmesi
gibi günahsız olarak tazîr yapılması da caizdir. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) bazı
kadınların fitneye düşmesinden korktuğu için «Nasr b. Haccac» adındaki hüsn ve
cemâle sahib bir genci Medine-i Münevvere'den uzaklaştırmış. bu mübarek beldeyi
ondan temizlemeğe lüzum gördüğünü söylemişti.
Hâsılı: Haram olan
kadına bakma, onu öpüp, sıkma, onunla bir arada kalma, riba (faiz) yeme gibi
hakkında muayyen bir had ve ceza bulunmayan herhangi bir günâh ve herhangi bir
suç işleyen her ferdin icma-i ümmetle tazîr edilmesi vâcibtir. Bahır.
İmam Ahmed (Rh.A.)
«Ramazan-ı Şerifte şarap içmiş olarak Şair Necaşi Hz. Ali (R.A.)'e getirilmiş,
Hz. Ali (R.A.) ona seksen dayak vurmuş, ertesi günde yirmi dayak vurmuş» diye
rivayet etmiştir. Fakat Fetih'te «seksen dayaktan sonra yirmi dayağı Ramazan-ı
Şerifte içtiği için vurmuştur. Nitekim başka bir rivayette Hz. Ali (R.A.) ona
«sen Allah'a karşı cüretkâr davranıp Ramazan-ı Şerifte içtiğin için sana yirmi
dayak vurduk» demiştir» diye zikredilmiştir. Buradaki tazîr, had değildir.
«Hakkında şer'an
muayyen bir had ve muayyen bir ceza bulunmayan herhangi bir günâhı ve herhangi
bir suçu işleyen kimse tazîr edilir ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki; içki
içenlerin meclisinde bulunan, her ne kadar içmeseler bile içki içenlere benzemek
üzere toplanan ve yanındaki su kabında şarap bulunan kimseler tazîr olunur.
Ramazan orucunu yiyen hem tazîr olunur, hem hapsolunur.
Keza: Şarap satan,
riba (faiz) yiyen, şarkı söyleyen, kadın tabiatlı, ağlayıp ağıt yakan müslüman
olan kadın ve erkekler hem tazîr edilir hem de tevbe alâmeti görülünceye kadar
hapsolunurlar. Öldürme ve hırsızlıkla suçlanan kimseler de tevbe alâmeti
görülünceye kadar hapsedilirler.
«Bunlardan başka
fena fiillerde tazirin en son derecesi tatbik edilmez ilh...» Şârih Bahir
sahibine tâbi olarak tazirin en son derecesini zikredilen üç fena fiile tahsis
etmiştir. Bazıfukaha «bu üç fiilden başka fena fiillerde de tazîrin en son
derecesi tatbik edilir» demişlerdir.
Dürer'den «namaz
kılmayan bir kimse vücudundan kan çıkıncaya kadar dövülür» diye zikredilmiştir.
Huccet'te «cemaate
namaz kıldıran imam kendisinin mecusi olduğunu söylese tasdik edilmez. Fakat
şiddetli dövülür. Cemaat namazlarını iade etmez» diye zikredilmiştir.
Hâniyye'de «bir
kimse bir oğlana cinsi yakınlıkta bulunsa kendisine tazîrin en şiddetlisi tatbik
edilir» diye zikredilmiştir.
Tatarhâniyye'de
«bir kadın -Allah'a sığınırız- mürted olsa müslüman olması için cebrolunur ve
kendisine yetmişbeş dayak vurulur. Bu İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavline göredir.
Çünkü İmam Ebû Yusuf Rh. A.)'un kavline göre; tazîrin en son derecesi yetmibeş
kamçıdır. İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; tazîrin en son
miktarı otuzdokuz kamçıdır» diye zikredilmiştir.
«Kazf ve şetmeden
kimse de tazir edilir ilh...» Musannifin şetm (sövmey)e kazf demesi mecaz-ı
şer'î ve hakikat-i lugaviyye'dir.
«Kazfeden kimse
sebebini beyân etmeksizin mücerred olarak onun fasık olduğunu şahit ile isbat
etmek murad etse kabul edilmez, ilh...» Meselâ: Sebebini beyân etmeksizin «o
fasıktır» dese kabul edilmez. Eğer «kendisine haram olan bir kadını öptü» diye
şer'î bir sebeb beyân etse kabul edilir. Nitekim metinde zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bu,
şehadet bahsinde zikredilene muhaliftir. Çünkü şahitler hakkındaki cerhler iki
kısma ayrılır: Biri mücerred cerhdir ki hüküm altına girecek surette Allah hakkı
veya kul hakkı isbat edilmiş olmaz. Aleyhine şahitlik yapılan kimsenin «şahitler
fasıktırlar» yahut «âdetleri zinadır» yahut «içki içmektir» yahut «kendileri
yalan yere şahitlik yaptıklarını ikrar etmişlerdir» demesi gibi. Çünkü bunlar
hüküm altına alınamaz ve böyle denilmekle had sabit olmaz. Diğeri mürekkep
cerhdir ki hüküm altına girecek surette ya Allah hakkı veya kul hakkı isbat
edilir. Aleyhine şahitlik yapılan kimsenin «bu şahitler benim şu kadar paramı
çaldılar» yahut «bu şahitler benim aleyhime şehadet etmemek üzere benimle şu
kadar meblağ üzere sulh oldular, ben onlardan verdiğim parayı geri istiyorum»
diye iddia etmesi gibi. Çünkü aleyhine şahitlik yapılan kimse, bu iddiasını
isbat etse, bunlardan bu parayı alabilir. Şehadet bâbıyla tazir bâbının
arasındaki fark: Burada mücerred ile murad sebebi beyân edilmeyen fısktır.
Mücerred olmayan ile murad had veya tazîrden Allah hakkı veya kul hakkını icab
eden fışkın sebebinin açıklanmasıdır. Şehadet babında mücerred ile murad haddi
veya kul hakkını icab etmeyen şeydir. Mücerred olmayan ile murad kendisinde
husumet sahih olan şeyin zımnında Allah hakkı veya kul hakkı sabit olandır.
Farkın vechi, burada maksûd olan, doğru olduğunu gerektiren şeyi isbat etmekle
kazf ve şetmeden kimseden ta'zîrin düşürülmesidir. dâvâlı ile davacının
hakkıYoksa ibtidaen kendisine kazfedilen şahsın fışkını isbat etmek değildir.
Bundan dolayı fışkını icab eden sebebi beyân etmekle iktifa edilip şahitlerin
fısk olmayan şeyi fısk zannetmeleri ihtimali bulunduğu için mücerred «fasıktır»
demeleriyle iktifa edilmemiştir. Şehadet babında, maksûd olan ibtidaen şahidin
fışkını isbat etmektir. Çünkü kaadı, şehadetini kabul edebilmesi için önce
şahidin adaletini araştırır. Aleyhine şahitlik yapılan kimse şahidin cerhi
üzerine delil getirirse, maksud şahidin adaletinin düşmesi için fışkını isbat
etmek olur. Çünkü cerh adalet üzerine mukaddemdir.
Mücerred cerhin
hükmü; aleyhine şahitlik yapılan kimse bu mücerred cerhi hâkime gizlice haber
vererek buna şahit getirerek gizlice isbat etse, hâkim bu isbatı kabul ile
şahitlerin şehadetlerini reddeder. Ama bu cerhi açıktan haber vererek isbat
etmek isterse bir kavle göre; bu cerh tezkiyeden önce de sonra da kabul edilmez.
Zira mücerred fısk hüküm altına alınamaz ve bir insanın fışkını zaruretsiz
olarak ortaya koymak suretiyle gizliliklerinin yıkılması caiz olmaz. Aleyhine
şahitlik yapılan kimse bunu gizlice haber verip ispat edebilirdi. Diğer bir
kavle göre; bu mücerred cerh tezkiyeden önce kabul edilir, tezkiyeden sonra
kabul edilmez.
METİN
Bir müslümana «ey
kâfir» diye şetmeden kimse, şer'an tazir olunur. Bu sözü söyleyen kimse kâfir
olur mu? Eğer bu sözüyle İslâm akidelerine inanan muvahhid bir müslümanın
küfrünü itikad ederse, kâfir olur. Fakat o müslümanın küfrü gerektiren bir şey
işlemesiyle küfrünü İtikad ederse, kâfir olmaz. Bu kaville fetva verilir.
Vehbâniyye şerhi. Kendisine «ey kâfir» diye nida edilen müslüman «lebbeyk»
sözüyle cevap verirse, kâfir olur. Hulâsa.
Tatarhâniyye'de
zikredilmiştir ki; «ey kâfir» sözü bazılarına göre; tazîri icab etmez. Ancak «ey
kâfir billâh» sözü tazîri icab eder. Çünkü müslüman «kâfir bit'tağut» olduğu
için «ey kâfir» ifadesinin iki mânâya ihtimali vardır.
Bir kimse, bir
müslümana «ey habîs», «ey hırsız», «ey fâcir», «ey muhannes», «ey hâin», «ey
sefîh», «ey belîd», «ey ahmak», «ey mübahî», «ey avânî», «ey lûtî» dese tazîr
olunur. Bazıları «ey lûtî» diyen kimseden sorulur. Eğer «bu kavlimden muradım;
bu şahıs Lut kavmindendir demek» derse, tazîr olunmaz. «Yok, muradım bu şahıs
Lut kavminin fena amelini işler demek» derse, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; tazîr
olunur. İmameyn (Rh.A.)'e göre; had vurulur. Sahih olan kavle göre; bu ifadeyi
gerek gazab halinde, gerekse bu gibi hezeyanı âdet edinip çirkin sözlerle şaka
halinde söylesin, tazîr olunur. Fetih.
Bir kimse, bir
müslümana «ey zındık», «ey münafık», «ey râfizî», «ey mübtedil», «ey yahudi»,
«ey hristiyan», «ey hristiyanın oğlu», «ey lıss (hırsız)» dese, yine tazir
olunur. Ancak «ey hristiyanın oğlu» ifadesinde o şahsın babası hristiyan ve «ey
hırsız» ifadesinde o şahısgerçekten hırsız olursa, söyleyen kimse doğru olduğu
için tazîr olunmaz. Nitekim yukarıda geçtiği üzere bu suretlerde, çağırmak şart
değildir. Çünkü «sen fâsıksın» yahut «filan fâsıktır» gibi lâfız bakımından
ihbarı, mânâ bakımından inşai olan ifadeler de mahkemede dâva olarak
söylenilmedikçe nida suretleri gibidir. Nehir. Kınye.
Bir kimse, bir
müslümana «ey deyyus (zevcesini veya anası, kızkardeşi gibi mahremini
kıskanmayan)», «ey kartabân (deyyusa mürâdif olup muarras manasınadır)», «ey
şarap içen», «ey riba (faiz) yiyen», «ey kahpe çocuğu» dese, tazîr olunur. Bu
ifadede bir kimse, bir şahsın ana - babasına setmettiğinde o şahsın talebiyle o
kimsenin tazir olanacağına işaret vardır. Nitekim babası fâsık ve kâfir olmayan
şahsa «ey fâsıkın oğlu» veya «ey kâfirin oğlu» diyen kimse, tazir olunur.
Yine bir kimse, bir
kadına «ey kahpe» dese. tazîr olunur. Bazıları buna «"kahpe" ifadesi "zâniye"
ifadesinden daha fenadır. Çünkü zâni-ye kadın zinayı utandığı için gizli olarak
yapar. Kahpe ise bunu iş edinip ücretle aşikâr yapar. Buna göre; bu ifadeyi
söyleyen kimseye had icab etmelidir» diye itiraz etmişlerdir. Bu itiraza «bunda
haddin icab etmediği ücretle olduğu içindir» diye cevap verilir. Çünkü İmam-ı
Azam'a göre; ücretle zina, haddi düşürür, İmameyn'e göre; haddi düşürmez. Fakat
Muzmarat'ta «"ey kahpe" ifadesi ile şetmde had vâcibtir» diye tasrih edilmiştir.
Musannıf da «zahir olan budur» dedi.
Bir kimse, bir
müslümana «ey fâcir oğlu», «sen hırsız ve zânilerin yatağısın», «ey çocuklarla
oynayan», «ey haramzade» dese, tazir olunur. «Haramzade» haram cinsî yakınlıktan
doğan manasınadır. Buna göre; hayız haline de şâmil olur. Örfte her ne kadar bu
mânâ murad olunmayıp bilâkis veled-i zina mânâsı murad olunursa da, çok defa
kendisinden hilekâr, alçak adam mânâsı murad olunur. Bundan dolayı bu ifadeyi
söyleyen kimseye had vurulmaz.
FER'Î MESELE: Bir
kimse kendisinin deyyus olduğunu ikrar etse, yahut bununla mâruf ve meşhur olsa,
bunun helâl olduğunu itikad etmedikçe şer'an öldürülmez. Fakat ya şiddetli tazîr
edilir veya kendi zevcesine kazfettiği için lian okunur. Cevahirü'l-Fetâvâ.
Yine
Cevahirü'l-Fetâvâ'da zikredilmiştir ki; bir fâsık, günâhından tevbe edip «şahit
olun ki, bir daha ben dönüp bu fena fiili işlersem râfizî olayım» dese sonra
dönüp o fena fiili işlese, râfizî olmaz, fakat günâhkâr olur. «Eğer dönüp o fena
fiili işlersem kâfir olayım» deyip sonra o fena fiili işlese, kendisine yemin
keffâreti lâzım gelir.
İZAH
«Eğer bu sözüyle
islâm akidelerine inanan muvahhid bir müslümanın küfrünü itikad ederse, kâfir
olur ilh...» Eğer bu ifadeyle o muvahhid müslümana şetmetmek (sövmek) murad edip
onun küfrünü itikad etmezse kâfir olmaz. Eğer İslâm akidelerine inanmış olan
muvahhid birmüslümanın küfrünü itikad edip bu ifadeyle hitab ederse kâfir olur.
Çünkü muvahhid bir müslümanın küfrünü itikad etmekle islâm, dinini küfür itikad
etmiş olur, bu ise küfürdür. Nehir.
«Kendisine "ey
kâfir" diye nida edilen müslüman "lebbeyk" sözüyle cevap verirse, kâfir olur
ilh...» Çünkü bu şekilde cevap vermesiyle kendisinin kâfir olduğunu ikrar etmiş
olur ve görünüşte küfre razı olduğu için kendisine kâfir hükmü verilir. Ancak bu
şekilde cevap vermesi zorla olursa, kâfir olmaz. Kendisine «ey kâfir» diye nida
edilen kimse «lebbeyk» diye cevap verip «bununla ben tağuta küfrettiğimi murad
ettim» diyerek te'vil ederse, kâfir olmaz.
«Ey fâcir ilh...»
Yani bu ifadeyle tazîr lâzım gelir. Çünkü fâcir, şer'î örfte kâfir ve zan! kimse
manasınadır. Bugün bizim örfümüzde çok niza ve mücadele eden manasınadır.
«Fâsık» ile «fâcir»'in mânâları ayrıdır. Bundan dolayı Kınye'de «"Bir kimse
filan şahıs bana şetmetti" diye iki şahit getirip, şahitlerden biri "ey fâsık
dedi" deyip, diğeri "ey fâcir dedi" dese, şahitlikleri kabul edilmez» diye
zikredilmiştir.
«Ey muhannes
ilh...» Bu ifadeyle de tazîr lâzım gelir. Muhannes, lûtînin müradifidir. Nehir.
Bazıları «muhannes kadın gibi kendini kullandıran kimsedir» demişlerdir.
Dürrü'l-Müntekâ'da böyle zikredilmiştir. Bu kelimenin ism-i fail sıygasıyla
«muhannis» okunması fasihdir. ism-i meful sıygası üzerine muhannes okunması
meşhurdur.
«Ey hâin ilh...»
Yani bu ifadeyle de tazîr lâzım gelir. Çünkü hâin elinde bulunan emanetlere
hıyanet eden kimsedir. Bu, Hamevî'den naklen Ebu's-Suud'da zikredilmiştir.
«Ey sefîh ilh...»
Bu ifadeyle de tazîr lâzım gelir. Sefih, her ne kadar malını lüzumsuz ve yersiz
harcayıp israf eden mânâsına ise de bugün örfümüzde edepsiz konuşan kimse
manasınadır.
«Ey belid ilh...»
Bu ifadeyle de tazîr edilir. Çünkü belid, habis ve fâcir manasınadır. Bu,
Sırac'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bugün
örfümüzde beyinsiz, anlayışı kıt manasınadır. Buna göre; bu ifade ile tazîr
edilmemelidir. Sonra Fetih'de «bu ifadenin «ey ebleh» ifadesine benzediğini ve
bu ifadeden dolayı tazîr dîlmeyeceğini zannederim» diye zikredilmiş olduğunu
gördüm.
«Ey ahmak ilh...»
Bu ifade ile de tazîr lâzım gelir. Çünkü ahmak, aklı noksan ahlâkı fena
manasınadır.
«Ey mübahî ilh...»
Bu ifade ile de tazîr icab eder. Çünkü mubahı, hiç bir şeyin haram olduğuna
inanmayan kimse manasınadır.
«Ey avânî ilh...»
Bu ifade ile de tazîr lâzım gelir. Avânî, haksız olarak insanları hâkime şikayet
eden kimse manasınadır.
«Ey zındık, ey
münafık ilh...» Bu ifadeler de tazîr icap eder. Zındık, hiç bir dini kabul
etmeyenkimse manasınadır. Münafık ise küfrünü gizleyip müslüman olduğunu izhar
eden kimse manasınadır. Nitekim riddet bahsinde Fetih'den naklen
zikredilecektir.
«Ey râfizî ilh...»
Bu ifadeyle de tazir lâzım gelir.
Bahır'da
zikredilmiştir ki; «ey râfizî» ifadesi «ey kâfir» veya «ey mübtedi'» ifadesi
yerindedir. Buna göre; tazir lâzım gelir. Çünkü râfizî şeyhayn (Hz. Ebûbekir,
Hz. Ömer (R.A.) )'a söverse, kâfir olur. Eğer Hz. Ali (R.A.)'yi sövmeksizin
şeyhaynden faziletli sayarsa, mübtedi' olur. Nitekim Hulâsa'da böyle
zikredilmiştir.
Ben derim ki:
Müccerred sövmesiyle râfizinin kâfir olmasında ihtilâf vardır, inşaallah mürted
babında zikredilecektir. Evet, Hz. Aişe R. A.)'ye kazfederse, kâfir olmasında
şüphe yoktur.
«Ey mübtedi ilh...»
Bu ifade ile de tazîr lâzım gelir. Mübtedi, Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat'ın
itikadına muhalif söz söyleyen bidatçı kimsedir.
«Mahkemede dâva
olarak söylenilmedikçe ilh...» Yani bir kimse bir şahsa «sen malımı çaldın» diye
hâkimin huzurunda dâva edip isbat edemese, tazîr icab etmez. Her ne kadar bu
dâvanın mânâsı «sen hırsızsın» demek ise de, dâva ettiği için şetm sayılmaz.
Fakat zina dâvası böyle değildir. Bunlar arasındaki fark; zina isnad edilip dört
şahit getirilmediği takdirde kazf haddi vurulacağına dair nass bulunmasıdır.
«Deyyusa müradif
olup ilh...» Yani kartaban kelimesi deyyus kelimesinin müradifidir. Zeylaî
«kartaban, karısını veya mahremini bir erkekle görüp hali üzerine bırakan
kimsedir» demiştir. Bazıları «kartaban, kadınla erkek arasında zina etmeleri
için vasıtalık yapan şahısdır» demişlerdir. Bazıları «kartaban, zevcesini akıl -
baliğ olan erkek çocukla veya ortakçısıyla tarlaya gönderen yahut kendi yokken
onların zevcesinin yanına girmelerine izin veren şahısdır» demişlerdir.
«Ey çocuklarla
oynayan ilh...» Örfte bu ifadeyle şetm ve gazap karinesiyle çocuklarla fena fiil
işleyen mânâsı murad edilir.
«Buna göre; hayz
haline de şâmil olur ilh...» Yani açık zina lafzıyla kazf olmadığı için had icab
etmezse de tazîr icab eder.
«Ya şiddetli tazir
edilir ilh...» Yani bir kimse deyyûslukla maruf ve meşhur olsa şiddetli tazîr
edilir. Eğer bir kimse kendisinin deyyus olduğunu ikrar etse lian okur. Lian
okuyunca tazîre ihtiyaç kalmaz; nefsini yalanlarsa kendisine had lâzım gelir.
«Zevcesini ve mahremini kıskanmayan mânâsına olan «deyyus» kelimesi açık zina
lâfzı değildir. Buna göre; deyyûsluğu ikrar etmekle nasıl lian okunması vacib
olur» denilirse, ben derim ki; deyyûsluğun lafzıyla değil mânâsını ikrar
etmesiyle lian okunması vacib olur. Şöyle ki: Sanki o kimse «ben erkekleri
zevcemin yanına korum, onlar zevcemle zina ederler» demiş olur.
«Kendisine yemin
keffâreti lâzım gelir ilh...» Yani bir fâsık günâhından tevbe edip «siz şahid
__ sı hristolun, ben bir daha bu fena fiili işlersem kâfir elayım» deyip sonra o
fena fiili işlese kendisine yemin keffâreti lâzım olur. Yemin babında geçtiği
üzere gelecekte olacak bir fiilin istenilmesi küfür üzerine ta'lîk edildiğinde
yemin-i münakide olur. Sarih bu tevbe eden kimse o fena fiili işlediğinde kâfir
olmayacağına işaret etmiştir. Yalnız bu fena fiili işlediğinde kâfir
olmayacağını bilerek işlerse kâfir olmaz. Fakat o fena fiili işlediğinde kâfir
olacağını bilerek işlerse küfre razı olduğu için kâfir olur. Nitekim mahallinde
geçmiştir. «Ben bu fena fiili işlersem râfizî olayım» deyip sonra o fena fiili
işlese kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü her râfizî kâfir değildir. Buna
göre; bu ifade küfre talik olmaz.
METİN
«Ey hımar (eşek)»,
«ey hınzır (domuz)», «ey kelb (köpek)», «ey teke», «ey maymun», «ey öküz», «ey
yılan» ifadeleriyle tazîr lâzım gelmez. Çünkü bu ifadelerin yalan olduğu
açıktır.
Hidaye'de «eğer
muhatab Eşraftan olursa tazir güzel görülmüştür» diye zikredilmiştir. Zeylaî ve
diğer fukaha buna tâbi olmuşlardır. «Ey haccam (kan alan)», «ey ebleh (gafil)»,
babası haccam olmadığı halde «ey haccam oğlu» ifadeleri de tazîr icab etmez.
Zeylai «"ey haccamın oğlu" ifadesi tazîr icab eder» demiştir. «Ey kiraya veren»,
«ey boğa (farsça da ibnelik hastalığına tutulmuş olan kimse)» ifadeleri de tazîr
icab etmez.
Mültekat'da «"ey
kiraya veren", "ey boğa", "ey haram çocuğu" ifadelerinde tazîr lâzım gelir» diye
zikredilmiştir. Nehir.
Tazîrde kaide
şudur: Bir kimse bir şahsı her ne zaman şer'an haram, örfde ayıp ve ar sayılan
ihtiyarî bir fiile nisbet ederse, tazîr olunur, aksi takdirde olunmaz. İbn-i
Kemal.
«Ey duhke
(insanların kendisine güldüğü kimse)», «ey duhake (insanlara gülen kimse», «ey
suhre (insanların kendisiyle alay ettiği kimse)», «ey suhare (insanlarla alay
eden kimse)» ifadeleri de tazîr icab etmez. «Gaye» isimli kitabda «bu ifadelerle
«ey sâhir (sihirbaz)», «ey mukaammir (kumarbaz)» ifadeleri tazîr icab eder» diye
zikredilmiştir.
Mültekâ'da «bu
ifadeler kendisine söylenilen zât, âlimlerden veya Hz. Ali (R.A.) neslinden
olursa, fukaha taziri güzel gördüler» diye zikredilmiştir.
Bir kimse, bir
şahsa «sen hırsızlık yaptın» diye dâva edip isbattan aciz olduğunda tazîr
edilmez. Nitekim bir kimse, bir şahsın küfrünü icab eden bir dâvada bulunulup
isbattan aciz olsa, eğer bu sözü hâkimin huzurunda dâva üzere söylemişse, tazir
icap etmez. Fakat şetm ve kusur bulma yoluyla söylemiş olursa, tazîr olunur.
Fetâvây-ı Kaariil'-Hidaye.
Zina dâvası böyle
değildir. İsbat edemediği takdirde dâva edene had vurulur. Nitekim yukarıda
geçmiştir.
Tazîrde kul hakkı
galip olduğu için suçluyu beri kılma, affetme, kefil alma caizdir. Zeylaî. Bunda
yemin de caizdir. Yemin ettirmede kaadı müttehem olan şahsa «bu kimsenin
dâvaettiği şey billahi senin üzerinde yok mudur?» der. «Senin böyle demediğine
billahi mi?» demez. Zira müttehem olan şahıs demiş olur da kendisine şetmedilen
kimse affetmiş olabilir. Hulâsa. Tazîrde şehadet üzerine şehadet, bir erkekle
iki kadının şehadeti diğer kul haklarında olduğu gibi caiz olur. Tazirin Allah
hakkı olduğu da olur. Bunda af yoktur. Ancak veliyyü'l-emir tazir edilecek
kimsenin, tazîre müstahik olduğu fena fiili tazîrsiz terkedip halini
düzelteceğini bilirse, affedebilir. Allah hakkı olan tazîrde yemin de yoktur.
Bir kimsenin bir şahıstan «sen benim kızkardeşimi öptün» diye dâvası gibi
tazîrin bu Allah hakkı olan nevini isbat onu dâva eden kimsenin şehadetiyle de
olur. Buna göre; kendisiyle beraber başka bir şahid bulunursa, dâva eden hem
davacı hem de şahit olmuş olur.
Kınye'de ve diğer
muteber kitablarda zikredilmiştir ki; aleyhinde dâva edilen mürüvvet, fazilet,
diyanet sahibi bir kimse olup bu fena fiili ilk defa işlemiş olursa, istihsanen
kendisine «böyle şeyi işlemek size lâyık ve münasip değildir, bir daha böyle şey
yapmayınız» diye vaz ve nasihat olunur, tazîr olunmaz. Bunun Allah hakkı olan
tazîrlerde olması vâcibdir. Çünkü kul haklarını kaadının düşürmesi caiz
değildir. Fetih.
Zahiriyye'nin
Kerâhiyet bahsinde zikredilmiştir ki; bir kimse namaz kılıp eliyle insanları
dövüp lisanıyla insanlara eziyet etse, bu fena fiilinden vazgeçmesi için onu
sultana bildirmekte bir beis yoktur. Çünkü bu haber verme kabilindendir. Kaadıya
bu kimsenin fena fiilini bildirmek tazîri için kifayet eder. Nehir.
Sarih der ki; Bahir
ve diğer kitabların kefalet bahsinden naklen Nehir'de kaadının tazîri gerektiren
bir töhmetle suçlanan kimseyi her ne kadar bu töhmet adaletli ve tezkiye edilmiş
iki şahidin şehadetleriyle sabit olmazsa da tazîr etmesi caizdir. Çünkü sırf
Allah hakkı olan tazîri gerektiren şeyde bir adaletli şahsın haberi kifayet
eder. Kaadı ittifakla Allah hakkında kendi bilgisiyle hükmeder. Adaletli şahit
ile de kendisine bilgi hasıl olur. Allah haklarında sebebden mücerred olan cerh
kabul edilir. Nitekim geçmiştir. Buna göre; bir mütevellinin veya kaadının Allah
hakkıyla ilgili su-i hallerine dair mahkeme sicilinde yazılıp tesbit edilmiş
olan yazılarla amel olunur. «Bu yazıyı yazıp tesbit eden kâtip tazîr edilir»
diye fetva veren müftü hata etmiş olur. Çünkü kâtip adaletli olup yazıp tesbit
ettiği şeyde doğru ise adaletli bir kimsenin haberi olmuş olur.
Aynî'nin kefalet
bahsinde zikredilmiştir ki; imam Ebû Yusuf «evinde şarap bulundurup içen,
namazını terkeden kimseyi hapsedip dövdükten sonra hapisten çıkarırım. Fakat
öldürme, çalma, insanları dövme ile müttehem olan kimseyi hapsedip tevbe
edinceye kadar hapiste bırakırım. Çünkü bunun şerri insanlaradır, evvelkinin
şerri kendi nefsinedir» demiştir. Bir müslüman bir zimmîye şetmetse günâh
işlediği için tazîr olunur. Şetm meselelerini müslümanla takyid etmek ittifakî
olup müslümana mahsus değildir. Müslüman olmayan damüslüman gibidir.
Kınye'de
zikredilmiştir ki; bir kimse bir yahudi veya mecusiye «ey kâfir» diye şetmetse
eğer yahudi veya mecusiye bu söz ağır gelip bundan üzülürse o kimse günahkâr
olur. Bunun mânâsı günâh işlediği için tazir olunmasıdır. Bunu Bahir sahibi
zikredip Musannıf da ikrar etmiştir. Fakat Nehir sahibi bu meseleye İtiraz edip
«tazîr icab etmez» demiştir.
Sarih «galiba Nehir
sahibinin tazîri men etmesinin vechi, yukarda geçtiği üzere kendisine «ey fâsık»
diye şetmedilen kimse şetmden önce kendi nefsini fısk, ayıp ve arla lekelemiş
olmasıdır» demiştir.
İZAH
«Çünkü bu
ifadelerin yalan olduğu acıktır ilh...» Hâvi'l-Kudsî'den naklen Bahır'da
zikredilmiştir ki; tazîrin lâzım olup olmamasında kaalde: Her şetm (sövme) ve
sebb (fena söz) ki kötülüğü ve fenalığı şetm ve sebbeden kimseye dönerse bu fena
ifadeleri söyleyen kimse tazîr edilmez. Eğer bu fena ifadelerin kötülüğü ve
fenalığı kendisine şetm ve sebbedilen şahsa dönerse, bu ifadeleri söyleyen kimse
tazîr edilir. Metin'de zikredilen ifadelerin yalan olduğu açık olduğu için bu
ifadelerin kötülüğü ve fenalığı şetm ve sebbeden kimseye döner.
«Hidaye'de «eğer
muhatab Eşraftan olursa tazîr güzel görülmüştür» diye zikredilmiştir ilh...»
Hidaye'nin ibaresi şöyledir: Bazıları «bizim örfümüzde bu ifadeler ayıb ve kusur
sayıldığı için bu ifadeleri söyleyen kimse tazîr edilir» demişlerdir. Bazıları
«bu ifadeler kendisine söylenilen kimse fukaha veya Hz. Ali (R.A.)'nin nesli
gibi Eşraftan olursa bu ifadeleri söyleyen şahıs tazîr edilir. Çünkü bu zâtlar
böyle ifadelerden müteessir olurlar. Eğer bu ifadeler kendisine söylenilen kimse
avam tabakasından olursa söyleyen kimse tazîr edilmez» demişlerdir. Bu kavil
güzeldir. Velhasıl zahir rivayete göre; bu ifadeleri söyleyen kimse mutlak
surette tazîr edilmez.
Hindivânî'nin
muhtarına göre; bu ifadeleri söyleyen kimse mutlak surette tazîr edilir.
Zikredilen tafsilat Fetih ve diğer muteber kitablarda pazılıdır.
Seyyid Ebu's-Suud
«bizim âlimlerimiz Hindivânî'nin ihtiyar ettiğini kuvvetli bulmuşlardır. Çünkü
bu, şer'an haram olan bir şeyi işleyen veya laksız olarak sözüyle, fiiliyle,
işaretiyle bir müslümana eza ve cefa eden erkesin tazîr edilmesi lâzımdır
kaidesine muvafıkdır.
Ben derim ki: «Bu
lâfızlar ile hakikat mânâsı kasdedilmez ki bu ifadelerin yalan olduğu acıktır
denilsin» kavli Hindivânî'nin ihtiyar ettiğini teyid eder. Bu ifadelerde olan
eza ve cefa nazarı itibara alınmasaydı Eşraf hakkında tazîr lâzım gelir
denilmezdi. Eğer bu ifadelerde olan eza cefa nazarı itibara alınmasa bu
ifadelerin açık yalan olması herkes hakkında mevcuttur. Buna göre; bu
ifadelerden müteessir olan herkes eşraf olan zümreye ilhak olunur. Hatta pekçok
kimseler bu ifadelerle fukaha ve Hz. Ali (R.A.) neslinden olan zâtlardan daha
çok üzülürler. Bazıları «eşraf olan zümreyle murad asil ve güzel huylu
kimselerdir» demişlerdir. Fukaha ile Hz. Ali (R.A.) neslinin zikredilmesi bu
vasıfları bunlarda bulunduğu içindir. Kimde bu sıfatlar bulunursa bu ifadelerde
müteessir olur. Kendisinde bu sıfatlar bulunmayan kimse bu ifadelerden müteessir
olmaz. Nitekim fâsık olan bir kimseye «ey fâsık» denildiğinde bu ifadeden
müteessir olmaz. Buna göre; Hidaye'de zikredilen doğrudur. Sonra Mültekâ'nın
şerhinde galiba Hz. Ali (R.A.)'nin nesliyle murad mü'min ve müttekî olan
kimselerdir. Böyle olmasa Hz. Ali (R.A.)'nin neslini tahsis etmenin bir mânâsı
olmazdı diye yazılı olduğunu gördüm. Hatta Fakih Ebû Cafer «bu ifadeler ayak
takımından olan bir kimseye söylenirse tazir lâzım gelmez, eşraftan olan bir zât
hakkında söylenirse tazîr lâzım gelir» demiştir.
T E N B İ H : Yine
Mültekâ'nın şerhinde zikredilmiştir ki; bu ifadeler eşraftan olan bir zâta şaka
olarak söylenirse tazîr icab eder, hakaret yoluyla söylenirse küfre nisbet
edilir. Çünkü ilim ehline ihanet etmek muhtar olan kavle göre küfürdür.
Fetâvây-i Bedi'iyye. Fakat bu, Hulâsa'da «Hz. Osman ile Hz. Ali (R. Anhüma)'ya
sebbetmek (sövmek) küfür değildir» diye zikredilenle müşkül olur.
«Ey kiraya veren
ilh...» Molla Hüsrev «ey kiraya veren» ifadesi ehlini zinaya kiraya veren kimse
mânâsında kullanılır. Fakat bu maruf ve meşhur olan hakiki mânâsı değildir.
Belki mutlak surette kiraya veren manasınadır» demiştir.
«Ey boğa ilh...»
Yani bu ifade cahillerin sövmelerindendir, cahiller bu ifadeyi söylerler, fakat
ne dediklerini bilmezler. Bu ifadede tazîr yoktur. Bütün fıkıh metinlerinde bu
ifadeyle tazîrin lâzım gelmeyeceği zikredilmiştir. Bahır'da «boğa, ibnelik
hastalığına mübtela olan kimse manasınadır» diye Muğrib'ten naklettikten sonra
«bu ifadeyle tazîrin ittifakla vâcib olmasıdır. Çünkü bu ifade kendisine
söylenilen şahsa en fena kusur ve leke isnad edilmiştir, ibnelikten daha fena
bir ayıb yoktur» diye zikredilmiştir.
«Tazirde kaide
şudur: Bir kimse bir şahsı her ne zaman şer'an haram örfde ayıp ve ar sayılan
ihtiyari bir fiile nisbet ederse tazîr olunur, aksi takdirde olunmaz ilh...»
«ihtiyari bir fiile» kaydıyla yaradılışında olan bir şeye nisbet etmek kaideden
çıkmıştır. Meselâ: Bir kimse bir şahsa «ey hımar» veya benzeri bir, şey söylese
kendisine tazîr lâzım gelmez. Çünkü «ey hımar» ifadesinin hakiki mânâsı murad
edilmeyip mecaz mânâsı olan ahmak murad edilir. Bu ahmaklık ise o şahsın
yaradılışında vardır. «Şer'an haram» kaydıyla şer'an haram olmayan şeye nisbet
etmek kaideden çıkmıştır. Meselâ: Bir kimse bir şahsa «ey haccam (kan alıcı)»
dese tazir edilmez. Çünkü «haccam» örfte ayıb ve ar sayılırsa da şeriatta haram
değildir, «örfde ayıp ve ör sayılan» kaydıyla örfte ar ve ayıb sayılmayan şeye
nisbet etmek kaideden çıkmıştır. Buna göre; bir kimse bir şahsa «ey tavla
oynayan» dese kendisine tazîr lâzımgelmez. Tavla oynamak seran haram ise de
örfte ayıb ve ar değildir.
T E N B İ H : Bir
kimse bir şahsa şetm lâfızlarından taziri gerektiren müteaddit lâfızlarla şetmde
bulunsa her bir şetm lâfız için tazîr edilir. Çünkü kul hakkında tedahül yoktur.
Hadlerde tedahül vardır. Hiç bir kimsenin bunu acık olarak beyân ettiğini
görmedim. Fakat fukahanın kelamı Allah hakkı olan tazîrde tedahülün caiz
olacağını ifade etmektedir.
«Buna yemin de
caizdir ilh...» Yani bir kimse, bir şahsın kendisine şetm ve sebbettiğini dâva
edip o şahıs da inkâr etse, o şahsa yemin ettirilir. Eğer yemin etmekten
çekinirse, aleyhine hükmedilir. Fetih.
«"Senin böyle
demediğine billahi mi?» demez ilh...» Yani «senin ona «ey fâsık» demediğine
billahi mi?» diye yemin ettirmez. Çünkü bu kimse bunu demiş olup kendisine şetm
ve sebbedilen şahıs da aynı ifadeyle mukabele etmiş yahut affetmiş olur yahut
gerçekten fâsık olur da şetm ve sebbeden kimsenin şahiti olmayabilir. Bu
hususlarda kendisine şetm ve sebbedilmiş olduğuna dair dâva eden şahsın sebbeden
kimseye tazîr ettirmeye hakkı yoktur. Nitekim bir kimse bir şahsın kendisinden
bin dirhem ödünç aldığını dâva edip o şahıs da inkâr etse, kaadı o şahsa «bu
kimsenin dâva ettiği bin dirhem billahi senin üzerinde yok mudur?» diye yemin
ettirir. Çünkü o şahıs bin dirhem ödünç alıp Ödemiş veya dâva eden alacağından o
şahsı beri kılmış olabilir.
«Bir erkekle iki
kadının şehadeti diğer kul haklarında olduğu gibi caiz olur ilh...» Bunu, Zeylaî
böyle açıklamıştır. Müntekâ'dan naklen Tatarhâniyye'de de böyle zikredilmiştir.
Fakat Cevhere'de «tazîrde İmam-ı Azam'a göre; kadınların erkeklerle beraber
şehadeti kabul edilmez. Çünkü tazîr had ve kısas gibi bir ukubettir. İmameyn'e
göre; insan hakkı olduğu için kabul edilir» diye zikredilmiştir.
Ben derim ki: Bunun
muktebazı imam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; tazîr-de şehadet üzerine şehadet de kabul
edilmez. Fetih'te ve Hâniyye'den naklen Bahır'da «şehadet üzerine şehadet kabul
edilir» diye zikredilmiştir. Bundan dolayı musannif «tazîrde şehadet üzerine
şehadet kabul edilir» diye kesin olarak zikretmiştir.
«Bunda af yoktur
ilh...» Yani tazîrde af yoktur. Fethü'l-Kadir'de de böyle zikredilmiştir. Fakat
Müşkilü'l-Âsar'dan naklen Kınye'de zikredilmiştir ki; biz Hanefiler ile
Şafiî'lere göre; tazîr cezasını tatbik etmekle affetmek veliyyü'l-emrin re'yine
bırakılmıştır.
Tahâvî «bana göre,
affetme kendisine cinayet yapılan kimseye aittir, veliyyü'l-emre ait değildir»
demiştir.
Kınye sahibi
Müşkilü'l-Âsar'da «zikredilen Allah hakkı ile ilgili vâcib olan tazir
hakkındadır. Tahâvî'nin zikrettiği ise bir insana yapılan cinayet yani kul hakkı
ile ilgili tazîr hakkındadır» demiştir. Bu, Fetih'te zikredilene muhaliftir.
Ben derim ki:
Fetih'te tazîr babının evvelinde «tazîr yapılması açıklanan hususlarda meselâ:
Bir kimse, zevcesinin cariyesine veya ortak olan cariyeye cinsi yakınlıkta
bulunursa, tazîr vâcib olur. Tazîr yapılması açıklanmayan hususlarda
veliyyü'l-emir tazîr edilmesini münasip görür veya suçlunun ancak tazîrle halini
düzelteceğini bilirse, tazîr etmesi vâcib olur. Çünkü tazîr, had gibi Allah
hakkı olarak kötülüklerden menetmek için meşru kılınmıştır. Veliyyü'l-emir
suçlunun tazîrsiz halini düzelteceğini bilirse, tazîr etmesi vâcib olmaz» diye
zikredilmiştir.
«Bir kimsenin bir
şahıstan sen benim kızkardeşimi öptün» diye dâvası gibi İlh...» Nehir'de «bir
kimsenin kendi kızkardeşini değil de başkasının kızkardeşini bir şahsın öpmüş
olduğunu dâva etse» diye zikredilmiştir. Münasip olan da budur. Zira dâva edenin
kendi kızkardeşi olsa, Allah hakkı olmayıp kul hakkı olurdu. Çünkü bu, utanç
veren bir ayıp olup kendisini mahremini kıskanmaya sevkeder. Böyle olması, kemal
erbabına gizli değildir.
«Bu haber verme
kabilindendir ilh...» Yani bunda şehadet lâfzına ve kaadının meclisine gitmeye
ihtiyaç yoktur. Nitekim Nehir'in kefalet bahsinde zikredilmiştir. Bu «şehadet
şarttır» diye zikredilene muhaliftir.
Ben derim ki:
Zahiriyye'de zikredilenden maksad; namaz kıldığı halde, eliyle, diliyle
insanlara cefa eden şahsı sultana bildiren kimse günâhkar olmaz. Çünkü «namaz
kılıyor» diye insanlara böyle zarar ve ziyan veren kimsenin kötülükleri
setredilmez.
«Kaadının tazîri
gerektiren bir töhmetle suçlanan kimseyi her ne kadar bu töhmet adaletli ve
tezkiye edilmiş iki şahidin şehadetleriyle sabit olmazsa da tazîr etmesi caizdir
ilh...» Fukaha kefalet bahsinde «töhmet (suç) adaletli olup olmadıkları
bilinmeyen iki kimsenin veya adaletli bir kişinin şehadetiyle sabit olur. Bundan
anlaşılan hâkimin huzurunda adaletli olup olmadığı bilinmeyen veya fâsık bir
kimse bir şahsın fenalık işlediğine şahitlik yapsa hâkim o şahsı hapsetmez.
Fakat şahitlik yapan adaletli bir kimse veya adaletli olup olmadıkları
bilinmeyen iki kimse, bir şahsın fenalık işlediğine şahitlik yaparlarsa, hâkimin
o şahsı hapsetmesi caizdir.
Ben derim ki:
Müttehem olan kimse fesatçılıkla meşhur olursa bunun hakkında kaadının ilmi
kifayet eder. Hanbelî fukahasından İbn-i Kayyım-ı Cevziyye «dört mezheb
imamlarından hiç birisinin «fesatçılıkla maruf ve meşhur olan bir kimse bir
suçla suçlandığında ona yemin ettirilip hapsetmeden salıverilir» dediğini
bilmiyorum. Böyle fesatçılıkla maruf ve meşhur olan bir kimse bir suçla
suçlandığında ona yemin ettirilip salıverilmesi dört mezheb imamlarından
hiçbirinin mezhebi değildir. Fesatçılıkla ve hırsızlıkla maruf ve meşhur olan
bir kimse bir suçla suçlandığında ona yemin ettirilip salıvermek ve «onu ancak
iki adaletli şahidin şehadetiyle yakalayabiliriz» demek şer'î siyasete
muhalifdir. Kim şeriatta böyle suçlukimseye yemin ettirilip salıverileceğini
zannederse Resûlüllah (S.A.V.)'ın nass (açıklama)larını ve icma-i ümmeti
bilmemektedir. Halk arasında meydana gelen suçlar yolsuz hareketler hakkında
idari siyasi zecrî tedbirler almaya salahiyetli olan kimseler bilmedikleri için
şeriata muhalif hareket etme cüretini gösterip şer'î siyasetin halkın idaresini
ve milletin ihtiyacını temin etmeye kâfi olmadığını tevehhüm edip Allah'ın
koyduğu ölçüleri aşarak şeriattan ayrılıp siyasette caiz olmayacak şekilde zulüm
ve bidat yollarına sapıyorlar» demiştir. Buna göre; hırsızlıkla suçlanmış bir
kimsenin dövülmesi siyasettendir. Bundan malum oldu ki; seri siyaseti tatbik,
yalnız veliyyü'l-emre mahsus değildir, kaadılar da, bunu tatbike
salahiyetlidirler.
METİN
Efendinin kölesini
ve zevcin, süslenmeye kadir iken şer'î süslenmeyi terkeden, cünüblükten
yıkanmayı terkeden, kocasından izinsiz, evinden çıkan, hayız, lohusalık gibi
âdet hallerinden temiz olduğu halde yatağa davet edince gelmeyen zevcesini küçük
olsa bile dövme hakkı vardır. Zikredilen suretlere şu suretler de katılır:
Ağladığı vakit küçük çocuğunu döven yahut zevcinin öğüt ve nasihatini dinlemeyip
zevcinin cariyesini kıskançlık için döven yahut zevcine «ey hımar» gibi
ifâdelerle şetm ve şebbeden yahut zevcine beddua eden yahut zevcinin elbisesini
yırtan yahut başkasına işittirmek maksadıyla zevciyle konuşan yahut nâmahrem
olan kimseye yüzünü açan yahut ona şetm ve şebbeden yahut zevcinin izni olmadan
verilmesi âdet olmayan eşyayı başkasına veren kadını kocasının tazîr etmesi
caizdir. Bu hususta kaide şudur: Hakkında had bulunmayan mâsiyet ve cürümlerde
zevcin ve efendinin tazîr etme hakkı vardır. Nafaka veya elbisesini ısrarla
zevcinden isteyen zevceyi zevcinin tazîr etmesi caiz değildir. Çünkü hak sahibi
için söz hakkı vardır. Bahır. Zevç zevcesini namaz kılmadığı için de tazîr
edemez. Çünkü namazın menfaati ve sevabı zevce ait olmayıp bilâkis zevceye
aittir.
Kenz ile Mültekâ'da
«zevç. zevcesini namaz kılmadığı için tazîr eder» diye zikredildiği halde
musannif Dürer'e tâbi olup mutemed kavil budur diye beyân etmiştir. Müctebâ'nın
haram ve mubah bahsinde Kenz ile Mültekâ'nın kavillerine itimad edilmiştir.
Baba. namaz kılmayan oğlunu tazîr eder. Yukarıda geçtiği üzere velinin yedi
yaşındaki çocuğu «namaz kılmıyorsun» diye dövme hakkı vardır. Zevç de veliye
mülhaktır.
Kınye'de
zikredilmiştir ki; bir kimse Kur'ân-ı Kerîm, edep, ilim öğrenmekten kaçınan
çocuğunu dövebilir. Çünkü bunları öğretmek anne, baba üzerine farzdır. Terbiyesi
altında bulunan yetim çocuğu da. çocuğunu dövdüğü yerde dövebilir. Küçüklük
ta'zîrin vâcib olmasına mâni değildir. Buna göre; çocuklar hakkında tazîri
gerektiren bir şey vuku bulduğunda kendilerine tazîr icra olunur. Çocukların
tazîr edilmesi, tazîri gerektiren şey kulhakkı olduğu takdirdedir. Ama zina ve
hırsızlık yapması gibi Allah hakkı olursa, bunda küçüklüğü tazîre mânidir. Had
ve tazîr sebebiyle ölen kimsenin kanı hederdir. Ancak zevcin zevcesini tazîr
etmesi mubah olan yerlerde tazîriyle zevcesi ölürse, kanı heder olmaz. Çünkü
zevcin zevcesini tedip etmesinin mubah olması selâmet şartıyla takyid
olunmuştur.
Musannıf « «zevcin
zevcesini tedip etmesi mubahtır» denilmesiyle zevcin zevcesini dövmesinin asla
vâcib olmadığı anlaşılmıştır» demiştir.
Bir kadın, zevcinin
kendisini fena şekilde dövdüğünü iddia edip. isbat etse. zevç tazîr olunur.
Nitekim bir muallim bir çocuğu fena şekilde dövse, tazîr olunur. Çocuk ölürse,
diyetini öder. Şumunnî.
İmam Ebû Yusuf'tan
nakledilmiştir ki; kaadı tazîrde dövmeyi yüz kamçı üzerine ziyade edip dövülen
kimse ölse. diyetinin yansı beytül-maldan verilir. Çünkü o kimsenin ölmesi, izin
verilmiş ve izin verilmemiş dövme ile olduğu için. diyetin yansı lâzım gelir.
FER'İ MESELE: Bir
kadın zevcinden ayrılmak için - Allah'a sığınırız- mürted olsa, hapis ve dövme
ile İslâmiyet'e dönmesine cebr ve yetmişbeş kamçı ile tazîr olunur. Başka bir
kimse ile evlenemez. Fakat evvelki zevcine az bir mehirle tecdid-i nikâha
cebrolunur. Ancak bu kaville fetva verilir. Mültekat.
Bir kimse Hanefi
mezhebinden Şafiî mezhebine geçerse, tazîr olunur.
Bir kimse, bîr
şahsa tariz yoluyla kazfte bulunsa, tazîr edilir. Hâvî.
Ölmüş kadınla zina
eden kimse tazîr olunur. İhtiyar.
Bir kimse bir şahsı
«bu şahıs benim cariyeme cinsi yakınlıkta bulundu ve cariyem hamile kalıp
kıymetine noksanlık ânz oldu» diye dâva etse, eğer bu dâvası üzerine delil
getirirse, noksan olan kıymetini alır. Eğer şahit getirmekten âciz olursa, kaadı
hasmına yemin teklif eder. O şahıs yemin ettiği takdirde kaadının dâva eden
kimseyi tazîr etmesi caizdir.
Eşbah'da
zikredilmiştir ki; bir kimse bir şahsın zevcesini veya kızını hile ile evden
çıkararak başkasıyla evlendirse, fesatçılık yaptığı için tevbe edinceye yahut
ölünceye kadar hapsolunur.
Bir kimse
borçlusunu bulamayıp zalimler için onun ehlini ve iyalini yakalasa, zalimler de
onları haps edip borcu ödettirseler, bu kimse tazîr olunur.
Hurma gibi az bir
şeyi bulup bunu kim düşürdü? diye sahibini arayan riyakâr sofular tazîr olunur.
Tazîri hakettiği
fena fiilinden bir kimse tevbe etse, had gibi kendisinden tazîr de düşmez.
Eşbah sahibi «İmam
Şafiî, her nasılsa kendilerinden bir cürüm bir kusur meydana gelmiş olan namus,
fazilet, mürüvvet ve diyanet sahibi olan kimseleri istisna edip «onların
tevbeleriyle tazîrleri düşer» dedi» demiştir.
Sarih «yukarıda
geçtiği üzere bu istisna İmam Şafiî'ye mahsus olmayıp Kınye ve diğer muteber
kitablarda bizim Hanefi imamlarımızdan da nakledildiğini beyân ettik» demiştir.
Natıfî, Ecnâs
isimli eserinde «tazîri icab eden fena fiiller kendilerinden tekerrür etmedikçe
namus, fazilet, mürüvvet ve diyanet sahibi zevatın tazîrleri tevbe ile düşer»
ifadesini ziyade etmiştir. Buna göre; fena fiili âdet edinip tekrar tekrar
işlerse, fazilet ve mürüvvetine halel getirdiğinden tazîr için dövülür.
Bir hadis-i şerifte
: «Sizler fazilet, diyanet, mürüvvet ve itibar sahibi zevata eza ve cefa
etmekten sakınınız. Ancak Allah'ın hududunu icrada müsamaha etmeyiniz.» diye
vârid olmuştur.
Şafiî mezhebinden
olan Menâvî'nin Camiü's-Sagir şerhinde «Peygamberimiz (SAV.) bir hâdis-i
şeriflerinde: «Ey Ebe'l-Velid (Ubâde b. Sâmit'in künyesi) Allah-ü Teâlâ'dan
kork, memur olduğunuz işte hiyanet etmez, hatta kıyamet gününde avaz avaz
bağıran bir deveyi yahut avaz avaz bağıran bir sığırı yahut avaz avaz bağıran
bir koyunu omuzuna yüklenip gelme!» buyurmuşlardır» diye zikredilmiştir.
Menâvî hâkimlerin
hırsızın boynuna çan asmaları gibi teşhirleri bu hadis-i şeriften alınmış
olmalıdır» demiştir.
İZAH
«Efendinin kölesini
ilh...» Fetih'de zikredilmiştir ki; köle edepsizlik yaptığında efendisinin,
zevce edepsizlik ettiğinde zevcinin te'dip etmesi caizdir.
«Şer'î süslenmeyi
ilh...» Sarih «şer'i süslenme» kaydıyla zevcin zevcesine erkekler gibi giyinmesi
veya cildine dövme yaptırması şer'an caiz olmayan şeyle süslenmesini
emretmesinden ihtiraz etmiştir. Zevcesi hasta yahut ihramlı olup süslenemezse
zevcinin ona «süslen» diye emretmesi ve zineti terkettiği için tazîr etmesi caiz
değildir.
«Cünüblükten
yıkanmayı terkeden ilh...» Bu, kadın müslüman olduğuna göredir. Zevcesi gayr-i
müslim olursa, onlar yıkanmakla muhatab olmadıkları için onu yıkanmadığı için
tazîr edemez. Fakat onu kiliseye çıkmaktan men eder. T.
«Kocasından izinsiz
evinden çıkan ilh...» Yani zevç zevcesinin mehrini verdikten sonra zevcesi
izinsiz evinden çıkarsa, zevcin onu tazîr etme hakkı vardır. Mehrini vermeden
tazîr etme hakkı yoktur.
«Zevcine "ey hımar"
gibi ifadelerle şetm ve sebbeden ilh...» Zevç zevcesine «ben seni suçsuz yere
döversem emrin elindedir» deyip sonra zevcesi ona «ey hımar» gibi ifadelerle
şetm ve sebbetse de zevci de onu dövse, kadının emri kendi elinde olmaz. Çünkü
bu bir suçtur.
«Musannıf Dürer'e
tâbi olup ilh...» Kınye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir
kimseninvelisi bulunmayan küçük kızkardeşi on yaşına girip namazı kılmadığında
onu dövmesi caiz değildir.
«Baba namaz
kılmayan oğlunu tazir eder ilh...» Yani yalnız tazîr etmesi namaza mahsus
olmayıp oruç gibi diğer dini vazifelerini de ifa etmediğinde tazîr edebilir.
Ana. vasî de baba gibi tazîr edebilir.
FER'Î MESELE: Bir
kimse ana ve babasının şer'an günâh olan, örfte ayıp ve ar olan fena bir fiili
işlediklerini gördüğünde onlara bir defa bu fena fiili bırakmalarını emreder,
kabul ederlerse ne âlâ, hoş görmezlerse sükut edip bir daha emretmez, fakat
onlar için dua ve istiğfar eder. Bir kimsenin dul bir annesi olup düğün gibi
eğlence yerlerine gidip onun başına bir fenalık gelmesinden korksa, onu men etme
hakkı yoktur. Ancak onu men etmesi için veya men etme salahiyetini kendisine
vermesi için hâkime müracaat eder.
«Zevc de veliye
mülhaktır ilh...» Yani zevcin küçük olan zevcesini namaz kılmadığında babanın
küçük çocuğunu dövdüğü gibi dövme hakkı vardır.
«Çocuklar hakkında
taziri gerektiren bir şey vuku bulduğunda kendilerine tazîr icra olunur ilh...»
Kınye'den naklen
Bahır'da zikredilmiştir ki; mürahik (akıl-baliğ olmaya yaklaşmış) olan bir çocuk
bir âlime şetmettiğinde hakkında tazîr cezacı icra olunur.
T E N B İ H:
Üzerine tazîr vâcib olan bir zimmî islâm şerefiyle müşerref olduğunda tazîr
kendisinden düşmez. Bilhassa tazîr kul hakkı olursa, düşmesi için bir sebeb
yoktur.
«Had ve tazir
sebebiyle ölen kimsenin kanı hederdir İlh...» Bu, biz Hanefilere, İmam Mâlik'e
ve imam Ahmed'e göredir. Çünkü had ve ta'ziri icra eden kimse onları ancak
Sâri'in emriyle tatbik eder Buna göre; bunları tatbik etmekle memur olan
kimsenin fiili ise selamet şartıyla mukayyed değildir. Tamamı Fetih'le
Tebyîn'dedir.
«Selamet şartıyla
takyid olunmuştur ilh...» Yani bir kimsenin zevcesini tazîr etmesi yoldan geçme
gibi selamet şartıyla takyid edilmiştir. Fakat buna «bir kimse zevcesine cinsi
yakınlıkta bulunup bu sebeple zevcesi ölse veya bu sebeple zevcesinin tenasül
uzvuyla dübürü arasındaki perde yırtılarak iki yol birleşse İmam-ı Azam'la İmam
Ebû Yusuf (Rh. Aleyhima)'a göre; bu fiil mubah olduğu için zevç zevcesinin
diyetini veya yaptığı cinayetin diyetini ödemez» diye itiraz edilirse «bunu
mehir vermek suretiyle ödemiştir. Eğer diyet vâcib olsa bir cezadan dolayı iki
diye verilmesi vâcib olurdu» diye cevap verilir. Nehir.
«Bir kadın,
zevcinin kendisini fena şekilde dövdüğünü ilh..» Yani zevcin zevcesini kemiğini
kıracak yahut cildini yaralayacak yahut vücudunu simsiyah edecek derecede
dövmesi caiz değildir. Fukaha zevç zevcesini haksız olarak döverse şiddetli
dövmese bile zevç hakkında tazîr vâcib olur.
«Çocuk ölürse
diyetini öder ilh...» Hâkim-i Şehîd «zevc zevcesini namaz kılmadığı için
dövemez. Fakat baba çocuğunu namaz kılmadığı için döver. Keza: Muallim çocuğu
tedip edip çocuk bundan ölse biz Hanefi mezhebiyle Şafiî mezhebine göre; muallim
çocuğun diyetini öder» demiştir.
İmam Mâlik ile İmam
Ahmed «zevç ile muallimin tazir ettiği kimse yahut baba, dede veya vasînin tedip
ettiği kimse bu yüzden ölürse bakılır: Eğer mutad bir şekilde dövmüşlerse
diyetini ödemezler, mutad olmayan bir şekilde dövmüşlerse fukahanın icmaı ile
öderler» demişlerdir.
«İmam Ebû Yusuf'tan
ilh...» Zeylaî'nin İbaresi şöyledir: İmam Ebû Yusuf'a göre; kaadı tazîrin yüz
kamçıya kadar vurulabileceğini ictihad veya taklid yoluyla caiz görüp, bunun
üzerine ziyade etmediği halde tazir edilen kimse bu yüzden ölse, diyetini
ödemez. Çünkü dayakla olan tazîrin en son miktarı .yüz kamçıdır. Kaadı yüz kamçı
üzerine ziyade edip bu yüzden o kimse ölse, diyetin yansı beytülmaldan vâcib
olur. Çünkü tazîr cezasını yüz kamçı üzerine ziyade etmek hususunda izin yoktur.
Buna göre; o kimsenin ölmesi izin verilmiş ve izin verilmemiş dövme ile hâsıl
olduğu için diyetin yarısı lâzım gelir.
«Yetmişbeş kamçı
ile tazir olunur ilh...» Sarih, İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'tan nakledilmiş olan
zâhirür'rivayete göre hareket etmiştir. Yukarıda geçtiği üzere tazir cezası
dayakla yapıldığı takdirde en son miktarı İmam-ı Azam'la İmam Muhammed
(Rh.Aleyhime)'e göre; otuzdokuz kamçıdır. Râcih olan da bunların kavilleridir.
«Başka bir kimse
ile evlenemez ilh...» Yani bîr kadın zevcinden ayrılmak için -Allah'a sığınırız-
mürted olsa hapisle dövme ile islâmiyette dönmesine cebr ve yetmişbeş kamçı ile
tazîr olunur. Başka bir kimse ile evlenemez. Fakat evvelki zevcine az bir
mehirle tecdid-i nikâhla cebrolunur. Ancak bu kaville fetva verilir. Bu, talâk
bahsinde geçen üç rivayetin .birincisidir, ikincisi kadının fena kasdını
reddetmek için zevcinden boş olmamasıdır. Üçüncüsü zevç beytülmaldan kendisine
mal verilen kimselerden ise zevcesi kendisine cariye olarak verilir.
«Bîr kimse Hanefi
mezhebinden Şafii mezhebine geçerse, tazir olunur ilh...» Yani bu Hanefi
mezhebinden Şafiî mezhebine geçme, şer'an iyi bir maksad için olmadığı
takdirdedir. Çünkü Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; Ebû Bekr-i Cûzcânî
zamanında Hanefi mezhebinden olan bir kimse muhaddislerden birinin kızını
isteyip o da «ancak kendi mezhebini bırakıp Şafiî mezhebine geçersen kızımı sana
veririm» demiş. O kimsenin de bunu kabul etmesi üzerine kızını ona vermiş. Bu
mesele Ebû Bekr-l Cûzcânî'den sorulduğunda başını eğip «nikâh caizdir, fakat o
kimsenin ölürken imansız gitmesinden korkarım. Çünkü o kimse kendi yanında hak
olan mezhebi hafife alıp kokmuş bir cîfe için bunu terketmiştir» diye
cevapvermiştir. Eğer bir kimsenin kendi mezhebinden diğer bir mezhebe geçmesi
kendisi içirt açık bir ictihad ve delil sebebiyle olursa bu caizdir, hatta
sevaba nail olur. Eğer bir mezhebten diğer mezhebe geçmesi bir îctihad ve delil
sebebiyle olmayıp, bilâkis dünya maksadı ve menfaati için olursa bu çirkindir,
günâhdır, tedip ve tazîri gerektirir. Çünkü bu kimse dinde yapılması caiz
görülmeyen şeyi yapmıştır, dinini ve mezhebini hafife almıştır.
Yine Fetâvây-ı
Nesefiyye'den naklen Tatarhânîyye'de zikredilmiştir el; Hanefî mezhebi üzerine
sebat etmek daha hayırlı ve daha evlâdır.
«Bir kimse bir
şahsa tariz yoluyla kazfte bulunsa tazir edilir ilh...»
Meselâ: Bir kimse
bir şahsa hitaben «ben zina edici değilim» dese tazîr olunur. Çünkü had şüphe
ile düşer. Bu kimse bu ifadesiyle muhataba ayıp ve âr ilhak etmiştir. Çünkü bu
ifadenin mânâsı «ben zâni değilim, bilâkis sen zânisin» demek olduğu için tazîr
edilir.
«Riyakâr sofular
tazîr olunur ilh...» Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; Hz. Ömer (R.A.)'in
hilafeti zamanında bir kimse Medine-i Münevvere'nin çarşısında bir hurma bulup
zühd, takva ve diyanetini izhar için «bu hurmayı kim düşürdü?» diye nida ederken
Hz. Ömer (R.A.) bu kimsenin sözünü işitip maksad ve meramını anladığı için o
kimseye «ey riyakâr sofu, bu hurmayı ye, çünkü böyle takvalığa Allah-ü Teâlâ
buğzeder» demiştir. Böyle bir hurma bulup sahibini arayan kimse hakikaten
müttekî olan kimselerden olursa övülmeye lâyıktır. Nitekim bir kadın âlimlerden
birine bekçi evin yanından geçerken onun ışığıyla iplik eğirmenin caiz olup
olmadığından sordu. Âlim o kadına «sen kimsin?» diye sorduğunda o da «ben Bişr-i
Hâfî'nin kızkardeşiyim» diye cevap verdi. Bunun üzerine âlim ona «bunu yapma,
çünkü takvalık sizin hanenizden çıkmıştır» demiştir.
«Tazîri hakettiği
fena fiilinden bir kimse tevbe etse, had gibi kendisinden tazîr de düşmez
ilh...» Çünkü yukarıda geçtiği üzere müslüman olmayan bir kimse tazîri
gerektiren fena bir fiil yaptıktan sonra islâm şerefiyle müşerref olsa eğer bu
tazîr kul hakkı olursa kendisinden düşmez. Allah hakkı olursa düşer.
«Bir hadis-i
şeriflerinde «Ey Ebe'l-Velîd Allah-ü Tealâ'dan kork» ilh...» «Ebe'l-Velîd» Ubâde
b. Sâmit'in künyesidir. Peygamberimiz (SAV.) bu hadis-i şerifi vaz ve nasihat
babında Ubâde b, Sâmit'i zekât toplamaya gönderirken buyurmuşlardır.
«Menâvî «hâkimlerin
hırsızın boynuna can asmaları gibi teşhirleri bu hadis-i şeriften alınmış
olmalıdır» demişlerdir ilh...» Tatarhâniyye'de zikredilmiştir ki; İmam-ı Azam
(Rh.A.)'ın meşhur olan kavline göre; yalancı şahid dolaştırılarak teşhir edilir,
dövülmez. Sıraciyye'de «fetva bunun üzerinedir» diye zikredilmiştir.
Yalancı şahidin
teşhiri, beldede dolaştırılıp her mahallede «bu yalancı şahiddir, bunun
şehadetini kabul etmeyin» diye nida edilir.
Hassâf, kitabında
«yalancı şahid dövülmeksizin İmameyn (Rh.Aleyhima)'in kavline göre teşhir
edilir» diye zikretmiştir.
Hz. Ömer (R.A.)'den
«yalancı şahidin yüzü karartılır» diye nakledilen rivayetin tevili İmam
Serahsî'ye göre; kaadı bunda bir hikmet ve maslahat gördüğünde siyaset yoluyla
yapar demektir.