04 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...TÂLİK BÂBI



METİN
Tâlik lügatta allaka kelimesinden alınmadır. Kâmûs'ta bunun aslı bırakmak mânâsına geldiği bildirilmiştir. Istılahda bir cümlenin ihtiva ettiği mânânın meydana gelmesine bağlamaktır. Buna mecazen yemin denilir.
İZAH
Musannıf tâlikı, talâkın sarîh ve kinâye sözlerle yapıldığını beyandan sonraya bırakmıştır. Çünkü tâlik talâkla şartı beraberce söylemekten mürekkeb bir şeydir. Onun için onu müfredden yani talâktan sonraya bırakmıştır. Nehir.
«Tâlik lügatta allaka kelimesinden alınmadır.» Bahır'da böyle denilmiştir. Ama evla olan: "Tâlik allaka kelimesinin masdarıdır. Bir şeyi astı mânâsına gelir." demektir. T. Yani şârihin sözü masdarın fiilden türemiş olduğu zannını verir. Halbuki bu tercih edilen kavlin hilâfınadır. Lâkin murad maddeyi beyandır. Tâ ki lügaten ondan muradın hissî ve manevî kısımlara şâmil olan mutlak tâlik olduğu anlaşılsın.
«Istılahta ilh...» sözü manevî tâlika mahsus bir tariftir. Musannıfın birinci cümleden muradı ceza, ikinciden muradı da şart cümlesidir. Meselâ şu haneye girersen sen boşsun sözünde kadının boş düşmesi o haneye girmesine bağlanmıştır.
«Buna mecazen yemin denilir.» Çünkü Nehir'de bildirildiğine göre tâlik hakikatte şartla cezadan ibarettir. Ona yemin denilmesi mecazdır. Çünkü bunda sebeb mânâsı vardır. Yine Nehir'de beyan edildiğine göre bu hususi şekilde bağlamak diye tarif edilen ve tâlik ihtiva eden şart cümlesinin beyanıdır. Bu bağlamaya yemin denilir.
Fetih sahibi diyor ki: «Esasen yemin kuvvet demektir. İki elden birine yemin (sağ el) denilmesi diğerinden daha kuvvetli olduğu içindir. Allah'a and vermeye yemin denilmiştir. Çünkü evvela tereddütten sonra yapmak veya yapmamak için and edilen şey üzerine kuvvet ifade etmektedir. Şüphesiz ki nefsin hoşlanmadığı bir şeyi bir şeye bağlamak ve o şey meydana gelince bağlananın da meydana gelmesi şer'an ondan korunmanın kuvvetle lüzumunu ifade eder. Ve nefsin sevdiği bir şeyi bir şeye bağlamak o şeyi yapmaya teşvik olur. Bu suretle de yemin sayılır. Ancak bu izah onun hakikat olmasına da lügatta mecaz olmasına da ihtimallidir.
Bahır'ın yeminler bahsinde şöyle denilmektedir: "Bedâyi'nin zâhir ifadesine bakılırsa tâlik lügatta dahi yemindir. Çünkü İmam Muhammed ona yemin adını vermiştir. Onun sözü lügatta da huccettir denilmektedir." Bu gösterir ki tâlik hem lügaten hem ıstılahen yemindir. Onun içindir ki Mi'râc-ı Dirâye sahibi: "Allah Teâlâ'ya and vermeye de tâlika da yemin denilir." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin Fetih sahibinin yukarıda geçen sözünün muktezası şudur: Bundanmurad tâlik edilen şeyi ihtiyarî bir fiile bağlamaktır. Tâ ki yemin edilen şeyden kaçınmak yahut o şeyi yapmaya teşvik için kuvvet ifade etsin. Meselâ bana filan işin müjdesini verirsen sen hürsün sözü bu kabîldendir. Tâlikın bundan başkasına yemin denilmez. Meselâ güneş doğarsa yahut hayzını görürsen sen şöyle ol sözü bu kabîldendir. Ancak Telhisü'l-Câmi'de ve onun şerhi Fârîsî'de beyan edildiğine göre bir kimse yemin etmeyeceğine yemin ederse cezayı şart olmaya elverişli bir şeye tâlik etmekle yemini bozulur. Bu şartın kendisinin veya başkasının fiili yahut vaktin gelmesi gibi bir şey olması fark etmez. Meselâ şu haneye girersen sen boşsun yahut Zeyd gelirse veya yarın olursa, keza ayın başı geldiğinde veya ay yenilenmediğinde sen boşsun demesi bu kabîldendir. Yeterki kadın hayız görenlerden olsun, aylarla iddet bekleyenlerden olmasın. Çünkü yeminin rüknü mevcuddur. Yeminin rüknü cezayı tâliktır. Yeminin bulunması bozulmasının şartıdır. O adam da yeminini bozmuş olur. Megerki dilersen veya istersen yahut seversen veya arzu edersen yahut razı olursan gibi kalb amellarinden birine yahut ayın gelmesine tâlik etmiş olsun da ayın başı geldiği zaman boşsun desin. Kadın da aylarla iddet bekleyenlerden olsun. Bu takdirde yemini bozulmaz.
Çünkü birinci gurup sözler temlîkte kullanılır. Onun için meclise münhasır kalır. Sırf tâlik için kullanılmazlar. İkinci nev'i ise senenin vaktini beyan için kullanılır. Çünkü kadın hakkında ayın başı sünnî talâkın vuku bulduğu vakittir. Binaenaleyh sırf tâlikta kullanılan bir söz değildir. Onun içindir ki, talâkı tatlika tâlik eder de ben seni boşarsam boşsun derse yemini bozulmaz. Zira vâkii hikâye etmek istemiş olabilir. Yani seni boşamak benim elimdedir, ben boşarsam sen boş olursun demek istemiştir. Böylece o söz sırf tâlik için kullanılmaz. Kölesine bana bin dirhern verirsen sen hürsün, bundan aciz kalırsan kölesin sözüyle dahi şartla ceza bulunsa bile tâlik yapmış olmaz. Çünkü bu söz kitabetin tefsiridir. Sırf tâlik ifade etmez. Sen bir hayız görürsen boşsun sözüyle dahi tâlik yapmış sayılmaz. Çünkü temizlik müddetinin bir cüz'ü bulunmadıkça kâmil hayız bulunamaz.
Binaenaleyh talâk temizlik müddetinde olur ve bu sözü sünni talâkın tefsiri yapmak mümkündür. Sırf tâlik için tahsis edilmiş değildir. Bu suretlerde hâlis tâlik ifade etmeyen sözlerle o adamın yemini bozulduğunda hüküm vermememiz şundandır: Çünkü talâka yemin etmek memnu'dur. Aklı başında bir insanın sözünü yasak olmayacak cihete yorumlamak evladır. Burada da onun ihtimalli bulunduğu temlîk veya tefsire yorumlamak mümkündür. Onun için talâka yemin mânâsına yorumlanmaz. Sen hayız görürsen boşsun diyen kimsenin yemini bozulması ise bozulmanın şartı bulunduğu içindir. O da yemindir. Yemin rüknüyle yani ceza ve şartıyla zikredilmiştir. Adamın "hayzını görürsen" demesi bid'î talâkı tefsire elverişli değildir. Çünkü bid'î talâkın bir çok nev'ileri vardır. Bu söz onları tefsireyaramaz. Sünnî öyle değildir. O yalnız bir nev'idir. Gerçi bir adam karısını güneş doğarsa sen boşsun dediğinde yemini bozulur. Halbuki yeminin mânâsı olan teşvik veya men burada yoktur. Güneşin doğması da muhakkaktır, şart olmaya elverişli değildir. Çünkü mevcud olacağında tereddüd yoktur. Zira biz: "Gerek teşvik gerekse men yeminin semeresidir, onun hikmetidir. Şu halde yeminde rükün tamam olmuştur. yalnız semere ve hikmetinde tamam olmamıştır. Çünkü şer'î akidlerde hüküm surete teallûk eder. Semere ve hikmete teallûk etmez." diyoruz. Onun için bir kimse satmayacağına yemin eder de fasid bir satış yaparsa yemini bozulur. Çünkü satışın rüknü mevcuddur. Velevki ondan beklenen milkin intikali sâbit olmasın. Tereddüdsüzlüğü teslim etmiyoruz. Çünkü kıyametin her zaman kopma ihtimali vardır. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Hasılı şudur: her tâlik yemindir, ister kendi fiiline, ister başkasının fiiline, isterse vaktin gelmesine tâlik olsun. Velevki yeminin semeresi olan teşvik veya men' bulunmasın. Binaenaleyh yemin etmeyeceğine yemin eden bir kimse bununla yemini bozmuş olur. Meğerki bu sözü tâlik suretinden temlîk veya sünnî talâkı tefsir yahut vâkii beyan yahut kitabeti açıklama gibi mânâlara sarfetmek mümkün olsun. Nitekim müstesna olan bu beş meselede böyledir ve inşaallah yeminler bahsinde gelecektir. Bu izahattan anlaşılır ki, Bahır sahibinin söylediği şu söz: "Musannıfın tâlik tâbirini kullanması Hidâye sahibinin talâka yemin bâbı demesinden evladır. Çünkü bu beş meselede olduğu gibi tâlik sûrî tâlika şâmildir.
Bunların bazısı yemin olmamakla beraber biliyorsun bu bâbta zikredilmiştir." sâkıttır. Nehir sahibinin: "Bunlarda yemini bozulmaz. Çünkü bunlar örfen yemin değildir. Binaenaleyh fukahanın ıstılahında yemin olmasına aykırı düşmez." sözü de öyledir. Biliyorsun ki bu suretlerde yeminin bozulmaması hâlis tâlik sayılmadıkları içindir. Hem o kimseler hakkında bunlar yemin değildir. Şu da var ki bu örfe mebnî bir şey olsa o zaman örf nazarında hayzını görürsen sözü ile bir hayız görürsen sözü arasında fark nedir ki, birincisi yemin sayılır, ikincisi sayılmaz?
METİN
Tâlikin sahih olmasının şartı, şartın mevcud olma tereddüdü içinde yok olmasıdır. "Gökyüzü üzerimizde ise" gibi vücudu muhakkak olan şey tencizdir. "Deve iğne deliğine girerse" gibi müstahîl (imkânsız) olan bir şey de hükümsüzdür.
İZAH
«Şartın» yani şart fiilinin delâlet ettiği mânânın "mevcud olma tereddüdü içinde" yani hem olabilir hem olmayabilir bir halde yok olmasıdır. İmkânsız veya mutlaka vücuda gelmesi muhakkak olmamalıdır. Çünkü şart ya teşvik ya men' içindir. Bunların her biri imkânsızla muhakkakta tasavvur edilemez. Tahrir şerhi.
«Tencizdir.» Bu söz mutlak değildir. Bilâkis devamı için ibtida hükmü verilen şeylere mahsustur. Meselâ bir kimse kölesine sana mâlik olursam sen hürsün derse, sustuğu an köle âzâd olur. Gözü gören, kulağı işiten veya sağlam olan karısına sen görürsen veya işitirsen yahut düzelirsen boşsun derse kadın o anda boş olur. Çünkü bu uzayıp giden bir iştir. Binaenaleyh devamı için ibtida hükmü vardır. Hayızlı veya hasta olan karısına: Sen hayzını görürsen veya hasta olursan şöyle olsun demesi bunun hilâfınadır. Bu söz müstakbel bir hayıza yorumlanır. Çünkü hayızla hastalık uzun zaman devam etmeyen şeylerdendir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Vechi Hâniyye'de belirtildiği gibi şöyledir: "Hayız ve hastalık uzun zaman devam etse de şeriat mecmu itibariyle bunlara birtakım hükümler tâlik etmiştir ki, bu hükümler onların her cüz'üne teallûk etmez. Demek oluyor ki, bütününe bir şey hükmü vermiştir.
«Hükümsüzdür.» Binaenaleyh aslâ vâki olmaz. Çünkü o kimsenin bundan maksadı nefyi gerçekleştirmektir. Onu imkânsız bir şeye tâlik etmesi bundandır. Bu İmam-ı A'maz'la İmam Muhammed'in: "Yeminin mün'akid olmasının şartı yeminde sâdık kalmanın mümkün olmasıdır." sözüne râci'dic. İmam Ebû Yusuf buna muhâliftir. Bu izaha göre Hâniyye'nin: "Bir adam karısına: eğer benim kesemden aldığın altını iade etmezsen boşsun der de, altın kesesinde çıkarsa kadın boş olmaz." sözü daha iyi anlaşılır. Bahır. Kınye'nin şu sözü de bu kabîldendir: "Sarhoş bir kimse kapıyı çalar da kadın kapıyı açmazsa: Sen bu kapıyı bu gece açmazsan boşsun dediği ve o hanede kimse olmadığı anlaşıldığı takdirde kadın boş olmaz. Nehir. Bu bâbın sonunda gelecek fer'î meseleler de bu kabîldendir.
T E N B İ H : -Kâzerûnî'nin Abdurrahman Mürşidî Fetâvâsı'ndan naklettiğine göre Mürşidî'ye sorulmuş. "Bir adam karısınâ: Sen fülanla evlenmediysen boşsun." derse ne cevap verilir denilmiş, o da şu cevabı vermiş: "Gizli değildir ki, kocanın bu talâktan muradı kadının kendi nikâhından ayrıldıktan ve iddetini bitirdikten sonra o fülan ile evlenmemesidir. Kadın artık onun milkinde değildir. Binaenaleyh bu söz hükmsüz kalır. Şart da geçersizdir. Ortada yalnız adamın sen boşsun sözü kalır ve kadın müneccezen (derhal geçerli olarak) boş olur. "Nitekim Yemen ulemasından bazı müteehhirin bu cevabı tercih etmişlerdir. Bu o kadın kocasının ismetinde kaldığı müddetçe üzerine talâk edilen şartın bulunması imkânsız olduğundandır. Diğer bazı müteehhirin de tâlikın sahih olduğunu kabul etmiş. bunu mümkün sayarak erkeğin veya kadının hayatlarının son cüz'ünde talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Çünkü bu söz yok hükmündedir. Yokluk tehakkuk ve devam eden bir şeydir. Lâkin koca onu müstakbele tâlik edince bütün zamanlara vücudu itibariyle elverişlidir. Onun için başka bir vakit teayyün etmez. Böylece hayatın son cüz'üne kadar devam eder ve talâk vâki olur. Bazıları da bunun ilzamî bir şart olduğunu mülahaza etmişlerdir. Sanki kocasıkendinden sonra o kadının filanca ile evlenmesini ilzam etmektedir. Bu ise lâzım gelmeyen bir şeyi ilzam sayılır ve hükümsüzdür. Talâk derhal vâki olur.
Ben derim ki: Aklı başında bir insanın sözünü hükümsüz bırakmaktan korumak için: "Kocanın muradı onu boşadıktan sonra kadının filancayla evlenmek istemesine tâliktır." denilse ihtimalden uzak görülmez. Bu sözün içinde yeminiyle beraber kadının da sözü olur. Nitekim bunun benzeri kalb işlerinde hüküm hep budur. Meselâ beni seversen sözü böyledir. Şayet kadın senden sonra o fülanla evlenmeyi murad etmedim derse talök vâki olur. Aksi halde talâk vâki olmaz. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Sonra Kâzerûnî bu meseleyi ikinci defa olmak üzere Cevhere sahibi Haddâdî'den nakletmiş ve buna Siracuddin Hâmîlî'nin üstadı AIi b. Nûh'dan naklen kadın boş olur ve istediği ile evlenebilir diye cevap vermiştir. Kâzerunî: "İtimada şâyân olan budur." demiştir. Yani bu imkânsız bir şeye yahut ilzamî bir şarta tâlik olduğu için kadın boş düşer demek istemiştir.

TÂLİKTAN MURAD CEZA VERMEKTİR, ŞART DEĞİLDİR


METİN
Bitişik olması da şarttır. Ancak bir özürden dolayı bitişik olmayabilir. Bununla ceza kasdetmemesi dahi şarttır. Kadın: Ey alçak der de, kocası da: Ben senin dediğin gibiysem sen de şöylesin cevabını verirse talâkı tenciz olur. Kadının dediği gibi olmuş olmamış fark etmez. Meşrutu zikretmek meselâ sen boşsun eğer demek hükümsüzdür. Bununla fetva verilir. Cezanın sonra zikredildiği yerde rabt edatının bulunması da şarttır. Nitekim gelecektir. Tâlikın lüzumunun şartı ya hakikaten milktir, meselâ bir kimse kölesine şöyle yaparsan sen hürsün der, yahut hükmen milktir. Velevki hümen hükmî olsun. Karısına yahut kendinden boşanıp iddet bekleyen birine gidersen sen boşsun demesi böyledir. Yahut âm olsun hâs olsun hakikî milke izafettir. Meselâ bir köleye mâlik olursam yahut muayyen bir köleye sana mâlik olursam şöyle olsun demesi böyledir.
İZAH
"Bitişik olması da şarttır." Yani ecnebî bir fâsıla bulunmamalıdır. Bunun hakkında söz musannıfın: "Bir kimse kansına sen boşsun inşaallah diye bitişik olarak söylerse" dediği yerde gelecektir.
"Bununla ceza kasdetmemesi dahi şarttır." Bahır sahibi diyor ki: Bir kimseye karısı pezevenk ve alçak gibi bir sözle söver de o da: Eğer ben senin dediğin gibi isem sen boşsun cevabını verirse, kocası dediğin gibi olsun olmasın derhal talâk vâki olur. Çünkü kocası ekseriyetle kadını boşamaktan ancak ona eziyeti kasdeder. Ama bununla tâlikı murad ederse diyaneten tasdik olunur. Buhâra ulemasının fetvası buna göredir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. "Yani onların fetvası bunun şart için değil ceza için olmasıdır. NitekimFetih'te gördün. Zâhire'de de böyle denilmiştir. Yine Zâhire'de bildirildiğine göre muhtar kavil ve fetva şudur: Eğer bu söz öfke halinde söylenmişse cezaya yorumlanır. Aksi takdirde şart mânâsı verilir.
Bunun bir misli de Muhît'ten naklen Tatarhâniyye'dedir. Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Tâlikı kesederse sefeleden olmadıkça talâk vâki değildir. Ulema sefelenin mânâsı hakkında söz etmişlerdir. Ebû Hanife'den bir rivâyete göre müslüman sifle olmaz. Sifle ancak kâfir olur. Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre sifle: Söylediğine ve kendisine söylenene aldırış etmeyen kimsedir. İmam Muhammed'den bir rivâyete göre sifle güvercinle oynayan ve kumarbazlık eden kimsedir. Halef: "Sifle yemeğe dâvet edildiği vakit oradan bir şey aşıran kimsedir." demiştir. Fetva Ebû Hanife'den rivâyet edilen kavle göredir. Çünkü mutlak surette sifle odur. Pezevenk karısını kıskanmayan kimsedir.
"Meşrutu zikretmek" den murad şart fiilini söylemektir. Zira şart kılınan odur.
"Hükümsüzdür." Yani kadın boş olmaz. Çünkü o adam sözü tam olarak ağzından çıkarmamıştır. Kezâ sen üç defa boşsun olmazsa yahut ancak yahut olursa veya olmadıysa gibi sözler hükümsüzdürler. Bahır.
"Bununla fetva verilir." Bu kavil Ebû Yusuf'undur. İmam Muhammed kadın derhal boş olur demiştir. Bahır.
"Rabt edatının bulunması" yani Arapçada fa ve izai fücâiyye (Türkçede öyleyse, o halde) gibi bir edatın bulunması şarttır.H.
"Nitekim gelecektir." Yani musannıfın "Şart sözleri ilah..." dediği yerde gelecektir. H.
"Ya hakikaten milktir." Çünkü milk olmayan yere tâlik ve izafet sahihtir. Fakat kocanın kabulüne bağlıdır. Hatta ecnebî bir adam birinin karısına şu eve girersen boşsun derse kocasının kabulüne bağlı olur. Kocası kabul ederse tâlik lâzım gelir ve kabulden sonra girdiği takdirde boş düşer. Daha önce girerse boş olmaz. Kezâ ecnebî birinin yaptığı müneccez talâk kocanın kabulüne bağlıdır. Kabul ederse kabul ettiği vakte münhasır olarak talâk vâkidir. Satış böyle değildir. Çünkü kabul edince o satış zamanına istinad eder. Burada kaide şudur: Şarta tâlikı sahih olan şey münhasırdır. Şarta tâlikı sahih olmayan ise evvele istinad eder. Bahır.
Hakikaten sözüyle şârih muradın talâk ve köle âzâdını tâlika ve kezâ nezire şâmil olduğuna işaret etmiştir. Meselâ AIIah hastama şifa verirse, Allah için şu elbiseyi tesadduk etmek boynuma borç olsun sözü bir nezirdir. Tâlik halinde o elbiseye mâlik olması şarttır. Bunu Rahmetî söylemiştir.
"Yahut hükmen milktir." Hükmen milk nikâh milkidir. Çünkü milk-i rakabe değil cima' istifadesinden ibaret bir milktir. Sonra bu hükmî milk nikâh mevcudsa hakikaten hükmîmilktir. Boşandıktan sonra kadın iddet beklerken ise hükmen hükmî milktir. Şârih: "Velevki hükmen hükmî olsun." sözüyle buna işaret etmiştir. T.
"Hakiki milke izafettir." Verdiği misâlde olduğu gibi milke muallak yapar. Yahut benim karım olursan der veya nikâh gibi milke sebeb olan şeyi yani evlenmeyi söyler. Mûrisinin kölesine: Sahibin ölürse sen hürsün demesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu tâlik sahih değildir. Ölüm milk için vaz edilmiş değildir. Bilâkis milkin ibtali için vaz edilmiştir. Sonra bilmiş ol ki, burada izafetten murad sırf tâlika ve ıstılahî izafete şâmil olan lügavî mânâsıdır. Nitekim seninle evlendiğim gün sen boşsun sözü ıstılahî bir izafettir. Nasılki Fetih sahibi buna işaret etmiştir. Bahır sahibi bunların arasındaki farkı göstermek için sözü uzatmıştır. Oraya müracaat edebilirsin!
METİN
Hükmi milke izafet dahi böyledir. Bir kadın nikâh edersem yahut seni nikâh edersem sen boşsun gibi. Her kadın tâbirini kullaması da öyledir. Şartın mânâsı kâfidir. Ancak ismi ile veya nesebiyle yahut işaretle muayyen olan kadında kâfi değildir. Evlendiğim kadın boş olsun derse o kadınla evlenmekle kadın boş olur. Şu kadın ilah... der de onu işaretle tarif etmek istemezse vasıf hükümsüz kalır. Ecnebî bir kadına Zeyd'i ziyaret ederse hükümsüz kalır. Kezâ bir döşekte beraber yattığım her kadın boş olsun der de o kadınla evlenirse kadın boş olmaz. Cima'da bulunduğum her cariye hür olsun der de bir cariye satın alarak onunla cima'da bulunursa âzâd olmaz. Çünkü milk ve milke izafet yoktur. Bahır sahibinin ifadesine göre bizim örfümüzde kadının ziyareti ancak beraberinde götürdüğü yemekle olur ki, onu ziyaret edilen kimsenin yanında pişirir. Bellenmelidir. i
İZAH
"Hükmî milke izafet dahi böyledir." Yani âm olsun hâs olsun bunun gibidir. Şârih bu sözle İmam Mâlik'in muhalefetine işaret etmiştir. İmam Mâlik bunu bir kadına veya bir şehire yahut bir kabileye, bakireliğe, dulluğa tahsis etmiştir. Meselâ aldığım her bâkire yahut her dul diyecektir.
"Bir kadın nikâh edersem" yani o boş olsun diyecektir. Şârihin bunu ibâreden atması ondan sonra gelen sözden anlaşıldığı içindir.
"Yahut seni nikâh edersem..." Bu kadının ecnebî olmasıyla iddet bekleyen olması arasında fark yoktur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
"Her kadın tâbirini kullanması da öyledir." Yani evlendiğim her kadın boş olsun derse hüküm yine böyledir. Bu hususta hîle (yani kurtuluşa çare) Bahır'da gösterilendir ki, o kimseye kadını bir fuzûlî nikâhlar, o da fiilen razi olur. Meselâ icab eden eşyayı kadına gönderir yahut kadın boşandıktan sonra onunla evlenir. Çünkü her kelimesi tekrarı iktiza etmez. Biz meşietfaslından önce bu bahse teallûk eden sözleri arzetmiştik.
FER'İ BİR MESELE: Bir adam filanla konuşursam evlendiğim her kadın boş olsun der de o filanla konuşur sonra evlenirse kadın boş düşmez. Evvela konuşur sonra evlenir, sonra yine konuşursa ilk konuşmadan sonra evlendiği kadın boş düşer. Hâniyye. Zahîre'nin onuncu faslına da bak.
"İsmi ile veya nesebiyle" sözünün yerinde Bahır ve diğer kitablarda ve edatı kullanarak ismi ve nesebiyle denilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: "Kendisi ile evlendiğim filan kızı fülane boş olsun der de sonra o kadınla evlenirse boş olmaz." Demek istiyor ki, evlenmekle vasıf hükümsüz kaldığı için yalnız filan kızı fülane boştur sözü kalır, o da ecnebîdir. Milke izafet bulunmamıştır. Onun için evlendiğinde boş düşmez.
"Yahut işaretle..." İşaretle tarif orada mevcud olana, isim ve neseble tarif ise orada bulunmayana yapılır. Hatta yemin verirken kadın orada bulunursa ismini ve nesebini söylemekle tarif hâsıl olmaz, sıfat da hükümsüz kalmaz ve talâk evlenmeye teallûk eder. Bu izaha göre Câmi'de şöyle denilmiştir: "Muhammed b. Abdillah isminde bir adamın bir hizmetçisi olsa ve adam: Muhammed b. Abdillah'ın şu hizmetçisiyle bir kimse konuşursa karısı boş olsun diyerek hizmetçiye işaret etse, sonra hizmetçi kendisi ile konuşsa karısı boş düşer. Çünkü yemin eden orada mevcuddur. Onun tarifi işaret yahut izafetle olur. Bunlardan biri bulunmamıştır. Binaenaleyh isim belirsiz kalmıştır. Belirsiz isimlere dahil olmuştur." Bunu Bahır sahibi Şeyhü'l-İslâm'ın Câmi'inden naklen söylemiştir.
"Vasıf hükümsüz kalır." Yani evlendiğim kelimesi hükümsüz kalır. O kimse sanki şu kadın boştur demiş gibi olur. Nasılki kendi karısına şu haneye giren kadın boş olsun derse kadın o haneye girsin girmesin hemen boş olur. Bahır. Ecnebî kadının boş düşmemesi ise milk ve milke izafet bulunmadığı içindir. Vasıf hükümsüz kaldığı için değildir. Kendi karısı bunun hilâfınadır.
"Çünkü milk ve milke izafet yoktur." Metindeki meselede bu zâhirdir. Ondan sonra zikredilenlerde dahi hüküm aynıdır. Çünkü bir döşekte beraber yatmak mutlaka nikâhlı olmayı gerektirmez. Nitekim cariye ile cima'da bulunmak da ona mâlik olmayı gerektirmez. Bunun bir misli de şudur: Bir kimse anne ve babasına: Beni bir kadınla evlendirirseniz o kadın üç defa boş olsun der de, annesi babası onu kendisinden izin almadan evlendirirlerse karısı boş düşmez. Çünkü bu söz nikâh milkine izafe edilmemiştir. Anne ve babasının onu izinsiz evlendirmeleri doğru değildir. Bunu Muhît'ten naklen Bahır sahibi söylemiş, sonra: "İzniyle olmuş veya olmamış fark etmez. Nitekim Mi'râc'da belirtilmiştir." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin Hâniyye'de izniyle evlendikleri surette: "Sahih olan kavil yeminin sahih olmasıdır. Kadın boş düşer." denilmiştir. Bu söz müşkildir. Çünkü bahsimiz tâlikın şartı olanmilkin veya milke izafetin bulunması hakkındadır. Anne-babanın evlendirmeleri her cihetten milke sebeb değildir. Zira bazen izniyle evlendirirler bazen de izin almazlar. Meğerki Hâniyye sahibinin muradı: "Beni iznimle evlendirseniz" dediği hale mahsus olsun. O zaman yemin sahih olur, kadın da boş düşer. Aksi takdirde tâlik sahih olmadan önce zikredilen tafsilâtın bir vechi yoktur. En güzeli Mi'râc'ın sözüdür.
«Bahır sahibinin ifadesine göre ilah...» Ben derim ki: Bu örf şimdi Dimaşk'ta umumî değildir. Vaktiyle öyle imiş. Evet, bazı insanlar arasında hâlâ vardır. Tahtâvî şöyle diyor: "Ben derim ki: Bugün Mısır'da cereyan eden örf bu kadının ziyaretçi sayılmasıdır. Velevki yanında pişirilmeyen bir şey bulunsun."
METİN
Nitekim kocanın milkin sübutuyla veya zevaliyle birlikte yaptığı talâkı da hükümsüz kalır. Meselâ sen nikâh edilmenle beraber boşsun demesi bu kabîldendir. Ama seninle evlenmemle beraber boşsun derse sahih olur. Çünkü cümle failiyle mef'ulüyle tamamdır. Milkin zevaline mîsâl benim ölümümle veya senin ölümünle beraber boşsun demesidir.
İZAH
"Milkin sübutuyla birlikte yaptığı talâkı da hükümsüz kalır." Bunun aslı Bahır sahibinin Mi'râc'dan naklettiği şu ifadedir: "Talâkı nikâha izafe eder. meselâ sen nikâhlanmanla beraber boşsun yahut sen nikâhında boşsun derse talâk vâki olmaz. Bunu Câmi' sahibi söylemiştir. Sen benim seninle evlenmemle beraber boşsun demesi bunun hilâfınadır. Burada talâk vâki olur. Ama bu müşkildir. Bazılarının söylediğine göre fark şudur: Bu adam evlenmeyi failine izafe edip mef'ulünü de zikredince evlendirme sözünü milkten mecaz yapmıştır. Çünkü milkin sebebidir. Beraber kelimesini sözü düzeltmek için sonra mânâsına kullanmıştır. "Sen nikâhında boşsun" sözünde ise faili zikretmemiştir. Cümle noksandır. Binaenaleyh nikâhtan sonra mânâsına alınamaz ve talâk vâki olmaz. Nikâh sahihtir. "Şârih bu farka: "Çünkü cümle tamam olmuştur ilah..." diyerek işarette blunmuştur. Bunun muktezası şudur: Bu adam "benim seni nikâh etmemle beraber" yahut "senin evlenmenle beraber" deseydi hüküm aksine dönerdi. Lâkin Haolebî diyor ki: "İnsanın içinde bu ta'lilden bir gıcık kalıyor. Çünkü senin nikâhınla beraber sözü benim seni nikâh etmemle beraber mânâsına da alınsa mukadder olan söylenmiş gibidir. Bu za'fa temrîz sîgasıyla (sakatlık bildiren) denilmiştir sîgasıyla işaret etmiştir."
Ben derim ki: Daha zâhir olanı şöyle demektir. Faili açıklamadığı vakit o kadınla kendisinin veya başkasının evlenmesi ihtimali vardır. Lâkin bu sözün muktezası da nikâhla tezevvüç sözleri arasında fark bulunmamasıdır. Şöyle ki, faili zikrederse her ikisinde vâki olur, etmezse ikisinde de vâki olmaz. Düşün! Bunların hepsinden daha yakın olan mânâ bazı dersüstadlarının çıkardığıdır ki şudur: Tezevvüç tezviçin arkasından olur. Talâk kelimesini tezevvüçle beraber söylerse tezviç etmekle tezevvüçten önce bulunur ve sahih olur, kadın boş düşer. Senin nikâhınla beraber demesi bunun hilâfınadır. Çünkü milkle beraberdir.
"Benim ölümümle veya senin ölümünle beraber boşsun demeildir." Çünkü talâkı birincide îkâ'a zıd bir hale, ikincide ise vukua zıd bir hale izafe etmiştir. Nitekim tasrîh bâbında gemişti.
METİN
F A İ D E : Müctebâ'da beyan edildiğine göre milke izafe edilen yeminde İmam Muhammed'den bir rivâyette talâk vâki olmaz. Harzem uleması bununla fetva vermişlerdir. Bu kavil İmam Şâfiî'nindir. Bir hâkimin feshi ile Hanefî de bu kavli taklid edebilir. Hatta hakemin feshiyle, hatta âdil bir hâkimin fetvasıyla, iki hâdise hakkında verilmiş iki fetva ile de taklid edebili.
İZAH
"Müctebâ'da beyan edildiğine göre..." Müctebâ'nın ibâresi Bahır sahibinin beyanına göre şöyledir: "Ben İmam Muhammed'den bir rivâyet gördüm ki, talâk vâki değildir diyor. Harzem ulemasının çoğu bununla fetva verirlerdi." Zahîriyye'de: "Bu kavil İmam Muhammed'indir. Bununla fetva verilir." denilmişse de o söz üzerinde durduğumuz mesele hakkında değildir. Nitekim izahı yakında gelecektir. Anla!
"Hanefî de bu kavli taklid edebilir." Yani Şâfiî'yi taklid edebilir. Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hanefî bir hâkim izafe edilen yemini feshederek meseleyi Şâfiî hâkime arzedebilir. O adam ben filan kadınla evlenirsem üç defa boş olsun dedikten sonra o kadınla evlenir. Kadın kendisini Şâfiî bir hâkimin huzurunda dâvâ eder ve boşadığını iddiada bulunursa Şafiî hâkim bu onun karısıdır, talâk bir şey değildir diye hükmettiğinde bu iş ona helâldir. Kocası nikâhtan sonra feshten önce bu kadınla cima' eder de fesh sonra olursa fesh ettiğinde cima' helâldir. Fesh ettiğinde akdi yenilemeye de hâcet yoktur. O adam evlendiğim her kadın boş olsun der de arkacığından bir kadınla evlenir ve yemini fesh ederse, sonra başka bir kadınla evlendiğinde her kadın hakkında feshe hâcet yoktur. Hulâsa'da böyle denilmiştir. Zahîriyye'de bunun İmam Muhammed'in kavli olduğu bildirilmiştir. Onun kavliyle fetva verilir."
Ben derim ki: Bunun mefhumu şudur: Şeyhayn'a göre her kadında feshe hâcet vardır. Zahîriyye sahibi de böyle açıklamıştır. O halde buradaki hilâf bir kadın hakkında yemini Şâfiî bir hâkim fesh ettiğine göredir. Sonra yemin eden kimse başka bir kadınla evlenirse Şeyhayn'a göre birinci fesh kâfi değildir. İkinci defa fesh etmedikçe ikinci kadına talâk vâki olur. İmam Muhammed'e göre ise kâfidir. Çünkü bu bir yemindir. Onu ikinci defa feshetmeye hâcet yoktur. Fetva İmam Muhammed'in kavline göre verilir. Şüphesizki bu ona göre yemininsahih olmasına mebnîdir ve onunla talâk vâki ofur. Binaenaleyh yukarıda Müctebâ'dan naklettiğimiz: "İmam Muhammed'den talâk vâki olmadığı rivâyet edilmiştir." sözüne aykırı değildir. Zahîriyye sahibinin talâk vâki değildir sözünü İmam Muhammed'den bir rivâyet değil de onun kavli olduğunu ve fetva bununla verildiğini söyleyen vehmetmiştir.
Sonra Bahır'de şöyfe denilmiştir: "Bir kadın üzerine birkaç yemin eder de ondan sonra nikâhın sahih olduğuna hükmedilirse bütün yeminler ortadan kalkar. Ama her kadına ayrı bir yemin yaparsa şüphesiz birisinin yemini feshedildiği vakit diğerininki feshedilmez. Koca yeminini her evlendikçe diye yaparsa bu söz her yeminde feshi tekrara muhtaç olur." Bunlar dört mesele olup musnannıfın Mecma' şerhinde beyan edilmişlerdir. Bundan sonra hükmü Hanefî bir hâkim imza derse daha ihtiyatlı olur.
Şâfiî tarafından yapılacak feshin yeri kadını üç defa boşamazdan öncedir. Çünkü fesh yaparsa nikâhtan sonra müneccez üç talâk vâkî olur ve bir şey ifade etmez. Nitekim Hâniyye'de belirtilmiştir. Yine orada işaret edildiğine göre bunun şartı hâkimin yaptığı fesh için para almamasıdır. Para alırsa bütün ulemaya göre hükmü geçersizdir. Meğerki yazı için ücret-i misil alsın. Fazla alırsa yine geçersizdir. Evla olan mutlak surette almamaktır.
T E N B i H: Bahır'ın hâkimin hâkime mektubu bahsinde Valvalciyye'den şu ifade nakledilmiştir: "Karısına sen elbette boşsun der de bunu talâk-ı ric'î gören bir hâkimin huzurunda dâvâya çıkarlarsa kendisi tâbi olur ve o kadınla beraber yaşamak kendine helâl olur. Ebû Yusuf'a göre ise lehine hükmetmişse helâl olmaz. Bâindir diye aleyhine hükmetmiş fakat kocası talâkı bâin görmezse bilittifak hâkimin reyine tâbi olur. Bu söylenenlerin hepsi koca âlim, rey ve içtihad sahibi olduğuna göredir. Avamdan biriyse lehine veya aleyhine hüküm versin mutlaka hâkimin reyine tâbi olur. Bu, o kimseye mahkeme tarafından hüküm verildiğine göredir. Fetva verilirse sâbık ihtilâfa göredir. Çünkü cahil hakkında müftününün sözü onun rey ve içtihadı mesabesindedir." Yani cahile müftünün sözüne tâbi olmak lazım gelir. Nasılki âlime de kendi rey ve içtihadına tâbi olması lâzım gelir. Bununla anlaşılır ki, mahkeme hükmüyle birlikte başkasını taklide hâcet yoktur. Çünkü mahkeme hükmü kocanın reyine uysun uymasın mülzimdir. Koca cahil ise fetva meselesinde de böyledir.
"Hatta hakemin feshiyle..." Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Hakem tâyin edilen bir kimsenin hükmü sahih kavle göre mahkeme kararı gibidir. Bezzâziye'de zikredildiğine göre Sadr'ın şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Ben derim ki: bunu yapmak kimseye helâl değildir. Hulvânî bilinir fakat bununla fetva verilmez. Tâ ki cahiller mezhebi yıkmak için yol aramasınlar, demiştir." Bahır.
"Hatta âdil bir hâkimin fetvasiyle" ki, bu da feshtir. Bahır'da Bezzâziye'den naklen şöyle denilmiştir: "Bizim ulemamızdan bundan daha genişi rivâyet olunmuştur ki şudur: Bir kimseâdil bir fakîhten fetva ister de fakîh ona yemini bâtıl olduğuna fetva verirse onun fetvasıyla amel etmesi ve kadını nikâhında tutması helâl olur. Bundan daha genişi de rivâyet edilmiştir. O da şudur: Bir kimseye bir müftü helâldir diye başka bir müftü -birincinin fetvasıyla amel ettikten sonra- haramdır diye fetva verirse ikinci kadın hakkında ikinci müftünün fetvasıyla amel eder. Birinci kadın hakkında onunla amel edemez. İki hâdise hakkında her iki fetva ile amel eder. Lâkin bununla fetva verilmez."
Ben derim ki: Şunu demek istiyor: Hâdise sahibine müftü yeminini feshe götürecek bir fetva vermez. Yani ona bu dâvâya Şâfiî bir hâkime götür yahut onun bu bâbta verdiği hükme tâbi ol veya ondan fetva iste demez. Bilâkis senin aleyhine talâk vâkidir der. Çünkü müftüye vâcib olan itikadına göre cevap vermektir. O kimseye kendi mezhebini yıktıracak yol gösteremez. Maksad hâdise sahibi yeminin feshini icab edecek bir şey yaparsa ona yeminin fethiyle fetva veremez demek değildir. Biliyorsunki cahile hâkim ve müftünün reyine tâbi olmak gerekir. Kaldı ki ictihad yerinde hâkimin hükmü hilâfı kaldırır. O adam böyle bir şey yaparsın Hanefî hâkime düşen feshin sahih olduğuna fetva vermektir. "Bu İmam Muhammed'in kavliyse neden onunla fetva vermesin?" denilmez. Çünkü biliyorsun bu ondan sadece bir rivâyettir. Onun kavli de Şeyhayn'ın kavli gibi talâk vâkidir der. Zahîriyye'nin sözü buna aykırı değildir. Nitekim yukarıda izah etmiştik. Müftü zayıf rivâyetle fetva veremez. Harzem ulemasının bir çoklarının fetva vermesi bu kavlin zayıf olduğuna aykırı değildir. Onun için yukarıda Sadr'dan nakletti ki: "Hiç bir kimseye bunu yapmak helâl değildir." demiştir. Hulvânî'den yukarıda naklettiğimiz de öyledir. "Bu bilinir fakat bununla fetva verilmez." diyor. Bu rivâyet İmam Muhammed'den sâbit olsaydı yahut bu rivâyet sahih olsaydı ulema hükmü ona göre verirler, Şâfiî'nin mezhebine göre vermeye muhtaç olmazlardı. Bu gösterir ki bu rivâyet şazzdır. Nitekim Müctebâ'nın yukarıda geçen sözü de buna işaret etmektedir.
Şu da var ki, Bahır'da Bezzâziye'den naklen: "Fiilen evlenmek zamanımızda yemini fesh etmekten evladır. O kimsenin bir âlime gelerek yaptığı yemini söylemesi bir fuzûlînin nikâhına muhtaç olduğunu belirtmesi gerekir. Âlim de ona bir kadını nikâhlar ve fiilen cevaz verir de yemini bozmaz. Kezâ o kimse bir cemaata: Benim bir fuzûlînin nikâhına ihtiyacım var der de içlerinden biri onu evlendirirse hüküm yine böyledir. Ama bir adama bana bir fuzûlî akdi yap derse bu tevkil olur." denilmiştir.
"İki hâdise hakkında verilmiş iki fetva ile" diye kaydetmesi şundandır: Çünkü fetva isteyen bir kimse bir hâdise hakkında bir müftünün sözünü bilir de başka bir müftü ona muhâlif fetva verirse o hâdise hakkında sâbık müftünün amelini bozmaya hakkı yoktur. Evet, başka bir hâdise hakkında ikincinin fetvasıyla amel edebilir. Meselâ bir kimse ecnebî bir kadınadokunarak Ebû Hanife'nin mezhebine göre öğle namazını kılarsa, sonra Şâfiî'yi taklid ederek kıldığı bu öğleyi iptale hakkı yoktur. Şâfiî'nin kavliyle başka bir öğle hakkında amel eder. İşte: "Mukallidin mezhebinden dönmeye hakkı yoktur." diyenlerin muradı budur. Bu hususta sözün tamamı kitabın başındaki Resmü'l-Müftî'de geçmişti.
METİN
Bu bilinir fakat bununla fetva yerilmez. Bezzâziye. Hür kadını müneccez olarak üç talâkla, cariyeyi iki talâkla boşaması üçe veya daha aşağısına yaptığı tâlikı bozar. Yalnız evvelce geçtiği vecihle milke muzaf olanı bozmaz. Üç talâktan aşağısını müneccez olarak yapmak bozmaz. Bilmiş ol ki, tâlik helâllığın elden gitmesiyle bozulur. Milkin elden çıkmasıyla bozulmaz. Üç talâkı veya daha azını haneye girmeye tâlik eder de sonra müneccez olarak üç talâk yaparsa hulle yaptıktan sonra o kadını tekrar nikâh ettiğinde tâlik bâtıl olur. Artık kadının o haneye girmesiyle hiç bir talâk vâki olmaz. Müneccez olarak, üçten aşağı boşasaydı tâlik bâtıl olmaz ve muallak talâkların hepsi vâki olurdu.
İmam Muhammed ilk nikâhtan kalan talâkların vâki olacağını söylemiştir. Aşağıda gelen yıkma meselesi budur. Bunun semeresi şurada görülür: Bir kimse bir talâkı tâlik eder de sonra müneccez olarak iki tâlak yaparsa, kadın başka kocaya gidip boşandıktan sonra onu tekrar nikâhladığında haneye girerse o kadına dönebilir. İmam Muhammed'e göre dönemez. Kezâ dinden dönerek dar-ı harbe kaçmakla da ona göre bâtıl olur. Şeyhayn'a göre bâtıl olmaz.
İZAH
"Üçe yaptığı tâlikı bozar." Bu hür kadına mahsustur. Daha aşağısı hem hürreye hem cariyeye şâmildir. Cariye hakkında şöyle takdir edilir: "Cariyeyi müneccez iki talâkla boşamak üçten aşağısını tâlikı bozar." Bu söz ikiye de bir talaka da sâdıktır.
"Yalnız milke muzaf olanı bozmaz." Yani ben her evlendikçe kadın üç defa boş olsun der de sonra karısını üç defa boşar, sonra yine onunla evlenirse kadın boş düşer. Çünkü müneccez olarak yaptığı talâk muallak olarak yaptığından başkadır. Zira muallak olan yeni mâlik olacağı nikâhın talâkıdır. Onu önceki milkin talâkı ibtal etmez.
"Üç talâktan aşağısını müneccez olarak yapmak bozmaz." Çünkü üçten aşağısını müneccez kılmakla milk elden çıksa da helâllık devam etmektedir.
"Muallak talâklann hepsi vâki olurdu." Çünkü tâlikın bâtıl olması heIallığın elden gitmesiyledir. Halbuki helâllık bâkidir. O halde tâlik de bâkidir. Üzerine tâlik yapılan şey yani haneye girmek bulununca muallak olan üç talâk da vâki olur. Buna ulemanın: "Muallak olan bu milkin talâklarıdır. Onların da bazısı elden çıkmıştır." sözleri aykırı değildir. Çünkü o üç talâk bâki olmak kaydıyla mukayyeddir. Bir kısmı elden çıkınca üç muallak mutlak olur. Nitekim bunu Fetih sahibi söylemiştir. Biz de bu bâbtan önce arzetmiştik.
"Aşağıda gelen yıkma meselesi budur." Biz bu bâbtan önce bu hususta söz etmiştik. Meselenin hâsılı şudur: İkinci koca İmam-ı A'zam'la Ebû Yusufa göre geçmiş üç talâkı ve daha azını yıkar. İmam Muhammed'e göre ise yalnız üç talâkı yıkar, daha azını yıkmaz.
"Bunun semeresi" yani yıkma meselesindeki hilâfın semeresi şârihin söylediğidir.
"O kadına dönebilir." Bu Şeyhayn'a göredir. Çünkü ikinci koca kalan bir talâkın hükmünü yıkmıştır. Kadın ilk kocasına yeni bir milkle dönmüştür. Onun üzerine üç talâk hakkı vardır. Kadın haneye girince üç talâktan biri vâki olur, ikisi kalır. Onun için kocası ona dönebilir.
«İmam Muhammed'e göre dönemez.» Çünkü kadın ilk nikâhtan kalan bir talâkla dönmüştür. O da haneye girmekte vâki olur. T.
«Şeyhayn'a flöre batıl olmaz.» Çünkü milkin elden çıkması tâlikı iptal etmez. İmam Muhammed'e göre ise tâlikının bâki olması ehliyeti bulunması itibariyledir. Dinden dönmekle ismet ortadan kalkmıştır, ehliyeti kalmayınca tâlikı da kalmamıştır. O kimse müslümanlığa dönünce sukutuna hükmedilen tâlik artık geri dönmez. Bunu musannıfın Mecma' şerhinden Bahır sahibi nakletmiştir. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...