METİN
Tâlik lügatta
allaka kelimesinden alınmadır. Kâmûs'ta bunun aslı bırakmak mânâsına geldiği
bildirilmiştir. Istılahda bir cümlenin ihtiva ettiği mânânın meydana gelmesine
bağlamaktır. Buna mecazen yemin denilir.
İZAH
Musannıf tâlikı,
talâkın sarîh ve kinâye sözlerle yapıldığını beyandan sonraya bırakmıştır. Çünkü
tâlik talâkla şartı beraberce söylemekten mürekkeb bir şeydir. Onun için onu
müfredden yani talâktan sonraya bırakmıştır. Nehir.
«Tâlik lügatta
allaka kelimesinden alınmadır.» Bahır'da böyle denilmiştir. Ama evla olan:
"Tâlik allaka kelimesinin masdarıdır. Bir şeyi astı mânâsına gelir." demektir.
T. Yani şârihin sözü masdarın fiilden türemiş olduğu zannını verir. Halbuki bu
tercih edilen kavlin hilâfınadır. Lâkin murad maddeyi beyandır. Tâ ki lügaten
ondan muradın hissî ve manevî kısımlara şâmil olan mutlak tâlik olduğu
anlaşılsın.
«Istılahta ilh...»
sözü manevî tâlika mahsus bir tariftir. Musannıfın birinci cümleden muradı ceza,
ikinciden muradı da şart cümlesidir. Meselâ şu haneye girersen sen boşsun
sözünde kadının boş düşmesi o haneye girmesine bağlanmıştır.
«Buna mecazen yemin
denilir.» Çünkü Nehir'de bildirildiğine göre tâlik hakikatte şartla cezadan
ibarettir. Ona yemin denilmesi mecazdır. Çünkü bunda sebeb mânâsı vardır. Yine
Nehir'de beyan edildiğine göre bu hususi şekilde bağlamak diye tarif edilen ve
tâlik ihtiva eden şart cümlesinin beyanıdır. Bu bağlamaya yemin denilir.
Fetih sahibi diyor
ki: «Esasen yemin kuvvet demektir. İki elden birine yemin (sağ el) denilmesi
diğerinden daha kuvvetli olduğu içindir. Allah'a and vermeye yemin denilmiştir.
Çünkü evvela tereddütten sonra yapmak veya yapmamak için and edilen şey üzerine
kuvvet ifade etmektedir. Şüphesiz ki nefsin hoşlanmadığı bir şeyi bir şeye
bağlamak ve o şey meydana gelince bağlananın da meydana gelmesi şer'an ondan
korunmanın kuvvetle lüzumunu ifade eder. Ve nefsin sevdiği bir şeyi bir şeye
bağlamak o şeyi yapmaya teşvik olur. Bu suretle de yemin sayılır. Ancak bu izah
onun hakikat olmasına da lügatta mecaz olmasına da ihtimallidir.
Bahır'ın yeminler
bahsinde şöyle denilmektedir: "Bedâyi'nin zâhir ifadesine bakılırsa tâlik
lügatta dahi yemindir. Çünkü İmam Muhammed ona yemin adını vermiştir. Onun sözü
lügatta da huccettir denilmektedir." Bu gösterir ki tâlik hem lügaten hem
ıstılahen yemindir. Onun içindir ki Mi'râc-ı Dirâye sahibi: "Allah Teâlâ'ya and
vermeye de tâlika da yemin denilir." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin
Fetih sahibinin yukarıda geçen sözünün muktezası şudur: Bundanmurad tâlik edilen
şeyi ihtiyarî bir fiile bağlamaktır. Tâ ki yemin edilen şeyden kaçınmak yahut o
şeyi yapmaya teşvik için kuvvet ifade etsin. Meselâ bana filan işin müjdesini
verirsen sen hürsün sözü bu kabîldendir. Tâlikın bundan başkasına yemin
denilmez. Meselâ güneş doğarsa yahut hayzını görürsen sen şöyle ol sözü bu
kabîldendir. Ancak Telhisü'l-Câmi'de ve onun şerhi Fârîsî'de beyan edildiğine
göre bir kimse yemin etmeyeceğine yemin ederse cezayı şart olmaya elverişli bir
şeye tâlik etmekle yemini bozulur. Bu şartın kendisinin veya başkasının fiili
yahut vaktin gelmesi gibi bir şey olması fark etmez. Meselâ şu haneye girersen
sen boşsun yahut Zeyd gelirse veya yarın olursa, keza ayın başı geldiğinde veya
ay yenilenmediğinde sen boşsun demesi bu kabîldendir. Yeterki kadın hayız
görenlerden olsun, aylarla iddet bekleyenlerden olmasın. Çünkü yeminin rüknü
mevcuddur. Yeminin rüknü cezayı tâliktır. Yeminin bulunması bozulmasının
şartıdır. O adam da yeminini bozmuş olur. Megerki dilersen veya istersen yahut
seversen veya arzu edersen yahut razı olursan gibi kalb amellarinden birine
yahut ayın gelmesine tâlik etmiş olsun da ayın başı geldiği zaman boşsun desin.
Kadın da aylarla iddet bekleyenlerden olsun. Bu takdirde yemini bozulmaz.
Çünkü birinci gurup
sözler temlîkte kullanılır. Onun için meclise münhasır kalır. Sırf tâlik için
kullanılmazlar. İkinci nev'i ise senenin vaktini beyan için kullanılır. Çünkü
kadın hakkında ayın başı sünnî talâkın vuku bulduğu vakittir. Binaenaleyh sırf
tâlikta kullanılan bir söz değildir. Onun içindir ki, talâkı tatlika tâlik eder
de ben seni boşarsam boşsun derse yemini bozulmaz. Zira vâkii hikâye etmek
istemiş olabilir. Yani seni boşamak benim elimdedir, ben boşarsam sen boş
olursun demek istemiştir. Böylece o söz sırf tâlik için kullanılmaz. Kölesine
bana bin dirhern verirsen sen hürsün, bundan aciz kalırsan kölesin sözüyle dahi
şartla ceza bulunsa bile tâlik yapmış olmaz. Çünkü bu söz kitabetin tefsiridir.
Sırf tâlik ifade etmez. Sen bir hayız görürsen boşsun sözüyle dahi tâlik yapmış
sayılmaz. Çünkü temizlik müddetinin bir cüz'ü bulunmadıkça kâmil hayız
bulunamaz.
Binaenaleyh talâk
temizlik müddetinde olur ve bu sözü sünni talâkın tefsiri yapmak mümkündür. Sırf
tâlik için tahsis edilmiş değildir. Bu suretlerde hâlis tâlik ifade etmeyen
sözlerle o adamın yemini bozulduğunda hüküm vermememiz şundandır: Çünkü talâka
yemin etmek memnu'dur. Aklı başında bir insanın sözünü yasak olmayacak cihete
yorumlamak evladır. Burada da onun ihtimalli bulunduğu temlîk veya tefsire
yorumlamak mümkündür. Onun için talâka yemin mânâsına yorumlanmaz. Sen hayız
görürsen boşsun diyen kimsenin yemini bozulması ise bozulmanın şartı bulunduğu
içindir. O da yemindir. Yemin rüknüyle yani ceza ve şartıyla zikredilmiştir.
Adamın "hayzını görürsen" demesi bid'î talâkı tefsire elverişli değildir. Çünkü
bid'î talâkın bir çok nev'ileri vardır. Bu söz onları tefsireyaramaz. Sünnî öyle
değildir. O yalnız bir nev'idir. Gerçi bir adam karısını güneş doğarsa sen
boşsun dediğinde yemini bozulur. Halbuki yeminin mânâsı olan teşvik veya men
burada yoktur. Güneşin doğması da muhakkaktır, şart olmaya elverişli değildir.
Çünkü mevcud olacağında tereddüd yoktur. Zira biz: "Gerek teşvik gerekse men
yeminin semeresidir, onun hikmetidir. Şu halde yeminde rükün tamam olmuştur.
yalnız semere ve hikmetinde tamam olmamıştır. Çünkü şer'î akidlerde hüküm surete
teallûk eder. Semere ve hikmete teallûk etmez." diyoruz. Onun için bir kimse
satmayacağına yemin eder de fasid bir satış yaparsa yemini bozulur. Çünkü
satışın rüknü mevcuddur. Velevki ondan beklenen milkin intikali sâbit olmasın.
Tereddüdsüzlüğü teslim etmiyoruz. Çünkü kıyametin her zaman kopma ihtimali
vardır. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Hasılı şudur: her
tâlik yemindir, ister kendi fiiline, ister başkasının fiiline, isterse vaktin
gelmesine tâlik olsun. Velevki yeminin semeresi olan teşvik veya men'
bulunmasın. Binaenaleyh yemin etmeyeceğine yemin eden bir kimse bununla yemini
bozmuş olur. Meğerki bu sözü tâlik suretinden temlîk veya sünnî talâkı tefsir
yahut vâkii beyan yahut kitabeti açıklama gibi mânâlara sarfetmek mümkün olsun.
Nitekim müstesna olan bu beş meselede böyledir ve inşaallah yeminler bahsinde
gelecektir. Bu izahattan anlaşılır ki, Bahır sahibinin söylediği şu söz:
"Musannıfın tâlik tâbirini kullanması Hidâye sahibinin talâka yemin bâbı
demesinden evladır. Çünkü bu beş meselede olduğu gibi tâlik sûrî tâlika
şâmildir.
Bunların bazısı
yemin olmamakla beraber biliyorsun bu bâbta zikredilmiştir." sâkıttır. Nehir
sahibinin: "Bunlarda yemini bozulmaz. Çünkü bunlar örfen yemin değildir.
Binaenaleyh fukahanın ıstılahında yemin olmasına aykırı düşmez." sözü de
öyledir. Biliyorsun ki bu suretlerde yeminin bozulmaması hâlis tâlik
sayılmadıkları içindir. Hem o kimseler hakkında bunlar yemin değildir. Şu da var
ki bu örfe mebnî bir şey olsa o zaman örf nazarında hayzını görürsen sözü ile
bir hayız görürsen sözü arasında fark nedir ki, birincisi yemin sayılır,
ikincisi sayılmaz?
METİN
Tâlikin sahih
olmasının şartı, şartın mevcud olma tereddüdü içinde yok olmasıdır. "Gökyüzü
üzerimizde ise" gibi vücudu muhakkak olan şey tencizdir. "Deve iğne deliğine
girerse" gibi müstahîl (imkânsız) olan bir şey de hükümsüzdür.
İZAH
«Şartın» yani şart
fiilinin delâlet ettiği mânânın "mevcud olma tereddüdü içinde" yani hem olabilir
hem olmayabilir bir halde yok olmasıdır. İmkânsız veya mutlaka vücuda gelmesi
muhakkak olmamalıdır. Çünkü şart ya teşvik ya men' içindir. Bunların her biri
imkânsızla muhakkakta tasavvur edilemez. Tahrir şerhi.
«Tencizdir.» Bu söz
mutlak değildir. Bilâkis devamı için ibtida hükmü verilen şeylere mahsustur.
Meselâ bir kimse kölesine sana mâlik olursam sen hürsün derse, sustuğu an köle
âzâd olur. Gözü gören, kulağı işiten veya sağlam olan karısına sen görürsen veya
işitirsen yahut düzelirsen boşsun derse kadın o anda boş olur. Çünkü bu uzayıp
giden bir iştir. Binaenaleyh devamı için ibtida hükmü vardır. Hayızlı veya hasta
olan karısına: Sen hayzını görürsen veya hasta olursan şöyle olsun demesi bunun
hilâfınadır. Bu söz müstakbel bir hayıza yorumlanır. Çünkü hayızla hastalık uzun
zaman devam etmeyen şeylerdendir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Vechi
Hâniyye'de belirtildiği gibi şöyledir: "Hayız ve hastalık uzun zaman devam etse
de şeriat mecmu itibariyle bunlara birtakım hükümler tâlik etmiştir ki, bu
hükümler onların her cüz'üne teallûk etmez. Demek oluyor ki, bütününe bir şey
hükmü vermiştir.
«Hükümsüzdür.»
Binaenaleyh aslâ vâki olmaz. Çünkü o kimsenin bundan maksadı nefyi
gerçekleştirmektir. Onu imkânsız bir şeye tâlik etmesi bundandır. Bu İmam-ı
A'maz'la İmam Muhammed'in: "Yeminin mün'akid olmasının şartı yeminde sâdık
kalmanın mümkün olmasıdır." sözüne râci'dic. İmam Ebû Yusuf buna muhâliftir. Bu
izaha göre Hâniyye'nin: "Bir adam karısına: eğer benim kesemden aldığın altını
iade etmezsen boşsun der de, altın kesesinde çıkarsa kadın boş olmaz." sözü daha
iyi anlaşılır. Bahır. Kınye'nin şu sözü de bu kabîldendir: "Sarhoş bir kimse
kapıyı çalar da kadın kapıyı açmazsa: Sen bu kapıyı bu gece açmazsan boşsun
dediği ve o hanede kimse olmadığı anlaşıldığı takdirde kadın boş olmaz. Nehir.
Bu bâbın sonunda gelecek fer'î meseleler de bu kabîldendir.
T E N B İ H :
-Kâzerûnî'nin Abdurrahman Mürşidî Fetâvâsı'ndan naklettiğine göre Mürşidî'ye
sorulmuş. "Bir adam karısınâ: Sen fülanla evlenmediysen boşsun." derse ne cevap
verilir denilmiş, o da şu cevabı vermiş: "Gizli değildir ki, kocanın bu talâktan
muradı kadının kendi nikâhından ayrıldıktan ve iddetini bitirdikten sonra o
fülan ile evlenmemesidir. Kadın artık onun milkinde değildir. Binaenaleyh bu söz
hükmsüz kalır. Şart da geçersizdir. Ortada yalnız adamın sen boşsun sözü kalır
ve kadın müneccezen (derhal geçerli olarak) boş olur. "Nitekim Yemen ulemasından
bazı müteehhirin bu cevabı tercih etmişlerdir. Bu o kadın kocasının ismetinde
kaldığı müddetçe üzerine talâk edilen şartın bulunması imkânsız olduğundandır.
Diğer bazı müteehhirin de tâlikın sahih olduğunu kabul etmiş. bunu mümkün
sayarak erkeğin veya kadının hayatlarının son cüz'ünde talâk vâki olacağını
söylemişlerdir. Çünkü bu söz yok hükmündedir. Yokluk tehakkuk ve devam eden bir
şeydir. Lâkin koca onu müstakbele tâlik edince bütün zamanlara vücudu itibariyle
elverişlidir. Onun için başka bir vakit teayyün etmez. Böylece hayatın son
cüz'üne kadar devam eder ve talâk vâki olur. Bazıları da bunun ilzamî bir şart
olduğunu mülahaza etmişlerdir. Sanki kocasıkendinden sonra o kadının filanca ile
evlenmesini ilzam etmektedir. Bu ise lâzım gelmeyen bir şeyi ilzam sayılır ve
hükümsüzdür. Talâk derhal vâki olur.
Ben derim ki: Aklı
başında bir insanın sözünü hükümsüz bırakmaktan korumak için: "Kocanın muradı
onu boşadıktan sonra kadının filancayla evlenmek istemesine tâliktır." denilse
ihtimalden uzak görülmez. Bu sözün içinde yeminiyle beraber kadının da sözü
olur. Nitekim bunun benzeri kalb işlerinde hüküm hep budur. Meselâ beni seversen
sözü böyledir. Şayet kadın senden sonra o fülanla evlenmeyi murad etmedim derse
talök vâki olur. Aksi halde talâk vâki olmaz. Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır. Sonra Kâzerûnî bu meseleyi ikinci defa olmak üzere Cevhere sahibi
Haddâdî'den nakletmiş ve buna Siracuddin Hâmîlî'nin üstadı AIi b. Nûh'dan naklen
kadın boş olur ve istediği ile evlenebilir diye cevap vermiştir. Kâzerunî:
"İtimada şâyân olan budur." demiştir. Yani bu imkânsız bir şeye yahut ilzamî bir
şarta tâlik olduğu için kadın boş düşer demek istemiştir.
TÂLİKTAN
MURAD CEZA VERMEKTİR, ŞART DEĞİLDİR
METİN
Bitişik olması da
şarttır. Ancak bir özürden dolayı bitişik olmayabilir. Bununla ceza kasdetmemesi
dahi şarttır. Kadın: Ey alçak der de, kocası da: Ben senin dediğin gibiysem sen
de şöylesin cevabını verirse talâkı tenciz olur. Kadının dediği gibi olmuş
olmamış fark etmez. Meşrutu zikretmek meselâ sen boşsun eğer demek hükümsüzdür.
Bununla fetva verilir. Cezanın sonra zikredildiği yerde rabt edatının bulunması
da şarttır. Nitekim gelecektir. Tâlikın lüzumunun şartı ya hakikaten milktir,
meselâ bir kimse kölesine şöyle yaparsan sen hürsün der, yahut hükmen milktir.
Velevki hümen hükmî olsun. Karısına yahut kendinden boşanıp iddet bekleyen
birine gidersen sen boşsun demesi böyledir. Yahut âm olsun hâs olsun hakikî
milke izafettir. Meselâ bir köleye mâlik olursam yahut muayyen bir köleye sana
mâlik olursam şöyle olsun demesi böyledir.
İZAH
"Bitişik olması da
şarttır." Yani ecnebî bir fâsıla bulunmamalıdır. Bunun hakkında söz musannıfın:
"Bir kimse kansına sen boşsun inşaallah diye bitişik olarak söylerse" dediği
yerde gelecektir.
"Bununla ceza
kasdetmemesi dahi şarttır." Bahır sahibi diyor ki: Bir kimseye karısı pezevenk
ve alçak gibi bir sözle söver de o da: Eğer ben senin dediğin gibi isem sen
boşsun cevabını verirse, kocası dediğin gibi olsun olmasın derhal talâk vâki
olur. Çünkü kocası ekseriyetle kadını boşamaktan ancak ona eziyeti kasdeder. Ama
bununla tâlikı murad ederse diyaneten tasdik olunur. Buhâra ulemasının fetvası
buna göredir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. "Yani onların fetvası bunun
şart için değil ceza için olmasıdır. NitekimFetih'te gördün. Zâhire'de de böyle
denilmiştir. Yine Zâhire'de bildirildiğine göre muhtar kavil ve fetva şudur:
Eğer bu söz öfke halinde söylenmişse cezaya yorumlanır. Aksi takdirde şart
mânâsı verilir.
Bunun bir misli de
Muhît'ten naklen Tatarhâniyye'dedir. Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Tâlikı
kesederse sefeleden olmadıkça talâk vâki değildir. Ulema sefelenin mânâsı
hakkında söz etmişlerdir. Ebû Hanife'den bir rivâyete göre müslüman sifle olmaz.
Sifle ancak kâfir olur. Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre sifle: Söylediğine ve
kendisine söylenene aldırış etmeyen kimsedir. İmam Muhammed'den bir rivâyete
göre sifle güvercinle oynayan ve kumarbazlık eden kimsedir. Halef: "Sifle yemeğe
dâvet edildiği vakit oradan bir şey aşıran kimsedir." demiştir. Fetva Ebû
Hanife'den rivâyet edilen kavle göredir. Çünkü mutlak surette sifle odur.
Pezevenk karısını kıskanmayan kimsedir.
"Meşrutu zikretmek"
den murad şart fiilini söylemektir. Zira şart kılınan odur.
"Hükümsüzdür." Yani
kadın boş olmaz. Çünkü o adam sözü tam olarak ağzından çıkarmamıştır. Kezâ sen
üç defa boşsun olmazsa yahut ancak yahut olursa veya olmadıysa gibi sözler
hükümsüzdürler. Bahır.
"Bununla fetva
verilir." Bu kavil Ebû Yusuf'undur. İmam Muhammed kadın derhal boş olur
demiştir. Bahır.
"Rabt edatının
bulunması" yani Arapçada fa ve izai fücâiyye (Türkçede öyleyse, o halde) gibi
bir edatın bulunması şarttır.H.
"Nitekim
gelecektir." Yani musannıfın "Şart sözleri ilah..." dediği yerde gelecektir. H.
"Ya hakikaten
milktir." Çünkü milk olmayan yere tâlik ve izafet sahihtir. Fakat kocanın
kabulüne bağlıdır. Hatta ecnebî bir adam birinin karısına şu eve girersen boşsun
derse kocasının kabulüne bağlı olur. Kocası kabul ederse tâlik lâzım gelir ve
kabulden sonra girdiği takdirde boş düşer. Daha önce girerse boş olmaz. Kezâ
ecnebî birinin yaptığı müneccez talâk kocanın kabulüne bağlıdır. Kabul ederse
kabul ettiği vakte münhasır olarak talâk vâkidir. Satış böyle değildir. Çünkü
kabul edince o satış zamanına istinad eder. Burada kaide şudur: Şarta tâlikı
sahih olan şey münhasırdır. Şarta tâlikı sahih olmayan ise evvele istinad eder.
Bahır.
Hakikaten sözüyle
şârih muradın talâk ve köle âzâdını tâlika ve kezâ nezire şâmil olduğuna işaret
etmiştir. Meselâ AIIah hastama şifa verirse, Allah için şu elbiseyi tesadduk
etmek boynuma borç olsun sözü bir nezirdir. Tâlik halinde o elbiseye mâlik
olması şarttır. Bunu Rahmetî söylemiştir.
"Yahut hükmen
milktir." Hükmen milk nikâh milkidir. Çünkü milk-i rakabe değil cima'
istifadesinden ibaret bir milktir. Sonra bu hükmî milk nikâh mevcudsa hakikaten
hükmîmilktir. Boşandıktan sonra kadın iddet beklerken ise hükmen hükmî milktir.
Şârih: "Velevki hükmen hükmî olsun." sözüyle buna işaret etmiştir. T.
"Hakiki milke
izafettir." Verdiği misâlde olduğu gibi milke muallak yapar. Yahut benim karım
olursan der veya nikâh gibi milke sebeb olan şeyi yani evlenmeyi söyler.
Mûrisinin kölesine: Sahibin ölürse sen hürsün demesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu
tâlik sahih değildir. Ölüm milk için vaz edilmiş değildir. Bilâkis milkin ibtali
için vaz edilmiştir. Sonra bilmiş ol ki, burada izafetten murad sırf tâlika ve
ıstılahî izafete şâmil olan lügavî mânâsıdır. Nitekim seninle evlendiğim gün sen
boşsun sözü ıstılahî bir izafettir. Nasılki Fetih sahibi buna işaret etmiştir.
Bahır sahibi bunların arasındaki farkı göstermek için sözü uzatmıştır. Oraya
müracaat edebilirsin!
METİN
Hükmi milke izafet
dahi böyledir. Bir kadın nikâh edersem yahut seni nikâh edersem sen boşsun gibi.
Her kadın tâbirini kullaması da öyledir. Şartın mânâsı kâfidir. Ancak ismi ile
veya nesebiyle yahut işaretle muayyen olan kadında kâfi değildir. Evlendiğim
kadın boş olsun derse o kadınla evlenmekle kadın boş olur. Şu kadın ilah... der
de onu işaretle tarif etmek istemezse vasıf hükümsüz kalır. Ecnebî bir kadına
Zeyd'i ziyaret ederse hükümsüz kalır. Kezâ bir döşekte beraber yattığım her
kadın boş olsun der de o kadınla evlenirse kadın boş olmaz. Cima'da bulunduğum
her cariye hür olsun der de bir cariye satın alarak onunla cima'da bulunursa
âzâd olmaz. Çünkü milk ve milke izafet yoktur. Bahır sahibinin ifadesine göre
bizim örfümüzde kadının ziyareti ancak beraberinde götürdüğü yemekle olur ki,
onu ziyaret edilen kimsenin yanında pişirir. Bellenmelidir. i
İZAH
"Hükmî milke izafet
dahi böyledir." Yani âm olsun hâs olsun bunun gibidir. Şârih bu sözle İmam
Mâlik'in muhalefetine işaret etmiştir. İmam Mâlik bunu bir kadına veya bir
şehire yahut bir kabileye, bakireliğe, dulluğa tahsis etmiştir. Meselâ aldığım
her bâkire yahut her dul diyecektir.
"Bir kadın nikâh
edersem" yani o boş olsun diyecektir. Şârihin bunu ibâreden atması ondan sonra
gelen sözden anlaşıldığı içindir.
"Yahut seni nikâh
edersem..." Bu kadının ecnebî olmasıyla iddet bekleyen olması arasında fark
yoktur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
"Her kadın tâbirini
kullanması da öyledir." Yani evlendiğim her kadın boş olsun derse hüküm yine
böyledir. Bu hususta hîle (yani kurtuluşa çare) Bahır'da gösterilendir ki, o
kimseye kadını bir fuzûlî nikâhlar, o da fiilen razi olur. Meselâ icab eden
eşyayı kadına gönderir yahut kadın boşandıktan sonra onunla evlenir. Çünkü her
kelimesi tekrarı iktiza etmez. Biz meşietfaslından önce bu bahse teallûk eden
sözleri arzetmiştik.
FER'İ BİR MESELE:
Bir adam filanla konuşursam evlendiğim her kadın boş olsun der de o filanla
konuşur sonra evlenirse kadın boş düşmez. Evvela konuşur sonra evlenir, sonra
yine konuşursa ilk konuşmadan sonra evlendiği kadın boş düşer. Hâniyye.
Zahîre'nin onuncu faslına da bak.
"İsmi ile veya
nesebiyle" sözünün yerinde Bahır ve diğer kitablarda ve edatı kullanarak ismi ve
nesebiyle denilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: "Kendisi ile evlendiğim filan kızı
fülane boş olsun der de sonra o kadınla evlenirse boş olmaz." Demek istiyor ki,
evlenmekle vasıf hükümsüz kaldığı için yalnız filan kızı fülane boştur sözü
kalır, o da ecnebîdir. Milke izafet bulunmamıştır. Onun için evlendiğinde boş
düşmez.
"Yahut işaretle..."
İşaretle tarif orada mevcud olana, isim ve neseble tarif ise orada bulunmayana
yapılır. Hatta yemin verirken kadın orada bulunursa ismini ve nesebini
söylemekle tarif hâsıl olmaz, sıfat da hükümsüz kalmaz ve talâk evlenmeye
teallûk eder. Bu izaha göre Câmi'de şöyle denilmiştir: "Muhammed b. Abdillah
isminde bir adamın bir hizmetçisi olsa ve adam: Muhammed b. Abdillah'ın şu
hizmetçisiyle bir kimse konuşursa karısı boş olsun diyerek hizmetçiye işaret
etse, sonra hizmetçi kendisi ile konuşsa karısı boş düşer. Çünkü yemin eden
orada mevcuddur. Onun tarifi işaret yahut izafetle olur. Bunlardan biri
bulunmamıştır. Binaenaleyh isim belirsiz kalmıştır. Belirsiz isimlere dahil
olmuştur." Bunu Bahır sahibi Şeyhü'l-İslâm'ın Câmi'inden naklen söylemiştir.
"Vasıf hükümsüz
kalır." Yani evlendiğim kelimesi hükümsüz kalır. O kimse sanki şu kadın boştur
demiş gibi olur. Nasılki kendi karısına şu haneye giren kadın boş olsun derse
kadın o haneye girsin girmesin hemen boş olur. Bahır. Ecnebî kadının boş
düşmemesi ise milk ve milke izafet bulunmadığı içindir. Vasıf hükümsüz kaldığı
için değildir. Kendi karısı bunun hilâfınadır.
"Çünkü milk ve
milke izafet yoktur." Metindeki meselede bu zâhirdir. Ondan sonra
zikredilenlerde dahi hüküm aynıdır. Çünkü bir döşekte beraber yatmak mutlaka
nikâhlı olmayı gerektirmez. Nitekim cariye ile cima'da bulunmak da ona mâlik
olmayı gerektirmez. Bunun bir misli de şudur: Bir kimse anne ve babasına: Beni
bir kadınla evlendirirseniz o kadın üç defa boş olsun der de, annesi babası onu
kendisinden izin almadan evlendirirlerse karısı boş düşmez. Çünkü bu söz nikâh
milkine izafe edilmemiştir. Anne ve babasının onu izinsiz evlendirmeleri doğru
değildir. Bunu Muhît'ten naklen Bahır sahibi söylemiş, sonra: "İzniyle olmuş
veya olmamış fark etmez. Nitekim Mi'râc'da belirtilmiştir." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin
Hâniyye'de izniyle evlendikleri surette: "Sahih olan kavil yeminin sahih
olmasıdır. Kadın boş düşer." denilmiştir. Bu söz müşkildir. Çünkü bahsimiz
tâlikın şartı olanmilkin veya milke izafetin bulunması hakkındadır. Anne-babanın
evlendirmeleri her cihetten milke sebeb değildir. Zira bazen izniyle
evlendirirler bazen de izin almazlar. Meğerki Hâniyye sahibinin muradı: "Beni
iznimle evlendirseniz" dediği hale mahsus olsun. O zaman yemin sahih olur, kadın
da boş düşer. Aksi takdirde tâlik sahih olmadan önce zikredilen tafsilâtın bir
vechi yoktur. En güzeli Mi'râc'ın sözüdür.
«Bahır sahibinin
ifadesine göre ilah...» Ben derim ki: Bu örf şimdi Dimaşk'ta umumî değildir.
Vaktiyle öyle imiş. Evet, bazı insanlar arasında hâlâ vardır. Tahtâvî şöyle
diyor: "Ben derim ki: Bugün Mısır'da cereyan eden örf bu kadının ziyaretçi
sayılmasıdır. Velevki yanında pişirilmeyen bir şey bulunsun."
METİN
Nitekim kocanın
milkin sübutuyla veya zevaliyle birlikte yaptığı talâkı da hükümsüz kalır.
Meselâ sen nikâh edilmenle beraber boşsun demesi bu kabîldendir. Ama seninle
evlenmemle beraber boşsun derse sahih olur. Çünkü cümle failiyle mef'ulüyle
tamamdır. Milkin zevaline mîsâl benim ölümümle veya senin ölümünle beraber
boşsun demesidir.
İZAH
"Milkin sübutuyla
birlikte yaptığı talâkı da hükümsüz kalır." Bunun aslı Bahır sahibinin
Mi'râc'dan naklettiği şu ifadedir: "Talâkı nikâha izafe eder. meselâ sen
nikâhlanmanla beraber boşsun yahut sen nikâhında boşsun derse talâk vâki olmaz.
Bunu Câmi' sahibi söylemiştir. Sen benim seninle evlenmemle beraber boşsun
demesi bunun hilâfınadır. Burada talâk vâki olur. Ama bu müşkildir. Bazılarının
söylediğine göre fark şudur: Bu adam evlenmeyi failine izafe edip mef'ulünü de
zikredince evlendirme sözünü milkten mecaz yapmıştır. Çünkü milkin sebebidir.
Beraber kelimesini sözü düzeltmek için sonra mânâsına kullanmıştır. "Sen
nikâhında boşsun" sözünde ise faili zikretmemiştir. Cümle noksandır. Binaenaleyh
nikâhtan sonra mânâsına alınamaz ve talâk vâki olmaz. Nikâh sahihtir. "Şârih bu
farka: "Çünkü cümle tamam olmuştur ilah..." diyerek işarette blunmuştur. Bunun
muktezası şudur: Bu adam "benim seni nikâh etmemle beraber" yahut "senin
evlenmenle beraber" deseydi hüküm aksine dönerdi. Lâkin Haolebî diyor ki:
"İnsanın içinde bu ta'lilden bir gıcık kalıyor. Çünkü senin nikâhınla beraber
sözü benim seni nikâh etmemle beraber mânâsına da alınsa mukadder olan söylenmiş
gibidir. Bu za'fa temrîz sîgasıyla (sakatlık bildiren) denilmiştir sîgasıyla
işaret etmiştir."
Ben derim ki: Daha
zâhir olanı şöyle demektir. Faili açıklamadığı vakit o kadınla kendisinin veya
başkasının evlenmesi ihtimali vardır. Lâkin bu sözün muktezası da nikâhla
tezevvüç sözleri arasında fark bulunmamasıdır. Şöyle ki, faili zikrederse her
ikisinde vâki olur, etmezse ikisinde de vâki olmaz. Düşün! Bunların hepsinden
daha yakın olan mânâ bazı dersüstadlarının çıkardığıdır ki şudur: Tezevvüç
tezviçin arkasından olur. Talâk kelimesini tezevvüçle beraber söylerse tezviç
etmekle tezevvüçten önce bulunur ve sahih olur, kadın boş düşer. Senin nikâhınla
beraber demesi bunun hilâfınadır. Çünkü milkle beraberdir.
"Benim ölümümle
veya senin ölümünle beraber boşsun demeildir." Çünkü talâkı birincide îkâ'a zıd
bir hale, ikincide ise vukua zıd bir hale izafe etmiştir. Nitekim tasrîh bâbında
gemişti.
METİN
F A İ D E :
Müctebâ'da beyan edildiğine göre milke izafe edilen yeminde İmam Muhammed'den
bir rivâyette talâk vâki olmaz. Harzem uleması bununla fetva vermişlerdir. Bu
kavil İmam Şâfiî'nindir. Bir hâkimin feshi ile Hanefî de bu kavli taklid
edebilir. Hatta hakemin feshiyle, hatta âdil bir hâkimin fetvasıyla, iki hâdise
hakkında verilmiş iki fetva ile de taklid edebili.
İZAH
"Müctebâ'da beyan
edildiğine göre..." Müctebâ'nın ibâresi Bahır sahibinin beyanına göre şöyledir:
"Ben İmam Muhammed'den bir rivâyet gördüm ki, talâk vâki değildir diyor. Harzem
ulemasının çoğu bununla fetva verirlerdi." Zahîriyye'de: "Bu kavil İmam
Muhammed'indir. Bununla fetva verilir." denilmişse de o söz üzerinde durduğumuz
mesele hakkında değildir. Nitekim izahı yakında gelecektir. Anla!
"Hanefî de bu kavli
taklid edebilir." Yani Şâfiî'yi taklid edebilir. Bahır sahibi şöyle demiştir:
"Hanefî bir hâkim izafe edilen yemini feshederek meseleyi Şâfiî hâkime
arzedebilir. O adam ben filan kadınla evlenirsem üç defa boş olsun dedikten
sonra o kadınla evlenir. Kadın kendisini Şâfiî bir hâkimin huzurunda dâvâ eder
ve boşadığını iddiada bulunursa Şafiî hâkim bu onun karısıdır, talâk bir şey
değildir diye hükmettiğinde bu iş ona helâldir. Kocası nikâhtan sonra feshten
önce bu kadınla cima' eder de fesh sonra olursa fesh ettiğinde cima' helâldir.
Fesh ettiğinde akdi yenilemeye de hâcet yoktur. O adam evlendiğim her kadın boş
olsun der de arkacığından bir kadınla evlenir ve yemini fesh ederse, sonra başka
bir kadınla evlendiğinde her kadın hakkında feshe hâcet yoktur. Hulâsa'da böyle
denilmiştir. Zahîriyye'de bunun İmam Muhammed'in kavli olduğu bildirilmiştir.
Onun kavliyle fetva verilir."
Ben derim ki: Bunun
mefhumu şudur: Şeyhayn'a göre her kadında feshe hâcet vardır. Zahîriyye sahibi
de böyle açıklamıştır. O halde buradaki hilâf bir kadın hakkında yemini Şâfiî
bir hâkim fesh ettiğine göredir. Sonra yemin eden kimse başka bir kadınla
evlenirse Şeyhayn'a göre birinci fesh kâfi değildir. İkinci defa fesh etmedikçe
ikinci kadına talâk vâki olur. İmam Muhammed'e göre ise kâfidir. Çünkü bu bir
yemindir. Onu ikinci defa feshetmeye hâcet yoktur. Fetva İmam Muhammed'in
kavline göre verilir. Şüphesizki bu ona göre yemininsahih olmasına mebnîdir ve
onunla talâk vâki ofur. Binaenaleyh yukarıda Müctebâ'dan naklettiğimiz: "İmam
Muhammed'den talâk vâki olmadığı rivâyet edilmiştir." sözüne aykırı değildir.
Zahîriyye sahibinin talâk vâki değildir sözünü İmam Muhammed'den bir rivâyet
değil de onun kavli olduğunu ve fetva bununla verildiğini söyleyen vehmetmiştir.
Sonra Bahır'de
şöyfe denilmiştir: "Bir kadın üzerine birkaç yemin eder de ondan sonra nikâhın
sahih olduğuna hükmedilirse bütün yeminler ortadan kalkar. Ama her kadına ayrı
bir yemin yaparsa şüphesiz birisinin yemini feshedildiği vakit diğerininki
feshedilmez. Koca yeminini her evlendikçe diye yaparsa bu söz her yeminde feshi
tekrara muhtaç olur." Bunlar dört mesele olup musnannıfın Mecma' şerhinde beyan
edilmişlerdir. Bundan sonra hükmü Hanefî bir hâkim imza derse daha ihtiyatlı
olur.
Şâfiî tarafından
yapılacak feshin yeri kadını üç defa boşamazdan öncedir. Çünkü fesh yaparsa
nikâhtan sonra müneccez üç talâk vâkî olur ve bir şey ifade etmez. Nitekim
Hâniyye'de belirtilmiştir. Yine orada işaret edildiğine göre bunun şartı hâkimin
yaptığı fesh için para almamasıdır. Para alırsa bütün ulemaya göre hükmü
geçersizdir. Meğerki yazı için ücret-i misil alsın. Fazla alırsa yine
geçersizdir. Evla olan mutlak surette almamaktır.
T E N B i H:
Bahır'ın hâkimin hâkime mektubu bahsinde Valvalciyye'den şu ifade
nakledilmiştir: "Karısına sen elbette boşsun der de bunu talâk-ı ric'î gören bir
hâkimin huzurunda dâvâya çıkarlarsa kendisi tâbi olur ve o kadınla beraber
yaşamak kendine helâl olur. Ebû Yusuf'a göre ise lehine hükmetmişse helâl olmaz.
Bâindir diye aleyhine hükmetmiş fakat kocası talâkı bâin görmezse bilittifak
hâkimin reyine tâbi olur. Bu söylenenlerin hepsi koca âlim, rey ve içtihad
sahibi olduğuna göredir. Avamdan biriyse lehine veya aleyhine hüküm versin
mutlaka hâkimin reyine tâbi olur. Bu, o kimseye mahkeme tarafından hüküm
verildiğine göredir. Fetva verilirse sâbık ihtilâfa göredir. Çünkü cahil
hakkında müftününün sözü onun rey ve içtihadı mesabesindedir." Yani cahile
müftünün sözüne tâbi olmak lazım gelir. Nasılki âlime de kendi rey ve içtihadına
tâbi olması lâzım gelir. Bununla anlaşılır ki, mahkeme hükmüyle birlikte
başkasını taklide hâcet yoktur. Çünkü mahkeme hükmü kocanın reyine uysun uymasın
mülzimdir. Koca cahil ise fetva meselesinde de böyledir.
"Hatta hakemin
feshiyle..." Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Hakem tâyin edilen bir kimsenin
hükmü sahih kavle göre mahkeme kararı gibidir. Bezzâziye'de zikredildiğine göre
Sadr'ın şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Ben derim ki: bunu yapmak kimseye helâl
değildir. Hulvânî bilinir fakat bununla fetva verilmez. Tâ ki cahiller mezhebi
yıkmak için yol aramasınlar, demiştir." Bahır.
"Hatta âdil bir
hâkimin fetvasiyle" ki, bu da feshtir. Bahır'da Bezzâziye'den naklen şöyle
denilmiştir: "Bizim ulemamızdan bundan daha genişi rivâyet olunmuştur ki şudur:
Bir kimseâdil bir fakîhten fetva ister de fakîh ona yemini bâtıl olduğuna fetva
verirse onun fetvasıyla amel etmesi ve kadını nikâhında tutması helâl olur.
Bundan daha genişi de rivâyet edilmiştir. O da şudur: Bir kimseye bir müftü
helâldir diye başka bir müftü -birincinin fetvasıyla amel ettikten sonra-
haramdır diye fetva verirse ikinci kadın hakkında ikinci müftünün fetvasıyla
amel eder. Birinci kadın hakkında onunla amel edemez. İki hâdise hakkında her
iki fetva ile amel eder. Lâkin bununla fetva verilmez."
Ben derim ki: Şunu
demek istiyor: Hâdise sahibine müftü yeminini feshe götürecek bir fetva vermez.
Yani ona bu dâvâya Şâfiî bir hâkime götür yahut onun bu bâbta verdiği hükme tâbi
ol veya ondan fetva iste demez. Bilâkis senin aleyhine talâk vâkidir der. Çünkü
müftüye vâcib olan itikadına göre cevap vermektir. O kimseye kendi mezhebini
yıktıracak yol gösteremez. Maksad hâdise sahibi yeminin feshini icab edecek bir
şey yaparsa ona yeminin fethiyle fetva veremez demek değildir. Biliyorsunki
cahile hâkim ve müftünün reyine tâbi olmak gerekir. Kaldı ki ictihad yerinde
hâkimin hükmü hilâfı kaldırır. O adam böyle bir şey yaparsın Hanefî hâkime düşen
feshin sahih olduğuna fetva vermektir. "Bu İmam Muhammed'in kavliyse neden
onunla fetva vermesin?" denilmez. Çünkü biliyorsun bu ondan sadece bir
rivâyettir. Onun kavli de Şeyhayn'ın kavli gibi talâk vâkidir der. Zahîriyye'nin
sözü buna aykırı değildir. Nitekim yukarıda izah etmiştik. Müftü zayıf rivâyetle
fetva veremez. Harzem ulemasının bir çoklarının fetva vermesi bu kavlin zayıf
olduğuna aykırı değildir. Onun için yukarıda Sadr'dan nakletti ki: "Hiç bir
kimseye bunu yapmak helâl değildir." demiştir. Hulvânî'den yukarıda
naklettiğimiz de öyledir. "Bu bilinir fakat bununla fetva verilmez." diyor. Bu
rivâyet İmam Muhammed'den sâbit olsaydı yahut bu rivâyet sahih olsaydı ulema
hükmü ona göre verirler, Şâfiî'nin mezhebine göre vermeye muhtaç olmazlardı. Bu
gösterir ki bu rivâyet şazzdır. Nitekim Müctebâ'nın yukarıda geçen sözü de buna
işaret etmektedir.
Şu da var ki,
Bahır'da Bezzâziye'den naklen: "Fiilen evlenmek zamanımızda yemini fesh etmekten
evladır. O kimsenin bir âlime gelerek yaptığı yemini söylemesi bir fuzûlînin
nikâhına muhtaç olduğunu belirtmesi gerekir. Âlim de ona bir kadını nikâhlar ve
fiilen cevaz verir de yemini bozmaz. Kezâ o kimse bir cemaata: Benim bir
fuzûlînin nikâhına ihtiyacım var der de içlerinden biri onu evlendirirse hüküm
yine böyledir. Ama bir adama bana bir fuzûlî akdi yap derse bu tevkil olur."
denilmiştir.
"İki hâdise
hakkında verilmiş iki fetva ile" diye kaydetmesi şundandır: Çünkü fetva isteyen
bir kimse bir hâdise hakkında bir müftünün sözünü bilir de başka bir müftü ona
muhâlif fetva verirse o hâdise hakkında sâbık müftünün amelini bozmaya hakkı
yoktur. Evet, başka bir hâdise hakkında ikincinin fetvasıyla amel edebilir.
Meselâ bir kimse ecnebî bir kadınadokunarak Ebû Hanife'nin mezhebine göre öğle
namazını kılarsa, sonra Şâfiî'yi taklid ederek kıldığı bu öğleyi iptale hakkı
yoktur. Şâfiî'nin kavliyle başka bir öğle hakkında amel eder. İşte: "Mukallidin
mezhebinden dönmeye hakkı yoktur." diyenlerin muradı budur. Bu hususta sözün
tamamı kitabın başındaki Resmü'l-Müftî'de geçmişti.
METİN
Bu bilinir fakat
bununla fetva yerilmez. Bezzâziye. Hür kadını müneccez olarak üç talâkla,
cariyeyi iki talâkla boşaması üçe veya daha aşağısına yaptığı tâlikı bozar.
Yalnız evvelce geçtiği vecihle milke muzaf olanı bozmaz. Üç talâktan aşağısını
müneccez olarak yapmak bozmaz. Bilmiş ol ki, tâlik helâllığın elden gitmesiyle
bozulur. Milkin elden çıkmasıyla bozulmaz. Üç talâkı veya daha azını haneye
girmeye tâlik eder de sonra müneccez olarak üç talâk yaparsa hulle yaptıktan
sonra o kadını tekrar nikâh ettiğinde tâlik bâtıl olur. Artık kadının o haneye
girmesiyle hiç bir talâk vâki olmaz. Müneccez olarak, üçten aşağı boşasaydı
tâlik bâtıl olmaz ve muallak talâkların hepsi vâki olurdu.
İmam Muhammed ilk
nikâhtan kalan talâkların vâki olacağını söylemiştir. Aşağıda gelen yıkma
meselesi budur. Bunun semeresi şurada görülür: Bir kimse bir talâkı tâlik eder
de sonra müneccez olarak iki tâlak yaparsa, kadın başka kocaya gidip boşandıktan
sonra onu tekrar nikâhladığında haneye girerse o kadına dönebilir. İmam
Muhammed'e göre dönemez. Kezâ dinden dönerek dar-ı harbe kaçmakla da ona göre
bâtıl olur. Şeyhayn'a göre bâtıl olmaz.
İZAH
"Üçe yaptığı tâlikı
bozar." Bu hür kadına mahsustur. Daha aşağısı hem hürreye hem cariyeye şâmildir.
Cariye hakkında şöyle takdir edilir: "Cariyeyi müneccez iki talâkla boşamak
üçten aşağısını tâlikı bozar." Bu söz ikiye de bir talaka da sâdıktır.
"Yalnız milke muzaf
olanı bozmaz." Yani ben her evlendikçe kadın üç defa boş olsun der de sonra
karısını üç defa boşar, sonra yine onunla evlenirse kadın boş düşer. Çünkü
müneccez olarak yaptığı talâk muallak olarak yaptığından başkadır. Zira muallak
olan yeni mâlik olacağı nikâhın talâkıdır. Onu önceki milkin talâkı ibtal etmez.
"Üç talâktan
aşağısını müneccez olarak yapmak bozmaz." Çünkü üçten aşağısını müneccez
kılmakla milk elden çıksa da helâllık devam etmektedir.
"Muallak talâklann
hepsi vâki olurdu." Çünkü tâlikın bâtıl olması heIallığın elden gitmesiyledir.
Halbuki helâllık bâkidir. O halde tâlik de bâkidir. Üzerine tâlik yapılan şey
yani haneye girmek bulununca muallak olan üç talâk da vâki olur. Buna ulemanın:
"Muallak olan bu milkin talâklarıdır. Onların da bazısı elden çıkmıştır."
sözleri aykırı değildir. Çünkü o üç talâk bâki olmak kaydıyla mukayyeddir. Bir
kısmı elden çıkınca üç muallak mutlak olur. Nitekim bunu Fetih sahibi
söylemiştir. Biz de bu bâbtan önce arzetmiştik.
"Aşağıda gelen
yıkma meselesi budur." Biz bu bâbtan önce bu hususta söz etmiştik. Meselenin
hâsılı şudur: İkinci koca İmam-ı A'zam'la Ebû Yusufa göre geçmiş üç talâkı ve
daha azını yıkar. İmam Muhammed'e göre ise yalnız üç talâkı yıkar, daha azını
yıkmaz.
"Bunun semeresi"
yani yıkma meselesindeki hilâfın semeresi şârihin söylediğidir.
"O kadına
dönebilir." Bu Şeyhayn'a göredir. Çünkü ikinci koca kalan bir talâkın hükmünü
yıkmıştır. Kadın ilk kocasına yeni bir milkle dönmüştür. Onun üzerine üç talâk
hakkı vardır. Kadın haneye girince üç talâktan biri vâki olur, ikisi kalır. Onun
için kocası ona dönebilir.
«İmam Muhammed'e
göre dönemez.» Çünkü kadın ilk nikâhtan kalan bir talâkla dönmüştür. O da haneye
girmekte vâki olur. T.
«Şeyhayn'a flöre
batıl olmaz.» Çünkü milkin elden çıkması tâlikı iptal etmez. İmam Muhammed'e
göre ise tâlikının bâki olması ehliyeti bulunması itibariyledir. Dinden dönmekle
ismet ortadan kalkmıştır, ehliyeti kalmayınca tâlikı da kalmamıştır. O kimse
müslümanlığa dönünce sukutuna hükmedilen tâlik artık geri dönmez. Bunu
musannıfın Mecma' şerhinden Bahır sahibi nakletmiştir.