NAMAZIN
MEKRUHLARI
Mûtad
şekilde giymeksizin elbisesini sarkıtmak yasak edildiği için tahrimen mekruhtur.
Burada bahis edilen kerahet kerahet-i tenzihiyeye de şâmildir. Keraheti
tenzihiyenin merciî evlânın hilâfıdır. İki Keraheti birbirinden te'yiden
delildir. Delilin sübûtu zanni olurda bu manadan değiştiren bir şeyde bulunmazsa
keraheti tahrimiye, aksi halde keraheti tenzihiyedir. Kezâ yenli kafdan giyip
yenlerini arkaya sarkıtmak mekruhtur. Bunu Halebî söylemiştir. Omuzlarından
sarktığı şal ve mendil de böyledir. Yalnız bir omuzundan sarkıtırsa mekruh
olmaz. Nitekim esah kavle göre özür halinde ve namaz dışında da mekruh değildir.
Hulasa'da beyan edildiğine göre bir kimse namazda elini cübbesinin yenine
sokmazsa muhtar kavle göre mekruh olmaz. Yeni salar mı yoksa tutar mı meselesi
ihtilâflıdır. Tutması daha ihtiyattır. Kuhistânî.
İZAH
Mekruh
meselesinde Bahır sahibi şunları söylemiştir: «Bu babta mekruh iki nevidir. Biri
kerâheti tahrimiye ile mekruh olandır. Bu kelime mutlak zikir edilince keraheti
tahrimiyeye hamledilir. Nitekim Feth'in zekât bahsinde beyan edilmiştir.
Keraheti tahrimiye vacip derecesinde olup vacip ne ile sâbit olursa o da onunla
sabit olur. Yani subûtu veya delâleti zannî olan delille sübût bulur. Çünkü
vacip de sûbutu veya delâleti zannî olan emirle sâbit olur. İkincisi keraheti
tenzihiyedir. Bunun merciî terki evlâ olmaktır. Hılye'de zikir edildiği vecihle
fukaha çok defalar mekruh kelimesini mutlak söylerler. Bu hal karşısında onların
mekruh dedikleri şeyin mutlaka deliline bakmak icap eder. şayet zannî bir yasak
ise keraheti tahrimiye ile mekruh olduğuna hüküm edilir. Ancak yasağı tahrimeden
mendup manasına değiştiren bir şey bulunursa ona göre hüküm verilir. Delil yasak
manasını ifade etmezde yalnız katî olmamak şartiyle terkini bildirirse bu da
keraheti tenzihiye ile mekruh olur.»
Ben
derim ki: Şöyle de tarif olunur: Mekruh, hususi yasak delîli olmayan şeydir.
Meselâ: Bir vacibin veya sünnetin terkini içine alan fiil böyledir. Vacibin
terki keraheti tahrîmiye sünnetin terki ise keraheti tenzihiye ile mekruhtur.
Lâkin sünnetin kuvvetine göre keraheti tahrimiye ye yoklaşmak ve şiddet
hususunda keraheti tenzihiyenin dereceleri değişir. Zira sünnet, vacip ve farzın
ve bunların zıdları olan yasakların muhtelif dereceleri olduğu gibi müstehâbın
da muhtelif dereceleri vardır. Bunu Münye şârihi bildirmiştir. Mekruhların
sonunda kitabımızda tamamı gelecektir.
Sarkıtmayı
münye şârihi şöyle tarif etmiştir: «Sarkıtmak giymeksizin aşağa salmaktır. Şu
zaruretten dolayıdır ki, gömlek ve benzeri şeylerin eteklerini salmaya sarkıtmak
denilemez.» Benzeri sözünde sarığın ucu da dahildir. Bahır sahibi diyor ki:
«Kerhî bunu şöyle tefsir etmiştir: Elbisesini başının veya omuzlarının üzerine
koyar ve şâyet don giymemişse kenarlarını etraftan sarkıtır. İmdi sarkıtmanın
keraheti avret yerinin açılması ihtimalindendir. Don giydiği halde sarkıtırsa
keraheti ehli kitaba benzediği içindir. Yani sarkıtmak mutlak surette mekruhtur.
Bunu büyüklenmek için veya başka bir sebeple yapmak hükmen müsâvidir.» Bahır
sahibi bundan sonra şöyle diyor: «Fukahanın sözlerinden anlaşılan, elbisenin
düşmekten korumak için konulmasiyle bu maksatla konulmaması arasında fark
olmasını gerektirmektedir. Buna göre başa konulan taylasan mekruhtur. Vikâye
şârihi açıklamıştır.» Yani boynuna dolamadığı zaman demek istemiştir. Dolarsa
sarkıtmak yoktur.
Yenli
kaftanın misâli Rum ili kaftanlarıdır. Bunların yenlerine omuz başlarından çelik
acarlar. Namaz kılan kimse bu delikten kolunu çıkarırda yeni arkaya sarkıtırsa
bu da mekruhtur. Çünkü bu da giymeden sarkıtma sayılır. Yeni giymek kolu onun
içine sokmakla olur. Meselenin tamamı MünyeİZAH
Elbiseyi
önünden olsun, secdeye giderken arkasından olsun kaldırmak mekruhtur. Bahır.
Hayreddin
Remlî burada ki kerahetin keraheti tahrimiye olduğunu bildirmiştir. Elbiseyi
topraktan korunmak için kaldırmak da mekruhtur. Bahır sâhibinin Müctebâ'dan
nakline göre bazıları: «Topraktan korumak için olursa beis yoktur.» demişlerdir.
Şârih:
«yen ve paçasını sıvayanın yaptığı gibi» sözü ile kerahetin yalnız namazda
elbiseyi toplamcığa mahsus olmadığına işâret etmiştir. Nitekim Münye şârihi de
bunu anlatmıştır. Lâkin kınye'de: «Namazdan önce bir iş için yenlerini sıvayan
yahud o kılıkta gezen bir kimsenin o hâli ile namaz kılması ihtilaflıdır.»
denilmiştir. Bunun bir benzeri de abdest almak için sıvanan, sonra ilk rekatta
imama yetişmek için acele eden kimsedir. O haliyle namaza girer ve bizde bunun
mekruh olduğunu söylersek acaba efdal olan, namaz içinde az bir amel (hareket)
ile yenlerini salmakmıdır; yoksa hâlı üzere bırakmak mıdır? bunu bir yerde
görmedim.
Birincisi
(yani salmak) daha zâhir görünmektedir. Buna delil: Şârihin aşağıda gelen:
«Serpuş düşerse efdal olan onu alıp geymektir.» Sözüdür.
Şunu
da söyleyelim ki: Hulâsa ve Münye'de kerâhet, yenlerini dirseklerine kadar
kaldırırsa diye kayıtlanmıştır. Bundan anlaşılan, daha aşağıya kaldırmanın
mekruh olmamasıdır.
Bahır
sahibi diyor ki: «Zâhir olan mutlak mânâdır. Çünkü elbiseyi toplamak sözü
hepsine sâdık ve şâmildir.» Hılye'de dahi böyle denilmiştir. Kezâ el'münyet-ül
kebîr şerhinde: «Dirsekler kaydı tesâdüfen konmuştur. Hem bu izâhat kollarını
namaz dışında sıvayıp sonra namaza başladığına göredir. Namaz içinde kollarını
sıvarsa namaz bozulur. Çünkü amel-î kesîrdir.» denilmiştir.
Namazda
elbise ve bedeni ile oynamaktan murad: Faydasız bir amel de bulunmaktır.
Nihâye'de şöyle denilmektedir: «Hâsılı: Namaz kılana fâydalı olan her amel
zararsızdır. Bunun aslı şu hadistir: «Peygamber (s.a.v.) namazında terledi ve
alnından teri sildi.» Çünkü ter kendisini rahatsız ediyordu. Ve silmek faydalı
oldu. Yaz zamanı secdeden kalkınca elbisesinin sağını solunu silkiyordu. Çünkü
şekil kalmasın diye bu faydalı idi. Faydalı olmayan amel ise abestir. (oyundur).
«Şekil kalmasın» sözünden murad: Bud ve kalçalarının şeklidir. Nitekim Sa'diye
hâşiyesinde beyân olunmuştur. Yoksa silkmesi toz toprak kalmasın diye değildir.
Binaenaleyh Bahır'da Hılye'den nakl edilen itiraz vârid değildir. Orada:
«Topraklanmasın diye elbiseyi kaldırmak mekruh olunca. elbiseyi topraktan
silkmek faydalı bir amel olamaz.» denilmiştir.
Namazda
elbise ve bedeni ile oynamayı yasak eden delil Kudâî'nin tahric ettiği şu
hadistir: «Şüphesiz Allah sizin için üç şeyi yani namazda elbise ve bedenle
oynamayı, oruçda ayıp açık şeyler konuşmayı ve kabristanda gülmeyi kerih
görmüştür.» Bahır'da bildirildiğine göre burada ki kerahet keraheti
tahrimiyedir. «Ancak hâcet varsa câiz olur.» Yani yediği zararlı bir şeyden
vücûdu kaşınmak. rahatsız eden teri silmek gibi bir hâcetten dolayı abes sayılan
bir şeyle meşgul olmak câizdir. Ama bu amel-i kesîr olmamak şartiyledir.
Feyz'de
şöyle deniliyor: «Bir rükünde bir el ile üç defa kaşımak her defasında elini
kaldırırsa namazı bozar.» Cevhere'de ise fetevâ'dan naklen: «Ulema kaşımak
meselesinde ihtilâf etmişlerdir. Bazıları bir defa gidip gelmek bir sayıldığını,
bir takımları değinmenin bir. gelmenin ayrı bir kaşıma sayıldığını
söylemişlerdir.» denilmektedir. «Namaz dışında elbise ve bedenle oynamakta beis
yoktur.» Gerçi Hidâye'de bunun haram olduğu bildirilmişse de Surucî buna
itirazla: «Bu söz götürür. Çünkü namaz dışında elbise ve bedenle oynamak evlânın
hilâfıdır. (yapılmaması daha eyidir.) Ama haram değildir. Hadis bunu namazda
olmakla kayıtlamıştır.» demiştir. Bahır.
Vikâye
şerhinde her günlük elbise: «Evinde geydiği ve büyüklerin huzuruna çıkarken
geymediği elbisedir.» diye tarif edilmiştir. Anlaşılıyor ki, bunda ki kerahet
keraheti tenzihiyedir.
Tenbellikten
dolayı baş açık kılmaktan murad: Başını örtmeyi sıkıntı verici saymak, bunu
namazda mühimsememek ve onun için terk etmektir. Ulemanın namaza aldırış
etmeyerek baş açık kılarsa» demelerinin mânası budur. Namazı tahkir değildir.
Çünkü namazla alay ve onu tahkir küfürdür. Münye şerhi, Hılye'de: «Tenbelliğin
aslı istemediği için ameli terk etmektir. Kudreti olmadığı için terk ederse aciz
olur.» deniliyor.
«Tevâzu
için baş açık namaz kılmakta beis yoktur.» Münye şerhinde bildirildiğine göre bu
sözde bunu yapmamanın evlâ olduğuna, kalbiyle huşû ve tevâzu gösterilmesine zira
bunların kalb işi olduklarına işâret vardır. Münye şerhinden sonra İmdâd sâhibi
dahi Tecnis'den naklen: «Huşû ve tevâzu müstehabtır. Çünkü namazın esası huşû
üzerine kurulmuştur.» demiştir.
Ben
derim ki: Huşûun korku gibi kalb fiillerinden mi yoksa hareket sükûn gibi âzânın
fiillerinden veya ikisinden mi olduğu ihtilâflıdır. Hilye'de şöyle denilmiştir:
«Huşûun kalb fiillerinden olması daha uygundur. Âriflerin buna ittifak ettikleri
rivâyet olunur. Tevâzu göstermek, bakınmamak. sesi kesmek, âzayı sâkin tutmak
huşûun lazımlarıdır. Başını açmak kalbdeki huşûu gerçekleştirmekten ileri
geliyorsa o zaman açılmasında beis olmadığı söylenebilir.
Fetevâyı
Ahâbiye'de nassan bildirilmiştir ki, bir kimse bunu bir özürden dolayı yaparsa
mekruh olmaz. Özür yoksa metinde bildirilen tafsilâta gidilir. Bu söz güzeldir.
Bazı Ulemanın: Başı açmak sıcaktan dolayı veya hafiflemek için olursa mekruhtur.
dedikleri rivâyet edilmiştir. Bunlar sıcağı özür saymamışlardır ki, ihtimalden
uzak değildir.» Kısaltılarak alınmıştır.
METİN
Büyük
ve küçük abdest yahud bunlardan biri veya yellenme sıkıştırdığı halde namaza
durmak mekruhtur. Çünkü yasak edilmiştir. Saçını hotuz yapmak da mekruhtur.
Çünkü toplanması yasak edilmiştir. Velev ki bir araya getirmek veya uçlarını
namazdan önce köklerine sokmak suretiyle olsun. Bunu namazda yaparsa namazı
bozar. Zira bilittifak ameli kesîrdir. Yine yasak edildiği için secde yerinden
ufak taşları atmak mekruhtur. Ancak tam secde etmek için olursa bir defaya
ruhsat verilmiştir. Ama terki evlâdır. Kezâ nehi vârid olduğu için parmaklarını
çatlatmak ve birbirine örmek namazı beklerken veya mescide giderken bile olsa
mekruhtur. Namaz dışında bir hâcetten dolayı olursa mekruh değildir.
İZAH
Hazâin'de
deniliyor ki: «Büyük ve küçük abdest namaza başladıktan sonra sıkıştırsın
öncesıkıştırsın müsâvidir. Eğer o kimseyi meşgul ediyorsa vaktin çıkacağından
korkmadığı takdirde namazı bozmalıdır. Tamamlarsa günahkâr olur. Çünkü ebû
Davud'un rivayet ettiği bir hadiste: «Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir
kimseye abdesti sıkıştırdığı halde namaz kılması helâl olmaz. Hafifleyinceye
kadar bu böyledir.» buyurulmuştur. Hazâin sahibinin zikir ettiği günahı Münye
şârihi de açıklamış ve bunun keraheti tahrimiye ile kılmaktan ileri geldiğini
söylemiştir. Şimdi şu kalır: Bir kimse cemâatı kaçıracağından ve o cemâattan
başkasını bulamayacağından korkarsa, elbisesinde dirhem miktarı pislik
gördüğünde onu yıkamak için namazı bozduğu gibi burada da bozar mı bozmaz mı?
doğru cevap birincisi yani bozmasıdır. Çünkü sünnet olan cemâatı terk etmek
namazı kerahetle kılmaktan evlâdır. Nitekim dirhem miktarı pisliği yıkamak için
namazı bozmak böyledir. Zira pisliği yıkamak vacibtir. Onu yapmak sünneti
yapmaktan evlâdır. Dirhem miktarından az olan pislik böyle değildir. Onun
yıkanması müstehabtır. Binaenaleyh onun için sünnet-i müekkede olan cemaat terk
edilemez. Münye şârihi bunu böyle incelemiştir.
T
E N B İ H : Hılye sahibi inceleyerek beyân etmiştir ki, cenâze namazını
kaçıracağından korkmak vakit namazını kaçıracağından korkmak gibidir. Kerahet
bütün namazlarda hatta nâfilelerde câridir. Sacı hotuz yapmaktan murad: Belik
örerek tepesine toplamak ve zamkla tutturmak yahud beliklerini bazan kadınların
yaptığı gibi başının etrafına dolamak veya bütün saçlarını arkaya toplayarak
secde hâlinde yere düşmesin diye iplik ve bezle bağlamaktır. Bunların hepsi
mekruhtur. Çünkü Taberânî'nin beyânına göre Peygamber (s.a.v.) erkeği başı
hotuzlu namaz kılmaktan men etmiştir. Altı hadis imamının rivâyet ettikleri bir
hadiste Resûlûllah (s.a.v.): Ben yedi uzuv üzerine secde etmeğe: Saçımı ve
elbisemi toplamamağa me'mur oldum.» buyurmuştur. şerhi Münye. Hilye'de
Nevevî'den nakl edildiğine göre burada ki kerahet-i tenzihî'dir. Hılye sahibi
bundan sonra: «Hadislerin ibârelerine en uygun olan bu kerahet-i tahrimiye
olmasıdır. Meğer ki tenzihiye olduğuna icmâ sâbit ola. Bu takdirde onunla amel
taayyün eder.» demişlerdir.
Secde
yerinden taş atmayı yasaklayan delil Abdürrezzâk'in hazreti ebu Zer (r.a.) dan
tahriç ettiği şu hadistir. «Peygamber (s.a.v.) e her şeyi hatta secde yerinden
taş atmayı bile sordum. Yâ bir defoda at yahud bırak! buyurdu.» Altı hadis
imamının hazreti Muaykıb'den rivâyet ettikleri bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.):
«Namaz kılarken secde yerinden taş atma! Mutlakâ atmadan olmayacaksa bir defa
at!» buyurmuşlardır. Münye şerhi. Şârihin ruhsatı «tam secde etmek için
olursa...» diye kayıtlaması taşları atmadan alnını hiç bir yere koyamazsa bir
defadan fazla bile olsa taşları atmak alettâyin lazım geldiği içindir. Secde
yerinden taş atmayı terk etmek evlâdır. Çünkü bir hüküm sünnetle bid'at arasında
kalınca bid'atı işlemektense sünneti terk etmek tercih olunur. Halbuki namaza
başlamadan secde yerini düzeltmek mümkündür. Bahır.
Namaz
içinde parmak çıtlatmak ve parmaklarını bir birine geçirmek şu delillerle yasak
edilmiştir: İbn Mâce'nin merf'u olarak rivâyet ettiği bir hadiste: «Namazda iken
parmaklarını çıtlatma!» buyurulmuştur. Müçtebâ'da rivâyet olunduğuna göre
mescidde oturup namaz beklerken parmak çıtlatmak yasak edilmiştir. Bir rivâyette
«namaza giderken parmak çıtlatmak yasak edildi.» denilmiştir. İmam Ahmed'le ebû
Davud'un ve başkalarının merfû olarak rivâyet ettikleri bir hadisde: «Biriniz
güzelce abdest alıp namaz maksadiyle evinden çıktığı vakit ellerini birbirine
geçirmesin. Çünkü o kimse namazdadır.» buyurulmuştur. Mi'rac'da nakl edildiğine
göre namazda el çatmak ve parmak çıtlatmak icmâan mekruhtur. Hılye ve Bahır'da
«bu kerahetin kerahet-i tahrimiye olması gerekir.» denilmektedir. Bir hâcetten
dolayı olursa Namaz dışında bunlar mekruh değildir. Bu sözden murad: Namaza tâbı
olmayan fiillerde demektir. Çünkü yukarıda geçtiği vecihle namaza gitmek ve
namaz için mescidde oturmak namaz hükmündedir. Sahihaynda rivâyet edilen bir
hadisde: «Sizden birinizi namaz habs ettiği müddetçe o kimse namazdadır.»
buyurulmuştur. Burada ki hâcetten murad:
Parmakları
rahatlatmaktır. Hâcet yokken boş yere çatmak ve çıtlatmak kerahet-i tenzihiye
ile mekruhtur. Namaz dışında parmak çıtlatmanın mekruh olduğuna nassan tenbih
edilmiştir.
Parmakları
çatmaya (birbirine geçirmeğe) gelince: Hılye sahibi: «Ulemamızdan bu hususta hiç
bir şeye rastlamadım. demiştir. Öyle anlaşılıyor ki, boş yere değil de sahih bir
maksatla velev ki parmakları rahatlatmak için olursa mekruh değildir. Peygamber
(s.a.v.) den sahih olarak rivâyet edilmiştir ki: «Mü'min mü'min için bir birini
perçinleyen binâ gibidir.» buyurmuş ve parmaklarını birbirine geçirmiştir. Çünkü
bu, mânâyı temsil içindir ki o da hissi şekilde yardımlaşma ve birbirleriyle
dayanışmadır.
METİN
Tehassur
yani ellerini böğrüne koymak yasak edildiği için mekruhtur. Namaz dışında ise
tenzihen mekruh olur. Bütün yüzü ile veya yüzünün bir kısmını çevirerek bakmak
da yasak edildiği için mekruhtur. Göz ucu ile bakmak tenzihen mekruhtur. Göğsünü
döndürerek bakmak iç.e evvelce geçtiği vecihle özürsüz olursa namazı bozar. Yüzü
kıbleden çevirmek namazı bozar diyen de olmuştur. Bunu diyen Kâdıhan'dır. Fakat
mutemed kavle göre bozmaz. Köpek gibi ayaklarını dikerek oturmak, erkeğin secde
halinde kollarını yere döşemesi de yasak edildiği için mekruhtur.
İZAH
Sahihaynda
ve diğer hadis kitablarında rivâyet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) namazda
elleri böğürlere koymaktan men etmiştir. Tahassur hakkında başka te'villerde
varsa da en güzeli şârihin dediği gibi böğrüne koymaktır. Meselenin tamamı Münye
şerhi ile Bahır'dadır.
Bahır
sahibi: «Öyle anlaşılıyor ki mezkûr nehiden dolayı namazda bu kerahet
tahrimîdir.» demiştir, birde bunda sünnet vecihle el bağlamayı terk vardır.
Nitekim Hidâye'de bildirilmiştir. Yalnız bu ikinci illet kerahet tahrimiye
iktiza etmez. Evet elleri böğründen başka bir uzvun üzerinede koymanın mekruh
olduğunu iktiza eder.
Namazda
bakınmayı yasak eder. delil. Tirmizi'nin hazreti Enes'den rivâyet ederek
sahihlediği şu hadistir: «Sakın namazda bakınma! çünkü namazda bakınmak helâk
olmaktır. Mutlaka bakınmak lazımsa farzda değil de hiç olmazsa nâfilede olsun!»
Buharî'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.): «Namazda bakınmak bir
hırsızlamadır. Şeytan onu kulun namazından çalar.» buyurmuştur. Gâyedebakınma
özürsüz olursa diye kayıtlanmıştır. Burada ki kerahetin keraheti tahrimiye
olması gerekir. Nitekim hadislerin zahiri de bunu göstermektedir. Bahır.
Zeyleî
ile Bâkanî'nin Mültekâ şerhinde bildirildiğine göre göz ucuyla bakmak yüzü hiç
yerinden çevirmemek suretiyle olursa mubahtır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)
namazında gözünün ucuyla eshâbına bakardı. Bu söz buradakine aykırı düşmemek
için keraheti tenzihiye ihtiyaç olmadığı zamana hamledilir. Yahud mubahtan
şer'an memnu olmayan mânâsı kast edilir. Evlânın hilâfı memnu değildir.
«Yüzü
kıbleden çevirmek namazı bozar.» Diyenlerden biride Hulâsa sâhibidir. En
münâsibi bilumum kitablarda denildiği gibi mekruhtur. demektir. Namazı bozmaz.
Bunun namazı bozmaması Münye ve Zahîre'de derhal kıbleye dönmekle
kayıtlanmıştır.
Bahır
sahibi diyor ki: «Galiba münye sahibi feteva kitabları ile umum fıkıh
kitablarında bildirilenleri toplamış; bozar diyenlerin sözünü derhal kıbleye
dönmediği, bozmaz diyenlerin sözünü de derhal döndüğü surete haml etmiştir ki
her halde birincinin amel-i kesîr, ikincinin amel-i kalil (az meşguliyet)
olduğuna bakmış olacaktır. Ama ihtimalden uzaktır. Zira bu az amele devam onu
çok amel yapmaz. Çok amel ancak göğsünü kıbleden çevirmektir.»
Ben
derim ki: Bütün yüzü ile sağa ve sola uzun zaman bakarsa uzaktan onu gören
namazda olmadığına şübhe etmez. Bana öyle geliyor.
Köpek
gibi oturmak meselesine gelince: Bu bapta Nehir'de şöyle denilmiştir: Çünkü
Peygamber (s.a.v.) köpek gibi oturmaktan nehi buyurmuştur».
Tahavi
bu oturuşu: Çantılarının üzerine oturup uyluklarını dikmek dizlerini göğsüne
toplayarak ellerini yere koymaktır. diye tarif etmiştir.
Kerhî
ise: Ayaklarını dikip ökçeleri üzerine oturmak ve ellerini yere koymaktır.
demiştir. Ekser ulemanın kabul ettikleri esah kavil birincisidir. Yani hadisden
murad odur. Yoksa Kerhî'nin söylediği mekruh değildir mânâsı kasd edilmemiştir.
Fetih'dede böyle denilmiştir. Bahır sahibi: «Birinci kavle göre kerahetin
tahrime. ikinci kavle göre tenzihiye olması icap eder.» diyor.
Ben
derim ki: İkinci kavle göre kerahetin tenzihî olması bu fiil köpek oturuşu
olmadığına binâendir. Kerahet ancak sünnet vecihle oturuşu terk ettiğindendir.
Nitekim Bedâyi'de bununla ta'lil edilmiştir. Köpek oturuşu Kerhî'nin kavli ile
tefsir edilirse ahkâm tersine döner.» Nehir'in sözü burada sona erer.
Bahır
sahibi diyor ki: «Söylendiğine göre bundan nehiy edilmesi tenbellerin sıfatı
olduğu ve hali tahkir edildiği içindir. Hem bunda yırtıcılara ve köpeklere
benzemek vardır. Anlaşılıyor ki, burada ki kerahet kerahet-i tahrimiyedir. Çünkü
nehiy mevcuttur. Bu mânâdan değiştirecek bir şeyde yoktur
METİN
Namaz
kılan kimsenin insan yüzüne karşı durması mekruhtur. Nitekim insanın bütününe
karşı durması da böyledir. İnsana karşı namaza durmak namaz kılandan gelmişse
kerahet onadır. Aksi halde duran kimseye aittir. Velev ki uzak olsun. Yeter ki
arada mani bulunmasın. Evvelce görüldüğüvecihle eli veya başı ile selâm almak ta
mekruhtur.
FERİ
BİR MESELE: Namaz kılan kimseye söz söylemekte, onunda başiyle cevap vermesinde
beis yoktur. Mesela: Ondan bir şey istenir yahud bir dirhem gösterilerek bu
geçer mi denildiğinde başiyle evet veya hâyır diye işâret eder. Yahud kaç rekat
kıldınız diye sorulurda e!i ile iki rekat kıldığına işâret eder. Ama ileri
denilirde ilerlerse yahud safa biri girerde hemen ona yer açarsa namazı bozulur.
Bunu Halebî ve başkaları söylemişlerdir. Evvelce Bahır'dan nakl ettiğimiz bunun
hilafınadır özürsüz bağdaş kurarak oturmak tenzihen mekruhtur. Çünkü bunda
sünnet vecihle oturuşu terk etmek vardır. Namaz dışında ise mekruh değildir.
Zira Peygamber (s.a.v.) eshabının yanında ekseriyetle bağdaş kurarak otururdu.
Ömer (r.a.) da öyle yapardı. Esnemekte mekruhtur. Velev ki namaz haricinde
olsun. Bunu molla Miskîn söylemiştir. Çünkü esnemek şeytandandır. Peygamberler
ondan mahfuzdurlar.
Hâsılı:
Köpek oturuşu iki şeyden dolayı mekruhtur. Biri neniy edildiğinden, biride
sünnet vecihle oturuşu terk ettiğinden dolayıdır. Köpek oturuşu Tahavî'nin
dediği gibi tefsir edilirse - ki esah olan odur - kerahatı tahrimiye ile mekruh
olur. Çünkü bu hususta nehiy vardır. Kerhî'nin sözüne göre kerahet tenzihiye ile
mekruh olur. Zira sünnet vecihle oturuşu terk etmiştir. Hâssatan o şekil için
nehiy bulunmadığı için kerahet tahrimiye ile mekruh olmaz. Köpek oturuşu
Kerhî'nin sözüne göre tefsir edilirse mezkûr hüküm aksine döner.
Ben
derim ki: El Muğrip nâm eserde bu oturuş Tahavî'nin sözüne göre tefsir
edildikten sonra şöyle denilmiştir: «Fukahanın tefsiri iki secde cantılarını
ökçeleri üzerine koymaktır. şeytan ökçeside budur.» Bedâyi'de bu söz Kerhî'ye
nisbet edilmiş ve: «Hadisde yasak edilen şeytan ökçesi budur,» denilmiştir.
Hadisden
murad: Müslim'in Âişe (r.a.) dan rivâyet ettiği şu hadistir: «Rasûlüllah
(s.a.v.) şeytan ökçesini ve erkeğin kollarını yırtıcı hayvan gibi yere
döşemesini yasak ederdi.» Bir rivayette «şeytan nöbeti» denilmiştir ki, bu da
mekruhtur. Nitekim Hılye ve diğer kitablarda beyân edilmiştir. Allâme Kâsım
fetevâsında şunları söylemiştir: «Ayakları dikip ökçeleri üzerine oturmaya
gelince: bildiğimize göre bütün oturuşlarda hilâfsız mekruhtur. Yalnız
Nevevî'nin bildirdiği vecihle İmam Şâfiî'nin bir kavlinde iki secde arasında
müstehap imiş.»
Erkeğin
secde halinde kollarını yere döşemesi mekruhtur. Yukarıda geçen hadise teb'an
«erkeğin» kaydı bumda da zikir edilmiştir Birde kadın yere döşenir.
İZAH
Buharî'nin
sahihinde bildirildiğine göre hazreti Osman (r.a.) namaz kılan kimsenin
karşısına durmayı kerih görmüştür. Kâdı lyâz bu kavli ekser ulemadan nakl
etmiştir. Tamamı hılye'dedir.
Münye
şârihi diyor ki: «Bezzâr'in hazreti Ali'den rivayet ettiği şu hadisde buna haml
edilmiştir: Peygamber (s.a.v.) bir odama karşı namaz kılan birini gördü de ona
namazı tekrar kılmasını emir buyurdu. Tekrarlama emri keraheti gidermek içindir.
Çünkü kerahetle eda edilen her namazın hükmü budur. Yoksa namaz bozuldu diye
değildir.» Anlaşılan burada ki kerahet kerahet-itahrimiyedir. Sebebi yukarıda
beyân ettiğimizdir. Birde Hılye'de imam ebû Yusuf'tan nakl edilen kavildir. Ebu
Yusuf: «İnsana karşı namaz kılan kimse câhil ise öğretirim. Hükmünü bilirse
kendisini te'dip ederim.» demiştir. Bu hal surete tapanların ibâdetine de
benzer.
Arada
mâni bulunmazsa uzaktan bile olsa namaz kılanın karşısına durmak mekruhtur.
Münye şârihi: «Eğer aralarında üçüncü bir şahıs bulunurda arkası namaz kılana
dönük olursa mekruh değildir. Zira kerahat sebebi yoktur. Kerahetin sebebi
surete tapmaya benzemektir.» diyor. Bu sözden anlaşıldığına göre ayağa
kalktığında yüz yüze gelse bile kerahet yoktur. Nitekim Nehir ve Hilye'de böyle
denilmiştir. Hilye sahibi bu sözü daha uygun görmüş ve: «Oturan kimse namaz
kılana sütre olur ve arkasından geçmek mekruh değildir. Burada da öyledir. Arada
perde sayılır.» demiştir.
Ben
derim ki: Lâkin Zahîre'de İmam Muhammed'in asılda ki kavli nakl edilmiş: «imam,
hizasında namaz kılan kimse bulunmamak şartiyle dilerse yüzünü cemâata
dönebilir.» denilmiştir. Zahîre sahibi bundan sonra şunları söylemiştir: «(İmam
Muhammed namaz kılanın ilk safda mı yoksa son safda mı olduğunu ayırmamıştır.
Zâhir mezhep budur. Çünkü namaz kılanın yüzü ayakta iken imamın yüzüne karşı
geliyorsa aralarında saflar bile olsa mekruhtur.» Sonra gördüm ki Hayreddin
Remlî itirazı def edemeyen bir cevap vermiştir. En doğrusu yukarıda Münye
şerhinden naklen bildirdiğimizin zâhir rivâyenin hilâfına bina edilmiş
olmasıdır.
Namazda
eli ve başı ile selâm almak mekruhtur. Bunu namazı bozan şeyler bahsinde
görmüştük. Orada bu kerahatin tenzihi olduğunu da kayıt etmiştik. Başı ile selâm
almak hususunda imdâd sahibi şunları söylemiştir: «Bu babta Âişe (r.a.) eser
vârid olmuştur. Namaz kılana söz söylemek hakkında da öyledir. Teâlâ hazretleri:
«O mihrabta namaz kılarken melekler kendisine seslendiler!» buyurmuştur. Acaba
namazdan sonra o selâmı cevaplandırır mı Hattabî ile Tahavî'nin beyânlarına göre
Peygamber (s.a.v.), ibn Mes'ud'un namazdan çıktıktan sonra kabul etmiştir.
Mecma-ar-Rivâyat'ta böyle denilmiştir. «Ama ilerle denilirde ilerlerse ilh.»
sözü şârihin evvelce ileride geleceğini vâad ettiği sözdür. Bu vâadi imamlık
bahsinde «imamına âyeti hatırlatması» cümlesinden az önce söylemiştir. Bizde
orada Şurunbulâliye'den naklen bu sözün zaif olduğunu bildirmiştik. H.
Özürsüz
namazda bağdaş kurmak mekruhtur. Özürden dolayı olursa mekruh değildir, çünkü
özürden dolayı vacip bile terk edilir. Sünnetin terk edilmesi evleviyette kalır.
İbn Hıbbâ'nın sahihinde Peygamber (s.a.v) in bağdaş kurarak namaz kıldığını
bildiren rivâyet bu mânâya haml edilir. Yahud câiz olduğunu bildirmek için öyle
oturmuştur. Bahır. Rasulullah (s.a.v.) in eshabı arasında ekseriyetle bağdaş
kurarak oturduğunu Münye şârihi Kemâl bin Hümâm'dan nakl etmiştir. Bahır'da kenz
sahibi ile diğer fukahadan naklen bildirildiğine göre bununla: «Bağdaş kurarak
oturmanın keraheti büyüklenenlerin fiili olduğu içindir.» diyenlerin sözü red
edilmiştir. Evet, Münye şerhinde: «Diz çökerek oturmak evlâdır. Çünkü tevâzua
daha yakındır.» deniliyor.
Esnemek,
Hılye ve Bahır'da beyan edildiğine göre çene adalelerine tıkanan buharları def
etmek içinağzı şişirerek solumaktır. Esnemek midenin dolu olmasından ve bedenin
ağırlaşmasından meydana gelir. Ben derim ki: Bu sebebten de şeytandan
sayılmıştır. Nitekim sahihaynda rivâyet edilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.):
Esnemek şeytandandır. Biriniz esnerse mümkün olduğu kadar kendini tutsun!»
buyurmuştur. Müslim'in rivâyetinde: «Eli ile ağzını tutsun; çünkü oraya şeytan
girer.» denilmiştir. Elbisenin yeni de el hükmündedir. Ama bu hüküm esnemeyi def
edemediğine göredir. Hulasa'da açıklandığına göre esnerken dudağını dişi ile
zabtetmek mümkün iken bunu yapmayıp ağzını eli veya elbisesi ile kaparsa mekruh
olur. Ebû Hanîfe'den böyle rivâyet olunmuştur.
Bahır
sahibi diyor ki: «Bunun vechi şudur: Ağzı kapamak yasak edilmiştir. Nitekim bunu
ebû Dâvud ve başkaları rivâyet etmişlerdir. Ağzı kapamak ancak zaruretten dolayı
mubah kılınmıştır. Esnemeyi def etmek mümkün olursa zaruret yoktur. Sonra
Müçtebâ'da ağzın sağ el ile kapana cağı bildirilmiştir. Bazıları ayakta sağ el
ile, 'sair yerlerde sol el ile kapanacağını söylemişlerdir.»
Ben
derim ki: Bazılarının kavli daha muvâfıktır. Çünkü yukarıda geçtiği vecihle ağzı
kapamak şeytanı def etmek içindir. Ve pisliği gidermeğe benzer. Bu ise sol el
ile daha uygundur. Lâkin ayakta iken sol el ile kapamak iki eli harekete
getirmek suretiyle çok meşgul olmayı gerektirdiği içîn sağ el ile kapamak
evlâdır. Namazın âdâbı bahsinde Zıyâ'dan naklen ağzın sol elin arkası ile
kapanacağını bildirmiştik. Hılye'de bazı fukahadan naklen namaz kılanın muhayyer
bırakıldığı bildirilmiştir. Sağ eli ile kaparsa içi veya dışı ile kapamakta
muhayyerdir. Sol eli ile olursa arkası île kopar. Buradaki kerahetin tahrimiye
mi tenzihiye mi olduğundan bahis eden görmedim. Ancak namazın adâbı bahsinde
gördük ki, esnerken ağzını kapamak mendubtur.
Esnemenin
kendisine gelince: Tabiatı iktizâsı kendiliğinden ileri gelirse beis yoktur.
Kasten yaparsa tahrimen mekruh olması gerekir. Çünkü abestir. Evvelce geçtiği
vecihle abes namazda tahrimen, namaz dışında tenzihen mekruhtur.
Peygamberler
esnemekten mahfuzdurlar. Namazın âdâbı bahsinde görmüştük ki, bunu hatırlamak
suretiyle esnemeyi gidermek tecrübe ile sâbit bir çâredir.
METİN
Namazda
gözlerini yummak da mekruhtur. Çünkü yasak edilmiştir. Meğer ki huşûu tam yapmak
için yummuş ola, İmamın mihrabta durması mutlak surette mekruhtur. Ayakları
dışarıda olmak şartiyle mihraba secde etmesi mekruh değildir. Zira itibar
ayaklaradır.
Mutlaktan
murad: Kerâhetin sebebi imamın hâli ehli kitaba benzemeğe ta'lil edildiğine göre
onlara benzemesi de mihrabta durması mekruhtur. Cemâatın şaşırmasiyle ta'Iil
edildiğine göre şaşırma yoksa kerahet bulunmadığında şübhe yoktur. demektir.
İmamın yalnız başına yüksek yerde durması mekruhtur. Çünkü yasak edilmiştir.
Yüksekliğin miktarı bir arşındır. Daha az olursa zarar etmez. Bazıları imam
ayırd edilecek kadar olmalıdır demişlerdir. Bu kavil daha güzeldir. Onu Kemâl ve
diğer fukaha zikir etmişlerdir. Bunun aksi esah kavle göre mekruhtur.
İZAH
Namazda
gözlerini yummak: «Biriniz namaza durdu mu gözlerini yummasın!» Hadisiyle yasak
edilmiştir. Bu hadisi ibn Abdîy rivâyet etmiştir. Ancak senedinde zaiflik
vardır. Bedâyi'de bunun sebebi şöyle gösterilmiştir: Sünnet olan vecih secde
yerine bakmaktır Gözlerini yummakta bu sünneti terk etmek vardır. Sonra burada
ki kerahet tenzihiyedir, Hılye ile Bahır'da böyle denilmiştir. Gâliba bu söz,
yasağın sebebi Bedayi'in söylediği olduğu içindir Nehyi haram mânâsına almaktan
değiştiren de odur.
Huşûu
tam yummak için göz yummak. zihni dağıtacak bir şey görmekten endişe etmekle
olur. Bu takdirde gözlerini yummak mekruh değildir. Hatta bazı ulema bunun evlâ
olduğunu söylemişlerdir. Hılye ile bahır'da bunun uzak bir ihtimal olmadığı
bildirilmiştir.
«Zira
itibar ayaklaradır!» Onun için ayakların yerinin temiz olması bir rivâyetle şart
kılınmıştır. Secde yeri öyle değildir. Zira bu hususta iki rivâyet vardır. Keza
bir kimse filânın hanesine girmem diye yemin etse ayaklarını o şahsın hânesine
koymakla yemini bozulur. Velev ki bedenin geri kalan yeri hânenin dışında
bulunsun. Avın ön ayakları harem içinde, başı dışında olsa haremin avı sayılır
ve ceza gerekir. Bahır.
«Kerahetin
sebebi ilh...» cümlesi şöyle izâh edilir. İmam Muhammed «el-Cami-is-Sağîr» adlı
eserinde imamın mihrabta durmasının mekruh olduğunu söylemiş; fakat tafsilat
vermemiştir. Onun için fukaha kerahetin sebebinde ihtilaf etmişlerdir. Bazıları:
«kerahetin sebebi. imamın cemâattan ayrı bir yerde bulunmasıdır. Çünkü mihrap
başka bir ev mânâsındadır. Bu ise ehli kitabın işidir.» demişlerdir. Hidâye
sahibi bu kadar söylemekle yetinmiş: İmam Serahsî dahi bunu tercih ederek daha
güzel olduğunu bildirmiştir. Bir takımları kerahetin sebebi, imamın hâlinin
sağında ve solunda bulunanlara şüpheli kalması olduğunu söylemişlerdir.
Birinci
kavle göre imamın mihrabta durması mutlak surette mekruhtur. İkinci kavle göre
şüpheli kalmadığı zaman mekruh değildir.
Fetih
sahibi: «İmamın ayrı bir yerde bulunması matlubtur. Öne geçmesi ise vacibtir.
Nihayet burada iki din sâlikleri birleşmiş oluyor.» diyerek ikinci kavli te'yid
etmiştir. Hılye sahibi de bunu kabul etmiştir. Lâkin Bahır sahibi kendisine
itiraz ile şunları söylemiştir: «Zâhir rivâyenin gerektirdiği hüküm mutlak
surette kerahettir. Birde imamın matlup olan ayrı bulunuşu, başka bir yerde
durmaksızın ilerlemekle hâsıl olur. Onun içindir ki Valvalciye ve diğer
kitablarda: Mescid imamın arkasındakilere dar gelmezse imam bunu yapmamalı;
Çünkü iki yerin birbirine zıd olmasına benzer. denilmiştir. Yani yerin hakikaten
değişik olması cevâza mânidir. denilmek istenmiştir. Şu halde değişme şübhesi
keraheti icap eder. Mihrap mescidden de olsa onun suret ve şekli değişiklik
şübhesi gerektirmektedir.» Bahır'ın sözü kısaltılarak alınmıştır.
Ben
derim ki: Bahır sahibi şunu demek istiyor: Mihrap ancak imamın duracağı yere
alâmet olmak üzere yapılmıştır. Ta'ki sünnet vecihle safın ortasına dursun. İmam
içine girerek namaza dursun diye yapılmıştır. Mihrap mescidin kısımlarından olsa
da başka bir vermiş gibi durur. Ve kerahete sebep olur.
Bu
sözün güzelliği meydandadır. Anla! Lâkin yukarıda geçti ki, benzemek ancak
çirkin şeyde ve benzemek kast edilen yerde mekruhtur. Mutlak olarak mekruh
değildir. İhtimal bu çirkinden maduddur bunu teemmül et! Remlî'nin Bahır
hâşiyesinde: «Fukahanın sözlerinden anlaşılan bu kerahetin tenzihi olmasıdır.»
deniliyor.
T
E N B İ H : Mi'rac-üd-Dirâye'nin imamlık bâbında bildirildiğine göre: Ebu
Hanîfe'den rivâyet edilen en sahih kavil «ben imamın iki direk arasında veya bir
köşesinde, bir tarafında yahud bir direğe karşı namaza durmasını kerih görürüm.
Çünkü bu iş ümmetin ameline muhaliftir.» sözüdür. Ayni eserde şu da vardır:
«Sünnet vecih, imamın safın ortası hizâsına durmasıdır. Görmüyor musun mihrablar
ancak mescidlerin ortalarına dikilmiştir. Bunlar imamın duracağı yeri tâyin
etmişlerdir.»
Tatarhâniye'de:
«İmamın mihrabtan başka bir yere durması mekruhtur. Meğer ki zaruret ola!»
denilmiştir. Bu sözün muktezâsı, imam mihrabı terk ederek başka bir yere durursa
mekruh olur demektir. Velev ki durduğu yer safın ortası olsun. Çünkü ümmetin
ameline muhaliftir. Ama bu söz tayinli imam hakkında zâhirdir. Tayinli olmayan
imama yalnız başına namaz kılan hakkında zâhir değildir. Bu faydayı ganimet bil!
Çünkü sorulmuş fakat bu babta bir nas bulunamamıştır.
İmamın
yalnız başına yüksek yerde durması mekruhtur. Bu hususta ki nehiy: «Peygamber
(s.a.v.) imamın yüksekte durmasını, cemâatın geride kalmasını yasak etti.»
hadisidir Bunu Hâkim rivâyet etmiştir, Fukaha bu hadisi ehli kitaba benzemekle
ta'Iil etmişlerdir. Çünkü ehli kitap imamlarına yüksek bir yer yaparlar. Bahır.
Bu ta'lil nehyin tenzihi olmasını iktiza eder. Hadis ise kerahet tahrimiye
olmasını gerektirir. Meğer ki bu mânâdan değiştirecek bir şey buluna. Remlî.
Ben
derim ki: İhtimal değiştirici şey nehiyin bu şekilde ta'lil edilmiş olmasıdır.
«Bazıları
imam ayırt edilecek kadar olmalıdır. demişlerdir.» Zâhir rivâye budur. Nitekim
Bedâyi'de bildirilmiştir. Bahır sahibi şöyle diyor: «Hasılı sahih kabul edilen
kaviller muhteliftir. Evlâ olan zâhir rivâye ve hadisin ıtlâkı ile amel
etmektir.» Hılye'de dahi bu kavil tercih edilmiştir. «Bunun aksi esah kavle göre
mekruhtur» (yani cemâatın yüksekte, imamın onlardan aşağıda kılmaları mekruhtur)
Zâhir rivâye budur. Zira burada ehli kitaba benzemek bulunmasa bile bütün cemâat
imamdan yukarıya çıkmakla imamı tahkir vardır. Bunu Münye şârihi ifâde etmiştir.
Gâliba kitabımızın şârihi burada ki sahihlemeyi Dürer sâhibine tâbi olarak
Bedayi'in şu sözünden almıştır: «Zâhir rivâyenin cevabı doğruya daha yakındır.»
Bunun mukabili Tahâvînin: «Kerâhet yoktur. Çünkü ehli kitaba benzeme yoktur.»
Sözüdür. Hâniye sahibi: «Umumiyetle fukaha bu kavli tercih etmişlerdir.» Diyerek
bunu benimsemiştir. Tahtavî: «İhtimal kerahet tenzihîdir. Çünkü nehi yalnız
birincisi hakkında vârid olmuştur.» diyor.
METİN
Bütün
bunlar özür bulunmadığına göredir. Cuma ve bayram gibi bir özür bulunurda yer
darlığından cemâat rafların üzerinde, imam yerde yahud mihrabta kılarsa mekruh
olmaz. Nasıl ki esah kavle göre cemâattan bazıları imamın yanında olurlarsa
mekruh sayılmaz. Müslümanların mescidlerinde âdet böyle cereyan etmiştir. Bir
özür de öğretmek veya tebliğ için yüksek yere çıkmaktır. NitekimBahır'da izah
olunmuştur. Evvelce bildirmiştik ki, boş yeri bulunan safın arkasındakine durmak
mekruhtur. Zira yasak edilmiştir. Boş yer bulamasa bile yalnız başına durmak da
mekruhtur. Belki saftan birini yanına çeker. Bunu ibn Kemâl söylemiştir. Lakin
fukaha: «Bizim zamanımızda bunun terki evlâdır demişlerdir. Onun için Bahır'da:
«Yalnız başına durmak mekruhtur. Meğer ki softa yer bulamamış ola!» denilmiştir.
Üzerinde canlı resimleri bulunan elbise giymek de mekruhtur.
İZAH
«Bütün
bunlar» yani yukarı ki üç meselede ki kerâhet özür bulunmadığına göredir. Özür
bulunursa kerahet yoktur. Meselâ: Cuma ve bayram günlerinde ki kalabalık birer
özürdür. «Nasıl ki esah kavle göre cemaattan bazıları imamın yanında olurlarsa
mekruh sayılmaz.» Bu cümle musannıfın: «İmamın yalnız başına yüksek yerde
durması mekruhtur.» Sözünün muhterezidir. Yani musannıf o cümle ile bundan
itiraz etmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Yalnız başına diye kayıtlaması yanında
cemâattan bazıları bulunursa iş değiştiği içindir. Bu takdirde bazıları yine
mekruh olur demişse de esah kavle göre mekruh değildir, Ekseriyetle şehirlerde
ki müslüman camilerinde âdet böyle devam edegelmiştir. Muhit'te böyle
denilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre özürsüz bile olsa mekruh değildir, aksi
takdirde üst tarafındakine dahil olur.
«Bir
özür de öğretmek veya tebliğ için yüksek yere çıkmaktır.» Bu sözü Bahır sâhibi
Hılye'ye tâbi olarak imam Şâfiî'nin mezhebi diye rivayet etmiş; ve imam-
A'zam'dan da bir rivâyet olduğunu söyleyenler vardır.» demiştir.
Ben
derim ki: Lakin Mi'racta şu ibâre vardır: «Şâfiî rahimellah da bizim kavlimizle
amel etmiştir. Ancak imam cemâata namazı öğretmek ister yahud cemaattan biri
imamın sesini cemâata tebliğ etmeyi dilerse o zaman bize göre mekruh olmaz.»
Bundan anlaşılır ki, imamın yüksek bir yerde özürsüz durması nasıl mekruh ise
cemâattan birinin de yalnız durması mekruhtur. Velev ki imamla birlikte bir
taife bulunsun.
Fukahadan:
«Bizim zamanımızda bunun terki evlâdır.» diyen kınye sahibidir. Ve bu sözü bazı
kitablara nisbet ederek şöyle demiştir: «Bir kimse cemâata gelirde safta yer
bulamazsa bazıları bunun yalnız başına duracağını ve mazur sayılacağını
söylemişlerdir. Bazıları saftan birini yanına çekip onun yanı başına duracağını
bildirmişlerdir. Esah olan kavil Hişam'ın imam Muhammed'den rivâyetidir ki, O da
rükûa kadar beklemektir. Bu arada yeri gelirse ne alâ! Yoksa yanına saftan
birini çeker; yahud safa girer.» Bundan sonra kınye sâhibi şöyle demiştir:
«Bizim zamanımızda yalnız durmak evladır. Çünkü avam tabakası ekseriyetle
câhildir. Çekerse namazı bozulur.» Hazâin sahibi de şöyle demiştir: «Ben derim
ki: Bu iş başına gelene bırakılmalıdır. Eğer dininden veya sadakatinden dolayı
rahatsız olmayan birini görürse onu sıkıştırır. Yahud bilen birini görürse
yanına çeker. Aksi takdirde yalnız durur.» Bu güzel bir yatıştırmadır. İbn
Vehbân manzumesinin şerhinde bunu tercih etmiştir.
«Onun
içinde bahır'da: Yalnız başına durmak mekruhtur. Meğer ki safta yer bulamamış
ola!, denilmiş; softan birini çekmekten bahis edilmemiştir.
Üzerinde
canlı resimleri bulunan elbise giymek de mekruhtur. İleride cansız resimlerinin
mekruh olmadığı gelecektir. Kuhıstâni diyor ki: «Bu söz baş resminin mekruh
olmadığını gösterir. Ama bu ihtilaflıdır. Nitekim böyle bir elbiseyi edinmenin
câiz olup olmadığı da ihtilaflıdır. Muhit'te böyle denilmiştir. Bahır sahibi,
«Hulâsa'da bildirildiğine göre elbisede resim bulundurmak mekruhtur; içinde
namaz kılsın kılmasın fark etmez.» diyor. Bu kerahet kerahet tahrimiyedir.
Nevevî'nin Müslim şerhindeki sözünden anlaşılan, hayvan suretinin haram olduğuna
icma bulunmasıdır. Nevevî şöyle demiştir: «Hayvan suretini ister sanatı olduğu
için yapsın: ister başka bir sebeble yapsın müsavidir. Resim yapmak her halde
haramdır. Çünkü bunda A L L A H talânın yaratmasına benzemek vardır. Resmin
elbisede. yaygıda, parada. kapta, divarda ve başka yerde olması fark etmez.»
Bahır'da kısaca şöyle denilmektedir: «İcmâ ile yahud mütevatir kati delil ile
sâbit olmuşsa o halde mekruh değil haram olması gerekir.» Bahır sahibinin
«gerekir.» demesi Hulâsa sahibinin mekruh adını vermesine
itirazdır.
Ben
derim ki: Lâkin Hulâsa sahibinin murâdı metinlerde açıklanan giymektir. Buna
delil: Yine Hulâsa sâhibinin bundan sonra: «Ama namaz kılarken elinde bulunursa
mekruh olmaz.» sözüdür. Nevevi'nin sözü resim yapmak hususundadır. Resim
yapmanın haram olmasından o resimle namaz kılmanın da haram olması lazım gelmez.
şu delil ileki: Resim yapmak haramdır. Velev ki para üzerindeki gibi külcük
olsun. Yahud elinde veya gizli bir yerde veya tahkir edilir şekilde olsun.
Halbuki bununla namaz kılmak haram değildir. Hatta mekruh bile sayılmaz. Çünkü
resim yapmanın haram olmasına sebep AIIah'ın yaratmasına benzemektir. Bu illet
söylediklerimizin her birinde mevcuttur. Resimle namaz kılmanın mekruh olmasının
illeti ise hırıstiyanlara benzemektir. Bu söylediklerimizin hiç birinde yoktur.
Nitekim gelecektir. Bu izahı ganimet bil!
METİN
Namaz
kılanın başı üzerinde veya önünde yahud hizasında sağında solunda veya secde
yerinde canlı resim bulunmak mekruhtur. Velev ki dayalı yastıkta olsun. Dayalı
olmayan döşeli yastıktaki resim mekruh değildir. Canlı resmi arkasında bulunursa
mekruh olup olmayacağında ihtilaf edilmiştir. En uygunu mekruh olmasıdır. Canlı
resmi ayaklarının altında veya oturduğu yerde bulunursa mekruh değildir. Çünkü
tahkir edilmiştir. Elinde veya yüzüğünün üzerine belli olmayacak şekilde nakş
edilmiş bulunursa yine mekruh değildir.
Bahır'da:
«Bunun ifâde ettiği mânâ, belli olacak şekilde ise mekruh olmasıdır. Kese, para
çantası, perde ve başka bir elbise ile örtülen resim mekruh değildir.» denilmiş.
Musannıf ta bunu kabul etmiştir.
Şumunni'nin
ibâresi şöyledir: «Canlı resmi bedeninde bulunursa mekruh değildir. Çünkü
elbisesiyle örtülmüştür.» Yahud resim küçük olup yere konulduğunda ayakta ona
bakan bir kimse uzuvlarının ayrıntılarını seçemezse bunu Halebi söylemiştir-
veya başı yahud yüzü kesik olursa yahud kesildiği takdirde hayvanın
yaşayamayacağı bir uzvu imha edilmiş olursa kerahet yoktur.
İZAH
Namaz
kılanın başı üzerindeki resimden murad tavana asılandır. Mi'rac. Resim divarda
çizilmiş olsun, bir yere dayalı veya asılı olsun fark etmez. Nitekim Münye ve
şerhinde beyan edilmiştir.
Ben
derim ki: Anlaşılan Haç da canlı resmine mülhaktır. Velev ki canlı resmi
olmasın. Çünkü bunda hırıstiyanlara benzemek vardır. Kötü şeylerde onlara
benzemek kasten yapılmasa bile mekruhtur. Nitekim evvelce geçti.
Yere
döşenmiş olan yastıktaki resim mekruh değildir. Hidâye'de şöyle deniliyor:
«Suret yere konmuş yastıkta veya döşenmiş yaygıda olursa mekruh değildir. Çünkü
üzerine basılıp çiğnenir. Ama dayanmış olursa böyle değildir. Çünkü bu ona
ta'zim sayılır.»
Canlı
resmi namaz kılanın arkasında bulunursa en uygun kavil mekruh olmasıdır. Ama
keraheti en hafif olanı da budur. Çünkü bunda tazim ve benzeme yoktur. Miraç.
Bahır'da bildirildiğine göre en şiddetli kerahet resmin namaz kılanın kıblesinde
bulunmasıdır. Ondan sonra başının üzerinde, daha sonra sağında, sonra solunda
divara asılı bulunan, en sonra arkasın da divarda veya perdede olan gelir.
Ben
derim ki: Her halde arkasında bulunan resme, divar veya perdede bile olsa ta'zim
edilmemesi onu arkasına almakla tahkir ettiği içindir. Bu asıldığı zaman ifâde
ettiği ta'zime aykırı düşer. Döşenmiş yaygıda resim bulunur da üzerine secde
edilmezse bunun hilafınadır. Çünkü bu her vecihle tahkir edilmiş sayılır. Bundan
anlaşılır ki bütün bu meselelerde kerahetin illeti ya tazim yahud benzeyişidir.
Aşağıda gelenler bunun hilâfınadır
Resim
ayaklarının altında veya üzerine basılan yaygı ve yastıkta olursa mekruh
değildir. Musannıf «resim elinde olursa» demiş; Şumunnî ise bunun yerine: «Resim
bedeninde olursa» ifadesini kullanmıştır. Şarih bunu zikir etmekle musannıfın
ibâresindeki eşkâle işâret etmiştir. Eşkal şudur: Resim elinde olursa ellerini
yere koymaya mani olur. Ellerini yere koymak sünnettir. Elinde resim olmasa bile
bu sünneti terk etmek mekruhtur. Resim olunca nasıl mekruh olmaz! Ancak resmi
elinde tutmayıp eline asılı bulunduğu ve benzeri kast edilirse eşkâl ortadan
kalkar. Münye şerhinde böyle denilmiştir. «Benzeri» kelimesiyle resmin eline
çizilmiş olmasını anlatmak istemiştir. Mi'rac'da beyân olunduğuna göre elinde
resimler bulunan kimsenin imamlığı mekruh değildir. Çünkü bunlar elbise ile
örtülüdür. Belli olmazlar; ve yüzük taşındaki resim mesabesindedirler. Bu
ibârenin bir misli de Bahır'da Muhit'ten nakl edilmiştir.
Öyle
anlaşılıyor ki. resim döğme ile deriye zerk edilmiş olsa bile mekruh değildir.
Bu onun pis olmadığını da ifâde eder. Nitekim necasetler bahsinin sonunda izah
etmiştik. Oraya müracaat et;
Namaz
kılan kimsenin kesesinde veya para çantasında üzerlerinde ufak resimler bulunan
paralar olursa mekruh sayılmaz. Zira örtülmüşlerdir. Bahır. Bu sözün muktezâsı
açıkta olurlarsa namazın mekruh olmasıdır. Halbuki ufak resimle namaz kılmak
mekruh değildir. Nitekim gelecektir. Lâkin evde resim bulundurmak kerahet-i
tenzihiye ile mekruhtur. Nehir. Resimli elbisenin üzerinde onu örten başka bir
elbise bulunursa resim örtüldüğü için o elbise ile namaz kılmak mekruh değildir.
Bahır.
Hizâne'de
mekruh olan resmin tahdidi hususunda: «Suret kuş kadar olursa mekruhtur. Daha
küçük olursa mekruh değildir.» denilmiştir. Başı kesilmiş resimle namaz kılmak
mekruh değildir. Yani ister resim başsız çizilmiş olsun; ister sonradan
koparılmış ve keza ister başın üzeri eser kalmamak şartıyle. ipliğe dikilmek
ister boyanmak, kazınmak ve yıkanmak suretiyle yok edilsin hüküm budur. Çünkü
başsız resme âdeten tapan yoktur. Ama baş hali üzere kalmak şartıyle bedenden
bir ipliğe kesilirse kerahete aykırı değildir. Çünkü bazı kuşların boyunları
doğuştan halkalı olur. Binaenaleyh iplikle resmi kesmek tahakkuk etmez. Resmin
başla kayıtlanması kaş ve gözlerin giderilmesine itibar olmadığı içindir. Zira
resme bunlarsız da tapılır. El ve ayakların kesilmesine de itibar yoktur. Bahır.
Hâsılı canlının aslî rükünlerinden sayılan ve kesildiği zaman o canlı yaşamayan
bir uzvu resimden silinirse onunla namaz kılmak mekruh değildir. Resimden
canlının mesela: karnı oyulursa hüküm yine böyle midir? öyle anlaşılıyor ki
açılan delik büyük olur da resme noksanlık verirse ayni hükümdedir. Noksanlık
vermezse tam resim hükmündedir. Nitekim resme tutulup kapılmak için bir sopa
yeri oyulur ve oyuncak suretlerde olduğu gibi bu sopa resimden ayrılmazsa tam
resim hükmünde kalır.
METİN
Cansız
eşya resimleri mekruh değildir. Çünkü bunlara tapılmaz. Cibril hadisi tahkir
edilmeyen resimlere mahsustur. Nitekim bunu İbn Kemâl izah etmiştir. Paralar
üzerindeki resimler sebebiyle rahmet meleklerinin girmemesi hususunda hadis
uleması ihtilâf etmişlerdir, Kâdı İyâz bunların meleklerin girmesine mâni
olmadığını. Nevevî ise mâni olduğunu söylemişlerdir. Namazda âyet ve sureleri.
tesbîhleri el ile saymak mutlak surette tenzihen mekruhtur. Velev ki nâfile
namazda olsun.
İZAH
Cansız
eşya resimleri mekruh değildir. Çünkü biri İbn Abbas (r.a.)'a resim yapmanın
hükmünü sormuş da İbn Abbas şu cevabı vermiştir: «Eğer mutlaka yapmak lazım
geliyorsa hiç olmazsa ağaç ve cansız eşya resmi yap!» Bunu Buhari ile Müslim
rivâyet etmişlerdir. Ağacın meyvelisi ile meyvasızı arasında fark yoktur.
Mücâhid buna muhalefet etmiştir. Bahır. «Çünkü bunlara tapılmaz.» yani mezkür
cansızlara tapılmaz. tapılmayınca benzeme de meydana gelmez. şâyed: «güneşe aya,
yıldızlara ve yeşil ağaca tapanlar vardır.» denilirse şu cevabı veririz:
Bunların suretlerine değil, aynilerine taparlar. Bu izaha göre bu eşyanın
aynilerine karşı namaza durmak mekruh olur. Mirac. Yani bunlara ayniyle
tapıldığı için mekruhtur. Suretleri yapılır da onlara karşı durulursa mekruh
olmaz.
Cibril
hadisinden murad: Hazreti Cibril'in Peygamber (s.a.v.)'e: «Biz içinde köpek ve
suret bulunan eve girmeyiz.» Sözüdür. Bunu Müslim rivâyet etmiştir. Bu bir
itirazın cevabına işarettir. İtiraz şudur: «Yukarıda zikir edilenlerin mekruh
olmasında kerahetin illeti namaz kılınan yere meleklerin girmemesi ise En kötü
yer meleklerin girmediği yer olacağı vecihle suret hakir bile olsa mekruh olması
icap eder. Çünkü Cibril aleyhisselâmın zikir ettiği suret kelimesi siyak-ı
nefide vâki birnekredir. (olumsuzluk bildiren bir belirsiz isimdir.) binaenaleyh
umumi mâna ifâde eder. Yok illet ibâdete benzeyiş ise o zaman mekruh olmamak
gerekir. Meğer ki önünde veya başının üstünde ola!»
Cevap
şudur: İllet birinci söylenendir. İkincisi kerahetin şiddetini bildirir. Şu
kadar varki. mezkûr nassın umumi hakir olmayan resimlere mahsustur. Çünkü İbn
Hibbân ile Nesâî'nin rivâyet ettikleri bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:
«Cibril aleyhisselâm Peygamber (s.a.v.)'ın yanına girmek için izin istedi. O da
gir! emrini verdi. Cibril: Nasıl gireyim, senin evinde resimli perde var. Şâyed
bunu kullanmadan olmayacaksa bari başını kes; yahud o perdeyi parçalayarak
yasdık veya yaygı yap!» dedi. Evet, buna şöyle itiraz olunabilir: Yaygının secde
yerinde resim bulunursa yukarıda izah edildiğine göre mekruhtur. Halbuki,
meleklerin girmesine mâni değildir. Bunda benzeme de yoktur. Çünkü putperestler
bunun üzerine secde etmezler. Onu diker ve karşısına dürerler. Ancak şöyle
denilirse iş değişir: «Bunda kıyâm ve rükû halinde o resimlere tapmak benzerliği
ve üzerine secde ederse tazim vardır.» Bu izahat Hılye ve Bahır'dan kısaltılarak
alınmıştır.
Ben
derim ki: Ulemânın sözlerinden benim anladığıma göre illet Yâ ta'zim yahud
benzemektir. Nitekim evvelce arz etmiştik. Resimler sağında, solunda veya secde
yerinde ise tazim mânâsı daha umumidir. Zira hu halde benzemek değil. ta'zim
vardır. Kendisinde hem ta'zim hem benzeme bulunan şey daha şiddetle mekruh olur.
Bundan dolayıdır ki, yukarıda geçtiği vecihle mertebeleri birbirinden farklıdır.
Cibril hadisi tazim ile ma'luldür. Bunun delili öteki hadis ve başkalarıdır.
Binaenaleyh meleklerin girmemesi ancak resim tazım edildiği içindir. Namazın
mekruh oluşunu tazimle illetlendirmek, meleklerin girmemesiyle ta'Iilden
evlâdır. Çünkü ta'zim bazan ârizi olur. Meselâ: Resim yere döşenmiş bir yaygı
üzerinde olursa hakirdir. Meleklerin girmesine mani değildir. Bununla beraber o
yaygının üzerinde namaz kılar da resmin üzerine secde ederse mekruh olur. Çünkü
böyle yapması resme ta'zimdir. Zâhire göre melekler bu ârızi fiilden dolayı
girmekten çekinmezler.
Feth-ul-Kadir'de
Attâp şerhinden naklen: «Resim arkasında veya ayaklarının altında olursa namaz
mekruh değildir. Lâkin varid olan hadisten dolayı evde suret bulundurmak mekruh
olduğu için mekruhtur.» denilmiştir. Bundan anlaşılan resim hakir bile olsa
meleklerin girmemesi ve böyle resmi yere yayılan seccadelerde bulundurmanın
mekruh olmasıdır ki, yukarıda geçtiği vecihle bu söz tahsis eden hadise
aykırıdır. Şârihin içeriye girmeyen melekleri «rahmet melîkesi» diye
kayıtlaması, hafaza melekleri insandan ancak cima halinde ve helâda iken
ayrıldıkları içindir. Buhari şerhinde böyle denilmiştir. Hafaza meleklerinden
kiramen kâtibin ile insani cinlerden koruyan meleklere şâmil bir mânâ kast
edilmek lazımdır. Nehir. Namazda kıraat babından önce beyan ettiklerimize bak!
Kadı
İyâz paraların üzerindeki resimler sebebiyle rahmet meleklerinin evlere
girmekten çekinmediğini söylemiş: «hadisler tahsis edilmişlerdir.» demiştir.
Bahır sahibi diyor ki: «Bizim ulemamızın sözlerinden anlaşılan da budur. Zira bu
sözün zâhirine göre namazda mekruh olmakyönünden bir tesiri olmayan şeyin
yerinde bırakılması da mekruh değildir. Feth-ul-Kadir ve diğer kitablarda
açıklanmıştır ki. evde küçük suret bulundurmak mekruh değildir.» Kadı İyâz:
«rivâyete göre Ebu Hüreyre (r.a.)'ın yüzüğünde iki sinek resmi varmış.»
demiştir. Küçük resim meleklerin girmesine mani olsa onu evde bulundurmak mekruh
olurdu. Zira böyle bir ev yerlerin en kötüsü olurdu. Hakir resim de böyledir.
Nitekim yukarıda geçti.Yukarı ki hadiste açıkca geçen: «yahud onu parçalayarak
yasdık ve yaygı yap.» ifâdesinin mânâsı budur. Yukarıda Attâp şerhinden naklen
söylenen sözün ise ne kıymette olduğunu gördün.
T
E N B İ H : Bütün bu söylenenler sûreti edinmek hususundadır. yapmaya gelince:
Mutlak surette câiz değildir; çünkü bu evvelce geçtiği vecihle Allah'ın
yaratmasına benzemektir.
H
A T İ M E : Nehir sahibi şunları söylemiştir: «Hulâsa'da bir kimsenin evinde
sûret görenin onu yok etmesi caiz görülmüştür. Bunun vacip olması gerekir.
Ressam kiralasa ona ücret yoktur, Zira yaptığı iş masiyettir. İmam Muhammed'den
böyle rivayet olunmuştur. Bir kimse içinde resimler bulunan bir evi yıksa evin
kıymetini resimler hâric olmak üzere öder.» Alış veriş bahsinin muhtelif
meselelerinde metin ve şerh olarak şu ibâre gelecektir: «Çocuğu avutmak için bir
kimse topraktan yapma elbise veya at alsa sahih olmaz. Onun kıymeti yoktur.
Binaenaleyh itlâf eden ödemez.» Bazıları bunun hilâfını söylemişlerdir "Yani
sahih olur; ve öder» demişlerdir. Kınye. El Müctebâ'nın haram bahsinin sonunda
imam ebu Yusuf'tan naklen: «Oyuncak satmak ve çocukların onlarla oynaması
câizdir.» denilmiştir.
«Namazda
âyet ve sureleri. tesbihleri el ile saymak tenzihen mekruhtur.» keza bu sözü
Bahır sahibi İbn Emîr Hacc'ın Hılye adlı eserine nisbet etmiş; sonra şunları
söylemiştir: «Lâkin Nihâye'nin sözünden anlaşıldığına göre mubah değildir; bu
keraheti tahrîmidir. Nehir sâhibi buna: «Kerahet tenzihiye mubah değildir.» Yani
iki tarafı müsâvi değildir. Diye cevap vermiştir. Remlî buna itiraz ederek:
«Ulema mubah değildir sözünü ekseriyetle haram veya kerahet tahrimiye ile mekruh
mânâsında kullanırlar. Velev ki adı geçen de ıtlak edilsin.» demiştir.
Ben
derim ki: Dürer sahibinin: «Ondan nehi olunduğu için» demesi bunu te'yid eder.
Lâkin Dürer'in hâşiyesinde Nuh efendi: «Elimdeki kitaplarda ben bundan açıkça
nehi eden bir delil bulamadım.» demektedir. Onun için başkaları ta'lil yaparken
sâdece: «Çünkü bu namaz fiillerinden değildir.» demekle yetinmişlerdir. Bu babta
hususi bir nehi bulunsa söylerlerdi. Evet, Hılye'de bildirildiğine göre
isbehânî'nin rivâyet ettiği bir hadiste: «Rasûlüllah (s.a.v) farz namazda
âyetleri saymayı yasak etti. Şübhada yani nâfilede buna ruhsat verdi.»
denilmiştir. Lâkin Hılye sâhibi: «Bu hadis sabit ise nâfilede mekruh değildir.
Sözü tercih edilir. Sâbit değilse, mutlak surette mekruh değildir sözü tercih
edilir ve bunda kerahet tenzihiye murad olunur.» diyor. Sabit bir nehi
olmadığına göre Nihâye'nin sözünü Nehir'deki beyanat ile te'vil lazım gelir.
Onun için şarih onu tercih etmiştir. Tedebbür eyle!
Tesbihleri
el ile saymak parmakla veya elindeki tesbih boncuklarını çekmekle olur.
NitekimBahır'da böyle denilmiştir. «Velev ki nafile namazda olsun.» sözü ıtlakı
beyândır. Zahir rivâyeye göre bu ulemamızın ittifakı iledir. Gayri zâhir
rivâyede imameynden nakl edildiğine göre ise bunda bir beis yoktur. Bazıları
buradaki hilâfın farzlarda olduğunu. nâfilelerde bilittifak kerahet olmadığını
söylemişlerdir. «hilaf nâfilelerdedir, farzlarda mekruh olduğunda hilaf yoktur.»
diyenler de vardır.
METİN
Namaz
dışında ise mekruh değildir. Nasıl ki kalbi ile yahud parmak uçlarını yummakla
saymak namazda da mekruh değildir. Tesbih namazı bâbında varid olan buna haml
olunur.
Fer'i
MESELELER: Riyâ için olmamak şartiyle tesbih edinmekte bir beis yoktur. Nitekim
Bahır'da izâh olunmuştur. Eziyet vereceğinden korkarsa yılan ve akrep öldürmek
mutlak surette mekruh değildir. Çünkü buradaki emir ibâha içindir. Öldürmek
bizim menfaatimizedir. O halde ak yılanı öldürmemek evlâdır. Zira eziyet
vereceğinden korkulur.
«Mutlak
surette» ifâdesinden murad: En açık mânâsına göre velev ki amel-i kesir ile
olsun mekruh değildir demektir. Lâkin Halebî bununla namazın bozulacağını sahih
bulmuştur.
İZAH
Namaz
dışında âyet ve sureleri ve tesbihleri el ile saymak mekruh değildir. Zahir
rivâye budur. Esah olan kavil budur. Bazıları bunu mekruh saymışlardır. Nehir.
Birinci kavlin (yanı mekruh olmadığının) delili Tirmizî'nin Yüseyre'den rivâyet
ettiği şu hadistir.
Yüseyre
: Bize Rasûlüllah (s.a.v.): Tesbih ve takdise dikkat edin! Onları parmak
uçlarınızı yumarak sayın! çünkü bunlar sorguya çekilecek ve
konuşturulacaklardır. Gâfil olmayın ki rahmeti unutmayasınız! buyurdu.»
demiştir. Tamamı Hılye'dedir.
Nevevî
«bu hadisin isnâdı güzeldir.» demiştir. Parmak uçlarını yummak hususunda
Bahır'da şöyle denilmiştir: «Parmak uçlarını yummaya veya kalbden tesbih saymaya
gelince: Bu bilittifak mekruh değildir. Dil ile saymak ise bılittifak namazı
bozar.» Bazıları huşûu bozar diyerek kalbden tesbih saymanın mekruh olduğunu
söylemişlerse de bunun söz götürdüğü açıktır. Nitekim Hılye'de beyân olunmuştur.
Riyâ
olmamak şartiyle tesbih edinmekte bais yoktur. Tesbihin Arabçası misbaha yahud
sübhadır. Sübhanın şeriatta meşhur olan mânâsı nâfile namazdır.
El
Müğrip nâm eserde: «Çünkü nâfile namazda tesbih edilir.» denilmiştir. Tesbih
edinmenin câiz olduğuna delil Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî, İbn Hıbbân ve Hakim'in
Said bin Ebi Vakkas'tan rivâyet ettikleri ve Hakim'in: «isnâdı sahihtir.» dediği
şu hadistir: «Said bin Ebi Vakkas'ı Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte bir kadının
yanına girmiş. Kadının önünde çekirdekler veya çakıl taşları varmış. Bunlarla
tesbih çekiyormuş. Rasûlüllah (s.â.v.): Sana bundan daha kolayını yahud daha
faziletlisini söyleyeyim, buyurmuş ve: Subhanellah: adede ma haleka fis-semâi.
Ve subhanellahi adede mahaleka fil'erdi. Ve Subhanellahi adeda ma beyne zâlik.
Ve Subhanellahi adede mâ hüve hâlik. Vel hamdülillahi misle zâlik. Vellâhu ekber
misle zolik. Velâ ilâhe illellah misle zâlikvelâ hâvle velâ kuvvete İllâ billâh
misle zâlik demiştir.» .
Gökte
yaratılanların sayısınca Allah'ı tenzih ederim. Yerde yaratılanların sayısınca
Allah'ı tenzihederim. Yerle göklerin arasındakilerin sayısınca Allah'ı tenzih
ederim. Allah'ı yarattıklarının sayısınca tenzih ederim. Bir bu kadarda Allah'a
hamd eder; bir bu kadar da Allah'a ekber derim. Bir misli de Allah'dan başka
ilah yoktur. Bir misli de kuvvet ve kudret ancak Allah ile olur, derim.
Yani
kadını tesbih çekmekten nehiy etmemiş: sâdece ona daha kolayını veya dâha
efdalini göstermiştir. Mekruh olsa elbet de nehiy buyururdu. Tesbih çekmek de bu
hadisin ifâde ettiğinden fazla bir şey ifade etmez. Yalnız çekirdeklerin ipliğe
dizilmesi kalır. Böyle bir şeyin ise men etmek için bir tesiri yoktur. Gerçekten
tesbih yapmak ve tesbih çekmek sofiyeden ve başkalarından nakl edilmiştir. Ancak
buna bir riyâ ve gösteriş terettüp ederse o zaman bir diyeceğimiz yoktur. Bu
hadisî şerif dahi bu hususi zikrin mücerret zikirden efdal olduğuna delalet
etmektedir. Velev ki birazcık tekrar etmiş olsun. Hılye ve Bahır'da böyle
denilmiştir.
Yılan
ve Akrep öldürmenin mekruh olmadığına delil Buhari vs Müslim'in rivâyet
ettikleri: «Namazda iki siyahi yani yılanla akrebi öldürün!» hadisidir. Nehir.
bit ve pire öldürme meselesi ise, aşağıda gelecektir. Yılan ve akrebin eziyet
vermesinden korkulmazsa öldürülmeleri mekruh olur. Nihaye.
Bahır'da
Hılye'den naklen: «Akrebi sol ayakkabı ile öldürmek mümkün ise onunla öldürmek
müstehabtır. Zira ebu Davud hadisi bu şekilde rivayet edilmiştir. Yılanda ona
kıyas olunur» denilmiştir.
«Çünkü
buradaki emir ibaha içindir» ifadesi «Öldürülmeleri emir edilmişken neden onları
öldürmek müstehap olmasın?» sualine cevaptır. T. O halde ak yılanı öldürmemek
evlâdır. Eziyet vereceğinden korkulan yılan dümdüz giden ak yılandır. Çünkü
cinnidir. Rasûlüllah (s.a.v.) «Kar açizgili yılanla engerek yılanını öldürün!
Ama sakın ak yılanı öldürmeyin! Çünkü o cinlerdendir» buyurmuştur. Nitekim
Muhit'ta da böyle denilmiştir.
Tahavi
diyor ki «Bunların hepsini öldürmekte beis yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.)
ümmetinin evlerine girmemek için cinlerden söz almıştır. Girerlerse sözlerini
bozmuş olurlar. Binaenaleyh zimmetleri kalmaz. Evla olan özür dileyip uyarmak ve
«Allah'ın izniyle geri dön!» demektir söz dinlenmezse öldürülür»
Bahır'da
bildirildiğine göre bu sözden murad: Namaz dışında uyarmaktır. Hılye sâhibi
şunları söylemiştir. «Tahtavî'ye bir çok ulema muvafakat etmiştir. Bunların
sonuncusu üstadımız (yani ibn Hümâm) dır. O şöyle demiştir: «Doğrusu öldürmenin
helâl olduğu sübût bulmuştur. Ancak evlâ olan, üzerinde cin alâmeti olan yılanı
öldürmemektir. Bu haram olduğu için değil, cinlerden gelecek bir zararı def
etmek içindir.» «En açık mânâsına göre» tabirini imam Serahsi'de kullanmış:
«çünkü bu namaz kılana veril bir ruhsattır. Binaenaleyh abdesti bozulduktan
sonra yürümek gibidir.» demiştir. Bahır. Halebî ise namazın bozulacağını sahih
bulmuş ve kemâl bin Hümâm'a tabi olarak şunları söylemiştir: «Anlaşıldığına göre
hak olan bozulmasıdır. Öldürme emri namazın sahih olmasını, icap etmez. Nitekim
korku namazında da öyledir. Belki böyle yerlerdeki emir yapılmasının mubah
olduğunu bildirmek içindir. Velev ki namazı bozar olsun.» Hılye, Bahır ve nehir
sâhipleriKemâl b. Humâm'ın sözünü nakil ile kabul etmişlerdir ve «Serahsî'nin
sözünü Nihaye sahibi red etmiştir. Çünkü umumiyetle camii sağir şerhlerini ve
Şeyh-ul-İslâm'ın Mebsut'unu rivâyet edenlerin kabul ettikleri amel-i kesir mubah
değildir. Sözüne muhaliftir.» demişlerdir.
METİN
Oturan
veya ayakta duran bir kimsenin sırtına karşı namaz kılmak mekruh değildir. Velev
ki konuşur olsun. Ancak konuşması sebebiyle yanılmaktan korkulursa mekruh olur.
Mushafa veya kılıca karşı namaz kılmak mutlak surette, mum ve kandile karşı
yanar vaziyette ve keza yanan ateşe karşı kılmak mekruh değildir. Zira mecûsiler
ancak kor halindeki ateşe taparlar. Yanan ateşe tapmazlar. Künye Üzerinde
resimler bulunan yaygının resimlerine secde etmemek şartiyle üstünde namaz
kılmak mekruh değildir. Sebebi evvelce geçti.
İZAH
Musannıfın
«oturan kimsenin sırtına karşı» diye kayıtlaması yüzünden ihtiraz içindir. Çünkü
evvelce geçtiği vecihle yüzüne karşı namaz kılmak mekruhtur. «Velev ki konuşur
olsun.» İfadesi konuşmazsa evleviyetle mekruh olmadığına işarettir. Münye
şerhinde beyân olunduğuna göre bu ifade ile «konuşanların ve keza uyuyanların
huzurunda namaz kılmak mekruhtur.» diyenlerin sözü red edilmiştir. Rasûlüllah
(s.a.v.)'den rivâyet olunan: «Uyuyan ve konuşan kimsenin arkasında namaz
kılmayın!» hadisi zaiftir. Sahih rivâyetle nakl edilen bir hadiste hazreti Âişe
(r.a.) şöyle demiştir:
«Rasûlüllah
(s.a.v.) bütün gece namazlarını kılarken ben onunla kıble arasında bulunurdum.
Vitir namazını kılacağı vakit beni uyandırır; Ben de vitiri kılardım.» Bu hadisi
Buhari ile Müslim rivâyet etmişlerdir. Hadisi şerif Hazreti Âişe'nin Uykuda
olmasını iktiza etmektedir. Gerçi Bezzar'ın Müsnedinde: «Rasûlüllah (s.a.v.):
«Ben uyuyanlarla konuşanlara karşı namaz kılmaktan nehiy olundum» buyurmuştur.
Deniliyorsa da o hadis sesle konuştukları ve bundan yanılır veya meşgul olur
diye korkulduğu zamana haml edildiği gibi uyuyanlar hakkında da güldürecek bir
hal zuhur edeceğinden korkulduğu zamana haml edilmiştir.
Mushafa
veya kılıca karşı namaz kılmak mutlak surette mekruh değildir. Yani divarda
asılı olsun olmasın câizdir. Musannıf bu sözü ile Kenz sâhibinin ve başkalarının
«asılı mushaf veya kılıca karşı» demelerinin ihtirazı bir kayıt olmadığına
işaret etmiştir.
Münye
şerhinde şöyle denilmiştir: «Kerahet bulunmamasının vechi şudur: Bazı şeylere
karşı namaz kılmanın mekruh olması onlara tapanlara benzemek olduğu içindir.
Mushaf ile kılıca ise tapan kimse yoktur. Kitap ehlinin mushafa karşı dönmesi
ona tapmak için değil, ondan okumak içindir. Ebû Hanife'ye göre okumak için dahi
mushafa karşı durmak mekruhtur. Onun için asılı diye kayıtlanmıştır. Kılıcın
harp âleti olması Allah Teâlâya niyaz haline münâsibtir. Çünkü niyaz ve dua hâli
nefis ve şeytanla muharebe halidir. Bundan dolayı ona mihrab denilmiştir.»
Yanan
mum ve kandile karşı namaz kılmak mekruh değildir. Gayet-ül-Beyan'da da
bildirildiğine göre tercih edilen kavl mekruh olmamasıdır.
Mum
ve kandiller iki tarafta olursa bilittifak mekruh olmaması icap eder. Nitekim
ramazan gecelerinde âdet budur. Bahır. Yani bu imam hakkında böyledir. Ama
cemâattan bunlara karşı duranlara kerahet vardır. Remli.
Şarihin:
«Zira mecusiler ancak kor halinde ki ateşe taparlar.» sözü mum, kandil ve ateşin
illetidir. T. Bu mesele Kınye'nin kerâhet bahsinde şu sözlerle beyan edilmiştir:
«Sahih kavle göre önünde mum veya kandil varken onlara karşı namaz kılmak mekruh
değildir. Çünkü bunlara kimse tapmaz. Mecûsiler kora taparlar; yanan ateşe
tapmazlar. Hatta yanan ateşe karşı namaz kılmanın mekruh olmadığını söyleyenler
bile vardır.» Bu ibâreden anlaşıldığına göre yanan ateşten murad: Alevi olandır.
Lâkin İnâye'de: «Bazıları mum veya kandile karşı namaz kılmanın mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Nitekim önünde ocak bulunur da içinde kor veya yanan ateş olursa
hüküm budur. zâhirine bakılırsa yanan ateşte kerâhet bilittifaktır. Nitekim
korda da öyledir.» Teemmül et! «Sebebi evvelce geçti;» yani bunlar hakir
şeylerdir. H.
METİN
FER'İ
MESELELER: Elbisesine sımsıkı sarınmak. başını sarıp tepesini açık bırakmak,
ağzını burnunu örtmek. şiddetle öksürmek ve özürsüz her amel kalil mekruhtur.
Meselâ: Eziyet vermeden bit öldürmek her sünnet ve müstehabı terk etmek,
kucağında çocuk taşımak böyledir. Bu babta varid olan hadis «şüphesiz namazda
meşguliyet vardır.» Hadisiyle nesh edilmiştir.
İZAH
Elbisesine
sımsıkı sarınmak elini çıkaracak yer bırakmamak şartiyle tepeden tırnağa ona
bürünmekle olur. Bazıları gömleksiz olarak bir elbiseye sarınmaktır.
demişlerdir. Zeyleî'nin beyanına göre bu Yahudîlerin piştemal sarınmasıdır.
Ta'lilin zâhirinden buradaki nehyin kerahet-i tahrimiye ifâde ettiği
anlaşılıyor. Nitekim benzerlerinde de öyle olduğu evvelce geçmişti.
Başını
sarıp tepesini açmaya Arabça'da İ'ticar denir. Peygamber (s.av.) bunu yasak
etmiştir. Bazılarına göre i'ticar sıcaktan veya soğuktan korunmak yahud
büyüklenmek için sarığını boş örtüsü gibi sararak burnunu örtmektir. İmdâd.
Yukarıda
geçen sebepten dolayı bunun keraheti dahi tahrimidir. Namazda ağzını burnunu
örtmeye de Arabça'da telessüm denir. Zeyleî'nin beyânına göre bunu ateşe
taparken mecûsiler yaparlarmış. Tahtavî Ebu-s' Suud'dan bunun kerahet-ı
tahrimiye ile mekruh olduğunu nakl etmiştir.
Özürsüz
şiddetle öksürmenin hükmü bütün tafsilatında âdi öksürük gibidir. Nitekim Münye
şerhinde beyân edilmiştir. Yani özürsüz olur da bundan iki veya daha fazla harf
meydana gelirse namazı bozar. Bazı nushalarda bunun yerinde yüzük takınmaktan
bahis edilmiştir. Bundan maksat namazda az bir fiil ile parmağına yüzük
takmaktır. Namazda az fiil ile çok fiil arasındaki fark evvelce geçmişti.
Namazda
bit öldürmek hususunda nehir sahibi şunları söylemiştir: «İmam A'zam'a göre bit
öldürmek mekruhtur. imam Muhammed: Bence öldürmek daha eyidir. demiştir. Namaz
kılan bunların hangisini yapsa beis yoktur. İhtimal imam A'zam'a kehlenin kanı
eline veya elbisesine sıçramasın diye onu gömmeyi tercih etmiştir. Velev ki
öldürmekte beis olmasın. Bu izahat bit veemsali fiilen eziyet verdiğine göredir.
Eziyet vermezse fazlası şöyle dursun bili almak bile mekruhtur. Bütün bunlar
mescid dışında olduğuna göredir. Mescid içinde ise eziyet vermek şartiyle
öldürmekte beis yoktur. Mescid içinde biti yere gömmek veya başka bir suretle
üzerinden atmak doğru değildir. Meğer ki namazdan çıktıktan sonra onu bulacağını
aklı kesmiş olsun. Böylece imam A'zam'dan yukarıda nakl ettiğimiz: Mescidden
başka bir yerde namaz kılarken biti yere gömer. Sözü ile yine ondan nakl edilen:
Biti mescidde gömerse isâet etmiş olur. Sözünün arası bulunmuş olur.»
İmdâd
nâm eserde Suyutî'nin Yenbûundan naklen şöyle denilmiştir: «İbn İmad'dan rivâyet
edildiğine göre mescide ölü bit atmak haramdır, çünkü pistir. Diri atılırsa
Malikilerin kitablarında hüküm yine böyledir. Zira hayvanı açlıkla azap
etmektir. Pire böyle değildir. Çünkü o toprak yer. Bu izaha göre diri kehleyi
mescidden başka bir yere atmak dahi haram olur. Bizim kitablarımızda
açıklandığına göre Kehlenin derisini mescide atmak câiz değildir.»
Ben
derim ki: Anlaşılan burada illet mescide saygı göstermektir. Yoksa mezhebimizde
açıklandığına göre akar kanı olmayan bir hayvan suda ölürse onu pislemez.
Sünnet
biri sünneti hüdâ diğeri sünneti zevâid olmak üzere iki kısımdır. Sünnet-i
Hüdâdan murad: Sünnet-i müekkededir. Sünneti zevâid dahi müstehabtan başkadır.
Müstehap mendûp olan şeydir. yahud müstehapla (mendûp da iki ayrı kısımdırlar.
Bunlara do sünnet denildiği olmuştur. Biz bütün bunların tahkikini abdestin
sünnetleri bahsinde yapmıştık. Bahır sahibi resimli yaygıdan bahis ederken
şunları söylemiştir: «Hâsılı sünnet kuvvetli olan müekkede ise terkinin kerahet
tahrimiye ile mekruh olması uzak görülmez. Sünnet-i gayri müekkede olursa onun
terki keraheti tenzihiye ile mekruhtur. Müstehap veya menduba gelince: Onun
terki hiç mekruh olmamak gerekir. Çünkü ulema: Kurban bayramı günü evvela
kurbanından yemek müstehaptır. Ama başkasından yemekte mekruh değildir.
demişlerdir. Şu halde müstehabı terk etmekten kerahetin sabit olması lazım
gelmez Şu kadar var ki ulemanın: «Keraheti tenzihiye ile mekruhun yeri evlânın
hilafıdır.» Sözleri müşkil kalır. Şübhesiz kı müstehabı terk etmek evlanın
hilâfıdır.»
Ben
derim ki: Lâkin bahır sahibi bayram namazı bahsinin kurban etinden yemek
meselesinde müstehabı terk etmekten kerahetin sabit olması lazım gelmeyeceğini,
zira bunun için mutlaka hususi delil gerektiğini açıklamıştır. Usul fıkıh
kitaplarından tahrirde buna işaretle: «Evlânın hilâfı demek hakkında nehiy
sigası bulunmayan demektir. Meselâ: Kuşluk namazını terk etmek böyledir. Kerahet
tenzihiye ile mekruh bunun hilâfınadır» denilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki evlânın
hilâfı umumi bir mana ifâde etmektedir. Her kerahati tenzihiye evlâdının
hilâfıdır. Fakat aksi yoktur. Çünkü evlânın hilâfı bozan mekruh olmayabilir.
Meselâ: Kuşluk namazını terk etmekte olduğu gibi hususi delil bulunmadığı zaman
böyledir. Bu suretle anlaşılır ki, müstehabın terki evlânın hilâfına raci
olmasından mekruh olması lazım gelmez. Mekruh ancak hususi bir nehiy ile sabit
olur. Zira kerahet şer'î bir hükümdür. Onun mutlaka bir delili olması lazımdır.
A L L A H U âlem.
Hacet
yokken namazda çocuğu kucağa almak mekruhtur. Bu babta varid olan hadis nesh
edilmiştir. Bu ifâde bir suale cevaptır. Suâl şudur:
Sahihaynda
ve diğer hadis kitablarında hazreti ebû Katâde'den rivâyet olunduğuna göre
Peygamber (s.a.v.) kızının kızı ümâme binti Zeyneb'i namazda kucağına alır;
secde ettiği zaman bırakırmış, ayağa kalktığında tekrar kucağına alırmış. Şu
halde namazda çocuğu kucağına almak nasıl mekruh olabilir?
Bu
suale bir kaç vecihle cevap verilmiştir. Bunlardan biri şârihin verdiği cevaptır
ki, o da nesh edilmiş olmasıdır. Fakat bu cevap red edilmiştir. Çünkü «şübhesiz
namazda meşguliyet vardır.» Hadisi hicretten evvel vârid olmuştur. Ümame kıssası
ise hicretten sonradır. (yani nesh iddiası doğru değildir.)
İkinci
bir cevap Bedâyi'de zikir edilendir. Buna göre Peygamber (s.a.v.) çocuğu
kucağına alması ihtiyaçtan dolayı idi. O anda çocuğa bakacak kimse yoktu. Mekruh
sayılmaması bundan idi. Yahud bunun namazı bozmadığını fiilen göstermek için
çocuğu kucağına almıştı hâcetten dolayı böyle bir şeyi zamanımızda bizden
birinin yapması da mekruh olmaz. Ama hâcet yokken yaparsa mekruh olur.
Muhakkık
ulemadan İbn Emîr Hâcc hılye nâm eserinde bu mesele üzerinde uzun uzadıya
beyanatta bulunmuş; sonra şunları söylemiştir: «Rasûlüllah (s.a.v.)'in bunu
yapması meşru olduğunu fiilen göstermek içindir. Doğrusu budur ki, Nevevî'nin de
dediği gibi bundan dönülmez. Zira bazılarının bildirdiğine göre fiilen beyan
kavlen beyandan daha kuvvetlidir. Rasûlüllah (s.a.v.) bunun câiz olduğunu fiilen
beyân etmiştir. Bu beyânın zımnında şunlar da vardır.
İnsan
temizdir. İçindeki pislik afv edilmiştir. Çünkü maderindedir. Çocukların elbise
ve bedenleri pislikleri tahakkuk etmedikçe temizdirler. Namazda işlenen fiiller
peşi peşine olmazsa namazı bozmazlar. «Az fiil hiç de bozmaz. ilh...» Tamamı
Hılye'dedir.
T
E T İ M M E : Bunlardan maada bazı mekruhlar daha vardır ki onları Münye ve
Nur-ul-İzah sâhipleri ile başkaları zikir etmişlerdir. Bazıları şunlardır:
Kalbi
meşgul edip huşuu bozacak ziynet, oyun, eğlence gibi şeylerin yanında namaz
kılmak mekruhtur. Onun için canının çektiği bir yiyecek geldiğinde namaza durmak
mekruh sayılmıştır. Hac bahsinde Kıran babından az önce gelecektir ki, namaz
kılan kimsenin ayakkabı gibi eşyasını arkasına koymak mekruhtur. Çünkü kalbini
meşgul eder. Mekruhlardan bazılarını da Hazâin sâhibi şöyle beyan etmiştir.
«Namazda ağzını burnunu örtmek. namaza koşarak gitmek farz namazda özrü yokken
duvara veya sopaya dayanmak mekruhtur. Esah kavle göre nâfile namazda mekruh
değildir.
Rükua
giderken ve rükudan doğrulurken ellerini kaldırmakda mekruhtur. Bunun namazı
bozduğunu söyleyen olmuşsada bu kavil şâzdır. Kırâatı rukûda tamamlamak, kıyâm
halinden başka yerlerde kur'an okumak, başını imamdan evvel secdeye koyup ondan
önce kaldırmak, kabristan ve hamam gibi pis bilinen yerlerde namaz kılmak da
mekruhtur. Ancak bir tarafını yıkayıp da orada kılarsa, kıldığı yerde sûret
bulunmazsa yahud elbise çıkarılan yerde kılarsa veya kabristandanamaz kılmak
için hazırlanmış bir yer bulunup içinde kabir ve pislik bulunmazsa namaz
kılmakta bir beis yoktur. Nitekim Hâniye'de de böyle denilmiştir.» Bu bahsin
tamamı namazın mekruh vakitleri bahsinde geçmişti. Kuhistâni'de bildirildiğine
göre kabre doğru namaz kılmak mekruh değildir. Ancak tamâmen önünde bulunur da
huşu ile kıldığı takdirde kabir gözüne ilişirse o zaman mekruh olur. Nitekim
muzmeratın cenazeler bahsinde de böyle denilmiştir.
METİN
Yılan
öldürmek, hayvanı kaçırmak, tencere taşmak, kendinin veya başkasının bir dirhem
kıymetinde ki malı zayi olmak gibi sebeplerle namazı bozmak mubahtır. Büyük veya
küçük abdest sıkıştırdığı için vaktin çıkacağından yahud cemâatı kaçıracağından
korkmazsa ulemanın hilâfından çıkmak için namazı bozmak müstehabtır. Başı darda
olan, boğulan ve yanan bir kimseyi kurtarmak için namazı bozmak vaciptir. Anne
ve babasından birinin yardım dilemeksizin seslenmesi için ancak nâfile namaz
bozulabilir. Anne ve babadan biri o kimsenin namazda olduğunu bilirse ona icabet
etmemekte bir beis yoktur. Bilmezse icabet eder.
İZAH
Namazı
bozmayı mubah kılan sebeplerle farz namaz dahi bozulabilir. Nitekim İmdâd nâm
eserde beyan edilmiştir. Yılan öldürmekten murad amel-i kesir ile öldürmektir.
Zira evvelce geçtiği vecihle bununla sahih kavle göre namaz bozulur. Hayvanın
kaçması namazı bozmayı mubah kıldığı gibi sürüye kurt hücûm edeceğinden korkmak
da mubah kılar. Bunu Nur-ul-İzah sahibi söylemiştir. Rahmetî'nin beyânına göre
tencerenin taşması ondan sonra zikir edilen dirhem miktarı malın elden
gitmesiyle mukayyettir. Bu hususta tenceredeki yemeğin kendine veya başkasına
aid olması müsâvidir Dirhem miktarı hakkında mecma-ar-Rivâyet'te: «Çünkü daha
azı ehemmiyetsizdir.
«Onun
sebebiyle namaz bozulmaz.» denilmiştir. Lâkin Muhit'in kefâlet bahsinde şöyle
denilmektedir: «Bir dânak (1/6 dirhem) sebebiyle insan hapis olunur Namazın
bozulması ise evleviyette kalır.
Bu
hüküm başkasının malı hakkındadır. Kendi malı ise namazı bozamaz. Esah olan her
ikisinde bozmanın caiz olmasıdır.» Meselenin tamamı İmdât'tadır. Feth-ul-Kadir
sahibi dirhemle takyidi tercih etmiştir.
Şârih
büyük ve küçük abdest Sıkıştırdığı zaman namazı bozmanın müstehap olduğunu
söylüyor. Mevahıb-ur-Rahman ile Nur-ul-İzah'da da böyle denilmiştir. Lâkin bu
hüküm evvelce Hazâin'den ve Münye şerhinden nakl ettiklerimize muhaliftir. O
kitablarda: «Eğer böyle ise yani kalbini namazdan meşgul eder ve huşuğuna mânı
olursa bu takdirde namazı tamamlarsa günahkar olur. Çünkü keraheti tahrimiye ile
edâ etmiş olur.» denilmektedir. Bunun muktezası ise namazı bozmanın müstehâp
değil, vâcip olmasıdır. Yukarıda gecen: «Allah'a ve son güne imam eden bir
kimseye küçük abdesti sıkıştırırken hafiflemedikçe namaz kılmak helâl olmaz.»
Hadisi de buna delalet eder. Meğer ki buradaki meşgul etmeyen hale yorulmuş ola.
Fakat zâhire göre bu namazı bozmaya cevaz teşkil edemez Sonra gördüm ki.
Şurunbulâli burada olduğu gibi bozmanın mendûp olduğunusöyledikten sonra:
«Hadisin hükmü bozmayı icap eder.» demiştir. Vaktin çıkacağından yahud cemâatı
kaçıracağından korkmamak şartiyle ulemanın hilâfından çıkmak için namazı bozmak
müstehabtır.
Bu
hususta Hazâin'in ifâdesi şöyledir: «Namaza mâni olmayan pisliği gidermek için
namazı bozmak müstehaptır. Çünkü ulemanın hilâfından çıkmak müstehaptır.»
Buradaki, ifade daha umumidir. Zira yabancı bir kadının dokunması gibi şeylere
de şâmildir. Vaktin çıkacağından veya cemâatı kaçıracağından korkmamak şartı bu
meseleye aiddir. Büyük ve küçük abdest sıkıştırdığı vakit ise Münye şerhinden
nakl ettiğimiz vecihle cemâatı kaçırsa bile namazı bozar. Doğrusu budur Nitekim
dirhem miktarı pisliği yıkamak için de namazı bozar.
Başı
darda olan bir kimse gerek namaz kılandan yardım istesin, gerekse kimseyi tayin
etmeden imdat dilesin namaz kılanın kurtarmağa gücü yeterse namazı bozması
vacibtir. Tahtavî'nin beyânına göre burada ki vacip tabirinden maksad farzdır.
Âmânın kuyuya yuvarlanmasından korkmak da böyledir Kuyuya düşeceğine kanaat
getirirse namazı bozması icap eder. İmdâd.
Anne
ve babalardan murad ne kadar yukarıya gitseler bile usuldür bunlar yardım
istemeksizin seslenirlerse forz namazı bozmak câiz değildir. Tahtavî: «Bu
ibârenin zâhirine bakılırsa sâdece icâbet vacip olmadığı anlaşılır. Binâenaleyh
mendûp ve câiz kalmasına mâni değildir.» diyor.
Ben
derim ki: Lâkin Feth-ul-Kadir'den anlaşılan câiz olmamaktır. Nitekim İmdâd
sahibide: «Yardım istemeksizin anne ve babasından birinin seslenmesi sebebiyle
namazı bozmak câiz değildir. Çünkü namazı bozmak ancak bir zaruret dolayısıyle
câiz olur.» diyerek bunu açıklamıştır. Tahtavî'de şunu söylemiştir: «Bu hüküm
farz namaz hakkındadır. Nafile namazda bulunur da anne ve babası namazda
olduğunu bildiği halde seslenirse icâbet etmemesinde bir beis yoktur. Namazda
olduğunu bilmezse icâbet eder.»
Nâfile
namazda ise ana baba yardım istemese bile seslenince namazı bozup icâbet etmek
vacip olur. Çünkü Beni İsrâil'in âbidi, icâbeti terk ettiği için zem olunmuştur.
Peygamber
(s.a.v.): «Fakih olsa annesine icâbet ederdi.» Mânâsında bir hadis söylemiştir.
Bu hüküm namazda olduğunu bilmediğine göredir. Bilirse icabet vacip değildir;
Lâkin evlâdır. Nitekim «Beis Yoktur.» ifâdesinden de bu anlaşılır ama şöyle
denilebilir:
«Burada
beis yoktur sözü, icabet etmezse beis vardır; ve âsillik olur. Mânâsı tevehhüm
edilirse onu def etmek içindir: Binaenaleyh icabet evlâdır manasını ifâde
etmez.;) Bu meselenin tamamı farza yetişmek bâbında gelecektir.
METİN
Helâda
bile olsa avret yerini kıbleye çevirmek tahrimen mekruhtur. Esah kavle göre
kıbleye arkasını dönmekde öyledir. Nitekim bâliğ bir kimsenin bir çocuğu kıbleye
karşı çişine tutması ve kezâ uyurken veya başka bir halde ayaklarını kıbleye
doğru kasden uzatmak da mekruhtur. Çünkü terbiyesizliktir. Bunu Molla Bâkir
söylemiştir ayaklarını mushafa veya şer'i kitaplardan birine karşıuzatmak da
mekruhtur. Meğer ki hizâsına gelen yerden yumsekte ola. Bu tâkdirde kerahet
olmadığını Kemâl söylemiştir. Nitekim mescidin kapusunu kapamakta mekruhtur.
Ancak eşyasının çalınacağından korkarsa mekruh değildir. Bununla fetva verilir.
Mescidin üzerinde cinsi münasebette bulunmak, büyük ve küçük abdestini bozmak
keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Çünkü gök yüzüne kadar mesciddir. Özürsüz
mescidi yol edinmek de mekruhtur Kınye sâhibi bunu âdet haline getirenin fâsik
sayılacağını açıklamıştır
İZAH
Musannıf
namazın içindeki mekruhları bitirince namaz dışında onun tabilerinden olan
yerlerdeki mekruhların beyânına başlamıştır. Bahır.
Helâda
bile olsa avret yerini kıbleye karşı çevirmek tahrimen mekruhtur. Delili, altı
hadis kitabında tahric edilen şu hadistir:
«Helâya
gittiğiniz vakit kıbleye önünüzü ve arkanızı dönmeyin! Lâkin doğuya veya batıya
dönün!» bundan dolayıdır ki, iki rivâyetin esah olanına göre kıbleye arka
dönmenin keraheti önünü dönmek gibidir. Bahır.
«Avret
yerini kıbleye çevirmek» tabiri erkek ve kadına şâmildir. Anlaşılıyor ki
kıbleden murad namazda olduğu gibi kıblenin bulunduğu taraftır. Yukarıda gecen
hadisten anlaşılan da budur. «Avret yeri» diye kayıtlamak Şâfiilerin
açıkladıklarını ifâde eder. Onlara göre bir kimse göğsü ile kıbleye dönerde
avret yerini kıbleden çevirirse mekruh olmaz. Aksi bunun hilâfındadır. Nitekim
istinca bahsinde arz etmiştik. Yine orada görmüştük ki mekruh olan büyük ve
küçük abdest bozmak için kıbleye dönmektir. İstinca için dönmek tahrimen mekruh
değildir. Nihâye'de bildirildiğine göre bir kimse kıbleye döndükten gafil olarak
kazayı hâcete otururda sonra aklı başına gelirse beis yoktur. Lâkin kıbleden
dönmeye imkan bulursa döner. Çünkü bu rahmetin muciblerindendir. Ama yapamazsa
beis yoktur.
İstinca
bahsinde ay ve güneşe karşı abdest bozmanında mekruh.olduğu geçmişti. Çünkü
bunlar Allah'ın zâhir âyetlerindendir. Birde bunlarla birlikte melekler vardır.
Nitekim Sirâc'da do böyle denilmiştir. Orada görmüştük ki, zâhire göre hususi
nâs vârid olmadıkça bu babtaki kerâhet keraheti tenzihiyedir. Ve ayla güneşe
karşı durmaktan maksat. bulundukları cihet veya ziyaları değil, kendileridir.
Bütün bunlar orada geçmişti. Müracâat edebilirsin.
Bâliğ
bir kimsenin çocuğu kıbleye karşı çişine tutmanın keraheti hakkında Tahtavî:
«Zâhir olan kerahet tahrimiyedir.» demiştir. Çünkü çocuk bülûğa erdikten sonra
fiili kendisine haram olacak bir şeyi ona yaptırmak bâliğ olan büyüklere
haramdır. Onun içindir ki erkek çocuğa ipek elbise ve ziynet giydirmek. ona içki
içirmek gibi şeyler babasına haramdır. Kıbleye ayak uzatmak meselesinde bir
ayağın hükmüde iki ayak gibidir. Bu hususta çocuk da bâliğ hükmündedir. T.
«Kasten»
tabirinden murad: Özür bulunmamaktır. Bir özürden dolayı veya unutarak uzatırsa
kerahet yoktur. T. «Çünkü terbiyesizliktir.» ifâdesinden burada ki kerahetin
tenzihi olduğu anlaşılıyor. Lâkin istinca bâbında Rahmetî'den naklen arz
etmiştik ki, ileride görüleceği vecihle kıbleye karşı ayaklarını uzatan kimsenin
şâhidliği kabul edilmez. Bu ise keraheti tahrimiye olmasınıiktiza eder. Kayıt
edilmelidir.
«Meğer
ki hizâsına gelen yerden yüksekte ola» ifâdesi mushafla şer'î kitablara
mahsustur. Kıble ise yerden yedi kat göklere kadardır. Zâhirine bakılırsa
buradaki yükseklik azda olsa kâfidir. T.
Ben
derim ki: Yani örfen bir hizâda sayılmayacak kadardır. Bu uzaklık veya
yakınlıkta birbirinden farklıdır. Zira uzakta az yüksek olmakla bir hizâda
bulunmak ortadan kalkmaz. Zâhire bakılırsa çok uzakta mutlak surette kerahet
yoktur.
Mescidin
kapısını kapamak mekruhtur. Bu hususta Bahır'da şöyle denilmiştir: «Mekruh
olması namaza mâni olmaya benzediğe içindir. Tealâ hazretleri: Allah'ın
mescidlerinde isminin anılmasını men eden kimseden daha zâlim kim olabilir!
buyurmuştur. Zamanımız müderrislerinden bazılarının mescidde ders okutmaya mâni
olmasından cahilliği bununla anlaşılmıştır.» Meselenin tamamı Bahır'dadır.
«Ancak eşyasının çalınacağından korkarsa mekruh değildir.» Bu ibâre «bizim
zamanımızda» diye kayıtlamaktan daha güzeldir. (bazıları kayıtlamışlardır.)
Çünkü meselenin esası zarar korkusudur. Zarar korkusu bizim zamanımızın bütün
vakitlerinde sabit olursa namaz vakitlerinden maada her zaman mescidi kapamak
mekruh olmaz. Hiç bir zaman için korku yoksa kapamakta mubah olmaz. Fetih ve
İnâye'de de böyle denilmiştir. Mescidi kapamak hususunda tedbir mahalle halkına
düşer. Çünkü mahalle halkı toplanarak birini mütevelli tayin ederlerse hâkım
emir etmediği halde o kimse mütevelli olur. Bahır ve Nehir.
Mescidin
üzerinde cinsi münasebette bulunmak keraheti tahrimiye ile mekruhtur. Fakat
özürsüz mescid üzerinde yürümek Kâbe'den maada mescidlerde mekruh değildir.
Çünkü ulema Kâbe'nin üzerinde namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Sonra gördüm ki Kuhistânî mescidin üzerine çıkmanın mekruh olduğunu Müfid'den
nakl etmiş! bundan mescidin üzerinde namaz kılmanın da mekruh olması lazım
gelir.
«Çünkü
gök yüzüne kadar mesciddir.» sözü ondan önce beyân olunan cinsi münâsebet ve
abdest bozmanın mekruh olmasına illettir. Zeyleî diyor ki: «Onun içindir ki,
mescidin üzerinde bulunan bir kimsenin mescid içindeki imama uyması câizdir.
Elverir ki imâmdan ileriye geçmesin. Mescidin üzerine çıkmakla itikaf bozulmaz.
Cünüb, hayz ve nifaslının mescidin üzerinde durmaları helâl değildir. Bir kimse
şu hâneye girmeyeceğim diye yemin ederde o hanenin terasında durursa yemini
bozulur.»
Mescidin
üstü gök yüzüne kadar mescid olduğu gibi altıda yerin altına kadar mesciddir.
Nitekim Birî'de beyan edilmiştir. Şimdi şu kalır: Vakıf mescidin altına helâ
yaptırırsa caiz olur mu olmaz mı? Nitekim Dımeşk'de ki mahalletü'şşahın
mescidinde vardır. Bunu açık olarak bir yerde görmedim. Evet kitabımızın vakıf
bahsinde metin olarak gelecektir ki. Vâkıf mescidin altına mescidin yararları
için mahzen yaptırsa câiz olur.
Mescidi
yol edinmek» ifâdesinde bir veya iki defa geçmekle fâsik olmayacağına işâret
vardır. Onun için kınye'de «geçmeyi âdet edinirse» denilmiştir. Nehir. Kınye'de
şöyle deniliyor: «Bir kimse mescide girerde ortasına vardığında pişman olursa
bazılarına göre girdiği kapıdan çıkmaz; başkakapıdan çıkar. Bazıları: namazını
kılar; sonra çıkmakta muhayyer dır. demişlerdir. Abdesti yoksa işlediği sucu yok
etmek için girdiği kapıdan çıkar. Diyenlerde olmuştur.» Bir özürden dolayı
olursa mescidden geçmek caizdir. Ve her gün bir defo tahiyye mescid namazı
kılar. Bunu Bahır sâhibi Hulâsa'dan nakl etmiştir. Yani mescide girmesi tekrar
ederse bir defa tahiyye namazı kâfidir
METİN
Mescide
pislik sokmak mekruhtur. Bu izaha göre mescidde pis yağ don kandil yakmak, pis
çamurla sıvamak, küçük abdest bozmak. velev ki kop içine olsun kan aldırmak câiz
değildir. Çocuklarla deliler çok pislik yaparlarsa kendilerini mescide sokmak
haramdır. Aksi takdirde mekruh olmakla kalır.
Mescide
giren kimsenin ayakkabılarına ve mestlerine dikkat etmesi gerekir. Bunlar
ayağında iken namaz kılmak efdaldir. Bu söylenenler, içinde mescid bulunan bir
evin üzerinde hatta içinde mekruh değildirler. Çünkü orası şer'an mescid
değildir. Cenâze ve bayram namazı kılmak için yapılan namazgah imama uymanın
caiz olması. hakkında mesciddir. Velev ki saflar birbirinden ayrılsın. Bu
cemaata kolaylık olmak içindir. Başka bir şey hakkında mescid değildir.
Nihâye'de bildirildiğine göre fetva bununla verilir. Binaenaleyh böyle bir
namazgâha cünüb ve hayızlı kimselerin gir meleri helâldir. Orası mescid avlusu.
tekke, medrese havz ve pazar mescidi gibidir. Yol ağzında ki mescid böyle
değildir.
İZAH
Mescide
pislik sokmak mekruhtur. Bu hususta Eşbah'da: «Pisleyeceğinden korkulan necaseti
mescide sokmak mekruhtur.» denilmiştir. Bunun ifâde ettiği mânâ, pislik kuru
olursa kerahet bulunmamaktır. Lâkin Fetevay-ı Hindiye'de bildirildiğine göre
bedeninde pislik bulunan kimse mescide giremez.
Şârih'in
«bu izâha göre» ifâdesini ziyade etmesi «pis yağdan kandil i!h...» sözleri eski
ulemanın kitablarında açıklanmadığına işaret içindir. Bu hükmü ulemanın «mescide
pislik sokmak câiz değildir.» Sözüne bina ederek allâme Kâsım vermiştir. Bununla
allâme Kâsım ulemanın «pis yağdan kandil olur.» Sözlerini kayıtlamıştır, Nitekim
Bahır'da beyân olunmuştur.
Pis
çamurla mescidi sıvamak câiz değildir. Bu hususta Fetevâyı Hindiye'de şöyle
denilmektedir: «Pis su ile karılan çamurla mescidi sıvamak mekruhtur. Fışkı ile
karıştırmak bunun hilâfınadır. Çünkü bunda zaruret vardır. O da maksadın ancak
bununla hâsıl olmasıdır. Sirâciye'de böyle denilmiştir.
Kan
aldırmak meselesini Eşbah sahibi inceleyerek şöyle demiştir: «Kop içinde kan
aldırmaya gelince: bunu bir yerde görmedim. Ama fark olmaması gerekir. Yani kan
aldırmakla sidik orasında fark yoktur. Mescidde yellenmekde câiz değildir.
Nitekim Eşbah'da beyan edilmiştir. Selef ulema bunda ihtilaf etmişlerdir.
Bazıları beis olmadığını söylemiş: bir takımları: «Yellenmeğe ihtiyaç duyduğu
vakit mescidden çıkar.» demişlerdir. Hamavî'nin Camii Sağir şerhinden nakline
göre esaholanda budur.
Çocuklarla
delileri mescide sokmamanın haram olması. Münzirî'nin rivâyet ettiği şu merfû
hadisle sabittir: «Mescidlerinizi çocuklarınızdan, delilerinizden, alış
verişinizden, gürültünüzden, kılıç kuşanmanızdan ve şer'i cezalarınızı tatbikten
uzak tutun! Cuma günlerinde onları buhurlayın! kapılarına (matara)lar koyun!»
Burada ki haramdan murad: Keraheti tahrimiyedir. Zira delili zannidir. Teâlâ
hazretlerinin: «Evimi tavaf edenler için temizleyin diye emir ettik» âyeti
kerimesine gelince: Burada temizlikten murad şirk amelleri olması muhtemeldir.
Bu izâha göre «mekruhtur» Sözünden maksad keraheti tenzihiye olur.
Temiz
ayakkabı ve mestle namaz kılmak yalın ayak kılmaktan efdaldir. bunun sebebi
Yahudilere muhalefette bulunmaktır. Tatarhaniye. Bir hadisi şerifte:
«Ayakkabılarınızla namaz kılın; Yahudilere benzemeyin!» buyurulmuştur. Bu hadisi
Taberâni rivâyet etmiştir. Nitekim Cami-i sağir'de dahi sahih olduğuna işâret
edilerek rivâyet olunmuştur. Bir çok Hanbelî imamları bu hadisten alarak
ayakkabı ile namaz kılmanın sünnet olduğunu söylemişlerdir. Velev ki
ayakkabılarla sokaklarda yürümüş olsun. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ve eshâbı
kiramı Medine sokaklarında ayakkabı ile dolaşır; sonra onlarla namaz kılarlardı.
Ben
derim ki: Lâkin ayakkabılarıyla mescidin halılarını kirletmekten korkarsa temiz
bile olsalar onları çıkarmak gerekir. Peygamberimizin mescidi onun zamanında
çakıl ile döşeli idi. Şimdi öyle değildir. İhtimal Umdet-ül-Müftîde «ayakkabıyla
mescide girmek edebsizliktir.» denilmesi buna haml edilir.
«Bu
söylenenler yani cinsi münasebet, büyük ve küçük abdest bozmak» içinde mescid
bulunan bir evin üzerinde hatta içinde mekruh değildirler. Evin mescidi, mihrab
yapılarak sünnet ve nâfile namazlar için tahsis edilen temizlenip kokulanan
yerdir. Bu her müslümana menduptur. Nitekim Kirmâni ve başka kitablarda beyân
edilmiştir. Böyle bir yerde abdest bozmak, içinde mushaf bulunan bir evin
üzerinde bevl etmek gibidir. Ve mekruh değildir. Nitekim Cami Burhanı ve
Mi'rac'da da böyle denilmiştir.
«Nihâye'de
bildirildiğine göre fetva bununla verilir.» Nihaye'nin ibâresi şudur: «Fetva
için tercih edilen kavil, bunun imama uymanın câiz olması hakkında mescid
olmasıdır. ilh...» Lâkın Bahır'da şöyle denilmiştir. «Bunun zâhirine göre burada
burada cinsi münasebet, küçük ve büyük abdest bozmak câizdir. Fakat bu sözün
sakatlığı meydandadır. Çünkü evi yapan onu bunun için yapmamıştır. Binaenaleyh
câiz olmamak icap eder. Velev ki biz mescid olmadığına hüküm edelim. Bunun
fâidesi ancak kalan hükümlerde belli olur. Ve cünüp, hayızlı kimselerin girmesi
helâl olur.»
Bu
muhtar kavlin mukâbili Muhit sahibinin cenaze namazgâhında sahih kabul ettiği şu
sözdür: «Namazgaha asla mescid hükmü verilemez.» Birde Tâc-ış-Şeria'nın sahih
kabul ettiği «bayram namazgâhı sâir mescidler hükmündedir.» Sözüdür. Meselenin
tamamı Şurunbilâliye'dedir. «Mescid avlusu» Mescide bitişik olup mescidle
aralarında yol olmayan yerdir.
Zikir
edilen hususatta yanı imama uymanın, cünüp ve emsalinin girmeleri câiz olmasında
bu yer cenaze ve bayram namazgahı gibidir. Nitekim münye şerhinin sonunda beyân
edilmiştir.
T
E K K E : Sofiyenin fakirleri için yapılan meskendir. Buna ribata ve hankah da
derler.
M
E D R E S E : Talebenin yaşaması için yapılan yerdir. Medresenin müderrisi ve
dershanesi vardır. Lâkin içinde mescidi bulunursa o mescidin hükmü sair
mescidler gibidir. Kınye nâm kitabın vakıf bahsinde: «Medreselerde ki mescidler
hakiki mescidlerdir. Zira onlarda namaz kılmaktan insanlar men olunmazlar.
Medrese kapansa bile orada yaşayanlar mescidde cemâat olurlar.» denilmektedir.
Hâniye'de
de şu ibâre vardır: «Bir hânenin içinde mescid bulunurda orada oturanlar,
cemâatı mescidde namaz kılmaktan men etmezler ve hâne kapandığı takdirde
kendileri mescidde cemâat olurlarsa o mescid cemâat mescididir. Alış verişin ve
girmenin haram olması gibi sâir mescidlere verilen hükümler buna da verilir.
Aksi takdirde cemâat mescidi olamaz. Velev ki içinde namaz kılmaktan kimseyi men
etmesinler.»
Havz
mescidinden murad: Havzın yanına yapılan sedirdir. O havzdan abdest alan kimse
orada namaz kılar. H.
Pazar
mescidi de çıkmaz sokaklara namaz kılmak için yapılan sedirlerdir. H. Tâcirlerin
hanlarında yapılan sedirler bu kabildendir. Fakat yol ağızlarında ki mescidler
bu hükûmde değildir.
Münye
şerhinin sonlarında şöyle denilmektedir: «Yol ağızlarında ki sıradan cemâatı
olmayan mescidler hakiki mescidler hükmündedirler. Yalnız içlerinde itikâfa
girilmez.»
METİN
Mescidin
mihrabından başka yerlerini kireç ve altun suyu ile kendi helâl malından
nakışlamakta beis yoktur. Mihrabını nakışlamak mekruhtur. Çünkü namaz kılanı
meşgul eder. İnce nakışlara ve benzerlerine özenmek bilhassa kıble divarında
mekruhtur. Bunu Halebî söylemiştir. Müstebâ'nın haram bahsinde: «Bazıları
mihrabta mekruhtur; tavanda ve arka taraflarda mekruh değildir. demişlerdir.»
İbâresi vardır. Bu ta'lilin zâhirine bakılırsa mihrabtan murad kıble divarıdır.
Bellenmelidir. Vakıf malı ile nakış câiz değildir; çünkü haramdır. Mütevelli
nakış veya kireçle badana yaparsa öder. Ancak zâlimlerin tamaından korkulursa
nakışlamakta beis yoktur. Kâfi. Ve ancak binâyı sağlamlaştırmak veya vâkif da
öyle yaptığı için yapmış olursa câizdir. Çünkü halk: «Bu adam vakfı eski şekli
ile tamir ediyor.» derler. Tamamı Bahırdadır.
İZAH
«Beis
yoktur» tâbirinde Şems-ül-eimme'nin dediği gibi sevap olmadığına işâret vardır.
O işi yapana başa baş kurtulmak yeter.
Nihâye'de
dahi: «Çünkü beis yoktur sözü, müstehap (olan bu değil) başkası olduğuna
delildir. Zira beis şiddet mânâsınadır.» denilmiştir. Onun için Hindiye'nin
haram bahsinde muzmerattan naklen: «Fukaraya sarf etmek efdaldir. Fetvâ buna
göredir.» denilmektedir.
Bazıları
nakışın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Çünkü (s.a.v.): «şübhesiz kıyâmet
alametlerinden biride mescidlerin ziynetlenmesidir. ilh...» buyurmuştur. Bir
takımları da müstehap olduğunu söylemişlerdir. Zira bunda mescide ta'zim vardır.
Nakışın namaz kılanı meşgul etmesihuşûunu bozmakla olur. Secde yerine bakması
gerekirken nakşa bakar. Halbuki Bedâyi'de namazın müstehapları bâbında
açıklandığına göre namazda huşûu ve tevâzuu gerekir. namaz kılan nihâyet secde
edeceği yere bakmalıdır. Kezâ Eşbah'da beyân edildiğine göre namazda huşuu
müstehabtır. Bundan anlaşılıyor ki burada ki kerahet. kerahet tenzihiyedir.
Anla!
Şârihin
«özenmek mekruhtur.» Sözü metinde ki «nakışlamakta beis yoktur.» ifadesini
tahsis etmektedir. Onun için Feth ul-kadir'de: «Bize göre bunda beis yoktur.
Kerahetin haml edildiği yer ince nakışlara ve benzerlerine bilhassa mihrabta
özenmektir.» denilmiştir. İnce nakışın benzerleri kıymetli ağaçlar kullanmak ve
üstübeçle beyazlatmak gibi şeylerdir. T.
«Bu
ta'lilin» yani çünkü namaz kılanı meşgul eder. Demesinin zâhirine bakılırsa
mihrabtan murad kıble divarıdır. Çünkü meşgul etme yalnız imama mahsus değildir.
O safta bulunanların hepsini meşgul eder. Bundan dolayı fetevâi Hindiye'de:.
«Bazı ulemamız mihrabı ve kıble divarını nakışlamayı mekruh görmüşlerdir. Çünkü
namaz kılanın kalbini meşgul eder.» denilmiştir. Bu söz sağ ve sol divar
hakkında da söylenebilir. Zira onlar da yakında olanları meşgul
ederler.
Mescidi
helâl olmayan mal ile nakışlamak mekruhtur. Tac-iş-şeria bu babta şöyle
demektedir: «Ama bir kimse nakış için haram mal yahud sebebi haramla helâl
karışık mal harcarsa mekruh olur. Çünkü A L L A H Teâlâ helâlden başkasını kabul
etmez. Binaenaleyh onun evini kabul etmeyeceği bir şeyle kirletmek mekruh olur.»
Şurunbulâli'ye. «Ancak zâlimlerin tamaından korkulursa nakışlamakta beis yoktur»
Zâlimlerin tamaından korkmak elinde mescide ait malların toplanması ve mescidin
tâmire ihtiyacı olmamasiyledir. (Zalimler bu mala göz dikebilirler) böyle olmasa
öder. Nitekim Kuhistânî'de Nihâye'den naklen beyân edilmiştir. «Tamamı
Bahır'dadır.» Bahır'da şöyle denilmiştir: «Ulemanın mescidle kayıtlamaları.
mescidden başkası ödeme icap ettiği içindir. Meğer ki gelir için hazırlamış olup
ücret onunla artmış ola. Bu takdirde beis yoktur. Ulema mescid den içini kast
etmişlerdir. Bu dışını ziynetlemenin mekruh olduğunu ifâde eder. Vakfın malından
bunun mütevelliye mutlak surette caiz olmadığında şübhe yoktur. Çünkü bunda bir
fayda yoktur. Bâhusus zamanımızda gördüğümüz gibi bununla hisse sahipleri mahrum
edilmek istenirse aslâ fayda yoktur
METİN
FER'İ
MESELELER: Dünyada en fazîletli mescid Mekke'nin sonra Medîne'nin, sonra
Kudüs'ün sonra Kubâ'nın mescididir. Bundan sonra sıra ile en önce yapılan ondan
sonra en büyük olan, daha sonra en yakın olan gelir. Bir kimsenin hocasının ders
okuttuğu mescide ders veya hadis dinlemek için gitmesi bilittifak efdaldir.
Mahallesinin mescidi de büyük camiden efdaldir. Sahih kavle göre Medine'nin
mescidine katılan kısım ona fazîlet hususununda katılır. Evet, ilk yapılan kısmı
aramak evlâdır. Molla AIînin Lübab-ül-Menâsik adlı eserinde beyân ettiğine göre
ilk yapılan kısmı yüze yüz arşındır.
İZAH
Allâme
Ahmed bin Ammad'ın teshil-ül-makâsıd adlı eserinde bildirildiğine göre
yeryüzünde enfazîletli mescid Kâbe'dir. Çünkü Kâbe insanların ibadeti için binâ
edilen ilk evdir. Sonra onu ihâta eden mescid gelir. Zira Mekke'nin en eski
mescidi budur. Ondan sonra Medine'nin mescidi gelir. Çünkü Peygamber (s.a.v.):
«Benim şu mescidimde kılınan bir namaz başka mescidlerde kılınan bin namaza
bedeldir. Bundan yalnız mescid-i Horam (Kâbe) müstesnâdır.» buyurmuştur. Burası
kısaltılarak Hamavi'den alınmıştır. Bîrî'de beyân olunduğuna göre mezkûr
katlamanın sahibi olan mescid-i haramdan murad ne olduğu hususunda ihtilâf
edilmiştir. Bazıları haremin topraklarıdır. demiş; bir takımları Kâbe ve
Hicir'dir; bazıları da Kâbe ve etrafı mesciddir demişlerdir. Nevevî kesin olarak
bunu kabul etmiş ve: «Zahir olan budur.» demiştir. Şeyh Veliy yiddinin Irâkî:
«Bu katlama Rasûlüllah (s.a.v.) zamanındaki mescide mahsus değildir. Belki
mescid-i Haram'a yapılan bütün ilâvelere şâmildir. Hatta ulemamızca meşhur
olduğuna göre bütün Mekke'ye ve hatta avı haram olan bütün haremine şâmildir.
Nitekim Nevevî bunu sahihlemiştir.» diyor. Bu ifâde kısaltılarak alınmıştır.
T
E N B İ H : Bu sevap katlaması farz namazlara mahsustur. Çünkü Peygamber
(s.a.v.): «Birinizin evinde kıldığı namaz benim şu mescidimde ki namazından
efdaldir. Ancak farz namaz müstesnâ!» buyurmuştur. Böyle olmasa bu hadisle
birinci hadis arasında çelişme olurdu. Mâlikilerden ibn-i-Rüşd el-kavâid
nâmındaki eserinde bunu ebû Hanife'den böyle rivâyet etmiştir. Nitekim
Gayet-üs-surûcî'den naklen Hılye'de de böyle denilmiştir. Tamamı oradadır.
Medîne'nin
mescidinden sonra sıra Kudüs'teki mescidi Aksâya gelir. Çünkü insanların uzak
yerlerden ziyaretine geldikleri üç mescidin biri odur. Onun sevâbının katlandığı
da nassan bildirilmiştir. Daha sonra Kubâ mescidi gelir. Zira ilk gününden
itibaren takva üzerine binâ edilen mescid odur. Bundan sonra sıra ile en önce
yapılan daha sonra en büyük ûlan gelir. Ecnas'tan naklen Hılye'de böyle
denilmiştir. Bahır'da ise Kudüs'teki mescidi Aksâdan sonra mahalle camileri,
sonra mahalle mescidleri. daha sonra cadde mescidleri zikir edilmiş ve: «Çünkü
bunlar rutbe itibariyle daha hafiftir. Zira cadde mescidlerinin mâlum imam ve
müezzinleri bulunmazsa onlarda kimse itikâfa girmez. Daha sonra evlerin
mescidleri gelir. Çünkü bunlarda kadınlardan başkasının itikâfı câiz değildir.»
denilmiştir. Kuhistani'de beyân edildiğine göre cadde mescidlerinden murad:
Kırlarda ovalarda yapılan ve tayinli imamı müezzini olmayan mescidlerdir.
Hâsılı
Kudüs'ten sonra büyük cemâatları olan büyük camiler gelir. Bunlarında Kubâ
mescidi gibi önce yapılanları efdaldir. Sonra daha büyük yani cemâatı daha çok
olanlar gelir. Daha sonrada sıra ile daha yakınlar gelir. Münye şerhinin sonunda
Ecnâs'ın ibâresi nakl edildikten sonra şöyle denilmiştir: «Sonra evvel yapılan
efdaldir. Çünkü hükmen öne geçmiştir. Meğer ki yeni yapılan evine daha yakın
ola. Bu daha fazîletlidir. Zira hem hakikaten hem hükmen öne geçmiştir.
Vâkıat'ta'da böyle denilmiştir, Hâniye, Münyet-ül-müftü ve diğer kitablarda
bildirildiğine göre önce yapılan mescid efdaldir. Öncelikte müsâvi olurlarsa
yakın olan efdaldir. Bu iki hususta müsâvi olurlarda birinin cemâatı fazla ise
namaza gidecek kimse kendisine uyulan bir fakih olduğutakdirde cemâatı az olan
mescide gider. Tâki onun sebebiyle cemâatı çoğalsın. Böyle değilse muhayyerdir.
Efdal olan, imamı daha fakih ve daha ehli takva olan mescidi tercih etmektir.
Mahallesinin mescidi cemâatı azda olsa büyük cami'den efdaldir.
Velev
ki büyüğünün cemâatı çok olsun.» İbâre kısaltılarak alınmıştır. Hasılı şudur:
Önce yapılan mescidi yakın mescide tercih hususunda ihtilaf edilmiştir. Lâkin
Hâniye'nin ibâresi: «Hânesinde mescid varsa daha evvel yapılan mescide gitmesi
ilh...» şeklindedir. Bundan anlaşılıyor ki, bu tafsilât mahalle mescidi
hakkındadır.
Hocasının
ders okuttuğu mescide gitmek bilittifak efdaldir. Çünkü bunda hem namaz hem de
ders dinleme fazileti vardır. T.
Mahalle
mescidi büyük câmiden efdaldir. Bu hususta ki iki kavilden biri budur. Bu
kavilleri kınye sahibi nakl etmiştir. İkinci kavil aksinedir. (yani cemâatı daha
çok olan büyük cemi daha fazîletlidir.) Yukarıda görüldüğü vecihle kitabımızın
burada tercih ettiği kavlı Münye şârihi kesinlikle kabul etmiştir. Musaffâ ve
Hâniye sahipleri de ayni yolu takip etmişlerdir.
Hatta
Hâniye'de: «Mahallesinin mescidinde müezzin yoksa oraya giderek ezan okur ve
namaz kılar. Velev ki yalnız başına olsun, Çünkü mescidin o kimse üzerinde hakkı
vardır. Onu öder.» denilmiştir.
Şârihin
«sahih kavle göre ilh...» diyerek anlattığı meseleyi biz namazın şartları
bâbında kıble bahsinden az evvel yeterince izah etmiştik. Oraya müracâat
edebilirsin!
METİN
Mescidde
dilenmek haram dilenciye para vermek ise mutlak surette mekruhtur. Bazıları
cemâatın üzerinden adımlayarak geçerse mekruh olduğunu söylemişlerdir. Cami
içinde kayıp arayıp sormak ve şiir okumak da mekruhtur. Yalnız içinde zikir
bulunan şiir müstesnâdır. Yüksek sesle zikir yapmak da mekruhtur. Bu ancak fıkıh
okuyanlara câizdir. Cami içinde abdest almak da mekruhtur. Meğer ki abdest almak
için hazırlanmış bir yer olsun. Cami içersine ağaç dikmek de mekruhtur. Ancak su
sızıntis.ını azaltmak gibi bir faydadan dolayı dikilebilir ve dikilen ağaç
mescidin olur.
İZAH
Cami
içersinde dilenciye para vermek mutlak surette mekruhtur. Bazıları cemâatın
üzerinden adımlarsa mekruhtur. demişlerdir. Şârih haram helâl bahsinde yalnız
bunu söylemekle yetinmiş ve: «Mescidde dilenen kimseye para vermek mekruhtur.
Ancak cemâatın üzerinden adımlamazsa muhtar kavle göre mekruh olmaz. Çünkü
hazreti Ali namazda iken yüzüğünü tasadduk etmiş; bunun üzerine ALLAH Teâlâ:
Kendileri namazda iken zekâtı verirler. buyurarak onu medh ve senâda
bulunmuştur.» demiştir. T. .
Hazreti
Ali hâdisesi namazda dünya işi henüz câiz olduğu devirdedir. Sonra bu hüküm nesh
edilmiştir.
Cami
içinde kayıp mal arayıp sormak mekruhtur. Bir hadisi şerifte: «Mescidde birinin
kayıp mal aradığını görürseniz, AIIah Teâlâ onu sona iade etmesin deyin!»
buyurulmuştur.
Şiir
okumakta mekruhtur. Bu hususta «ez-Zıyâ-ül-Mânevî» adlı kîtabta şöyle deniliyor:
«Dilinâfetlerinden yirmincisi şiirdir. Peygamber (s.a.v)'e bu mesele sorulmuş
da: Güzeli güzel, çirkîni çirkin olan bu sözdür. Cevabını vermiştir. Bunun
mânâsı şudur: Şiir de nesir gibidir. Eyi olursa öğülür; kötü olursa zem edilir.
Bedevilerin şiirini dinlemekte beis yoktur. Bundan murad:
Hata
ve değişiklik yapmadan okunan şiirdir. Müslümanı hiciv etmek haramdır. Velev ki
«onun hakkında Rasûlüllah (s.a.v.): Birinizin içi şiirle dolacağına irinle
dolsun daha eyidir.» buyurmuştur. diyerek yapılsın!
Şiirin,
vaaz, hikmet, Allah'ın nimetlerini hatırlatma ve takva sahiplerinin
vasıflarından bahis edeni güzeldir. Binâ kalıntılarından, zamanlardan ve
milletlerden bahs edeni mubah; hiciv ve rezaletten bahis edeni haram; Güzel
yüzden, servi boydan ve saçdan bahs edeni mekruhtur. Eb-ul-Leys Semerkandî bunu
böyle anlatmıştır. Başına çeşitli haller geldikçe çok şiir söyleyip yazan ve
bunu kendisine kazanç yolu yapan kimsenin insanlığı azalır ve şâhidliği kabul
edilmez.»
Biz
bu hususta söylenecek sözlerin kalanını kitabımızın başında «Resm-il-Müftü»
bâbından önce arz etmiştik. Şu da var ki, İmam-ı Tahavî'nin Mecme-ül-âsâr
şerhinde rivâyet ettiği bir hadiste: «Peygamber (s.a.v.) mescidde şiir
okunmasını, eşya satılmasını ve namazdan önce halka kurulmasını yasak etti.»
denilmektedir. Buna mukabil Rasûlüllah (s.a.v.)'in Hassân (r.a.), üzerinde şiir
okusun diye minber koydurduğu rivâyet olunmuştur. Tahavî bu iki rivâyetin
arasını bulmak için birinci hadisi Kureyşin yaptıkları hicivler gibi zararlı
şiirleri yahud mescidde şiir söylemek alıp yürüdüğü ve herkesin şiirle meşgul
olduğu zamana haml etmiştir. Mescidde eşya satmanın yasak edilmesi de öyledir.
Yani Rasûlüllah (s.a.v.)'in mescidde satışı yasak etmesi bu iş orada çok yapılıp
mescidler pazar yerlerine çevrilmesin diyedir. Zira Peygamber (s.a.v.) hazreti
Ali'yi mescidde ayakkabı dikmekten men etmemiştir. Halbuki herkesin toplanıp
mescidde ayakkabı dikmesi mekruhtur. Satış, şiir okumak ve namazdan önce halkaya
oturmakta öyledir. Fazla olan mekruh, fazla olmayan mekruh değildir.
Yüksek
sesle zikir etmek meselesinde Bezzâziye sahibinin sözleri birbirini
tutmamaktadır. Bir defa haramdır demiş; başka bir defa câiz olduğunu
söylemiştir. Fetevâ-i hayriye'nin kerahiyet ve istihsan bahsinde şöyle
denilmektedir. «Hadisde sesli zikirin matlûp olduğunu iktiza eden ifâdeler
vardır. Meselâ: «Kulum beni bir cemâat içinde anarsa ben kendisini o cemaattan
daha hayırlı bir cemâat içinde anarım.» buyurulmuştur. Bu hadisi Buharî ile
Müslim rivâyet etmişlerdir. Bununla beraber gizli zikrin matlûp olduğunu iktiza
eden hadisler de vardır. Bu iki nevi hadislerin araları şöyle bulunur: Sesli
veya sessiz zikirde bulunmak adamına ve haline göre değişir. Nitekim namazda
gizli ve aşikâra okumayı iktiza eden hadislerin araları da böyle bulunmuştur.
«Zikirin en hayırlısı gizli yapılandır.» Hadisi buna aykırı değildir. Çünkü bu
hadis riyâdan korkulduğu veya namaz kılanlar rahatsız olduğu yahud uyuyanlar
uyandığı zamana mahsustur. Böyle bir şey yoksa bazı ulema sesli zikirin efdal
olduğunu söylemişlerdir. Zira bunda amel daha çoktur. Dinleyenlere de faydası
dokunur, zikir eden şahsın kalbini uyandırır. Onu düşünmeye sevk eder. Uykusunu
düzenler; neşâtını arttırır.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Meselenin
tamamı fetevâ-ihayriye'dedir müracâat edebilirsin.
Hamevî
hâşiyesinde imam Şa'ranî'den naklen şöyle denilmektedir: «Gelmiş geçmiş bütün
ulema cemâat hâlinde zikirin mescidlerde ve diğer yerlerde müstehap olduğuna
ittifak etmişlerdir. Meğer ki onların âşikâr zikri uyuyan veya namaz kılan yahud
kur'an okuyan bir kimseyi rahatsız etmiş ola. ilh...»
Mescidde
abdest almanın mekruh olması, kullanılan su tabiat icabı iğrenç olduğundandır.
Binaenaleyh mescidi sümük ve balgam gibi şeylerden temiz tutmak icap ettiği gibi
abdeste kullanılmış sudan da temiz tutmak gerekir. Bedâi.
Ancak
mescidde abdest almak için hazırlanmış yer bulunursa orada abdest almak mekruh
değildir. Bu yeri hazırlamak vakıf sahibine şartmıdır değilmidir bir düşün!
Medenî hâşiyesinde fetevâ-i Afifiye'den naklen şöyle denilmiştir: «Zan edilmesin
ki, zemzem kuyusunun etrafında abdest almak veya cünüblükten yıkanmak câizdir.
Çünkü zemzemin etrafına mescid hükmü verilir. Ve tükürmenin veya cünüb olarak
durmanın haram olması, itikâfın cevazı ve sağ ayağını evvela atmak gibi
mescidlere yapılan muameleler onada yapılır. Zira bir mescidden başkasına geçen
kimseye sağ ayağını evvel atmak sünnettir.
Mescide
ağaç dikme meselesine gelince: Bu hususta Hulâsada şöyle denilmiştir: «Mescide
faydası olduğu meselâ: Mescid sızıntı yaptığı ve ağaç dikilmezse direkler
yerinde durmadığı vakit mescide ağaç dikmekte beis yoktur. Böyle olmazsa caiz
değildir.» Hindiye'de dahi Garaibten naklen: «Eğer ağaç cemâatın gölgesinden
faydalanması için dikilirde kimseye zahmet vermez ve safları bir birinden
ayırmazsa beis yoktur. Yaprağından veya yemişinden kendisi faydalanmak için
diker yahud sofları bir birinden ayırır veya mescidi kiliseye benzetecek yerde
olursa mekruhtur.» denilmiştir.
Ben
Allâme ibn Emîr Hac'ın kendi yazısıyle mescid-i Aksâ'nın ağaçları hakkında
yazdığı bir risâle gördüm ki, orada ağaç dikmek câizdir diye fetvâ verenlerin
sözünü red etmiştir. Fetva veren zat ulemanın: «Mescide ağaç dikerse meyvesi
mescidin olur.» Sözüne istinat etmiştir.
İbn
Emîr Haç: «Bundan ağaç dikmenin helâl olması lâzım gelmez. Meğer ki mezkûr özür
mevcud ola. Çünkü bunda namaz ve benzeri için hazırlanan şeyi meşgul etmek
vardır. Velev ki mescid geniş yahud ağaç dikmekte yemişinden faydalanma olsun.
Yoksa mescidin bir kısmını kiraya vermek lazım gelir. Ağacı yerinde bırakmakta
câiz değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Zâlimin emeğine hak yoktur.»
buyurmuştur. Zira zülüm, bir şeyi yerli yerine koymamaktır. buda öyledir.
ilh...» demiştir. Mezkûr risâlenin sonunda ulemadan birinin el yazısiyle: «Buna
muhakkıklardan ibn Ebî Şerif Şâfii muvâfakat etmiştir.» Diye yazıldığını gördüm.
METİN
Mescidde
yemek yemek ve uyumak mekruhtur. Ancak itikâfa giren ile yabancıya mekruh
değildir. Sarımsak gibi şeyler yemek de mekruhtur. Bundan men edilir. Kezâ dili
ile bile olsa her eziyetveren şey ve her akd mekruhtur. Bundan yalnız şartına
riâyetle, itikafa girenin akdi müstesnâdır. Mubah söz dahi mekruhtur.
Zahiriye'de bu: «Mubah söz için oturmuş olmakla» diye kayıtlanmıştır. Lâkin
Nehir'de mutlak bırakılmanın daha münasip olduğu bildirilmiştir. Mescidde
kendine bir yer tahsis etmek mekruhtur. Müderris bile olsa başkasını yerinden
kaldırmaya hakkı yoktur. Yer dar gelirse namaz kılan kimse oturanı velev kur'an
veya ders okusun yerinden kaldırabilir. Hatta mahalle halkı kendilerinden
olmayan kimseyi mescidlerinde namaz kılmaktan men edebilirler.
Mahalle
halkının mütevelli tayinine ve iki mescidi bir etmeğe ve aksini yapmağa namaz
için hakları vardır. Ders veya zikir için yapmağa hakları yoktur. Bir mescidde
hem vaaz ediliyor hem kur'an okunuyorsa vaaz dinlemek evlâdır. Mescidin
divarlarına yazı yazmak doğru değildir. Temizlik için mescidden yarasa ve
güvercin yuvası atmakta beis yoktur.
İZAH
Mescidde
yemek veya uyumak isteyen itikâfa niyet ederek girmeli ve niyet ettiği kadar
ALLAH'ı zikir etmeli veya namaz kılmalı sonra dilediğini yapmalıdır. Bu feteva-i
Hindiye'de zikir edilmiştir.
Sarımsak
gibi şeylerden murad: Soğan ve benzeri pis kokusu olan şeylerdir. Sarımsak ve
soğan yiyenin mescide yaklaşmaması hususunda sahih hadis vardır. İmam Aynî
sahihi Buhâri şerhinde şunları söylemiştir:
«Ben
derim ki: Yasak edilmesinin sebebi meleklere ve müslümanlara eziyet vermesidir.
Bu Peygamber (s.a.v.)'in mescidine mahsus değildir. Bu, hususta bütün mescidler
müsâvidir.» Çünkü hadis şerif «mescidlerimize» şeklinde cemi sigasiyle rivâyet
olunmuştur. bazıları şâz olarak buna muhalefet etmişlerdir. Hadisde nassan
bildirilenlere yenilsin yenilmesin bütün pis kokulu şeyler ilhak edilmiştir.
Burada hassaten sarımsağın başka yerde soğanın ve pırasanın zikir edilmeleri çok
yenildikleri içindir. Keza bazı ulema bunlara ağzı kokanları, kokar yarası
olanları da ilhak etmişlerdir. Kasap, balıkçı, cüzamlı ve berslı kimseler ise
evleviyetle ilhak edilirler. (Şâfiilerden) Şuhnun: «Ben cüzamlı ile berslıya
cuma namazı farz olmadığına kaniim.» diyerek bu hadisle istidlal etmiştir.
İnsanlara
dili ile eziyet verenlerde bu hadise ilhak edilmiştir. İbn Ömer bununla fetvâ
verirmiş, Her eziyet veren şeyin mescidde mekruh olması hususunda bu hadis
esastır. Ama özürlülerin fena kokulu şeyler yemekle mazur sayılmaları ihtimalden
uzak görülemez. Çünkü ibn Hibban'ın sahibinde Muğire bin Şube'den şu hadis
rivâyet olunmuştur: «Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanına vardım. Üzerimde sarımsak
kokusu duydu. ve: Kim sarımsak yedi? diye sordu. Bunun üzerine elini tutarak
göğsüme götürdüm. Sargılı olduğunu görünce: Senin özrün var! buyurdular.»
Taberânî'nin
Evsat adlı eserindeki rivâyeti: «Göğsümden rahatsızdım. Ve sarımsak yed;m...»
şeklindedir. Ayni hadiste: «Rasûlüllah (s.a.v.) kendisini tektir etmedi.»
denilmiştir.
Peygamber
(s.a.v.): «Sarımsak yiyen evinde otursun!» buyurması bu gibi fena kokan şeyleri
yemenin cemâata gelmemek için özür sayılacağı hususunda açık delildir. Kezâ
burada biri müslümanlara, diğeri meleklere eziyet olan iki illet vardır.
Müslümanlara eziyet olmasına bakarak cemâatı ve mescidi terk ettiği için mazur
olur. Meleklere eziyet olmasına bakarak da mescidegitmediği için mazur olur.
Velev ki yalnız olsun.» Bu ifade kısaltılarak alınmıştır.
Ben
derim ki: Bununla mazur sayılması «özürden dolayı yemişse» yahud «namaz vaktine
yakın unutarak yemişse» diye kayıtlanmalıdır. Tâ ki kendi fiiliyle cemâattan
mahrum kalmış sayılmasın.
«Her
akidden» murad: Mubâdele (değişme) akdi olduğu anlaşılıyor. Tâki hibe gibi
şeyler hâric kalsın.
Eşbah
ve diğer kitablarda açıklandığına göre mescidde nikah akdi müstehabtır. Bu nikah
bahsinde gelecektir.
«şartına
riayetle» ifâdesinden murad: Ticâret için olmayıp kendi veya çoluk çocuğunun
ihtiyacı için malı getirmeksizin akd yapmaktır.
Mescidde
mubah söz dinlemek maksadiyle oturmak bilittifak mubah değildir. Çünkü mescid
dünya işi için yapılmamıştır.
Cellabî'nin
namaz bahsinde: «Mubah söz dünya kelamı sayılır; mescidlerde konuşulması
câizdir. Velev ki A L L A H Teâlânın zikri ile meşgul olmak evlâ olsun.»
denilmiştir.
Birî
şöyle demiştir: «Medârik'te beyan olunduğuna göre insanlardan bazıları boş sözü
satın alırlar. Sözden murad: kötü sözdür.
Nitekim
mescid hakkındaki hadisde : Kötü söz hayvanın kuru otu yediği gibi iyilikleri
yer. buyurulmuştur.» Bundan anlaşılıyor ki. yasak edilen söz kötü sözdür. Mubah
sözü konuşmak yasak değildir.
Musaffâ'da:
«Konuşmak için mescidde oturmağa şer'an izin verilmiştir. Çünkü ehli suffa
(Medine mescidinin çıkmasında yaşayanlar) mescide devam ederler; orada uyur
konuşurlardı. Onun için bunu kimsenin men etmesi helâl değildir. Cami'
Burhani'de de böyle denilmiştir.» Şeklinde beyânat vardır.
Nehir
sahibinin: «Mutlak bırakmak daha münâsibtir.» sözü üzerine Tahtavî: «Bu söz
nakli delile muhâlif bir bahistir. Hem bunda şiddetli güçlük vardır.»
demişlerdir.
Mescidde
kendine yer tahsis etmek mekruhtur. Çünkü huşuu bozar. Kınye'de de böyle
denilmiştir. Yani bunu âdet edinen bir kimse başka yerde namaz kılarsa aklı
fikri o yerde kalır. Muayyen bir yere alışkanlık olmazsa böyle değildir. Kendine
yer tahsis eden kimse başkasını o yerden kaldıramaz. Kınye'de şöyle denilmiştir:
«Bir kimsenin mescidde muayyen bir yeri olup oraya oturmağa devam ederse başkası
oturduğu zaman Evzâî'ye göre oradan kaldırabilir; bize göre kaldıramaz.»
Bahır'da Nihaye'den naklen: «Çünkü mescid kimsenin mülkü değildir.» denilmiştir.
Ben
derim ki: Bunu «hemen dönmek niyetiyle kalkmamışsa» diye kayıtlamak gerekir.
Meselâ: Abdest almak için kalkmış olabilir. Bâhusus elbisesini de oturduğu yere
koyarsa orasını önce benimsediği tahakkuk eder.
Serahsî'nin
Siyer-i Kebîr'inde şöyle denilmektedir: «Kezâ kervansaraylara müsafir olmak,
namazı beklemek için mescidlerde oturmak, hac için Minâya veya Arafâta inmek
gibi müslümanların hak yönünden müsâvi oldukları her şey böyledir. Hatta her
sene başkasının iniği yere çadırını korsaötekinin oradan değiştirmeğe hakkı
yoktur. İhtiyacından fazla yer işgal ederse fazla yeri başkasının almağa hakkı
vardır. Bu yeri ondan iki kişi istese dilediğine vermekte serbesttir. İkiden
biri evvela oraya inerde ve ötekini indirmek isterse buna hakkı yoktur. Çünkü
onun zilliyedliğine hak sahibi başka bir zilliyed ârız olmuştur; Onunda ihtiyacı
vardır. Ancak: «Ben bu fazla yeri kendim için değil, bu adamın emri ile onun
nâmına tutmuştum.» Derde buna yemin ederse o yerden çıkarmağa hakkı olur zira o
yerdeki tasarrufunun emir eden için olduğu anlaşılır. Emir edenin ihtiyacı
başkasının onun üzerinde hak isbatına mânidir.» Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır.
Hayreddin
Remli diyor ki: «Pazar yerlerindeki oturma yerleri de mescid gibidir. Esnaf
bunları tutarlar kim evvel oturursa hak onundur.
Başkasının
onu kaldırmağa hakkı yoktur. Kalkdığı zaman o yer hakkında herkes müsâvi olur.
Ama Şâfiilerin mezhebi bunun hilâfınadır. Nitekim kitablarında beyân
etmişlerdir.»
Bu
yerlerden murad: Ammeye zarar vermeyen yerlerdir. Aksi takdirde oraya oturanlar
mutlak surette kaldırılırlar. Yer dar geldiği zaman namaz kılan oturanı
kaldırabilir.
Ben
derim ki: Keza dar gelmez fakat oturuşu safı bozarsa yine kaldırabilir.
Mahalle
halkının mütevelli tâyinine hakları vardır. Velev ki kadı mütevelli tâyin
etmesin. Nitekim İnâye'den naklen evvelce arz etmiştik. Fakat mahalle halkı ders
veya zikir için iki mescidi birleştiremezler. Çünkü mescid bunun için
yapılmamıştır. Velev ki içinde ders ve zikir câiz olsun. Kınye'de de böyle
denilmiştir.
«Vaaz
dinlemek evladır.» Sözüne gelince: Anlaşılıyor ki, Bu hüküm Kur'an âyetlerini
anlayıp şer'î mânâlarım tedebbüre ve hikmetli vaazlarından istifadeye kudreti
olmayanlara mahsustur. Çünkü bunlara kudreti olan bir kimsenin kur'an
dinlemesinin evlâ hatta vâcip olduğunda şübhe yoktur. Câhil böyle değildir. O
kur'an okuyandan anlayamadıkların! muallimden ve vaazından anlar. Binaenaleyh bu
onun için daha faydalıdır.
Bahır'da
Nihaye'den naklen bildirildiğine göre mescidin duvarlarına yazı yazmanın doğru
olmaması düşerde üzerine basılır diyedir.
«Temizlik
için mescidden yarasa ve güvercin yuvası atmakta beis yoktur.); Bu söz mukadder
bir sualin cevabıdır. Sual şudur: Peygamber (s.a.v.) «Kuşları yerlerinde
bırakın!» buyurduğu halde yuvayı atmak emre muhalefet değil midir? Cevap: Bu
temizlik içindir. Temizlik ise matlup bir şeydir. Hadis mescidlerden başka
yerlere mahsustur.