MUTLAK KÖLENİN VE DİĞERLERİNİN GASPI FASLI
M
E T İ N
Kölesinin
elini kesse sonra da bir kişi o köleyi gasbetse, elinin yarası iyileşmeyerek ölümüne sebep
olsa,
o zaman gâsıp eli kesik haldeki kıymetîni tazminat olarak
öder.
Eğer
kölesinin elini, gâsıbın yanındayken kesmiş olsa, köle de bu yaradan dolayı ölse, gâsıp
bundan
sorumlu olmaz. Çünkü onu sahibi
telef etmiştir. Sahibi onun
elini kesmek suretiyle onu geri
almış
gibi olur.
Hacredilmîş bir köle, kendisî gibi bir köleyi gaspetse ve gaspettiği köle onun elinde ölse, gaspeden
köle
onun tazminatını öder. Çünkü mahcûr
olan köle, fiillerinden dolayı muâhaze edilir. Sözleri
sebebiyle
muaheze edilmesi ise, ancak azadından sonradır.
Müdebber
bir köle. kendisini gasp edenin yanında cinayet işlese. cinayetten sonra da gâsıp onu
efendisine
geri verse, sonra da efendisinin yanında başka bir cinayet işlese; efendisi her iki
cinayetin
velisine de müdebbirin kıymetini yarı yarıya tazminat olarak öder. Efendisi tazminat olarak
ödediği
yarı kıymeti dönüp gâsıbtan alır ve yarım kıymeti birinci cinayetin velisine verir. Çünkü
birinci
cinayetin sahibinin hakkı,
ancak müzahiminin (miktarı
onunla bölüşenin) var olması
haline
bağlı
olarak gerekmektedir. Sonra da efendi, o yarım kıymeti gâsıba rücû ederek alır. Çünkü ondan
gâsıbın
yanında iken işlemiş olduğu cinayet
sebebiyle (bu miktar) alınmıştır.
Bunun
aksine, köle evvela efendisinin yanında sonra da gâsıbın yanında cinayet, işlese, o zaman
efendi
ikinci kez tazminat ödemiş olduğu kıymetin yarısını gâsıptan alamaz. Çünkü bîrinci cinayeti
efendisinin
eli altındayken
işlemişti.
Mutlak
köle bu iki meselede de müdebbir gibidir. Aradaki fark şudur: Efendi mutlak kölede kölenin
nefsini
cinayetin velisine verebilir, müdebberde ise yukarıda da geçtiği gibi yalnız kıymetini verir.
Müdebber
köle kendisine gaspeden kîşinin yanında cinayet işlese, sonra
gâsıp onu efendisine geri
verse,
arkasından o köleyi ikinci kez
gasbetse ve köle onun yanında yine cinayet İşlese, efendisi
müdebberin
kıymetini her iki cinayetin velilerine tazminat olarak öder ve dönüp gâsıptan alır.
Çünkü
her iki cinayet de onun yanında
işlenmiştir.
Efendi
aldığı yarım kıymeti birinci cinayetin velisine ikinci kez verir, ve bu yarım kıymeti de dönüp
gâsıbtan
alır.
Ummu'l-veled
de bu meselelerin hepsinde müdebber gibidir.
Bir
kişi, kendisini tanıtamayan hür bir
çocuğu gasbetse, çocuk da o kişinin elinde aniden veya
sıtma.
ile ölse o kişi tazminat ödemez. Buradan gâsıptan maksat velisinin izni olmadan çocukla bir
yere
gitmektir.
Ama
yıldırım düşmesiyle veya yılan sokmasıyla ölse o zaman
istihsanen gâsıbın âkil esinin diyetini
ödemesi
istihsanen vacip olur. Çünkü onu
yıldırım düşen veya yılanların
bulunduğu yere
götürmekle
ölümüne sebep olmuştur. Hatta çocuğu
sıtmalı veya hastalıklı bir yere götürmüş olsa
ve
çocuk da ölse yine onun karşılığında tazminat öder. Yani âkilesi üzerine diyet vermek vacip olur.
Çünkü
onun katline sebep olmuştur. Hidâye
ve diğerleri..
Ben
derim ki: Şu husus zikredilmemiştir Eğer hür bir büyüyü bu zikredilen yerlere zorla götürmüş
olsa
bakılır; eğer bağlı olarak götürdüyse ve ondan kurtulması da mümkün olmazsa; götüren odam
tazminat
öder. Eğer kendisini götüren adama kendini korumak için engel olmadıysa o zaman
götüren
kişi tazminat ödemez. Çünkü kendi
kusuru ile ölmüştür. Bu meselede çocuğun hükmü de
bağlı
olan büyük gibidir. İnâye.
İ
Z A H
Burada
«diğerleri»nden murat müdebber ve sabîdir. Burada kastedilen onların gasp etme ve edilme
hallerindeki cinayetlerinin
hükmüdür.
İtkâni
demiştir ki: Musannıf, kölenin ve müdebberin cinayetini zikrettiği
için onların gasp edildikleri
haldeki
cinayetlerinin hükmünü de zikretti. Sonra da sözünü uzatarak çocuğun gaspının beyanına
getirdi.
«Kölesinin
elini kesse ilh...» Eğer elini kesen yabancı ise, dilerse onu kısas ettirir, dilerse de gasıba
eli
kesik haldeki kıymetinin tazminatını
ödetir.
Eğer
elini hatâ en kesmişse, sahibi dilerse elini kesenin âkilesinden onun sağlam haldeki kıymetini
alır
ve âkile de eli kesik haldeki kıymetini dönüp gâsıptan alırlar veya dilerse eli kesik haldeki
kıymetinin
tazminatını gâsıba ödetir; diğer
kısmını da kesin âkilesinden alır. Makdisi'deki Fer'i
Meseleler'den bu şekilde anlaşılmıştır. Saihânî.
«O
zaman gâsıp eli kesik haldeki kıymetinin tazminatını öder.» Zira
efendisi kendi yanındayken elini
kesmekle kıymetini noksanlaştırmıştır. Zeylai.
«Onu
geri almış gibi olur.» Çünkü elini kesmesi onun üzerindeki hâkimiyetini göstermektedir.
Gâsıp
da onun tazminâtından beri olur.
Çünkü onun mülkiyeti efendisinin eline geçmiştir. Zeylaî.
«Zira
mahcup olan köle, fiillerinden dolayı muâheze edilir.» Yani kölelik halindeki... İnaye.
Hatta
gasbettiği beyyine ile sabit olursa elinde ölen kölenin kıymetini ödemek için satılır. Dürer.
«Sözleri
sebebiyle muaheze edilmesi ise ilh...» Yani söylediği bir sözden dolayı bir mal vermesi
gerekirse kölelik halinde bununla muâhâze edilmez. Ancak hürriyetine kovuştuktan sonra muâhaze
edilir.
Ama hadd ve kısası gerektiren bir şey söylerse, fiillerde olduğu gibi; o anda muâhaze edilir.
Bu
İnâye'de ifade edilmiştir. Ama ticaretle izinli bir köle bize göre sözleriyle de muâhaze edilir.
Mi'râc.
«Efendisi
her iki cinayetin velisine de
müdebberin kıymetinin tazminatını öder. ilh...» Çünkü
müdebberin
cinayetinin gerektirdiği, -cinayetleri çok da olsa birtek kıymettir. O kıymeti vermek de
efendiye vaciptir. Zira efendi geçmişte yapmış olduğu tedbîr ile, kölenin nefsini cinayet karşılığında
vermeğe
manî olduğu gibi; onun bedelini
vermeyi de tercih etmek imkânına sahip değildir. Zeylai.
Uygun olan, kölenin kıymetinin verilmesinin vacip oluşu,
kıymeti erşinden az olduğu zaman
olmasıdır.
Zira müdebberin cinayetinin hükmü,
müdebberin kıymeti ile cinayet erşinden hangisi
daha
az ise efendinin onu vermesidir.
İtkânî.
«Efendisi
tazminat olarak ödediği yarım
kıymeti dönüp gâsıbdan alır.»
Zira,
kıymeti iki cinayetten dolayı
ödemiştir. Bu kıymetin yarısı, müdebberin, gâsıbın yanında
olması
sebebiyledir. Diğer yarısı da kendi yanında bulunması sebebiyledir. O zaman efendi, gâsıb
cihetinden
kendisine düşen tazminat dolayısıyla gâsıbdan ödediği fazlalığı ister. Böylelikle sanki
kölenin
yarısı hiç geri almamış gibi
olur. Zeylai.
«Ve
yarım kıymeti birinci cinayetin velisine verir.» Yani gâsıptan
alınan yarımı... Bu İkinci veriş
konusunda,
İmâm Muhammed muhalefet
etmiştir.
«Zira
birinci cinayetin sahibinin hakkı
ancak ilh...» Burada uygun olan İfade «ikincisinin değil,
çünkü
ikinci cinayetin sahibinin hakkı
ilh...» demesiydi. Nitekim ibn
Kemâl de böyle ifade etmiştir;
yani
«İkinci cinayetin velinin hakkı» demiştir.
İnaye'de denilmiştir ki: İmameyn'in delili şudur: Birinci cinayetin velisinin hakkı kıymetin hepsinde
idi.
Çünkü o cinayeti işlerken hiç kimse
ona müzâhim değildi. (Yani
onunla birlikte kimse ayrıca bir
hak
iddia etmiyordu.) Onun hakkı ancak
ikinci cinayetin araya girmesiyle noksanlaşmıştır.
O zaman
mâlikin
elinde müdebber kölenin bedelinden bir şey fâriğ olursa (hak sahibi bulunmaksızın artarsa)
onu
birinci cinayetin sahibi, hakkını
tamamlamak için alır.
İnâye'deki bu hükmün geçen: «müdebberin işlemiş olduğu cinayet, ancak bir kıymet
gerektirir»
hükmüne
aykırı olduğu söylenmiştir.
Burada ise bir kıymet ve yarım kıymet icap ettiriyor. Bu itiraza
şöyle cevap verilmiştir: Müdebberin cinayetinin ancak bir kıymet icap ettirmesi, müdebbberin
cinayetlerinin
bir şahsın yanında birden fazla olduğu zamanda söz konusudur. Buradaki ise
bundan
farklıdır. Düşün.
«Sonra
da efendi o yarım kıymeti dönüp gâsıbdan alır.» Onu kimseye veremez. Çünkü her iki
cinayetin
velilerine hakları tamamen ulaşmıştır İtkâni.
«Çünkü
birinci cînayeti efendisinin elindeyken işlemişti» Malikin ikinci kez vermesi ancak onun
yanında
işlenen cinayet nedeniyledir. O zaman hiç kimseye rücû edemez. Ama birinci mesele
bunun
hilâfınadır. Çünkü onu gâsıbın yanında işlemiş olduğu cinayet nedeniyle vermektedir Bunun
için
de ona rücû eder. Bunu Zeylaî
söylemîştir.
«Mutlak
köle bu iki meselede de ilh... Yani yukarda geçen müdebber örneği mutlak köleden
kaçınmak için değildir. Ummu'I-veIedin müdebber köle gibi olduğu ise ileride gelecektir.
«Köle
nefsini verebilir ilh...» Çünkü
mutlak kölenin bir mülkiyetten
değerine nakit mümkündür.
Müdebber
ise bunun hilâfınadır. Zâhîr olan
şudur: Bu ifadenin muradı efendinin iki cinayetin
velilerine
kölenin bedelini vermekle köleyi vermek arasında muhayyer olmasıdır. Düşün... Sonra,
eğer
köleyi verirse o zaman onun kıymetinin yarısını dönüp gâsıptan
alır.
«Sonra
o köleyi ikinci kez gâspetse ilh...» Yani onu birinci gâsıp, ikinci kere gâspetse.
«Efendisi
müdebberin kıymetini her iki
cinayetîn velilerine tazminat olarak öder.» Yani her iki
cinayetin
velilerine... Çünkü tedbîr etmekte onun şahsının verilmesine mani olmuştur. Nitekim
yukarda
geçti.
«Çünkü
her iki cinayet de ilh...» Yani her
iki cinayet de gâsıbın yanında iken işlenmiştir. Ama geçen
bunun
hilâfınadır. Zira, geçen meselede cinayetlerin birîni işlerken efendilerinin yanındaydı.
Bundan
dolayı da efendisi kıymetin yarısını dönüp gâsıbdan alır.
«Ve
bu yarım kıymeti dönüp alır
ilh...» Yani birinci cinayetin velisine ikinci kez ödediği kıymetin
yarısını
dönüp gâsıptan
alır.
«Ummu'l-veled
bu meselelerin hepsînde ilh...»Yani zikredilen hükümlerin hepsinde müdebber
gibidir.
Çünkü efendi tarafından cinayet
karşılığında verilmeye mani oluşta her ikisi de
müşterektirler. Durer.
«Kendisini
tanıtamayan ilh...» Çünkü eğer kendini tanıtabilse; meramını anlatabilse,, o zaman dili
ile
karşılık verebilir. O taktirde de hükmen gâsıbın hâkimiyeti sâbit olmaz. Burhân'dan
naklen
Şurunbulâliye'de
de böyledir. Bunun benzeri Kifaye,
Kuhistânî ve bunlardan başka
kitaplarda vardır.
Mîrâc'da
şöyle denilmektedir: «Şu kadar var ki mükâteple sâbi arasındaki gelecek fark, burada
sabîden
muradın mutlak sabî olduğuna işâret eder. Zira velisinin evlendireceği sabî bununla
kayıtlanamaz.
Bu bahis Kâfi'de zikredilmiştir.» Özetle.
«Burada
gasptan murat, ilh...» O zaman burada gasp müşâkelet (benzerlik) yoluyla zikredilmiştir.
Müşâkelet
ise: Bir şeyin kendi lafzından başka bir lafızla zikredilmesidir. Çünkü o şey. o başka
lafızla
vâki olmuştur. İnâye.
«Yıldırım
düşmesiyle ilh...» Yani gökten düşen
bir ateş veya Kâmûs'ta da olduğu gibi/helâk edici
her
azap... O zaman bu kelime, şiddetli sıcağı, şiddetli soğuğu ve suda boğulmayı;
Hâniye'de ve
diğer
kitaplarda olduğu gibi, yüksek bir
yerden düşmeyi de kapsar. Kuhistânî.
«Tazminat
ödemez.» Zira o yerlerin
değişmesi ile değişmez. Hidâye.
«İstihsanen
ilh...» Kıyasa göre mutlak olarak tazminat söz konusu değîldir. Çünkü hürün gasbı
tahakkuk
etmez. Görülmüyor mu ki; eğer
küçük bir mükâtep olsa zâmin olmaz; halbuki kazanç
sahibi
olması bakımından hür olmakla birlikte; ödememesi daha evlâdır.
Bunun
cevabı şudur: Tazminat gasp ile
değil, telef olmaya sebep olma
yoluyladır. Gâsıp velinin
korumasını
ortadan kaldırdığı için itlâf ona izâfe edilir. Mükâtebe gelince, onun herşeyi -küçük de
olsa-
kendi elindedir. Bundan dolayı da
mükâtebi kimse evlendiremez. O
zaman mükâtep büyük bir
hür
gibi olur. Çocuğa gelince, o velinin
elindedir. Bundan dolayı da velisi onu evlendirebilir. Hidâye
ve
Kifâye'den.
«Sıtmalı
veya hastalıklı bir yere ilh...» Yani o yer onlara mahsus bir yer olsa... O zaman bulaşma
sebebiyle
tazminat gerekmez. Çünkü bunu
söylemek bâtıldır. Zira hava Allah'ın yaratması ile
insanlarda
ve diğerlerinde gıda gibi müessirdir. Bezzâziye.
«Bu
zikredilen yerlere ilh...» Yani ölümün çok olduğu yerler...
«Zâmin
olur ilh...» Çünkü gasp olunan kendisine karşı yapılan işlerden kendini korumaktan âcizdir.
İnâye.
Eğer
gâsıp bu işi mükâtebe karşı yaparsa yine zâmin olur. Zeylâî'nin zikrettiği gibi...
«Bu
meselede çocuğun hükmü de bağlı olan büyük gibidir.» ifadede daha
uygun olan: «Eli bağlı bir
büyüğün hükmü çocuğun ki gibidir» denilmesiydi. Zira çocuk meselesi metinlerde nass olarak
zikredilmiştir. Büyüğün meselesini ise şârihler İmâm Mahbûbî'den naklen zikretmişlerdir.
Ebu's-Suud
Hâşiyesi'nde şöyle denilmîştir: Eli bağlı büyüğün hükmünü Allâme Makdisî fukahânın
şu
sözünden dolayı anlaşılmaz görmüştür: «Birisi bir şahsı yakalayıp bağlasa, dışarı atsa ve yırtıcı
bir
hayvan da onu yese, onu yakalayıp bağlayan kişi üzerinde ne diyet ne de kısas vardır. Şu
kadar
var
ki tazir edilir ve ölünceye kadar hapsedilir.»
İmâm
Azam'dan onun diyet vermesi gerektiği rivâyet edilmiştir.
Birisi
bir çocuğun elini ayağını sararak
bağlasa ve onu ölünceye kadar güneşe
veya soğuğa terk
etse,
âkilesinin diyet ödemesi gerekir. Hâfıziye'de de böyledir.
Düşünülsün...
Bağlı
hür büyükte tazminatın gerekmesi bu rivâyet hakkında olabilir.
Bunun
benzeri Remli Hâşiyesinde de mevcuttur. Yukarıdaki anlaşılmaz olarak görülme, Mirâc
sahibinin
ifadesidir. Zira o şöyle demiştir:
«Bu
rivayet üzerine şu mesele anlaşılamaz olur: Birisi bir kişiyi hapsetse, o da hapiste açlıktan
ölse,
onu hapseden adam tazminat ödemez. Halbuki ölen kişi, hapseden adamın eyleminden
kendini
korumaktan
âcizdi.»
Ben
derim ki: Çocuk meselesi istihsâna göredir. Fukaha da büyüğü çocuğa ilhak etmişlerdir. O
zaman
o da istihsânın hükmüne girer. Bunun üzerine îrad edilen meseledeki anlaşılamazlık da
kıyasa
göre fer'î bir mesele olarak ele alınır. İstihsân da kıyasa tercih edilir. Bu rivayet de
istihsâna
uygundur. Hatta istihsana uygunluğu
nedeniyle kıyasa tercih edileceği de iddia edilir.
Ama
bir kişi birisini hapsetse, hapsedilen kişi de açlıktan ölse, hapseden kişinin zâmin olmaması
İmâmın
görüşüdür. Cinayetler bahsinin başında fetvânın İmâmın bu sözü üzerine
olduğunu
önceden
belirtmiştik.
O
zaman aradaki fark şudur: Açlık ve susuzluk insanın devamlı ihtiyaçlarındandır. O taktirde bunlar
câniye
izafe edilmezler. Ama bu fiiller böyle değildir. Öyleyse bunlar, bizim meselemizde anlaşılmaz
mesele
olmazlar. Metin ve şerhlerde olanla amel edildiğini de biliyorsun. Bu araştırmayı kendine
ganimet
bil.
M
E T İ N
Eğer
bir çocuğu gaspetse ve gaspettiği
çocuk da kaybolsa, gaspeden adam çocuk gelinceye veya
ölümü
öğrenilinceye kadar hapsedilir.
Haniye.
Nitekim
birisi, bir adamın karısını aldatıp kocasından ayrı yere götürse: karı-kocayı da
birbirlerinden
böylece ayırsa; o zaman kadını
aldatan kişi, kişi tekrar kocasına dönene veya
ölünceye
kadar hapsedilir.
Birisi
bir sünnetçiye bir çocuğun sünnet edilmesini emretse, sünnetçi de sünnet ederken
haşafesini
kesse ve çocuk bunun yarasından
dolayı ölse sünnetçinin âkilesi
diyetin yarısını öder.
Eğer
çocuk ölmezse sünnetçinin akilesi çocuğun diyetinin tamamını
verir.
Bu
mesele ücretinin tazminatı bahsinde geçti. Muâyatu'l-Vehbaniye'de nazım olarak da şöyle
geçmektedir:
Kendisine
karşı cinayet işlediği adam, öldüğünde yarım diyet veren kişi, ölmediği zaman ne verir?
Bu
cânî kimdir?
Birisi
bir çocuğu bir hayvana bindirse ve: «Bunu benim yerime tut!» dese, çocuk hayvanı sürmediği
halde
düşse ve ölse, çocuğun diyeti onu
bindirenin âkilesi üzerinedir.
İster bu çocuk. emsal o
hayvana binebilenlerden olsun, isterse olmasın... Bu bahsin tamamı
Hâniye'dedir.
Bir
köle bir çocuğa emânet edilse ve çocuk emanet edilen köleyi öldürse çocuğun âkilesi onun
kıymetini
öder.
Eğer
ticaretle izinli olmadığı halde ve velisinin de izni olmadan
yiyecek emanet edilse; çocuk da o
yiyeceği yese zâmin olmaz. Çünkü çocuğu yiyeceğe kendisi musallat etmiştir.
Ebû
Yûsuf ve Şâfiî ise zâmin olacağını
söylemişlerdir.
Yine
mahcur bir köleye bir mal emanet edilse ve o da onu helâk etse azad edildikten sonra onun
tazminatını
öder. Ebû Yûsuf ye İmâm Şafiî'ye göre ise onun tazminatını hemen öder.
Eğer
bu mal âriyet veya borç verilmiş de olsa hüküm yine ihtilâflıdır. Yani Imâm-ı
Azam ile İmâm
Muhammed'e
göre azadından sonra, İmâm Şafıî'ye göre ise hemen tazminat öder.
Eğer
o yiyecek velisinin izniyle veya ticaretle izinli olduğu halde emanet edilse fukahanın icmasıyla
tazminat
öder. Nitekim çocuk başka birinin malını emanet edilmediği halde helâk etse hemen
tazminatını
öder.
Ben
derim ki: Bu hükümler çocuk âkil olduğu zaman böyledir. Aksi halde fukahânın icmaı ile zamin
olmaz.
Bu bahsin tamamı İnâye, Şilbî'den
naklen Şurunbulâliye ve Miskin'dedir. Mültekâ, Hidaye ve
Zeylaî'de olan hüküm ise bunun hilâfınadır. Hıfzedilsin...
İ
Z A H
«Karı-kocayı
da böylece birbirlerinden ayırsa ilh...» Yani vücutlarıyla
ayrılsalar... Rahmetî. Kocası
yerini
bilemeyecek şeklide ayrılsalar... Ve zâhire göre akrabaları da kendisi gibi kadının nerede
olduğunu
bilmese. T.
«Veya
ölünceye kadar ilh...» Yani geçen meselede olduğu gibi ölümünü öğreninceye
kadar.
«Sünnetçinin
âkilesi diyetin yarısını öder ilh.» Yani eğer hür ise. Eğer köle ise o zaman âkile
kıymetin
yarısını veya tamamını öder. Çünkü ölüm iki fiil ile meydana gelmiştir: bunlardan biri izin
verilerek
yapılmıştır ki bu kabuğun kesilmesidir. Diğeri ise izin verilmeden yapılmıştır ki, bu da
haşefenin
kesilmesidir. O zaman tazminatın yarısını vermesi gerekir. Ama çocuk iyileşirse derinin
kesilmesi -ki buna izin verilmiştir- sanki hiç kesilmemiş gibi kabul edilir. Haşefenin kesilmesinin İse
-ki
buna izin verilmemiştir- tam olarak
tazminatını vermesi gerekir. Bu da diyettir. Minah.
Minah
bu meseleyi Hâniye ve Sirâciye'ye atfetmiştir, Ayrıca büyük âlim Tarsûsî'nin sorulu cevaplı
nazmını
da zikretmiştir.
«Ölmediği
zaman ne verir? ilh...» Beytin
manası şudur: Ölmediği zaman
vermesi vacip olan şeyin
yarısını,
öldüğü zaman
verir.
«Çocuk
hayvanı sürmediği halde ilh...» Ama eğer sürerse, hatta bu sürmesiyle hayvanı sağa-sola
çevirirse,
o zaman bindiren adamın sebebiyeti bu yeni fiille yani çocuğun sürüşüyle ortadan
kalkmış oldu.
Câmiu'l-Fusûleyn.
«Bu
bahsin tamamı Hâniyede'dir.» Hâniye'nin ibaresi Minah'ta zikredilmiştir.
«Çocuk
emanet edilen köleyi öldürse
ilh...» Ama eğer çocuk köleye karşı nefisten aşağı bir cinayet
işlerse, erşi fukahânın icmâı ile çocuğun malından verilir. İtkâni.
«Çocuğun
âkilesi onun kıymetin! tazmin eder.» Bu, meselenin başındaki teşbihli ifadenîn tasrîhidir.
Şu
kadar var ki, yukarda teşbih edilen
meselede tazmîn olunacak şey diyettir. Bu meselede ise
kıymettir. Hidâye'de bu bahiste diyet ifadesi
kullanılmıştır; çünkü daha önce geçen «kölenin diyeti
kıymetidîr»
görüşünü kabul etmiştir.
«Yiyecek emanet edilse ilh...» Yani örnek olarak... Durru Münetkâ.
«Velisinin îzni olmadan ilh...» Musannıf bunun zıddını ileride zikredecektir.
«Çünkü
çocuğu yiyeceğe kendisi musallat etmiştir.» Yani sahibinin başkasını yiyeceğini helâk
etmekten
koruması mümkündü. Çünkü onu
korumak sahibinin hakkıdır. Ama memlûk (köle) olan
insan,
bunun hilâfınadır. Çünkü kendisini
koruması efendisi için değil, kendisi içindir. Bundan
dolayı köle kan hakkı hususunda asıl hürriyeti üzerine kalır. Efendisi onu helâk etme velâyetine
sahip
değildir. O zaman başka bir şeyi de ondan korumaya malik değildir. Bu Şurunbulâliye'de
ifade
edilmiştir.
«Zamin
olacağını ilh...» Yani hemen...
«Ve
yine mahcûr bîr köleye bir mal emanet edilse ilh...» O da efendisinin izni olmadan kabul etse...
Ama
ticareti izinli olsa veya mahcûr
olduğu halde o emaneti efendisinin
izniyle kabul etmiş olsa ve
helâk
etse, hemen tazminat ödemez; imameyne göre eğer akil ve bâliğ İse azaddan sonra tazmin
eder.
Ebû Yûsuf'a göre ise hemen tazminat öder.
Eğer
köleye emanet edilen şey, bir köle
ise ve emanet edildiği köleyi
öldürse veya ona karşı
nefisten
aşağı bir cinayet işlese, icmâen efendisine cinayetin karşılığında o köleyi veya bedelini
vermesi
emredilir.
İtkâni.
«Hüküm
yine hilafınadır ilh...» Fahru'l-İslâm demiştir ki: «İhtilâf, emanet verme, iâre, karz, satış ve
tek
bir teslim yolu olan şeydedir.»
İtkânî.
«Eğer
velisinin izniyle ilh...» Yani eğer
o yiyecek ona velisinin izniyle emanet edilirse veya o
ticaretle
izinli ise hemen tazminat öder. Bu geçen: «Velisinin izni olmadan ilh...» sözünün dışında
kalır.
«Emanet
edilmediği halde ilh...» Yani emanete benzer bîr şey ile de teslim edilmediğî halde...
«Hemen
tazmin eder» Çünkü köle fiilleri dolayısıyla sorumlu tutulur.
Dürer.
«Multekâ'da
olan hüküm ise bunun hilâfınadır ilh...» Yani Multekâ, Hidâye ve Zeylaî'de olan hüküm
şudur:
«Akil olmayan çocuk, icmâ île tazminat öder.»
İnâye ve diğer kitaplarda zikredildiğine göre bu Fahru'l-islâm'ın görüşüdür. Bu da Cami'in şerhi'nde
zikredilmiştir. Cami'in Fahru'l-İslâm dışındaki şârihleri, icmâen zâmin olmadığını zikretmişlerdir. T.
demiştir
ki: «O zaman mezhep ehli için iki yol ortaya çıkar.»
BİR
EK:
Bir
çocuk damdan düşse veya suya düşse ve ölse bakılır: Eğer o çocuk kendisini
koruyabilenlerden ise, anne ve babası üzerine hiçbir şey yoktur. Aksi halde ebeveynin himayesinde
bulunuyorsa; keffâret vermeleri gerekir. Eğer bunlardan birinin himayesinde ise keffâret onun
üzerinedir.
Nusayr'dan bu şekilde rivayet edilmiştir. Ebû Kasım'dan rivâyet edilene göre ise;
ebeveyne tevbe ve istiğfârdan başka bir şey yoktur.
Ebu'l-Leys'in tercihi de şudur: Ebeveynin herhangi birisi üzerinde
keffâret yoktur. Keffâret ancak
bunlardan
birisinin elinden düştüğü zaman
vardır. Fetvâ da bu görüşe göredir.
Zahiriye. Allah teâlâ
en
iyisini bilendir.