MİYAH (SULAR)
BABI
METİN
Miyah;
mâ'in cem'idir. Med'siz de okunur. Aslı «mevh» olup vâvı elife, hâsı da hemzeye
çevrilmiştir.
Su,
lâtif bir cisimdir ki, her büyüyen şeyin hayatı onunla kâimdir: Hades, mutlak
surette mâ-i mutlak denilen su ile giderilir. Mâ-i mutlak su denilince hatıra
gelen bulut, dere, kaynak, kuyu, deniz ve erimiş de damlayan kar suyu, dolu ve
buz suyu ve çiğ gibi sulardır. Bu taksim müşahedeye göre yapılmıştır. Yoksa
bütün sular gökten inmiştir. Teâlâ Hazretleri: «Görmedin mi ki Allah gökten su
indirmiştir...» buyurmuştur. Nekre bir kelime imtihan makamında olursa (nefiden
geçtim) isbat siyakında olsa bile umum ifade eder. Zemzem suyu ile hiçbir
kerâhet olmaksızın hades giderilir.
İmam
Ahmed'den bir rivâyete göre zemzemle hades gidermek mekruhtur. Kasten güneşte
ısıtılan su dahi kerahetsiz olarak hades giderilir. Şâfiî'ye göre bunun keraheti
tıbbîdir. İmam Ahmed kaynak su ile necaset yıkamayı mekruh görmüştür.
İZAH
Musannıf
evvelce beyan ettiği temizliğin ne ile yapılacağını izaha başlıyor. Bab, lûgatta
kendisi ile başkasına ulaşılan şey demektir. Istılahda ise; ilmin ekseriyetle
fasıllara ve meselelere şâmil olan hususi birtakım toplu kısımlarının ismidir.
Miyah kelimesi cemî kesrettir. Cemî kılleti emvah gelir. Her büyüyen hayvan ve
nebat gibi şeyin hayatı su ile kaimdir. Tuzlu suda hayat yoktur, denilemez.
Çünkü bu ârızîdir. Esas itibariyle onda lezzet vardır. Yani onun aslı da gökten
inmedir. Hades (yani abdestsizlik ve cünüblük) mutlak surette mâ-i mutlak
denilen su ile giderilir. Mâ-i mutlak su denilince hatıra gelen ve pis olmayan
sudur. Bu kayıtla, mukayyet su, müsta'mel su ve necis su târiften hariç kalır.
Zâhire bakılırsa necis su ile müsta'mel su mukayyet değillerdir. Lâkin suyun
pisliğini ve müsta'mel olduğunu bilene göre mukayyet değillerdir. Onun için
ulemadan bazıları: «Suyun halini bilene nisbetle su denilince hatıra gelen
sudur» demişlerdir. Malûmun olsun, mutlak su tabiri su demekten daha hususidir.
Çünkü mutlak kelimesi bir kayıttır. Onun için bu kayıtla mukayyet su tariften
çıkarılmıştır. Yalnız su dersek mânâsı her suya şâmil olur. Mukayyed su da buna
dahildir. Burada onu kastetmek doğru değildir. Sema suyu, dere suyu gibi
terkiplerdeki izafet tarif içindir. Mukayyet sudaki izafet böyle değildir. Zira
ondaki kayıt lâzımdır. Kayıt olmaksızın ona su denilemez. Meselâ; gülsuyu
böyledir. Kar ve buz sularının eriyip damlaması İmam A'zam'la İmam Muhammed'e
göre şarttır. İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre damlasın damlamasın mutlak
suretle câizdir. Esah olan Tarafeyn'in kavlidir.
Sahih
kavle göre çiğ sudur. Bazıları onun hayvan soluğu mânasına geldiğini
söylemişlerdir.
Nekre
kelime meselesi bir itiraza cevabtır. İtiraz şudur: Âyetteki mâ'i yani su
kelimesi isbat siyakında gelmiştir. Binaenaleyh umum ifâde etmez.
Cevap
: Lafzî bir karine bulunursa nekre isbat siyakında da umum ifade eder. Nitekim
umumî bir vasıfla sıfatlandığı zaman böyledir. Buna misâl; mü'min bir köle daha
hayırlıdır, cümlesidir. Lafzî karine bulunmadığı zaman dahi nefis bilecektir.
«Kuru hurma çekirgeden daha hayırlıdır» gibi yerlerde nekre umum ifâde eder.
Burada da öyledir. Zira siyak imtihan siyakıdır. İmtihan, nimetleri verenin
onları saymasıdır. Binaenaleyh âyet-i kerime, Allah Teâlâ'nın her suyu gökten
indirdiğini ifade eder. Suların bir kısmını indirdiğini ifade etmez ki yerdeki
suların bazıları gökten inmemiştir, denilebilsin. Zira imtihanın kemâli
umumdadır. Âyet-i kerimeden suyun temizliğine de istidlâl olunur. Çünkü necisle
imtihan olunmaz.
Zemzem
kuyu sularına dahil olduğu halde musannıfın onu ayrıca zikretmesi tasrihin
faydasına işaret içindir. Şârih hac bahsinin sonunda zemzemle taharetlenmenin
mekruh olduğunu, yıkanmanın ise mekruh olmadığını söyleyecektir. Bundan şu fayda
hâsıl olur ki, kerahet bulunmaması hadesi gidermeye mahsustur; pisliği zemzemle
gidermek mekruhtur.
«Kasten
güneşte ısıtılan» ifadesindeki kasten kaydı tesadüfi bir kayıttır. Yoksa
şâfiîlere göre su kendi kendine de ısınsa hüküm birdir. Şârih:«Bunun keraheti
Şâfiî'ye göre tıbbîdir» diyor.
Ben
derim ki: İbn Hacer ile Remlî'nin şerhlerinde açıkça bildirildiğine göre bu
kerahet tıbbî değil, şer'î ve tenzîhîdir. İbni Hacer şöyle demektedir: «Bu suyu
kullanmakla baras illeti doğmasından korkulur.» Nitekim Hazret-i Ömer (r.a.) den
sahih olarak bu şekilde rivâyet edilmiş; bazı müdakkik doktorlar da buna itimad
etmişlerdir. Çünkü yağlılığı bedenin mesamelerini tıkayarak kanı durdurur. İbn
Hacer bu suyun şâfiîlerce mekruh olmasının şartlarını da saymıştır. Bu şartlar:
sıcak bir beldede sıcak mevsimde kullanılması, pas tutan bir kabta bulunması ve
sıcak iken kullanılmasıdır. Abdestin Mendupları Babında izah etmiştik ki
menduplardan biri de güneşte ısıtılan su ile abdest almamaktır. «el-Hilye»
sahibi de bunu söylemiş ve Hazret-i Ömer'in bu su ile abdest almayı yasak
etmesiyle istidlâl etmiştir. Onun için «Fethü'l-Kadîr» sahibi mekruh olduğunu
açıklamıştır. «el-Bahr» sahibi dahi aynı şeyi yapmıştır. «Mîracü'd-Dirâye» de
«el-Kınye»den naklen şöyle deniliyor: «Güneşte ısıtılan su ile abdest almak
mekruhtur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Âişe (r.a.)'ın suyu güneşte ısıttığını
görmüş de: (Yapma Hümeyra! çünkü bu baras illetini doğurur) buyurmuştur».
Hazret-i
Ömer'den de bunun misli rivâyet olunmuştur. Bir rivâyette mekruh değildir. İmam
Malik ile İmam Ahmed buna kâildirler. Şâfiî'ye göre kasten güneşte ısıtılırsa
mekruhtur.
«el-Gâye»
nam eserde: «Sıcak memlekette, pas tutan kablarda güneşte ısınmış su ile abdest
almak mekruhtur. Kasdî itibara almak zayıftır. Kast bulunmaması te'yid etmez»
deniliyor.
Gördük
ki bize göre de itimad edilen kavil kerahettir. Çünkü nihâyet edilen eser
sahihtir. Zâhire göre bu kerahet bizce de tenzihîdir. Çünkü menduplar arasında
sayılmıştır. Şu halde bizim mezhebimizle Şâfiî mezhebi arasında fark yoktur. Bu
izahı ganimet bil!
METİN
Hades,
tuz meydana getiren, su ile de giderilebilir; tuzun erimesiyle hâsıl olan su ile
giderilemez. Çünkü birincisi aslî tabiatı üzere bakîdir. İkincisi tuz tabiatına
inkilâb eder. Nebattan sıkılan su ile yani ağaç suyu veya meyva şırası ile dahi
giderilemez. Çünkü mukayyet sudur. Bağ çubuğu veya diğer meyvelerden kendi
kendine damlayan su bunun hilâfınadır. O hadesi giderir. Bazıları gidermediğini
söylemişlerdir ki bu kavil daha münasibtir. Nitekim Şürunbulâliyye'de
«el-Burhan»dan naklen beyan edimiş. Kuhistâni de buna itimad ederek: «Sıkılmak
hakikiye ve asma suyu gibi hükmîye şâmildir» demiştir.
Keza
kavun ve karpuzdan sıkmadan çıkan su ile hurma şırası (hilâf ve hadesi
gidermemenin daha uygun olması hususunda) asma suyu gibidirler. İçine katılan
temiz şeyden daha az olan su ile dahi hades giderilemez. Halebe (fazlalık) ya
tam karışmak ile, nebatın veya karpuzun içine işlemekle yahud kendisiyle
temizlik kasdedilmeyen bir şeyle kaynatmakla veya karışan şeyin galebesiyle
olur. Karışan şey katı ise hurma şırasında olduğu gibi isim değişmedikçe suyun
koyuluğu ile, mâyi ise suyun vasıflarına zıd olduğu takdirde, ekserî
vasıflarının değişmesiyle, süt gibi suyun vasıflarına uygun ise vasıflarından
birinin değişmesiyle, müsta'mel su gibi suya mümasil ise cüz'i hesabı iledir.
Eğer mâ-i mutlak yarıdan fazla ise hepsi ile temizlik câizdir. Değilse câiz
değildir. Müsta'mel su hakkında bu zikrettiklerimiz hem dışarıdan katılana hem
de uzva temas eden az mâ-i mutlaka şâmildir.
«el-Bahr»,
«en-Nehir» ve «el-Minah» sahiblerinin tahkiklerine göre küçük havuzlardaki suya
karışan müsta'mel suyun onlardakine müsavi olduğu anlaşılmadıkça o havuzlardan
abdest almak câizdir.
Ben
derim ki: Lâkin Şürunbulâli «el-Vahbâniyye» üzerine yazdığı şerhde bu iki mesele
arasında fark bulmuştur. İstersen ona dikkatle müracaatta bulun!
İZAH
Şârihin
«Çünkü birincisi asli tabiatı üzere bakîdir» diyerek naklettiği iki nevî tuzlu
su farkını «Dürer» sahibi göstermiştir. Bunların birincisini
«Uyûnu'l-Mezahip»den, ikincisini el-Hulâsa'dan nakletmiştir. Fakat «Dürer»
haşiyesini yazan Allâme Nûh Efendi buna itiraz etmiş, «el-Hulâsa»nın ibaresinin
şöyle olduğunu söylemiştir:
«Bir
kimse tuzlu su ile abdest alırsa câiz değildir. «el-Bezzâziye»de bildirildiğine
göre tuzlu su hakikî suyun tabiatına uygun değildir. Çünkü yazın donar, kışın
erir, Zeylaî dahî aynı şeyi söylemiştir. «el-Bahr» sahibi ile Allâme Makdisî onu
tasdik etmişlerdir. Bu söylenenlerin muktezası, sonra erisin, ister erimesin
onunla abdest alınmaz. Bence doğrusu bu tuzlu su ile mutlak surette abdest caiz
olmamaktır. Yani ister tuz olup dur».
Bağ
çubuğunun Arabçası«kerm»dir. Suyûtî'nin rivâyet ettiği bir hadîste: «Üzüme kerm
demeyin»; diğer bir rivayette; «Kerm mü'minin kalbidir» buyurulmuştur. Çünkü bu
söz onunla adlandırılan şeyde çok hayır ve menfaat bulunduğuna delâlet eder ki
buna lâyık olan mü'minin kalbidir.
Münavi:
«Acaba maksat üzüm ağacına bu ismi tahsis etmenin yasaklanması ve bu ismin
mü'minin kalbine verilmesinin daha münasip olduğunu bildirmek midir? Bu takdirde
üzüme kerm demeye bir mânî yoktur. Yoksa üzüme kerm adı verilmesi haram olan bir
şeyi medhe ve nefisleri ona teşvike yol açacağı için mi yasak edilmiştir? Zira
üzümden haram olan şarap yapılır. Üzüme kerm adını vermek, bu pis ve haram
şarabın aslını hayırla vasıflandırmak olur ki, haramı medhe yol açar. Bu iki
şıkkın ikisi de ihtimal dahilindedir» diyor. Kamûs sahibi birinci ihtimali
kat'iyetle kabul etmiş, «eş-Şır'a» şerhinde ise ikinci ihtimal üzerinde
durulmuştur.
«Bağ
çubuğu ve emsalinden kendi kendine damlayan su hadesi gideremez» diyenlerin sözü
burada daha makbul görüldüğü gibi birçok kitaplarda sarahaten bildirilmiş; hatta
«el-Haniyye» ve «el-Muhît» gibi bazılarında yalnız bu kavil zikredilmiştir.
Remlî «el-Minah» hâşiyesinde şunları söylemiştir: «Mezhebin kitaplarına müracaat
edenler birçoklarında bunun câiz olmadığını göreceklerdir. Binaenaleyh itimad bu
kavledir. Buna nisbetle bu kitabın metnindeki hüküm terk edilmiştir».
Galebe
meselesine gelince: Malûmun olsun ki ulema mâ-i mutlak ile hadesin giderilmesi
câiz olduğunda; mukayyed su ile bunun câiz olmadığında ittifak etmişlerdir.
Suya
karışıp da ona galebe etmedikçe mutlak su hükmünden çıkarmayan temiz bir şey ile
galebenin izahı hususunda ise fukahamızın ifadeleri muhteliftir. İmam Fahrettin
Zeylaî bu muhtelif kavillerin arasını faydalı bir kaide ile bulmuştur ki, ondan
sonra gelen muhakkıklardan Kemal İbn Hümâm, İbn Emîr Hâc, Dürer, Bahr, ve Nehir
sahibleri, kitabımızın Musannıfı ile Şârih-i ve başkaları bunu tasdik ve kabul
etmişlerdir. Kaide sârihin en kısa ibâre ve en güzel işaretle kitabımızda beyan
ettikleridir.
«Kendisi
ile temizlik kastedilmeyen» ifadesinden maksat; çorba suyu, bakla suyu gibi
şeylerdir. Bunlar vasıfları değişsin değişmesin, sularının berraklığı kalsın
kalmasın, muhtar kavle göre mukayyet su olurlar. Şârih bu sözü ile aşırı
temizlik maksadı ile suya atılıp kaynatılan çöven ve benzeri şeylerden ihtiraz
etmiştir. Bunlar suya galebe ederek onu bulamaç gibi yapmadıkça zarar etmezler.
Safran
da hurma şırası gibidir. Suya karışır da boya haline gelirse artık mâ-i mutlak
değildir. Koyuluğuna, berraklığına da bakılmaz. Kara boya veya mazı suya atılır
da nakışa elverişli bir hal alırsa o su dahi mâl mutlak değildir, zira artık ona
su adı verilmez. Bunu «el-Bahr» sahibi bildirmiştir. Şarih de tenbih edecektir.
Suya
karışan mayi ya bütün vasıflarında yani tadında, kokusunda ve renginde ona
zıddır ki sirke böyledir. Ya bazı vasıflarında zıd, bazılarında uygundur; yahud
bütün vasıflarında suya denktir. Şârih bunları ve hükümlerini tafsilâtıyla beyan
etmiştir. Suya sirke gibi bütün vasıflarında ona zıd olan bir şey karışırsa
galebe, ekseri vasıflarının değişmesiyle olur. Bütün vasıflar üç şeyden ibâret
olduğuna göre ekserisi ikidir. Şu halde meselâ suda sirkenin bir vasfı görülürse
zarar etmez.
Süt,
kokusu bulunmamak hususunda suya uygun, tad ve renk hususunda ona zıddır. Bazı
karpuz cinsleri de öyledir. Renk ve kokusu bulunmaması hususunda suya uygun, tad
hususunda zıddır. Ama Remlî'nin «el-Bahr» haşiyesinde: «Sütte müşâhede edilen
hususî kokuda suya muhalif olmasıdır» denilmektedir.
Müsta'mel
suyun mutlak suya mümasil ve denk olması temiz olduğunu bildiren kavle göredir.
«el-Bahr» nam eserin sahibi suya mümasil olmak üzere sığırın dilinden damlayan
su ile kokusu kesilen gülsuyunu göstermiştir. Mutlak su, karışandan daha çok
olmaz da ona müsavi veya daha az olursa onunla temizlik câiz değildir.
Hamamların
ve mescidlerin şadırvanları gibi akmayan ve ona on arşın gelmeyen sular da küçük
havuzlar cümlesindendir. Bu kavle göre yıkananların bedenlerine temas eden su,
mutlak suya müsavî veya ondan fazla olmadıkça onlarda abdest almak ve yıkanmak
câizdir. «el-Bahr» nam eserin sahibi buna ulemanın umum ifade eden sözleri ile
ve bir de «Bedâyı'» sahibinin şu sözü ile istidlâl etmiştir: «Az su temizleyici
olmaktan ancak temizleyici olmayan bir şeyin meselâ gülsuyunun veya sütün
karışması ve galebe çalması ile çıkar. Su galip gelirse temizleyici olmaktan
çıkmaz. Burada müsta'mel olan su bedene temas edendir, şüphesiz bu su,
kullanılmayan sudan daha azdır. O halde bununla o su temizleyici olmaktan nasıl
çıkar!»
Kaariü'l-Hidâye
Sirâcüddîn'in fetvalarında şöyle deniliyor: «Siracüddin'e soruldu: Halkın abdest
aldıkları küçük fıskiyelerin içine müsta'mel su iniyor ama içlerine her gün yeni
su konuyor; bunlardan abdest alınır mı alınmaz mı? Sirac: İçine mezkûr sudan
başka bir şey düşmezse zarar etmez; cevabını verdi». Yani böyle bir fıskiyenin
içine pislik düşerse küçük olduğu için pislenir demek istemiştir.
«Şürunbulâli:
bu iki mesele arasında fark bulunmuştur» cümlesinden murad, müsta'mel suyu
dışardan alıp temiz suya karıştırmakla müsta' mel olması ve bir de yıkanan
kimse, az suya dalıp âzâsına temas eden suyun müsta'mel olmasıdır. Şürunbulâlî
şöyle diyor:
«Suyun
bedene temas eden cüz'ü müsta'mel olur; geri kalan kısmı müsta'mel olmaz. Bu
müsta'mel cüz'ü de çok suyun içinde yok olur, sözü merdudtur, kabul edilemez.
Zira müsta'mel hükmü bütün suya sirayet etmiştir. Yoksa az miktarda musta'mel su
katmakla ekserisi temiz kalan su gibi değildir». Bu sözde hasılı Bedâyı
sahibinin yukarıda naklettiğimiz mütalâasına cevaptır.
Bedâyi
sahibi «Cünüp kimse suya dalar veya elini daldırırsa hükmen bütün suyu müsta'mel
yapar; velev ki hakikatte kullanılan müsta'mel su yalnız bedene temas eden kısım
olsun. Ama dışarıdan az miktarda müsta'mel suyu temiz; karıştırmak böyle
değildir. Bu surette bütün suya müsta'mel hükmü verilemez. Zira hadesli kimse
ondan bir şey kullanmamıştır ki müsta'mel olduğu iddia edilebilsin. Hakikaten ve
hükmen müsta'mel olan su sadece bu temas eden cüzdür» demiştir.
Sözün
hulâsası şudur: Dışarıdan atılan müsta'mel su ile temiz suyun müsta'mel olması
galebe ile olur. Yani hangisi daha fazla ise suya o hüküm verilir. Bedenin temas
ettiği suyun hükmü böyle değildir. Beden suya temas eder etmez bütün su
müsta'mel olur
«el-
Bahr» sahibi bu farkı reddetmiştir: «Bu farkın bu manası yoktur. Çünkü her iki
surette şuyû ve karışma müsavidir. Hatta biri itiraz ederek Bilakis dışarıdan
atılan müsta'mel su tesir yönünden daha kuvvetlidir. Zira onda müsta'mel su
bellidir: diyebilir» demiştir Şârih: onun için dikkatle müracaatı tavsiye
etmiştir.
Malûmun
olsun ki bu mesele büyük âlimlerin zihinlerini hayrette bırakan maselelerden
biridir. Bu hususta aralarında münâzaa ve münakaşalar olmuş ve şuyû' bulmuştur.
Allâme Kâsım onun hakkında; «Refu'l-İştibah an meseleti'l-Miyah» namıyla bir
risale yazmış, bu risalede suya karıştırılanla bedene temas eden suyun müsta'mel
hükmü verilmemesi hususunda birbirindenfarkı olmadığını tahkik etmiştir. Yani
mücerred beden suya temas etmekle su musta'mel olmaz. Dışarıdan atılarak
karıştırılan suda nasıl galebe (fazlalık) aranırsa, bedenin temas ettiği suda da
galebe itibara alınır demek istemiştir.
Zamanının
ulemasından bazıları Allâme Kasım'a muvafakat göstermiş: diğerleri ise onu
muâhaze etmişlerdir. Bunlardan biri de talebesi Allame Abdi'l-Ber b Şıhne'dir.
İbn Şıhne «Zehru'r-Ravz fi mes'eletil-Havz» adının verdiği bir risâle ile ona
reddiye yazmış ve «Üstadımız Allâme Kâsım'ın söylediklerine aldanma! » demiştir
«el-Vahbâniyye» üzerine yazdığı şerhte dahi ona red cevabı vermiştir. İbn Şıhne
«el-Hâniyye» ve diğer kitaplarda beyan edilen bu sözlerle istidâlâ etmiştir:
«Bir
kimse serinlemek için elini veya ayağını kaba daldırsa su müsta'mel olur. Çünkü
zaruret yoktur» Bir delili de İmam Ebu Zeyd Debbusi'nin «el-Esrâr» nam
eserindeki şu sözleridir «Şu kadar var ki İmam Muhammet: (Bir kimse az suda
yıkanırsa hükmen bütün su müsta'mel olur): demiştir». Yukarıdaki fark buradan
neş'et etmiştir. Allâme İbni Şilbî bununla fetva vermiştir. «el-Bahr» sahibi,
Allâme Kâsım tarafını tutmuş ve «El-Hayru'l-Bakî fi'l-Vudûi mine'l-Fusâkı»
adında bir risale te'lif ederek İbn Şıhne'nin istidlâl ettiği sözün zayıf bir
kavle istinad ettiğini söylemiş: «Bu zayıf kavil müsta'mel suyun necis
olmasıdır. Malûmdur ki, necaset az da olsa az suyu ifsâd eder» demiştir. Allâme
Bakıllânî, İsmâil Nablusî ve oğlu Seyyidî Abdulganî de onu tasdik etmişlerdir.
«en-Nehir» ve «el-Minah» adlı kitaplarda da böyledir. Onun İbn Emîr Hâcc ile
Kaariu'I-Hidâye'ye muvafakat ettiğini de biliyorsun. Allâme Nuh Efendi'nin sözü
de ona meyyal görünüyor. Sonra «el-Hazâin» Şârihi'nin de onu tercihe
meylettiğini gördüm. Bu zat şöyle diyor: «Hak, (el-Bahr) sahibinin
yazdıklarıdır. O bunları mezhebine bütün kitablarına vakıf olup onların zâhirde
muztarip görünen ibaralerini naklettikten sonra yazmıştır. Bu hususla te'lif
edilen risâleleri görmüş ve bu sâdık dâvaya âdil beyyine getirmiştir. Ben bu
hususta geniş bir risale yazarak oradaki söylenenleri tahkik ettim ve duydum ki
üstadımız Şerefü'd-Dîn Gazzî de buna meyletmiş».
Ben
derim ki: Bunda büyük kolaylık ve genişlik vardır. Bilhassa beldemizdeki
mescidlerin vesair yerlerin havuzlarındaki sular kesildiği zaman bu kolaylık
daha da kendini gösterir. Lâkin ihtiyat unutulmamalıdır. Binaenaleyh böyle bir
hal karşısında kalan kimsenin bu küçük havuzda a'zâsını yıkamaması, ondan avucu
ile su alarak dışında yıkaması lâzımdır. Velev ki â'zâsını yıkadığı su o havuza
sıçramış olsun. Hiç olmazsa bu dışarıdan atılmış olur. Münakaşa mevzuu olan
bedenin suya teması kabilinden olmaz.
Çünkü
bu makam söz götüren bir makamdır. Hakikat hali Allah Teâlâ bilir.
METİN
Bu
söylediğimiz mâ-i mutlak kısımları ile az su bile olsa içinde kansız
hayvanlardan arı, akrep, bak yani sivrisinek gibileri ölse dahi hadesi gidermek
câizdir. Bazıları bak'ın tahtakurusu olduğunu söylemişlerdir. «el-Müctebâ» nam
eserde: «Esah kavle göre kan emmiş sülük suyu ifsâd eder. Tahtakurusunun,
kenenin ve sülüğün hükmü de bundan anlaşılır» denilmiştir. «el-Vehbaniyye» de:
«İpek böceği, suyu, yumurtası ve tersi temizdir. Nitekim pislikten doğan kurt da
temizdir»deniliyor.
Suda
doğan balık, yengeç, kurbağa hatta köpekbalığı ve sudomuzu (denizhınzırı) gibi
hayvanların suda ölmesi onu ifsad etmez. Ancak kara kurbağası müstesnadır. Onun
kanı vardır. Kara kurbağasının parmakları arasında yüzgeç yoktur. Esah kavle
göre onun suda ölmesi suyu ifsad eder. Nitekim karada yaşayan yılanın kanı varsa
o da ifsad eder; yoksa ifsad etmez. Keza bu saydıklarımızdan biri dışarıda ölür
da suda kalırsa esah kavle göre suyu ifsad etmez. Ölen kurbağa gibi bir hayvan
suda dağılırsa o sudan abdest almak câiz olur. Fakat eti haram olduğu için
içilmesi caiz değil, tahrimen mekruhtur.
İZAH
Şârihin
«Bu söylediklerimizle hadesi gidermek câizdir» sözü sahihtir mânâsınadır. Velev
ki bazılarında meselâ, gasbedilmiş sudan helâl olmasın. Sahih tabiri ekseriyetle
akitlerde, helâl tabiri de fiillerde kullanılırsa da burada câizdir sözünden
sahihdir mânâsını kastetmek daha yerinde bir iş olmuştur.
Kansız
hayvandan murad; akar kanı olmayandır. Çünkü Kuhistânî'de:«Muteber olan hiç kanı
yok değil, akar kanı olmayandır. Hatta suda kanı donmuş bir hayvan bulunsa suyu
pislemez» denilmiştir.
Ben
derim ki: Bit ve pirenin kanı da öyledir; akmaz. Bu kayıtla akar kanı olan
hayvanlar bahsimizden hariç kalır. Bunların kanları kendilerinden olsun, sülükte
olduğu gibi emmekle başkalarından alınmış olsun, suyu ifsad eder. Burada kansız
hayvandan murad, kara hayvanıdır. Çünkü musannıf daha sonra su hayvanından
bahsetmiştir. «el-Bahr» nam kitabta ve diğer eserlerde bak, sivrisineğin
büyüğüdür, denilmişse de, Kâmus'ta bakka sivrisinek ve pis kokan yassı kırmızı
bir hayvancıktır, diye tarif edilmiştir. Burada ikinci mânânın kastedildiği
anlaşılıyor. Bazıları;«Bak; tahtakurusudur» demişlerdir. «el-Hılyesinin ibaresi
de bunu te'yid etmektedir. Bazı yerlerde buna fesfes derler. Kene gibi bir
hayvan olup pek pis kokar. «en-Nehir» adlı kitabta; «Sülük hakkındaki tercih
tahtakurusu hakkında da tercihtir. Çünkü ondaki kan da başkasından alınmıştır»
denilmiştir. Fakat söz götürür.
Çünkü
tahtakurusu ile sülük orasında açık fark vardır. Sülüğün kanı başkasından alınma
da olsa akar kandır. Onun için abdesti bozar. Tahtakurusunun kanı böyle
değildir. Onun kanı sineğin kanı gibidir. Abdesti bozmaz ve akmaz.
Gördün
ki suyu ifsad eden kanlı hayvandan murad; akar kanı olandır. Buna göre sülük ve
keneyi de büyük olursa diye kayıtlamak gerekir. Çünkü evvelce görüldüğü vecihle
küçüğü abdesti bozmaz. O halde kanı akmadığı için suyu da ifsad etmemesi lâzım
gelir.
İpekböceğinin
suyundan murad; İhtimal kemale ermeden ölenlerde görülen süte benzer sudur.
Yahud ipeği alınırken içinde kaynatıldığı sudur. Bence murad birincisidir. Çünkü
«Sayrafiyye» de: «Bir kimse ipekböceğinin üzerine basar da elbisesine dirhem
miktarından fazla bir şey sıçrarsa onunla namaz kılması câiz olur» deniliyor.
«el-Vehbâniyye»de ipekböceği tersinin temiz olduğunakat'î hüküm verilmemiş:
«İpekböceğinin tersi hakkında ihtilâf vardır» denilmiştir.
Suda
doğan hayvandan maksad, akar kanı olsun olmasın doğup büyümesi ve yaşaması suda
olan hayvandır. Zâhir rivâye budur. Yani bu hayvanın kanı hakikatte kan
değildir. «el-Hulâsa»da su hayvanı: «Sudan çıkarırsa derhal ölen hayvandır.
Yaşarsa hem kara hem su hayvanıdır» diye tarif edilmiştir. Şu halde su hayvanı
ile kara hayvanı arasında üçüncü bir kısım meydana getirilmiştir. Fakat bu
kısmın hükmü ayrıca beyan edilmemiştir. Sahih kavle göre bu kısım, su hayvanına
mülhaktır. Zira kanı yoktur.
Ben
derim ki: Bu kısımdan murad; suda doğup çıkarıldığı vakit hemen ölmeyen yengeç
ve kurbağa gibi hayvanlardır. Ama karada doğup suda yaşayan kaz ve ördek gibi
hayvanlar böyle değildir. Nitekim az ileride görülecektir.
Şârih
köpekbalığı ile deniz hınzırı hakkındaki zayıf kavli nazarı itibare almamışa
benziyor. Mezkûr kavle göre bunların suda ölmesi suyu ifsad eder. Kamus'da beyan
edildiğine göre yengecin birçok faydaları varmış. «Kara kurbağası suyu ifsad
ettiğine göre «Hidâye» sahibinin kara kurbağası suyu ifsad etmez» diye kat'i
konuşması, akar kanı olmayana hamledilir. «el-Münye» de bildirildiğine göre akar
kanı olan büyük kertenkele, kara yılanı hükmündedir. Kara kurbağası ile kara
yılanının akar kanları yoksa suyu ifsad etmezler.
METİN
Az
suda karada doğup suda yaşayan kaz ve ördek gibi bir hayvan ölürse esah kavle
göre suyu pisler. Yine esah kavle göre sair mayilerin hükmü de suyun hükmü
gibidir. Hatta ona on ebadında şıra dolu bir havuza sidik sıçrasa onu ifsad
etmez. Akan şıra ile birlikte ayağının kanı da aksa şıra pis olmaz. İmam
Muhammed buna muhaliftir. Bunu Şumunnî ve başkaları beyan etmişlerdir. Çok su
akar bile olsa evsafından (yani renk, tad ve kokusundan)biri değişmekle
bilittifak necis olur. Fakat az su, evsafı değişmese dahi necis olur. İmam Malik
buna muhaliftir. Çok durmakla su değişirse necis olmaz. Ama necaset sebebiyle
bozulduğunu bilirse caiz değildir. Şübhe ederse asıl olan suyun temizliğidir.
Mutezile taifesine rağmen havuzdan abdest almak, nehirden abdest almaktan
efdaldir.
İZAH
Suyu
ifsad etmeyen her şey diğer mayileri de ifsad etmez. Esah olan kavil budur. Bunu
Tühfe ve Muhît sahipleri bildirmiş; Bedâyı sahibi ise «Fıkha daha yaraşan»
ifâdesini kullanmıştır. Şıra dolu havuza sidik sıçradığı zaman şıranın
bozulmaması necasetin eseri görülmediğine göredir. İçine kan karışan şıra necis
olmayınca içilmesi de helâldir. Çünkü su hükmüne girmiştir. İçine karışan pislik
yok olup gitmiştir.
Yukarıdaki
kurbağa meselesi böyle değildir. Düşün! İmam Muhammad buna muhalif olunca
buradaki kavil, İmam A'zam'la Ebu Yûsuf'dan bildirilmiştir. Bize göre az sayılan
su, İmam Malik'e göre değişmedikçe pis olmaz. Ona göre az su değişen sudur. Çok
su ise değişmeyen sudur. Şâfii'ye göre iki kulle su çok, ondan az olanı az
sudur. Bize göre bunların arasındaki fark ilerde gelecektir.
Şârihin
«Şübhe ederse asıl olan suyun temizliğidir» demesinden anlaşılır ki sormaya
hacet yoktur. «el-Bahr» da Mübtega'dan naklen şu izahat vardır: «Bir kimse az
bir suda vahşî hayvan izleri görürse o sudan abdest alamaz. Su kuyusunun
yanından vahşi hayvanlar geçer de ondan su içtiklerine kanaat getirirse su
pistir; getirmezse pis değildir». Şu halde şârihin «bozulduğunu bilirse» sözünü,
kalbi kanaat getirirse mânâsına almak icap eder. Yoksa mücerred şübhe mâni
değildir. Çünkü «el-Asıl»da; «Pis olduğundan korkulan fakat yüzde yüz bilinmeyen
havuzdan abdest alınabilir denilmiştir. Buradaki yüzde yüzü kalbin kanaat
getirmesine, korkuyu da şübhe veya vehim mânâsına hamletmek gerekir.
Mûtezile
taifesi havuzlardan abdest almayı câiz görmezler. Onları kahretmek o havuzlardan
abdest almakla olur. Fethü'l-Kadîr sahibi: «Bu ancak kahretme ârızasından dolayı
efdaliyeti ifade eder. Bu ârızanın tahakkuk etmediği yerde nehirden almak efdal
olur» demiştir. Şimdi Mûtezile'nin nasıl men edildiğine gelelim:
«el-Mirâc»
adlı eserde şöyle deniliyor: «Söylendiğine göre havuz meselesi parçalanmayan cüz
nazariyesine ibtina eder. Ehl-i sünnete göre hariçde parçalanmayan cüz vardır.
Ve
necasetin cüzleri suyun parçalanmayan cüz'üne ulaşır. Havuzun geri kalan yeri
temiz kalır. Mûtezile ile felsefecilere göre ise parçalanmayan cüz'ü yoktur.
Binaenaleyh suyun hepsi pisliğe bitişir. Ve onlarca havuz pislenir. Ama bu izah
söz götürür».
Ben
derim ki: Bunun izahı şöyledir: Parçalanmayan cüz, aslı parçalanmayan cevher-i
fertten ibarettir. Cevher-i ferd; tek cevher demek olup bütün fertleri bir araya
gelince cisimleri meydana getiren cevherdir.
Bu
cevher ehl-i sünnete göre sabit ve mevcuttur. Her cisim parçalanarak cevher
fertte nihayet bulunur. Büyük bir havuza necaset düşer de onun parçalanamaz
cüzlere ayrıldığını farzedersek, bu cüzlerin karşısına kendileri kadar su
cüzleri gelir. Artan su cüzleri temiz kalır. Binaenaleyh bütün havuzun pis
olduğuna hüküm verilemez.
Felsefecilere
göre parçalanmayan cüz yoktur. Her cisim sonsuz parçalara ayrılır. Necasetin her
cüz'ü parçalanabilir. Temiz suyun cüzleri de öyledir. Binaenaleyh temiz suyun
hiçbir cüz'ü yoktur ki karşısına necasetin bir cüz'ü gelmesin. Bu suretle
necasetin cüzleri suyun bütün cüzleri ile birleşir. Ve bütün havuzun pis
olduğuna hüküm verilir.
İzahın
söz götürmesi şu yönden olsa gerekir: Mesele parçalanmayan cüz nazariyesine
ibtina etse küçük havuza düşen necasetin de sudan fazla veya ona müsavi
olmadıkça havuzun pislenmemesi icap eder. Çünkü suyun geri kalan cüzleri
temizdir. Bütün suyun pis olduğuna hükmedilemez. Bir de necaset tabiri mutemet
kavlin hilâfına kullanılmıştır. Mutemet kavle göre müsta'mel su temizdir.
Şu
da var ki parçalanmayan cüz meselesinde meşhur olan hilâf müslümanlarla
felsefecilerinhükeması arasındadır. Felsefeciler parçalanmayan cüz'ü kabul
etmemiş «Bu alem kadîmdir.», «Bedenler haşredilmeyecektir» gibi sapık
nazariyeleri bunun üzerine kurmuşlardır. Müslümanlar parçalanmayan cüz'ü, bunu
reddetmek için kabul etmişlerdir. Çünkü bu alemin maddesi parçalanamayan cüzde
karar kılarsa bu cüz'ü hâdis ve bir mucide muhtaç olur ki, o mucid Allah
Teâlâ'dır. Nitekim yerinde beyan edilmiştir.
Mûtezile'ye
gelince: Onların bu hususta ehli sünnete hiçbir muhalefeti yoktur. Aksi takdirde
kat'i surette kafir olurlardı. Halbuki onlar bizim kıblemizin ehli ve fer'i
meselelerde bizim mezhebimize bağlı insanlardır. Şu halde en iyisi bu meseleyi
mücaveret kavline bina etmektir. Yani Mütezile'ye göre su mücevveretle
(yanındakine bitişmekle) bize göre içine işlemekle pis olur. Pisliğin suya
işleyip işlemediği ise eserinden anlaşılır. Pisliğin eseri görülmedikçe suyun
pis olduğuna hüküm verilemez. Bu da müsta'mel suyun pis sayıldığına göredir.
Burasını izah ederken benim anladığım budur. Bunu ganimet bil! Zira bu şekilde
izahını başka kitaplar'da hemen hemen göremeyeceksin. Doğrusunu Allah bilir!
METİN
Keza
içersine üşnan, safran, yemiş ve ağaç yaprağı gibi katı ve temiz bir şey karışan
su ile bütün vasıflarını değiştirse bile berraklığı ve ismi baki kalmak şartı
ile esah kavle göre mutlak olarak hades giderilebilir. Sebebi yukarıda geçmişti.
Lâkin «el-Bahr» nam eserde «Kınye» den naklen: «O su ile bir şey boyamak mümkün
olursa hurma şırası gibi onunla da hades gidermek câiz değildir» denilmiştir.
İZAH
Evvelce
de görüldüğü vecihle suya karışan temiz ve katı cismin suda kaynatılmamış olması
lâzımdır. Suya karışan katı cisim onun bütün vasıflarını değiştirse bile su yine
temizdir. Çünkü ulemadan nakledildiğine göre müslümanlar, içersine yaprak düşen
havuzlardan suyun bütün vasıfları değiştiği halde abdest alırlar. Buna kimse
itiraz etmezdi. Bunu «en-Nehir» sahibi «en-Nihâye» den nakletmiştir. Esah kavlin
mukabili şudur: Bazılarına göre yaprakların rengi avuçtaki suda belli olursa
onunla abdest alınmaz. Fakat içilir. Bunun avuçla kayıtlanması çok değişmesine
işarettir. Çünkü bazen suyun rengi bulunduğu yerde değişmiş görünür de avuçla
alındığı zaman görünmeyebilir. Düşün!
«Mutlak
olarak hades giderilebilir» ifadesinden maksat; suya karışan cisim toprak gibi
yer cinsden olsun olmasın, onu suya karıştırmakla sabun ve üşnânda olduğu gibi
temizlik kastedilsin edilmesin İmam A'zam'a göre caizdir demektir. Şârih «sebebi
yukarıda geçmişti» diyerek suya gelebe meselesindeki «Karışan şey katı olursa,
ismi bakî kalmak şartı ile suyun koyu olmasından bilinir» sözünü kastetmiştir.
METİN
İçersine
necaset düşen akar su ile dahi hadesi gidermek câizdir. Akar su örf ve âdete
göre akar sayılan sudur. Bazıları «Saman çöpünü götüren sudur» demişlerdir.
Birinci kavil daha açık; ikincisi daha meşhurdur. Necasetin eseri görülmezse su
yardımsız bile aksa esah kavle göre onunlahades giderilebilir. Dere yukarıdan
tıkansa da yardımsız olarak kendiliğinden akan su ile bir adam abdest alsa câiz
olur. Çünkü akar sudur. Keza bir kimse küçük bir havuzdan dere açar yahud
havuzun oluk tarafına arkadaşı suyu döker, o da abdest alır; öteki tarafında
içine su toplanan bir kap bulunursa o su ile ikinci, üçüncü ilah... defalar
abdest alması câizdir. Meselenin tamamı «el-Bahr»dadır. Akar suda lâşe bulunur
yahud içine biri bevleder de bir başkası alt tarafından abdest alırsa, akıntıda
eseri görülmedikçe yani bilinmedikçe câizdir. Eser ya tad ya renk yahud kokudur.
Musannıfın mutlak olan sözünün zahiri lâşe ve başkalarına da şâmildir. Kemal ibn
Hümâm'ın tercih ettiği kavil budur. Tilmizi Kâsım, muhtar kavlin bu olduğunu
söylemiş «en-Nehir» sahibi onu takviye etmiş; musannıf da tasdik eylemiştir.
Kuhistânî'de
Muzmerat'tan, o da Nisab'tan naklen: «Fetva buna göredir» denilmiştir. Bazıları:
«suyun yarısı veya ekserisi necasetin üzeri ne akarsa caiz değildir» demişlerdir
ki, bu söz daha ihtiyatlıdır.
İZAH
Tahtavî'nin
beyanına göre akar suyun tarifi hakkındaki birinci kavil daha açık ve daha
sahihtir. Nitekim «el-Bahr» ve «en-Nehir» sahipleri de aynı şeyi söylemişlerdir.
Çünkü örfe dayanır. Ve İmam A'zam'ın «Başına gelenlere sorulur» kaidesine
uygundur. Lâkin bu beyan müşkil görülmüş: «Örf ve âdete göre akar sayanların
çokluğuna ve ihtilâflarına bakarak bu miktar asla tayin edilemez» denilmiştir.
İkinci kavil daha meşhurdur. Çünkü birçok kitap!arda hatta metinler de
mevcuttur. Sadru'ş-Şeria ve ona tabi olarak İbn Kemal «Anlaşılması güç olmayan
tarif budur» demişlerdir. Lâkin gördüm ki birinci kavil daha sahihtir. Bugün örf
ve âdet şudur: Su bir taraftan girer diğer taraftan çıkarsa ona akar su adı
verilir. Velev giren su az olsun, bununla mescidlerdeki havuzlarla hamam
şadırvanların hükmü anlaşılmış olur. Halbuki bunlar saman çöpünü götürmezler.
«el-Hızâne»de bildirildiğine göre biri temiz, diğeri pis su dolu iki kap yüksek
bir yerden dökülerek havada birbirine karışsalar, yere düştüklerinde ikisi de
temiz sayılırlar. Bu iki kabın suları yerde akıtılsa akar su hükmüne girerler.
Malûmun
olsun ki buradaki dere tıkama vesaire meseleleri müsta'mel suyun pis olduğu
kavline göredir. Buna göre zikredilen fer'i meseleler sahihtir. Çünkü bu
takdirde mesele necasetin akar suya düşmesi kabilinden olur. İyi anla!
Bir
kimse küçük bir havuzdan dere açarak suyu akıtır ve akarken abdest alır da o su
bir yere toplanırsa; sonra başka biri o yerden bir delik açarak suyu akıtır ve
akarken abdest alır da su bir yere toplanırsa, üçüncü bir şahıs dahi aynı şeyi
yaparsa iki yer arasında az çok bir mesafe bulunduğu takdirde hepsinin
abdestleri câiz olur. Bunu «el-Muhit» ve diğer kitaplar nakletmiştir. Bunun
sınırı, müsta'mel suyun akıntı yerinden başka yere düşmemesidir. Bu takdirde
müsta'mel hükmünden çıkarak akar suya tâbi olur. Meselenin tamamı
«el-Münye»dedir. Keza havuzun oluk tarafına arkadaşı su döker o da abdest alır
ve ötekî tarafında bulunan bir kaba bu su akarsa o su ile ikinci, üçüncü ve
dördüncü yani birçok defalar abdest almak caizdir. Bunu Tahtavi beyan etmiştir.
Şârihin
«eseri görülmedikçe» ifadesi «yani bilinmedikçe» diye tefsir etmesi tad ve renge
de şâmil olsun diyedir. «Hidâye» şerhinde: «Zahire göre bu vasıflardan murad,
necasetin vasıflarıdır. Meselâ gülsuyu ve sirke gibi pislenen şeyler değildir.
Böyle pislenmiş bir mayi, akar suya dökülürse o mâyideki necasetin eseri itibara
alınır: mâyi'in kendi eseri itibara alınmaz. Çünkü mayi yıkanmakla temiz
olmuştur» denilmiş, bundan sonra Hidâye şârihi: «Buna tenbihte bulunan kimse
görmedim. Halbuki mühimdir. Bunu belle!» demiştir. Şârihin: «Akar suda lâşe
bulunursa» sözü görülen görülmeyen necasetlere şâmildir. Ve her iki nevîde
eserin görülmesi muteberdir.
Kemal
İbni Hümâm'ın tercih ettiği kavli Seyyidi Abdülganî dahi «Ümdetü'l-Mütfî»'nin
«Akan su birbirini temizler» sözünü hatırlatarak te'yid ettiği gibi,
Fethü'l-Kadîr ve diğer kitaplar dahi şu ifade ile teyidde bulunmuştur: «Pis su
büyük havuzun suyuna karıştığı vakit, havuzun suyundan fazla bile olsa onu
pislemez». Seyyidi Abdülganî «Öyle ise akar su evleviyetle pislemez» demiştir.
Şârihin
«Daha ihtiyatlıdır» dediği söz İmam A'zam'la İmam Muhummed'in kavlidir. Bundan
önceki kavil İmam Ebu Yûsuf'undur. «el-Münya» sahibi, İmam A'zam'la Muhammed'in
kavlini tercih etmiş, aynı eserin şarihi Halebî de onu takviyede bulunarak
Fethü'l-Kadîr sahibine ve «el-Bahr» sahibinin Ebu Yûsuf kavli için «Bu daha
güzeldir» demesine cevap vermiştir. Ekseri kitaplarda zikredilen kavil budur.
«Hidâye» sahibi «et-Tecnis» adlı eserinde bu kavlin sahih olduğunu bildirmiştir.
Çünkü burada necaset bulunduğu yakinen malûmdur. Görülmeyen necaset böyle
değildir. Zira onun eseri görülmeyince anlaşılır ki kendisini su götürmüştür.
Allâme Nuh Efendi de onu teyid etmiş ve «en-Nehir»in beyanına uzun uzun itirazda
bulunarak maksadı açıklamıştır.
Hâsılı
burada iki sahih kavil vardır: Bunların ikincisi şârihin dediği gibi daha
ihtiyatlıdır. «el-Münye» sahibi şöyle diyor:
«Şu
hale göre yağmur suyu evin üzerindeki oluktan akar da evin üzerinde fışkı
parçaları bulunursa su temizdir. Fışkı parçaları oluğun ağzında bulunur: yahud
suyun hepsi veya yarısı, yahud ekserisi üzerlerinden geçerse o su necistir. Aksi
takdirde temizdir».
Ben
derim ki: Bizim memleketimizdeki lağım dereleri de bu hilafa göre halledilir.
Bunlardan pislik akar ve diplerine çöker. Lâkin gündüzleri necasetin eseri
bellidir. O zaman pis oldukları hususunda söz yoktur. Geceleri bu eser ve
değişiklik ortadan kalkar. Ve mezkûr hilâf onlar hakkında da câri olur. Çünkü
üzerinden su akar; altı necasettir. «Hazânetü'l-Fetavâ» da şöyle deniliyor:
«Bütün derenin içi pis olur da altından görünmeyecek şekilde çok akarsa o
temizdir. Böyle değilse temiz sayılmaz». «el-Mültekat»'da beyan edildiğine göre
ulemadan bazıları: « Su akarsa az da olsa temizdir» demişlerdir.
Mühim
Tenbih: Bizim memleketimizde hayvan pisliklerini evlere akan su yollarını
tıkamak için bu yollara atmak adet olmuştur. Bu pislikler oralara çöker ve
üzerlerinden su akar. Bu mesele lâşe meselesi gibidir. Suyun pis olduğunu
söylersek bunda büyük güçlük vardır. Halbuki güçlük nâss ile kaldırılmıştır. Bu
meseleyi Dımaşk Müftüsü Allâme Abdurrahman Ammadî «Hediyetü İbn Ammad» adlı
eserinde bahis mevzuu etmiş; bazı fer'i meselelerle ve meşhur (Meşakkat
kolaylığı celb eder) kaidesiyle keza onun üzerine yazılan fer'î meselelerle
istidâlâ ederek cevaz vermiştir.
Seyyidi
Abdülganî Nablusî de şerhinde bu mesele üzerine uzun uzadıya beyanatta
bulunmuştur. Hülâsası şudur: Pislik su yatağına çöker de eseri görülmezse su
temizdir. Su, evlerdeki havuzlara değişmiş bir halde ulaşırsa, ister büyük
havuzda, ister küçüğüne insin, pistir. Velev ki değişikliği kendiliğinden
ortadan kalksın. Çünkü pis su kendiliğinden temiz olmaz; ancak üzerinden temiz
su geçmekle temizlenir. Temiz suyun akıntısı kesildikten sonra küçük havuzun
dibine pislik çökmüş ise pislik kara çamur haline gelmedikçe havuzdaki su
pistir. Kara çamur haline gelmişse üzerinden akan temiz su kesildikten sonra pis
değildir. Bütün bu izahat bizim mezhebimize göre hayvan pisliği necis olduğuna
göredir. İmam Züfer'den bir rivayete göre eti yenen hayvanların fışkısı
temizdir. «el-Mübtegâ» da bildirildiğine göre bütün hayvan fışkıları necistir.
Yalnız İmam Muhammed'den bir rivâyete göre zaruret icabı bunlar temizdir. Bu
rivâyette hayvan sahiplerine genişlik ve kolaylık vardır. Zira onlar hayvan
pislikleri ile bulaşmaktan pek az hâli kalırlar. Bu rivayeti belle!
Bizim
de burada buna kail olmamız baîd görülmemeli! Çünkü zaruret bunu icap ettiriyor.
Nitekim ulema müsta'mel suyun temizliği meselesinde ve emsalinde zaruretten
dolayı İmam Muhammed'in kavli ile fetva vermişlerdir. İbn Hacer'in «el-Ubab»
şerhinde İmam Şâfiî'nin «Bir iş daralırsa genişler» sözü üzerine şöyle
denilmiştir:
«Şam'ın
dereleri az da aksalar içlerindeki pislik sebebiyle değişmeleri zarar etmez.
Çünkü insanların muhtaç oldukları bu derelerin bu pisliklerden hâli olarak
akması mümkün değildir». Bu sözün zâhiri gösteriyor ki, ona göre affedilen şey
pisliğin kendisi değil, eseridir.
Ben
derim ki: Şübhesiz zaruret aynının affedilmesini de gerektirmektedir. Zira
memleketimizde sudan uzak mahallelerin çoğunda su kıtlığı vardır. Ekseri
zamanlarda suyun içinde pisliğin aynı mevcuttur. Bu pislik havuzların diplerine
çöker. Çok defa kullanmakla havuzlardaki su azalır yahud su kesilerek akmaz
olur.
Bâhusus
dereler kiralandığı ve suyun günlerce kesildiği zamanlar susuzluk çekilmez
dereceyi bulur. Bu havuzlarda pislik var diye halk onlardan faydalanmaktan men
edilirse bundan kendilerine pek büyük bir güçlük doğar. Nitekim görülen bir
haldir. Binaenaleyh halkın kolaylık gösterilmeye ihtiyacı, hayvan sahiplerinin
ihtiyacından fazladır. Filhakika «el-Münye» şerhinde şöyle denilmektedir:
«Ulemamızın kaidelerinden bildiğimiz şey, zaruret ve umumi belva hallerinde
kolaylık göstermektir. Nitekim köy kuyuları meselesiyle emsalinde böyle
yapmışlardır». Yani özürlünün pisliğini, sokakların pisliğe galebe çalan
çamurunu vesaireyi zararsız saymışlardır. Evet, bazı vakitlerde değişme artar,
su havuza yemyeşil akar; içinde pisliğin aynı vardır. O zaman havuz küçükse su
çıksa bile pislenir. Çünkü pis, su ile akar. Bu halde o suyu kullanmaya zaruret
yoktur. Suyun sofileşmesi beklenir. Unutmamalı ki kanallardaki ve havuz
diplerindeki pislikler zaruretten dolayı affedilmiştir. Meşakkat kolaylığı celb
ettiği ve bir iş daraldığı zaman genişlediği için bağışlanmıştır. Allahu a'lem!
METİN
Ulema
suyun inmesi ve avuçladıkça hemen arkasının gelmesi şartı ile hamam havuzunu da
akar su hükmüne katmışlardır. Mesela küçük bir havuzun su bir tarafından girip
öbür tarafından çıkarsa o havuzun her tarafından abdest almak mutlak surette
câizdir. Bununla fetva verilir. Keza beşe beş ebadında bir pınardan su kaynarsa
yine bununla fetva verilir. Bunu Kuhistânî «Tetimme» ye nisbet ederek
nakletmiştir. Durgun olan çok suyun hükmü de böyledir. Yanı içine görünmeyen
necaset düşer de velev görünen necasetin düştüğü yerde olsun eseri görülmezse o
su ile hadesi gidermek câizdir. «el-Bahr» nam eserde beyan edildiğine göre
bununla fetva verilir.
İZAH
Hamam
havuzunun akar su hükmüne katılması necasetin eseri görülmedikçe pislenmiş
sayılmaması hususundadır.
Ben
derim ki: Hamam havuzundan başkaları da öyledir Çünkü «el-Zahiriyye» de beyan
edildiğine göre bu hüküm ona on ebadından küçük olan havuz hakkındadır. Bundan
sonra «Hamam havuzu da böyledir» denilmiştir. Bellenilmelidir.
«Avuçladıkça
hemen arkasının gelmesi»nden murad; iki avuç üç arasında akıntının durmamasıdır.
Havuza bir taraftan girip öbür taraftan çıkan suyun kendi kendine çıkması ile
çıkarılması arasında fark yoktur. Çünkü «Tatarhâniyye»de şöyle deniliyor:
«Havuza su girer de çıkmaz, fakat içinde bir insan yıkanır da onun yıkanması ile
öbür taraftan peşi peşine çıkarsa havuz pis olmaz».
Sonra
ulemanın sözlerinden anlaşılıyor ki, suyun girip çıkması havuzun üstünden
olacaktır. Su havuzun dibindeki bir delikten çıkarsa akar sayılmaz. Zira itibar
suyun yüzünedir. Buna delil havuz hakkında derinliği değil uzunluk ve genişliği
nazar-ı itibara almaları, çokluk ve azlığını da üst kısmından hesap etmeleridir.
Nitekim şârih bunu anlatacaktır.
«el-Münye»
de; «Su zayıf akarsa ağır ağır abdest almalıdır. Ta ki üzerinden müsta'mel su
gitsin!» denilmiştir. Ben bu meseleyi açık olarak bir yerde görmedim. Ama
Seyyidî Abdülganî'nin şerhiride İmam Ebu Yûsuf'a içinde fare öldüğü haber
verilen hamam deposu meselesi hakkında şöyle denildiğine gördüm: «Bunda
yukarısından girip aşağısından bir boru ile çıkan depo suyunun akar su hükmünde
olmadığına işaret vardır».
Şârihin
«Mutlak surette câizdir.» sözünden murad, havuz ister dörde dört ebadında, ister
daha büyük olsun demektir. Bazıları, «Daha büyük olursa havuz pislenir. Çünkü
müsta'mel su oraya yerleşir. Meğer ki suyun girdiği veya çıktığı yerden abdest
alsın» demişlerdir. Nitekim «el-Münye» de beyan edilmiştir. Mutlak sözünden bir
de şu anlaşılır: Su hafif aktığı için müsta'mel suyun çıkmadığını bilse de zarar
etmez. Halbuki öyle değildir. Zira «el-Münye» de «Hâniyye»'den naklen şöyle
denilmiştir: «Daha doğrusu bu takdir lâzım değildir. Suyun çokluğundan ve
kuvvetinden musta'mel su o anda çıkarsa câizdir. Aksi takdirde câiz değildir».
Şârihler bunu tasdik etmiş; hatta «el-Hılye» sahibi «Şübhesiz bu güzeldir»
ifadesini ziyade eylemiştir. Sonra bu izahat müsta'mel suyun pis olduğunu
bildiren kavle göredir. Esah ve muhtar olan kavle göre ise avuçladığı suyunyahud
yarısının veya yarıdan biraz fazlasının müsta'mel olduğuna kalbi kanaat
etmedikçe o sudan abdest atması câizdir. «el-Bahr»ın beyanına göre bununla fetva
verilir, ifadesinden maksat; görünür necasetle görünmez necasetin farkı
olmadığını anlatmaktır. Bu kavli «Bahr» sahibi, «Münye» şerhine nisbet etmiş,
bundan İbn Emir Hâcc'ın «Hilye»sini kastetmiştir. O da aynı kavli «Nisab»tan
nakletmiştir. O Nisab'ın ibaresini burada değil, akar su babında zikretmiştir.
Halbuki bu kavil Halebi'nin «Münye» şerhinde «Hulâsa» dan naklettikleri
karşısında müşkül kalır. Orada; «Görünür pislikte necasetin düştüğü yer
bilittifak pislenir. Görünmeyen pislikte pislenir diyenler olduğu gibi,
pislenmez diyenler de vardır» denilmektedir. Bunun benzeri «Hılye» ile
«Bedâyı'»de de mevcuttur. Lâkin «Bedâyı'» de «Bilittifak» yerine «Zâhir rivâyete
göre» denilmiştir. «Bedâyı» sahibi: «Bunun mânâsı necasetin düştüğü yerden küçük
bir havuz kadarını bırakır, sonra abdest alır» demiştir. «el-Kifâye»de
bırakılacak yer dört arşın takdir edilmiştir. Bazıları: «Araştırır, neticede
necasetin ulaşmadığına kanaat getirdiği yerden abdest alır» demişlerdir.
«Hilye»
sahibi; «Ben, esah olan budur derim» demiştir. Keza «el-Hâniyye» sahibi görünen
necasetin yeri pislendiğini hilâf nakletmeksizin kat'î bir lisanla ifade etmiş:
sonra görünmeyen necaset hakkındaki iki kavli nakletmiştir. «el-Mebsut» ta bu
iki kavlin birincisi. «Bedâyi»de ise ikincisi sahih kabul edilmiştir. Evet
«el-Hazâin» sahibi; «Fetva görünenle görünmeyen necaset arasında fark
yapmaksızın mutlak surette pislenmeyeceğine verilmiştir; meğer ki suda değişme
ola! Çünkü belva umumîdir. Hatta ulema yer değiştirmeden bulunduğu yerden
istinca yapabileceğini söylemişlerdir. Nitekim «el-Müctebâ»dan naklen
«el-Mi'rac»da da böyledir.» demiştir. Fethü'l-Kadir'de: «İmam Ebu Yûsuf'tan bir
rivayete göre havuz da akar su gibi ancak suyu değişmekle pislenir. Sahih kabul
edilmesi gereken kavil budur. Binaenaleyh görünen necasetle görünmeyen necaset
arasında fark bulunmamak icap eder. Çünkü delil fark göstermeksizin sadece çok
su olduğu zaman pislenmediğini iktiza ediyor» deniliyor.
Anlaşılıyor
ki, kitabımızın şârihin söyledikleri İmam Ebu Yûsuf'tan gelen «Akar su gibidir»
rivayetinin zahirine istinat etmektedir.
Evvelce
beyan ettiğimiz vecihle Ebu Yûsuf akar suda mutlak olarak eserin görülmesini
nazarı itibara almıştır. Metinlerden anlaşılan da budur. Burada «Kenz» sahibi
dahi «Havuz, akar su gibidir» demiştir. «Mültekâ » da aynı şey söylenmiştir.
Zâhirine bakılırsa «Kenz» sahibi bu rivayeti benimsemiştir. Onun için
Fethü'l-Kadîr sahibi de onu tercih etmiş, «Hilye» sahibi dahi onu beğenmiştir.
Çünkü akar su babında imam Ebu Yûsuf'tan rivayet edilene uygundur. «Hilye»
sahibi şöyle diyor: «Buna İbn Mace'nin Sünen'inde Cabir (r.a.)'den rivayet
ettiği şu hadis şâhiddir:
Cabir:
(Ben bir göle vardım. Baktım ki içinde bir eşek ölmüş bunun üzerine o gölden su
almaktan vaz geçdik ve Resülullah (s.a.v.) geldik. Şübhesiz suyu hiçbir şeye
pislemez, buyurdular. Artık biz de ondan su içdik, hayvanlarımızı suladık ve su
aldık) demiştir.»
Bu
rivayet yukarıda geçen ittifak nakline aykırıdır. Allahu a'lem.
METİN
Durgun
suyun miktarı hususunda muteber olun cihet, hal başına gelen kimsenin galebe-i
zannı(yani kalbinin yatması)dır. Necasetin suyun öbür tarafına varmadığına kalbi
yatarsa câiz, yatmazsa câiz değildir. İmam A'zam'dan nakledilen zâhir rivâyet
budur. İmam Muhammed de bu kavle rücu etmiştir. Esah olan bu kavildir. Nitekim
«el-Gâye» ve diğer kitaplarda da beyan edilmiştir. «el-Bahr» sahibi tahkik etmiş
ve mezhebin bu olduğunu, bununla amel edileceğini, ona on ebadı ile takdirin bir
esasa dayanmadığını söylemiş: ve Sadru'ş-Şeria'nın verdiği cevabı reddetmiştir.
Lâkin «en Nehir» sahibi şöyle demiştir: «Sen bilirsin ki ona on hesabını itibara
almak daha mazbut bir iştir. Bilhassa avamdan olup da bir fikri bulunmayanlar
hakkında bu daha elverişlidir. Onun için müteehhirin ulemanın büyükleri bununla
fetva vermişlerdir.»
Yani
dört köşe olan havuz gölde dört tarafın mecmuu kirbas arşını ile kırk arşın:
yuvarlak olanlarda otuz altı arşın, üç köşe olanda on beş arşın, bir çeyrek
yahud on beş arşın ve beşte bir olacaktır. Havuzun uzunluğu var, genişliği yok
fakat ona on ebadını buluyorsa kolaylık olmak için, ondan abdest câizdir. Suyun
üst kısmı on arşın, alt kısmı daha az olursa, az kısmına varıncaya kadar o sudan
abdest câiz olur. Bunun aksini farzederek içine bir necaset düştüğü zaman on
arşına ulaşmadıkça abdest câiz değildir.
İZAH
İmam
Muhammed bir müddet büyük havuzun ona on ebadında olacağını söylemiş; sonra
bundan dönerek: «Hiçbir tayinde bulunmuyorum», demiştir. «el-Bahr» da
bildirildiğine göre bunu ondan mevsuk imamlar nakletmişlerdir
«Esah
olan Kavil budur» ibaresine Fethü'l-Kadîr sahibi: «Ebu Hanife nin kaidesine en
uygun olanı da budur» cümlesini eklemiştir. Yani şer'an tayin edilmiş bu miktar
olmayan yerde tahakküm suretiyle miktar tayin edilemez; mesele, hal başına gelen
kimsenin reyine bırakılır.
İmam
Şâfii'nin kail olduğu vecihle çok suyu iki kulledir diye sınırlandırmaya
gelince: Bunu bildiren hadis sabit değildir. Nitekim, bunu İbn Medini söylemiş,
Hafız İbn Hâcer ve başkaları da mezkûr hadisin zayıf olduğunu bildirmişlerdir.
Fethü'l-Kadîr'de, «el-Bahr» ve diğer mufassal kitablarda bu hususta uzun beyanat
vardır.
«el-Bahr»
sahibi tahkikatı neticesinde üç imamımızdan (yani Ebu Hanife, Ebu Yûsuf ve
Muhammed'den) nakledilen zâhir rivâyetin, meseleyi bir miktarla tayin etmeksizin
hal başına gelen kimsenin reyine bırakmak olduğunu söylemiş, sonra şunları ilâve
etmiştir:
«İmam
Muhammed'in ona on ebadını takdirden dönmediğini farzetsek bu söz kendinden
başkasını ilzam etmez. Çünkü vacip olan şey, hal başına gelen kimsenin pisliği
çok saymasıdır. Bir kişinin çok sayması başkasını ilzam etmez. Bilâkis bu iş,
kalbi kanaat getirenlerin haline göre değişir. Bu mesele avamın müctehidi taklit
etmesi icab eden suretlerden değildir. Bunu Kemal İbn Hümâm beyan etmiştir».
Ben
derim ki: Lâkin «Hidâye» ve diğer kitablarda bildirildiğine göre büyük göl, bir
tarafı çalkalandığı zaman öbür tarafı hareket etmeyen sudur. «el-Mirâc» nâm
eserde zahir mezhebin bu olduğu kaydedilmektedir. Zeylaî: «Bazıları suyu
çalkalamakla, bazıları da ölçmekle amel edileceğini: söylemişlerdir» demiştir.
Zahir mezhep bunlardan birincisidir. Mütekaddimin ulemanın kavli de budur. Hatta
«el-Bedayî» ve «el-Muhît» nâm kitablarda: «Mutekaddimîn ulemamızdan gelen
rivayet suyu çalkalamakla amel edeceği hususunda ittifak ettiklerini gösterir»
denilmiştir. Çalkalamak, bir anda suyun yükselip alçalmasıdır. Biraz durduktan
sonra alçalması değildir. Hareketin aslı muteber değildir. Tatarhaniyye'de:
«Meşhur kitapların üç imamımızdan naklettiklerinin bu olduğu bildiriliyor»
demiştir. Çalkalamanın yıkanmakla mı, abdest almak veya elle hareket ettirmek
sureti ile mi itibar edileceği hususunda üç rivayet vardır. Bunların esah olanı
ikincisi (yani abdest almakla itibar edilmesi)dir. Çünkü ortadır. Nitekim
«el-Muhit» ve «el-Havi'l-Kudsî» adlı kitablarda da böyle denilmiştir. Meselenin
tamamı «el-Hilye» ile diğer eserlerdedir.
Şübhesiz
ki hiçbir şeyle takdir etmeksizin sırf galebe-i zann ile suyun öbür tarafa
ulaştığını itibara almak zahire göre çalkalamakla ulaşmaya aykırıdır. Zira
galebe-i zann (kalbin kanaat getirmesi) adamına göre değişir. Suyun bir tarafını
çalkalamak ise hissî bir şeydir; gözle görülür. Bunda değişme yoktur. Halbuki bu
kavillerin ikisi de zahir rivayede üç imamımızdan nakledilmiştir. Bu hususta söz
eden kimse görmedim. Bana öyle geliyor ki, iki kavlin arası şöyle bulunacaktır:
Maksat fiilen çalkalama bulunmadığı vakit, çalkalanmış olsa öbür tarafa
ulaşacağına galebe-i zann hâsıl olmasıdır. İyi düşünülsün!
«el-Bahr»
sahibi Sadru'ş-Şeria'nın cevabını reddetmiştir. Sadru'ş-Şeria ona on ebadiyle
takdir meselesini bir esasa bina etmiştir. O esas, Peygamber (s.a.v.)'ın: «Her
kim bir kuyu kazarsa, etrafı kırk arşın onundur» hâdis-i şerifidir. Binaenaleyh
kuyunun çevresi her taraftan onar arşın o kimsenin olur. Kuyunun çevresi
dahiline başkasının kuyu kazmasını men eder. Tâ ki su onun kuyusuna çekilip
kendi kuyusunun suyu azalmasın. Pislik sızmasın diye oraya helâ çukuru kazmasını
da men eder. Ama çevrenin dışına kazmaktan men edemez. Çevre her taraftan onar
arşındır. Bu izahattan sonra Sadru'ş-Şeriha: «Anlaşılıyor ki şeriat, pisliğin
sirayet etmemesi hususunda ona on ebadı itibara almıştır» demiştir. «el-Bahr»
sahibi Sadru'ş-Şeria'nın bu izahatını reddetmiş ve: «Sahih kavle göre çevre her
taraftan kırk arşındır. Yerin kıvamı suyun kıvamından kat kat fazladır.
Binaenaleyh sirayet etmemek hususunda suyu yerle kıyas etmek doğru değildir. Bir
de muhtar kavle göre kuyu ile helâ arasındaki mesafede itimad edilecek şey
pisliğin işlemesidir. Bu ise, yerin sertliğine, gevşekliğine göre değişir»
demiştir.
Şârihin
«en-Nehir»den naklettiği sözü «el-Bahr» sahibi de bahis mevzuu etmiş; sonra onu
red ile: «Ulemanın fetvasıyla değil. ancak mezhebin sahih kavli ile amel edilir»
demiştir. Tahtavî'nin beyanına göre «el-Bahr» sahibi haklıdır. Tahtavî: «Her
ikisinin sözlerine vâkıf olunca kat'î surette buna hükmedersin» demiştir.
Ben
derim ki: Muhakkıklardan Kemal İbn Hümâm ile tilmizi Allame İbn Emîr Hacc'ın
sözlerinin hamledildiği kavil budur. Lâkin bazı hâşiye yazanlar. şeyhülislam
Sâdettin Dirî'nin «el-Kavlü'r-Rakî...» adlı risalesinde metin yazan ulemanın ona
on ebadını seçmelerini hakikat bulduğunu, aksini iddiaedenlere beliğ bir surette
red cevabı verdiğini. doğruyu ifade eden yüz kadar nakil serdettiğini
söylemişdir. Şeyhülislâm, sözünü bir şiirle bitirmiş ve şöyle demiştir:
«Anlamak
hususunda toy isen,
Kâmil
birini gördüğünde münakaşa etme!
Helâli
görmedinse,
Gözleri
ile gören insanları bari teslim et!»
Şübhesiz
ona on hesabı ile fetva veren «Hidâye» sahibi, Kâdıhân ve diğer tercih sahibi
müteehhîrîn, mezhebimizi bizden iyi bilirler. Bize düşen vazife onlara tâbi
olmaktır.
Şârih
«dörtköşe» tabiriyle ona on ebadından murad yüzölçümü yüz arşın olan havuza
işaret etmiştir. Dörtköşe, üçköşe veya yuvarlak olması fark etmez. Dörtköşe
havuzun dört tarafı onar arşındır. Yüzölçümü ise yüz arşın eder. Yuvarlak ve
üçköşe havuzlar dahi şârihin vasfettiği gibi olurlarsa yüzölçümleri yüzer arşın
eder. Bunlar kare şekline çevrilse ona on ebadında arşın olurlar. «(es-Sirâc»
nâm eserde bildirildiğine göre yuvarlak havuzun çevresi (36) arşın, kutru (11)
bütün beşte bir arşındır. Bunun yüzölçümünü bulmak için kutrunun yarısı ile
çevresinin yarısını birbirine çarpmak gerekir. «es-Sirac»'ın beyan ettiği bu
kavil bu husustaki beş kavlin biridir. «Dürer» sahibi bunun sahih ve hesap
ilmine göre müdellel olduğunu söylemiştir, şürunbulâli «ez-Zehru'Nadîr» adlı
risalesinde delilini de izah etmiş, diğer dört kavli çürütmüştür.
Üç
köşeli havuzun her kenarı bazılarına göre on beş arşın bir çeyrek, diğer
bazılarına göre on beş bütün, beşte bir arşın olacaktır. Bu suretle onun da
yüzölçümü yüz arşın ederse de bu hesapların ikisi de tam yüz etmez, yüze en
yakını on beş bütün beşte bir olanıdır. Onun için şârih yalnız bununla iktifa
etse daha iyi olurdu. Kirbas arşını pamuklu kumaşları ölçmeye yarayan bir
uzunluk ölçüsüdür. Ne kadar olduğu ileride gelecektir.
TENBİH:
Şârih derinlik hakkında zâhir rivâyede bir takdir bulunmadığına işaret için
derinlik miktarından bahsetmemiştir. Sahih olan budur. «Hidâye» sahibi
derinliğin avuçla su alındığı vakit açılıp dibi görünmeyecek şekilde olmasını
sahih bulmuştur.
«el-Mi'râc»ta
fetvanın buna göre olduğu kaydedilmiştir. «el-Bahr» sahibi ise birinci kavli
daha uygun bulmuştur. Derinlik hususunda muhtelif kaviller vardır. Bazıları dört
parmak, bazıları topuklara kadar olacağını söylemiş, birtakımları bir karış,
daha başkaları bir arşın, hatta iki arşın olacağını bildirmişlerdir.
Uzunluğu
olup genişliği olmayan havuz, eni iki metre, boyu elli metre şeklinde tasavvur
olunabilir. Böyle bir havuzun yüzölçümü yine yüz arşın eder. Böyle bir havuzdan
kolaylık için abdest câiz olmasında, murad; müsta'mel suyun necis olduğu kavline
göredir. Yahud içine necaset düşse de abdest câizdir, demektir. İki kavilden
biri ve muhtar olanı budur. Nitekim Dürer'de «Uyûnü'l-Mezâhip» ve Zahiriyye'den
naklen beyan edilmiştir. «el-Muhît», «el-İhtiyâr» ve diğer kitapların sahipleri
de bu kavli sahih bulmuşlardır. Fethü'l-Kadîr sahibi ise diğer kavlı tercih
etmiş, Tilmizi Kâsım da onu sahih kabul etmiştir. Zira suyun çokluğunun delili
necasetin öbür tarafa varmamasıdır. Genişlik itibar edilirse şüphesiz
varacaktır. Bunun bir misli de uzunluğu, genişliğiolmayıp derinliği bulunan
havuzdur. Çünkü kullanış derinlikten değil, satıhtandır. «el-Bahr» sahibi buna
cevap vermiş: «Bu kavil daha güzel ise de ulema halka kolaylık düşünmüş ve bunun
da büyük havuza katılacağını söylemişlerdir. Nitekim «Tecnis» sahibi
(Müslümanlara kolaylık olması için) sözü ile buna işaret etmiştir» demiştir.
Bazıları
bu sözü şöyle ta'lil etmişlerdir: Uzunluk itibara alınırsa havuz pislenmez.
Genişlik itibar edilirse pislenir. Şu halde pislenip pislenmediği şübheli
kaldığından havuz temizdir. Meselenin tamamı Nuh Efendi hâşiyesindedir. Bununla
bu havuz, genişliği olamayıp derinliği bulunan havuzdan ayrılır.
Suyun
üst kısmı on arşın, alt kısmı daha az olursa az kısmına varıncaya kadar o sudan
abdest câiz olur. Yani az kısmına ulaştığında oraya bir necaset düşerse
pislenir. Nitekim «el-Münye»de de böyle denilmiştir. Necaset müsta'mel suyun
necis olduğu kavline göre müsta'mel suya da şamildir. Onun için «el-Bahr» sahibi
«Su azalır da ona on arşından daha aşağı inerse ondan abdest alınmaz: lâkin
ondan avuçla su çıkarılarak dışarısında abdest alınır. Müsta'mel suyun temiz
olduğu rivayetine göre ise mesele küçük havuzlardan abdest alma meselesi olur.
Onlar hakkında evvelce söz etmiştik. Necaset düştükten sonra havuz tekrar
dolarsa necis olarak kalır. Ama kalmaz diyenler de olmuştur. «el-Hilye»de ikinci
vechin anlaşılmadığı kaydedilmiştir. «el-Münye» şerhinde şöyle deniliyor: Hâsılı
su az iken pislenirse bir daha çoğalsa da temiz olmaz. Pisliğe temas etmezden
önce su çoksa necaset düştükten sonra azalsa bile pis olmaz. Binaenaleyh suyun
çokluğu ve azlığına itibar, pisliğe temas ettiği zamandır. İster pislik suya
atılsın, ister su pisliğin üzerine dökülsün. Muhtar olan budur» demiştir.
«Bunun
aksini farz edersek» yani üst kısmı ona on ebadını doldurmaz da alt kısmı
doldurursa içine necaset düştüğü zaman on arşına ulaşmadıkça abdest câiz olmaz.
On arşına ulaştığında câiz olur. Velev ki üst kısımdaki su miktarca alt
kısımdakinden daha çok olsun. «el-Bahr» da Sirâc-ı Hindî'den naklen bu kavlin
daha münasip olduğu bildirilmiştir.
Ben
derim ki: Galiba ulema burada necâsetin düşmesi halini nazar-ı itibara
almamışlardır. Zira alt kısımdaki su yerinin çokluğu sebebiyle başka bir havuz
hükmündedir ve necaset buraya ilk defa düşmüş olsa zarar etmez. Birinci mesele
bunun gibi değildir. Düşün!
Bunun
hakkında şöyle bir lügaz (bilmece) söylerler: «Çok suyun içine necaset düşer su
pislenir. Sonra su azalırsa temizlenir.»
Şimdi
şu kalır: Birinci meselede havuza necaset düşer de sonra su azalırsa yahud
ikinci meselede havuz dolarsa hükmü nedir? Halebî: «Ben bunun hükmünü
bulamadım.» diyor
Ben
derim ki: Bu şaşacak bir sözdür. Zira biz o havuzun temizliğine hükmettik.
Pisleyecek bir şey de ârız olmadı. Bunun pisliği tevehhüm edilebilir mi? Evet,
pislik görünen necaset olur da havuza kalırsa yahud havuzun üst kısmı kurumadan
dolarsa pislenir. Ama pislik görünmeyen necaset ise yahud görünen necaset olup
çıkarılmışsa veya üst kısmı kuruyarak temizliğine hükmolunduktansonra dolarsa
pislenmez. Çünkü pisliği gerektiren bir şey yoktur. Benim anladığım budur.
METİN
Büyük
havuzun suyu donar da bir delik açılırsa su buzdan ayrı olduğu takdirde abdest
almak câizdir. Zira buz tavan gibidir. Buza bitişik ise caiz olmaz. Çünkü bu,
tekne gibidir. Hatta delik yerini köpek yalasa pis olur. Ama içine düşer de
ölürse. pis olmaz. Çünkü altına iner.
Sonra
muhtar olan kavil pislenen yerin mücerred akması ile temizlenmesidir. Kuyu ve
hamam havuzu da böyledir.
İZAH
Büyük
havuzdaki suyun yüzü donar da onda on ebadını bulmayan bir delik açılırsa, buz
ayrı, su ondan aşağıda olup çalkalandığı zaman hareket edecek şekilde bulunursa
o sudan abdest akmak câizdir. Fakat su buza bitişik ise caiz değildir. Nasır ile
İskaf'ın kavilleri budur. İbn Mübârek ile Ebu Hafz Kebîr «Bunda bir beis yoktur»
demişlerdir. Bu kavil daha müsamahalı, birinci kavil daha ihtiyatlıdır. Delinen
yer şiddetle çalkalanır da durgun suyun gittiği, yerine yeni suyun geldiği
bilinirse ulema abdest almanın hilâfsız câiz olduğunu söylemişlerdir. Bunu
«Bedâyı'» kaydetmiştir. «el-Hâniyye» de ise; «Suyu her uzuv daldırdıkça bir defa
çalkalarsa câizdir» denilmiştir. Zahire bakılırsa birinci kavil daha münasiptir.
Nitekim Sirâc-ı Hindî'den de nakletmişdik. Sonra «el-Münye»de fetvanın buna göre
olduğunu gördüm. «el-Hilye»de: «Bu kavil müsta'mel suyun pis olduğuna göredir»
denilmiştir.
Köpeğin
yaladığı delik yeri pis olur; fakat altında kalan su temizdir. Bir kimse başka
bir yerden delik açar da su alırsa o su ile abdesti câiz olur. «Tatarhâniyye»de
de böyle denilmiştir.
Köpek
içine düşer de ölürse delik yeri pis olmaz. Çünkü ölüm ekseriyetle dibe
çöktükten sonra olur. Su çok olduğu için deliğin altındaki su da pis olmaz.
Lâkin bu meseleyi köpek düşmesiyle tasvir söz götürür. Zira delik; köpeğin
ağzına burnuna su temas ederek pislenmiştir. Onun için «el-Münye» de mesele
koyunun düşmesiyle tasvir edilmiştir. Şerhinde: «Ölümün dibe çökmeden delikte
meydana geldiği yahud düşen hayvana pislik bulaştığı bilinirse delikteki su da
pis olur» denilmiştir.
Sonra
muhtar kavle göre pislenen yer mücerret akmakla yani bir taraftan girip hemen
öbür taraftan çıkmakla temizlenir. Velev ki çıkan su az olsun. İbn Şıhne diyor
ki: «Çünkü hakikaten akar su olmuştur. Suyun bir kısmının çıkmasıyle necasetin
kalıp kalmadığında şübhe hâsıl olmuştur. Şübhe ile necaset kalmaz.» Bazıları;
havuzdaki su kadar çıkmadıkça, birtakımları da havuzdakinin üç misli su
çıkmadıkça temizlenemeyeceğini söylemişlerdir. Su havuza girmeksizin, mesela bir
delik açılarak çıksa akmış sayılmaz. Suyun ilk girdiğinde havuzun dolu olması
şart değildir. Çünkü havuzdaki su noksan iken su girer de dolar ve bir kısmı
akarsa yine temizlenir. Nitekim pis su ile dolu iken girdiğinde de öyledir. Bunu
«el-Hilye» sahibi tahkik etmiş ve havuzun temizlendiğine hükmedilmeden çıkan
suyun pis olduğunu söylemiştir.
Ben
derim ki: Bu söz son iki kavle göre açıktır. Zira havuzdakinin bir veya üç misli
su çıkmadıkça havuzun temizlendiğine hükmolunamaz. Binaanaleyh çıkan suyun pis
olduğu anlaşılır. Fakat muhtarolan kavle göre mücerred suyun çıkmasıyla
temizlendiğine hükmedilir. Şu halde çıkan su temizdir. Düşün!
Sonra
ben bunu «ez-Zâhihyye» de gördüm. İbaresi şöyledir: «Sahih olan şudur ki,
havuzdakinin bir misli çıkmasa da temiz olur. Bir insan havuzdan çıkan o sudan
alarak onunla abdestlense câizdir», Hamd Allah'a mahsustur.
Lâkin
yine «ez-Zahiriyye» de beyân edildiğine göre pis bir havuz su ile dolar da suyu
kenarlarına taşar ve kenarları kurursa temiz olmaz. Ama temizlendiğini
söyleyenler de vardır. «el-Hulâsa»da: «Muhtar kavle göre havuzdakinin bir misli
çıkmasa da temiz olur. Havuz dolar da kenarından su, akar şekilde çıkarak
ağaçlığa ulaşırsa temiz olur. Ama bir veya iki arşın yayılmakla temiz olmaz»
deniliyor. Teemmül buyurulsun!
Su
kuyusu ile hamam havuzu da mücerred çıkmakla pislikten temizIenirler. Evvelce
beyan ettiğimiz vecihle kuyu ve hamam havuzu hükmünde olan ve avuçlandığında
hemen arkası gelen sular da akmakla temizlenirler.
TENBİH:
Acaba büyük leğen ve tekne gibi şeyler havuz hükmüne girer mi? Bunlarda pis su
bulunur da üzerlerine temiz su akarak etraflarından taşarsa kendileri ve
içlerindeki su temiz olur mu olmaz mı? Zira bunları yıkamak için bir zaruret
yoktur. Ben bu hususta bir müddet çekimser kaldım. Sonra «Hızanetü'l-Fetâvâ» da
gördüm ki; havuzun suyu pislenir de bir kimse ondan tekne ile alarak su
borusunun altına tutar ve teknedeki akarsa o sudan abdest almak caiz değildir.
«ez-Zahîriyye» de havuz meselesinde söyle denilmiştir:
«Su,
havuzun öbür tarafından çıkarsa içindekinin üç misli çıkmadıkça temizlenmez.
Nitekim bazılarına göre tekne de böyledir. Ama sahih kavle göre içindekinin bir
misli çıkmasa bile temizlenir. Anlaşıldığına göre «el-Hizâne»nin sözü sahih olan
hilâfa dayanmaktadır. Bunu, «Bedâyi» sahibinin söyledikleri teyid etmektedir.
«Bedây'ı» sahibi havuzun akması hususundaki üç kavlı naklettikten sonra aynen
şöyle diyor:
«Pislenen
hamam havuzun ve kaplara şâmildir». Bu sözün muktezası, sahih olan kavle göre
kaplar dahi mücerred üzerinden su akmakla temiz olur, demektir. «Bedâyı'» sahibi
bu kavlı şöyle ta'lil etmiştir: «Bu su akar su olmuştur. Biz onda necaset
kaldığını yüzde yüz bilmeyiz». Allah'a hamd olsun ki bu hüküm açıklığa
kavuşmuştur. Şimdi bir şey kalır ki bana sorulmuştur. O da şudur. Bir kova
pislenir de birisi ona su doldurur ve etrafından taşarsa mücerred bununla
temizlenir mi temizlenmez mi? Benim burada anlattıklarımdan ve geçen
meselelerden anladığıma göre temiz olur. Çünkü akıntının bir şey yardımı ile
olması şart değildir.
«Buna
örf ve âdette akmak denilmez» şeklinde bir itirazı da kabul edemeyiz. Zira
evvelce gördük ki, bir adamın ayağının kanı şıraya karışarak aksa şıra
pislenmez. Şârihin ondan sonra bahsettiği küçük havuzdan dere açma ve oluğun bir
tarafına su dökme ilah... meseleleri de böyledir. Ulema bütün bunları akarsu
saymışlardır. Burada da öyledir. Evvelce gördüğümüz vecihle esah olan kavil sair
mayilerin hükmü de su gibi olmasıdır. Hâsılı bu meselenin emsali çoktur. Aksini
iddia edenesarih nakil ile davasını isbat düşer. Yoksa kuru bir iddia ile:
«Böyle olsa idi ulema onu zeytinyağı gibi mayilerin temizlenmesi bahsinde
anlatılırdı» demek meseleyi halletmez. Şu da var ki, ben bundan sonra
Kuhistânî'de bu söylediğime delâlet eden beyanat gördüm. Orada şöyle deniliyor:
«Su ve pekmez gibi mayilerin temizlenmesi ya üzerlerine kendi cinslerinden bir
şey karıştırarak akıtmakla olur nitekim İmam Muhammed'den rivayet edilen budur
yahud su ile karıştırarak akıtmakla olur. Meselâ yağı çömleğe koyarak üzerine
bir misli su döker ve çalkalar. Biraz durunca yağ suyun üstüne çıkar. Ve çömleği
altından delerek suyu akıtır. Bunu üç defa tekrarlayınca yağ temizlenir. Nitekim
«Zâhidî» de beyan olunmuştur. Bu açıkça gösterir ki mücerred akıtmakla
temizlemek caizdir. Benim âcizane görüşüm budur. Ama her ilim sahibinin üstünde
daha âlim vardır. Burasını yazdıktan sonra «el-Eşbâh» hâşiyesinde Dımaşk Müftüsü
İsmail Hâik'ten alınan şu meseleyi gördüm: İbrikte pis su bulunur da üzerine
temiz su dökülür ve emzikten akıntı sayılacak derecede akar fakat su değişmezse
temizlendiğine hükmolunur.
METİN
Şunu
da bil ki Kuhistânî'de beyan edildiğine göre muhtar olan arşın, kirbas arşındır.
Bu arşın yalnız yedi tutamdan ibarettir. Binaenaleyh velev hükmen olsun ona on
hesabından zamanımızın arşınıyla büyük göl sekize sekiz ebadında olan göldür.
Velev ki hükmen kaydı esah kavle göre uzunluğu olup genişliği olmayan göle şamil
olsun diyedir. Keza derinliği on arşın olan kuyu dahi esah kavle göre bunun
gibidir. Şu halde bu kuyunun suyu ona on ebadını bulursa pislenmez. Nitekim
«el-Münye»de de böyle denilmiştir. O zaman aşağı yukarı beş parmak miktarındaki
derinlik (3312) batman temiz su eder ki, bu su, takriben uzunluğuna, genişliğine
ve derinliğine her yanı iki arşın üç çeyrek ve yarım parmak olan bir göle sığar.
Her arşın (24) parmaktır.
Ben
derim ki: Bu söz itiraz götürür. Çünkü mutemed kavle göre yalnız başına
derinliğe itibar yoktur. Basiretli ol!
İZAH
Muhtar
kavle göre gölün ölçümü kirbas arşınıyla yapılır. «Hidâye» de fetvanın buna göre
olduğu bildirilmiş; «Dürer», «Zahîriyye». «Hulâsa» ve «Hızâne»de bu tercih
edilmiştir. «el-Bahr» sahibi, «Haniyye» ve diğer kitablarda mesâha arşını ile
yapılacağı kaydedildiğini söylemiştir. Mesâha arşını yedi tutam olup her tutamda
bir de dik parmak vardır (yani beş parmaktır). «Muhit» ve «Kâfi»de her zaman ve
mekânın kendi arşını muteber olacağı beyan edilmiştir. «en-Nehir» sahibi «en
münasibi de budur» demiştir.
Ben
derim ki: Lakin «el-Münye» şerhinde bu kavil reddedilmiş: «Bu takdir işinden
maksat, pisliğin ulaşmadığına galebe-i zan hâsıl etmektir. Bu, zaman ve mekâna
göre değişmez» denilmiştir. «el-Bahr» nam eserde bildirildiğine göre birçok
kitablarda kirbas arşınının dörder parmaktan altı tutam olduğu kaydedilmiştir ki
mecmuu «Lailâhe illellâh Muhammedür Rasûlüllâh» cümlelerindeki harflerin
sayısınca (24) parmak eder. «Dik parmak»dan murad başparmağın kaldırılması (yani
onunda hesaba katılması)dır. Bir tutamdan murad da yan yana dört parmaktır. Bu
el arşınına yakındır. Çünkü el arşını altı tutamdan biraz fazladır ki, iki karış
eder.
Şârih
«sekize sekiz» sözünü her halde Kuhistânî'den nakletmiş fakat denememiştir.
Doğrusu sekize on olacaktır.
Bunu
izah edelim: Bir tutam dört parmaktır. Onların zamanında bir arşın sekiz tutam
ve üç parmak olduğuna göre bir arşını (35) parmak demektir. On adedi bu arşınla
sekizle çarpılınca seksen eder. Bu sekseni otuz beşle çarpınca (2800) parmak
eder ki kirbas arşını ile ona on da bu kadar eder. Zira kirbas arşını yedi
tutamdır. Bu hesabtan bir arşın (28) parmaktır. On kere on yüzdür. (28)i yüzle
çarparsak (2800) olur. Fakat şârihin söylediği rakam bu sayıyı doldurmaz. (Daha
açık ifade ile; kare şeklindeki büyük bir havuzun kenarları onar arşındır. Bunun
yüzölçümünü bulmak için iki kenarının uzunluğunun birbirine çarparız, on kere on
yüz eder. Bir arşın (28) parmak olduğuna göre yüz arşın (2800) parmak eder).
Şârihin
söylediğine göre havuzun kenarları sekize sekizdir. Sekiz kere sekiz (64)dür.
Onların arşını (35) parmaktır. Binaenaleyh (35)i (64) ile çarparız, (2240)
parmak olur ki bu rokam kirbas arşını ile (80) arşın eder. Halbuki matlup olan
yüz olmasıdır. Binaenaleyh doğrusu bizim söylediğimizdir.
Şârihin:
«Aşağı yukarı beş parmak derinlik...» diye başlayarak anlattığı meselenin
hulâsası şudur: Ona on ebadında bir gölün derinliği beş parmak miktarı olursa
içerisi (3312) batman su alır... Halbuki derinliğin miktarı hakkındaki kavilleri
yukarıda görmüştük. Bunların arasında beş parmakla miktar tayini yoktur.
Parmakla miktar tayin edilecekse dört parmakla tayin daha münasibtir. Zira bu
miktar Kuhistanî'den nakledilmiştir. Hem daha kolaydır. Bu hesaba göre o su
uzunluğuna, genişliğine ve derinliğine 2.5 arşın bir parmak ve bir parmağın üçde
biri büyüklüğünde dörtköşe bir havuzu doldurur. Üçköşe olursa uzunluğu ve
genişliği 3 5/6 arşın derinliği iki buçuk arşın 1 1/3 parmak büyüklüğünde;
yuvarlak olursa kutru ve derinliği iki arşın 21 5/6 parmak büyüklüğünde bir
havuzu doldurur.
Bu
suyun kulle hesabı ile çekisi on yedi kulle ve bir kullenin beşde birinin üçde
biridir. Bir kulle (büyük küp) Irak ratlı ile (250) ratıldır (dipnogoster2249).
Her ratıl 128 dirhem ve bir dirhemin yedide dördüdür. Bunun hepsi zamanımızdaki
şam ratılı ile (761) ratıl on okıyye (51) dirhem ve bir dirhemin yedide üçüdür.
Her ratıl (720) dirhemdir.
Takriben
460 gramlık ölçü
METİN
Pişirmekle
tabiatı değişmiş çorba ve bakla suyu gibi şeylerle hadesi (abdestsizliği,
cünüblüğü) gidermek caiz olamaz. Suyun tabiatı akmak, Sulamak ve nebat
bitirmektir. Ancak temizlik maksadıyla kaynatılan üşnan ve sabun gibi şeylerin
suyu, berraklığını muhafaza etmek şartıyla kullanılabilir.
Kurbet
yani sevab niyetiyle yahud hadesi gidermek veya bir farzı eda için kullanılan
müsta'mel su, uzuvdan ayrıldı mı bir yerde karar kılmasa bile onunla abdest ve
gusül câiz değildir. Velev ki kurbet niyetiyle birlikte hadesi de gidersin yahud
bu işi yapan mümeyyiz (yani kârı zaran ayıran) sabi veyaibâdet âdetinden dolayı
yapan hayızlı kadın olsun. Yahut su, cenaze yıkamakta kullanılsa veya yemekten
evvel ve sonra sünnet niyetiyle ellerini yıkamış olsun. Velev ki hadisi
giderirken kurbet niyet etmiş olsun. Nitekim abdestsiz bir kimsenin abdest
alması bu kabildendir: velev serinlemek niyetiyle olsun ama abdestli bir kimse
serinlemek veya abdesti öğretmek niyetiyle yahud elindeki çamurdan dolayı abdest
alırsa su bilittifak müsta'mel olmaz. Nitekim bir uzvu sevab niyet etmeksizin
üçden fazla yıkamak, uyluğunu veya temiz elbisesini yahud eti yenilen hayvanı
yıkamak da böyledir.
Suyun
müsta'mel olması hususunda farzın ıskatı için kullanılması arsıdır. Buna Kemal b
Humâm da tenbihte bulunmuştur. Meselâ abdestsiz veya cünüb bir kimse yıkanması
farz olan uzuvlarından birini yıkar, yahut elini ayağını küpe daldırır da
bununla su çıkarmayı niyet etmezse su müsta'mel olur. Çünkü bilittifak farz
sakıt olmuştur. Velev ki bütün uzuvların yıkanması tamama ermeden o uzuvdan
hades cünublük kalkmış olsun. Abdest ile cünüblük birer bütündür. Yapılmaları da
bozulmaları da mutemed kavle göre parçalanmayı kabul etmez.
Ben
derim ki: Mazmaza ile istinşaka da şâmil olmak içi/ı buraya «Yahud bir sünneti
iskat için» ibaresini ziyade etmek gerekir, iyi düşün!
Mezhebe
göre uzuvdan ayrılan su bir yerde karar kılmasa bile müsta'mel olur. Bazıları;
«Karar kılarsa müsta'mel olur, güçlük sebebiyle bu kavil tercih edilir» diyerek
bu kavli reddetmiş: «Abdest alan kimsenin mendile ve elbisesine sıçrayan su, çok
bile olsa bilittifak affolunmuştur» demişlerdir.
İZAH
Pişirmek,
suyu bir şeyle karıştırarak kaynatmaktır. Yalnız suyu kaynatmak pişirmek
değildir. Bakla suyu gibi şeyler pişirince berraklığını muhafaza ederse hadesi
gidermekte kullanılmadan caizdir, fakat koyulup bulamaç gibi olurlarsa câiz
değildir. Zira evvelce de «Hidaye»'den naklen gördüğümüz vecihle artık ona su
ismi verilemez.
Abdestin
sünnetleri bahsinde görmüştük ki kurbet, sevab olan bir işi yapmaktır. Bununla
kime yaklaşmak istenildiği bilindikden sonra vakıf ve köle azalarında olduğu
gibi niyete bile hâcet yoktur. «el-Bahr»da «Nikâye» şerhinden naklen: «Kurbet,
kendisine şer'i bir hüküm olan sevab istihkakı teallûk eden fiildir» deniliyor.
Biri'nin
«el-Eşbâh» şerhinde bildirildiğine göre ulemamız: Ahirette amelin sevabı, Allah
Teâlâ'nın kulunun ameline karşılık olmak üzere vacip kıldığı şeydir»
demişlerdir. Şu halde şârihin kurbeti sevab diye tefsir etmesi, bir şeyi hükmü
ile tefsir ve izahdır ulemanın sözlerinde bunun emsali çoktur.
(Musta'mel
su, kullanılmış su demektir). Malûmun olsun ki müsta'mel su hakkında dört yerde
söz edilecektir.
Birincisi;
sebebi hakkındadır. Musannıf buna «kurbet niyetiyle yahud hadesi gidermek için»
diyerek işaret etmiştir.
İkincisi;
ne zaman sübut bulacağı hususundadır. Buna da «bir yere karar kılarsa» sözü ile
etmiştir.
Üçüncüsü;
sıfatı hakkındadır. Bunu Müsta'mel su, temizdir» sözü ile bayan edecektir.
Dördüncüsü;
hükmü hakkındadır. Bunu da «temizleyici değildir» diye beyan edecektir.
Bir
farzı iskat (yani eda) için kullanılması, suyun müsta'mel olmasının üçüncü
sebebidir. (Birinci sebep kurbet niyeti, ikinci hadesi gidermektir.) Suyun
müsta'mel olmasında esas budur. Suyun kirlendiğine asıl bunun için hüküm
verilmiştir. Fethü'l-Kadîr'de şöyle denilmiştir: «Çünkü şârih tarafından
bildirilmiştir ki, farzı iskat eden âlet ve kendisi ile sevab işlenen şey
kirlenir. Nasıl ki zekât malı farzı iskat etmekle kirlenir, hatta bizzat
kirlerden sayılmıştır. Bizim akıl erdirebildiğimiz cihet sevab ile farz
iskatının da değişmede ikisinin, de tesirli olmalarıdır. Görmüyor musun nafile
sadakada yalnız sevap kazanma vasfı vardır. Ve değişmeye tesir etmiş, hatta
Peygamber (s.a.v.)'e sadaka almak haram olmuştur. Bundan anlıyoruz ki her
birinin şer'i değişmede tesiri vardır».
Ben
derim ki: Bunun muktezası kurbetin de asıl olmasıdır. Hadesi gidermek böyle
değildir. Çünkü o ancak kurbetin veya farzı iskatin yahud her ikisinin zımnında
tahakkuk eder. Bu sebeble ayrı bir fer' olmuştur. Bundan anlaşılır ki ikisini
zikretmek kâfidir. Hadesi gidermeyi söylemeye hacet yoktur. Suyun müsta'mel
olmasına tesir eden yalnız iki asıl vardır. Ve şöyle denilir: müsta'mel su;
kurbet için kullanılan sudur. İster bununla birlikte hadlesi gidermek veya farzı
iskat bulunsun ister bulunmasın. Yahud müsta'mel su; bir farzı iskat için
kullanılan sudur. İster bununla birlikte kurbet niyeti veya hades gidermek
bulunsun, ister bulunmasın. Fettâhu alîm olan Allah'ın verdiği feyizle benim
anladığım budur. Bunu ganimet bil!
Mümeyyiz
sabi niyet ederek abdest alırsa kullandığı su müsta'mel olur. Zâhirine bakılırsa
niyet etmeksizin alırsa su müsta'mel olmaz. Teemmül et!
İbadet
âdetinden dolaylı hayızlı kadının kullandığı abdest suyu da müsta'mel olur.
«en-Nehir» sahibi diyor ki: «Ulema hayızlı kadının abdestte kullandığı suyun
müsta'mel olduğunu söylemişler; çünkü bu kadının her farz namaz için abdest
alması ve namazgâhında farz namazı kılacak kadar oturması müstehabtır: tâ ki
âdetini unutmasın; demişlerdir. Onların söylediklerinin muktezası, bu işin
yalnız farza mahsus olmasıdır. Halbuki âdet edindiği teheccüd veya kuşluk namazı
için abdest alarak namazgâhında otursa kullandığı suyun müsta'mel olması
gerekir. Ben de söylediklerini görmedim ».
Remli
ve diğer ulema «Nehir» sahibinin bu sözlerini tasdik etmişlerdir. Bu sözün
mânâsı açıktır. Onun için şarih onu kat'i söylemiş; «Câmiu'l-Fetâva»ya tâbi
olarak ibadeti mutlak zikretmiştir. «Camiu'l-Fetâva»da, «Namaz vakti hayızlı
kadının abdest alarak mescidinde oturması, ibadet âdetini unutmamak için namazı
edâ edecek miktarda tesbih ve tehlilde bulunması müstehabtır» denilmiştir.
Cenaze
yıkamakta kullanılan su müsta'meldir. Esah kavil budur. «el-Bahr» sahibinin
beyanına göre İmam Muhammed'in bu suya alelıtlak necasettir, demesi cenaze
ekseriyetle necasetten hâliolmadığı içindir.
Ben
derim ki: Bu söz umumiyetle ulemanın söyledikleri ve «Bedâyî» sahibinin itimad
ettiği «Ölünün necaseti hakikî pisliktir. Çünkü o kanlı hayvandır; necis olması
hükmî necaset, yani abdestsizlik değildir» sözüne binaendir denilebilir. Bu
takdirde İmam Muhammed'in kavlini te'vile hacet yoktur. Bu meseleyi kuyu
faslının başında izah edeceğiz. Cenaze yıkamayı mümeyyiz sabiye atfetmek de
câizdir. O zaman mânâ şöyle olur: Velev ki mümeyyiz sabi cenaze yıkadığı için
abdest almış olsun. Zira cenaze yıkadıktan sonra abdest almak menduptur. Nitekim
evvelce geçmişti.
Yemekten
önce ve sonra el yıkamanın sünnet olduğunu «el-Bahr» sahibi «el-Muhit nâm
eserden alarak kaydetmiştir. «el-Muhit'te»: «Bununla bir kurbet yapmıştır. Zira
eli yıkamak, sünnettir» denilmiştir. «en-Nehir» de: «Buna göre ağız ve burun
yıkamak gibi her sünnette suyun müsta'mel olması gerekir. Ama bunda tereddüt
vardır» deniliyor. Remlî: «Bunda tereddüt yoktur. Hatta bir kimse cünüp değil
iken: sırf temizlik maksadıyla ağız ve burun gibi uzuvlarını yıkasa su müsta'mel
olmaz» demiştir.
Abdestsiz
bir kimse niyet ederek abdest alırsa hem kurbet yapmış hem de hadesi gidermiş
olur. Serinlemek için abdest alırsa yalnız hadesi gidermiş olur. Serinlemek
meselesinde İmam Muhammed'in muhalif olduğu söylenir. Çünkü ona göre su ancak
kurbet niyetiyle kullanılırsa müsta'mel olur. Bu hüküm İmam Muhammed'in:
«Abdestsiz bir kimse kovayı çıkarmak için kuyuya dalsa su temiz ve
temizleyicidir» sözünden alınmıştır. Serahsî diyor ki: «Sahih olan şudur: İmam
Muhammed'e göre hadesi gidermekle su müsta'mel olur. Ancak kuyu meselesinde
olduğu gibi bir zaruret bulunursa o başka». Meselenin tamamı «el-Bahr»dadır.
Başkasına öğretmek için abdest almanın kurbet sayılmadığına itiraz edilmiş.
«Abdesti öğretmek sevabtır. Binaenaleyh bu niyetle alınan abdestte kullanılan su
müsta'mel olur» denilmiştir. Buna «Bahr» «Nehir» ve diğer kitablarda şöyle cevap
verilmiştir: «Kurbet abdestin kendisi değil, onu öğretmektir. Bu ise abdestten
hariç bir iştir. Onun için sözle de yapılır».
Elindeki
çamur ve kir pas gibi şeyleri yıkamakla hades giderilmiş yahut kurbet yapılmış
olmadığından su müsta'mel sayılmaz. Keza bir kadın peliklerine insan saçı ekler
de yıkarsa su müstamel olmaz. Çünkü kesilen saç insan bedeni olmaktan çıkmıştır.
Fakat bain talakla boşandığı koca sı ölür de onun başını yıkarsa su müsta'mel
olur. Meselenin tamamı «el-Bahr»dadır.
FAİDE:
Seyyidî Abdülgani'nin beyanına göre abdestsiz bir kimsenin gerek çamurdan
dolayı, gerekse hadesi gidermek için bir uzvu bir defa yıkaması kâfidir. Fakat
necaset evvelce de gördüğümüz vecihle bunun hilâfınadır.
Üçden
fazla yıkana işi birinci abdestten sonra olursa su müsta'meldir. Aynı abdestte
olursa bid'attır. Nitekim yerinde görmüştük. Uyluk abdest uzuvlarından olmadığı
için abdestsiz bir kimsenin onu yıkarken kullandığı su müsta'mel sayılmaz. Fakat
o kimse cünüb ise su müsta'mel olur. Bazıları «Abdestsizlik bütün bedene sirayet
eder. Abdest uzuvlarının yıkanmasıyla onun bütün bedenden kalkması tahfif
içindir» kavlini mülâhaza ederek uyluğun yıkandığı suyun da müsta'mel olduğunu
söylemişlerdir.
Fakat
tercih edilen kavil bunun hilafıdır. Seyyidi Abdülgani'nin ifadesine göre abdest
uzuvlarında murad; sünneti işlemeye niyet şartı ile yıkanması sünnet olan
uzuvlara da şamildir.
Temiz
elbiseden murad; elbise kap-kacak ve yemiş gibi katı şeylerdir. Hayvanı eti
yemlen diye kayıtlamaya hacet yoktur, çünkü eşek ve fare gibilerle yırtıcı
hayvanlar da aynı hükümdedirler. Bunlardan biri suya düşerse ağzı suya
girmedikçe su temiz olmaktan çıkmaz. Bunu da Seyyidi Abdulganî söylemiştir.
«el-Bahr»da da Mübtegâ'dan naklen aynı şey ifade edilmiş; Rahmeti dahi bunun
benzerini söylemiştir. Abdestsiz veya cünüb bir kimse su olmak için değil de,
serinlemek veya çamur ve hamur gibi bir şeyden dolayı elini yıkamak için küpe
daldırırsa su müsta'mel olur. Su almak yahud suya düşen taşı çıkarmak için
daldırırsa zaruretten dolayı su müsta'mel olmaz. «Çünkü bilittifak farz sâkıt
olmuştur» ifadesinden maksat; diğer â'zâyı yıkarken o uzvu tekrarlamaya lüzum
yoktur, demektir. Evvelce görüldüğü vecihle bu ta'lil İmam A'zam'dan rivayet
edilmiştir.
Mutemel
kavle göre parçalanmayı kabul etmez» sözü üzerine Şeyh Kasım «el-Mecma'»
haşiyelerinde şunları söylemiştir: «Hacdes iki mânâda kullanılır. Biri,
taharetsiz helal olmayan şeylerden men eden şer'i mahiyet manâsınadır. Bu Ebu
Hanife ile İmâmeyn arasında hilâfsız parçalanmayı kabul etmez. Diğeri hükmi
necaset mânâsınadır. Bu hem sübût bulması, hem korkması hususunda hilafsız
parçalanmayı kabul eder. Suyun müsta'mel olması, hükmi necaseti gidermekledir.»
Ben
derim ki: Zâhirine bakılırsa bu parçalanmaktan subut hususunu kastetmiştir
Nitekim cünüplüğe nisbetle abdessizlikle hal böyledir. Çünkü abdestsizlik
bedenin bazı uzuvlarına sirayet eder.
Şeyh
Kâsım'ın; «Birinci mânâya göre hilâfsız parçalanmayı kabul etmez» iddiası söz
götürür. Zira şârih evvelce beyan etmişti ki, sadece eli ağzı yıkamakla Kur'an
okumanın ve Mushaf'a el sürmenin caiz olup olmadığında hilâf vardır. Düşün!
Şârihin:
«Yahud bir sünneti iskât için ibâresini ziyade etmek gerekir» sözüne şöyle
itiraz olunur: Sünnet ancak niyet edilerek yapılır ve musannıfın «Kürbet için
kullanılan» ifadesine dahildir. Ağız ve burun gibi uzuvları yıkamakla sırf
temizlik kastedilirse bu sefer su müsta'mel olmaz. Nitekim Remlî'den naklen
evvelce görmüştük. Şu halde ortada sünnet diye bir şey yoktur. Sonra bunu
Halebî'nin hâşiyesinde gördüm. Halebi: «Galiba şârih iyi düşün demekle buna
işaret etmiş olacak» diyor.
Belh
ulemasından bir tâifenin kavline göre su düştüğü yerde karar kılıp oturmadıkça
müsta'mel olmaz. Fahrü'l-İslâm ve diğer bazı ulema da bu kavli tercih
etmişlerdir. «el-Hulasa» ile bazı kitaplarda «muhtar olan budur» denilmiştir.
Ancak birinci kavil daha sahihtir. Umumiyetle ulema onunla amel etmişlerdir.
Hilâfın
eseri şurada kendini gösterir: Müsta'mel su yerinden ayrılarak bir insanın
üzerine düşer deonu akıtırsa ikinci kavle göre sahih, yani zararsızdır; birinci
kavle göre müsta'meldir.
Ben
derim ki : Evvelce görüldüğü vecihle gusülde bütün uzuvlar bir uzuv hükmündedir.
Müsta'mel su bir uzuvdan ayrılarak yıkanan kimsenin başka bir uzvuna düşer de
onu akıtırsa her iki kavle göre de zarar etmez.
İkinci
kavli tercih edenler güçlüğü nazar-ı itibara almışlardır. Çünkü su yalnız
yerinden ayrılmakla müsta'mel olur, denilirse onun pis olduğunu bildiren kavle
göre abdest alan kimsenin elbisesi pislenir. Bunda büyük güçlük vardır.
Gayetü'l-Beyan'da böyle denilmiştir. Fakat mendile ve elbiseye sıçrayan
müsta'mel su bilittifak affedilmiştir. Yani bundan dolayı muaheze
olunmayacaktır. Müsta'mel su pistir, diyenler bile zaruret sebebiyle buna kail
olmuşlardır. Nitekim «Bedâyi» ve diğer kitablarda da beyan olunmuştur.
METİN
Musta'mel
su cünübden bile damlasa temizdir. Zâhir olan budur. Lâkin iğrenç olduğu için
içilmesi ve onunla hamur karılması tenzihen mekruhtur. Pis olduğu rivayetine
göre ise tahrimen mekruh olur. Hükmü, hadesi hatta mutemed ve vücuh kavle göre
pisliği temizlememesidir.
Fer'i
bir mesele : Hadesli bir kimse su ile taharetlenmiş olmak ve üzerinde pislik
bulunmamak şartı ile kova çıkarmak yahut serinlemek için kuyuya dalar da niyet
etmez ve oğunmazsa esah kavle göre o kimse temiz, su ise müsta'meldir. Çükü
suyun müsta'mel olmak için bedenden ayrılması şarttır. Evvelce görüldüğü vecihle
bundan murad, bütün su değil, â'zâsına temas edip ayrılan sudur.
İZAH
Müsta'mel
suyun temiz olduğunu İmam Muhammed, İmam A'zam'dan rivâyet etmiştir. İmam
A'zam'dan nakledilen meşhur rivâyet budur. Muhakkık ulema bunu tercih etmiş:
«Fetva bunun üzerinedir» demişlerdir. Bu hususta abdestsiz ile cünüb arasında
fark yoktur. «et-Tecnis»de cünüb istisna edilmiştir. Ancak mutlak hüküm vermek
evlâdır. İmam A'zam'dan müsta'mel suyun necaset ve galiz necaset olduğuna dair
rivayetler de vardır. Irak uleması ise hilâfı kabul etmeyerek bilittifak temiz
olduğunu söylemişlerdir. «el-Mücteba» da: «Sahih rivayete göre imamlarımızın
hepsi müsta'mel su temizdir: temizleyici değildir; demişlerdir. Binaenaleyh onun
galiz veya hafif necaset olduğunu anlatmaya çalışmak faydasızdır» denilmiştir.
«El-Bahr» sahibi bu rivayetleri uzun uzadıya izaha çalışmış; delilin kuvvetine
bakarak necis olduğunu bildiren kavli tercih etmiştir. Zâhir rivayete göre
müsta'mel su, cünübden bile damlasa temizdir. «ez-Zahîre» nam eserde böyle
denilmiştir. «Müsta'mel suyun temiz olması zâhir rivayedir; fetva bunun
üzerinedir» diyenlerden bazıları da «el-Kâfi», «el-Musaffâ» sahipleridir.
Nitekim Şeyh İsmâil'in şerhinde de böyledir.
Müsta'mel
suyun pis olduğu rivayetine göre içilmesi ve onunla hamur karılması tahrimen
mekruhtur. «el-Bahr» sahibi şöyle diyor: «Şüphesiz müsta'mel suyun içilmesi
temiz olduğu rivayetine göredir. Necis olduğunu bildiren rivâyete göre ise
haramdır. Çünkü Teâla Hazretleri: Allah onlara pis şeyleri haram kılmıştır
buyuruyor. Necaset de pis şeylerdendir. Şarih, «Nehir» sahibine tâbi olmuştur.
«Nehir» sahibi keraheti tahrimiyyeye hamlederek «Bahr» sahibini
tasdikeylemiştir. Zira kerahet kelimesi mutlak olarak söylenirse kerahet-i
tahrimiyyeye hamledilir».
Ben
derim ki: Bunu teyid eden bir cihet de müsta'mel suya necis denilse bile
pisliğinin kat'î olmamasıdır. Onun içindir ki ulema eşek eti ve benzerleri
hakkında mekruh tabirini kullanmışlardır.
Fer'i
bir mesele: Suya necaset düşerse vasfı değişdiği takdirde ondan hiçbir suretle
faydalanmak câiz değildir. Vasfı değişmemişse tarla ve hayvan sulamak gibi
şeylerde faydalanmak caizdir. Bu meseleyi «Bahr» sahibi «el-Hulâsa» dan
nakletmiştir.
Mutemed
ve müraccah kavle göre müsta'mel suyun hükmü hadesi, yani hükmî necaseti
temizlenmediği gibi hakikî necaseti de temizlememektir. Halbuki hakikî necaset,
mâ-i mutlaktan başka mayilerle de temizlenir. Buna İmam Muhammed muhaliftir.
Metindeki
fer'î meseleye «Kenz» ve diğer kitablarda: «Kuyu meselesi C.H.T.'dir»
denilmiştir. («C.H.T.» bir kısaltmadır.) C harfi ile necistir, cümlesine işaret
edilmiştir. Bundan maksat İmam A'zam'ın: «Adam da, su da necistir» kavlidir. H
ile İmam Ebu Yûsuf'un: «Adam da su da halleri üzredir» sözüne işaret edilmiştir
(Halleri üzere olunca adam pis, su temiz demektir). T ile İmam Muhammed'in:
«Adam da su da tâhir (yani temiz)dir» sözüne işaret edilmiştir. Bundan sonra
birinci kavle göre adamın pis sayılması hususundaki sahih kavil hakkında ihtilâf
edilmiştir; bazıları cünüblükten dolayı pis sayıldığını, binaenaleyh Kur'an
okuyamayacağını söylemiş; birtakımları müsta'mel su pis olduğu için adamın da
pis sayıldığını, ağzını yıkarsa Kur'an okuyabileceğini bildirmişlerdir:
«el-Hâniyye» sahibi bu kavli daha münasib bulmuştur.
Ben
derim ki: Birinci kavlin esası, bazı hususlardan suya temas eder etmez yıkama
farzı sâkıt olmakla vücudu tamamen dalmadan suyun pislenmesi, ikincisinin esası
cünüblükten çıktıktan sonra pislenmesidir. Nitekim «el-Bahr» sahibi
«el-Haniyye»den ve «Hidaye» şerhlerinden naklen aynı şeyi söylemiştir. Birinci
kavle göre suyun da pis olması icap eder. İmam Ebu Yûsuf'un kavli, cünüblükten
çıkmak için akmayan sudan dökünmenin şart olması esasına, İmam Muhammed'in kavli
ise şart olmaması esasına mebnidir ve zaruretten dolayı su da müsta'mel
olmamıştır. «el-Bahr» sahibi ve başkaları bu meseleyi böyle izah etmişlerdir.
Kuyuya
dalan hadesli kimseden murad, abdestsiz veya cünüb kimselerle hayız ve nifasları
kesilen kadınlardır. Böyle kadınlar kanları kesilmeden kuyuya dalar da
üzerlerinde necaset bulunmazsa, serinlemek için suya giren temiz erkek
gibidirler. Zira henüz hayız veya nifasdan çıkmış değillerdir. Binaenaleyh su da
müsta'mel olmaz. Bu meseleyi «el-Bahr» sahihi «el-Haniyye» ile «el-Hulâsa »dan
nakletmiştir. Tamamı «Halebî»'dedir.
Kuyudan
maksad, ona on ebadında olmayan ve akmayan kuyudur Şârihin böyle bir kuyuya
dalan kimseyi kova çıkarmakla kayıdlaması, yıkanmak niyetiyle girmiş olsa
bilittifak su müsta'mel olacağı içindir. «en-Nehir»de: «Bu ittifak imam A'zam'la
İmam Muhammed arasındadır. Çünkü Ebu Yûsuf'a göre suyu dökünmek şarttır»
deniliyor.
Ben
derim ki: Anlaşıldığına göre Ebu Yûsuf'un dökünmeyi şart koşması yıkanmaya
niyetbulunmadığı zamandır. Dökünmek, niyet yerini tutar. Nitekim şârih oğunmanın
da niyet yerine geçtiğini sarahaten bildiriyor. Tedebbür eyle!
Şârih
serinlemeyi «Bahr» ve «Nehir» sahiblerine uyarak zikretmiştir. Bu söz İmam
Muhammed'den rivayet edilen bir söylentiye dayanır. Güya İmam Muhammed: «Su
ancak kurbet niyetiyle kullanılırsa müsta'mel olur» demiş. Halbuki az yukarıda
gördük, bu söz İmam Muhammed'in sahih kavline aykırıdır. Kuyu meselesinde ona
göre suyun müsta'mel olmaması zarurete binaendir. Serinlemekte bir zaruret
yoktur. Onun için «Hidâye» de serinlemekten bahsedilmemiş, sadece; «Kova
çıkarmak için dalarsa» denilmekle yetinilmiştir.
Kuyuya
dalan kimsenin «su ile taharetlenmiş» olmakla kayıtlanması, taşlarla
taharetlenmişse bütün su bilittifak pisleneceği içindir. Bunu «en-Nehir» sahibi
söylemiştir.
Aynı
söz «Bezzâziye»de dahi mevcuttur.
Ben
derim ki: İttifak dâvası söz götürür. Çünkü «Tatarhâniyye» sahibi pislenip
pislenmemesi hususunda sahih kavlin ne olduğunda ihtilâf olunduğunu
nakletmiştir. Yani bu ihtilâf; taş pisliği hafifletir mi, temizler mi esasına
dayanır. Fethü'l-Kadîr sahibi temizlediğini tercih etmiştir. Evet, ekseri
kitaplarda hafiflettiği tercih edilmiştir. Bu husustaki sözün tamamı inşallah
istinca babında gelecektir.
Kuyuya
dalan kimse yıkanmayı niyet ederse bilittifak su müsta'mel olur. Yalnız İmam
Züfer'in kavline göre müsta'mel olmaz. Bunu «Sirâc» kaydetmiştir ki, yukarıda
söylediğimiz vecihle Ebu Yûsuf'a göre de müsta'mel olduğunu teyit eder. «Niyet
etmezse» ifâdesinden maksat, suya daldıktan sonra niyet etmezse demektir.
«Oğunmaz» dediğine bakılırsa, kova çıkarmak için iner de suda oğunursa su
bilittifak müsta'mel olur. Zira oğunmak o kimsenin fiilidir ve niyet yerini
tutar, yıkanmak için inmiş gibi olur. Bunu «Bahr» ve «Nehir» sahipleri
kaydetmişlerdir. Âgâh ol!
«el-Münyetü's-Sagîr»
şerhinde oğunmak kiri gidermek niyetiyle olmamakla kayıtlanmıştır. Metinde
bahsedilen esah kavil yukarıda «C.H.T.» kısaltmasiyle ifade ettiğimiz üç
kavilden başkadır. «Hidâye» sahibi onu İmam A'zam'dan ayrıca bir rivayet olmak
üzere nakletmiştir. «el-Bahr»da şöyle deniliyor:
«Ebu
Hanife'den bir rivâyete göre adam temizdir. Çünkü uzuvdan ayrılmadan suya
müsta'mel hükmü verilemez». Zeylaî, Hindî ve başkaları «Hidâyet; sahibine uyarak
bu rivayetin kıyasa en uygun olduğunu söylemişlerdir. «Fethü'l-Kadîr» de ve
«Mecma» şerhinde sahih kabul edilen rivayetin bu olduğu bildirilmiştir.
«el-Bahr»da:
«Bundan anlaşıldı ki, bu meselede muhtar olan mezhep, adamın temiz, suyun da
temiz, fakat temizleyici olmadığıdır. Adamın temiz olması rivayetin sahih kabul
edildiğini anladık. Müsta'mel suyun temizliği de sahih rivayete göre öyledir»
denilmiştir.
«Hile»de
dahi buna benzer izahat vardır ve bununla anlaşılır ki bu kavil İmam Muhammed'in
değildir. Çünkü ona göre zaruretten dolayı su müsta'mel olmaz. Nitekim yukarıda
geçti.
İmam
A'zam'a gelince: O burada zarureti nazarı itibara almış değil. Yukarıda izah
edildiği vecihlesuyun müsta'mel olduğuna farzın iskatı ile hükmetmişler.
Zarurete itibar etse idi kısaltma ile ifade edilen hilâf sahih olmazdı. Evet,
«el-Bahr»da «Cürcânî'nin hilâfı inkâr ettiği, çünkü bu bâbta nâss bulunmadığı,
suyu avuçla aldığında zaruretten dolayı nasıl bilittifak müsta'mel olmazsa
burada da müsta'mel olmadığı kaydedilmiştir» denilmiştir.
Ben
derim ki: bu izahat mezhemizin kitablarında meşhur olan beyanata aykırıdır.
Onlarda hilâfın sâbit olduğu ve zarureti yalnız İmam Muhammed'in itibara aldığı
bildiriliyor. Her halde diğer imamların onu nazarı itibara almaması, suya dalma
ihtiyacı nadir vukubulduğu içindir. Avuçla su alma ihtiyacı böyle değildir.
Anla!
Şârihin
«Evvelce görüldüğü vecihle bundan murad bütün su değil, â'zâsına temas edip
ayrılan sudur.» ifâdesini «Hilye», «Bahr» ve «Nehir» sahipleri de tasrih
etmişlerdir. Fakat Allâme Makdisi «Kenz» şerhinde bunu «pek uzak bir te'vil»
diyerek reddetmiştir. «Evvelce görüldüğü vecihle» sözü ile şârih «Dışarıdan
konulan su ile bedene temas eden su arasında fark yoktur» meselesine işaret
ediyor. Bu, küçük havuzlar meselesidir ki müteehhirîn ulema arasında ne kadar
büyük münakaşalara yol açtığını gördüm.
M
E T İ N :
Domuzla
insan derisinden maada debagatlanan her deri ve debagata tahammülü olup da
-velev güneşle olsun- dibagatlanan her şey temiz olur. Böyle bir şey ile namaz
kılınır ve ondan abdest alınır. Dibagata tahammülü olmayan şey ise
dibagatlanmakla temizlenmez. Binaenaleyh küçük yılan ve fare derisi de debagatla
temizlenmez. Küçük yılan derisinin debagat kabul etmeyeceğini Zeylaî
söylemiştir. Fakat yılanın gömleği temizdir. Fare derisi kesmekle de temiz
olmaz. Çünkü kesmek ve debagat, bunlara tahammül ile kayıtlıdır. Domuz derisi
debagatla temizlenmez. Musannıfın onu insandan önce zikretmesi, makam ihanet ve
tahkir makamı olduğu içindir.
İnsan
derisi, şerefinden dolayı debagatlanmaz. Debagatlansa kullanılması haram olmakla
beraber temizlenir. Hatta insan kemiği unla öğütülse esah kavle göre hürmet için
yenilmez. Musannıfın sözü köpek derisinin dibagatla temizleneceğini ifade
etmektedir. Bazıları: «Mutemed olan da budur» demişlerdir.
İZAH
Eti
yenilsin yenilmesin hayvan derisinin dibâgatlanmadan önce Arabça'da ismi
ihab'dır. Dibagatlandıktan sonra edim, sarm ve cırab adı verilir. Musannıf
dibagat meselesini sular bahsinde istidrat (yeri gelmişken) kabilinden
zikretmiştir. Yoksa münasibi, ondan necasetlerin temizlenmesi babında
bahsetmekti. «en-Nehir» ve diğer kitablarda bildirildiği vecihle bunu ya deri
dibagatlandıktan sonra su kabı olarak kullanmaya elverişli olduğu için yapmıştır
ki, şârih «ondan abdest alınır» sözü ile buna işaret etmiştir; yahut
Kuhistânî'nin dediği gibi dibagat bazı yerlerde temizleyici olduğundan veyahud
dibagat «İçine dibagatlı deri düşen kaptan abdest almak câizdir» sözü kuvvetinde
olduğundan böyle yapmıştır. Nitekim İsam hâşiyelerinden böyle nakledilmiştir.
Mesane;
sidik yeridir. İşkembe, geviş getiren hayvanların midesidir. Bağırsaklar dahi
işkembe gibidir. «el-Bahr»'da «Tecnîs»den naklen şöyle deniliyor: «Bir kimse
koyunun bağırsaklarını işler debunlar üzerinde iken namaz kılarsa câizdir. Çünkü
bunlardan kiriş yapılır, bu ise dibagat gibidir. Keza mesaneyi dibagatlar da
içine süt koyarsa câiz olur. İşlenebilirse işkembe de öyledir. İmam Ebu Yûsuf
«el-İmlâ» adlı eserinde bunun temizlenmediğini, zira et gibi olduğunu
söylemiştir.
«Her
şey» tabirinin evlâ görülmesi, hüküm yalnız deriye mahsus olmadığı içindir.
Dibag
(tabaklamak) bozulup kokmayı önleyen şeydir ki, hakiki ve hükmî olmak üzere iki
nevidir. Hakikîsi şes, mazı ve karaz yaprağı gibi şeylerdir.
Hükmîsi
topraklamak, güneşletmek ve rüzgâra tutmak gişi şeylerdir. Zeylaî'nin beyanına
göre deri kurur da kazınmazsa temizlenmez.
Şârih;
«Velev güneşle olsun» yani «güneş ve emsali hükmî tabakla» diyerek İmam
şâfiî'nin muhalif olduğuna. bir de sair hükümlerde dibagatın iki nevi arasında
hiçbir fark olmadığına işaret etmiştir. «El-Bahr» sahibi: Yalnız bir hüküm
müstesna! Hakikî dibagdan sonra deriye su isabet ederse bütün rivayetlerin
ittifakı ile o deri tekrar necis olmaz. Fakat hükmi dibagattan sonra deri
ıslanırsa bu hususta iki rivayet vardır» demiştir. Kuhistânî'nin Muzmerât'tan
nakline göre esah kavil necis olmamasıdır. «Muhtaratü'n-Nevâzıl» sahibi hilâfın
su ile yıkamadan hükmî dibagatla surete mahsus olduğunu, yıkandıktan sonra
yapılırsa bir daha bilittifak necis olmadığını
kaydetmiştir.
Şârihin:
«Böyle bir şeyle namaz kılınır» sözü derinin içine ve dışına şâmildir. Çünkü
sahih hadîsler mutlaktır. İmam Malik buna muhaliftir. Lâkin deri, eti yenilen
hayvanın derisi ise, yenilmesi helâl değildir. Sahih olan budur. Zira Teâlâ
Hazretleri: «Size lâşe yemek haram kılındı» buyuruyor. Bu da lâşeden bir cüzdür.
Peygamber (s.a.v.) Meymune (r.a.)'nın koyunu hakkında: «Ölü hayvanın yalnız
yenilmesi haram kılınmıştır» buyurmuş, aynı zamanda deriyi dibaglamalarını ve
ondan faydalanmalarını emretmiştir. Ama eti yenilmeyen hayvanın derisi olursa
yenilmesi bilicmâ câiz olmaz. Çünkü onun dibagatı kesilmesinden daha kuvvetli
değildir. Kesmek. ona mubah kılamazsa dibagatı da mubah kılamaz. Bunu «el-Bahr»
sahibi «Sirâc»dan nakletmiştir.
Küçük
yılan derisinden maksat; kanı olan yılandır. Kanı olmayan yılan temizdir. Zira
evvelce gördük ki böyle bir yılan suda ölürse suyu ifsad etmez. Bunu Halebî
ifâde etmiştir. Zâhirine bakılırsa yılan büyük de olsa gömleği temizdir.
Rahmetî:
«Çünkü ona hayat işlemez, o kıl ve kemik gibidir» demiştir.
Ulemadan
bazıları: «Dibagatla temizlenmemek hususunda insan derisi de domuz derisi
gibidir. Çünkü her ikisinin derileri kat kat olduğundan dibagat kabul etmez.
Binaenaleyh buradaki istisna munkatı'dır» demiş; birtakımları insan derisinin
dibagatla temizlendiğini, lâkin diğer cüzleri gibi ondan da faydalanmanın câiz
olmadığını söylemişlerdir. Nitekim «el-Gaye»'de nassan beyan edilmiştir. O halde
istisna sahih değildir. Fakat bunlara şöyle cevap verilmiştir: Temizlenir demek,
kullanması câiz olur demektir. Burada mecazın alakası söylenildiği gibi lüzum
değil, sebebiyet müsebbebiyettir. Zira bilirsin ki temiz olmasından
faydalanılmasının câiz olması lâzım gelmez. Ancak her ikisinden faydalanmanın
câiz olmasının illeti değişiktir. Domuzda illet temiz olmaması, insanda ise
kıymet ve şerefidir. Nitekim şârih buna işaret etmiştir. «en-Nehir» sahibi:
«Bunda hakiki mânâdan ayrılmak olsa da yine evlâdır» demiş; bu sözü ile; çünkü
mezhepte nakledilen rivâyete uyuyor demek istemiştir. Evet, domuz derisi
dibagatla temiz olmaz. Çünkü ölü olsun, diri olsun domuzun aynı, yani bütün
cüzleri ile zatı necistir. Onu pisliği başka hayvanlar gibi kanlı olmasından
değildir. Bundan dolayıdır ki ulemamızdan nakledilen zâhir rivâyete göre o
temizlenmeyi kabul etmez. Ancak İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre kabul eder.
Bu rivayeti «el-Münye» sahibi kaydetmiştir.
Musannıfın
domuzu insandan önce zikretmesi ihanet ve tahkir içindir. Gerçi bir şeyi
başkalarından önce zikretmek, onun ötekilerden daha fazla olan şan ve şerefine
ihtimam içindir. Lâkin bu hareket ihanet yerinde değil, ikram yerindedir. İhanet
yerinde şerefli olan sona bırakılır. Nitekim Teâlâ Hazretleri'nin:
«Yıldızperestlerin tapınakları yerle yüz edilirdi» âyet-i kerimesinde böyle
olmuştur. Çünkü yıkmak bir ihanettir. Onun içın evvelâ yıldızperestlerin
tapınaklarını veya rahiplerin manastırlarını, Hıristiyanların kiliselerini ve
Yahudilerin havralarını zikretmiş; Müslümanların mescidlerini şereflerinden
dolayı sona bırakmıştır. Buradaki temiz olmamak hükmü de bir ihanettir.
Musannıfın
sözü köpek derisinin dibagatla temizleneceğini ifade etmektedir. Çünkü mutlak
olan deriden yalnız domuzla insan derisini istisnâ etmiştir. Bazıları köpeğin
aynı necis olmadığına bakarak mutemed olan kavil budur, demişlerdir. Az sonra
görüleceği üzere sahih kabul edilen iki kavlin esah olanı budur.
Fil'e
gelince: Onun hükmü de köpek gibidir. Nitekim Şeyhayn'ın kavli budur. Esah olan
da budur. İmam Muhammed buna muhaliftir. Beyhakî'nin rivayetine göre Peygamber
(s.a.v.) fil dişinden yapılma bir tarakla taranırmış. Cevherî ve diğer lügat
uleması bunu fil kemiğinden yapılma diye tefsir etmişlerdir. «Fethü'l-Kadîr»de:
«Bu hadîs İmam Muhammed'in filin aynı necistir, sözünü iptal eder» deniliyor.
METİN
Dibagatla
temizlenen her şey yani her deri zahir mezhebe göre kesmekle de temizlenir. Ama
eti yenilmeyen hayvansa ekseriyetin kavline göre eti temizlenmez. Kendisi ile
fetva verilen en sahih kavil budur. Velev ki «el-Feyz» sahibi temizliğine kail
olmuş bulunsun. Acaba derisinin temizlenmesi için şeriata uygun olarak kesilmesi
şart mıdır? Meselâ ehil bir kimse tarafından mahallinde besmele ile mi
kesilmeli? Bazıları buna evet, bazıları da hayır cevabını vermişlerdir. Birinci
kavil daha makbuldür. Zira Mecûsî'nin kesmesi ile kasten Besmele'yi terk edenin
kesmesi hiç kesmemek gibidir. Velev ki ikinci kavil sahih kabul edilmiş olsun!
İkinci kavlin sahih olduğunu Zâhidî «el-Kınye» ve el-Müctebâ'da beyan etmiştir.
«el-Bahr»da da bu kabul edilmiştir.
FER'İ
BİR MESELE : Sincap gibi küffar diyarından ihraç edilen bir derinin temiz bir
şeyle dibağlandığı bilinirse temizdir. Pis bir şeyle dibaglandığı bilinirse
pistir. Şübhe edilirse efdal olan onu yıkamaktır.
İZAH
Kesmeye
ve dibagata tahammülü olmayan (bunları götürmeyen) fare gibi bir hayvanın derisi
kesmekle temizlenmez. Bir kimse, üzerinde bir dirhemden fazla kesilmiş yılan
derisi olduğu halde namaz kılsa namazı caiz değildir. Nitekim «Muhît»,
«Haniyye». «Valvalciyye» gibi eserlerde de böyle denilmiştir. «Hulâsa»
sahibinin: «Kesilen yılan, fare ve artığı pis sayılmayan herhangi bir hayvanın
eti ile namaz kılmak câizdir» sözü müşküldür. «Fethü'l-Kadîr»de dahi bahis
mevzuu edilmiştir. Tamamı «el-Hılye»dedir.
Ben
derim ki: Buna göre bir kimsenin üzerinde tiryak (panzehir) bulunur da içinde
kesilen yılan eti bulunursa, bir dirhemden fazla olduğu takdirde namazı câiz
olmaz. «Vehbâniyye»de bunun yenilmeyeceği açıklanmıştır. Agâh ol!
Bundan
domuz hariçtir. Çünkü o dibagatla temizlenmez. Binaenaleyh kesmekle de temiz
olmaz. Zâhire bakılırsa insan da böyledir. Velev ki dibagatla derisinin
temizlendiğine hükmetmiş olalım. İnsan şehadet getirdiği sübut bulmaksızın
kesilmiş olsa, sonra yıkanmadan az bir suya düşse o suyu ifsad eder. Ama bunu
sarahaten söyleyen görmedim. Evet «Gurerü'l-Efkâr» adlı eserin av bahsinde:
«İnsanla domuzun derilerine dibagat nasıl tesir etmezse, kesmek de tesir etmez»
denildiğini gördüm. Düşün!
Dibagatla
temizlenen her deri zahir mezhebe göre kesmekle de temizlenirse de bazıları
«Kesilmekle derisi temizlenen hayvanlar yalnız artığı pis sayılmayan
hayvanlardır» demişlerdir.
Şârihin:
«Kendisi ile fetva verilen en sahih kavil budur» sözü mukâbilinin de sahih kabul
edildiğini gösterir. Gerçekten onu «Hidâye», «Tühfe» ve «Bedâyi» sahipleri sahih
kabul etmiş; musannıf dahi kesilen hayvanlar bahsinde «Kenz» ve «Dürer»
sahipleri gibi onu tercih etmiştir. «el-Mi'râc»da mezkûr kavlin muhakkık
ulemanın kavli olduğu bildirilmiştir. Şârihin söylediği, «Mevâhibu'r-Rahman» nam
eserin ibaresidir. Bu eserin «El-Burhân» adlı şerhinde: «Kesmek bu hayvanın
derisini temizler demek câizdir. Çünkü derisinin içinde ve üzerinde namaz
kılmaya, sıcaktan soğuktan korunmak için giymeye ve avret yerini onunla örtmeye
ihtiyaç vardır. Etini temizler, demek câiz değildir. Zira temizliğinden maksat
olan etini yemek helâl değildir» denilmiştir. Meselenin tamamı «Nuh»
hâşiyesindedir.
Hâsılı
hayvan, eti yenen hayvanlardansa kesmek, onun hem derisini hem etini temizler.
Eti yenenlerden değilse aynı necis olduğu takdirde hiçbir şeyini temizlemez.
Aynı necis değilse derisi dibagat taşımadığı takdirde hüküm yine budur. Çünkü bu
takdirde hayvanın derisi eti mesabesinde olur. Derisi dibagata tahammül ederse
yalnız derisi temizlenir. Bu zikredilenler arasında insan, domuz gibidir. (Ama
bu hüküm) ona ta'zim içindir.
Hayvan
kesmeye ehil olmaktan maksat, kesenin müslüman olması, ihramlı bulunmaması,
yahut hıristiyan veya yahudi gibi kitap ehlinden bulunmasıdır.
Mahallinden
murad da; hayvanın çenesi ile gırtlağının arasıdır. İhtiyarî olarak hayvan böyle
kesilir. Zâhire bakılırsa zarurî kesmenin hükmü de böyledir. Zarurî kesiş
hayvanı rasgele bir yerindenkesmektir. Besmele de hakiki ve hükmî Besmele'ye
şâmildir. Besmele'yi unutmak, hükmen Besmele sayılır.
Musannıfın
«Velev ki ikinci kavil sahih kabul edilmiş olsun» sözü, birinci kavil sahih
kabul edilmemiş vehmini doğuruyor. Halbuki «el-Kınye» sahibi her iki kavlin
sahih kabul edildiğini nakletmiştir. «el-Bahr» sahibi, «Mi'rac»da «el-Mücteba»
ve «el-Kınye»den ikinci kavlin sahih kabul edildiği «naklolunmuştur» ibaresi
bulunduğunu söyledikten sonra; ««el-Kınye» sahibi, «el-Müctebâ»nın da sahibidir.
Bu zat ilmi ve fıkhı ile meşhur İmam Zâhidî'dir. Mezkûr ikinci kavlin esah
olduğuna delil «el-Nihâye» sahibinin şeriata uygun kesilmesi şartını (temriz
sigası ile yani) «denilmiştir» sigası ile söyleyerek «el-Hâniye»ye nisbet
etmesidir» demiştir.
İşlenmiş
sincap derisinin pis olduğu bilinirse o deri yıkanmadıkça içinde namaz kılmak
câiz değildir. Pisliğinde şüphe edilirse yıkanması efdal olur. Çünkü şüphe
yerinde güçlüğe müeddi olmamak şartı ile mevsuk olanla amel etmek efdaldir.
Bundan dolayı ulema zimmîlerin yani müslüman memleketine tâbi gayri müslimlerin)
elbiselerini giymekte ve onlarla namaz kılmakta beis olmadığını söylemişlerdir.
Bundan yalnız don ve gömlek müstesnadır. Bunlar hades yerlerine yakın olduğu
için içlerinde namaz kılmak mekruhtur. Ama caizdir. Zira asıl olan temizliktir.
Bir de müslümanlar ganimet elbiselerini yıkamadan onlarla namaz
kılagelmişlerdir. Bahsin tamamı «el-Hilye» dedir.
«el-Kınye»
de beyan edildiğine göre memleketimizde dibaglanan deriler, kesildikleri yer
yıkanmadığı ve dibaglanırken pislikten korunmadıkları, bilakis pis yere
bırakıldıkları ve dibagat bittikten sonra dahi yıkanmadıkları halde temizdirler.
Onlardan mest, tozluk, kitap kılıfı, tarak, dağarcık ve su tulumu yapmak
câizdir. Yaş ve kuru olmaları fark etmez.
Ben
derim ki: Bittabi bu, pisliği bilinmediği yalnız şübhe edildiği zaman câizdir.
M
E T İ N :
Mezhebe
göre domuzdan maadâ bütün ölü hayvanların kılı, kemiği meşhur kavle göre siniri,
tırnağı ve yağlı kirden hâli olan boynuzu, insanın yolunmadık saç ve kemiği,
mezhebe göre mutlak surette dişleri ve balığın kanı temizdir. Keza hayat
girmeyen uzuvları hatta tercih edilen kavle göre maya ve sütü de temizdir. İnsan
kulağının temiz olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. «Bedâyi»de necis olduğu.
«el-Hâniyye»de ise temiz olduğu kaydedilmektedir.
«el-Eşbâh»da:
«Diriden ayrılan uzuv onun ölüsü gibidir. Ancak sahibi hakkında temizdir. Velev
ki çok olsun» denilmiştir. Az suya insan derisinden tırnak kadar bir parça
düşmekle su bozulur, fakat tırnak düşmekle bozulmaz.
İ
Z A H:
«Mezhebe
göre» sözünden murad; İmam Ebu Yûsuf'un kavlidir ki zâhir rivayettir. Bu rivayet
domuz kılının necis olduğunu ifade eder. «Bedâyi»de bu kavil sahih kabul
edilmiş, «el-İhtiyar»da da tercih olunmuştur. Bir kimse üzerinde bir dirhemden
fazla domuz kılı olduğu halde namazı câiz olmaz. Az suya domuz kılı düşse suyu
pisler. İmam Muhammed'e göre pislemez. Bunu «el-Bahr» sahibi söylemiştir.
«Dürer» de bildirildiğine göre İmam Muhammed domuz kılının temiz
olduğunazaruretten dolayı kail olmuştur. Çünkü dikicilerin onu kullanmaya
ihtiyaçları vardır. Allâme Makdisî: «Bizim zamanımızda buna ihtiyaçları
kalmamıştır. Binaenaleyh temizliğine hüküm vermeye sebeb olan zaruret ortadan
kalktığı için kullanılması câiz değildir» demiştir.
Sinir
hakkında şârihin «meşhur kavle göre» tabirini kullanması bu babta iki rivayet
olduğu içindir. Bu rivayetlerden biri onun temiz olduğunu, çünkü kemik
sayıldığını, diğeri pis olduğunu, zira sinirde his ve hayat bulunduğunu ifade
etmektedir. «Sirac» sahibi ikinci rivayeti sahih kabul etmiştir.
Yağlı
kirden hâlı olmak kıl, kemik vesairenin hepsine şamildir. İnsanın yolunmuş yağlı
saçı bundan hariçtir. Ölü hayvanın kılı temizdir. Bu babtaki Hazreti Meymune
hadîsini az yukarıda görmüştük. Mezkûr hadîsin bir rivâyetinde: « Bunun ancak
eti haramdır» buyurulmuştur ki etinden başka bir şeyinin haram olmadığını
gösterir. Bu hükme, saydığımız cüzler de dahildir. «el-Bahr» ve diğer kitablarda
bu hususa dair açık hadîsler vardır. Bir de hayvan ölmezden önce kıllarının
temiz olduğu malûmdur. Öldükten sonra da hüküm budur. Çünkü kılda hayat yoktur.
Maya:
Süt emen oğlağın karnından çıkan sarı bir maddedir. Bunu peynir yapmakta
kullanırlar. Oğlak sütten kesilip yemeye başlayınca maya işkembe olur. Bu
husustaki tercih edilen söz İmam A'zam'ındır. Ama: ben bunun tercih edildiğini
görmedim. İhtimal şârih onu «Mültekâ» sahibinin tertibinden almış olacaktır.
«Mültekâ» sahibi İmam A'zam'ın kavlini önce, İmameyn'in kavlini sonra
zikretmiştir. Onun âdeti budur. Hangi kavli tercih ederse onu evvela zikreder.
Mülteka sahibinin şerhi ile birlikte ibaresi şöyledir: «Ölü hayvanın mayası mayi
bile olsa temizdir. Sütü de öyle, yani kesilmiş hayvan sütü gibidir». İmameyn
buna muhaliftir. Çünkü onlara göre maya ve süt, bulundukları yerin pisliği
sebebi ile necis olurlar.
Biz
deriz ki: Yerin pisliği hayvanın sağlığında bir tesir icra etmez. Zira fışkı ile
kan arasında çıkan süt temizdir. Öldükten sonra da böyledir. «Mevahibü'r-Rahman»
adlı eserde: «Ölü hayvanın sütü ve mayası da temizdir. İmameyn bunları necis
saymışlardır; muvafık olan da budur. Meğer ki maya sertleşmiş ola. Bu takdirde
yıkamakla temizlenir» deniliyor ki, bu söz maya hakkında İmameyn'in kavlinin
tercih edildiğini, süt hakkında ise ihtilâf olmadığını gösterir. Ve «Mültekâ»
ile şerhinde bildirilene muhaliftir. Anla!
İnsanın
başındaki saç temizdir. Bunu beyana hacet yoktur. Burada maksad, sağlığında
başından yolunan saçtır. Bu saç necistir. Bundan da murad; sacların cilde
bitişen yağlı uçlarıdır.
Ben
derim ki: Şu halde bir kimse saçlarını ıslatarak tararsa. tarak dişlerinin
arasında kalan saçlar az suyu ifsad eder. Lâkin Tahtâvî'nin beyan ettiği şu
sözden ifsad etmediği mânâsı çıkarılır:
«Saçla
birlikte ciltten çıkan şey tırnak kadar olmadıkça suyu ifsad etmez». Düşün!
İnsan
dişi mutlak surette temizdir. Yani gerek kendinin, gerek başkasının, ölünün veya
dirinin olsun dirhem miktarı veya daha fazla tutsun, üzerinde taşısın veya
yerine kaksın fark etmez. «el-Bahr» sahibi diyor ki: «Bedâyî Kâfî ve diğer
kitaplarda açıklandığına göre insan dişi temizdir. Zâhir mezhep budur; sahih
olan da budur, çünkü dişlerde kan yoktur. Pisleyen ise kandır. Zahîreile diğer
bazı eserlerde pis olduğu söylenmişse de bu kavil zayıftır».
İnsan
kulağı hakkında Bedâyi'nin ibaresi şudur: «Diriden ayrılan cüzde el, kulak,
burun ve emsalinde olduğu gibi kan varsa o cüz'ü bilittifak pistir. Saç ve
tırnak gibi kansız ise bize göre temizdir.» «El-Hâniyye»de ise bilâkis temiz
olduğu beyan edilmiş ve şöyle denilmiştir: «Bir kimse kulağı cebinde olarak
yahud onu yerine iade ederek namaz kılsa zâhir rivayete göre namazı câizdir».
Tecnîs sahibi bunun illetini bildirmiş ve: «Et olmayan şeye ölüm girmez.
Binaenaleyh ölümle o şey pis olmaz» demiş; kulağı kesmenin ölüm hükmünde
olduğunu anlamak istemiştir. Fakat «Bahr» sahibi. Bedâyi'deki izahat karşısında
bunu müşkül saymıştır. Hilye sahibi de şunları söylemiştir: «Şübhesiz ki kulak
canlı uzuvlardandır. Etten de hâli değildir. Onun için Fakîh Ebu'l-Leys pis
olduğunu tercih etmiş; müteehhirîn ulemadan bir cemaat de onu tasdik
eylemişlerdir». «Makdisî» şerhinde buna şöyle cevap
verilmiştir:
«Ben
derim ki: işkâlin cevabı şudur: Kulağı yerine iade ve kulağın yerinde durması
ekseriya hayatın ona avdet etmesi ile olur. Binaenaleyh ona diriden ayrılmış
demek doğru olamaz. Çünkü hayat avdet etmekle yerinden hiç ayrılmamış gibi olur.
Bir şahsın öldüğünü, sonra mucize veya keramet kabilinden dirildiğini farzetsek
o şahıs tekrar temiz olur».
Ben
de derim ki: Kulağa hayat avdet ederse kabul ediyoruz. Fakat kulağı cebinde iken
namaz kılarsa işkal yine bâkidir. En iyisi şârihin işaret ettiği «el-Eşbâh»ın
kavli ile cevap vermektir. Sirac'da da böyle açıklanmış ve: «Kesilmiş kulakla
kesilmiş diş, sahipleri hakkında temizdirler, velev ki dirhem miktarında fazla
olsunlar» denilmiştir. «el-Hâniyye»nin sözü «Eşbah»taki kayıtla itibara
alındıktan sonra «Bedâyi»'nin sözüne muhalif değildir. Diriden ayrılan parçanın
ölü hükmünde olduğu hadîs-i şerifden alınmıştır. Bu hâdîsi «Hilye» sahibi. Ebu
Davud'un, Tirmizi'nin, İbni Mâce'nin ve diğer hadîs imamlarının kitablarından
nakletmiştir. Tirmizî onun «hasen» olduğunu söylemiştir. Hadîs şudur:
«Hayvandan
diri iken kesilen parça ölüdür.»
Az
suya düşen tırnak kadar insan derisi veya eti yahud yara kabuğu gibi şeyler suyu
ifsad eder. Ama baştan düşen konak gibi şeyler az olursa suyu bozmaz. Tırnak
düşmekle de su bozulmaz. Çünkü «el-Bahr»ın beyanına göre tırnak sinirdir.
Zâhirine bakılırsa tırnağın üzerinde yağlı kır bulunduğu takdirde hükmü deri ve
et gibi olur. Düşün!
Musannıfın
«Balığın kanı temizdir» sözü, Kenz'in: «Balığın kanı affedilmiştir» ifadesinden
daha güzeldir. Çünkü balık kanı, hakikatte kan değildir. Buna delil, güneşe
karşı tutulunca beyazlaşmasıdır. Kan güneşe karşı tutulunca siyahlaşır.
METİN
Malumun
olsun ki, İmam A'zam'a göre köpeğin aynı necis değildir. Fetva buna göredir.
Velev ki İbn Şıhne'nin beyan ettiği gibi bazıları aynı necis olduğunu tercih
etmiş olsunlar. Binaenaleyh köpek satılır, kiraya verilir, öldürülürse ödenir
derisinden seccade ve kova yapılabilir. Suya düşer de diri olarak çıkarılırsa,
ağzına su girmemiş olmak şartı ile kuyunun suyunu pislemez.
Silkinerek
sıçrattığı su elbiseyi pislemediği gibi elbisenin üzerinde salyası görülmedikçe
ısırması ile elbise pislenmez ve köpeği taşıyan kimsenin namazı bozulmaz. Velev
ki büyük olsun. Hulvânî ağzının bağlanmasını şart koşmuştur. Etinin necis,
kılının temiz olduğunda ise hilâf yoktur.
İ
Z A H:
Köpeğin
pisliği aynı necis olduğundan değil, eti ve kanı pis olduğu içindir. Köpek sağ,
kan ve et yerlerinde olduğu müddetçe bunların hükümleri yoktur. Namaz kılan
kimsenin iç organları gibidir. Binaenaleyh köpek diğer hayvanlar hükmündedir.
Metindeki fer'î meselelerin bazılarının hükümleri kitablarda bu şekilde
bildirilmiş, bazılarının bunların aksine olduğu söylenmiş, iki kavlin araları
bulunmuştur. «el-Hânîyye»de köpeğin satılması öğretilmiş olmakla kayıtlanmıştır.
Bunun ikinci kavle göre söylendiği anlaşılıyor. Delili aynı kitabın şu
ifadesidir: «Kedi ve vahşi hayvan ve kuş, öğretilmiş olsun olmasın satılabilir.»
(Bundan yalnız köpeğin öğretilmiş olanı satılacağı anlaşılıyor). Düşün!
Zâhire
göre köpeğin kiraya verilmesi de öğrenmiş olmakla kayıtlıdır. Velev ki bekçi
köpeği olsun. Zira kira menfaat karşılığıdır. Onun için «Umdetü'l-Müftü» adlı
kitabta bu cümleden sonra: «Kedinin kiraya verilmesi câiz değildir; çünkü o
öğretilemez» denilmiştir. «Valvalciyye» ve diğer bazı kitablarda: «Köpek sudan
çıkarak silkinir de bir insanın elbisesine sıçrarsa onu pisler. Ama yağmurda
ıslanır da silkinirse pislemez. Çünkü birincide derisi ıslanmıştır. Derisi
necistir. İkincide tüyleri ıslanmıştır; tüyleri temizdir» deniliyor. Bu söz
köpeğin aynı necis olduğuna göredir.
Nitekim
«el-Bahr»da da böyledir. Tamamı biraz aşağıda gelecektir. Isıran köpeğin
salyasının görülmesinden murad; ıslaklığın görülmesidir. Muhtar olan kavil
budur. Islaklığın alâmeti el ile dokunulduğu zaman elin ıslanmasıdır. Bazıları:
«Köpeğin sükûnet halinde ısırmışsa elbise pistir. Çünkü onu yaş dudakları ile
tutmuştur. Kızgın iken ısırmışsa pis değildir. Zira dişleri ile tutmuştur»
demişlerdir.
Köpeğini
taşıyan kimsenin namazı bozulmaz. «Bedâyi»de anlatıldığına göre ulemamız: «Bir
kimse cebinde köpek yavrusu olduğu halde namaz kılarsa namazı caizdir»
demişlerdir. Ebu Cafer Hinduvânî cevaz meselesini köpeğin ağzının bağlanması ile
kayıtlamıştır. «el-Muhit»te şöyle deniliyor: «Bir kimse üzerinde bir köpek
yavrusu yahud artığı ile abdest câiz olmayan bir hayvan olduğu halde namaz,
kılarsa bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Esah olan şudur ki köpeğin ağzı
acık ise câiz değildir. Zira salyası cebine akar ve dirhem miktarından fazla
olursa pisler. Ama salyası cebine akmayacak şekilde ağzı kapalı olursa câizdir.
Çünkü her hayvanın dışı temizdir; ancak ölürse pis olur. İçinin pisliği ise
merkezindedir. Namaz kılanın içinin pisliği gibi onun da hükmü yoktur».
En
iyisi mutlak câizdir sözünü, namaza mânî miktarın namaz bitmeden akmayacağından
emin olan hakkında söylemelidir. «Bedâyi»'nin ifadesinden anlaşılan da budur.
Köpeği cebinde taşımakla kayıtlamak başka şekli hariç bırakmak içindir. Meselâ
köpek, seccadenin üzerine otursa ağzını bağlamak ile kayıtlanmaz. Çünkü
«Zahiriyye»de açıklandığına göre kucağına elbisesi pis bir çocukoturur da kendi
kendine durabilirse yahut başına pis bir güvercin konarsa namazı câizdir.
Teemmül et!
Şârihin
«Hulvânî» dediği zat Hinduvânî'dir. «Bahr», «Nehir» ve diğer kitaplarda bu zatın
adı geçmektedir. Köpeğin etinin necis olduğunda hilaf yoktur. Onun için ulema,
etinden doğan artığının necis olduğuna ittifak etmişlerdir. Şu halde aynının
temizliğinden murad; diri olduğu müddetçe zâtının temizliğidir. Cildinin
temizliği dibâgat ve kesmekle olur. Canlı sayılmayan cüzleri ise sair yırtıcılar
gibidir. Köpeğin tüyleri hilâfsız temizdir. Bu meseleyi «el-Bahr» sahibi,
yukarıda geçen «Valvalciyye» meselesinden almıştır. Valvalciyye'nin söyledikleri
köpeğin necis aynı olduğuna göredir. Orada köpeğin tüyleri temizdir, demiştir.
Bir de «Sirac»dan olmuştur. «Sirac»da: «Köpeğin cildi necis, tüyleri temizdir.
Muhtar kavil budur» denilmektedir. Çünkü cildinin pisliği aynının kendinin
pisliğine binaendir. Bu suretle aynının kendinin necis, tüylerinin temiz
olduğuna ittifak edilmiş olur. «Sirac»ın ibaresinden anlaşıldığına göre köpeğin
aynı necis olduğunu söyleyenler, tüylerinin temiz olup olmadığında ihtilaf
etmişlerdir. Muhtar olan kavil temiz olmasıdır. İttifaktan bahsedilmesi buna
dayanır. Lâkin bu müşkildir. Zira aynının necis olması bütün cüzlerinin necis
olmasını iktiza eder. ihtimal «Sirac»ın sözü, ölü köpeğe hamledilmiştir. Ama
yukarıdaki Valvalciyye'nin söyledikleri buna aykırıdır. Evet, «el-Minah» nâm
eserde şöyle deniliyor: «Zahir rivayet mutlaktır. Fark yapmamıştır. Yani ıslanan
köpek silkinir de bir insanın elbisesine sıçrarsa onu pisler. Islaklığın cildine
işleyip işlememesi fark etmez». Bu söz tüylerinin de necis olmasını iktiza eder.
Teemmül et!
METİN
Misk
temizdir, helâldir. Her hâl ve kârda yenilir. Miskin yatağı (yani torbacığı)
dahi esah kavle göre mutlak surette temizdir. Bunu «Fethü'l-Kadir» beyan
etmiştir. «El-Eşbah»'da zebad'ın (yani misk kedisinden çıkarılan misk'in) de
öyle olduğu bildirilmiştir. Çünkü kokuya inkılâp eder. Eti yenilen hayvanın
sidiği hafif necaset olmak üzere pisdir. İmam Muhammed temiz olduğunu
söylemiştir. Ama Ebu Hanife'ye göre gerek tedavi için, gerekse başka bir niyetle
asla içilemez.
FER'İ
BİR MESELE: Haramla tedavi hususunda ihtilâf edilmiştir. Zahir mezhebe göre
memnudur. Nitekim «El-Bahr»ın süt emme bahsinde beyan edilmiştir. Lâkin musannıf
süt bahsinde olsun. burada olsun söylediklerini Hâvî'den nakletmiştir. Bazıları:
«Haramda şifa olduğu bilinir:başka ilaç da bilinmezse tedâviye ruhsat verilir.
Nasıl ki susuz kalan bir kimseye şarap içmek için ruhsat verilmiştir»
demişlerdir. Fetva buna göredir.
İZAH
Misk
temiz ve helâldir. (Gazal denilen hayvanın kanından hasıl olup bir torbacığın
içinde bulunur.) Aslı itibariyle kan da olsa değişmiş, temiz olmuştur. Nitekim
insan pisliğinin külü de temizdir. Değişmeden murad; hal değiştirerek koku
olmasıdır. Bize göre misk temizleyici şeylerdendir. Musannıf «helâldir» tabirini
ziyade etmiştir. Çünkü temizliği helâl olmasını icap ettirmez. Nitekim toprak da
temizdir, fakat yenilmesi helâl değildir. «Hilye»'de şöyle deniliyor: Peygamber
(s.a.v.)densahih rivayetle nakledilmiştir ki «Misk, kokuların en güzelidir».
Bu
hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Nevevî misk'in temiz olduğuna ve satılmasının
cevazına müslümanların icmâ'ı bulunduğunu nakletmiştir. Misk her halükârda
yenir. Yani yemeklerde, ilaçlarda zaruret olsun olmasın kullanılabilir. Kâmus'ta
beyan olunduğuna göre kalbi kuvvetlendirir; kalb çarpıntısına iyi gelir;
bağırsaklardaki şişkinliği giderir. Misk torbacığı mutlak surette temizdir. Yani
yaşı ile kurusu, kesilmiş hayvandan alınması ile ölü hayvandan alınması arasında
bir fark bulunmadığı gibi, ıslanmış olsa, bozulacak olanı ile bozulmayacak olanı
arasında da fark yoktur. Bundan anlaşılır ki «Dürer»deki: «Kesilmemiş hayvandan
alınan yaş misk temiz değildir» ibaresi esah kavle aykırıdır.
Esah
kavli «Fethü'l-Kadîr»den maadâ «Zeylaî», «Sadru'ş-Şeria» ve «Bahr» sahibi de
beyan etmişlerdir. «Eşbâh» da zebâdın, «ed-Dürrü'l-Müntekâ»da amberin de böyle
olduğu kaydedilmiştir. «Fethü'l-Kadir» ve «Hilye»; sahibleri zebâd'ın temiz olup
olmadığını araştırdıklarını, fakat bu hususta bir nakil bulamadıklarını
söylemişlerdir. Lâkin «Eşbâh» şer hinde. «Cevâhiru'l-Fetâvâ»'dan naklen
«Hızânetü'r-Rivâyât» sahibinin şu sözleri kaydedilmiştir:
«Zebâd
temizdir. Bu, bir kedinin teridir ve mekruhtur denilemez. Çünkü ter de olsa
değişmiş ve kerahatsiz temiz olmuştur». «el-Mevâhib» şerhinde: «Bunu güvenilir
bilirkişilerden mürekkep bir cemaattan işittim. Zebâc kedinin teridir dediler.
Şu halde temizdir» ibaresi vardır. «el-Munhâciye» de: «Misk temizdir. Çünkü aslı
kan da olsa değişmiştir. Zebad da temizdir. Amber de öyledir» denilmektedir. İbn
Şıhne'nin «Elgâz»ında: «Bazılan misk ile amberin temiz olmadığını
söylemişlerdir. Zira misk diri bir hayvandan çıkarılır; amber ise bir deniz
hayvanının pisliğidir» denilmişse de bu söze itibar ve iltifat olunmaz. Nitekim
Kâdıhan da böyle demiştir.
Ambere
gelince : Sahih kavle göre zift gibi denizde bulunan bir maddedir. Bunların
ikisi de temiz ve kokuların en güzellerindendir. İbn Hâcer'in «Tuhfe»sinde:
«Amber fışkı değildir. O denizde bir nebattır» deniliyor.
İmam
Muhammed: «Eti yenilen hayvanların sidiği temizdir» demiştir. Delili Ureneliler
hadîsidir. Urene kabilesinin halkı hastalığa tutulmuş; Peygamber (s.a.v.) onlara
develerinin sidiklerini içmeleri için ruhsat vermiştir. Bu kavle göre içine
yenilen hayvan sidiği karışan su, sidiğe galip olup onu temizleyici olmaktan
çıkarmadıkça pislenmez. Ama kitabların metinleri Şeyhayn'ın kavli üzere
yazılmıştır. Bu sebepten «imdât» nam kitabta: «Fetvâ Şeyhayn'ın kavline göredir»
denilmiştir.
Ebû
Hanîfe'ye göre eti yenilen hayvanların sidikleri pistir. Bu hükümde Ebu Yûsuf da
onunla beraberdir. Delili: «Bevlden korunun!» hadîsidir. Ancak tedavi için
içilmesine cevaz verilmiştir. Bu babta onun delili de Uraneliler hadîsidir. İmam
Muhammed ise mutlak surette câiz olduğunu söylemiştir. İmam A'zam Uraneliler
hadîsi ile istidlâle şöyle cevap vermiştir:
«Peygamber
(s.a.v.) develerin sidiğinde Uranelilere şifa olduğunu vahiy sureti ile
bilmiştir. Başkaları hakkında şifa olduğu yüzde yüz bilinemez. Zira bu hususta
müracaat edilecek yer doktorlardır. Onların sözü ise hüccet değildir. Hatta
helaki defetmek için haram yemek yüzde yüzbelli olsa, yenilmesi helâl olur.
Nitekim zaruret anında ölü eti yemek, şarap içmek bu kabildendir». Meselenin
tamamı «Bahr»'dadır.
Haramla
tedavi hususunda ihtilâf edilmiştir. «Nihâye»de «Zahîre»den naklen: «Başka bir
ilâç bilinmez; haramda şifa olduğu bilinirse câizdir» denilmiş; «Haniyye»de
Peygamber (s.a.v.)'in: «Şübhesiz Allah sizin şifânızı size haram kıldığı
şeylerde halketmemiştir» hadis-i şerifinin mânâsını beyan ederken: «içinde şifa
bulunan haramla tedavide beis yoktur. Nasıl ki «Hidâye» sahibi dahi «Tecnîs»
adlı eserinde şunları söylemiştir: «Bir kimsenin burnu kanar da şifa dileği ile
alnına ve burnuna kanla Fatiha'yı yazarsa câizdir. Şifa olduğunu bilirse sidik
ile yazmaktan da beis yoktur. Lâkin böyle bir şey nakledilmemiştir. Cevazın
sebebi şudur: Tedavide haram hükmü sakıttır. Nasıl ki susuz kimseye şarabın, aç
kimseye lâşe yemenin helâl olması böyledir». Seyyidi Abdülganî diyor ki:
«Ulemanın bu meseledeki ihtilâfları açık anlaşılamıyor. Çünkü zaruretten dolayı
câiz olacağında hepsi ittifak ediyor. «Nihaye» sahibinin bilgiyi şart koşmasına
ondan sonrakinin şifayı şart koşması aykırı değildir. Onun için pederim «Dürer»
şerhinde (Gerek tedavi için sözü zanna hamledilir. Yoksa yakînen bilindiği zaman
câiz olması bilittifaktır. Nasıl ki «el-Musaffâ»da da açıklanmıştır) demiştir».
Ben
derim ki: Bu söz açıktır. İstidlâl hususunda İmam A'zam'ın yukarıda geçen
kavline muvafıktır. Lâkin biliyorsun ki doktorların sözü ile yüzde yüz ilim
hasıl olmaz. Zâhire göre tecrübe ile yakîn ilim değil, galebe-i zan hâsıl olur.
Ancak ilimden galebe-i zannı kastederlerse bir diyeceğim kalmaz. Bu da ulemanın
sözlerinde yaygın haldedir. Düşün!