02 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...MİYAH (SULAR) BABI


MİYAH (SULAR) BABI


METİN
Miyah; mâ'in cem'idir. Med'siz de okunur. Aslı «mevh» olup vâvı elife, hâsı da hemzeye çevrilmiştir.
Su, lâtif bir cisimdir ki, her büyüyen şeyin hayatı onunla kâimdir: Hades, mutlak surette mâ-i mutlak denilen su ile giderilir. Mâ-i mutlak su denilince hatıra gelen bulut, dere, kaynak, kuyu, deniz ve erimiş de damlayan kar suyu, dolu ve buz suyu ve çiğ gibi sulardır. Bu taksim müşahedeye göre yapılmıştır. Yoksa bütün sular gökten inmiştir. Teâlâ Hazretleri: «Görmedin mi ki Allah gökten su indirmiştir...» buyurmuştur. Nekre bir kelime imtihan makamında olursa (nefiden geçtim) isbat siyakında olsa bile umum ifade eder. Zemzem suyu ile hiçbir kerâhet olmaksızın hades giderilir.
İmam Ahmed'den bir rivâyete göre zemzemle hades gidermek mekruhtur. Kasten güneşte ısıtılan su dahi kerahetsiz olarak hades giderilir. Şâfiî'ye göre bunun keraheti tıbbîdir. İmam Ahmed kaynak su ile necaset yıkamayı mekruh görmüştür.
İZAH
Musannıf evvelce beyan ettiği temizliğin ne ile yapılacağını izaha başlıyor. Bab, lûgatta kendisi ile başkasına ulaşılan şey demektir. Istılahda ise; ilmin ekseriyetle fasıllara ve meselelere şâmil olan hususi birtakım toplu kısımlarının ismidir. Miyah kelimesi cemî kesrettir. Cemî kılleti emvah gelir. Her büyüyen hayvan ve nebat gibi şeyin hayatı su ile kaimdir. Tuzlu suda hayat yoktur, denilemez. Çünkü bu ârızîdir. Esas itibariyle onda lezzet vardır. Yani onun aslı da gökten inmedir. Hades (yani abdestsizlik ve cünüblük) mutlak surette mâ-i mutlak denilen su ile giderilir. Mâ-i mutlak su denilince hatıra gelen ve pis olmayan sudur. Bu kayıtla, mukayyet su, müsta'mel su ve necis su târiften hariç kalır. Zâhire bakılırsa necis su ile müsta'mel su mukayyet değillerdir. Lâkin suyun pisliğini ve müsta'mel olduğunu bilene göre mukayyet değillerdir. Onun için ulemadan bazıları: «Suyun halini bilene nisbetle su denilince hatıra gelen sudur» demişlerdir. Malûmun olsun, mutlak su tabiri su demekten daha hususidir. Çünkü mutlak kelimesi bir kayıttır. Onun için bu kayıtla mukayyet su tariften çıkarılmıştır. Yalnız su dersek mânâsı her suya şâmil olur. Mukayyed su da buna dahildir. Burada onu kastetmek doğru değildir. Sema suyu, dere suyu gibi terkiplerdeki izafet tarif içindir. Mukayyet sudaki izafet böyle değildir. Zira ondaki kayıt lâzımdır. Kayıt olmaksızın ona su denilemez. Meselâ; gülsuyu böyledir. Kar ve buz sularının eriyip damlaması İmam A'zam'la İmam Muhammed'e göre şarttır. İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre damlasın damlamasın mutlak suretle câizdir. Esah olan Tarafeyn'in kavlidir.
Sahih kavle göre çiğ sudur. Bazıları onun hayvan soluğu mânasına geldiğini söylemişlerdir.
Nekre kelime meselesi bir itiraza cevabtır. İtiraz şudur: Âyetteki mâ'i yani su kelimesi isbat siyakında gelmiştir. Binaenaleyh umum ifâde etmez.
Cevap : Lafzî bir karine bulunursa nekre isbat siyakında da umum ifade eder. Nitekim umumî bir vasıfla sıfatlandığı zaman böyledir. Buna misâl; mü'min bir köle daha hayırlıdır, cümlesidir. Lafzî karine bulunmadığı zaman dahi nefis bilecektir. «Kuru hurma çekirgeden daha hayırlıdır» gibi yerlerde nekre umum ifâde eder. Burada da öyledir. Zira siyak imtihan siyakıdır. İmtihan, nimetleri verenin onları saymasıdır. Binaenaleyh âyet-i kerime, Allah Teâlâ'nın her suyu gökten indirdiğini ifade eder. Suların bir kısmını indirdiğini ifade etmez ki yerdeki suların bazıları gökten inmemiştir, denilebilsin. Zira imtihanın kemâli umumdadır. Âyet-i kerimeden suyun temizliğine de istidlâl olunur. Çünkü necisle imtihan olunmaz.
Zemzem kuyu sularına dahil olduğu halde musannıfın onu ayrıca zikretmesi tasrihin faydasına işaret içindir. Şârih hac bahsinin sonunda zemzemle taharetlenmenin mekruh olduğunu, yıkanmanın ise mekruh olmadığını söyleyecektir. Bundan şu fayda hâsıl olur ki, kerahet bulunmaması hadesi gidermeye mahsustur; pisliği zemzemle gidermek mekruhtur.
«Kasten güneşte ısıtılan» ifadesindeki kasten kaydı tesadüfi bir kayıttır. Yoksa şâfiîlere göre su kendi kendine de ısınsa hüküm birdir. Şârih:«Bunun keraheti Şâfiî'ye göre tıbbîdir» diyor.
Ben derim ki: İbn Hacer ile Remlî'nin şerhlerinde açıkça bildirildiğine göre bu kerahet tıbbî değil, şer'î ve tenzîhîdir. İbni Hacer şöyle demektedir: «Bu suyu kullanmakla baras illeti doğmasından korkulur.» Nitekim Hazret-i Ömer (r.a.) den sahih olarak bu şekilde rivâyet edilmiş; bazı müdakkik doktorlar da buna itimad etmişlerdir. Çünkü yağlılığı bedenin mesamelerini tıkayarak kanı durdurur. İbn Hacer bu suyun şâfiîlerce mekruh olmasının şartlarını da saymıştır. Bu şartlar: sıcak bir beldede sıcak mevsimde kullanılması, pas tutan bir kabta bulunması ve sıcak iken kullanılmasıdır. Abdestin Mendupları Babında izah etmiştik ki menduplardan biri de güneşte ısıtılan su ile abdest almamaktır. «el-Hilye» sahibi de bunu söylemiş ve Hazret-i Ömer'in bu su ile abdest almayı yasak etmesiyle istidlâl etmiştir. Onun için «Fethü'l-Kadîr» sahibi mekruh olduğunu açıklamıştır. «el-Bahr» sahibi dahi aynı şeyi yapmıştır. «Mîracü'd-Dirâye» de «el-Kınye»den naklen şöyle deniliyor: «Güneşte ısıtılan su ile abdest almak mekruhtur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Âişe (r.a.)'ın suyu güneşte ısıttığını görmüş de: (Yapma Hümeyra! çünkü bu baras illetini doğurur) buyurmuştur».
Hazret-i Ömer'den de bunun misli rivâyet olunmuştur. Bir rivâyette mekruh değildir. İmam Malik ile İmam Ahmed buna kâildirler. Şâfiî'ye göre kasten güneşte ısıtılırsa mekruhtur.
«el-Gâye» nam eserde: «Sıcak memlekette, pas tutan kablarda güneşte ısınmış su ile abdest almak mekruhtur. Kasdî itibara almak zayıftır. Kast bulunmaması te'yid etmez» deniliyor.
Gördük ki bize göre de itimad edilen kavil kerahettir. Çünkü nihâyet edilen eser sahihtir. Zâhire göre bu kerahet bizce de tenzihîdir. Çünkü menduplar arasında sayılmıştır. Şu halde bizim mezhebimizle Şâfiî mezhebi arasında fark yoktur. Bu izahı ganimet bil!
METİN
Hades, tuz meydana getiren, su ile de giderilebilir; tuzun erimesiyle hâsıl olan su ile giderilemez. Çünkü birincisi aslî tabiatı üzere bakîdir. İkincisi tuz tabiatına inkilâb eder. Nebattan sıkılan su ile yani ağaç suyu veya meyva şırası ile dahi giderilemez. Çünkü mukayyet sudur. Bağ çubuğu veya diğer meyvelerden kendi kendine damlayan su bunun hilâfınadır. O hadesi giderir. Bazıları gidermediğini söylemişlerdir ki bu kavil daha münasibtir. Nitekim Şürunbulâliyye'de «el-Burhan»dan naklen beyan edimiş. Kuhistâni de buna itimad ederek: «Sıkılmak hakikiye ve asma suyu gibi hükmîye şâmildir» demiştir.
Keza kavun ve karpuzdan sıkmadan çıkan su ile hurma şırası (hilâf ve hadesi gidermemenin daha uygun olması hususunda) asma suyu gibidirler. İçine katılan temiz şeyden daha az olan su ile dahi hades giderilemez. Halebe (fazlalık) ya tam karışmak ile, nebatın veya karpuzun içine işlemekle yahud kendisiyle temizlik kasdedilmeyen bir şeyle kaynatmakla veya karışan şeyin galebesiyle olur. Karışan şey katı ise hurma şırasında olduğu gibi isim değişmedikçe suyun koyuluğu ile, mâyi ise suyun vasıflarına zıd olduğu takdirde, ekserî vasıflarının değişmesiyle, süt gibi suyun vasıflarına uygun ise vasıflarından birinin değişmesiyle, müsta'mel su gibi suya mümasil ise cüz'i hesabı iledir. Eğer mâ-i mutlak yarıdan fazla ise hepsi ile temizlik câizdir. Değilse câiz değildir. Müsta'mel su hakkında bu zikrettiklerimiz hem dışarıdan katılana hem de uzva temas eden az mâ-i mutlaka şâmildir.
«el-Bahr», «en-Nehir» ve «el-Minah» sahiblerinin tahkiklerine göre küçük havuzlardaki suya karışan müsta'mel suyun onlardakine müsavi olduğu anlaşılmadıkça o havuzlardan abdest almak câizdir.
Ben derim ki: Lâkin Şürunbulâli «el-Vahbâniyye» üzerine yazdığı şerhde bu iki mesele arasında fark bulmuştur. İstersen ona dikkatle müracaatta bulun!
İZAH
Şârihin «Çünkü birincisi asli tabiatı üzere bakîdir» diyerek naklettiği iki nevî tuzlu su farkını «Dürer» sahibi göstermiştir. Bunların birincisini «Uyûnu'l-Mezahip»den, ikincisini el-Hulâsa'dan nakletmiştir. Fakat «Dürer» haşiyesini yazan Allâme Nûh Efendi buna itiraz etmiş, «el-Hulâsa»nın ibaresinin şöyle olduğunu söylemiştir:
«Bir kimse tuzlu su ile abdest alırsa câiz değildir. «el-Bezzâziye»de bildirildiğine göre tuzlu su hakikî suyun tabiatına uygun değildir. Çünkü yazın donar, kışın erir, Zeylaî dahî aynı şeyi söylemiştir. «el-Bahr» sahibi ile Allâme Makdisî onu tasdik etmişlerdir. Bu söylenenlerin muktezası, sonra erisin, ister erimesin onunla abdest alınmaz. Bence doğrusu bu tuzlu su ile mutlak surette abdest caiz olmamaktır. Yani ister tuz olup dur».
Bağ çubuğunun Arabçası«kerm»dir. Suyûtî'nin rivâyet ettiği bir hadîste: «Üzüme kerm demeyin»; diğer bir rivayette; «Kerm mü'minin kalbidir» buyurulmuştur. Çünkü bu söz onunla adlandırılan şeyde çok hayır ve menfaat bulunduğuna delâlet eder ki buna lâyık olan mü'minin kalbidir.
Münavi: «Acaba maksat üzüm ağacına bu ismi tahsis etmenin yasaklanması ve bu ismin mü'minin kalbine verilmesinin daha münasip olduğunu bildirmek midir? Bu takdirde üzüme kerm demeye bir mânî yoktur. Yoksa üzüme kerm adı verilmesi haram olan bir şeyi medhe ve nefisleri ona teşvike yol açacağı için mi yasak edilmiştir? Zira üzümden haram olan şarap yapılır. Üzüme kerm adını vermek, bu pis ve haram şarabın aslını hayırla vasıflandırmak olur ki, haramı medhe yol açar. Bu iki şıkkın ikisi de ihtimal dahilindedir» diyor. Kamûs sahibi birinci ihtimali kat'iyetle kabul etmiş, «eş-Şır'a» şerhinde ise ikinci ihtimal üzerinde durulmuştur.
«Bağ çubuğu ve emsalinden kendi kendine damlayan su hadesi gideremez» diyenlerin sözü burada daha makbul görüldüğü gibi birçok kitaplarda sarahaten bildirilmiş; hatta «el-Haniyye» ve «el-Muhît» gibi bazılarında yalnız bu kavil zikredilmiştir. Remlî «el-Minah» hâşiyesinde şunları söylemiştir: «Mezhebin kitaplarına müracaat edenler birçoklarında bunun câiz olmadığını göreceklerdir. Binaenaleyh itimad bu kavledir. Buna nisbetle bu kitabın metnindeki hüküm terk edilmiştir».
Galebe meselesine gelince: Malûmun olsun ki ulema mâ-i mutlak ile hadesin giderilmesi câiz olduğunda; mukayyed su ile bunun câiz olmadığında ittifak etmişlerdir.
Suya karışıp da ona galebe etmedikçe mutlak su hükmünden çıkarmayan temiz bir şey ile galebenin izahı hususunda ise fukahamızın ifadeleri muhteliftir. İmam Fahrettin Zeylaî bu muhtelif kavillerin arasını faydalı bir kaide ile bulmuştur ki, ondan sonra gelen muhakkıklardan Kemal İbn Hümâm, İbn Emîr Hâc, Dürer, Bahr, ve Nehir sahibleri, kitabımızın Musannıfı ile Şârih-i ve başkaları bunu tasdik ve kabul etmişlerdir. Kaide sârihin en kısa ibâre ve en güzel işaretle kitabımızda beyan ettikleridir.
«Kendisi ile temizlik kastedilmeyen» ifadesinden maksat; çorba suyu, bakla suyu gibi şeylerdir. Bunlar vasıfları değişsin değişmesin, sularının berraklığı kalsın kalmasın, muhtar kavle göre mukayyet su olurlar. Şârih bu sözü ile aşırı temizlik maksadı ile suya atılıp kaynatılan çöven ve benzeri şeylerden ihtiraz etmiştir. Bunlar suya galebe ederek onu bulamaç gibi yapmadıkça zarar etmezler.
Safran da hurma şırası gibidir. Suya karışır da boya haline gelirse artık mâ-i mutlak değildir. Koyuluğuna, berraklığına da bakılmaz. Kara boya veya mazı suya atılır da nakışa elverişli bir hal alırsa o su dahi mâl mutlak değildir, zira artık ona su adı verilmez. Bunu «el-Bahr» sahibi bildirmiştir. Şarih de tenbih edecektir.
Suya karışan mayi ya bütün vasıflarında yani tadında, kokusunda ve renginde ona zıddır ki sirke böyledir. Ya bazı vasıflarında zıd, bazılarında uygundur; yahud bütün vasıflarında suya denktir. Şârih bunları ve hükümlerini tafsilâtıyla beyan etmiştir. Suya sirke gibi bütün vasıflarında ona zıd olan bir şey karışırsa galebe, ekseri vasıflarının değişmesiyle olur. Bütün vasıflar üç şeyden ibâret olduğuna göre ekserisi ikidir. Şu halde meselâ suda sirkenin bir vasfı görülürse zarar etmez.
Süt, kokusu bulunmamak hususunda suya uygun, tad ve renk hususunda ona zıddır. Bazı karpuz cinsleri de öyledir. Renk ve kokusu bulunmaması hususunda suya uygun, tad hususunda zıddır. Ama Remlî'nin «el-Bahr» haşiyesinde: «Sütte müşâhede edilen hususî kokuda suya muhalif olmasıdır» denilmektedir.
Müsta'mel suyun mutlak suya mümasil ve denk olması temiz olduğunu bildiren kavle göredir. «el-Bahr» nam eserin sahibi suya mümasil olmak üzere sığırın dilinden damlayan su ile kokusu kesilen gülsuyunu göstermiştir. Mutlak su, karışandan daha çok olmaz da ona müsavi veya daha az olursa onunla temizlik câiz değildir.
Hamamların ve mescidlerin şadırvanları gibi akmayan ve ona on arşın gelmeyen sular da küçük havuzlar cümlesindendir. Bu kavle göre yıkananların bedenlerine temas eden su, mutlak suya müsavî veya ondan fazla olmadıkça onlarda abdest almak ve yıkanmak câizdir. «el-Bahr» nam eserin sahibi buna ulemanın umum ifade eden sözleri ile ve bir de «Bedâyı'» sahibinin şu sözü ile istidlâl etmiştir: «Az su temizleyici olmaktan ancak temizleyici olmayan bir şeyin meselâ gülsuyunun veya sütün karışması ve galebe çalması ile çıkar. Su galip gelirse temizleyici olmaktan çıkmaz. Burada müsta'mel olan su bedene temas edendir, şüphesiz bu su, kullanılmayan sudan daha azdır. O halde bununla o su temizleyici olmaktan nasıl çıkar!»
Kaariü'l-Hidâye Sirâcüddîn'in fetvalarında şöyle deniliyor: «Siracüddin'e soruldu: Halkın abdest aldıkları küçük fıskiyelerin içine müsta'mel su iniyor ama içlerine her gün yeni su konuyor; bunlardan abdest alınır mı alınmaz mı? Sirac: İçine mezkûr sudan başka bir şey düşmezse zarar etmez; cevabını verdi». Yani böyle bir fıskiyenin içine pislik düşerse küçük olduğu için pislenir demek istemiştir.
«Şürunbulâli: bu iki mesele arasında fark bulunmuştur» cümlesinden murad, müsta'mel suyu dışardan alıp temiz suya karıştırmakla müsta' mel olması ve bir de yıkanan kimse, az suya dalıp âzâsına temas eden suyun müsta'mel olmasıdır. Şürunbulâlî şöyle diyor:
«Suyun bedene temas eden cüz'ü müsta'mel olur; geri kalan kısmı müsta'mel olmaz. Bu müsta'mel cüz'ü de çok suyun içinde yok olur, sözü merdudtur, kabul edilemez. Zira müsta'mel hükmü bütün suya sirayet etmiştir. Yoksa az miktarda musta'mel su katmakla ekserisi temiz kalan su gibi değildir». Bu sözde hasılı Bedâyı sahibinin yukarıda naklettiğimiz mütalâasına cevaptır.
Bedâyi sahibi «Cünüp kimse suya dalar veya elini daldırırsa hükmen bütün suyu müsta'mel yapar; velev ki hakikatte kullanılan müsta'mel su yalnız bedene temas eden kısım olsun. Ama dışarıdan az miktarda müsta'mel suyu temiz; karıştırmak böyle değildir. Bu surette bütün suya müsta'mel hükmü verilemez. Zira hadesli kimse ondan bir şey kullanmamıştır ki müsta'mel olduğu iddia edilebilsin. Hakikaten ve hükmen müsta'mel olan su sadece bu temas eden cüzdür» demiştir.
Sözün hulâsası şudur: Dışarıdan atılan müsta'mel su ile temiz suyun müsta'mel olması galebe ile olur. Yani hangisi daha fazla ise suya o hüküm verilir. Bedenin temas ettiği suyun hükmü böyle değildir. Beden suya temas eder etmez bütün su müsta'mel olur
«el- Bahr» sahibi bu farkı reddetmiştir: «Bu farkın bu manası yoktur. Çünkü her iki surette şuyû ve karışma müsavidir. Hatta biri itiraz ederek Bilakis dışarıdan atılan müsta'mel su tesir yönünden daha kuvvetlidir. Zira onda müsta'mel su bellidir: diyebilir» demiştir Şârih: onun için dikkatle müracaatı tavsiye etmiştir.
Malûmun olsun ki bu mesele büyük âlimlerin zihinlerini hayrette bırakan maselelerden biridir. Bu hususta aralarında münâzaa ve münakaşalar olmuş ve şuyû' bulmuştur. Allâme Kâsım onun hakkında; «Refu'l-İştibah an meseleti'l-Miyah» namıyla bir risale yazmış, bu risalede suya karıştırılanla bedene temas eden suyun müsta'mel hükmü verilmemesi hususunda birbirindenfarkı olmadığını tahkik etmiştir. Yani mücerred beden suya temas etmekle su musta'mel olmaz. Dışarıdan atılarak karıştırılan suda nasıl galebe (fazlalık) aranırsa, bedenin temas ettiği suda da galebe itibara alınır demek istemiştir.
Zamanının ulemasından bazıları Allâme Kasım'a muvafakat göstermiş: diğerleri ise onu muâhaze etmişlerdir. Bunlardan biri de talebesi Allame Abdi'l-Ber b Şıhne'dir. İbn Şıhne «Zehru'r-Ravz fi mes'eletil-Havz» adının verdiği bir risâle ile ona reddiye yazmış ve «Üstadımız Allâme Kâsım'ın söylediklerine aldanma! » demiştir «el-Vahbâniyye» üzerine yazdığı şerhte dahi ona red cevabı vermiştir. İbn Şıhne «el-Hâniyye» ve diğer kitaplarda beyan edilen bu sözlerle istidâlâ etmiştir:
«Bir kimse serinlemek için elini veya ayağını kaba daldırsa su müsta'mel olur. Çünkü zaruret yoktur» Bir delili de İmam Ebu Zeyd Debbusi'nin «el-Esrâr» nam eserindeki şu sözleridir «Şu kadar var ki İmam Muhammet: (Bir kimse az suda yıkanırsa hükmen bütün su müsta'mel olur): demiştir». Yukarıdaki fark buradan neş'et etmiştir. Allâme İbni Şilbî bununla fetva vermiştir. «el-Bahr» sahibi, Allâme Kâsım tarafını tutmuş ve «El-Hayru'l-Bakî fi'l-Vudûi mine'l-Fusâkı» adında bir risale te'lif ederek İbn Şıhne'nin istidlâl ettiği sözün zayıf bir kavle istinad ettiğini söylemiş: «Bu zayıf kavil müsta'mel suyun necis olmasıdır. Malûmdur ki, necaset az da olsa az suyu ifsâd eder» demiştir. Allâme Bakıllânî, İsmâil Nablusî ve oğlu Seyyidî Abdulganî de onu tasdik etmişlerdir. «en-Nehir» ve «el-Minah» adlı kitaplarda da böyledir. Onun İbn Emîr Hâcc ile Kaariu'I-Hidâye'ye muvafakat ettiğini de biliyorsun. Allâme Nuh Efendi'nin sözü de ona meyyal görünüyor. Sonra «el-Hazâin» Şârihi'nin de onu tercihe meylettiğini gördüm. Bu zat şöyle diyor: «Hak, (el-Bahr) sahibinin yazdıklarıdır. O bunları mezhebine bütün kitablarına vakıf olup onların zâhirde muztarip görünen ibaralerini naklettikten sonra yazmıştır. Bu hususla te'lif edilen risâleleri görmüş ve bu sâdık dâvaya âdil beyyine getirmiştir. Ben bu hususta geniş bir risale yazarak oradaki söylenenleri tahkik ettim ve duydum ki üstadımız Şerefü'd-Dîn Gazzî de buna meyletmiş».
Ben derim ki: Bunda büyük kolaylık ve genişlik vardır. Bilhassa beldemizdeki mescidlerin vesair yerlerin havuzlarındaki sular kesildiği zaman bu kolaylık daha da kendini gösterir. Lâkin ihtiyat unutulmamalıdır. Binaenaleyh böyle bir hal karşısında kalan kimsenin bu küçük havuzda a'zâsını yıkamaması, ondan avucu ile su alarak dışında yıkaması lâzımdır. Velev ki â'zâsını yıkadığı su o havuza sıçramış olsun. Hiç olmazsa bu dışarıdan atılmış olur. Münakaşa mevzuu olan bedenin suya teması kabilinden olmaz.
Çünkü bu makam söz götüren bir makamdır. Hakikat hali Allah Teâlâ bilir.
METİN
Bu söylediğimiz mâ-i mutlak kısımları ile az su bile olsa içinde kansız hayvanlardan arı, akrep, bak yani sivrisinek gibileri ölse dahi hadesi gidermek câizdir. Bazıları bak'ın tahtakurusu olduğunu söylemişlerdir. «el-Müctebâ» nam eserde: «Esah kavle göre kan emmiş sülük suyu ifsâd eder. Tahtakurusunun, kenenin ve sülüğün hükmü de bundan anlaşılır» denilmiştir. «el-Vehbaniyye» de: «İpek böceği, suyu, yumurtası ve tersi temizdir. Nitekim pislikten doğan kurt da temizdir»deniliyor.
Suda doğan balık, yengeç, kurbağa hatta köpekbalığı ve sudomuzu (denizhınzırı) gibi hayvanların suda ölmesi onu ifsad etmez. Ancak kara kurbağası müstesnadır. Onun kanı vardır. Kara kurbağasının parmakları arasında yüzgeç yoktur. Esah kavle göre onun suda ölmesi suyu ifsad eder. Nitekim karada yaşayan yılanın kanı varsa o da ifsad eder; yoksa ifsad etmez. Keza bu saydıklarımızdan biri dışarıda ölür da suda kalırsa esah kavle göre suyu ifsad etmez. Ölen kurbağa gibi bir hayvan suda dağılırsa o sudan abdest almak câiz olur. Fakat eti haram olduğu için içilmesi caiz değil, tahrimen mekruhtur.
İZAH
Şârihin «Bu söylediklerimizle hadesi gidermek câizdir» sözü sahihtir mânâsınadır. Velev ki bazılarında meselâ, gasbedilmiş sudan helâl olmasın. Sahih tabiri ekseriyetle akitlerde, helâl tabiri de fiillerde kullanılırsa da burada câizdir sözünden sahihdir mânâsını kastetmek daha yerinde bir iş olmuştur.
Kansız hayvandan murad; akar kanı olmayandır. Çünkü Kuhistânî'de:«Muteber olan hiç kanı yok değil, akar kanı olmayandır. Hatta suda kanı donmuş bir hayvan bulunsa suyu pislemez» denilmiştir.
Ben derim ki: Bit ve pirenin kanı da öyledir; akmaz. Bu kayıtla akar kanı olan hayvanlar bahsimizden hariç kalır. Bunların kanları kendilerinden olsun, sülükte olduğu gibi emmekle başkalarından alınmış olsun, suyu ifsad eder. Burada kansız hayvandan murad, kara hayvanıdır. Çünkü musannıf daha sonra su hayvanından bahsetmiştir. «el-Bahr» nam kitabta ve diğer eserlerde bak, sivrisineğin büyüğüdür, denilmişse de, Kâmus'ta bakka sivrisinek ve pis kokan yassı kırmızı bir hayvancıktır, diye tarif edilmiştir. Burada ikinci mânânın kastedildiği anlaşılıyor. Bazıları;«Bak; tahtakurusudur» demişlerdir. «el-Hılyesinin ibaresi de bunu te'yid etmektedir. Bazı yerlerde buna fesfes derler. Kene gibi bir hayvan olup pek pis kokar. «en-Nehir» adlı kitabta; «Sülük hakkındaki tercih tahtakurusu hakkında da tercihtir. Çünkü ondaki kan da başkasından alınmıştır» denilmiştir. Fakat söz götürür.
Çünkü tahtakurusu ile sülük orasında açık fark vardır. Sülüğün kanı başkasından alınma da olsa akar kandır. Onun için abdesti bozar. Tahtakurusunun kanı böyle değildir. Onun kanı sineğin kanı gibidir. Abdesti bozmaz ve akmaz.
Gördün ki suyu ifsad eden kanlı hayvandan murad; akar kanı olandır. Buna göre sülük ve keneyi de büyük olursa diye kayıtlamak gerekir. Çünkü evvelce görüldüğü vecihle küçüğü abdesti bozmaz. O halde kanı akmadığı için suyu da ifsad etmemesi lâzım gelir.
İpekböceğinin suyundan murad; İhtimal kemale ermeden ölenlerde görülen süte benzer sudur. Yahud ipeği alınırken içinde kaynatıldığı sudur. Bence murad birincisidir. Çünkü «Sayrafiyye» de: «Bir kimse ipekböceğinin üzerine basar da elbisesine dirhem miktarından fazla bir şey sıçrarsa onunla namaz kılması câiz olur» deniliyor. «el-Vehbâniyye»de ipekböceği tersinin temiz olduğunakat'î hüküm verilmemiş: «İpekböceğinin tersi hakkında ihtilâf vardır» denilmiştir.
Suda doğan hayvandan maksad, akar kanı olsun olmasın doğup büyümesi ve yaşaması suda olan hayvandır. Zâhir rivâye budur. Yani bu hayvanın kanı hakikatte kan değildir. «el-Hulâsa»da su hayvanı: «Sudan çıkarırsa derhal ölen hayvandır. Yaşarsa hem kara hem su hayvanıdır» diye tarif edilmiştir. Şu halde su hayvanı ile kara hayvanı arasında üçüncü bir kısım meydana getirilmiştir. Fakat bu kısmın hükmü ayrıca beyan edilmemiştir. Sahih kavle göre bu kısım, su hayvanına mülhaktır. Zira kanı yoktur.
Ben derim ki: Bu kısımdan murad; suda doğup çıkarıldığı vakit hemen ölmeyen yengeç ve kurbağa gibi hayvanlardır. Ama karada doğup suda yaşayan kaz ve ördek gibi hayvanlar böyle değildir. Nitekim az ileride görülecektir.
Şârih köpekbalığı ile deniz hınzırı hakkındaki zayıf kavli nazarı itibare almamışa benziyor. Mezkûr kavle göre bunların suda ölmesi suyu ifsad eder. Kamus'da beyan edildiğine göre yengecin birçok faydaları varmış. «Kara kurbağası suyu ifsad ettiğine göre «Hidâye» sahibinin kara kurbağası suyu ifsad etmez» diye kat'i konuşması, akar kanı olmayana hamledilir. «el-Münye» de bildirildiğine göre akar kanı olan büyük kertenkele, kara yılanı hükmündedir. Kara kurbağası ile kara yılanının akar kanları yoksa suyu ifsad etmezler.
METİN
Az suda karada doğup suda yaşayan kaz ve ördek gibi bir hayvan ölürse esah kavle göre suyu pisler. Yine esah kavle göre sair mayilerin hükmü de suyun hükmü gibidir. Hatta ona on ebadında şıra dolu bir havuza sidik sıçrasa onu ifsad etmez. Akan şıra ile birlikte ayağının kanı da aksa şıra pis olmaz. İmam Muhammed buna muhaliftir. Bunu Şumunnî ve başkaları beyan etmişlerdir. Çok su akar bile olsa evsafından (yani renk, tad ve kokusundan)biri değişmekle bilittifak necis olur. Fakat az su, evsafı değişmese dahi necis olur. İmam Malik buna muhaliftir. Çok durmakla su değişirse necis olmaz. Ama necaset sebebiyle bozulduğunu bilirse caiz değildir. Şübhe ederse asıl olan suyun temizliğidir. Mutezile taifesine rağmen havuzdan abdest almak, nehirden abdest almaktan efdaldir.
İZAH
Suyu ifsad etmeyen her şey diğer mayileri de ifsad etmez. Esah olan kavil budur. Bunu Tühfe ve Muhît sahipleri bildirmiş; Bedâyı sahibi ise «Fıkha daha yaraşan» ifâdesini kullanmıştır. Şıra dolu havuza sidik sıçradığı zaman şıranın bozulmaması necasetin eseri görülmediğine göredir. İçine kan karışan şıra necis olmayınca içilmesi de helâldir. Çünkü su hükmüne girmiştir. İçine karışan pislik yok olup gitmiştir.
Yukarıdaki kurbağa meselesi böyle değildir. Düşün! İmam Muhammad buna muhalif olunca buradaki kavil, İmam A'zam'la Ebu Yûsuf'dan bildirilmiştir. Bize göre az sayılan su, İmam Malik'e göre değişmedikçe pis olmaz. Ona göre az su değişen sudur. Çok su ise değişmeyen sudur. Şâfii'ye göre iki kulle su çok, ondan az olanı az sudur. Bize göre bunların arasındaki fark ilerde gelecektir.
Şârihin «Şübhe ederse asıl olan suyun temizliğidir» demesinden anlaşılır ki sormaya hacet yoktur. «el-Bahr» da Mübtega'dan naklen şu izahat vardır: «Bir kimse az bir suda vahşî hayvan izleri görürse o sudan abdest alamaz. Su kuyusunun yanından vahşi hayvanlar geçer de ondan su içtiklerine kanaat getirirse su pistir; getirmezse pis değildir». Şu halde şârihin «bozulduğunu bilirse» sözünü, kalbi kanaat getirirse mânâsına almak icap eder. Yoksa mücerred şübhe mâni değildir. Çünkü «el-Asıl»da; «Pis olduğundan korkulan fakat yüzde yüz bilinmeyen havuzdan abdest alınabilir denilmiştir. Buradaki yüzde yüzü kalbin kanaat getirmesine, korkuyu da şübhe veya vehim mânâsına hamletmek gerekir.
Mûtezile taifesi havuzlardan abdest almayı câiz görmezler. Onları kahretmek o havuzlardan abdest almakla olur. Fethü'l-Kadîr sahibi: «Bu ancak kahretme ârızasından dolayı efdaliyeti ifade eder. Bu ârızanın tahakkuk etmediği yerde nehirden almak efdal olur» demiştir. Şimdi Mûtezile'nin nasıl men edildiğine gelelim:
«el-Mirâc» adlı eserde şöyle deniliyor: «Söylendiğine göre havuz meselesi parçalanmayan cüz nazariyesine ibtina eder. Ehl-i sünnete göre hariçde parçalanmayan cüz vardır.
Ve necasetin cüzleri suyun parçalanmayan cüz'üne ulaşır. Havuzun geri kalan yeri temiz kalır. Mûtezile ile felsefecilere göre ise parçalanmayan cüz'ü yoktur. Binaenaleyh suyun hepsi pisliğe bitişir. Ve onlarca havuz pislenir. Ama bu izah söz götürür».
Ben derim ki: Bunun izahı şöyledir: Parçalanmayan cüz, aslı parçalanmayan cevher-i fertten ibarettir. Cevher-i ferd; tek cevher demek olup bütün fertleri bir araya gelince cisimleri meydana getiren cevherdir.
Bu cevher ehl-i sünnete göre sabit ve mevcuttur. Her cisim parçalanarak cevher fertte nihayet bulunur. Büyük bir havuza necaset düşer de onun parçalanamaz cüzlere ayrıldığını farzedersek, bu cüzlerin karşısına kendileri kadar su cüzleri gelir. Artan su cüzleri temiz kalır. Binaenaleyh bütün havuzun pis olduğuna hüküm verilemez.
Felsefecilere göre parçalanmayan cüz yoktur. Her cisim sonsuz parçalara ayrılır. Necasetin her cüz'ü parçalanabilir. Temiz suyun cüzleri de öyledir. Binaenaleyh temiz suyun hiçbir cüz'ü yoktur ki karşısına necasetin bir cüz'ü gelmesin. Bu suretle necasetin cüzleri suyun bütün cüzleri ile birleşir. Ve bütün havuzun pis olduğuna hüküm verilir.
İzahın söz götürmesi şu yönden olsa gerekir: Mesele parçalanmayan cüz nazariyesine ibtina etse küçük havuza düşen necasetin de sudan fazla veya ona müsavi olmadıkça havuzun pislenmemesi icap eder. Çünkü suyun geri kalan cüzleri temizdir. Bütün suyun pis olduğuna hükmedilemez. Bir de necaset tabiri mutemet kavlin hilâfına kullanılmıştır. Mutemet kavle göre müsta'mel su temizdir.
Şu da var ki parçalanmayan cüz meselesinde meşhur olan hilâf müslümanlarla felsefecilerinhükeması arasındadır. Felsefeciler parçalanmayan cüz'ü kabul etmemiş «Bu alem kadîmdir.», «Bedenler haşredilmeyecektir» gibi sapık nazariyeleri bunun üzerine kurmuşlardır. Müslümanlar parçalanmayan cüz'ü, bunu reddetmek için kabul etmişlerdir. Çünkü bu alemin maddesi parçalanamayan cüzde karar kılarsa bu cüz'ü hâdis ve bir mucide muhtaç olur ki, o mucid Allah Teâlâ'dır. Nitekim yerinde beyan edilmiştir.
Mûtezile'ye gelince: Onların bu hususta ehli sünnete hiçbir muhalefeti yoktur. Aksi takdirde kat'i surette kafir olurlardı. Halbuki onlar bizim kıblemizin ehli ve fer'i meselelerde bizim mezhebimize bağlı insanlardır. Şu halde en iyisi bu meseleyi mücaveret kavline bina etmektir. Yani Mütezile'ye göre su mücevveretle (yanındakine bitişmekle) bize göre içine işlemekle pis olur. Pisliğin suya işleyip işlemediği ise eserinden anlaşılır. Pisliğin eseri görülmedikçe suyun pis olduğuna hüküm verilemez. Bu da müsta'mel suyun pis sayıldığına göredir. Burasını izah ederken benim anladığım budur. Bunu ganimet bil! Zira bu şekilde izahını başka kitaplar'da hemen hemen göremeyeceksin. Doğrusunu Allah bilir!
METİN
Keza içersine üşnan, safran, yemiş ve ağaç yaprağı gibi katı ve temiz bir şey karışan su ile bütün vasıflarını değiştirse bile berraklığı ve ismi baki kalmak şartı ile esah kavle göre mutlak olarak hades giderilebilir. Sebebi yukarıda geçmişti. Lâkin «el-Bahr» nam eserde «Kınye» den naklen: «O su ile bir şey boyamak mümkün olursa hurma şırası gibi onunla da hades gidermek câiz değildir» denilmiştir.
İZAH
Evvelce de görüldüğü vecihle suya karışan temiz ve katı cismin suda kaynatılmamış olması lâzımdır. Suya karışan katı cisim onun bütün vasıflarını değiştirse bile su yine temizdir. Çünkü ulemadan nakledildiğine göre müslümanlar, içersine yaprak düşen havuzlardan suyun bütün vasıfları değiştiği halde abdest alırlar. Buna kimse itiraz etmezdi. Bunu «en-Nehir» sahibi «en-Nihâye» den nakletmiştir. Esah kavlin mukabili şudur: Bazılarına göre yaprakların rengi avuçtaki suda belli olursa onunla abdest alınmaz. Fakat içilir. Bunun avuçla kayıtlanması çok değişmesine işarettir. Çünkü bazen suyun rengi bulunduğu yerde değişmiş görünür de avuçla alındığı zaman görünmeyebilir. Düşün!
«Mutlak olarak hades giderilebilir» ifadesinden maksat; suya karışan cisim toprak gibi yer cinsden olsun olmasın, onu suya karıştırmakla sabun ve üşnânda olduğu gibi temizlik kastedilsin edilmesin İmam A'zam'a göre caizdir demektir. Şârih «sebebi yukarıda geçmişti» diyerek suya gelebe meselesindeki «Karışan şey katı olursa, ismi bakî kalmak şartı ile suyun koyu olmasından bilinir» sözünü kastetmiştir.
METİN
İçersine necaset düşen akar su ile dahi hadesi gidermek câizdir. Akar su örf ve âdete göre akar sayılan sudur. Bazıları «Saman çöpünü götüren sudur» demişlerdir. Birinci kavil daha açık; ikincisi daha meşhurdur. Necasetin eseri görülmezse su yardımsız bile aksa esah kavle göre onunlahades giderilebilir. Dere yukarıdan tıkansa da yardımsız olarak kendiliğinden akan su ile bir adam abdest alsa câiz olur. Çünkü akar sudur. Keza bir kimse küçük bir havuzdan dere açar yahud havuzun oluk tarafına arkadaşı suyu döker, o da abdest alır; öteki tarafında içine su toplanan bir kap bulunursa o su ile ikinci, üçüncü ilah... defalar abdest alması câizdir. Meselenin tamamı «el-Bahr»dadır. Akar suda lâşe bulunur yahud içine biri bevleder de bir başkası alt tarafından abdest alırsa, akıntıda eseri görülmedikçe yani bilinmedikçe câizdir. Eser ya tad ya renk yahud kokudur. Musannıfın mutlak olan sözünün zahiri lâşe ve başkalarına da şâmildir. Kemal ibn Hümâm'ın tercih ettiği kavil budur. Tilmizi Kâsım, muhtar kavlin bu olduğunu söylemiş «en-Nehir» sahibi onu takviye etmiş; musannıf da tasdik eylemiştir.
Kuhistânî'de Muzmerat'tan, o da Nisab'tan naklen: «Fetva buna göredir» denilmiştir. Bazıları: «suyun yarısı veya ekserisi necasetin üzeri ne akarsa caiz değildir» demişlerdir ki, bu söz daha ihtiyatlıdır.
İZAH
Tahtavî'nin beyanına göre akar suyun tarifi hakkındaki birinci kavil daha açık ve daha sahihtir. Nitekim «el-Bahr» ve «en-Nehir» sahipleri de aynı şeyi söylemişlerdir. Çünkü örfe dayanır. Ve İmam A'zam'ın «Başına gelenlere sorulur» kaidesine uygundur. Lâkin bu beyan müşkil görülmüş: «Örf ve âdete göre akar sayanların çokluğuna ve ihtilâflarına bakarak bu miktar asla tayin edilemez» denilmiştir. İkinci kavil daha meşhurdur. Çünkü birçok kitap!arda hatta metinler de mevcuttur. Sadru'ş-Şeria ve ona tabi olarak İbn Kemal «Anlaşılması güç olmayan tarif budur» demişlerdir. Lâkin gördüm ki birinci kavil daha sahihtir. Bugün örf ve âdet şudur: Su bir taraftan girer diğer taraftan çıkarsa ona akar su adı verilir. Velev giren su az olsun, bununla mescidlerdeki havuzlarla hamam şadırvanların hükmü anlaşılmış olur. Halbuki bunlar saman çöpünü götürmezler. «el-Hızâne»de bildirildiğine göre biri temiz, diğeri pis su dolu iki kap yüksek bir yerden dökülerek havada birbirine karışsalar, yere düştüklerinde ikisi de temiz sayılırlar. Bu iki kabın suları yerde akıtılsa akar su hükmüne girerler.
Malûmun olsun ki buradaki dere tıkama vesaire meseleleri müsta'mel suyun pis olduğu kavline göredir. Buna göre zikredilen fer'i meseleler sahihtir. Çünkü bu takdirde mesele necasetin akar suya düşmesi kabilinden olur. İyi anla!
Bir kimse küçük bir havuzdan dere açarak suyu akıtır ve akarken abdest alır da o su bir yere toplanırsa; sonra başka biri o yerden bir delik açarak suyu akıtır ve akarken abdest alır da su bir yere toplanırsa, üçüncü bir şahıs dahi aynı şeyi yaparsa iki yer arasında az çok bir mesafe bulunduğu takdirde hepsinin abdestleri câiz olur. Bunu «el-Muhit» ve diğer kitaplar nakletmiştir. Bunun sınırı, müsta'mel suyun akıntı yerinden başka yere düşmemesidir. Bu takdirde müsta'mel hükmünden çıkarak akar suya tâbi olur. Meselenin tamamı «el-Münye»dedir. Keza havuzun oluk tarafına arkadaşı su döker o da abdest alır ve ötekî tarafında bulunan bir kaba bu su akarsa o su ile ikinci, üçüncü ve dördüncü yani birçok defalar abdest almak caizdir. Bunu Tahtavi beyan etmiştir.
Şârihin «eseri görülmedikçe» ifadesi «yani bilinmedikçe» diye tefsir etmesi tad ve renge de şâmil olsun diyedir. «Hidâye» şerhinde: «Zahire göre bu vasıflardan murad, necasetin vasıflarıdır. Meselâ gülsuyu ve sirke gibi pislenen şeyler değildir. Böyle pislenmiş bir mayi, akar suya dökülürse o mâyideki necasetin eseri itibara alınır: mâyi'in kendi eseri itibara alınmaz. Çünkü mayi yıkanmakla temiz olmuştur» denilmiş, bundan sonra Hidâye şârihi: «Buna tenbihte bulunan kimse görmedim. Halbuki mühimdir. Bunu belle!» demiştir. Şârihin: «Akar suda lâşe bulunursa» sözü görülen görülmeyen necasetlere şâmildir. Ve her iki nevîde eserin görülmesi muteberdir.
Kemal İbni Hümâm'ın tercih ettiği kavli Seyyidi Abdülganî dahi «Ümdetü'l-Mütfî»'nin «Akan su birbirini temizler» sözünü hatırlatarak te'yid ettiği gibi, Fethü'l-Kadîr ve diğer kitaplar dahi şu ifade ile teyidde bulunmuştur: «Pis su büyük havuzun suyuna karıştığı vakit, havuzun suyundan fazla bile olsa onu pislemez». Seyyidi Abdülganî «Öyle ise akar su evleviyetle pislemez» demiştir.
Şârihin «Daha ihtiyatlıdır» dediği söz İmam A'zam'la İmam Muhummed'in kavlidir. Bundan önceki kavil İmam Ebu Yûsuf'undur. «el-Münya» sahibi, İmam A'zam'la Muhammed'in kavlini tercih etmiş, aynı eserin şarihi Halebî de onu takviyede bulunarak Fethü'l-Kadîr sahibine ve «el-Bahr» sahibinin Ebu Yûsuf kavli için «Bu daha güzeldir» demesine cevap vermiştir. Ekseri kitaplarda zikredilen kavil budur. «Hidâye» sahibi «et-Tecnis» adlı eserinde bu kavlin sahih olduğunu bildirmiştir. Çünkü burada necaset bulunduğu yakinen malûmdur. Görülmeyen necaset böyle değildir. Zira onun eseri görülmeyince anlaşılır ki kendisini su götürmüştür. Allâme Nuh Efendi de onu teyid etmiş ve «en-Nehir»in beyanına uzun uzun itirazda bulunarak maksadı açıklamıştır.
Hâsılı burada iki sahih kavil vardır: Bunların ikincisi şârihin dediği gibi daha ihtiyatlıdır. «el-Münye» sahibi şöyle diyor:
«Şu hale göre yağmur suyu evin üzerindeki oluktan akar da evin üzerinde fışkı parçaları bulunursa su temizdir. Fışkı parçaları oluğun ağzında bulunur: yahud suyun hepsi veya yarısı, yahud ekserisi üzerlerinden geçerse o su necistir. Aksi takdirde temizdir».
Ben derim ki: Bizim memleketimizdeki lağım dereleri de bu hilafa göre halledilir. Bunlardan pislik akar ve diplerine çöker. Lâkin gündüzleri necasetin eseri bellidir. O zaman pis oldukları hususunda söz yoktur. Geceleri bu eser ve değişiklik ortadan kalkar. Ve mezkûr hilâf onlar hakkında da câri olur. Çünkü üzerinden su akar; altı necasettir. «Hazânetü'l-Fetavâ» da şöyle deniliyor: «Bütün derenin içi pis olur da altından görünmeyecek şekilde çok akarsa o temizdir. Böyle değilse temiz sayılmaz». «el-Mültekat»'da beyan edildiğine göre ulemadan bazıları: « Su akarsa az da olsa temizdir» demişlerdir.
Mühim Tenbih: Bizim memleketimizde hayvan pisliklerini evlere akan su yollarını tıkamak için bu yollara atmak adet olmuştur. Bu pislikler oralara çöker ve üzerlerinden su akar. Bu mesele lâşe meselesi gibidir. Suyun pis olduğunu söylersek bunda büyük güçlük vardır. Halbuki güçlük nâss ile kaldırılmıştır. Bu meseleyi Dımaşk Müftüsü Allâme Abdurrahman Ammadî «Hediyetü İbn Ammad» adlı eserinde bahis mevzuu etmiş; bazı fer'i meselelerle ve meşhur (Meşakkat kolaylığı celb eder) kaidesiyle keza onun üzerine yazılan fer'î meselelerle istidâlâ ederek cevaz vermiştir.
Seyyidi Abdülganî Nablusî de şerhinde bu mesele üzerine uzun uzadıya beyanatta bulunmuştur. Hülâsası şudur: Pislik su yatağına çöker de eseri görülmezse su temizdir. Su, evlerdeki havuzlara değişmiş bir halde ulaşırsa, ister büyük havuzda, ister küçüğüne insin, pistir. Velev ki değişikliği kendiliğinden ortadan kalksın. Çünkü pis su kendiliğinden temiz olmaz; ancak üzerinden temiz su geçmekle temizlenir. Temiz suyun akıntısı kesildikten sonra küçük havuzun dibine pislik çökmüş ise pislik kara çamur haline gelmedikçe havuzdaki su pistir. Kara çamur haline gelmişse üzerinden akan temiz su kesildikten sonra pis değildir. Bütün bu izahat bizim mezhebimize göre hayvan pisliği necis olduğuna göredir. İmam Züfer'den bir rivayete göre eti yenen hayvanların fışkısı temizdir. «el-Mübtegâ» da bildirildiğine göre bütün hayvan fışkıları necistir. Yalnız İmam Muhammed'den bir rivâyete göre zaruret icabı bunlar temizdir. Bu rivâyette hayvan sahiplerine genişlik ve kolaylık vardır. Zira onlar hayvan pislikleri ile bulaşmaktan pek az hâli kalırlar. Bu rivayeti belle!
Bizim de burada buna kail olmamız baîd görülmemeli! Çünkü zaruret bunu icap ettiriyor. Nitekim ulema müsta'mel suyun temizliği meselesinde ve emsalinde zaruretten dolayı İmam Muhammed'in kavli ile fetva vermişlerdir. İbn Hacer'in «el-Ubab» şerhinde İmam Şâfiî'nin «Bir iş daralırsa genişler» sözü üzerine şöyle denilmiştir:
«Şam'ın dereleri az da aksalar içlerindeki pislik sebebiyle değişmeleri zarar etmez. Çünkü insanların muhtaç oldukları bu derelerin bu pisliklerden hâli olarak akması mümkün değildir». Bu sözün zâhiri gösteriyor ki, ona göre affedilen şey pisliğin kendisi değil, eseridir.
Ben derim ki: Şübhesiz zaruret aynının affedilmesini de gerektirmektedir. Zira memleketimizde sudan uzak mahallelerin çoğunda su kıtlığı vardır. Ekseri zamanlarda suyun içinde pisliğin aynı mevcuttur. Bu pislik havuzların diplerine çöker. Çok defa kullanmakla havuzlardaki su azalır yahud su kesilerek akmaz olur.
Bâhusus dereler kiralandığı ve suyun günlerce kesildiği zamanlar susuzluk çekilmez dereceyi bulur. Bu havuzlarda pislik var diye halk onlardan faydalanmaktan men edilirse bundan kendilerine pek büyük bir güçlük doğar. Nitekim görülen bir haldir. Binaenaleyh halkın kolaylık gösterilmeye ihtiyacı, hayvan sahiplerinin ihtiyacından fazladır. Filhakika «el-Münye» şerhinde şöyle denilmektedir: «Ulemamızın kaidelerinden bildiğimiz şey, zaruret ve umumi belva hallerinde kolaylık göstermektir. Nitekim köy kuyuları meselesiyle emsalinde böyle yapmışlardır». Yani özürlünün pisliğini, sokakların pisliğe galebe çalan çamurunu vesaireyi zararsız saymışlardır. Evet, bazı vakitlerde değişme artar, su havuza yemyeşil akar; içinde pisliğin aynı vardır. O zaman havuz küçükse su çıksa bile pislenir. Çünkü pis, su ile akar. Bu halde o suyu kullanmaya zaruret yoktur. Suyun sofileşmesi beklenir. Unutmamalı ki kanallardaki ve havuz diplerindeki pislikler zaruretten dolayı affedilmiştir. Meşakkat kolaylığı celb ettiği ve bir iş daraldığı zaman genişlediği için bağışlanmıştır. Allahu a'lem!
METİN
Ulema suyun inmesi ve avuçladıkça hemen arkasının gelmesi şartı ile hamam havuzunu da akar su hükmüne katmışlardır. Mesela küçük bir havuzun su bir tarafından girip öbür tarafından çıkarsa o havuzun her tarafından abdest almak mutlak surette câizdir. Bununla fetva verilir. Keza beşe beş ebadında bir pınardan su kaynarsa yine bununla fetva verilir. Bunu Kuhistânî «Tetimme» ye nisbet ederek nakletmiştir. Durgun olan çok suyun hükmü de böyledir. Yanı içine görünmeyen necaset düşer de velev görünen necasetin düştüğü yerde olsun eseri görülmezse o su ile hadesi gidermek câizdir. «el-Bahr» nam eserde beyan edildiğine göre bununla fetva verilir.
İZAH
Hamam havuzunun akar su hükmüne katılması necasetin eseri görülmedikçe pislenmiş sayılmaması hususundadır.
Ben derim ki: Hamam havuzundan başkaları da öyledir Çünkü «el-Zahiriyye» de beyan edildiğine göre bu hüküm ona on ebadından küçük olan havuz hakkındadır. Bundan sonra «Hamam havuzu da böyledir» denilmiştir. Bellenilmelidir.
«Avuçladıkça hemen arkasının gelmesi»nden murad; iki avuç üç arasında akıntının durmamasıdır. Havuza bir taraftan girip öbür taraftan çıkan suyun kendi kendine çıkması ile çıkarılması arasında fark yoktur. Çünkü «Tatarhâniyye»de şöyle deniliyor: «Havuza su girer de çıkmaz, fakat içinde bir insan yıkanır da onun yıkanması ile öbür taraftan peşi peşine çıkarsa havuz pis olmaz».
Sonra ulemanın sözlerinden anlaşılıyor ki, suyun girip çıkması havuzun üstünden olacaktır. Su havuzun dibindeki bir delikten çıkarsa akar sayılmaz. Zira itibar suyun yüzünedir. Buna delil havuz hakkında derinliği değil uzunluk ve genişliği nazar-ı itibara almaları, çokluk ve azlığını da üst kısmından hesap etmeleridir. Nitekim şârih bunu anlatacaktır.
«el-Münye» de; «Su zayıf akarsa ağır ağır abdest almalıdır. Ta ki üzerinden müsta'mel su gitsin!» denilmiştir. Ben bu meseleyi açık olarak bir yerde görmedim. Ama Seyyidî Abdülganî'nin şerhiride İmam Ebu Yûsuf'a içinde fare öldüğü haber verilen hamam deposu meselesi hakkında şöyle denildiğine gördüm: «Bunda yukarısından girip aşağısından bir boru ile çıkan depo suyunun akar su hükmünde olmadığına işaret vardır».
Şârihin «Mutlak surette câizdir.» sözünden murad, havuz ister dörde dört ebadında, ister daha büyük olsun demektir. Bazıları, «Daha büyük olursa havuz pislenir. Çünkü müsta'mel su oraya yerleşir. Meğer ki suyun girdiği veya çıktığı yerden abdest alsın» demişlerdir. Nitekim «el-Münye» de beyan edilmiştir. Mutlak sözünden bir de şu anlaşılır: Su hafif aktığı için müsta'mel suyun çıkmadığını bilse de zarar etmez. Halbuki öyle değildir. Zira «el-Münye» de «Hâniyye»'den naklen şöyle denilmiştir: «Daha doğrusu bu takdir lâzım değildir. Suyun çokluğundan ve kuvvetinden musta'mel su o anda çıkarsa câizdir. Aksi takdirde câiz değildir». Şârihler bunu tasdik etmiş; hatta «el-Hılye» sahibi «Şübhesiz bu güzeldir» ifadesini ziyade eylemiştir. Sonra bu izahat müsta'mel suyun pis olduğunu bildiren kavle göredir. Esah ve muhtar olan kavle göre ise avuçladığı suyunyahud yarısının veya yarıdan biraz fazlasının müsta'mel olduğuna kalbi kanaat etmedikçe o sudan abdest atması câizdir. «el-Bahr»ın beyanına göre bununla fetva verilir, ifadesinden maksat; görünür necasetle görünmez necasetin farkı olmadığını anlatmaktır. Bu kavli «Bahr» sahibi, «Münye» şerhine nisbet etmiş, bundan İbn Emir Hâcc'ın «Hilye»sini kastetmiştir. O da aynı kavli «Nisab»tan nakletmiştir. O Nisab'ın ibaresini burada değil, akar su babında zikretmiştir. Halbuki bu kavil Halebi'nin «Münye» şerhinde «Hulâsa» dan naklettikleri karşısında müşkül kalır. Orada; «Görünür pislikte necasetin düştüğü yer bilittifak pislenir. Görünmeyen pislikte pislenir diyenler olduğu gibi, pislenmez diyenler de vardır» denilmektedir. Bunun benzeri «Hılye» ile «Bedâyı'»de de mevcuttur. Lâkin «Bedâyı'» de «Bilittifak» yerine «Zâhir rivâyete göre» denilmiştir. «Bedâyı» sahibi: «Bunun mânâsı necasetin düştüğü yerden küçük bir havuz kadarını bırakır, sonra abdest alır» demiştir. «el-Kifâye»de bırakılacak yer dört arşın takdir edilmiştir. Bazıları: «Araştırır, neticede necasetin ulaşmadığına kanaat getirdiği yerden abdest alır» demişlerdir.
«Hilye» sahibi; «Ben, esah olan budur derim» demiştir. Keza «el-Hâniyye» sahibi görünen necasetin yeri pislendiğini hilâf nakletmeksizin kat'î bir lisanla ifade etmiş: sonra görünmeyen necaset hakkındaki iki kavli nakletmiştir. «el-Mebsut» ta bu iki kavlin birincisi. «Bedâyi»de ise ikincisi sahih kabul edilmiştir. Evet «el-Hazâin» sahibi; «Fetva görünenle görünmeyen necaset arasında fark yapmaksızın mutlak surette pislenmeyeceğine verilmiştir; meğer ki suda değişme ola! Çünkü belva umumîdir. Hatta ulema yer değiştirmeden bulunduğu yerden istinca yapabileceğini söylemişlerdir. Nitekim «el-Müctebâ»dan naklen «el-Mi'rac»da da böyledir.» demiştir. Fethü'l-Kadir'de: «İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre havuz da akar su gibi ancak suyu değişmekle pislenir. Sahih kabul edilmesi gereken kavil budur. Binaenaleyh görünen necasetle görünmeyen necaset arasında fark bulunmamak icap eder. Çünkü delil fark göstermeksizin sadece çok su olduğu zaman pislenmediğini iktiza ediyor» deniliyor.
Anlaşılıyor ki, kitabımızın şârihin söyledikleri İmam Ebu Yûsuf'tan gelen «Akar su gibidir» rivayetinin zahirine istinat etmektedir.
Evvelce beyan ettiğimiz vecihle Ebu Yûsuf akar suda mutlak olarak eserin görülmesini nazarı itibara almıştır. Metinlerden anlaşılan da budur. Burada «Kenz» sahibi dahi «Havuz, akar su gibidir» demiştir. «Mültekâ » da aynı şey söylenmiştir. Zâhirine bakılırsa «Kenz» sahibi bu rivayeti benimsemiştir. Onun için Fethü'l-Kadîr sahibi de onu tercih etmiş, «Hilye» sahibi dahi onu beğenmiştir. Çünkü akar su babında imam Ebu Yûsuf'tan rivayet edilene uygundur. «Hilye» sahibi şöyle diyor: «Buna İbn Mace'nin Sünen'inde Cabir (r.a.)'den rivayet ettiği şu hadis şâhiddir:
Cabir: (Ben bir göle vardım. Baktım ki içinde bir eşek ölmüş bunun üzerine o gölden su almaktan vaz geçdik ve Resülullah (s.a.v.) geldik. Şübhesiz suyu hiçbir şeye pislemez, buyurdular. Artık biz de ondan su içdik, hayvanlarımızı suladık ve su aldık) demiştir.»
Bu rivayet yukarıda geçen ittifak nakline aykırıdır. Allahu a'lem.
METİN
Durgun suyun miktarı hususunda muteber olun cihet, hal başına gelen kimsenin galebe-i zannı(yani kalbinin yatması)dır. Necasetin suyun öbür tarafına varmadığına kalbi yatarsa câiz, yatmazsa câiz değildir. İmam A'zam'dan nakledilen zâhir rivâyet budur. İmam Muhammed de bu kavle rücu etmiştir. Esah olan bu kavildir. Nitekim «el-Gâye» ve diğer kitaplarda da beyan edilmiştir. «el-Bahr» sahibi tahkik etmiş ve mezhebin bu olduğunu, bununla amel edileceğini, ona on ebadı ile takdirin bir esasa dayanmadığını söylemiş: ve Sadru'ş-Şeria'nın verdiği cevabı reddetmiştir. Lâkin «en Nehir» sahibi şöyle demiştir: «Sen bilirsin ki ona on hesabını itibara almak daha mazbut bir iştir. Bilhassa avamdan olup da bir fikri bulunmayanlar hakkında bu daha elverişlidir. Onun için müteehhirin ulemanın büyükleri bununla fetva vermişlerdir.»
Yani dört köşe olan havuz gölde dört tarafın mecmuu kirbas arşını ile kırk arşın: yuvarlak olanlarda otuz altı arşın, üç köşe olanda on beş arşın, bir çeyrek yahud on beş arşın ve beşte bir olacaktır. Havuzun uzunluğu var, genişliği yok fakat ona on ebadını buluyorsa kolaylık olmak için, ondan abdest câizdir. Suyun üst kısmı on arşın, alt kısmı daha az olursa, az kısmına varıncaya kadar o sudan abdest câiz olur. Bunun aksini farzederek içine bir necaset düştüğü zaman on arşına ulaşmadıkça abdest câiz değildir.
İZAH
İmam Muhammed bir müddet büyük havuzun ona on ebadında olacağını söylemiş; sonra bundan dönerek: «Hiçbir tayinde bulunmuyorum», demiştir. «el-Bahr» da bildirildiğine göre bunu ondan mevsuk imamlar nakletmişlerdir
«Esah olan Kavil budur» ibaresine Fethü'l-Kadîr sahibi: «Ebu Hanife nin kaidesine en uygun olanı da budur» cümlesini eklemiştir. Yani şer'an tayin edilmiş bu miktar olmayan yerde tahakküm suretiyle miktar tayin edilemez; mesele, hal başına gelen kimsenin reyine bırakılır.
İmam Şâfii'nin kail olduğu vecihle çok suyu iki kulledir diye sınırlandırmaya gelince: Bunu bildiren hadis sabit değildir. Nitekim, bunu İbn Medini söylemiş, Hafız İbn Hâcer ve başkaları da mezkûr hadisin zayıf olduğunu bildirmişlerdir. Fethü'l-Kadîr'de, «el-Bahr» ve diğer mufassal kitablarda bu hususta uzun beyanat vardır.
«el-Bahr» sahibi tahkikatı neticesinde üç imamımızdan (yani Ebu Hanife, Ebu Yûsuf ve Muhammed'den) nakledilen zâhir rivâyetin, meseleyi bir miktarla tayin etmeksizin hal başına gelen kimsenin reyine bırakmak olduğunu söylemiş, sonra şunları ilâve etmiştir:
«İmam Muhammed'in ona on ebadını takdirden dönmediğini farzetsek bu söz kendinden başkasını ilzam etmez. Çünkü vacip olan şey, hal başına gelen kimsenin pisliği çok saymasıdır. Bir kişinin çok sayması başkasını ilzam etmez. Bilâkis bu iş, kalbi kanaat getirenlerin haline göre değişir. Bu mesele avamın müctehidi taklit etmesi icab eden suretlerden değildir. Bunu Kemal İbn Hümâm beyan etmiştir».
Ben derim ki: Lâkin «Hidâye» ve diğer kitablarda bildirildiğine göre büyük göl, bir tarafı çalkalandığı zaman öbür tarafı hareket etmeyen sudur. «el-Mirâc» nâm eserde zahir mezhebin bu olduğu kaydedilmektedir. Zeylaî: «Bazıları suyu çalkalamakla, bazıları da ölçmekle amel edileceğini: söylemişlerdir» demiştir. Zahir mezhep bunlardan birincisidir. Mütekaddimin ulemanın kavli de budur. Hatta «el-Bedayî» ve «el-Muhît» nâm kitablarda: «Mutekaddimîn ulemamızdan gelen rivayet suyu çalkalamakla amel edeceği hususunda ittifak ettiklerini gösterir» denilmiştir. Çalkalamak, bir anda suyun yükselip alçalmasıdır. Biraz durduktan sonra alçalması değildir. Hareketin aslı muteber değildir. Tatarhaniyye'de: «Meşhur kitapların üç imamımızdan naklettiklerinin bu olduğu bildiriliyor» demiştir. Çalkalamanın yıkanmakla mı, abdest almak veya elle hareket ettirmek sureti ile mi itibar edileceği hususunda üç rivayet vardır. Bunların esah olanı ikincisi (yani abdest almakla itibar edilmesi)dir. Çünkü ortadır. Nitekim «el-Muhit» ve «el-Havi'l-Kudsî» adlı kitablarda da böyle denilmiştir. Meselenin tamamı «el-Hilye» ile diğer eserlerdedir.
Şübhesiz ki hiçbir şeyle takdir etmeksizin sırf galebe-i zann ile suyun öbür tarafa ulaştığını itibara almak zahire göre çalkalamakla ulaşmaya aykırıdır. Zira galebe-i zann (kalbin kanaat getirmesi) adamına göre değişir. Suyun bir tarafını çalkalamak ise hissî bir şeydir; gözle görülür. Bunda değişme yoktur. Halbuki bu kavillerin ikisi de zahir rivayede üç imamımızdan nakledilmiştir. Bu hususta söz eden kimse görmedim. Bana öyle geliyor ki, iki kavlin arası şöyle bulunacaktır: Maksat fiilen çalkalama bulunmadığı vakit, çalkalanmış olsa öbür tarafa ulaşacağına galebe-i zann hâsıl olmasıdır. İyi düşünülsün!
«el-Bahr» sahibi Sadru'ş-Şeria'nın cevabını reddetmiştir. Sadru'ş-Şeria ona on ebadiyle takdir meselesini bir esasa bina etmiştir. O esas, Peygamber (s.a.v.)'ın: «Her kim bir kuyu kazarsa, etrafı kırk arşın onundur» hâdis-i şerifidir. Binaenaleyh kuyunun çevresi her taraftan onar arşın o kimsenin olur. Kuyunun çevresi dahiline başkasının kuyu kazmasını men eder. Tâ ki su onun kuyusuna çekilip kendi kuyusunun suyu azalmasın. Pislik sızmasın diye oraya helâ çukuru kazmasını da men eder. Ama çevrenin dışına kazmaktan men edemez. Çevre her taraftan onar arşındır. Bu izahattan sonra Sadru'ş-Şeriha: «Anlaşılıyor ki şeriat, pisliğin sirayet etmemesi hususunda ona on ebadı itibara almıştır» demiştir. «el-Bahr» sahibi Sadru'ş-Şeria'nın bu izahatını reddetmiş ve: «Sahih kavle göre çevre her taraftan kırk arşındır. Yerin kıvamı suyun kıvamından kat kat fazladır. Binaenaleyh sirayet etmemek hususunda suyu yerle kıyas etmek doğru değildir. Bir de muhtar kavle göre kuyu ile helâ arasındaki mesafede itimad edilecek şey pisliğin işlemesidir. Bu ise, yerin sertliğine, gevşekliğine göre değişir» demiştir.
Şârihin «en-Nehir»den naklettiği sözü «el-Bahr» sahibi de bahis mevzuu etmiş; sonra onu red ile: «Ulemanın fetvasıyla değil. ancak mezhebin sahih kavli ile amel edilir» demiştir. Tahtavî'nin beyanına göre «el-Bahr» sahibi haklıdır. Tahtavî: «Her ikisinin sözlerine vâkıf olunca kat'î surette buna hükmedersin» demiştir.
Ben derim ki: Muhakkıklardan Kemal İbn Hümâm ile tilmizi Allame İbn Emîr Hacc'ın sözlerinin hamledildiği kavil budur. Lâkin bazı hâşiye yazanlar. şeyhülislam Sâdettin Dirî'nin «el-Kavlü'r-Rakî...» adlı risalesinde metin yazan ulemanın ona on ebadını seçmelerini hakikat bulduğunu, aksini iddiaedenlere beliğ bir surette red cevabı verdiğini. doğruyu ifade eden yüz kadar nakil serdettiğini söylemişdir. Şeyhülislâm, sözünü bir şiirle bitirmiş ve şöyle demiştir:
«Anlamak hususunda toy isen,
Kâmil birini gördüğünde münakaşa etme!
Helâli görmedinse,
Gözleri ile gören insanları bari teslim et!»
Şübhesiz ona on hesabı ile fetva veren «Hidâye» sahibi, Kâdıhân ve diğer tercih sahibi müteehhîrîn, mezhebimizi bizden iyi bilirler. Bize düşen vazife onlara tâbi olmaktır.
Şârih «dörtköşe» tabiriyle ona on ebadından murad yüzölçümü yüz arşın olan havuza işaret etmiştir. Dörtköşe, üçköşe veya yuvarlak olması fark etmez. Dörtköşe havuzun dört tarafı onar arşındır. Yüzölçümü ise yüz arşın eder. Yuvarlak ve üçköşe havuzlar dahi şârihin vasfettiği gibi olurlarsa yüzölçümleri yüzer arşın eder. Bunlar kare şekline çevrilse ona on ebadında arşın olurlar. «(es-Sirâc» nâm eserde bildirildiğine göre yuvarlak havuzun çevresi (36) arşın, kutru (11) bütün beşte bir arşındır. Bunun yüzölçümünü bulmak için kutrunun yarısı ile çevresinin yarısını birbirine çarpmak gerekir. «es-Sirac»'ın beyan ettiği bu kavil bu husustaki beş kavlin biridir. «Dürer» sahibi bunun sahih ve hesap ilmine göre müdellel olduğunu söylemiştir, şürunbulâli «ez-Zehru'Nadîr» adlı risalesinde delilini de izah etmiş, diğer dört kavli çürütmüştür.
Üç köşeli havuzun her kenarı bazılarına göre on beş arşın bir çeyrek, diğer bazılarına göre on beş bütün, beşte bir arşın olacaktır. Bu suretle onun da yüzölçümü yüz arşın ederse de bu hesapların ikisi de tam yüz etmez, yüze en yakını on beş bütün beşte bir olanıdır. Onun için şârih yalnız bununla iktifa etse daha iyi olurdu. Kirbas arşını pamuklu kumaşları ölçmeye yarayan bir uzunluk ölçüsüdür. Ne kadar olduğu ileride gelecektir.
TENBİH: Şârih derinlik hakkında zâhir rivâyede bir takdir bulunmadığına işaret için derinlik miktarından bahsetmemiştir. Sahih olan budur. «Hidâye» sahibi derinliğin avuçla su alındığı vakit açılıp dibi görünmeyecek şekilde olmasını sahih bulmuştur.
«el-Mi'râc»ta fetvanın buna göre olduğu kaydedilmiştir. «el-Bahr» sahibi ise birinci kavli daha uygun bulmuştur. Derinlik hususunda muhtelif kaviller vardır. Bazıları dört parmak, bazıları topuklara kadar olacağını söylemiş, birtakımları bir karış, daha başkaları bir arşın, hatta iki arşın olacağını bildirmişlerdir.
Uzunluğu olup genişliği olmayan havuz, eni iki metre, boyu elli metre şeklinde tasavvur olunabilir. Böyle bir havuzun yüzölçümü yine yüz arşın eder. Böyle bir havuzdan kolaylık için abdest câiz olmasında, murad; müsta'mel suyun necis olduğu kavline göredir. Yahud içine necaset düşse de abdest câizdir, demektir. İki kavilden biri ve muhtar olanı budur. Nitekim Dürer'de «Uyûnü'l-Mezâhip» ve Zahiriyye'den naklen beyan edilmiştir. «el-Muhît», «el-İhtiyâr» ve diğer kitapların sahipleri de bu kavli sahih bulmuşlardır. Fethü'l-Kadîr sahibi ise diğer kavlı tercih etmiş, Tilmizi Kâsım da onu sahih kabul etmiştir. Zira suyun çokluğunun delili necasetin öbür tarafa varmamasıdır. Genişlik itibar edilirse şüphesiz varacaktır. Bunun bir misli de uzunluğu, genişliğiolmayıp derinliği bulunan havuzdur. Çünkü kullanış derinlikten değil, satıhtandır. «el-Bahr» sahibi buna cevap vermiş: «Bu kavil daha güzel ise de ulema halka kolaylık düşünmüş ve bunun da büyük havuza katılacağını söylemişlerdir. Nitekim «Tecnis» sahibi (Müslümanlara kolaylık olması için) sözü ile buna işaret etmiştir» demiştir.
Bazıları bu sözü şöyle ta'lil etmişlerdir: Uzunluk itibara alınırsa havuz pislenmez. Genişlik itibar edilirse pislenir. Şu halde pislenip pislenmediği şübheli kaldığından havuz temizdir. Meselenin tamamı Nuh Efendi hâşiyesindedir. Bununla bu havuz, genişliği olamayıp derinliği bulunan havuzdan ayrılır.
Suyun üst kısmı on arşın, alt kısmı daha az olursa az kısmına varıncaya kadar o sudan abdest câiz olur. Yani az kısmına ulaştığında oraya bir necaset düşerse pislenir. Nitekim «el-Münye»de de böyle denilmiştir. Necaset müsta'mel suyun necis olduğu kavline göre müsta'mel suya da şamildir. Onun için «el-Bahr» sahibi «Su azalır da ona on arşından daha aşağı inerse ondan abdest alınmaz: lâkin ondan avuçla su çıkarılarak dışarısında abdest alınır. Müsta'mel suyun temiz olduğu rivayetine göre ise mesele küçük havuzlardan abdest alma meselesi olur. Onlar hakkında evvelce söz etmiştik. Necaset düştükten sonra havuz tekrar dolarsa necis olarak kalır. Ama kalmaz diyenler de olmuştur. «el-Hilye»de ikinci vechin anlaşılmadığı kaydedilmiştir. «el-Münye» şerhinde şöyle deniliyor: Hâsılı su az iken pislenirse bir daha çoğalsa da temiz olmaz. Pisliğe temas etmezden önce su çoksa necaset düştükten sonra azalsa bile pis olmaz. Binaenaleyh suyun çokluğu ve azlığına itibar, pisliğe temas ettiği zamandır. İster pislik suya atılsın, ister su pisliğin üzerine dökülsün. Muhtar olan budur» demiştir.
«Bunun aksini farz edersek» yani üst kısmı ona on ebadını doldurmaz da alt kısmı doldurursa içine necaset düştüğü zaman on arşına ulaşmadıkça abdest câiz olmaz. On arşına ulaştığında câiz olur. Velev ki üst kısımdaki su miktarca alt kısımdakinden daha çok olsun. «el-Bahr» da Sirâc-ı Hindî'den naklen bu kavlin daha münasip olduğu bildirilmiştir.
Ben derim ki: Galiba ulema burada necâsetin düşmesi halini nazar-ı itibara almamışlardır. Zira alt kısımdaki su yerinin çokluğu sebebiyle başka bir havuz hükmündedir ve necaset buraya ilk defa düşmüş olsa zarar etmez. Birinci mesele bunun gibi değildir. Düşün!
Bunun hakkında şöyle bir lügaz (bilmece) söylerler: «Çok suyun içine necaset düşer su pislenir. Sonra su azalırsa temizlenir.»
Şimdi şu kalır: Birinci meselede havuza necaset düşer de sonra su azalırsa yahud ikinci meselede havuz dolarsa hükmü nedir? Halebî: «Ben bunun hükmünü bulamadım.» diyor
Ben derim ki: Bu şaşacak bir sözdür. Zira biz o havuzun temizliğine hükmettik. Pisleyecek bir şey de ârız olmadı. Bunun pisliği tevehhüm edilebilir mi? Evet, pislik görünen necaset olur da havuza kalırsa yahud havuzun üst kısmı kurumadan dolarsa pislenir. Ama pislik görünmeyen necaset ise yahud görünen necaset olup çıkarılmışsa veya üst kısmı kuruyarak temizliğine hükmolunduktansonra dolarsa pislenmez. Çünkü pisliği gerektiren bir şey yoktur. Benim anladığım budur.
METİN
Büyük havuzun suyu donar da bir delik açılırsa su buzdan ayrı olduğu takdirde abdest almak câizdir. Zira buz tavan gibidir. Buza bitişik ise caiz olmaz. Çünkü bu, tekne gibidir. Hatta delik yerini köpek yalasa pis olur. Ama içine düşer de ölürse. pis olmaz. Çünkü altına iner.
Sonra muhtar olan kavil pislenen yerin mücerred akması ile temizlenmesidir. Kuyu ve hamam havuzu da böyledir.
İZAH
Büyük havuzdaki suyun yüzü donar da onda on ebadını bulmayan bir delik açılırsa, buz ayrı, su ondan aşağıda olup çalkalandığı zaman hareket edecek şekilde bulunursa o sudan abdest akmak câizdir. Fakat su buza bitişik ise caiz değildir. Nasır ile İskaf'ın kavilleri budur. İbn Mübârek ile Ebu Hafz Kebîr «Bunda bir beis yoktur» demişlerdir. Bu kavil daha müsamahalı, birinci kavil daha ihtiyatlıdır. Delinen yer şiddetle çalkalanır da durgun suyun gittiği, yerine yeni suyun geldiği bilinirse ulema abdest almanın hilâfsız câiz olduğunu söylemişlerdir. Bunu «Bedâyı'» kaydetmiştir. «el-Hâniyye» de ise; «Suyu her uzuv daldırdıkça bir defa çalkalarsa câizdir» denilmiştir. Zahire bakılırsa birinci kavil daha münasiptir. Nitekim Sirâc-ı Hindî'den de nakletmişdik. Sonra «el-Münye»de fetvanın buna göre olduğunu gördüm. «el-Hilye»de: «Bu kavil müsta'mel suyun pis olduğuna göredir» denilmiştir.
Köpeğin yaladığı delik yeri pis olur; fakat altında kalan su temizdir. Bir kimse başka bir yerden delik açar da su alırsa o su ile abdesti câiz olur. «Tatarhâniyye»de de böyle denilmiştir.
Köpek içine düşer de ölürse delik yeri pis olmaz. Çünkü ölüm ekseriyetle dibe çöktükten sonra olur. Su çok olduğu için deliğin altındaki su da pis olmaz. Lâkin bu meseleyi köpek düşmesiyle tasvir söz götürür. Zira delik; köpeğin ağzına burnuna su temas ederek pislenmiştir. Onun için «el-Münye» de mesele koyunun düşmesiyle tasvir edilmiştir. Şerhinde: «Ölümün dibe çökmeden delikte meydana geldiği yahud düşen hayvana pislik bulaştığı bilinirse delikteki su da pis olur» denilmiştir.
Sonra muhtar kavle göre pislenen yer mücerret akmakla yani bir taraftan girip hemen öbür taraftan çıkmakla temizlenir. Velev ki çıkan su az olsun. İbn Şıhne diyor ki: «Çünkü hakikaten akar su olmuştur. Suyun bir kısmının çıkmasıyle necasetin kalıp kalmadığında şübhe hâsıl olmuştur. Şübhe ile necaset kalmaz.» Bazıları; havuzdaki su kadar çıkmadıkça, birtakımları da havuzdakinin üç misli su çıkmadıkça temizlenemeyeceğini söylemişlerdir. Su havuza girmeksizin, mesela bir delik açılarak çıksa akmış sayılmaz. Suyun ilk girdiğinde havuzun dolu olması şart değildir. Çünkü havuzdaki su noksan iken su girer de dolar ve bir kısmı akarsa yine temizlenir. Nitekim pis su ile dolu iken girdiğinde de öyledir. Bunu «el-Hilye» sahibi tahkik etmiş ve havuzun temizlendiğine hükmedilmeden çıkan suyun pis olduğunu söylemiştir.
Ben derim ki: Bu söz son iki kavle göre açıktır. Zira havuzdakinin bir veya üç misli su çıkmadıkça havuzun temizlendiğine hükmolunamaz. Binaanaleyh çıkan suyun pis olduğu anlaşılır. Fakat muhtarolan kavle göre mücerred suyun çıkmasıyla temizlendiğine hükmedilir. Şu halde çıkan su temizdir. Düşün!
Sonra ben bunu «ez-Zâhihyye» de gördüm. İbaresi şöyledir: «Sahih olan şudur ki, havuzdakinin bir misli çıkmasa da temiz olur. Bir insan havuzdan çıkan o sudan alarak onunla abdestlense câizdir», Hamd Allah'a mahsustur.
Lâkin yine «ez-Zahiriyye» de beyân edildiğine göre pis bir havuz su ile dolar da suyu kenarlarına taşar ve kenarları kurursa temiz olmaz. Ama temizlendiğini söyleyenler de vardır. «el-Hulâsa»da: «Muhtar kavle göre havuzdakinin bir misli çıkmasa da temiz olur. Havuz dolar da kenarından su, akar şekilde çıkarak ağaçlığa ulaşırsa temiz olur. Ama bir veya iki arşın yayılmakla temiz olmaz» deniliyor. Teemmül buyurulsun!
Su kuyusu ile hamam havuzu da mücerred çıkmakla pislikten temizIenirler. Evvelce beyan ettiğimiz vecihle kuyu ve hamam havuzu hükmünde olan ve avuçlandığında hemen arkası gelen sular da akmakla temizlenirler.
TENBİH: Acaba büyük leğen ve tekne gibi şeyler havuz hükmüne girer mi? Bunlarda pis su bulunur da üzerlerine temiz su akarak etraflarından taşarsa kendileri ve içlerindeki su temiz olur mu olmaz mı? Zira bunları yıkamak için bir zaruret yoktur. Ben bu hususta bir müddet çekimser kaldım. Sonra «Hızanetü'l-Fetâvâ» da gördüm ki; havuzun suyu pislenir de bir kimse ondan tekne ile alarak su borusunun altına tutar ve teknedeki akarsa o sudan abdest almak caiz değildir. «ez-Zahîriyye» de havuz meselesinde söyle denilmiştir:
«Su, havuzun öbür tarafından çıkarsa içindekinin üç misli çıkmadıkça temizlenmez. Nitekim bazılarına göre tekne de böyledir. Ama sahih kavle göre içindekinin bir misli çıkmasa bile temizlenir. Anlaşıldığına göre «el-Hizâne»nin sözü sahih olan hilâfa dayanmaktadır. Bunu, «Bedâyi» sahibinin söyledikleri teyid etmektedir. «Bedây'ı» sahibi havuzun akması hususundaki üç kavlı naklettikten sonra aynen şöyle diyor:
«Pislenen hamam havuzun ve kaplara şâmildir». Bu sözün muktezası, sahih olan kavle göre kaplar dahi mücerred üzerinden su akmakla temiz olur, demektir. «Bedâyı'» sahibi bu kavlı şöyle ta'lil etmiştir: «Bu su akar su olmuştur. Biz onda necaset kaldığını yüzde yüz bilmeyiz». Allah'a hamd olsun ki bu hüküm açıklığa kavuşmuştur. Şimdi bir şey kalır ki bana sorulmuştur. O da şudur. Bir kova pislenir de birisi ona su doldurur ve etrafından taşarsa mücerred bununla temizlenir mi temizlenmez mi? Benim burada anlattıklarımdan ve geçen meselelerden anladığıma göre temiz olur. Çünkü akıntının bir şey yardımı ile olması şart değildir.
«Buna örf ve âdette akmak denilmez» şeklinde bir itirazı da kabul edemeyiz. Zira evvelce gördük ki, bir adamın ayağının kanı şıraya karışarak aksa şıra pislenmez. Şârihin ondan sonra bahsettiği küçük havuzdan dere açma ve oluğun bir tarafına su dökme ilah... meseleleri de böyledir. Ulema bütün bunları akarsu saymışlardır. Burada da öyledir. Evvelce gördüğümüz vecihle esah olan kavil sair mayilerin hükmü de su gibi olmasıdır. Hâsılı bu meselenin emsali çoktur. Aksini iddia edenesarih nakil ile davasını isbat düşer. Yoksa kuru bir iddia ile: «Böyle olsa idi ulema onu zeytinyağı gibi mayilerin temizlenmesi bahsinde anlatılırdı» demek meseleyi halletmez. Şu da var ki, ben bundan sonra Kuhistânî'de bu söylediğime delâlet eden beyanat gördüm. Orada şöyle deniliyor: «Su ve pekmez gibi mayilerin temizlenmesi ya üzerlerine kendi cinslerinden bir şey karıştırarak akıtmakla olur nitekim İmam Muhammed'den rivayet edilen budur yahud su ile karıştırarak akıtmakla olur. Meselâ yağı çömleğe koyarak üzerine bir misli su döker ve çalkalar. Biraz durunca yağ suyun üstüne çıkar. Ve çömleği altından delerek suyu akıtır. Bunu üç defa tekrarlayınca yağ temizlenir. Nitekim «Zâhidî» de beyan olunmuştur. Bu açıkça gösterir ki mücerred akıtmakla temizlemek caizdir. Benim âcizane görüşüm budur. Ama her ilim sahibinin üstünde daha âlim vardır. Burasını yazdıktan sonra «el-Eşbâh» hâşiyesinde Dımaşk Müftüsü İsmail Hâik'ten alınan şu meseleyi gördüm: İbrikte pis su bulunur da üzerine temiz su dökülür ve emzikten akıntı sayılacak derecede akar fakat su değişmezse temizlendiğine hükmolunur.
METİN
Şunu da bil ki Kuhistânî'de beyan edildiğine göre muhtar olan arşın, kirbas arşındır. Bu arşın yalnız yedi tutamdan ibarettir. Binaenaleyh velev hükmen olsun ona on hesabından zamanımızın arşınıyla büyük göl sekize sekiz ebadında olan göldür. Velev ki hükmen kaydı esah kavle göre uzunluğu olup genişliği olmayan göle şamil olsun diyedir. Keza derinliği on arşın olan kuyu dahi esah kavle göre bunun gibidir. Şu halde bu kuyunun suyu ona on ebadını bulursa pislenmez. Nitekim «el-Münye»de de böyle denilmiştir. O zaman aşağı yukarı beş parmak miktarındaki derinlik (3312) batman temiz su eder ki, bu su, takriben uzunluğuna, genişliğine ve derinliğine her yanı iki arşın üç çeyrek ve yarım parmak olan bir göle sığar. Her arşın (24) parmaktır.
Ben derim ki: Bu söz itiraz götürür. Çünkü mutemed kavle göre yalnız başına derinliğe itibar yoktur. Basiretli ol!
İZAH
Muhtar kavle göre gölün ölçümü kirbas arşınıyla yapılır. «Hidâye» de fetvanın buna göre olduğu bildirilmiş; «Dürer», «Zahîriyye». «Hulâsa» ve «Hızâne»de bu tercih edilmiştir. «el-Bahr» sahibi, «Haniyye» ve diğer kitablarda mesâha arşını ile yapılacağı kaydedildiğini söylemiştir. Mesâha arşını yedi tutam olup her tutamda bir de dik parmak vardır (yani beş parmaktır). «Muhit» ve «Kâfi»de her zaman ve mekânın kendi arşını muteber olacağı beyan edilmiştir. «en-Nehir» sahibi «en münasibi de budur» demiştir.
Ben derim ki: Lakin «el-Münye» şerhinde bu kavil reddedilmiş: «Bu takdir işinden maksat, pisliğin ulaşmadığına galebe-i zan hâsıl etmektir. Bu, zaman ve mekâna göre değişmez» denilmiştir. «el-Bahr» nam eserde bildirildiğine göre birçok kitablarda kirbas arşınının dörder parmaktan altı tutam olduğu kaydedilmiştir ki mecmuu «Lailâhe illellâh Muhammedür Rasûlüllâh» cümlelerindeki harflerin sayısınca (24) parmak eder. «Dik parmak»dan murad başparmağın kaldırılması (yani onunda hesaba katılması)dır. Bir tutamdan murad da yan yana dört parmaktır. Bu el arşınına yakındır. Çünkü el arşını altı tutamdan biraz fazladır ki, iki karış eder.
Şârih «sekize sekiz» sözünü her halde Kuhistânî'den nakletmiş fakat denememiştir. Doğrusu sekize on olacaktır.
Bunu izah edelim: Bir tutam dört parmaktır. Onların zamanında bir arşın sekiz tutam ve üç parmak olduğuna göre bir arşını (35) parmak demektir. On adedi bu arşınla sekizle çarpılınca seksen eder. Bu sekseni otuz beşle çarpınca (2800) parmak eder ki kirbas arşını ile ona on da bu kadar eder. Zira kirbas arşını yedi tutamdır. Bu hesabtan bir arşın (28) parmaktır. On kere on yüzdür. (28)i yüzle çarparsak (2800) olur. Fakat şârihin söylediği rakam bu sayıyı doldurmaz. (Daha açık ifade ile; kare şeklindeki büyük bir havuzun kenarları onar arşındır. Bunun yüzölçümünü bulmak için iki kenarının uzunluğunun birbirine çarparız, on kere on yüz eder. Bir arşın (28) parmak olduğuna göre yüz arşın (2800) parmak eder).
Şârihin söylediğine göre havuzun kenarları sekize sekizdir. Sekiz kere sekiz (64)dür. Onların arşını (35) parmaktır. Binaenaleyh (35)i (64) ile çarparız, (2240) parmak olur ki bu rokam kirbas arşını ile (80) arşın eder. Halbuki matlup olan yüz olmasıdır. Binaenaleyh doğrusu bizim söylediğimizdir.
Şârihin: «Aşağı yukarı beş parmak derinlik...» diye başlayarak anlattığı meselenin hulâsası şudur: Ona on ebadında bir gölün derinliği beş parmak miktarı olursa içerisi (3312) batman su alır... Halbuki derinliğin miktarı hakkındaki kavilleri yukarıda görmüştük. Bunların arasında beş parmakla miktar tayini yoktur. Parmakla miktar tayin edilecekse dört parmakla tayin daha münasibtir. Zira bu miktar Kuhistanî'den nakledilmiştir. Hem daha kolaydır. Bu hesaba göre o su uzunluğuna, genişliğine ve derinliğine 2.5 arşın bir parmak ve bir parmağın üçde biri büyüklüğünde dörtköşe bir havuzu doldurur. Üçköşe olursa uzunluğu ve genişliği 3 5/6 arşın derinliği iki buçuk arşın 1 1/3 parmak büyüklüğünde; yuvarlak olursa kutru ve derinliği iki arşın 21 5/6 parmak büyüklüğünde bir havuzu doldurur.
Bu suyun kulle hesabı ile çekisi on yedi kulle ve bir kullenin beşde birinin üçde biridir. Bir kulle (büyük küp) Irak ratlı ile (250) ratıldır (dipnogoster2249). Her ratıl 128 dirhem ve bir dirhemin yedide dördüdür. Bunun hepsi zamanımızdaki şam ratılı ile (761) ratıl on okıyye (51) dirhem ve bir dirhemin yedide üçüdür. Her ratıl (720) dirhemdir.
Takriben 460 gramlık ölçü
METİN
Pişirmekle tabiatı değişmiş çorba ve bakla suyu gibi şeylerle hadesi (abdestsizliği, cünüblüğü) gidermek caiz olamaz. Suyun tabiatı akmak, Sulamak ve nebat bitirmektir. Ancak temizlik maksadıyla kaynatılan üşnan ve sabun gibi şeylerin suyu, berraklığını muhafaza etmek şartıyla kullanılabilir.
Kurbet yani sevab niyetiyle yahud hadesi gidermek veya bir farzı eda için kullanılan müsta'mel su, uzuvdan ayrıldı mı bir yerde karar kılmasa bile onunla abdest ve gusül câiz değildir. Velev ki kurbet niyetiyle birlikte hadesi de gidersin yahud bu işi yapan mümeyyiz (yani kârı zaran ayıran) sabi veyaibâdet âdetinden dolayı yapan hayızlı kadın olsun. Yahut su, cenaze yıkamakta kullanılsa veya yemekten evvel ve sonra sünnet niyetiyle ellerini yıkamış olsun. Velev ki hadisi giderirken kurbet niyet etmiş olsun. Nitekim abdestsiz bir kimsenin abdest alması bu kabildendir: velev serinlemek niyetiyle olsun ama abdestli bir kimse serinlemek veya abdesti öğretmek niyetiyle yahud elindeki çamurdan dolayı abdest alırsa su bilittifak müsta'mel olmaz. Nitekim bir uzvu sevab niyet etmeksizin üçden fazla yıkamak, uyluğunu veya temiz elbisesini yahud eti yenilen hayvanı yıkamak da böyledir.
Suyun müsta'mel olması hususunda farzın ıskatı için kullanılması arsıdır. Buna Kemal b Humâm da tenbihte bulunmuştur. Meselâ abdestsiz veya cünüb bir kimse yıkanması farz olan uzuvlarından birini yıkar, yahut elini ayağını küpe daldırır da bununla su çıkarmayı niyet etmezse su müsta'mel olur. Çünkü bilittifak farz sakıt olmuştur. Velev ki bütün uzuvların yıkanması tamama ermeden o uzuvdan hades cünublük kalkmış olsun. Abdest ile cünüblük birer bütündür. Yapılmaları da bozulmaları da mutemed kavle göre parçalanmayı kabul etmez.
Ben derim ki: Mazmaza ile istinşaka da şâmil olmak içi/ı buraya «Yahud bir sünneti iskat için» ibaresini ziyade etmek gerekir, iyi düşün!
Mezhebe göre uzuvdan ayrılan su bir yerde karar kılmasa bile müsta'mel olur. Bazıları; «Karar kılarsa müsta'mel olur, güçlük sebebiyle bu kavil tercih edilir» diyerek bu kavli reddetmiş: «Abdest alan kimsenin mendile ve elbisesine sıçrayan su, çok bile olsa bilittifak affolunmuştur» demişlerdir.
İZAH
Pişirmek, suyu bir şeyle karıştırarak kaynatmaktır. Yalnız suyu kaynatmak pişirmek değildir. Bakla suyu gibi şeyler pişirince berraklığını muhafaza ederse hadesi gidermekte kullanılmadan caizdir, fakat koyulup bulamaç gibi olurlarsa câiz değildir. Zira evvelce de «Hidaye»'den naklen gördüğümüz vecihle artık ona su ismi verilemez.
Abdestin sünnetleri bahsinde görmüştük ki kurbet, sevab olan bir işi yapmaktır. Bununla kime yaklaşmak istenildiği bilindikden sonra vakıf ve köle azalarında olduğu gibi niyete bile hâcet yoktur. «el-Bahr»da «Nikâye» şerhinden naklen: «Kurbet, kendisine şer'i bir hüküm olan sevab istihkakı teallûk eden fiildir» deniliyor.
Biri'nin «el-Eşbâh» şerhinde bildirildiğine göre ulemamız: Ahirette amelin sevabı, Allah Teâlâ'nın kulunun ameline karşılık olmak üzere vacip kıldığı şeydir» demişlerdir. Şu halde şârihin kurbeti sevab diye tefsir etmesi, bir şeyi hükmü ile tefsir ve izahdır ulemanın sözlerinde bunun emsali çoktur.
(Musta'mel su, kullanılmış su demektir). Malûmun olsun ki müsta'mel su hakkında dört yerde söz edilecektir.
Birincisi; sebebi hakkındadır. Musannıf buna «kurbet niyetiyle yahud hadesi gidermek için» diyerek işaret etmiştir.
İkincisi; ne zaman sübut bulacağı hususundadır. Buna da «bir yere karar kılarsa» sözü ile etmiştir.
Üçüncüsü; sıfatı hakkındadır. Bunu Müsta'mel su, temizdir» sözü ile bayan edecektir.
Dördüncüsü; hükmü hakkındadır. Bunu da «temizleyici değildir» diye beyan edecektir.
Bir farzı iskat (yani eda) için kullanılması, suyun müsta'mel olmasının üçüncü sebebidir. (Birinci sebep kurbet niyeti, ikinci hadesi gidermektir.) Suyun müsta'mel olmasında esas budur. Suyun kirlendiğine asıl bunun için hüküm verilmiştir. Fethü'l-Kadîr'de şöyle denilmiştir: «Çünkü şârih tarafından bildirilmiştir ki, farzı iskat eden âlet ve kendisi ile sevab işlenen şey kirlenir. Nasıl ki zekât malı farzı iskat etmekle kirlenir, hatta bizzat kirlerden sayılmıştır. Bizim akıl erdirebildiğimiz cihet sevab ile farz iskatının da değişmede ikisinin, de tesirli olmalarıdır. Görmüyor musun nafile sadakada yalnız sevap kazanma vasfı vardır. Ve değişmeye tesir etmiş, hatta Peygamber (s.a.v.)'e sadaka almak haram olmuştur. Bundan anlıyoruz ki her birinin şer'i değişmede tesiri vardır».
Ben derim ki: Bunun muktezası kurbetin de asıl olmasıdır. Hadesi gidermek böyle değildir. Çünkü o ancak kurbetin veya farzı iskatin yahud her ikisinin zımnında tahakkuk eder. Bu sebeble ayrı bir fer' olmuştur. Bundan anlaşılır ki ikisini zikretmek kâfidir. Hadesi gidermeyi söylemeye hacet yoktur. Suyun müsta'mel olmasına tesir eden yalnız iki asıl vardır. Ve şöyle denilir: müsta'mel su; kurbet için kullanılan sudur. İster bununla birlikte hadlesi gidermek veya farzı iskat bulunsun ister bulunmasın. Yahud müsta'mel su; bir farzı iskat için kullanılan sudur. İster bununla birlikte kurbet niyeti veya hades gidermek bulunsun, ister bulunmasın. Fettâhu alîm olan Allah'ın verdiği feyizle benim anladığım budur. Bunu ganimet bil!
Mümeyyiz sabi niyet ederek abdest alırsa kullandığı su müsta'mel olur. Zâhirine bakılırsa niyet etmeksizin alırsa su müsta'mel olmaz. Teemmül et!
İbadet âdetinden dolaylı hayızlı kadının kullandığı abdest suyu da müsta'mel olur. «en-Nehir» sahibi diyor ki: «Ulema hayızlı kadının abdestte kullandığı suyun müsta'mel olduğunu söylemişler; çünkü bu kadının her farz namaz için abdest alması ve namazgâhında farz namazı kılacak kadar oturması müstehabtır: tâ ki âdetini unutmasın; demişlerdir. Onların söylediklerinin muktezası, bu işin yalnız farza mahsus olmasıdır. Halbuki âdet edindiği teheccüd veya kuşluk namazı için abdest alarak namazgâhında otursa kullandığı suyun müsta'mel olması gerekir. Ben de söylediklerini görmedim ».
Remli ve diğer ulema «Nehir» sahibinin bu sözlerini tasdik etmişlerdir. Bu sözün mânâsı açıktır. Onun için şarih onu kat'i söylemiş; «Câmiu'l-Fetâva»ya tâbi olarak ibadeti mutlak zikretmiştir. «Camiu'l-Fetâva»da, «Namaz vakti hayızlı kadının abdest alarak mescidinde oturması, ibadet âdetini unutmamak için namazı edâ edecek miktarda tesbih ve tehlilde bulunması müstehabtır» denilmiştir.
Cenaze yıkamakta kullanılan su müsta'meldir. Esah kavil budur. «el-Bahr» sahibinin beyanına göre İmam Muhammed'in bu suya alelıtlak necasettir, demesi cenaze ekseriyetle necasetten hâliolmadığı içindir.
Ben derim ki: Bu söz umumiyetle ulemanın söyledikleri ve «Bedâyî» sahibinin itimad ettiği «Ölünün necaseti hakikî pisliktir. Çünkü o kanlı hayvandır; necis olması hükmî necaset, yani abdestsizlik değildir» sözüne binaendir denilebilir. Bu takdirde İmam Muhammed'in kavlini te'vile hacet yoktur. Bu meseleyi kuyu faslının başında izah edeceğiz. Cenaze yıkamayı mümeyyiz sabiye atfetmek de câizdir. O zaman mânâ şöyle olur: Velev ki mümeyyiz sabi cenaze yıkadığı için abdest almış olsun. Zira cenaze yıkadıktan sonra abdest almak menduptur. Nitekim evvelce geçmişti.
Yemekten önce ve sonra el yıkamanın sünnet olduğunu «el-Bahr» sahibi «el-Muhit nâm eserden alarak kaydetmiştir. «el-Muhit'te»: «Bununla bir kurbet yapmıştır. Zira eli yıkamak, sünnettir» denilmiştir. «en-Nehir» de: «Buna göre ağız ve burun yıkamak gibi her sünnette suyun müsta'mel olması gerekir. Ama bunda tereddüt vardır» deniliyor. Remlî: «Bunda tereddüt yoktur. Hatta bir kimse cünüp değil iken: sırf temizlik maksadıyla ağız ve burun gibi uzuvlarını yıkasa su müsta'mel olmaz» demiştir.
Abdestsiz bir kimse niyet ederek abdest alırsa hem kurbet yapmış hem de hadesi gidermiş olur. Serinlemek için abdest alırsa yalnız hadesi gidermiş olur. Serinlemek meselesinde İmam Muhammed'in muhalif olduğu söylenir. Çünkü ona göre su ancak kurbet niyetiyle kullanılırsa müsta'mel olur. Bu hüküm İmam Muhammed'in: «Abdestsiz bir kimse kovayı çıkarmak için kuyuya dalsa su temiz ve temizleyicidir» sözünden alınmıştır. Serahsî diyor ki: «Sahih olan şudur: İmam Muhammed'e göre hadesi gidermekle su müsta'mel olur. Ancak kuyu meselesinde olduğu gibi bir zaruret bulunursa o başka». Meselenin tamamı «el-Bahr»dadır. Başkasına öğretmek için abdest almanın kurbet sayılmadığına itiraz edilmiş. «Abdesti öğretmek sevabtır. Binaenaleyh bu niyetle alınan abdestte kullanılan su müsta'mel olur» denilmiştir. Buna «Bahr» «Nehir» ve diğer kitablarda şöyle cevap verilmiştir: «Kurbet abdestin kendisi değil, onu öğretmektir. Bu ise abdestten hariç bir iştir. Onun için sözle de yapılır».
Elindeki çamur ve kir pas gibi şeyleri yıkamakla hades giderilmiş yahut kurbet yapılmış olmadığından su müsta'mel sayılmaz. Keza bir kadın peliklerine insan saçı ekler de yıkarsa su müstamel olmaz. Çünkü kesilen saç insan bedeni olmaktan çıkmıştır. Fakat bain talakla boşandığı koca sı ölür de onun başını yıkarsa su müsta'mel olur. Meselenin tamamı «el-Bahr»dadır.
FAİDE: Seyyidî Abdülgani'nin beyanına göre abdestsiz bir kimsenin gerek çamurdan dolayı, gerekse hadesi gidermek için bir uzvu bir defa yıkaması kâfidir. Fakat necaset evvelce de gördüğümüz vecihle bunun hilâfınadır.
Üçden fazla yıkana işi birinci abdestten sonra olursa su müsta'meldir. Aynı abdestte olursa bid'attır. Nitekim yerinde görmüştük. Uyluk abdest uzuvlarından olmadığı için abdestsiz bir kimsenin onu yıkarken kullandığı su müsta'mel sayılmaz. Fakat o kimse cünüb ise su müsta'mel olur. Bazıları «Abdestsizlik bütün bedene sirayet eder. Abdest uzuvlarının yıkanmasıyla onun bütün bedenden kalkması tahfif içindir» kavlini mülâhaza ederek uyluğun yıkandığı suyun da müsta'mel olduğunu söylemişlerdir.
Fakat tercih edilen kavil bunun hilafıdır. Seyyidi Abdülgani'nin ifadesine göre abdest uzuvlarında murad; sünneti işlemeye niyet şartı ile yıkanması sünnet olan uzuvlara da şamildir.
Temiz elbiseden murad; elbise kap-kacak ve yemiş gibi katı şeylerdir. Hayvanı eti yemlen diye kayıtlamaya hacet yoktur, çünkü eşek ve fare gibilerle yırtıcı hayvanlar da aynı hükümdedirler. Bunlardan biri suya düşerse ağzı suya girmedikçe su temiz olmaktan çıkmaz. Bunu da Seyyidi Abdulganî söylemiştir. «el-Bahr»da da Mübtegâ'dan naklen aynı şey ifade edilmiş; Rahmeti dahi bunun benzerini söylemiştir. Abdestsiz veya cünüb bir kimse su olmak için değil de, serinlemek veya çamur ve hamur gibi bir şeyden dolayı elini yıkamak için küpe daldırırsa su müsta'mel olur. Su almak yahud suya düşen taşı çıkarmak için daldırırsa zaruretten dolayı su müsta'mel olmaz. «Çünkü bilittifak farz sâkıt olmuştur» ifadesinden maksat; diğer â'zâyı yıkarken o uzvu tekrarlamaya lüzum yoktur, demektir. Evvelce görüldüğü vecihle bu ta'lil İmam A'zam'dan rivayet edilmiştir.
Mutemel kavle göre parçalanmayı kabul etmez» sözü üzerine Şeyh Kasım «el-Mecma'» haşiyelerinde şunları söylemiştir: «Hacdes iki mânâda kullanılır. Biri, taharetsiz helal olmayan şeylerden men eden şer'i mahiyet manâsınadır. Bu Ebu Hanife ile İmâmeyn arasında hilâfsız parçalanmayı kabul etmez. Diğeri hükmi necaset mânâsınadır. Bu hem sübût bulması, hem korkması hususunda hilafsız parçalanmayı kabul eder. Suyun müsta'mel olması, hükmi necaseti gidermekledir.»
Ben derim ki: Zâhirine bakılırsa bu parçalanmaktan subut hususunu kastetmiştir Nitekim cünüplüğe nisbetle abdessizlikle hal böyledir. Çünkü abdestsizlik bedenin bazı uzuvlarına sirayet eder.
Şeyh Kâsım'ın; «Birinci mânâya göre hilâfsız parçalanmayı kabul etmez» iddiası söz götürür. Zira şârih evvelce beyan etmişti ki, sadece eli ağzı yıkamakla Kur'an okumanın ve Mushaf'a el sürmenin caiz olup olmadığında hilâf vardır. Düşün!
Şârihin: «Yahud bir sünneti iskât için ibâresini ziyade etmek gerekir» sözüne şöyle itiraz olunur: Sünnet ancak niyet edilerek yapılır ve musannıfın «Kürbet için kullanılan» ifadesine dahildir. Ağız ve burun gibi uzuvları yıkamakla sırf temizlik kastedilirse bu sefer su müsta'mel olmaz. Nitekim Remlî'den naklen evvelce görmüştük. Şu halde ortada sünnet diye bir şey yoktur. Sonra bunu Halebî'nin hâşiyesinde gördüm. Halebi: «Galiba şârih iyi düşün demekle buna işaret etmiş olacak» diyor.
Belh ulemasından bir tâifenin kavline göre su düştüğü yerde karar kılıp oturmadıkça müsta'mel olmaz. Fahrü'l-İslâm ve diğer bazı ulema da bu kavli tercih etmişlerdir. «el-Hulasa» ile bazı kitaplarda «muhtar olan budur» denilmiştir. Ancak birinci kavil daha sahihtir. Umumiyetle ulema onunla amel etmişlerdir.
Hilâfın eseri şurada kendini gösterir: Müsta'mel su yerinden ayrılarak bir insanın üzerine düşer deonu akıtırsa ikinci kavle göre sahih, yani zararsızdır; birinci kavle göre müsta'meldir.
Ben derim ki : Evvelce görüldüğü vecihle gusülde bütün uzuvlar bir uzuv hükmündedir. Müsta'mel su bir uzuvdan ayrılarak yıkanan kimsenin başka bir uzvuna düşer de onu akıtırsa her iki kavle göre de zarar etmez.
İkinci kavli tercih edenler güçlüğü nazar-ı itibara almışlardır. Çünkü su yalnız yerinden ayrılmakla müsta'mel olur, denilirse onun pis olduğunu bildiren kavle göre abdest alan kimsenin elbisesi pislenir. Bunda büyük güçlük vardır. Gayetü'l-Beyan'da böyle denilmiştir. Fakat mendile ve elbiseye sıçrayan müsta'mel su bilittifak affedilmiştir. Yani bundan dolayı muaheze olunmayacaktır. Müsta'mel su pistir, diyenler bile zaruret sebebiyle buna kail olmuşlardır. Nitekim «Bedâyi» ve diğer kitablarda da beyan olunmuştur.
METİN
Musta'mel su cünübden bile damlasa temizdir. Zâhir olan budur. Lâkin iğrenç olduğu için içilmesi ve onunla hamur karılması tenzihen mekruhtur. Pis olduğu rivayetine göre ise tahrimen mekruh olur. Hükmü, hadesi hatta mutemed ve vücuh kavle göre pisliği temizlememesidir.
Fer'i bir mesele : Hadesli bir kimse su ile taharetlenmiş olmak ve üzerinde pislik bulunmamak şartı ile kova çıkarmak yahut serinlemek için kuyuya dalar da niyet etmez ve oğunmazsa esah kavle göre o kimse temiz, su ise müsta'meldir. Çükü suyun müsta'mel olmak için bedenden ayrılması şarttır. Evvelce görüldüğü vecihle bundan murad, bütün su değil, â'zâsına temas edip ayrılan sudur.
İZAH
Müsta'mel suyun temiz olduğunu İmam Muhammed, İmam A'zam'dan rivâyet etmiştir. İmam A'zam'dan nakledilen meşhur rivâyet budur. Muhakkık ulema bunu tercih etmiş: «Fetva bunun üzerinedir» demişlerdir. Bu hususta abdestsiz ile cünüb arasında fark yoktur. «et-Tecnis»de cünüb istisna edilmiştir. Ancak mutlak hüküm vermek evlâdır. İmam A'zam'dan müsta'mel suyun necaset ve galiz necaset olduğuna dair rivayetler de vardır. Irak uleması ise hilâfı kabul etmeyerek bilittifak temiz olduğunu söylemişlerdir. «el-Mücteba» da: «Sahih rivayete göre imamlarımızın hepsi müsta'mel su temizdir: temizleyici değildir; demişlerdir. Binaenaleyh onun galiz veya hafif necaset olduğunu anlatmaya çalışmak faydasızdır» denilmiştir. «El-Bahr» sahibi bu rivayetleri uzun uzadıya izaha çalışmış; delilin kuvvetine bakarak necis olduğunu bildiren kavli tercih etmiştir. Zâhir rivayete göre müsta'mel su, cünübden bile damlasa temizdir. «ez-Zahîre» nam eserde böyle denilmiştir. «Müsta'mel suyun temiz olması zâhir rivayedir; fetva bunun üzerinedir» diyenlerden bazıları da «el-Kâfi», «el-Musaffâ» sahipleridir. Nitekim Şeyh İsmâil'in şerhinde de böyledir.
Müsta'mel suyun pis olduğu rivayetine göre içilmesi ve onunla hamur karılması tahrimen mekruhtur. «el-Bahr» sahibi şöyle diyor: «Şüphesiz müsta'mel suyun içilmesi temiz olduğu rivayetine göredir. Necis olduğunu bildiren rivâyete göre ise haramdır. Çünkü Teâla Hazretleri: Allah onlara pis şeyleri haram kılmıştır buyuruyor. Necaset de pis şeylerdendir. Şarih, «Nehir» sahibine tâbi olmuştur. «Nehir» sahibi keraheti tahrimiyyeye hamlederek «Bahr» sahibini tasdikeylemiştir. Zira kerahet kelimesi mutlak olarak söylenirse kerahet-i tahrimiyyeye hamledilir».
Ben derim ki: Bunu teyid eden bir cihet de müsta'mel suya necis denilse bile pisliğinin kat'î olmamasıdır. Onun içindir ki ulema eşek eti ve benzerleri hakkında mekruh tabirini kullanmışlardır.
Fer'i bir mesele: Suya necaset düşerse vasfı değişdiği takdirde ondan hiçbir suretle faydalanmak câiz değildir. Vasfı değişmemişse tarla ve hayvan sulamak gibi şeylerde faydalanmak caizdir. Bu meseleyi «Bahr» sahibi «el-Hulâsa» dan nakletmiştir.
Mutemed ve müraccah kavle göre müsta'mel suyun hükmü hadesi, yani hükmî necaseti temizlenmediği gibi hakikî necaseti de temizlememektir. Halbuki hakikî necaset, mâ-i mutlaktan başka mayilerle de temizlenir. Buna İmam Muhammed muhaliftir.
Metindeki fer'î meseleye «Kenz» ve diğer kitablarda: «Kuyu meselesi C.H.T.'dir» denilmiştir. («C.H.T.» bir kısaltmadır.) C harfi ile necistir, cümlesine işaret edilmiştir. Bundan maksat İmam A'zam'ın: «Adam da, su da necistir» kavlidir. H ile İmam Ebu Yûsuf'un: «Adam da su da halleri üzredir» sözüne işaret edilmiştir (Halleri üzere olunca adam pis, su temiz demektir). T ile İmam Muhammed'in: «Adam da su da tâhir (yani temiz)dir» sözüne işaret edilmiştir. Bundan sonra birinci kavle göre adamın pis sayılması hususundaki sahih kavil hakkında ihtilâf edilmiştir; bazıları cünüblükten dolayı pis sayıldığını, binaenaleyh Kur'an okuyamayacağını söylemiş; birtakımları müsta'mel su pis olduğu için adamın da pis sayıldığını, ağzını yıkarsa Kur'an okuyabileceğini bildirmişlerdir: «el-Hâniyye» sahibi bu kavli daha münasib bulmuştur.
Ben derim ki: Birinci kavlin esası, bazı hususlardan suya temas eder etmez yıkama farzı sâkıt olmakla vücudu tamamen dalmadan suyun pislenmesi, ikincisinin esası cünüblükten çıktıktan sonra pislenmesidir. Nitekim «el-Bahr» sahibi «el-Haniyye»den ve «Hidaye» şerhlerinden naklen aynı şeyi söylemiştir. Birinci kavle göre suyun da pis olması icap eder. İmam Ebu Yûsuf'un kavli, cünüblükten çıkmak için akmayan sudan dökünmenin şart olması esasına, İmam Muhammed'in kavli ise şart olmaması esasına mebnidir ve zaruretten dolayı su da müsta'mel olmamıştır. «el-Bahr» sahibi ve başkaları bu meseleyi böyle izah etmişlerdir.
Kuyuya dalan hadesli kimseden murad, abdestsiz veya cünüb kimselerle hayız ve nifasları kesilen kadınlardır. Böyle kadınlar kanları kesilmeden kuyuya dalar da üzerlerinde necaset bulunmazsa, serinlemek için suya giren temiz erkek gibidirler. Zira henüz hayız veya nifasdan çıkmış değillerdir. Binaenaleyh su da müsta'mel olmaz. Bu meseleyi «el-Bahr» sahihi «el-Haniyye» ile «el-Hulâsa »dan nakletmiştir. Tamamı «Halebî»'dedir.
Kuyudan maksad, ona on ebadında olmayan ve akmayan kuyudur Şârihin böyle bir kuyuya dalan kimseyi kova çıkarmakla kayıdlaması, yıkanmak niyetiyle girmiş olsa bilittifak su müsta'mel olacağı içindir. «en-Nehir»de: «Bu ittifak imam A'zam'la İmam Muhammed arasındadır. Çünkü Ebu Yûsuf'a göre suyu dökünmek şarttır» deniliyor.
Ben derim ki: Anlaşıldığına göre Ebu Yûsuf'un dökünmeyi şart koşması yıkanmaya niyetbulunmadığı zamandır. Dökünmek, niyet yerini tutar. Nitekim şârih oğunmanın da niyet yerine geçtiğini sarahaten bildiriyor. Tedebbür eyle!
Şârih serinlemeyi «Bahr» ve «Nehir» sahiblerine uyarak zikretmiştir. Bu söz İmam Muhammed'den rivayet edilen bir söylentiye dayanır. Güya İmam Muhammed: «Su ancak kurbet niyetiyle kullanılırsa müsta'mel olur» demiş. Halbuki az yukarıda gördük, bu söz İmam Muhammed'in sahih kavline aykırıdır. Kuyu meselesinde ona göre suyun müsta'mel olmaması zarurete binaendir. Serinlemekte bir zaruret yoktur. Onun için «Hidâye» de serinlemekten bahsedilmemiş, sadece; «Kova çıkarmak için dalarsa» denilmekle yetinilmiştir.
Kuyuya dalan kimsenin «su ile taharetlenmiş» olmakla kayıtlanması, taşlarla taharetlenmişse bütün su bilittifak pisleneceği içindir. Bunu «en-Nehir» sahibi söylemiştir.
Aynı söz «Bezzâziye»de dahi mevcuttur.
Ben derim ki: İttifak dâvası söz götürür. Çünkü «Tatarhâniyye» sahibi pislenip pislenmemesi hususunda sahih kavlin ne olduğunda ihtilâf olunduğunu nakletmiştir. Yani bu ihtilâf; taş pisliği hafifletir mi, temizler mi esasına dayanır. Fethü'l-Kadîr sahibi temizlediğini tercih etmiştir. Evet, ekseri kitaplarda hafiflettiği tercih edilmiştir. Bu husustaki sözün tamamı inşallah istinca babında gelecektir.
Kuyuya dalan kimse yıkanmayı niyet ederse bilittifak su müsta'mel olur. Yalnız İmam Züfer'in kavline göre müsta'mel olmaz. Bunu «Sirâc» kaydetmiştir ki, yukarıda söylediğimiz vecihle Ebu Yûsuf'a göre de müsta'mel olduğunu teyit eder. «Niyet etmezse» ifâdesinden maksat, suya daldıktan sonra niyet etmezse demektir. «Oğunmaz» dediğine bakılırsa, kova çıkarmak için iner de suda oğunursa su bilittifak müsta'mel olur. Zira oğunmak o kimsenin fiilidir ve niyet yerini tutar, yıkanmak için inmiş gibi olur. Bunu «Bahr» ve «Nehir» sahipleri kaydetmişlerdir. Âgâh ol!
«el-Münyetü's-Sagîr» şerhinde oğunmak kiri gidermek niyetiyle olmamakla kayıtlanmıştır. Metinde bahsedilen esah kavil yukarıda «C.H.T.» kısaltmasiyle ifade ettiğimiz üç kavilden başkadır. «Hidâye» sahibi onu İmam A'zam'dan ayrıca bir rivayet olmak üzere nakletmiştir. «el-Bahr»da şöyle deniliyor:
«Ebu Hanife'den bir rivâyete göre adam temizdir. Çünkü uzuvdan ayrılmadan suya müsta'mel hükmü verilemez». Zeylaî, Hindî ve başkaları «Hidâyet; sahibine uyarak bu rivayetin kıyasa en uygun olduğunu söylemişlerdir. «Fethü'l-Kadîr» de ve «Mecma» şerhinde sahih kabul edilen rivayetin bu olduğu bildirilmiştir.
«el-Bahr»da: «Bundan anlaşıldı ki, bu meselede muhtar olan mezhep, adamın temiz, suyun da temiz, fakat temizleyici olmadığıdır. Adamın temiz olması rivayetin sahih kabul edildiğini anladık. Müsta'mel suyun temizliği de sahih rivayete göre öyledir» denilmiştir.
«Hile»de dahi buna benzer izahat vardır ve bununla anlaşılır ki bu kavil İmam Muhammed'in değildir. Çünkü ona göre zaruretten dolayı su müsta'mel olmaz. Nitekim yukarıda geçti.
İmam A'zam'a gelince: O burada zarureti nazarı itibara almış değil. Yukarıda izah edildiği vecihlesuyun müsta'mel olduğuna farzın iskatı ile hükmetmişler. Zarurete itibar etse idi kısaltma ile ifade edilen hilâf sahih olmazdı. Evet, «el-Bahr»da «Cürcânî'nin hilâfı inkâr ettiği, çünkü bu bâbta nâss bulunmadığı, suyu avuçla aldığında zaruretten dolayı nasıl bilittifak müsta'mel olmazsa burada da müsta'mel olmadığı kaydedilmiştir» denilmiştir.
Ben derim ki: bu izahat mezhemizin kitablarında meşhur olan beyanata aykırıdır. Onlarda hilâfın sâbit olduğu ve zarureti yalnız İmam Muhammed'in itibara aldığı bildiriliyor. Her halde diğer imamların onu nazarı itibara almaması, suya dalma ihtiyacı nadir vukubulduğu içindir. Avuçla su alma ihtiyacı böyle değildir. Anla!
Şârihin «Evvelce görüldüğü vecihle bundan murad bütün su değil, â'zâsına temas edip ayrılan sudur.» ifâdesini «Hilye», «Bahr» ve «Nehir» sahipleri de tasrih etmişlerdir. Fakat Allâme Makdisi «Kenz» şerhinde bunu «pek uzak bir te'vil» diyerek reddetmiştir. «Evvelce görüldüğü vecihle» sözü ile şârih «Dışarıdan konulan su ile bedene temas eden su arasında fark yoktur» meselesine işaret ediyor. Bu, küçük havuzlar meselesidir ki müteehhirîn ulema arasında ne kadar büyük münakaşalara yol açtığını gördüm.
M E T İ N :
Domuzla insan derisinden maada debagatlanan her deri ve debagata tahammülü olup da -velev güneşle olsun- dibagatlanan her şey temiz olur. Böyle bir şey ile namaz kılınır ve ondan abdest alınır. Dibagata tahammülü olmayan şey ise dibagatlanmakla temizlenmez. Binaenaleyh küçük yılan ve fare derisi de debagatla temizlenmez. Küçük yılan derisinin debagat kabul etmeyeceğini Zeylaî söylemiştir. Fakat yılanın gömleği temizdir. Fare derisi kesmekle de temiz olmaz. Çünkü kesmek ve debagat, bunlara tahammül ile kayıtlıdır. Domuz derisi debagatla temizlenmez. Musannıfın onu insandan önce zikretmesi, makam ihanet ve tahkir makamı olduğu içindir.
İnsan derisi, şerefinden dolayı debagatlanmaz. Debagatlansa kullanılması haram olmakla beraber temizlenir. Hatta insan kemiği unla öğütülse esah kavle göre hürmet için yenilmez. Musannıfın sözü köpek derisinin dibagatla temizleneceğini ifade etmektedir. Bazıları: «Mutemed olan da budur» demişlerdir.
İZAH
Eti yenilsin yenilmesin hayvan derisinin dibâgatlanmadan önce Arabça'da ismi ihab'dır. Dibagatlandıktan sonra edim, sarm ve cırab adı verilir. Musannıf dibagat meselesini sular bahsinde istidrat (yeri gelmişken) kabilinden zikretmiştir. Yoksa münasibi, ondan necasetlerin temizlenmesi babında bahsetmekti. «en-Nehir» ve diğer kitablarda bildirildiği vecihle bunu ya deri dibagatlandıktan sonra su kabı olarak kullanmaya elverişli olduğu için yapmıştır ki, şârih «ondan abdest alınır» sözü ile buna işaret etmiştir; yahut Kuhistânî'nin dediği gibi dibagat bazı yerlerde temizleyici olduğundan veyahud dibagat «İçine dibagatlı deri düşen kaptan abdest almak câizdir» sözü kuvvetinde olduğundan böyle yapmıştır. Nitekim İsam hâşiyelerinden böyle nakledilmiştir.
Mesane; sidik yeridir. İşkembe, geviş getiren hayvanların midesidir. Bağırsaklar dahi işkembe gibidir. «el-Bahr»'da «Tecnîs»den naklen şöyle deniliyor: «Bir kimse koyunun bağırsaklarını işler debunlar üzerinde iken namaz kılarsa câizdir. Çünkü bunlardan kiriş yapılır, bu ise dibagat gibidir. Keza mesaneyi dibagatlar da içine süt koyarsa câiz olur. İşlenebilirse işkembe de öyledir. İmam Ebu Yûsuf «el-İmlâ» adlı eserinde bunun temizlenmediğini, zira et gibi olduğunu söylemiştir.
«Her şey» tabirinin evlâ görülmesi, hüküm yalnız deriye mahsus olmadığı içindir.
Dibag (tabaklamak) bozulup kokmayı önleyen şeydir ki, hakiki ve hükmî olmak üzere iki nevidir. Hakikîsi şes, mazı ve karaz yaprağı gibi şeylerdir.
Hükmîsi topraklamak, güneşletmek ve rüzgâra tutmak gişi şeylerdir. Zeylaî'nin beyanına göre deri kurur da kazınmazsa temizlenmez.
Şârih; «Velev güneşle olsun» yani «güneş ve emsali hükmî tabakla» diyerek İmam şâfiî'nin muhalif olduğuna. bir de sair hükümlerde dibagatın iki nevi arasında hiçbir fark olmadığına işaret etmiştir. «El-Bahr» sahibi: Yalnız bir hüküm müstesna! Hakikî dibagdan sonra deriye su isabet ederse bütün rivayetlerin ittifakı ile o deri tekrar necis olmaz. Fakat hükmi dibagattan sonra deri ıslanırsa bu hususta iki rivayet vardır» demiştir. Kuhistânî'nin Muzmerât'tan nakline göre esah kavil necis olmamasıdır. «Muhtaratü'n-Nevâzıl» sahibi hilâfın su ile yıkamadan hükmî dibagatla surete mahsus olduğunu, yıkandıktan sonra yapılırsa bir daha bilittifak necis olmadığını kaydetmiştir.
Şârihin: «Böyle bir şeyle namaz kılınır» sözü derinin içine ve dışına şâmildir. Çünkü sahih hadîsler mutlaktır. İmam Malik buna muhaliftir. Lâkin deri, eti yenilen hayvanın derisi ise, yenilmesi helâl değildir. Sahih olan budur. Zira Teâlâ Hazretleri: «Size lâşe yemek haram kılındı» buyuruyor. Bu da lâşeden bir cüzdür. Peygamber (s.a.v.) Meymune (r.a.)'nın koyunu hakkında: «Ölü hayvanın yalnız yenilmesi haram kılınmıştır» buyurmuş, aynı zamanda deriyi dibaglamalarını ve ondan faydalanmalarını emretmiştir. Ama eti yenilmeyen hayvanın derisi olursa yenilmesi bilicmâ câiz olmaz. Çünkü onun dibagatı kesilmesinden daha kuvvetli değildir. Kesmek. ona mubah kılamazsa dibagatı da mubah kılamaz. Bunu «el-Bahr» sahibi «Sirâc»dan nakletmiştir.
Küçük yılan derisinden maksat; kanı olan yılandır. Kanı olmayan yılan temizdir. Zira evvelce gördük ki böyle bir yılan suda ölürse suyu ifsad etmez. Bunu Halebî ifâde etmiştir. Zâhirine bakılırsa yılan büyük de olsa gömleği temizdir.
Rahmetî: «Çünkü ona hayat işlemez, o kıl ve kemik gibidir» demiştir.
Ulemadan bazıları: «Dibagatla temizlenmemek hususunda insan derisi de domuz derisi gibidir. Çünkü her ikisinin derileri kat kat olduğundan dibagat kabul etmez. Binaenaleyh buradaki istisna munkatı'dır» demiş; birtakımları insan derisinin dibagatla temizlendiğini, lâkin diğer cüzleri gibi ondan da faydalanmanın câiz olmadığını söylemişlerdir. Nitekim «el-Gaye»'de nassan beyan edilmiştir. O halde istisna sahih değildir. Fakat bunlara şöyle cevap verilmiştir: Temizlenir demek, kullanması câiz olur demektir. Burada mecazın alakası söylenildiği gibi lüzum değil, sebebiyet müsebbebiyettir. Zira bilirsin ki temiz olmasından faydalanılmasının câiz olması lâzım gelmez. Ancak her ikisinden faydalanmanın câiz olmasının illeti değişiktir. Domuzda illet temiz olmaması, insanda ise kıymet ve şerefidir. Nitekim şârih buna işaret etmiştir. «en-Nehir» sahibi: «Bunda hakiki mânâdan ayrılmak olsa da yine evlâdır» demiş; bu sözü ile; çünkü mezhepte nakledilen rivâyete uyuyor demek istemiştir. Evet, domuz derisi dibagatla temiz olmaz. Çünkü ölü olsun, diri olsun domuzun aynı, yani bütün cüzleri ile zatı necistir. Onu pisliği başka hayvanlar gibi kanlı olmasından değildir. Bundan dolayıdır ki ulemamızdan nakledilen zâhir rivâyete göre o temizlenmeyi kabul etmez. Ancak İmam Ebu Yûsuf'tan bir rivayete göre kabul eder. Bu rivayeti «el-Münye» sahibi kaydetmiştir.
Musannıfın domuzu insandan önce zikretmesi ihanet ve tahkir içindir. Gerçi bir şeyi başkalarından önce zikretmek, onun ötekilerden daha fazla olan şan ve şerefine ihtimam içindir. Lâkin bu hareket ihanet yerinde değil, ikram yerindedir. İhanet yerinde şerefli olan sona bırakılır. Nitekim Teâlâ Hazretleri'nin: «Yıldızperestlerin tapınakları yerle yüz edilirdi» âyet-i kerimesinde böyle olmuştur. Çünkü yıkmak bir ihanettir. Onun içın evvelâ yıldızperestlerin tapınaklarını veya rahiplerin manastırlarını, Hıristiyanların kiliselerini ve Yahudilerin havralarını zikretmiş; Müslümanların mescidlerini şereflerinden dolayı sona bırakmıştır. Buradaki temiz olmamak hükmü de bir ihanettir.
Musannıfın sözü köpek derisinin dibagatla temizleneceğini ifade etmektedir. Çünkü mutlak olan deriden yalnız domuzla insan derisini istisnâ etmiştir. Bazıları köpeğin aynı necis olmadığına bakarak mutemed olan kavil budur, demişlerdir. Az sonra görüleceği üzere sahih kabul edilen iki kavlin esah olanı budur.
Fil'e gelince: Onun hükmü de köpek gibidir. Nitekim Şeyhayn'ın kavli budur. Esah olan da budur. İmam Muhammed buna muhaliftir. Beyhakî'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) fil dişinden yapılma bir tarakla taranırmış. Cevherî ve diğer lügat uleması bunu fil kemiğinden yapılma diye tefsir etmişlerdir. «Fethü'l-Kadîr»de: «Bu hadîs İmam Muhammed'in filin aynı necistir, sözünü iptal eder» deniliyor.
METİN
Dibagatla temizlenen her şey yani her deri zahir mezhebe göre kesmekle de temizlenir. Ama eti yenilmeyen hayvansa ekseriyetin kavline göre eti temizlenmez. Kendisi ile fetva verilen en sahih kavil budur. Velev ki «el-Feyz» sahibi temizliğine kail olmuş bulunsun. Acaba derisinin temizlenmesi için şeriata uygun olarak kesilmesi şart mıdır? Meselâ ehil bir kimse tarafından mahallinde besmele ile mi kesilmeli? Bazıları buna evet, bazıları da hayır cevabını vermişlerdir. Birinci kavil daha makbuldür. Zira Mecûsî'nin kesmesi ile kasten Besmele'yi terk edenin kesmesi hiç kesmemek gibidir. Velev ki ikinci kavil sahih kabul edilmiş olsun! İkinci kavlin sahih olduğunu Zâhidî «el-Kınye» ve el-Müctebâ'da beyan etmiştir. «el-Bahr»da da bu kabul edilmiştir.
FER'İ BİR MESELE : Sincap gibi küffar diyarından ihraç edilen bir derinin temiz bir şeyle dibağlandığı bilinirse temizdir. Pis bir şeyle dibaglandığı bilinirse pistir. Şübhe edilirse efdal olan onu yıkamaktır.
İZAH
Kesmeye ve dibagata tahammülü olmayan (bunları götürmeyen) fare gibi bir hayvanın derisi kesmekle temizlenmez. Bir kimse, üzerinde bir dirhemden fazla kesilmiş yılan derisi olduğu halde namaz kılsa namazı caiz değildir. Nitekim «Muhît», «Haniyye». «Valvalciyye» gibi eserlerde de böyle denilmiştir. «Hulâsa» sahibinin: «Kesilen yılan, fare ve artığı pis sayılmayan herhangi bir hayvanın eti ile namaz kılmak câizdir» sözü müşküldür. «Fethü'l-Kadîr»de dahi bahis mevzuu edilmiştir. Tamamı «el-Hılye»dedir.
Ben derim ki: Buna göre bir kimsenin üzerinde tiryak (panzehir) bulunur da içinde kesilen yılan eti bulunursa, bir dirhemden fazla olduğu takdirde namazı câiz olmaz. «Vehbâniyye»de bunun yenilmeyeceği açıklanmıştır. Agâh ol!
Bundan domuz hariçtir. Çünkü o dibagatla temizlenmez. Binaenaleyh kesmekle de temiz olmaz. Zâhire bakılırsa insan da böyledir. Velev ki dibagatla derisinin temizlendiğine hükmetmiş olalım. İnsan şehadet getirdiği sübut bulmaksızın kesilmiş olsa, sonra yıkanmadan az bir suya düşse o suyu ifsad eder. Ama bunu sarahaten söyleyen görmedim. Evet «Gurerü'l-Efkâr» adlı eserin av bahsinde: «İnsanla domuzun derilerine dibagat nasıl tesir etmezse, kesmek de tesir etmez» denildiğini gördüm. Düşün!
Dibagatla temizlenen her deri zahir mezhebe göre kesmekle de temizlenirse de bazıları «Kesilmekle derisi temizlenen hayvanlar yalnız artığı pis sayılmayan hayvanlardır» demişlerdir.
Şârihin: «Kendisi ile fetva verilen en sahih kavil budur» sözü mukâbilinin de sahih kabul edildiğini gösterir. Gerçekten onu «Hidâye», «Tühfe» ve «Bedâyi» sahipleri sahih kabul etmiş; musannıf dahi kesilen hayvanlar bahsinde «Kenz» ve «Dürer» sahipleri gibi onu tercih etmiştir. «el-Mi'râc»da mezkûr kavlin muhakkık ulemanın kavli olduğu bildirilmiştir. Şârihin söylediği, «Mevâhibu'r-Rahman» nam eserin ibaresidir. Bu eserin «El-Burhân» adlı şerhinde: «Kesmek bu hayvanın derisini temizler demek câizdir. Çünkü derisinin içinde ve üzerinde namaz kılmaya, sıcaktan soğuktan korunmak için giymeye ve avret yerini onunla örtmeye ihtiyaç vardır. Etini temizler, demek câiz değildir. Zira temizliğinden maksat olan etini yemek helâl değildir» denilmiştir. Meselenin tamamı «Nuh» hâşiyesindedir.
Hâsılı hayvan, eti yenen hayvanlardansa kesmek, onun hem derisini hem etini temizler. Eti yenenlerden değilse aynı necis olduğu takdirde hiçbir şeyini temizlemez. Aynı necis değilse derisi dibagat taşımadığı takdirde hüküm yine budur. Çünkü bu takdirde hayvanın derisi eti mesabesinde olur. Derisi dibagata tahammül ederse yalnız derisi temizlenir. Bu zikredilenler arasında insan, domuz gibidir. (Ama bu hüküm) ona ta'zim içindir.
Hayvan kesmeye ehil olmaktan maksat, kesenin müslüman olması, ihramlı bulunmaması, yahut hıristiyan veya yahudi gibi kitap ehlinden bulunmasıdır.
Mahallinden murad da; hayvanın çenesi ile gırtlağının arasıdır. İhtiyarî olarak hayvan böyle kesilir. Zâhire bakılırsa zarurî kesmenin hükmü de böyledir. Zarurî kesiş hayvanı rasgele bir yerindenkesmektir. Besmele de hakiki ve hükmî Besmele'ye şâmildir. Besmele'yi unutmak, hükmen Besmele sayılır.
Musannıfın «Velev ki ikinci kavil sahih kabul edilmiş olsun» sözü, birinci kavil sahih kabul edilmemiş vehmini doğuruyor. Halbuki «el-Kınye» sahibi her iki kavlin sahih kabul edildiğini nakletmiştir. «el-Bahr» sahibi, «Mi'rac»da «el-Mücteba» ve «el-Kınye»den ikinci kavlin sahih kabul edildiği «naklolunmuştur» ibaresi bulunduğunu söyledikten sonra; ««el-Kınye» sahibi, «el-Müctebâ»nın da sahibidir. Bu zat ilmi ve fıkhı ile meşhur İmam Zâhidî'dir. Mezkûr ikinci kavlin esah olduğuna delil «el-Nihâye» sahibinin şeriata uygun kesilmesi şartını (temriz sigası ile yani) «denilmiştir» sigası ile söyleyerek «el-Hâniye»ye nisbet etmesidir» demiştir.
İşlenmiş sincap derisinin pis olduğu bilinirse o deri yıkanmadıkça içinde namaz kılmak câiz değildir. Pisliğinde şüphe edilirse yıkanması efdal olur. Çünkü şüphe yerinde güçlüğe müeddi olmamak şartı ile mevsuk olanla amel etmek efdaldir. Bundan dolayı ulema zimmîlerin yani müslüman memleketine tâbi gayri müslimlerin) elbiselerini giymekte ve onlarla namaz kılmakta beis olmadığını söylemişlerdir. Bundan yalnız don ve gömlek müstesnadır. Bunlar hades yerlerine yakın olduğu için içlerinde namaz kılmak mekruhtur. Ama caizdir. Zira asıl olan temizliktir. Bir de müslümanlar ganimet elbiselerini yıkamadan onlarla namaz kılagelmişlerdir. Bahsin tamamı «el-Hilye» dedir.
«el-Kınye» de beyan edildiğine göre memleketimizde dibaglanan deriler, kesildikleri yer yıkanmadığı ve dibaglanırken pislikten korunmadıkları, bilakis pis yere bırakıldıkları ve dibagat bittikten sonra dahi yıkanmadıkları halde temizdirler. Onlardan mest, tozluk, kitap kılıfı, tarak, dağarcık ve su tulumu yapmak câizdir. Yaş ve kuru olmaları fark etmez.
Ben derim ki: Bittabi bu, pisliği bilinmediği yalnız şübhe edildiği zaman câizdir.
M E T İ N :
Mezhebe göre domuzdan maadâ bütün ölü hayvanların kılı, kemiği meşhur kavle göre siniri, tırnağı ve yağlı kirden hâli olan boynuzu, insanın yolunmadık saç ve kemiği, mezhebe göre mutlak surette dişleri ve balığın kanı temizdir. Keza hayat girmeyen uzuvları hatta tercih edilen kavle göre maya ve sütü de temizdir. İnsan kulağının temiz olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. «Bedâyi»de necis olduğu. «el-Hâniyye»de ise temiz olduğu kaydedilmektedir.
«el-Eşbâh»da: «Diriden ayrılan uzuv onun ölüsü gibidir. Ancak sahibi hakkında temizdir. Velev ki çok olsun» denilmiştir. Az suya insan derisinden tırnak kadar bir parça düşmekle su bozulur, fakat tırnak düşmekle bozulmaz.
İ Z A H:
«Mezhebe göre» sözünden murad; İmam Ebu Yûsuf'un kavlidir ki zâhir rivayettir. Bu rivayet domuz kılının necis olduğunu ifade eder. «Bedâyi»de bu kavil sahih kabul edilmiş, «el-İhtiyar»da da tercih olunmuştur. Bir kimse üzerinde bir dirhemden fazla domuz kılı olduğu halde namazı câiz olmaz. Az suya domuz kılı düşse suyu pisler. İmam Muhammed'e göre pislemez. Bunu «el-Bahr» sahibi söylemiştir. «Dürer» de bildirildiğine göre İmam Muhammed domuz kılının temiz olduğunazaruretten dolayı kail olmuştur. Çünkü dikicilerin onu kullanmaya ihtiyaçları vardır. Allâme Makdisî: «Bizim zamanımızda buna ihtiyaçları kalmamıştır. Binaenaleyh temizliğine hüküm vermeye sebeb olan zaruret ortadan kalktığı için kullanılması câiz değildir» demiştir.
Sinir hakkında şârihin «meşhur kavle göre» tabirini kullanması bu babta iki rivayet olduğu içindir. Bu rivayetlerden biri onun temiz olduğunu, çünkü kemik sayıldığını, diğeri pis olduğunu, zira sinirde his ve hayat bulunduğunu ifade etmektedir. «Sirac» sahibi ikinci rivayeti sahih kabul etmiştir.
Yağlı kirden hâlı olmak kıl, kemik vesairenin hepsine şamildir. İnsanın yolunmuş yağlı saçı bundan hariçtir. Ölü hayvanın kılı temizdir. Bu babtaki Hazreti Meymune hadîsini az yukarıda görmüştük. Mezkûr hadîsin bir rivâyetinde: « Bunun ancak eti haramdır» buyurulmuştur ki etinden başka bir şeyinin haram olmadığını gösterir. Bu hükme, saydığımız cüzler de dahildir. «el-Bahr» ve diğer kitablarda bu hususa dair açık hadîsler vardır. Bir de hayvan ölmezden önce kıllarının temiz olduğu malûmdur. Öldükten sonra da hüküm budur. Çünkü kılda hayat yoktur.
Maya: Süt emen oğlağın karnından çıkan sarı bir maddedir. Bunu peynir yapmakta kullanırlar. Oğlak sütten kesilip yemeye başlayınca maya işkembe olur. Bu husustaki tercih edilen söz İmam A'zam'ındır. Ama: ben bunun tercih edildiğini görmedim. İhtimal şârih onu «Mültekâ» sahibinin tertibinden almış olacaktır. «Mültekâ» sahibi İmam A'zam'ın kavlini önce, İmameyn'in kavlini sonra zikretmiştir. Onun âdeti budur. Hangi kavli tercih ederse onu evvela zikreder. Mülteka sahibinin şerhi ile birlikte ibaresi şöyledir: «Ölü hayvanın mayası mayi bile olsa temizdir. Sütü de öyle, yani kesilmiş hayvan sütü gibidir». İmameyn buna muhaliftir. Çünkü onlara göre maya ve süt, bulundukları yerin pisliği sebebi ile necis olurlar.
Biz deriz ki: Yerin pisliği hayvanın sağlığında bir tesir icra etmez. Zira fışkı ile kan arasında çıkan süt temizdir. Öldükten sonra da böyledir. «Mevahibü'r-Rahman» adlı eserde: «Ölü hayvanın sütü ve mayası da temizdir. İmameyn bunları necis saymışlardır; muvafık olan da budur. Meğer ki maya sertleşmiş ola. Bu takdirde yıkamakla temizlenir» deniliyor ki, bu söz maya hakkında İmameyn'in kavlinin tercih edildiğini, süt hakkında ise ihtilâf olmadığını gösterir. Ve «Mültekâ» ile şerhinde bildirilene muhaliftir. Anla!
İnsanın başındaki saç temizdir. Bunu beyana hacet yoktur. Burada maksad, sağlığında başından yolunan saçtır. Bu saç necistir. Bundan da murad; sacların cilde bitişen yağlı uçlarıdır.
Ben derim ki: Şu halde bir kimse saçlarını ıslatarak tararsa. tarak dişlerinin arasında kalan saçlar az suyu ifsad eder. Lâkin Tahtâvî'nin beyan ettiği şu sözden ifsad etmediği mânâsı çıkarılır:
«Saçla birlikte ciltten çıkan şey tırnak kadar olmadıkça suyu ifsad etmez». Düşün!
İnsan dişi mutlak surette temizdir. Yani gerek kendinin, gerek başkasının, ölünün veya dirinin olsun dirhem miktarı veya daha fazla tutsun, üzerinde taşısın veya yerine kaksın fark etmez. «el-Bahr» sahibi diyor ki: «Bedâyî Kâfî ve diğer kitaplarda açıklandığına göre insan dişi temizdir. Zâhir mezhep budur; sahih olan da budur, çünkü dişlerde kan yoktur. Pisleyen ise kandır. Zahîreile diğer bazı eserlerde pis olduğu söylenmişse de bu kavil zayıftır».
İnsan kulağı hakkında Bedâyi'nin ibaresi şudur: «Diriden ayrılan cüzde el, kulak, burun ve emsalinde olduğu gibi kan varsa o cüz'ü bilittifak pistir. Saç ve tırnak gibi kansız ise bize göre temizdir.» «El-Hâniyye»de ise bilâkis temiz olduğu beyan edilmiş ve şöyle denilmiştir: «Bir kimse kulağı cebinde olarak yahud onu yerine iade ederek namaz kılsa zâhir rivayete göre namazı câizdir». Tecnîs sahibi bunun illetini bildirmiş ve: «Et olmayan şeye ölüm girmez. Binaenaleyh ölümle o şey pis olmaz» demiş; kulağı kesmenin ölüm hükmünde olduğunu anlamak istemiştir. Fakat «Bahr» sahibi. Bedâyi'deki izahat karşısında bunu müşkül saymıştır. Hilye sahibi de şunları söylemiştir: «Şübhesiz ki kulak canlı uzuvlardandır. Etten de hâli değildir. Onun için Fakîh Ebu'l-Leys pis olduğunu tercih etmiş; müteehhirîn ulemadan bir cemaat de onu tasdik eylemişlerdir». «Makdisî» şerhinde buna şöyle cevap verilmiştir:
«Ben derim ki: işkâlin cevabı şudur: Kulağı yerine iade ve kulağın yerinde durması ekseriya hayatın ona avdet etmesi ile olur. Binaenaleyh ona diriden ayrılmış demek doğru olamaz. Çünkü hayat avdet etmekle yerinden hiç ayrılmamış gibi olur. Bir şahsın öldüğünü, sonra mucize veya keramet kabilinden dirildiğini farzetsek o şahıs tekrar temiz olur».
Ben de derim ki: Kulağa hayat avdet ederse kabul ediyoruz. Fakat kulağı cebinde iken namaz kılarsa işkal yine bâkidir. En iyisi şârihin işaret ettiği «el-Eşbâh»ın kavli ile cevap vermektir. Sirac'da da böyle açıklanmış ve: «Kesilmiş kulakla kesilmiş diş, sahipleri hakkında temizdirler, velev ki dirhem miktarında fazla olsunlar» denilmiştir. «el-Hâniyye»nin sözü «Eşbah»taki kayıtla itibara alındıktan sonra «Bedâyi»'nin sözüne muhalif değildir. Diriden ayrılan parçanın ölü hükmünde olduğu hadîs-i şerifden alınmıştır. Bu hâdîsi «Hilye» sahibi. Ebu Davud'un, Tirmizi'nin, İbni Mâce'nin ve diğer hadîs imamlarının kitablarından nakletmiştir. Tirmizî onun «hasen» olduğunu söylemiştir. Hadîs şudur:
«Hayvandan diri iken kesilen parça ölüdür.»
Az suya düşen tırnak kadar insan derisi veya eti yahud yara kabuğu gibi şeyler suyu ifsad eder. Ama baştan düşen konak gibi şeyler az olursa suyu bozmaz. Tırnak düşmekle de su bozulmaz. Çünkü «el-Bahr»ın beyanına göre tırnak sinirdir. Zâhirine bakılırsa tırnağın üzerinde yağlı kır bulunduğu takdirde hükmü deri ve et gibi olur. Düşün!
Musannıfın «Balığın kanı temizdir» sözü, Kenz'in: «Balığın kanı affedilmiştir» ifadesinden daha güzeldir. Çünkü balık kanı, hakikatte kan değildir. Buna delil, güneşe karşı tutulunca beyazlaşmasıdır. Kan güneşe karşı tutulunca siyahlaşır.
METİN
Malumun olsun ki, İmam A'zam'a göre köpeğin aynı necis değildir. Fetva buna göredir. Velev ki İbn Şıhne'nin beyan ettiği gibi bazıları aynı necis olduğunu tercih etmiş olsunlar. Binaenaleyh köpek satılır, kiraya verilir, öldürülürse ödenir derisinden seccade ve kova yapılabilir. Suya düşer de diri olarak çıkarılırsa, ağzına su girmemiş olmak şartı ile kuyunun suyunu pislemez.
Silkinerek sıçrattığı su elbiseyi pislemediği gibi elbisenin üzerinde salyası görülmedikçe ısırması ile elbise pislenmez ve köpeği taşıyan kimsenin namazı bozulmaz. Velev ki büyük olsun. Hulvânî ağzının bağlanmasını şart koşmuştur. Etinin necis, kılının temiz olduğunda ise hilâf yoktur.
İ Z A H:
Köpeğin pisliği aynı necis olduğundan değil, eti ve kanı pis olduğu içindir. Köpek sağ, kan ve et yerlerinde olduğu müddetçe bunların hükümleri yoktur. Namaz kılan kimsenin iç organları gibidir. Binaenaleyh köpek diğer hayvanlar hükmündedir. Metindeki fer'î meselelerin bazılarının hükümleri kitablarda bu şekilde bildirilmiş, bazılarının bunların aksine olduğu söylenmiş, iki kavlin araları bulunmuştur. «el-Hânîyye»de köpeğin satılması öğretilmiş olmakla kayıtlanmıştır. Bunun ikinci kavle göre söylendiği anlaşılıyor. Delili aynı kitabın şu ifadesidir: «Kedi ve vahşi hayvan ve kuş, öğretilmiş olsun olmasın satılabilir.» (Bundan yalnız köpeğin öğretilmiş olanı satılacağı anlaşılıyor). Düşün!
Zâhire göre köpeğin kiraya verilmesi de öğrenmiş olmakla kayıtlıdır. Velev ki bekçi köpeği olsun. Zira kira menfaat karşılığıdır. Onun için «Umdetü'l-Müftü» adlı kitabta bu cümleden sonra: «Kedinin kiraya verilmesi câiz değildir; çünkü o öğretilemez» denilmiştir. «Valvalciyye» ve diğer bazı kitablarda: «Köpek sudan çıkarak silkinir de bir insanın elbisesine sıçrarsa onu pisler. Ama yağmurda ıslanır da silkinirse pislemez. Çünkü birincide derisi ıslanmıştır. Derisi necistir. İkincide tüyleri ıslanmıştır; tüyleri temizdir» deniliyor. Bu söz köpeğin aynı necis olduğuna göredir.
Nitekim «el-Bahr»da da böyledir. Tamamı biraz aşağıda gelecektir. Isıran köpeğin salyasının görülmesinden murad; ıslaklığın görülmesidir. Muhtar olan kavil budur. Islaklığın alâmeti el ile dokunulduğu zaman elin ıslanmasıdır. Bazıları: «Köpeğin sükûnet halinde ısırmışsa elbise pistir. Çünkü onu yaş dudakları ile tutmuştur. Kızgın iken ısırmışsa pis değildir. Zira dişleri ile tutmuştur» demişlerdir.
Köpeğini taşıyan kimsenin namazı bozulmaz. «Bedâyi»de anlatıldığına göre ulemamız: «Bir kimse cebinde köpek yavrusu olduğu halde namaz kılarsa namazı caizdir» demişlerdir. Ebu Cafer Hinduvânî cevaz meselesini köpeğin ağzının bağlanması ile kayıtlamıştır. «el-Muhit»te şöyle deniliyor: «Bir kimse üzerinde bir köpek yavrusu yahud artığı ile abdest câiz olmayan bir hayvan olduğu halde namaz, kılarsa bazıları câiz olmadığını söylemişlerdir. Esah olan şudur ki köpeğin ağzı acık ise câiz değildir. Zira salyası cebine akar ve dirhem miktarından fazla olursa pisler. Ama salyası cebine akmayacak şekilde ağzı kapalı olursa câizdir. Çünkü her hayvanın dışı temizdir; ancak ölürse pis olur. İçinin pisliği ise merkezindedir. Namaz kılanın içinin pisliği gibi onun da hükmü yoktur».
En iyisi mutlak câizdir sözünü, namaza mânî miktarın namaz bitmeden akmayacağından emin olan hakkında söylemelidir. «Bedâyi»'nin ifadesinden anlaşılan da budur. Köpeği cebinde taşımakla kayıtlamak başka şekli hariç bırakmak içindir. Meselâ köpek, seccadenin üzerine otursa ağzını bağlamak ile kayıtlanmaz. Çünkü «Zahiriyye»de açıklandığına göre kucağına elbisesi pis bir çocukoturur da kendi kendine durabilirse yahut başına pis bir güvercin konarsa namazı câizdir. Teemmül et!
Şârihin «Hulvânî» dediği zat Hinduvânî'dir. «Bahr», «Nehir» ve diğer kitaplarda bu zatın adı geçmektedir. Köpeğin etinin necis olduğunda hilaf yoktur. Onun için ulema, etinden doğan artığının necis olduğuna ittifak etmişlerdir. Şu halde aynının temizliğinden murad; diri olduğu müddetçe zâtının temizliğidir. Cildinin temizliği dibâgat ve kesmekle olur. Canlı sayılmayan cüzleri ise sair yırtıcılar gibidir. Köpeğin tüyleri hilâfsız temizdir. Bu meseleyi «el-Bahr» sahibi, yukarıda geçen «Valvalciyye» meselesinden almıştır. Valvalciyye'nin söyledikleri köpeğin necis aynı olduğuna göredir. Orada köpeğin tüyleri temizdir, demiştir. Bir de «Sirac»dan olmuştur. «Sirac»da: «Köpeğin cildi necis, tüyleri temizdir. Muhtar kavil budur» denilmektedir. Çünkü cildinin pisliği aynının kendinin pisliğine binaendir. Bu suretle aynının kendinin necis, tüylerinin temiz olduğuna ittifak edilmiş olur. «Sirac»ın ibaresinden anlaşıldığına göre köpeğin aynı necis olduğunu söyleyenler, tüylerinin temiz olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Muhtar olan kavil temiz olmasıdır. İttifaktan bahsedilmesi buna dayanır. Lâkin bu müşkildir. Zira aynının necis olması bütün cüzlerinin necis olmasını iktiza eder. ihtimal «Sirac»ın sözü, ölü köpeğe hamledilmiştir. Ama yukarıdaki Valvalciyye'nin söyledikleri buna aykırıdır. Evet, «el-Minah» nâm eserde şöyle deniliyor: «Zahir rivayet mutlaktır. Fark yapmamıştır. Yani ıslanan köpek silkinir de bir insanın elbisesine sıçrarsa onu pisler. Islaklığın cildine işleyip işlememesi fark etmez». Bu söz tüylerinin de necis olmasını iktiza eder. Teemmül et!
METİN
Misk temizdir, helâldir. Her hâl ve kârda yenilir. Miskin yatağı (yani torbacığı) dahi esah kavle göre mutlak surette temizdir. Bunu «Fethü'l-Kadir» beyan etmiştir. «El-Eşbah»'da zebad'ın (yani misk kedisinden çıkarılan misk'in) de öyle olduğu bildirilmiştir. Çünkü kokuya inkılâp eder. Eti yenilen hayvanın sidiği hafif necaset olmak üzere pisdir. İmam Muhammed temiz olduğunu söylemiştir. Ama Ebu Hanife'ye göre gerek tedavi için, gerekse başka bir niyetle asla içilemez.
FER'İ BİR MESELE: Haramla tedavi hususunda ihtilâf edilmiştir. Zahir mezhebe göre memnudur. Nitekim «El-Bahr»ın süt emme bahsinde beyan edilmiştir. Lâkin musannıf süt bahsinde olsun. burada olsun söylediklerini Hâvî'den nakletmiştir. Bazıları: «Haramda şifa olduğu bilinir:başka ilaç da bilinmezse tedâviye ruhsat verilir. Nasıl ki susuz kalan bir kimseye şarap içmek için ruhsat verilmiştir» demişlerdir. Fetva buna göredir.
İZAH
Misk temiz ve helâldir. (Gazal denilen hayvanın kanından hasıl olup bir torbacığın içinde bulunur.) Aslı itibariyle kan da olsa değişmiş, temiz olmuştur. Nitekim insan pisliğinin külü de temizdir. Değişmeden murad; hal değiştirerek koku olmasıdır. Bize göre misk temizleyici şeylerdendir. Musannıf «helâldir» tabirini ziyade etmiştir. Çünkü temizliği helâl olmasını icap ettirmez. Nitekim toprak da temizdir, fakat yenilmesi helâl değildir. «Hilye»'de şöyle deniliyor: Peygamber (s.a.v.)densahih rivayetle nakledilmiştir ki «Misk, kokuların en güzelidir».
Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir. Nevevî misk'in temiz olduğuna ve satılmasının cevazına müslümanların icmâ'ı bulunduğunu nakletmiştir. Misk her halükârda yenir. Yani yemeklerde, ilaçlarda zaruret olsun olmasın kullanılabilir. Kâmus'ta beyan olunduğuna göre kalbi kuvvetlendirir; kalb çarpıntısına iyi gelir; bağırsaklardaki şişkinliği giderir. Misk torbacığı mutlak surette temizdir. Yani yaşı ile kurusu, kesilmiş hayvandan alınması ile ölü hayvandan alınması arasında bir fark bulunmadığı gibi, ıslanmış olsa, bozulacak olanı ile bozulmayacak olanı arasında da fark yoktur. Bundan anlaşılır ki «Dürer»deki: «Kesilmemiş hayvandan alınan yaş misk temiz değildir» ibaresi esah kavle aykırıdır.
Esah kavli «Fethü'l-Kadîr»den maadâ «Zeylaî», «Sadru'ş-Şeria» ve «Bahr» sahibi de beyan etmişlerdir. «Eşbâh» da zebâdın, «ed-Dürrü'l-Müntekâ»da amberin de böyle olduğu kaydedilmiştir. «Fethü'l-Kadir» ve «Hilye»; sahibleri zebâd'ın temiz olup olmadığını araştırdıklarını, fakat bu hususta bir nakil bulamadıklarını söylemişlerdir. Lâkin «Eşbâh» şer hinde. «Cevâhiru'l-Fetâvâ»'dan naklen «Hızânetü'r-Rivâyât» sahibinin şu sözleri kaydedilmiştir:
«Zebâd temizdir. Bu, bir kedinin teridir ve mekruhtur denilemez. Çünkü ter de olsa değişmiş ve kerahatsiz temiz olmuştur». «el-Mevâhib» şerhinde: «Bunu güvenilir bilirkişilerden mürekkep bir cemaattan işittim. Zebâc kedinin teridir dediler. Şu halde temizdir» ibaresi vardır. «el-Munhâciye» de: «Misk temizdir. Çünkü aslı kan da olsa değişmiştir. Zebad da temizdir. Amber de öyledir» denilmektedir. İbn Şıhne'nin «Elgâz»ında: «Bazılan misk ile amberin temiz olmadığını söylemişlerdir. Zira misk diri bir hayvandan çıkarılır; amber ise bir deniz hayvanının pisliğidir» denilmişse de bu söze itibar ve iltifat olunmaz. Nitekim Kâdıhan da böyle demiştir.
Ambere gelince : Sahih kavle göre zift gibi denizde bulunan bir maddedir. Bunların ikisi de temiz ve kokuların en güzellerindendir. İbn Hâcer'in «Tuhfe»sinde: «Amber fışkı değildir. O denizde bir nebattır» deniliyor.
İmam Muhammed: «Eti yenilen hayvanların sidiği temizdir» demiştir. Delili Ureneliler hadîsidir. Urene kabilesinin halkı hastalığa tutulmuş; Peygamber (s.a.v.) onlara develerinin sidiklerini içmeleri için ruhsat vermiştir. Bu kavle göre içine yenilen hayvan sidiği karışan su, sidiğe galip olup onu temizleyici olmaktan çıkarmadıkça pislenmez. Ama kitabların metinleri Şeyhayn'ın kavli üzere yazılmıştır. Bu sebepten «imdât» nam kitabta: «Fetvâ Şeyhayn'ın kavline göredir» denilmiştir.
Ebû Hanîfe'ye göre eti yenilen hayvanların sidikleri pistir. Bu hükümde Ebu Yûsuf da onunla beraberdir. Delili: «Bevlden korunun!» hadîsidir. Ancak tedavi için içilmesine cevaz verilmiştir. Bu babta onun delili de Uraneliler hadîsidir. İmam Muhammed ise mutlak surette câiz olduğunu söylemiştir. İmam A'zam Uraneliler hadîsi ile istidlâle şöyle cevap vermiştir:
«Peygamber (s.a.v.) develerin sidiğinde Uranelilere şifa olduğunu vahiy sureti ile bilmiştir. Başkaları hakkında şifa olduğu yüzde yüz bilinemez. Zira bu hususta müracaat edilecek yer doktorlardır. Onların sözü ise hüccet değildir. Hatta helaki defetmek için haram yemek yüzde yüzbelli olsa, yenilmesi helâl olur. Nitekim zaruret anında ölü eti yemek, şarap içmek bu kabildendir». Meselenin tamamı «Bahr»'dadır.
Haramla tedavi hususunda ihtilâf edilmiştir. «Nihâye»de «Zahîre»den naklen: «Başka bir ilâç bilinmez; haramda şifa olduğu bilinirse câizdir» denilmiş; «Haniyye»de Peygamber (s.a.v.)'in: «Şübhesiz Allah sizin şifânızı size haram kıldığı şeylerde halketmemiştir» hadis-i şerifinin mânâsını beyan ederken: «içinde şifa bulunan haramla tedavide beis yoktur. Nasıl ki «Hidâye» sahibi dahi «Tecnîs» adlı eserinde şunları söylemiştir: «Bir kimsenin burnu kanar da şifa dileği ile alnına ve burnuna kanla Fatiha'yı yazarsa câizdir. Şifa olduğunu bilirse sidik ile yazmaktan da beis yoktur. Lâkin böyle bir şey nakledilmemiştir. Cevazın sebebi şudur: Tedavide haram hükmü sakıttır. Nasıl ki susuz kimseye şarabın, aç kimseye lâşe yemenin helâl olması böyledir». Seyyidi Abdülganî diyor ki: «Ulemanın bu meseledeki ihtilâfları açık anlaşılamıyor. Çünkü zaruretten dolayı câiz olacağında hepsi ittifak ediyor. «Nihaye» sahibinin bilgiyi şart koşmasına ondan sonrakinin şifayı şart koşması aykırı değildir. Onun için pederim «Dürer» şerhinde (Gerek tedavi için sözü zanna hamledilir. Yoksa yakînen bilindiği zaman câiz olması bilittifaktır. Nasıl ki «el-Musaffâ»da da açıklanmıştır) demiştir».
Ben derim ki: Bu söz açıktır. İstidlâl hususunda İmam A'zam'ın yukarıda geçen kavline muvafıktır. Lâkin biliyorsun ki doktorların sözü ile yüzde yüz ilim hasıl olmaz. Zâhire göre tecrübe ile yakîn ilim değil, galebe-i zan hâsıl olur. Ancak ilimden galebe-i zannı kastederlerse bir diyeceğim kalmaz. Bu da ulemanın sözlerinde yaygın haldedir. Düşün! 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...