TAKSİM (KISMET) KİTABI
BEŞİNCİ BÖLÜM
BEŞİNCİ BÖLÜM
İZAH
«Malların
korunması için ise ilh...» Bu Valiciye'de ve diğerlerinde hikâye edilen
üç şeyden birisidir.
İkincisi
de, mutlaka emlâk üzerine taksim edilir. Üçüncü görüş de bunun aksidir. Yalnız
zamanımızdaki em-lâkin veya insanların korunması
için. alınan paranın bilinmesi hususun-daki söz
kaldı.
Ki bu da çetindir. Zira zalimler köy halkından veya ma-halle veya sanat ehlinden belirli
zamanlarda
muayyen veya gayri mu-ayyen, sebebli veya sebebsiz mal almaktadırlar. Ben
Hamidiye'nin
tak-sim bahsinin sonunda özeti şu
olan meselenin izahını görmedim. Babamın yaptığı
açıklama şöyledir: Kaide şudur: Eğer emlâkin köy halkına izafesinden kat-i nazar edilirse o zaman o
köy halkı göçebe yaşayan Türkmenler ve Araplar gibi olurlar ki, alman şey onlara nüfus başına
da-ğıtılmaz.
Ancak sultanın Türkmenlerden taleb ettiği gibi, meselâ onların hırsızlığından, adam
öldürmelerinden
ve hırsızlığa ve adam öldürmeye
karşı müdafaa yapmadıkları için
aldığı cerime
gibi
taksim edilir. Bir de onların misafirlere kıyam ettikleri gibi. Ancak yem olacak şeyler
Türk-menlerden
alınmaz. Çünkü Türkmenler ekin etmezler. Valinin aydan aya aldığı ve bunun
dışında
saman, arpa, odun ve zahire gibi
mülkiyet sebe-biyle aldığı da herkesin mülküne göre
aralarında taksim edilir. Düşün.
«Çocuk
ve kadınlar dahil olmaz ilh...» Acık olan şudur ki, çocuk ve kadınların dahil olmaması, eğer
ödenecek
para insanların nefsinin korun-ması için ödenirse söz konusudur. Çünkü illet bunu
göstermektedir.
Velvaliciye'de
şöyle denilmiştir: «Eğer o vergi mülklerin korunması için ödeniyorsa, herkes
mülkünün
miktarı kadar öder. Zira o ödenekler mülkün korunması içindir. O takdirde o ödenekler
bir
araziyi sulamak için kazılan kanala benzer. Bu da sudan faydalanacak arazi sahiplerin-den arazi
miktarları
kadar alınır. Eğer ödenen para bedenlerin korunması için ödeniyorsa, o zaman düşman
tarafından
saldırıya uğrayacak insan-ların sayısına göre taksim edilir. Çünkü bu insan başına göre
sarfedilen
bir paradır. Bunda da kadın ve çocuklara birşey yoktur. Çünkü kadın ve çocuklara
taarruz
edilmez.»
«Geminin
batmasından korkulursa ilh...» Bu bahsi Eşbah, Kâriü'l Hidâye'nin Fetâvâ'sından
nakletmiştir.
«İttifak
etseler ilh...» Bu sözden anlaşılıyor ki, onlar eşyaları gemi-den atmakta ittifak etmeseler,
böyle olmaz. Belki kim eşyayı atmışsa, onu atan tazmin eder. Zahidi, Havî'de bunu açıklamış ve
şöyle demiştir: «Ge-mi batmaya yakın ölse, gemideki kimsenin bazısı birisinin buğdayın; ge-mi
hafifleyinceye kadar denize atsa, buğdayın attığı haldeki kıymetine zamindir.» Remlî, Eşbah üzerine.
Zahidî'nin,
«Attığı haldeki» sözü, kıymete mütealliktir. Yani o
bat-mak üzere olduğu kıymetini öder.
Nitekim
bu konuyu sarih gasb kitabın-da zikretmişti.
Sonra
Remlî şöyle demektedir: «Bundan
anlaşılıyor ki, gemide malı olup da kendi olmayan ve
atmakla
izin vermeyen gaib kimsenin üzerine tazminat yoktur. Eğer izin verirse, yani, «Eğer gemi
batmaya yüz tutar-sa atın.» dese, onun izni muteber
olur.
«İnsanların sayısınca ilh...» Buradaki atılmanın özellikle insanların nefislerini korumak için atılması
kaydıyla kaydedilmesi gerekir. Nitekim sarihin açıklamasından da bu anlaşılıyor. Ama gemiden
atılan
şeyler sırf emtianın korunması için
atılırsa, meselâ insanlardan korkulmasa da emtiadan
korkulsa,
yeni yer öyle bir yer olsa ki orada insanlar boğulmaz, fakat emtia telef olmaz. O zaman o
mal
miktarıncadır. Ama eğer geminin batmasında hem insanlardan, hem de maldan korkulsa,
insanla
malın ko-runması için ittifak ettikten sonra emtiadan bir kısmını atsalar. o zaman onların
hem
mallan, hem sayıları kadar tazmin
•ettirilir. Bunlardan birisi gaib olsa, gemi batacağı zaman
atmaları
için verse, onun yalnız malına itibar edilir, nefsine değil. Ama birisi de hem kendi, hem
malı
gemide olsa, hem kendine, hem malına itibar edilir. Yalnız kendi başına olan adamda da yalnız
nefsine
itibar edilir. Ben bu tahriri başka birisinden görmedim. Şu kadar var ki, ben bu yazıyı illetten
aldım.
Düşünülsün. Remlî, Eşbah üzerine. Hamevî ve diğerleri de bunu ikrar etmişlerdir.
«Ortaklı
bir bina kendiliğinden yıkılsa ilh...» Şeyh Şerâfeddin bun-dan şu
meseleyi istisna etmiştir:
İki
yetim çocuk arasında müşterek bir
duvar olsa, o duvarın yıkılmasından korkulsa, o duvarı Öyle
terketmekte
çocuklara da zarar olsa, onların her ikisinin de vasisi bulunsa, vasiler-den bir tanesi
diğer
vasi ile birlikte o duvarı yeniden yapmaya zorlanır. Bu, iki mâlikten birisinin yapımından
kaçınması gibi değildir. Çünkü o yapımından kaçındığı zaman zararın kendisine ulaşmasına razı
olmak-tadır.
O zaman ona zorlanamaz. Bu meselede ise zarar küçük çocuğa-dır. Çocuğun rızası da
muteber
değildir. Bundan ötürü vasisine duvarı yapması için zorlanır. Hâniyed'e olduğu gibi.
Vakfın
da yetim malı gibi olması
gerekir. Ebussuud.
Özetle.
«Taksimi kabul etmezse, yapar ilh...» Şeyh Salih'in Eşbah üzerindeki haşiyesinde şöyle denilmiştir:
«Musannif
taksimi kabul etmeyen mülk-te
zorlanmamayı mutlak bir şekilde
ifade etmiştir. O zaman
bu,
binanın hepsi yıkılsa ve sahra olması veya ondan az birşey kalması şekillerini de kapsamına
alır.»
Hülâsa
adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bir değirmen veya hamam kendiliğinden yıkılsa,
ortaklardan
birisi yapmaktan kaçınsa zorlanır. Eğer hamam veya değirmenden birşey kalmışsa.
Ama
hepsi! yıkılmış ve arsa halini almışsa, diğer ortağa yapılması için zorlanmaz. Ortak fakir ise,
ona,
«Sen
sarfet .diğerine borç olsun.» denilir.»
Yine
Hülâsa'da şöyle denilmektedir: «Ortaklardan birisi ekini sula-maktan kaçınsa hâkim tarafından
zorlanır.
Fetâvâ'da hâkimin edebleri bahsinde, «zorlanmaz» denilmiştir. Şu kadar var ki, diğer
ortağa,
«Sen sula ve sarfet ,sonra sarfettiğinin yarısını rücu et, ortağından al.» deni-lir.» Ebussuud.
Ben
derim ki: Hülâsa'da olandan şu istifade edilir ki, eğer adam fa-kir ise zorlanmaz. Düşünülsün.
Açıktır
ki, hamam ve benzeri taksim edilemeyen şeyler, hepsi yıkıl-sa ve sahsa olmuş olsa, o zaman
taksim
edilen kısımdan olur. Nitekim fakihler bunu açıkça söylemiştir. O zaman da artık musannifin
ıtlağı
üze-rine bu reddolunmaz. Zira
musannifin sözü taksimi kabil olmayan emlâk-tedir. Sen anla.
Hülâsa'nın
ikinci sözünün acık anlamı da şudur: Zorlama; darb veya hapisle yapılır. Hülâsa sahibi
başka
bir yerde zorlamayı hâkimin emri ile
tafsil etmiştir. Yani hâkim
öteki adama, «Sen tarlayı sula,
sarfettiğinin
yarısını rücu ederek diğerinden
al.» der. Bunun benzeri Bezzâziye'de de mevcuttur.
Düşün.
Sarihin
zikrettiği yakında Vehbâniye'den naklen gelecektir.
BİR
TAMAMLAMA: İki kimsenin müşterek bir tarla üzerinde ekin-leri olsa, tarlayı değil, o ekini
taksim
etmeyi taleb etseler, o ekin eğer bakliyat cinsinden birşey ise ve onu
sökmeye de ittifak
ederlerse, caiz-dir. Eğer onun kalmasını ikisi birden veya yalnız birisi şart kılsa, ekin yetişmiş de
olsa,
yine o taksim caiz değildir. Eğer
onun hasadını şart kılmış olsalar imamların ittifakı ile caizdir.
Ama
taksimi isteseler, fakat ekinin tarlada kalmasını şart kılsalar İmameyne göre caiz değildir.
İmam
Muhammed'e göre ise caizdir. Hurma ağaçlarındaki tomurcuğun hükmü de gecen açıklama
üzerinedir.
Eğer
onun taksimini hâkiminden taleb etseler, ortaklar tomurcuğun ağaç üzerinde kalmasını şart
kılarlarsa, hâkim taksim edemez. Ama to-murcukları koparmak şartına gelince, bu iki rivayet
üzerinedir.
Rivayet-lerin birinde caizdir, diğerinde değildir. Bu taksimi ortaklardan birisi ta-leb
ederse,
mutlaka taksim edemez. Tatarhâniye.
«Kendi
mülkünde tasarruf edebilir ilh...» Eğer buradaki mülken, menfaat mülkiyetini de içine alacak
bir
mülk irade edilirse, oturma ve istiğlal için vakfedilen
mülkü de kapsamına alır. Bunu Hamevî
ifade
et-miştir.
«Musannif
diyor ki ilh...» İbni Şıhne bunu üç
imamımızdan ve Züfer ile İbni
Ziyâd'dan da nakletmiş
ve
demiştir ki: «Ancak benim de meylettiğim ve babama uyarak fetva verdiğim bu zahiri rivayettir.»
Bu,
İmadiye'de de kıyas olarak sayılmıştır. Sonra İmadiye sahibi şöyle demiştir: Şu
kadar var ki,
zararı
başkasına açık bir şekilde gecen yerlerde kıyas terkedilir. Meşâyihimizin çoğu görüşü
tutmuşlardır.
Fetva da da bu an-cak bu görüş
üzerinedir. Bu da üçüncü görüştür.
Allame Birî şöyle
der:
«müteahhirû fakihlerin görüşü şu noktada toplanmıştır: İnsan kendi mülkünde, diğerinin
binasının
yıkılmasına veya zayıf düşmesine
veya in-tifadan tamamen kesilmesine veya ışığının
tamamen
kesilmesi gibi aslî ihtiyaçlardan birinin yok olmasına
sebeb olan açık bir zarar yoksa
tasarruf
edebilir. Fetva da bunun
üzerinedir.»
Şeyh
Salih'in haşiyesinde şöyle
denilmektedir: «Adamın mülkünde
tasarrufuna engel olmak
istihsânîdir.
Benim meylettiğim görüş,
tasarru-fundan dolayı açık bir zarar olursa, men edilir
görüşüdür.»
Rum
diyarı müftüsü Ebussuud da
bununla fetva vermiştir. Bizim za-manımızda amel de bu görüş
üzerinedir.
Şurunbulâliye'de bu yolda yü-rümüştür. Musannif da kaza kitabının müteferrik meseleler
kısmında
ay-nen böyle demiştir. Sarih de orada buna razı olmuş ve sonra şöyle de-miştir: «Mâlikin
mülkünde
tasarrufları komşusunun verir mi
vermez mi meselesi kapalı kaldı. Eşbah mülkünde zarar
muhaşşisi
bunu yukarı kat ile aşağı kat meselesine kıyas ederek men edilmesini yazmıştır. Çünkü
aşağı
kat eğer yukarıya zarar verirse, yükseltilmez. Eğer zararı olup ol-mayacağı güç olursa, tercih
edilen
görüş üzerine hüküm yine böyledir.»
«Vehbâniye
ve şerhinde ilh...» Gelecek altı beyitten ilk üçü Vehbaniye'nindir. Diğer üç beyitte onun
sarihi
İbni Şıhne'nin nazmıdır. Şu ka-darı var ki İbni Şıhne burada yazmış olduğu son beyti burada
olmayan
birkaç beyitten sonra yazmıştır. Sen
anla.
«Birisi
kendi tarlasında pirinç ekse, komşusu zarar bile görse engel olmaz ilh...» Bu «Engel
olamaz»
sözü zahiri rivayet üzerinedir. Ama fetva tafsilatla verilir. Şurunbulâliye.
«Bir
duvar ilh...» Yani onun üzerine birisi kirişini koysa, diğer ortak onu kaldırmaya yetkili değildir.
İbni
Şıhne diyor ki: «Eğer duvar onu ta-şırsa.
Bezzâziye'de olduğu gibi. Diğer ortağa da «Dilersen
sen
de bir ki-riş koy.» denilir. Bu
mesele şunun aksinedir: O duvarın üzerinde her iki-sinin de kirişi
olsa,
ortaklardan birisi arkadaşından fazla olarak bir kiriş koymak istese veya o kiriş üzerine bir
sütre
yapmak istese, veya bir pencere veya bir kapı açmak istese, diğer ortak buna engel olur.
Çün-kü
kıyas müşterek mülkte tasarrufu men eder. Ancak biz, birinci meselede zarureten kıyası
terkettik,
zira çoğu kez ortağı ona izin vermez, onun o duvardan yararlanması da muattal olur.»
Manasıyla
aktarılmıştır.
«Duvarı
ortaklardan birisi yükseltemez ilh...» Bunun şekli şöyledir: İki kişi arasında insan boyu
müşterek
bir duvar olsa, ortaklardan
birisi bunu yükseltmek istese, diğeri istemese, men edebilir.
Zahire
ve diğer kitaplar.
İbni
Şıhne, Muhammed'in rivayeti olduğu için önce zikretmekle ve ikinci görüşü de «kıyle» ile tabir
etmekle,
birinciyi tercih ettiğine işaret
etmiştir. Sonra da men etmeyi adetten fazla bir yükseltme ile
takyidini naklederek iki görüş arasında uygunluk sağlamıştır. Ibni Şıhne buna da dayanarak bir
beyit nazmetmiş ve Vehbâniye'nin nazmını
değiştirmiştir.
Sanıyorum
ki sarih İbni Şıhne'nin bu nazmına,
birinci görüşün şekli açık olduğundan dayanmıştır.
Çünkü
duvarı yükseltmek, zaruretsiz olarak müşterek bir mülkte tasarruftur. O zaman aslı üzerine
bakı
kalır ki, bu da mendir. Bundan ötürü Hâniye'de duvarlar konusunda aslı üzerine ih-tisar
edilerek denilmiştir ki: «Müşterek duvarın sahiplerinden bir tanesi ister ortağına zarar versin, ister
vermesin,
izin almadan ziyadeleştiremez.»
Hayriye'de şöyle denilmiştir: «Bunun benzeri birçok kitapta vardır. Bunda fıkıh şudur ki,
ortak
duvarı
yükseltmek bir diğerinin mülkünü izin-siz olarak kullanmak olur. Bundan da men edilir. Bu
men
edilmeye de hiç şüphe yoktur.»
«Hamam
gibi taksimi mümkün olmayan ilh...» Yani ortak mermer döşetmeye engel o zaman hâkim
onu
kiraya verir ve alınacak kira üc-reti ile onu tamir eder. işte bu da Hâniye'de hikâye edilen iki
görüşten
birisidir.
«Tercih
edilen görüşe göre sarfettiği meblağı ilh...» Bu da ikinci gö-rüştür Hâniye'de deniliyor ki:
«Fetva
da bu görüş üzerinedir.» İbni Şıhne
«Razı olandan maksat mermer düşmesine razı olan
kimsedir.
Bu da onun karşısında olan kaçınma kelimesinden anlaşılmaktadır. Yani bina yapanın
sarfettiği
kendisine has olan şeyde zarar etmezden önce, ona engel olur.»
Bunun
özeti şudur: Hâkimin izni ile
mermerletip yaptırmaya razı olan kimse sarfederek yaptırır ve
tamirinden
kaçman kimsenin intifama da kendisine mahsus olan parayı ödemediği sürece engel
olur.
İbni
Şıhne diyor ki: «Mermer ve tamir ile
kayıttan anlaşılan, eğer bi-nanın
hepsi yıkılmış olsa, ta ki
bir
sahra olsa, onda zikredilen ihtilaflar cari olmaz. Nitekim bu Bezzâziye'de de belirtilmiştir.»
Zir
o tamamen yıkılıp sahra halini
alınca emlâkin taksim edilen kıs-mına girer. Nitekim biz bunu
zikrettik.
«Sarfettiğini
alır ilh...» Bunu İbni Şıhne, Vehbâniye'nin bir beytini açıklamak için eklemiştir.
Vehbâniye'nin
beyti şöyledir: «Yukarı katın sa-hibi aşağı katın sahibine, eğer alt katta olanın bir
müdahalesi
yoksa, bi-nanın yapılmasını ona ilzam
ettirmez.» Mesele
Zahiriye'den alınmıştır. Alt
katın
sahibinin müdahalesi olmadan, alt kat kendi kendine yıkılmış olsa, onun sahibi yapması için
zorlanamaz.
Üst katta olana «Sen menfa-atine ulaşman için altı kendi malından yap.» denilir. O da
hâkimin
izni veya ortağının emri ile yaparsa binanın yapımında sarfettiğini rücu
ede-rek alt katın
sahibinden
alır. Eğer hâkimin izni veya ortağın emri olmaz-sa binanın yapıldığı vakitteki kıymetini
alır.
Ancak fetvaya esas olan ve tercih edilen görüş de budur. O zaman binayı yapan üst kat sahibi
hâki-min
zorlaması ile hakkını alt katın sahibinden alıncaya kadar, yararlan-masını engel olur.
Ama
eğer alt katın sahibi kendi yıkarsa, o zaman binayı yapmakla sorumlu tutulur. Çünkü hak
edilen
bir hakkın yok olmasına sebeb
olmuş-tur. Bir de, üst katın sahibi yararlanmasına ancak alt
katın
yapılmasıyla ulaşabilir. Sarih bu açıklama ve tashihi yukarıdaki beyitle nazmetmiştir.
Şarih
İbni Şıhne bu açıklamayı yine duvar hakkında da nakletmiştir. îşte bu mesele şârihinEşbah'ta
naklen
zikrettiği meselenin kendisidir. Sarihin ifadesinin açık anlamı bu hükmün alt kat ile duvara
has
olma-masıdır. Allah daha iyisini
bilir.