EŞRİBE (ŞARABLAR) BAHSİ
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Evet,
Şâfiîler açıkça: «İbret insanların galibine nazaran aklı gaib edenedir, adete değildir»
demişlerdir.
«Haşîşe kenevir yaprağıdır ilh...» İbnu'l-Baytâr dedi ki: «Hindistan
kınnabı (keneviri)nin bir nevi
vardır,
ona «haşîşe» deniliyor. İnsanı cidden
sarhoş eder. Bir dirhem kadar azıcık bir miktar aldığı
zaman
insanı sarhoş eder. Hatta ondan çok alan bir kimseyi o akılsızlık hududuna vardırır. Bir
kavim
bunu kullandı, akılları karıştı. Hatta çoğu zaman onları öldürdü. Hatta İbn-i Hacer bazı
âlimlerden
naklediyor ki: Haşîşe'yi yemekte 120 dînî ve dünyevi zarar vardır. İbn-i Teymiye'den
nakledildiğine göre: «Kim ki haşîşe helâldir, derse o kâfir olur.» Dedi ki: «Onun mezhebinin ehli
onu
o şekilde kabul
etmiştir.»
Onun
benzeri bizde de
gelecektir.
«Afyon ilh...» Afyon, haşhaşın özüdür. İnsanı kederlendirir. Eğer insan buna devam ederse iki
şehvetini
de düşürür. İki dirhem kadar alındığı takdirde insanı öldürür. Arka arkaya dört günden
fazla
afyon yediği takdirde, onu âdet edinmiş olur. Ve ondan sonra terk ederse ölüme götürebilir.
Çünkü
o, iç organların torbalarında
küçücük delikler açar ki ondan başkası o delikleri kapatmaz.
Dâvûd'un
Tezkire'sinde böyle yer almaktadır.
«Çünkü
o aklı ifsâd edicidir ilh...» O aklı öyle ifsâd eder ki, kişi onu aldığı zaman rüyâ görür, hayal
görür,
aklı tamamen fâsid olur.
Cevhere.
«Sarhoşluk
verirse dahi ilh...» Çünkü Şeriat yenilen maddelerden değil de içilen şeylerden
sarhoşluk
veren şey dolayısıyla haddi vâcip
kılmıştır. İtkânî.
«Cevhere'de
böyledir, ilh...» sözüne gelince, bu işaret, «benç va benzerleri harâmdır» ibaresine
racidir.
«Tîb
Cevizi de haramdır, ilh...» Anber ve zaferan da bunun gibidir.
Nitekim İbn-i Hacer Mekkî'nin
Ez-Zevâzîr'inde
de böyle yer almaktadır. İbn-i
Hacer dedi ki: «Bunların tümü sarhoş edicidirler.
Burada
onların (âlimlerin), sarhoş edici'den maksatları aklı örtmektir. Yani şiddetli bir neşe ile
birlikte
olmasına gerek yoktur. Çünkü bu tür
neşe, sıvı sarhoş edici maddelerin özelliklerindendir.
Binaenaleyh
bunlara: «mukaddire» yani «bedeni
gevşetici, dondurucu» demek buna
ters düşmez.
Binaenaleyh
hamr için gelen vaîd (tehdit)ler, o futuret verenlerin de hakkında varid olmuş oluyor.
Çünkü
ikisi de Şârî'in kastettiği manada aklı izale etmekte ortaktırlar.»
Ben
derim ki: Pamuk çiçeği de bunun gibidir. Çünkü o da kuvvetli bir şekilde neşe veriyor. O kadar
ki
insan sarhoşluk mertebesine varıyor. Nitekim Tezkire'de bu hüküm yer almaktadır. İşte bunların
tamamı
ve benzerlerinin sarhoşluk verici
miktarının kullanılması haramdır. Ama azı, daha önce de
takdir
ettiğimiz gibi, haram değildir.
Anla.
Benc,
afyon ve başka maddelerden terkip edilerek meydana getirilen Berş de bunun gibidir.
belki
bundan
daha ileridedir. Et-Tezkire'de Davud-i Antâki dedi ki: «Bunu daimi bir şekilde alan bir
kişinin
bedeni ve aklı ifsâd olur. İki şehveti de düşer, rengi bozulur. Kuvvetleri eksilir ve beden
halsiz
düşer. Şu anda ondan bir çok zararlar meydana
gelmiştir.»
«Bunu
musannıf dedi ilh...» Musannıf'ın
ibaresi şöyledir: «Haramlık noktasında Tîb Cevizi denilen
ceviz
de esrar gibidir. Şafiî âlimlerinden bir çoğu onun harâm olduğuna fetvâ vermişlerdir.
Mekke'de
mücâvir bulunan İbn-i Hacer Heytemî
de bunu açıkça fetvâlarında
belirtmiştir. Şeyh
Kemaleddin
bin Ebî Şerîf bu hususta yazmış
olduğu Risâle'de bunu söylemiştir. Bizim mezhep
mensuplarından
Aksarâyî de bunun haram olduğuna
fetvâ vermiştir. Ben onun fetvâsını mübarek
hattıyla gördüm. Fakat o bunun haramlığı, esrarın haramlığından daha hafiftir, AIIah hakikati daha
iyi bilir.»
Ben
derim ki: Şarih bunun dört
mezhebe göre haram olduğunu ileride zikredecektir.
«El
Cami'den» kasıt Câmiu'l-Fetâvâ'dır.
«O
zındık ve bid'atçıdır ilh...»
El-Bahr'da denildi ki: «Âlimler onun boşamasının da bu durumda
geçerli
olduğunda ittifak etmişlerdir. Yani esrar yiyen bir kimsenin boşaması geçerli olur. Bu hem
Şâfiî,
hem de Hanefî âlimlerinin fetvâsıdır. Çünkü onlar haşhaşın haram olduğuna dair fetvâ
vermişler,
«onu satana tedip edilecektir» demişlerdir. Hatta şunu da dediler: «Onun helâl olduğunu
söyleyen bir kimse zındıktır. Nitekim bu hüküm El-Mubteğâ'da yer almıştır.
Muhakkik İbn Hümân
Fethu'l-Hadîr'de
ona tabi olmuştur.»
«Hatta
Mecmu'ddin Ez-Zâhidî dedi ki
ilh...» Bunu musannıf faziletli bazı kişilerin el yazmalarından
nakletmiştir.
Fakat Er-Remlî, Necmuddin Ez-Zâhidî'nin bu görüşünü
reddetmiştir. Buna iltifat
edilmez,
güvenilmez. Çünkü küfür, ancak
kesin meselelerin birisini inkârla oluşur. Halbuki esrarın
kesin
delille haram olduğu söz konusu değildir. Özetle.
Ben
derim ki: Bunu daha önce metinde geçen ifadeler desteklemektedir. Metinde şöyle geçmişti:
Bu
haram olan dört çeşit içkinin haramlığı hamrın haramlığından daha hafiftir. Binaenaleyh bunları
helâl
gören bir kimse kâfir olmaz.
Evet,
bu sebeple böyle bir kişi hakkında
«zındık» diye hüküm vermek de müşküldür. Fetih, Bahr ve
başka
kitaplarda aksi kabul edilmesine rağmen böyledir. Zındık ise öldürülür, tevbesi kabul
olunmaz.
Lakin ben İbn-i Hacer'in
Zevâcir'inde şunu gördüm : «El-Karâfî ve İbn Teymiye esrarın
haram
olduğunda icmâ olduğunu hikâye
ettiler. İbn Hacer dedi ki:
«Binaenaleyh
kim ki onun helâl görürse küfre
girmiş olur.» Ve yine dedi ki:
«Dört
İmâm bu esrar hakkında bir şey söylememişlerdir. Çünkü bu onların zamanında yoktu. Bu
ancak
altıncı yüzyılın sonunda ve yedinci yüzyılın başında ve İslâm memleketini Tatarların istilâ
ettiği
zamanda ortaya çıktı.» İfadesi aynen
böyledir.
Düşünülsün.
«Tütün
ilh...» Derim ki: Âlimlerin tütün
hakkındaki fikirleri karmakarışıktır. Bazıları mekrûh, bazıları
haram
bazıları da mubâh olduğunu
söylemişlerdir. Bu hususta müstakil
kitaplar da yazılmıştır.
Şurunbulâli'nin
Vehbâniye Şerhi'nde şu hüküm yer almaktadır: «Tütünü satmak ve içmek
yasaklanır. Onu oruçlu iken içen bir kimsenin orucu kesinlikle bozulur.»
Efendimiz
Abdulgani En-Nablusî'nin muhterem pederi allame Şeyh İsmail Nablûsî,
Şerhu'd-Durer'de:
«Koca hanımını sarımsak ve soğan yemekten ve ağzı kokutan,
her şeyden men
edebilir»
naklini yaptıktan sonra dedi ki: «Bu kaidenin muhtevası onu tütün
içmekten de men
edebileceğidir. Çünkü o da ağzı kokutur. Hele koca tütün içmiyorsa. Allah bizi tütünden muhafaza
eylesin. Onu içmenin men edilmesini meşayihimizin şeyhi El-Mesîrî ve başkası
da fetvaları ile
uygun görmüşlerdir.»
Büyük âlim Şeyh Aliyyu'l-Echûrî El-Mâlikî tütünün helâl olduğuna dair bir risale yazmıştır. O
Risale'de: «Kendisine güvenilir dört mezhebin İmamlarından olan bazı kimseler onun helâl
olduğuna
dair fetvâ vermişlerdir.» diyor.
Ben
derim ki: Onun helâl olduğuna dair Abdulgani En-Nablûsî hazretleri de bir risale yazmıştır. Ona
«Es-Sulh
Beyn'l-İhvânfî İbâhat-i
Şurbi'd-Duhân» adını vermiştir. Ve
çok güzel olan teliflerinin bir
çoğunda
da bu bahse dokunmuştur. Onun haram
veya mekrûh olduğunu söyleyenlerin başına
kıyameti
koparmıştır: «Çünkü haram veya mekrûhluk Şer'î iki hükümdür. Onların delilleri lâzımdır.
Tütün
meselesinde böyle bir delil yoktur; ve çünkü onun sarhoşluk verici veya gevşetici bir zararı
tespit
edilmemiştir. Başka bir zararı da tespit edilmemiştir. Belki onun bir çok yararı tespit
edilmiştir.
Binaenaleyh o: «eşyada aslolan ibâhadır» kaidesinin kapsamına giriyor. Eğer onun bir
kısım
insana zarar verdiği farzediliyorsa, bundan, onun herkese haram olması gerekmez. Çünkü bal
da
safrası gâlip olan kişilere zarar verir. Hatta çoğu zaman onları hasta düşürür. Halbuki katî nass
ile
balın şifa olduğu sabit olmuştur.
İhtiyat Allah'a iftira edip de delil gerektiren hurmiyet veya
kerâhet
hükmünü vermekte değildir. Belki
asıl olan ibâhadır. Rasul-ü Ekrem Şeriatı tebliğ eden
olmasına
rağmen, «kötülüklerin annesi» olan hamrın haram olduğunu katî nass ininceye kadar,
söylememiştir. Öyle ise insanoğluna en uygun olan sigara, tütün
kendisine sorulduğunda ister
tütün
içenlerden olsun, ister bu zayıf kul
ve aile efradının her ferdi gibi içmeyenlerden olsun, «o
mubahtır»
demek uygundur. Fakat onun kokusu tabiatlar bakımından kerih görülüyor. Binaenaleyh
o
Şer'an değil, tab'an
mekruhtur.»
Ve
böylece sözü uzun uzadıya sürüp
gidiyor. İşte bu hükmü aynı zamanda burada şarihin kelâmı da
vermektedir.
Çünkü şeyhi En-Necm'in ibaresinden
sonra hemen Eşbâh'ın ve bir de
şeyhi
El-İmâdî'nin
kelâmını getirdi. Her ne kadar Ed-Durru'l Muntekâ'da : «Kesinlikle haramdır» denilmiş
ise
de. Fakat onun haramlığı zatından dolayı değildir. Belki bu
hususta sultanın yasağı yani sultan
onu
kullanmayı yasaklamış olduğundandır. Bunun hakkında kelâm ileride gelecektir.
«O
gevşeticidir ilh...» Kâmûs'ta: «FETERA CİSMUHÛ FUTURAN (cismi gevşedi), yani mafsalları
yumuşadı
ve zayıf düştü» demektir. Gurab vezninde olan Futâr kelimesi gevşemenin başlangıcıdır.
«O
harâmdır ilh...» Bu Şâfiîlerden nakledilene muhaliftir. Çünkü onlar: «Karının sigara nafakası
kocaya
vâciptir» demişlerdir. Ebussuûd.
Binaenaleyh
onlar İbn-i Hacer'in görüşünü zayıf olarak zikrettiler. Mezhep onun herhangi bir başka
sebep
olmaksızın kerâhet-i tenzihiye ile mekruh olduğudur. Ve zikretmişlerdir ki: «O, kocanın
boynuna ancak kadın tütün içmeyi âdet edinmişse vâcip
olur. Eğer kadının tütünü terk
etmesi
kendisine
zarar vermiyorsa vacip olur. O zaman meyveler kabilindedir. Ama kadın onu terk ettiği
zaman
zarar görecekse o tedavi kabilindendir ve kocaya lâzım
gelmez.» T.
«Veliyyulemrin yasaklamasıyla beraber kesinlikle o harâm olur ilh...» Abdulgani En-Nablûsî dedi ki:
«Keşke
bilseydim, Veliyyulemr'in iki emrinden hangisi tutulur? Acaba halka tütünü terk etmesini
gerektiren
emri mi yoksa tütünden vergi alma emri mi? Çünkü vergi almak şeklindeki dolaylı emri,
hakikatte
onu kullanmaya dair olan bir
emirdir. Bununla beraber veliyyulemrlerden maksat, âyet-i
celîlede, en sıhhatli görüşlere göre âlimlerdir. Nitekim bu durumu El-Aynî, Şerhu'l-Kenz'in : «Çeşitli
meseleler»in sonunda zikretmiştir. Bir de müsaderelerde ısrar eden. Beytulmal'ı zayi eden, hakim
ve
başkalarını rüşveti almak, zulüm
yapmak üzere terk eden zâlim
sultanların yasakları Şer'î bir
hükmü
sabit kılar mı? Halbuki âlimler dediler ki: «Bizim zamanımızdaki sultanlara 'âdil' diyen bir
kimse
küfre girmiş olur.» Abdulganiy En-Neblûsî'nin ibaresi özetle burada sona erdi.
Ben
derim ki: Bizim zamanımızdaki umerânın emirleri vücûb ifade etmez. Çünkü fakihler
Muteferrikatü'l-Kadâ'da
(yani Kazâ Kitabı'nın sonunda yer alan çeşitli konularda) metinlerin Hakim
sana
hükmettiği bir resmi veya bir kesmeyi veya bir darbı emrederse, onların sözüne göre onu
işleyebilirsin.
Çünkü veliyyulemre itaat vaciptir. Şarih orada: «İmâm Muhammed böyle bir hükmü
icra
etmekten hâkimin hüccetini görünceye kadar müslümanları menetmiştir.» demiştir. İmâm
'Muhammed'in
bu görüşü bizim zamanımızda güzel
görülmüş ve bununla fetvâ verilmektedir. İlah...
Büyük âlim El-Bîrî, Eşbâh'a yaptığı şerhinin sonlarında şunu zikrediyor: «İmâmetin (İslâm Devlet
Başkanının)
şartları arasında âdil, bâliğ, emîn, muttakî, kan dökmekte, zina ve mallar hususunda
kendisine
güvenilir olması şartları vardır.
Zâhid, mütevazı, siyaset yerine siyaset sahibi olması
gerekir.
Bütün bunlardan sonra ehl-i hal vel
akd zikredilen niteliklere sahip olan bir kimseye biat
edecek
olursa itaati farz olur. Hazânetu'l-Ekmel'de de böyledir.
Cevâhir
Şerhi'nde şöyle denilmektedir. Şeriatın mubâh gördüğü konularda İmama itaat etmek
vâciptir.
Bu ise, faydası ammeye dokunan konularda olur. Cihâd Bahsi'nde masiyet olmadığı
sürece
emrin itaat etmek gereğini de fukahâ açıkça belirtmişlerdir.
Tatarhaniye'de
de şu ifadeler yer almaktadır:
«Emîr
askere bir şeyi emrettiği zaman askerden birisi ona isyan ederse hemen onu cezaya
çarptırmaz.
Belki ona nasihat eder. Eğer o özürsüz olarak tekrar ona isyan ederse, o zaman cezaya
çarptırır,
edeplendirilir.» Özetle.
El-Bîrî
Tatarhâniye'nin bu ibaresinden şu
hükmü çıkarıyor: «Tâûn ve benzeri bir sebepten ötürü,
emîr
birkaç gün oruç tutulmasını emrederse onun emrini yerine getirmek vâcip olur.»
Ben
derim ki: Hazânetu'l-Fetâvâ'nın
ibaresinden açıkça şu hüküm anlaşılmaktadır: Ancak İmamet
şartlarının
kendinde bulunduğu bir kimsenin itaatı lüzumludur.
Ve
Tatarhâniye'deki bu hüküm, Arifi Billah Abdulgani En-Nablûsî'nin kelâmını teyit eder. Fakat
El-Hamevî,
Haşiyesi'nde bu şartların aranması
Veliyyiemrin iş başına getirilmesinin sıhhatliliğine
değil,
günahın ref'i için gerektiğine delâlet eden ifadeler vardır. Oraya müracaat
et.
«Çünkü
insan bedenine zarar verebilir
ilh...» Gerçek şudur ki, bu, kullananların değişmesiyle
değişen
bir hükümdür.
T.
«Asıl olan ibâha veya tevakkuftur ilh...» Şâfiî ve Hanefîlerin cumhuru katında birinci görüş, tercih
edilen
görüştür. Nitekim bunu İbnu'l-Hemâm
«Tahrîru'l-Usûl» eserinde açıkça belirtmiştir.
«Ondan
bitkilerin hükmü anlaşılıyor ilh...» Bitkilerin hükmü, seçilen fetvâya binaen mubâhlıktır.
Veya
onlar hakkında tevakkuf edilecektir.
Müellifin bu ibaresinde tütünün
sarhoş edici veya
gevşetici
veya zarar verici olduğunun
kabul edilmediğine işaret vardır. Aksi takdirde onu zikredilen
kaidenin
kapsamına sokmak sıhhatli olamaz. Bunun için «uyan» diye emir
vermiştir.
«Şeyhimiz
El-İmâdî «Hediye»sinde bunu kerih görmüştür ilh...» Ben derim ki: El-İmadî'nin
kelâmında
açıkça görülen tahrimen mekruh olduğu ve onu daimi
bir şekilde kullananın fâsık
olduğudur.
Çünkü o El-Cemaa faslında dedi
ki: «Faiz yemekle veya haramlardan bir şey işlemekle
veya bizim zamanımızda bir bid'a olarak ortaya çıkan duhan (tütün) gibi
mekruh bidatlardan bir şey
üzerinde
ısrarla devam etmekle meşhur olan bir İmama namazda uymak mekruhtur. Hele sultan
«bu
iş işlenmesin» diye emir vermişse
(bilhassa
mekruhtur.)»
Efendimiz
Abdulganî En-Nablûsî 'El-Hediye
Şerhi'nde bu görüşü, hulasasını
daha önce takdim
ettiğimiz
bir şekilde reddetmiştir. Binaenaleyh Şâirin bunu sarımsak ve soğan gibi görmesi,
tartışılır
bir hükümdür. Çünkü bu, El-İmâdî'nin
kelâmına uygun değildir. Evet, onu
zikredilenlere
yani
sarımsak ve soğana ilhak etmek, insafın ta kendisidir. Ebussuud Efendi dedi ki: «Böylece
kerâhet,
tenzihiye olur. Kerâhet-i tenzihiye ile mekruh olan bir şey, ibâhe ile bir araya gelir.»
T.
dedi ki: «Ebussuudun fetvasından
anlaşılıyor ki, bu soğan ve sarımsağın mescitte kerahet-i
tahrimiye
ile mekruh olması, sarımsak ve soğan hakkında varid olan nehiyden
ötürüdür. Tütün ise
bunların
ikisine ilhak edilmiştir. Zahir şudur ki; onun kullanılması kıraat halinde mekruhtur. Çünkü
onu
kullanmak Allah Kitabı'nın tazmini halleder etmektir.»
Esrarın
haram olduğunu kesin ifade edenlerden birisi de El-Vehbâniye şârihidir ilh...» Âlimlerin
bunun
üzerinde icmâ ettiğini önceden
bildin.
BİR
EK :
Müellif
kahvenin hükmünden söz etmedi.
Halbuki bazı fakihler
kahveyi haram saymışlardır. Fakat
Tebyînu'l-Mehârim ile Musannıfın Fetâvası'nda ve El-Eşbâh'ın
Remlî tarafından yazılan Haşiyesi'nde
olduğu
gibi; bu haramlığın açıklanabilir bir tarafı görülmemektedir. Şarihin şeyhi En-Necmu'l-Gazzî,
Tarîh'inde
El-Aydaros diye bilinmekte olan Ebû
Bekr b. Abdullah Eş-Şazelî'nin hayatı bahsinde dedi
ki:
«Bu zat, yani Aydaros, ilk kahve kullanan kişidir. O seyahat ederken (kahve) ağacını
görmüş,
onun
meyvelerinden yemeye başlamış, o meyvelerde dimağı kurutma uykuyu giderme, bedene
ibadet
gücünü artırma özelliğini görünce
onu kendisine yiyecek maddesi kıldı ve dervişlerine onu
kullanmalarını tavsiye etti. Sonra da kahve her yana yayıldı.»
Âlimler
onuncu asrın başında kahve hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bir cemaat «haramdır» demiş ve
bu
cemaat katında kahvenin zarar verici
olduğu görüşü kuvvet bulmuştur. Bu cemaatin
sonuncularından
birisi Şam diyarında şeyhimiz
El-İtâvî'nin babası, birisi de El-Kutb bin Sultan
El-Hanefî'dir.
Mısır'da ise Ahmed bin Ahmed bin Abdulhak Es-Senbâtî'dir. Senbatî denilen bu zat,
bu
hususta babasının izinden gitmiştir.
Çoğu da kahvenin mubah olduğunu
söylemişlerdir. Ve
onlardan
sonra da bu noktada icmâ sağlanmıştır. Kahveye eklenen diğer haram maddelere gelince,
onların
haramlığında şüphe yoktur.»
Özetle.
BİR
HÂTİME:
İbn
Hacer El-Mekkî'den afyon gibi bir
şey yemeye müptela olanın hali sorulmuş ve bu kişi öyle
müptela
olmuş ki, eğer afyon veya benzerini almazsa helâk olacaktır. Bunun durumu nedir? diye
sorulmuştur.
Cevap olarak demiş ki: «Eğer helâk olacağı kesinlikle biliniyorsa ona afyon kullanmak
helâldir.
Hatta canının çıkmaması mecburiyetinden ötürü vacip olur. Tıpkı mecbur
kalan, hiç bir
yiyecek maddesi bulamayan bir kişinin murdar etten yemesi gibi. Bu müptela kişiye tedricî bir
şekilde
yavaş yavaş azaltmak suretiyle mide alışkanlığı zail olup bu kötü alışkanlığına son vermeye
çalışması vâciptir. Eğer bunu ayni halinde
bırakırsa günahkâr ve fâsık
olur.» Özetle.
Er-Remlî
dedi ki: «Bizim kaidelerimiz buna muhalif
değildir.»
PRATİK BİR MESELE:
Hazr
ve İbâha konusunda Tatarhâniye'den nakledilerek denildi ki: «Bedeni kemiren hastalıklı azayı
kesmek için insan aklını gideren bir şeyi içirmekte beis
yoktur.»
Ben
derim ki: Bunu hamrın gayrisiyle sınırlandırmak uygundur. Yani hamrın haricinde başka bir
şeyi
içirmekte beis yoktur. Fakat ibârenin zâhirinden anlaşılıyor ki, bu sıvılardan olmayan benç
(banotu)
ve benzerleri ile kayıtlanmaz. Fakat Şâfiîler bununla da kaydetmiştir. Yani bençle
olmayacaktır,
demişlerdir. Allah hakikati daha iyi
bilir.