02 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR....BAYRAMLAR BABI


BAYRAMLAR BABI


METİN
(Bayramın Arapçası «lyd» dır ve dönüp gelen mânâsınadır.) Bayrama bu ismin verilmesi o gün Allah'ın kullarına dönüp gelen bir çok ihsanlarından dolayıdır. Bir de ekseriyetle sevinç getirerek döndüğü yahut tefaül için ona lyd denilmiştir. lyd kelimesi her sevinçli gün hakkında kullanılabilir. Onun için bir beyitte;
«Üç bayram bir araya gelmiş baksana
Sevgilinin yüzü, bayram günü, cuma!» denilmiştir.
İkisi biraraya gelirse yalnız birini kılmak lazım gelir. Bazıları cuma namazını kılmanın evlâ olduğunu söylemiş: bir takımları «Bayramı kılmak evlâdır.» demişlerdir. Timurtaşî'den naklen Kuhistanî'de böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Ben Timurtaşi'ye müracaat ettim ve bunu başka mezhepten naklettiğini gördüm. Hem de zaif olduğunu belirterek nakletmiş.
Bayram namazı hicretin ilk senesinde meşru olmuştur. Esah kavle göre evvelce geçen şarttarıyle cuma kime farz olursa bayram namazları da ona vacip olur. Bu şartlardan yalnız hutbe müstesnadır. Çünkü bayram namazından sonra hutbe okumak sünnettir.
İZAH
Cevhere'de şöyle denilmiştir: «Bayramla cumanın münasebeti meydanda olup şudur: Bunların ikisi de büyük bir cemaatla kılınır. İkisinde de kıraat âşikâre okunur. Hutbeden maada, birinin şartı ne ise diğerinin de odur. Cuma kime farz ise bayram da ona vaciptir. Cuma namazının evvel zikredilmesi, farz olduğu ve çok tekerrür ettiği içindir,»
Her sene bayram günlerinde Allah'ın kullarına dönüp gelen ihsanlarından bazıları; ramazanda yemek içmek memnu iken bayram günü iftar edilmesi; fıtır sadakası, ziyaret tavafı ile haccın tamamlanması, kurban etleri vesairedir. Bir de ekseriyetle bu sebepten bayram gününde sevinmek, şen ve şatır görünmek âdet olmuştur.
T E F Â Ü L: Kuvvetli veya zaif her sebepten dolayı Allah'tan hayır ummaktır. Tetayyur bunun hilafınadır. Burada tefaül; bayram gelmekle ona erişene hayır ummaktır. Nasıl ki kâfileye kâfile denilmesi, dönüp gelmesi hayra yorulduğu içindir (kâfile, dönüp gelen demektir). Bahır. Meselâ hasta bir kimsenin birine «ey sağlam» denildiğini işidip düzeleceğini umması bir tefâüldür. Bir hadisde; «Peygamber (s.a.v.) tefâül yapar; tetayyur yapmazdı.» denilmiştir. (tetayyur; bir şeyi kötüye yormaktır.)
«İki bayram bir araya gelirse yalnız birini kılmak lazım gelir.» sözü bizim mezhebimizin değildir. Mezhebimize göre ikisini de kılmak lazımdır. Hidâye'de Câmi-i Sağîr'den naklen şöyle denilmiştir: «iki bayram bir güne tesadüf ederlerse birincisi sünnet, ikincisi farz olur. Hiçbiri terk edilmez.» Mirâc-ı Diraye sahibi diyor ki «bununla Âtâ'nın Cuma namazı yerine bayramı kılmak kâfidir. sözünden ihtiraz etmiştir. Böyle söz hazret-i Ali ile ibn-i Zübeyr'den de rivayet olunmuştur. İbn-i Abdil Ber bayramla cumanın sükut etmesi meselesinin terk edildiğini söylemiştir. Hazret-i Ali'denbir rivayete göre bu hüküm bedevîlere ve kendilerine cuma farz olmayanlara mahsustur.»
Esah kavile göre bayram namazı vacipdir. Bu kavlin mukabili sünnet olmasıdır. Nesefi el'Manafî' nâm eserinde sünnet olduğunu sahihlemiş ise de birinci kavil ekser ulemanın kavlidir. Nitekim Mücteba'da beyan edilmiştir. Mezkur kavlin sahih olduğu Hâniye, Bedâyi, Hidâye, Muhit, Muhtar ve Kâfi'de açıklanmıştır. Hulasa'da «Muhtar olan kavil budur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bayram kılmaya devam buyurmuştur. Cami-i Sağîr'de 'sünnettir' denilmesi, sünnetle sabit olduğu içindir. Hılye» denilmiştir.
Bahır sahibi de şunları söylemiştir: «Öyle görünüyor ki, hakikatta hilaf yoktur. Çünkü sünnetten murad sünnet-i müekkededir. Buna delil; 'hiç biri terk edilmez' sözüdür. Nitekim bu cihet Mebsut'ta da açıklanmıştır. Defalarca söylemişizdir ki. sünnet-ı müekkede bize göre vacip mesabesindedir. Onun içindir ki, esah kavle göre vacipte olduğu gibi sünnet-i müekkedeyi terkeden günahkar olur.» Teşrik tekbiri bahsinde bunun benzeri gelecektir. Ama göreceksin ki söz götürür.
Tahtavi, musannıfın cuma şartları hususundaki sözüne itiraz ederek şunları söylemiştir: «Cumanın şartlarından biri de cemaattır ki, üç kişiden teşekkül eder. Halbuki burada bir kişi imamla birlikte cemaat olur. Nitekim Nehir'de de böyle denilmiştir.»
«Çünkü bayram namazından sonra hutbe okumak sünnettir.» sözü farkın beyanıdır. Şöyle ki: Bayram namazında hutbe okumak şart değil sünnettir. Namazdan önce değil sonra okunur. Cumada böyle değildir. Bahır sahibi şöyle diyor: «Bayramda okumaksa caiz fakat isaet etmiş olur. Çünkü sünneti terk etmiştir. Hutbeyi namazdan önce okusa yine caiz fakat isaet etmiş olur. Ama namazı tekrarlamaz.»
METİN
Kınye'de «Köylerde bayram namazı kılmak tahrimen mekruhtur.» denilmiştir. Yani 'caiz olmayan bir şeyle iştigal olduğu için mekruhtur' denilmek istenmiştir, Çünkü sahih olmanın şartı şehirdir. Bayramla cenaze bir araya gelirse evvela bayram namazı kılınır. Zira bayram namazı aynen vaciptir, Cenaze namazı ise farz-ı kifayedir. Ama cenaze namaz» hutbeden. akşam namazının sünnetinden ve diğer sünnetlerden önce kılınır. Bayram namazı da küsuf namazından önce kılınır. Lâkin Bahır'da ezandan az önce Halebî'den naklen «Fetva cenazenin sünnetten sonra kılınacağına göredir.» denilmiş; musannıf da bunu kabul etmiştir. Herhalde bunu, sünneti farz namaz hükmüne katmak için yapmış olsa gerektir. Lâkin Eşbah'ın Ahkâmud'dın bâbının sonunda «Cenaze ve kusufu, vakti daralmamak şartıyle farzdan bile evvel kılmak gerekir.» denilmiştir.
İZAH
Köylerde cuma namazı kılmak da bayram namazı gibidir. H. «Caiz olmayan bir şey»den murad, bayram namazıdır. Yoksa kılınan namaz nafile olur. Yalnız cemaatla kılındığı için mekruhtur. H.
«Cenaze namazı ise farz-ı kifayedir.» sözüne şöyle itiraz edilebilir: Bayram namazı aynen vacip olduğu için tercih edilirse cenaze namazı da farz olması itibariyle tercih edilir. En iyisi şöyle ta'liletmektir; bayram namazı büyük bir cemaatla eda edilir. İmam cenaze ile meşgul olursa bu cemaatın dağılacağından korkulur. H.
Ben derim ki: Hatta evla olan, cemaatı şaşırtmak korkusuyla ta'lil etmektir. Zira cemaat onu bayram namazı zannederler. Sonra Bahır'ın cenazeler bahsinde Kınye'den naklen benim dediğim gibi denildiğini gördüm.
Cenaze namazı bayram hutbesinden, akşam namazının sünneti ile öğle, cuma ve yatsının sünnetleri gibi sünnetlerden Önce kılınır. Çünkü cenaze namazı farz, bayram hutbesi sünnettir. Akşamın sünneti hakkında da aynı şey söylenebilir. T.
Bayram namazı da küsuf namazından önce kılınır, Çünkü bunların ikisi de büyük bir cemaatla eda edilirse de bayram vacip, küsuf sünnettir. H.
Şu da var ki, Sirâc'da «bayramın vakti geniş ise evvela küsuf namazından başlanır. Çünkü onun kaçırılacağından korkulur. Vakit dar ise evvela bayramı sonra güneşin tutulması devam ederse küsuf namazını kılar.» denilmektedir.
Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Bayram namazıyle küsuf nasıl bir yere gelebilir? Küsuf (gün tutulması) âdete göre ancak ayın sonunda olur. Bayram ise ya ilk gününde yahut ayın onunda gelir? Cevaben deriz ki: Bu imkansız değildir. Rivayete nazaran Rasûlüllah (s.a.v.) in oğlu İbrahim vefat ettiği gün güneş tutulmuştur. Onun vefatı rabîulevvel ayının onuncu gününe tesadüf etmiştir. Kaldı ki fukaha bazan âdete göre mevcut olmayan şeyleri söylerler.
Feraiz âlimlerinin «Bir adam ölürde geride yüz tane nene bırakırsa.» demeleri bu kabildendir.
Ben derim ki: «Kâfirler bir peygamberi kalkan yerine kullansalar..» demeleri de böyledir. Hatta bu hükümde bile tasavvur olunabilir. Meselâ «şâhitler Receb ve Şaban aylarının eksik çektiklerine şahadet etseler bayram Ramazanın son gününe tesadüf eder» derler. Nitekim Bezzâziye' de izah edilmiştir.
«Fetva cenazenin sünnetten sonra kılınacağına göredir.» Sünnetten maksat, cumanın sünnetidir. Nitekim orada bu açıklanmış ve «Şu halde cenaze akşam namazının sünnetinden de sonra kılınır. Çünkü o daha kuvvetlidir.» denilmiştir.
Eşbah'ın ibaresi şöyledir: «Cenaze ile sünnet namaz bir araya gelse cenaze namazı önce kılınır. Ama güneş tutulması ile cuma namazı yahut vaktin farzı bir araya gelirse ne hüküm verileceğini bir yerde görmedim. Vakit dar ise farzı evvel kılmak gerekir Vakit dar değilse küsuf namazını kılmalıdır. Çünkü güneş açılarak bu namazın kaçırılmasından korkulur, Bayram, kusuf ve cenaze bir araya gelseler cenaze namazını önce kılmak gerekir. Keza cenaze farz ve cuma namazı ile bir araya gelir de vaktin çıkacağından korkmazsa evvela cenaze namazını kılar. Husuf (ay tutulması) namazını dahi vitir ve teravih namazlarından önce kılmak gerekir.» Bu sözde evvelce söylediklerine muhalefet vardır. Evvelce, cenazenin sünnet namazdan evvel kılınacağını söylemişti ki, bu bildiğin gibi muftabih kavlin hilafınadır «Cenazeyi bayramdan önce kılar.» demişti. Bu söz musannıfın Dürer sahibine uyarak söylediklerine muhalif bir incelemedir. Küsuf namazının farzdan önce kılınacağınısöylemesi de şârihin söylediklerine muhalif bir incelemedir.
Şârih; «Bayram namazı küsuf namazından önce kılınır.» demiştir. Halbuki bayram namazı vaciptir. Binaenaleyh bayram namazı önce kılınınca vaktin farzını önce kılmak evleviyetle lazım olur.
Cevhere'nin küsuf bâbında: Küsuf ile cenaze bir oraya gelirse cenazeden başlanır. Çünkü o farzdır. Meyyitin bozulacağından da korkulur denilmiştir.» Şöyle de denilebilir: Bayram namazının önce kılınması şaşırma olmasın diyedir. Zira bayram büyük bir cemaatla kılınır. Bu izaha göre cuma dahi küsuf namazından önce kılınır. Onun içindir ki. Eşbah sahibi cumayı değil de yalnız vaktin farzını öne almalıdır, demiştir. Onun «vakit dar olursa» demesinden, akşam namazının farzının da önce kılınacağı hükmü çıkarılır. Çünkü Halebî'nin bahsettiği vecihle akşamın vakti dardır. Bu açıktır. Sonra bundan Tatarhâniye'nin cenazeler bahsinde sarahaten beyan edildiğini gördüm. Ondan sonra «Hasen imamın muhayyer olduğunu rivayet etmiştir.» deniliyor
METİN
Ramazan bayramında köylü bile olsa namaza çıkmazdan önce tek sayılı tatlı bir şey yemek, misvak tutunmak, yıkanmak, kokusu olup rengi olmayan şeylerle kokulanmak beyaz olmasa bile en güzel elbiselerini giymek ve fitresini vermek menduptur. Fitreyi yiyecek üzerine atıf etmesi sahihtir. Çünkü sözümüz tamamen namaza çıkmazdan önceye aittir. Onun için musannıf «sonra» kelimesiyle başlayarak «sonra namazgaha yürüyerek çıkması gelir.» demiştir. Tâ ki çıkmanın bu söylenenlerden sonra olacağını anlatmış olsun. Namazgah, umumun namaz kıldıkları yerdir. Vacip olan mutlak surette teveccühtür. Bayram namazı kılmak için oraya çıkmak ise sünnettir, Velev ki büyük cami cemaatı alacak şekilde olsun. Sahih kavil budur,
İZAH
«Menduptur» sözü bazı ulemanın kavlidir. Yukarıda musannıf yıkanmayı sünnetlerden saymıştı. Sahih olan kavle göre erkekler hakkında hepsi sünnettir. Bunu Zâhîdi'den naklen Kuhistânî söylemiştir. T.
Bahır'da Mücteba'dan naklen «Buna müstehap adını vermesi sünnet müstehaba da şâmil! olduğu içindir.» cümlesi ziyade edilmiştir. Nuh efendi diyor ki: «Bunun hâsılı şudur: Sünnete müstehap, müstehapa sünnet denilebilir. Onun için Hidâye sahibi yıkanmaya müstehap adını vermiş; sonra 'O gün yıkanmak sünnettir' demiştir.» Kuhistânî'de dahi «Bu söylenenler namazdan önce menduptur ve o günün değil, bayramın adâbındandır. Nitekim Cellâbî'de beyan edilmiştir. Lâkin Tühfe'de bayram günü yıkanmak ta cumadaki gibi ihtilaf olduğu bildirilmiştir.» deniliyor.
Tatlı bir şey yemek hususunda Fethü'l-Kadir'de şöyle denilmektedir: «Yenilen şeyin tatlı olması müstehaptır, çünkü Buharideki bir hadiste «Peygamber (s.a.v.) Ramazan Bayramı günü birkaç hurma yemeden namaza çıkmazdı. Hurmaları tek olarak yerdi.» denilmiştir.
Ben derim ki; Zâhire bakılırsa bu hadisin iktizasınca efdal olan hurma yemektir. Hurma bulamayan tatlı bir şey yer sonra bunu Münya şerhinde gördüm. Şârihin dediği gibi Şurunbulâliye'de de «köylü bile olsa» denilmiştir. Herhalde bunun namazın sünnetlerinden değil, o günün sünnetlerindenolduğuna işaret olacaktır. Çünkü yemekte Hak Teâlâ'nın ziyafetini kabule ve oruç emrine imtisalden sonra şimdi de iftar emrine imtisale işaret vardır.
«Misvak tutunmak ta menduptur.» Zira misvak sair namazlarda da menduptur. İhtiyar. Bu sözün mânâsı şudur: Misvak tutunmaktan murad; namaza kalkmak istediği vakit misvaklanmaktır. Abdestin sünnetleri bahsinde anlattığımız gibi müstehaptır. İnsan arasına çıkılacağı vakit misvak tutunmak dahi müstehaptır. Bu izaha göre namaza yollanmazdan önce de misvak tutunmak müstehaptır. Abdestte misvak tutunmak ise sünnet-i müekkededir. Bu babta bayramın bir hususiyeti yoktur.
«Beyaz olmasa bile en güzel elbiselerini giymelidir.» Bahır sahibi diyor ki: «Ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre cuma ve bayramlarda en güzel elbiselerini -beyaz olmasalar bile- giymek tercih edilir. Buna delalet eden delil vardır. Beyhâkî'nin rivayetine göre Peygamber (s.a. v.) bayram günü kırmızı bir hırka giyermiş. Fethü'l-Kadir'de «kırmızı hulle Yemen kumaşından yapılan iki elbisedir. Kırmızı ve yeşil çizgileri vardır. Hâlis kırmızı değildir. Hırka bunlardan birine yoruluversin.» denilmektedir. Yani bu hadis kırmızı elbise giymeyi yasak eden hadise aykırı değildir. Çelişme halinde söz fiile, haram delili mubah deliline tercih edilir. Mezkur yorumla çelişki giderilince neden tercih edilmesin! Kırmızı elbise giymek hususunda sözün tamamı inşallah haram - helâl bahsinde gelecektir.
«Fitreyi yiyecek üzerine atıf etmesi sahihtir.» cümlesi mukadder bir sualin cevabıdır. Sual şudur: Fitre vermek vacip olduğu halde musannıf onu menduplar üzerine nasıl atıf edebilmiştir?
Cevap: Burada sözümüz onu bayram namazına çıkmadan eda hakkındadır. Vacip olan, mutlak surette edâdır. H.
«Vacip olan, mutlak surette teveccühtür.» Yani bu söylenenlere terettüp eden veya yürümekle mukayyet olan teveccüh değildir. Hassatan namazgaha teveccüh de değildir. Bu cümle mukadder sualin tekmilesidir.
Bayram namazı kılmak için namazgaha çıkmak sünnettir. Sahih kavil budur. Zahîriye'de beyan olunduğuna göre bazıları sünnet olmadığını söylemişlerdir. Halkın bunu ödet edinmesi mescid dar geldiği ve fazla kalabalık olduğu içindir. Fakat sahih olan kavil birincisidir. Hulâsa ve Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Sünnet, imamın namazgaha çıkması ve yerine şehirde birini bırakıp zaiflere namaz kıldırmasıdır. Bu söz iki yerde bayram namazı kıldırmak bilittifak caiz olduğuna göredir. Yerine birini bırakmazsa buna da hakkı vardır» Nuh.
METİN
Namazgaha minber çıkarmakta beis yoktur. Lâkin Hulâsa'da «çıkarmak değil, oraya minber yapmakta beis yoktur.» denilmiştir. Bayram namazından vasıtaya binerek dönmekte de beis yoktur. Başka yoldan dönmek, güler yüz göstermek. çok sadaka vermek ve yüzük takınmak menduptur. «Tegabbelallahü minnâ ve minküm» (Allah, bizden ve sizden kabul buyursun!) diyerek tebrikte bulunmak yadırganmaz. Ramazan bayramına giderken yolda tekbir alınmaz. Ondan öncemutlak surette nafile kılınmaz. Bu cümle tekbir ve nafileye taalluk eder. Musannıf onu Bahır'a uyarak böyle kabul etmiştir.
İZAH
Namazgaha minber çıkarmayı Dürer sahibi «el İhtiyar» a nisbet etmiştir. Lâkin Hulâsa'da «çıkarmak değil oraya minber yapmakta beis yoktur.» denilmiştir. Hâniye'de de böyle denilmiştir. İbareleri şudur: «Bayram günü namazgaha minber çıkarılmaz. Ulema namazgahta minber yapılması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları mekruh olduğunu, bazıları da olmadığını söylemişlerdir.» Böylece Hulâsa ile Hâniye'nin sözleri namazgaha minber çıkarmanın mekruh olduğunda hilaf bulunmadığını göstermiştir. Hilaf yalnız orada minber yapılması hususundadır. Ama kerahetin tenzihiye mânâsına hamledilmesi mümkündür. Bu ekseriyetle «beis yoktur.» kelimesinden çıkan ilk hilafın merciidir. Binaenaleyh muhalefet yoktur. Hulâsa'da Hâherzâde'den naklen «minber yapmak bizim zamanımızda iyidir.» denilmiştir.
Eve başka yoldan dönmek menduptur, Çünkü Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadisde; «Bayram günü peygamber (s.a.v.) yolunu değiştirirdi.» denilmiştir. Bir de bunda şahitleri çoğaltmak vardır. Zira o beldenin yerleri sahibine şahid olurlar. Münye şerhi.
Zâhire bakılırsa bayram .günü yüzük takınmak âmir, hâkim ve müftü olmayanlara da menduptur. Gerçi haram - helâl bahsinde yüzük takmak bu gibi zevata tahsis edilmişse de bu devam üzere takmaya hamledilmiştir. Nehir'de Dirâye'den nakledilen şu ibare de buna delalet eder: «Sahabeden yüzük takınmayanlar bayram günü takınırlardı.» Bu Kuhistânî'nin yaptığından daha iyidir. O, yüzük takınmayı sulta sahibine tahsis etmiştir. Menduplardan biri de sabah namazını mahallesinin mescidinde kılmaktır. T.
Şârihin «Tebrikte bulunmak yadırganmaz.» demesinin sebebi bu hususta İmam-ı A'zam'la arkadaşlarından bir nakil bulunmamasıdır.
Kınye'de «bizim imamlarımızdan kerahet nakil edilmediği bildirilmiştir» deniliyor. İmam Malik'ten bunun mekruh olduğu. Evzaî'den ise bid'at olduğu rivayet edilmiştir. Ehl-i tahkikten ibn-i Emir Hâcc «Bilâkis en münasibi caiz ve kısmen müstehap olmasıdır.» demiş; sonra sehabenin bu"u yaptıklarını gösteren sahih eserleri isnadlarıyle nakletmiş; sonra şunları söylemiştir: «Şam ve Mısır memleketlerinde âdet; (Bayramın mübarek olsun!) gibi sözler söylemektir. (Allah bizden ve sizden kabul buyursun) demek te meşru ve müstehap olmakta buna katılabilir. Çünkü ikisinin arasında telazım vardır. Bir kimsenin bir zamanda itaatı kabul edilirse onun için o zaman mübarek olur. Kaldı ki birçok şeylerde bereket duasında bulunmanın meşru olduğu rivayet edilmiştir. O rivayetten burada da dua etmenin meşruiyeti çıkarılabilir.
«Yolda tekbir alınmaz sözü evden veya namazgahtan ihtiraz için getirilmiş ihtirazî bir kayıt değildir. Bu iki bayram arasında bu hususta muhalefet olduğunu göstermek içindir. Çünkü kurban bayramında yolda tekbir getirmek sünnettir. Nitekim gelecektir.
«Bu cümle tekbir ve nafileye taalluk eder,» Maksat manevi taalluktur. Yani her ikisinin kaydıdır. Mutlak surette tekbir alınmamasının mânâsı, gizli olsun âşikâr olsun tekbir getirilmez demektir. Mutlak surette nafile kılınmaması namazgahta bilittifak, evde ise esah kavle göre caiz olmaması, bu hususta bayram namazı kılanla kılmayan arasında fark bulunmamasıdır. Hatta bir kadın bayram günü kuşluk namazı kılmak isterse imam bayram namazını namazgahta kıldırdıktan sonra kılar. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Musannıf onu Bahır'a uyarak böyle kabul etmiştir.» Burada söylenen sözlerin hâsılı şudur: Hulâsa'da «Fitre bayramında tekbir alınmaz. İmameyne göre gizli olarak alınır. İmam-ı A'zam'dan rivayet edilen iki kavlin biri budur. Esah kavil, bizim söylediğimizdir ki. o da fitre bayramında tekbir alınmamasıdır.» denilmiştir. Bu şunu ifade eder: Hilâf tekbirin aslındadır. sıfatında değildir. Tekbirin âşikâre getirilmeyeceğinde ittifak vardır. Fethü'l - Kadir sahibi bunu reddetmiş ve şunları söylemiştir: Bu bir şey değildir. Çünkü Allah Teâlâ'yı zikretmekten hiçbir zaman men edilemez. Sadece bid'at vecihle zikirden men edilir ki, o da âşikâre yapmaktır. Zira âşikâre zikir AIIah Teâlâ'nın (Rab'bını içinden zikir et!) emrine muhaliftir. Ve şeriatta varit olduğu yere - ki kurban bayramıdır- münhasır kalır. Çünkü Allah Teâlâ (sayılı günlerde Allah'ı zikredin!» buyurmuştur»
Bahır sahibi Fethü'l-Kadir'e reddiye vererek «Hulâsa sahibi hilâfı ondan daha iyi bilir. Bir de zikiri şeriatın vârit olmadığı bir vakte tahsis etmek meşru değildir.» demiştir.
Ben derim ki: Hülâsa'nın beyan ettiğini Hâniye de bildirmektedir. Zira Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Kurban bayramında âşikâre tekbir alır. Fitre bayramında ise ebû Hanife'nin kavline göre tekbir alınmaz. Lâkin şüphe yok ki mukakkıklardan ibn-i Hümâm da hilâfı tam olarak bilir. Nasıl bilmesin ki, Gayetü'l-Beyan'da tekbir yoktur demekten murad; âşikâre alınan tekbirdir. Gizli olarak alınmasının caiz olduğunda hilaf yoktur.» denilmiştir. Bu gösteriyor ki, İmam-ı A'zam'la imameyn arasındaki hilaf tekbirin aslında değil, gizli ve âşikâre alınmasındadır. Hilâfın bu hususta olduğu Bedâyi', Sirâc, Mecma' Dürerü'l-Bihar, Mültekâ. Dürer, ihtiyar, Mevâhib, İmdâd, İzâh, Tatarhaniye, Tecnis, Tebyin, Muhtaratü'n - Nevâzil, Kifâye ve Mi'rac'da nakledilmiştir. Nihâye sahibi bunu Mebsut, Tühfetü'l - Fukaha ve Zâde'l - Fukaha'ya nisbet etmiştir. İşte mezhebimizin meşhur kitapları hulasa'dakinin aksini açıklamaktadırlar, Hatta Kuhistani İmam-ı A'zam'dan iki rivayet nakletmiştir. Bunların birine göre tekbiri âşikâre; diğerine göre imameynin kavli gibi gizli alır.
Kuhistânî şunları söylemiştir: «Sahih olan vazî'nin söylediği gibi ikinci rivayettir, Nehir'de de böyle denilmiştir.» Hılye'de şu satırlar vardır: «Fitre bayramı hususunda ihtilâf edilmiştir. Ebu Hanife'den bir rivayete göre âşikare tekbir alır. İmameynin kavli de budur. Tahavî bunu tercih etmiştir. Diğer bir rivayete göre gizli tekbir alır. Nisab sahibi garâbet göstererek her iki bayramda gizli tekbir alınacağını söylemiştir, Nitekim (Fitre bayramında hiç tekbir alınmaz.) sözünü ebu Hanife'ye nisbet edip bunun esah olduğunu söyleyen de garâbet göstermiştir. Nasıl ki Hülâsa'nın zâhiri de budur.»
Böylece sabit olmuştur ki, Hülâsa'nın sözü garip ve mezhebin meşhur kavline muhaliftir.
Minyetü's-Sağîr şerhinde şöyle deniliyor «Fitre bayramında İmam-ı A'zam'a göre tekbir âşikâre alınmaz. İmameyne göre âşikâre alınır. Bu İmam-ı A'zam'dan da bir rivayettir. Hilâf efdaliyetmeselesindedir. Kerahet ise her iki tarafca yoktur.»
Minyetü'l-Kebîr'de de böyle denilmiştir. Fethü'l-Kadir'in «Çünkü Allah Teâlâ'yı zikir etmekten hiçbir zaman men edilemez.» sözüne gelince: Bunu Bedâyi ve diğer kitaplar teşrik tekbiri bahsinde İmam-ı A'zam'dan nakletmişlerdir. Şu da var ki şeyh Kâsım tashihinde mutemet kavlin, İmam-ı A'zam'ın kavli olduğunu söylemiştir.
METİN
Lâkin Nehir sahibi kendisini eleştirmiş ve âşikâre kaydı ile kayıtlamasını tercih etmiştir. Burhan'da şu da ziyade edilmiştir: «İmameyn tekbiri âşikâre almanın kurbanda olduğu gibi burada da sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bu kavil İmam-ı A'zam'dan da rivayet olunmuştur. Bunun vechi, Teâlâ hazretlerinin: «Sa'yi tamamlamalı ve size hidayet verdiği için Allah'a tekbir almalısınız!» ayeti kerimesinin zâhiridir. Birinci rivayetin vechi yüksek sesle zikir etmenin bid'at olmasıdır. Binaenaleyh şer'an nerede emir olundu ise oraya münhasır kalır.»
Keza bayram namazından sonra namazgahda nâfile namaz kılınmaz. Çünkü umumiyetle fukahaya göre bu mekruhtur. Ama bayram namazından sonra evde nafile kılmak caizdir. Hatta dört rekat nafile kılmak menduptur. Ama bu havas içindir.
Avama gelince: Onlar tekbirden ve nafile kılmaktan asla men edilmezler. Çünkü onların hayrata rağbetleri azdır. Bu Bahır'dan alınmıştır. Aynı kitabın kenarında mutemet bir zatın el yazısı ile şu kayıt vardır: Regâib, berâat ve kadir namazları da öyledir. Zira hazreti Ali radıyellahu anh bayram namazından sonra namaz kılan bir adam görmüş. Kendisine, «bunu men etmiyor musun yâ emirel mü'minin?» demişler de; «Tehdit altına girmekten korkuyorum. Allah Teâlâ (Namaz kılan bir kulu men edene ne dersin!) buyurmuştur.» cevabını vermiştir.
İZAH
Ben derim ki: Nehir sahibi onu açık olarak eleştirmemiştir. Çünkü o Bahır'ın sözünü nakil ile kabul etmiştir. Evet, ondan önce âşikâre tekbir alınıp alınmayacağı hususundaki hilafı bildirmiş ve onu Mi'racü'd- Dirâye ile Tecnis, Gayetü'l-Beyan ve Zeyleî'ye nisbet etmiştir. Burhan'da Nehir'deki beyanatın üzerine, tekbirin imameyne göre müstehap değil, sünnet olduğu açıklaması yapılmıştır. Yoksa biliyorsun ki Nehir'de İmam-ı A'zam ile imameyn arasındaki hilaf açıklanmıştır. Yalnız sünnet mi müstehap mı olduğu bildirilmemiştir.
«Binaenaleyh şer'an nerede emir olundu ise oraya münhasır kalır.» Emrolunduğu yer, Bahır'da Kınye'den naklen bildirildiğine göre şudur: Teşrik günlerinin dışında âşikâre tekbir yalnız düşman veya hırsız karşısında sünnettir. Bazıları buna yangını ve diğer bütün korku veren şeyleri de kıyas etmişlerdir. Kuhistani «yahut yüksek bir yere çıkarsa» cümlesini ilave etmiştir.
«Bayram namazından sonra namazgahta nafile kılınmaz.» Çünkü Kütüb-ü Sitte denilen altı hadis kitabında ibn-i Abbas (r.a.) dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) namazgaha çıkarak cemaata bayram namazını kıldırmış; namazdan evvel ve sonra nafile kılmamıştır. Namazdan sonra kılmaması, namazgahta kılmadığına hamledilmiştir. Zira ibn-i Mâce'de ebi Said-i Hudrî (r.a.) denrivayet olunduğuna göre Rasulüllah (s.a.v.) bayram namazından önce hiç namaz kılmazmış. Evine döndüğü vakit iki rekat namaz kılarmış. Fethü'l - Kadir'de böyle denilmiştir. Minâhü'l - Gaffar adlı eserde şöyle denilmiştir: «Ben derim ki: şârihler böylece kerahete bununla istidlâl etmişlerdir. Bence bunun müddeâyı ifade etmesi söz götürür. Zira bunda olsa olsa ibn-i Abbas'ın Peygamber (s.a.v.) in namaza çıkarak bayramı kıldırdığını ve başka namaz kılmadığını hikaye etmesi vardır. Bu ise kılmayı terk etmeyi âdet haline getirmiş olmayı iktiza etmez. Böyle delil ile kerahet sabit olmaz. Çünkü Bahır sahibinin dediği gibi kerahet için mutlaka hususi delil lazımdır.»
Ben derim kî: Lâkin Allame Nuh Efendi'nin beyanına göre istidlâlin vechi şudur Fecir doğduktan sonra sabah namazının iki rekatından fazla nafile kılmanın mekruh olduğunu anlatırken ulema, Peygamber (s.a.v.) in namaza çok hırslı olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh kılmaması kerahete delalet eder. Zira mekruh olmasa caiz olduğunu göstermek için bir defa olsun kılardı.
Ben derim ki: Bu kılmamak tekerrür etti ise mesele yoktur. Fakat bir defa kılmadı ise bunu delil olarak kabul edemeyiz. Yukarıda geçen ibn-i Abbas hadisinde tekrar tekrar bıraktığını gösteren bir şey yoktur.
Bayram namazından sonra evde dört yahut iki rekat nafile namaz kılmak menduptur. Dört kılmak efdaldir. Nitekim Kuhistani'de beyan edilmiştir. «Ama bu havas içindir.» Yani tekbirden ve nafile kılmaktan havas men edilir. Zâhire bakılırsa havasdan murad o kimselerdir ki. kendilerini menetmek hıyanet ve tembelliklerine tesir ederek tamamen terk etmelerine müeddi olmaz. T.
«Aynı kitabın kenarında» ki, kayıtda bildirilen namaz hakkında nafileler bâbında söz etmiştik. Demiştik ki: Berâetten murad; şaban ayının yarılandığı gecedir. Kadir gecesi ramazanın yirmi yedinci gecesidir. Sonra şârihin naklettiği kenar kaydı hakkında Rahmetî şunları söylemiştir: «Bu kayıt terkedilen hâşiyelerdendir. Bu yazıya itimat etmek ulemanın uydurma hadisle amelin haram olduğuna ittifak etmelerine mani olur. Ulema bu namazları bildiren hadisin uydurma olduğunu söylemişlerdir. Fıkıh meçhul derkenarlardan nakledilemez. Bâhusus fesadı meydandâ ise kabul edilemez. Hazret-i Ali'den naklettiği eserin zâhiri onlarca namazgahda kerahet bulunduğunu ve bu kerahetin tenzihi olduğunu tak''irdir. Aksi halde onu kabul etmezdi. Çünkü kötülüğü kabul caiz değildir. Burada avamın güneş doğarken sabah namazı kılmaktan men edilmemeleri ile itiraz olunamaz. Zira bu, namazı tamamiyle terk edeceklerinden korkulduğu içindir.Böylelikle o kimse daha bir haramın içine düşmüş olur, Allah'u âlem.
METİN
Bayram namazının vakti güneşin bir mızrak boyu yükselmesinden itibaren zeval vaktine kadardır. Zeval dahil değildir. Daha önce sahih olmaz. Kılınırsa haram ve nafile olur. Bayram namazı kılarken güneş zevale ererse namaz fâsit olur. Nitekim cumada da öyledir. Sirac'da da böyle denilmiştir. Biz bunu oniki meselelerde beyan etmiştik. İmam zâid tekbirlerden önce sübhanekeyi okuyarak cemaata iki rekat bayram namazı kıldırır. Zâid tekbirler her rekatta alınan üçer tekbirdir. İmam tekbirleri fazla alırsa onaltı tekbire kadar cemaat da ona tâbî olur. Çünkü bu rivayet olunmuştur. Meğer ki imamın tekbirlerini cemaata duyuranlardan işitmiş ola. Bu takdirde hepsini alır.
İZAH
Güneşin yükselmesinden murad; renginin ağarmasıdır. Zeylei. Bir mızrak oniki karıştır. Bundan maksat, nafile kılmanın helâl olduğu vaktin girmesidir. Binaenaleyh aralarında aykırılık yoktur. Kuhistânî'nin ifadesi buna muhaliftir. T.
T E N B İ H : Kurbanları acele kesebilmek için kurban bayramını acele tutmak, fitreyi verebilmek için de ramazan bayramını geciktirmek menduptur. Netekim Bahır'da da böyle denilmiştir.
«Kılınırsa haram ve nafile olur.» çünkü vakti girmeden vacip olmamıştır. Nasıl ki o günün öğle namazını güneş doğarken kılsa hüküm budur.
«Zeval vakti dahil değildir.» Yani «sonra orucu geceye kadar tamamlayın!» emrinde gece dahil olmadığı gibi burada da zeval vakti olan gaye mukayyede dahil değildir. Kuhistânî şöyle demiştir: «Zeval bayram namazının vakti değildir. Çünkü vacip namaz zevalde mün'akit olmaz.»
Tahtavî diyor ki: «Bu söz, zevalden muradın, istiva (yani güneşin tam gökyüzünün ortasında bulunması) olduğunu gösterir. Mücâveret (yanı yan yana bulunmaları) sebebiyle istivaya zeval denilmiştir.»
«Bayram namazı kılarken güneş zevale ererse namaz fâsit olur.» Yani vasfı bozulur. Namaz bilittifak nafileye inkılab eder. Bu hüküm, zeval teşehhüd miktarı oturmadan olduğuna göredir. İmam-ı A'zam'ın kavline göre bu miktar oturduktan sonra zeval vakti girerse namaz fâsit olur. T.
Ben derim ki: Bunu şârih oniki meselelerde inceleme yaparak anlatmış ve «Ben bunu görmedim.» demiştir.
«Nitekim cumada da öyledir.» Yani cuma kılarken ikindinin vakti girerse cuma fâsit olur. T.
Bayram namazında bir kişinin cemaat olması kâfidir. Nehir'de de böyle denilmiştir. T. Zâhir rivayete göre bayram namazında zaid tekbirlerden önce imam ve cemaat sübhanekeyi okurlar. Çünkü sübhaneke okumak namazın başında meşru olmuştur. İmdâd. Zâid tekbirlere bu ismin verilmesi, iftetah ve rüku tekbirlerinin üzerine ziyade edildikleri içindir. Musannıf eûzü besmeleyi bu tekbirlerden sonra imamın çekeceğine işaret etmiştir. Çünkü bunlar kıraatın sünnetidir.
«Zâid tekbirler her rekatta alınan üçer tekbirdir.» Bu ibn-i Mes'ud ile sahabeden birçoklarının mezhebidir. İbn-i Abbas'dan da bir rivayettir. Bizim üç imamımız bununla amel etmişlerdir. İbn-i Abbas'dan diğer bir rivayete göre ilk rekatta yedi, ikincide altı -bir rivayette beş- tekbir getirilir. Bu tekbirlerin üçü aslîdir. Bunlar iftetah tekbiri ile iki rüku tekbiridir. Geri kalanlar zâid tekbirlerdir ki birinci rekatta beş, ikincide beş veya dörttür. Her rekata tekbirle başlanır
Hidâye sahibi «Bu gün bilumum müslümanların ameli böyledir. Çünkü Abbâsîler'den gelen halifeler böyle emir etmişlerdir. Ama mezhep birincisidir.» demiştir.
Zahîriye sahibi diyor ki: «Bu söz ebu Yusuf'la imam Muhammed'den rivayet olunan fiilin te'vilidir. Çünkü Harunu'r-Reşid onlara dedesinin tekbiri gibi tekbir almalarını emir edince onun emrine imtisalen bunu yapmışlardır. Böyle itikat ettikleri ve mezhepleri bu olduğu için yapmamışlardır. Mi'rac'da «Çünkü ma'siyet sayılmayan hususta hükümdara itaat vaciptir.» denilmiştir.
Ulemadan bazıları, bu kavlin imameynden bir rivayet olduğuna kesinlikle kail olmuşlardır. Hatta Mücteba'da «Ebu Yusuf'un bu kavle döndüğü rivayet olunur.» denilmiştir. Sonra fukahadan birçokları muhtar kavle göre ziyade rivayetle fitre bayramında amel edileceğini yani bir tekbir ziyade edileceğini; noksan rivayetle de kurban bayramında amel edileceğini söylemişlerdir. Bu, her iki rivayetle amel etmiş olmak ve Kurban bayramında halk kurbanlarla meşgul olacağı için onda işi hafif tutmak içindir. Bazıları, kurban bayramında fakirlerin hakkı bir tekbir miktarı acele vermiş olmak için tekbirin noksan alınacağını söylemişlerdir. Meselenin tamamı Hılye'dedir. İmam Şâfiî. İbn-i Abbas'tan rivayet olunan bütün tekbirleri zaid tekbir mânâsına yorumlamıştır. Bu bizim yorumumuza muhaliftir. Bizim mezhebimiz ibn-i Mes'ud'un kavlidir. Ulemanın zikrettikleri «Bilumum müslümanların ameli ibn-i Abbas kavline göredir. Çünkü onun sülalesinden gelen halifeler böyle emretmişlerdir.» sözü, onların zamanında geçerli imiştir. Bizim zamanımızda ise bu ortadan kalkmıştır. Bu gün amel bizim mezhebimize göredir. Münye şerhinde böyle denilmiştir. Bahır'da hilafın. evleviyet meselesinde olduğu bildirilmiştir. Hılye'de de bunun gibi beyânat vardır
T E N B İ H: Münye şerhinin «onların zamanında geçerli imiştir.» sözünden şu mânâ çıkarılır: Halife öldükten veya azledildikten sonra emrinin hükmü kalmaz. Nitekim bu cihet Fetevây'ı Hayriye'de açıklanmıştır, Fetevay'ı Hayriye sahibi bunun üzerine şu meseleyi bina etmiştir: Halife bir davanın onbeş sene sonra bakılmasını yasak etse ölümünden sonra bu yasaklanmanın hükmü kalmaz. Allah'u âlem.
«İmam tekbirleri fazla alırsa onaltı tekbire kadar cemaat ona tabi olur.» Çünkü cemaat imamına bağlıdır. Binaenaleyh ona tabi olması ve onun reyi mukabilinde kendi reyini terketmesi icabeder. Zira Peygamber (s.a.v.) «imam ancak kendisine uyulmak için imam yapılmıştır. Onun hilafına harekette bulunmayın» buyurmuştur. İmamın hata ettiği yüzdeyüz anlaşılmadıkça ona tabi olmak vaciptir. İçtihat götüren yerlerde ise hatası zâhir değildir. Ama sahabenin kavillerinden dışarı çıkarsa hata ettiği yüzdeyüz anlaşılır. Artık kendisine tabi olmak gerekmez. Onun içindir ki, bir kimse rükua giderken ellerini kaldıran yahut sabah namazında kunut okuyan veya cenaze namazının tekbirlerini beş itikad eden birine uymuş olsa ona tabi olmaz. Çünkü hatası kesinlikle zâhirdir. Çünkü bunların hepsi neshedilmiştir. Bedâyi.
Ben derim ki: Bundan şu hüküm çıkarılır: Bir hanefî cenaze namazında şâfiîye uyarsa ellerini kaldırır. Zira içtihat götüren bir yerdir. Bu neshedilmemiştir. Hanefîlerden Belh uleması buna kaildirler. Tamamı cenazeler bahsinde gelecektir. Biz bunu namazın vacipleri bahsinin sonunda izah etmiştik.
Bahır'da Muhit'den naklen «Onaltı tekbire kadar tabi olur.» denilmiştir. Fethü'l-Kadir'de ise; «Bazıları onüç, bazıları onaltı tekbire kadar tabi olacağını söylemişlerdir.» denilmektedir.
Ben derim ki: Herhalde ikinci kavlin vechi ibn-i Abbas'tan rivayet edilen onüç rivayeti ziyade tekbirlere hamledilmek olsa gerektir. Nitekim yukarıda Şâfiî'den nakledildi. Bunlar üç aslî tekbirlebirlikte onaltı olurlar. Aksi takdirde ben ziyade tekbirlerin onaltı olduğunu söyleyen görmedim. Araştırılmalıdır. Ben imam Tahâvi'nin Mecma'al-Âsâr'ına müracaat ettim. Ama onun zikrettiği hadislerle sahabe ve tâbiî'nin eserleri arasında ibn-i Abbas'tan rivayet edilenden fazlasını görmedim. Bu da birinci kavli te'yit eder. Onun için bu kavli Fethu'l-Kadir sahibi öne almış; Bedâyi sahibi de onu bilumum fukahaya nisbet etmiştir. Kaldı ki üç aslî tekbiri zaid tekbirlere katmak ihtimalden çok uzaktır. Zira kıraat bunların oralarını ayırmaktadır.
«Bu takdirde hepsini, alır.» Bu hususta Muhit'den naklen Bahır'da şöyle denilmektedir: «İmam fazla tekbir alırsa ona tabi olmak lazım gelmez. Çünkü kesinlikle hata etmiştir. Ama tekbirleri ulaştırıcılardan (müezzinlerden) işitirse ihtiyaten hepsini alır. Velev ki çok olsunlar. Zira ulaştıranların hata etmiş olmaları ihtimali vardır. Onun için her tekbirle iftetaha niyet eder; zira her tekbirde imamın önüne geçmiş olması ihtimali vardır) denilmiştir.»
Ben derim ki: Zâhire bakılırsa bu kavil zaif olduğu için «denilmiştir.» tabiri ile ifade etmiştir. Bu sebepten şârih onu zikretmemiştir. Zira bu kavil imamın tekbirini işitmeyen kimsenin üç tekbirle dahi niyet etmesini gerektirir. Velev ki üçten fazla olmasın. Çünkü hata ve öne geçmek ihtimali hepsinde mevcuttur. Yalnız ilk rekatta rivayet edilen ziyade tekbirlere mahsus değildir, Cenaze bahsinde görüleceği vecihle cenazede de her tekbirle iftetaha niyet eder. Konunun tamamı orada gelecektir.
METİN
İmamın iki kıraatı peşi peşine getirip cumada olduğu gibi okuması menduptur. İmama uyan kimse imam tekbir aldıktan sonra ayakta iken yetişirse kendi reyi ile o anda tekbir alır. Çünkü mesbûktur. Şayet bir rekata yetişememişse evvela kıraatı okur; tekbirler birbiri ardına gelmesin diye sonra tekbir alır. Tekbir almaz da imam onun tekbirinden evvel rükua giderse ayakta tekbir almaz. Lâkin rüku eder: rüku halinde tekbir alır. Sahih kavil budur. Zira rüku için kıyam hükmü vardır, Vacibi ifa, sünneti ifadan daha evladır.
İZAH
İki kıraatı peşi peşine getirmek, ikinci rekatta kıraattan sonra tekbir almakla olur. Tâ ki ikinci rekatın kıraatı birinci rekatın kıraatının peşinden yapılmış olsun. Ama İbn-i Abbas hazretlerinin dediği gibi ikinci rekatta da kıraattan önce tekbir alırsa bu tekbir iki kıraatının arasını ayırmış olur. Musannıf «menduptur» sözü ile her rekatın başında tekbir alsa caiz olacağına işaret etmiştir. Çünkü hilâf, Bahır'dan naklen yukarıda geçtiği vecihle evleviyet meselesindedir. Gerçi Muhit'de peşi peşine gelmenin ta'lili yapılarak «Tekbirler şeairdendir (islâmın alâmetlerindendir). Onun için onları âşikâre almak vaciptir. Binaenaleyh ilk rekatta zâid tekbirleri iftetah tekbirine katmak vacip olur. Çünkü iftetah tekbiri rüku tekbirinden öncedir. İkinci rekatta ise rüku tekbirine katmak icabeder. Zira asıl olan odur.» denilmişse de Bahır sahibi buna cevaben şunları söylemiştir: «Zâhire göre vacip olmaktan murad, subût bulmaktır. Istılahtakı vacip değildir. Zira peş peşe okumak müstehaptır.
«Keza onları âşikâra almak vaciptir.» sözü, (ezanda olduğu gibi bazı yerlerde sabittir) mânâsınadır ki, namazgaha giderken ve teşrik günlerinde bu sabittir. Zaid tekbirlerin aşikâre alınmasına gelince: Zâhire bakılırsa bu yalnız imama müstehaptır. O da cemaata bildirmek içindir.
Lâkin Bahır'da Muhit'den naklen şöyle denilmiştir: «İmam yanlışlıkla kıraata başlar da fatiha ve sureyi okuduktan sonra hatırlarsa namazına devam eder. Yalnız fatihayı okumuşsa tekbir alır ve fatihayı lazım olarak tekrarlar. Zira kıraat tamam olmayınca farzı terk etmek değil tamamlamaktan imtina olur.» Bunun benzeri Fethü'l-Kadir'de ve diğer kitaplarda mevcuttur.
Bundan anlaşılan şudur: Tekbiri kıraattan önce almak vaciptir. Vacip olmasa onun için fatiha terk edilmezdi. Namazın sıfatı bâbında söylediklerimiz de bunu te'yit eder. Orada demiştik ki «Tekbir alır da kıraata başlar ve sübhaneke ile eûzü besmeleyi unutursa yeri geçtiği için bunları tekrar okumaz.» Şöyle cevap verilebilir: «Kıraatı tamamlamadan tekbire dönmek müstehap olan peş peşe girme meselesi için değil, vacibi düzeltmek içindir. Bu vacip tekbirdir. Çünkü tekbir ilk rekatta kıraatan sonra meşru olmamıştır. Delili şu ki, tekbiri unuttuğunu sureyi okuduktan sonra hatırlarsa onu terk eder. Ve fatihayı unutarak sureye başlamaya benzer. Bundan sonra hatırlarsa sureyi bırakıp fatihayı okur. Çünkü o vaciptir. Sübhaneke ve eûzü besmele böyle değildir. Allah'u âlem.
«Cumada olduğu gibi okuması menduptur.» Yani cuma namazındaki kıraat gibi okur Zira imamı A'zam'ın rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) bayram namazlarıyle cuma namazında e'lâ suresi ile gâşiye'yi okurmuş. Fetih'te de böyle denilmiştir. Bedayi sahibi diyor ki: «Ekseri zamanlarda bunları okumakla Peygamber (s.a.v.)'e uymak ve bununla teberrük etmek isterse güzeldir. Lâkin bu sureleri okumayı vacip bilip başkalarını terk etmek mekruhtur. Sebebini cuma bahsinde söyledik.» Kıraat faslında beyan ettiği vecihle bayram namazlarında imam kıraatı âşikâr okur. Bahır'da bu mesele burada açıklanmıştır.
İmama ayakta iken yetişmekten murad: rüku'dan önceki kıyam halidir. İmama rüku halinde yetişirse, rükuda yetişeceğini aklı yattığı takdirde kendi reyi ile ayakta tekbir alarak rükua gider. Yetişeceğine kanaat getirmezse rüku eder ve tekbiri rüku halinde alır. İmam ebû Yusuf buna muhaliftir. Ellerini kaldırmaz. Çünkü elerini dizlerine koymak, yerinde yapılan bir sünnettir; el kaldırmak ise yerinde değildir. İmam başını rükudan kaldırırsa o kimseden kalan tekbirler sâkıt olur. Tâ ki imama tabi olması elden gitmesin. İmama rükudan doğrulduktan sonra yetişirse tekbirleri orada kaza etmez. Zira tekbirleri ile birlikte rekatı kaza eder. Fetih ve Bedâyi.
«Kendi reyi ile o anda tekbir alır.» yanı velev ki imam kıraata başlamış olsun. Nasıl ki Hılye'de de böyle denilmiştir. Kendi reyi ile tabirinden murad; İmam-ı Şâfiî olup yedi defa tekbir alsa da o üç tekbir alır demektir. Yukarıda geçen «rivayet bulunan yerde imama tabi olur.» sözü bunun hilâfınadır. Çünkü o müdrik hakkındadır.
«Çünkü mesbuktur.» Yani kaza ettiği kısımlarda o yalnız kılan hükmündedir. Yetişilemeyen zikir, imam namazdan çıkmadan kaza edilir. Fetih.
Ben derim ki : Bu izaha göre imamla birlikte kılmaya kendi reyini az olmayan miktarda yetişirseondan sonra bir şey kaza etmemesi gerekir. Buna dikkat et! Hılye.
«Şâyet bir rekata yetişememişse evvela kıraatı okur.» Yani o rekatı kaza etmeye kalktığında işe kıraattan başlar. İmama yetiştiği rekatta ise Yukarıda geçen tafsilata riayet gerekir. Yani tekbirlerin hepsine mi bir kısmına mı yetiştiği yoksa hiç mi yetişemediği nazar-ı itibara alınır. Hılye sahibinin dediği gibi yapmaz.
«Tekbirler birbiri ardına gelmesin diye sonra tekbir alır.» Çünkü kıraattan evvel tekbir alırsa imamla beraber de tedbir aldığı için iki rekatta tekbirler birbirinin ardından gelir. Bahır sahibi diyor ki: «Buna sahabeden hiç kimse kail olmamıştır. Ama kıraattan başlarsa fiili hazret-i Ali'nin kavline uymuş olur. Ve daha evladır. Muhit'de de böyle denilmiştir. Bu söz fukuhanın Mesbuk zikirler hakkında namazının evveline kaza eder.' diyerek ifade ettikleri hükmü tahsis eder.»
T E N B i H : Biliyorsun ki mesbuk kendi reyi ile tekbir alır. Lâhık ise imamının reyine göre tekbir alır. Çünkü o hükmen imamın arkasındadır. Bunu Sirac'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Rüku halinde tekbir alır. Sahih kavil budur.» Musannıf, Mineh adlı eserinde de böyle demîştir. Fakat Bahır sahibinin sözü buna muhaliftir. O «İmama ayakta yetişir de tekbir almadan imam rükua giderse sahih kavle göre rükuda tekbir almaz.» demiştir. Nehir'de de böyle denilmiştir. Hılye'de bundan bahs edilirken «Bazıları rükuda tekbir alır, bazıları almaz demişlerdir. Muhit sahibi bu ikinci kavli kuvvetli bulmuştur.» deniliyor. Tahtavi «Galiba bu, kusur kendinden geldiği içindir.» demiştir.
«Vâcibi îfa sünneti îfadan daha evlâdır.» Vacip, tekbirdir; sünnet ise tesbihtir. Ama bunun söz götürdüğünü biliyorsun. T. Rahmetî vacibi imama tabi olmak. sünneti de sırf kıyam halinde tekbir almakla tefsir etmiştir. Yani tekbiri rükuda almak do kâfi ise de iyice kıyam halinde almak sünnettir.
METİN
Nitekim imam da tekbir olmadan rükua gitse rükuda tekbir alır; zâhir rivayete göre tekbir almak için kıyama dönmez. Dönerse namazının bozulması gerekir.
Cemaat olan kimse zâid tekbirlerde ellerini kaldırır. Velev ki imamı bunu meşru saymasın. Ancak rükuda tekbir alırsa yukarıda geçtiği vecihle muhtar kavle göre ellerini kaldırmaz. Çünkü dizlerini tutmak. yerinde yapılan bir sünnettir. Bayram tekbirleri arasında sünnet bir zikir yoktur. Onun için ellerini salar. Ve her iki tekbir arasında üç tesbih miktarı susar. Bu cemaatın çokluğuna azlığına göre değişir. Namazdan sonra imam iki hutbe okur. Bunlar sünnettir. Namazdan önce okusa da sahih olur, fakat sünneti terk ettiği için isaette bulunmuş olur.
Cumada sünnet ve mekruh olan şeyler bayramda da sünnet ve mekruhtur. Sekiz hatta on yerde hutbe okunur. Bunların üçünde söze hamd ve senâ ile başlanır. Mezkûr hutbeler Cuma, istiskâ ve nikah hutbeleridir. Küsuf ve Kur'an hatmi hutbeleri de öyle olmak gerekir. Ama ben bunu bir yerde görmedim. Beş hutbede de söze tekbirle başlanır. Bunlar; bayramların hutbeleriyle haccın üç hutbesidir. Şu kadar ki Mekke ve Arafattaki hutbelere hatip evvela tekbirle başlar; sonra telbiye getirir; sonra hutbeyi okur. Ebu'l-Leys'in Hızâne namındaki kitabında da böyle denilmiştir.
İlk hutbeyi birbiri ardınca dokuz tekbirle başlamak müstehabtır. İkinci hutbeye ise yedi tekbirle başlamak sünnettir. Minberden inmeden ondört tekbir almak da müstehaptır. Hatip minbere çıktığı vakit bize göre oturmaz. Mirâc.
Hatibin, hutbesinde fitre sadakasının hükümleri cemaata öğretmesi dahi menduptur. Tâ ki vermemiş olanlar versinler. Bunu, cemaat vaktiyle hazırlasın diye fitre hükümlerini bir cuma evvel öğretmek gerekir. Ama ben bunu bir yerde görmedim. Bilinmesine ihtiyaç duyulan her hüküm böyledir. Zira hutbe, öğretmek için meşru kılınmıştır.
İZAH
«Zâhir rivayete göre tekbir almak için kıyama dönmez.» Şârih burada musannıfın Mineh'teki sözüne tabi olmuştur.Bahır ile Hılye'de ise şöyle denilmiştir: «Zâhir rivayete göre rükuda tekbir almaz. Kıyama dönmez.» Hılye'de şu da ziyade edilmiştir: «Kerhi'nin söylediği, ve Bedâyi sahibinin benimsediği Nevâdir rivayetine göre ise kıyama ,döner ve tekbir alır. Sonra rükuu tekrarlar, kıraatı tekrarlamaz.» Bu rivayet dahi metindekine muhaliftir. Evet, böyle bir rivayeti Bahır, Hılye ve Fethü'l-Kadir sahipleri ile vitir ve nafileler bâbında Zâhire sahibi açıklamışlar ve tekbirle -ki onun için rüku terk edilir- kunut arasındaki farkı göstererek «Bayram tekbiri Bilittifak meşrudur. Vitirin kunutu öyle değildir.» demişlerdir. Bedayi'de vitir ve nafileler bâbında bunun gibi; bu babta ise buna muhalif beyanatta bulunulmuştur. Lâkin zâhir rivayet sabit olunca ondan dönmek olmaz. Metindeki ifadeye göre tekbir ile kunut arasındaki fark; rükuda kunut yapılmadığına göre kunutun ancak kıyam halinde meşru olmasıdır. Tekbir öyle değildir.
«Dönerse namazının bozulması gerekir.» Şârih burada Nehir sahibine tabi olmuştur. Biliyorsun ki dönmek, Nevadir'in rivayetidir. Kaldı ki buna Kemâl bin Hümâm'ın dediği gibi; «bunda vacibi ifa için tarzı terk vardır. Bu helâl değilse de sahih olmasına dokunmaz.» denilebilir. (Kemâl ibn-i Hümâm bu sözü, 'ayakta iken rekatı tamamladıktan sonra ilk oturuşta dönse namaz bozulmaz' diyenlerin kavlini tercihi için söylemiştir.) Zâid tekbirlerde eller. baş parmakları kulak yumuşaklarına dokunacak derecede kaldırılır. T.
Musannıfın zâid tekbiri diye kayıtlaması, ikinci rekatın rüku tekbirinden ihtiraz içindir. Bu tekbir zâid tekbirlere ilhak edilmiştir. Hatta biz onun da vacip olduğuna kailiz. Halbuki onda el kaldırmak yoktur. Nehir.
«Çünkü dizlerini tutmak, yerinde yapılan bir sünnettir.» Ellerini kaldırmak ise yerinde yapılmayan bir sünnettir. Yerinde yapılan evlâdır. T.
Bayram tekbirleri arasında eller yanlara salınır. Üçüncü tekbirden sonra bağlanır. Nitekim Münye şerhinde beyan olunmuştur. Zira el bağlamak, içinde sünnet vecihle zikir bulunan uzun kıyamın sünnetidir. Bayram namazında hatip hutbeyi namazdan önce okusa veya Bahır'dan naklettiğimiz gibi hiç okumasa sahih olursa da isaettir.
«Cumada sünnet ve mekruh olan şeyler bayramda sünnet ve mekruhtur.» Bundan, yalnız tekbirle, hutbeden evvel oturmamak müstesnadır. Bu iki şey bayram hutbesinde sünnet. cuma hutbesindesünnet değildir. On yerde hutbe okunması, bize göre küsuf'ta hutbe olduğundan ve imameynin kavline göre istiska'da dahi hutbe olduğundandır. Nitekim gelecektir. Mekke ve Arafat'taki hutbelerde telbiye vardır. Zilhiccenin onbirinci günü Minâ'da okunan hutbede ise telbiye yoktur. Çünkü ilk taşı atmakla telbiye kesilir. T.
«İlk hutbeye birbiri ardınca dokuz tekbirle başlamak müstehaptır.» Bunu Mecma'al-Nevâzil'den naklen Mirâc sahibi söylemiştir. Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Zâhir rivayette tekbir için muayyen sayı yoktur. Lâkin hutbenin ekserisini tekbir teşkil etmemek gerekir. Kurban bayramında fitire bayramından fazla tekbir getirilir.»
Ben derim ki: Zâhir rivayette sa'yinin mutlak bırakılması, sünnete beyan edilen sayı ile kayıtlamaya aykırı değildir. Şâfiî rahimellah buna kaildir. Bize göre hatip minbere çıktığı vakit oturmaz. Çünkü oturmak müezzin ezanı bitirsin diyedir. Bayram namazında ise ezan meşru olmamıştır. Binaenaleyh oturmaya hacet yoktur. Mirâc.
«Ama ben bunu bir yerde görmedim.» sözü Bahır sahibine aittir. Bundan sonra «İlim, ulemanın boynunda emanettir.» demiştir. Şârih sadaka-i fıtır bâbında başında semennî'den naklen; «Peygamber (s.a.v.) fitre bayramından iki gün evvel fitrenin çıkarılmasını emir buyurmuş.» diyecektir ki, bu da Bahır sahibinin sözünü te'yit eder.
«Bilinmesine ihtiyaç duyulan her hüküm böyledir.» Bu cümle Bahır sahibinin sözünün tetimmesidir. Ve şöyle demiştir: «Ulemanın sözlerinden şu mânâ çıkarılır ki, hatip bazı hükümlerin bilinmesine hacet görürse onları cemaata cuma hutbesinde öğretir. Bilhassa bizim zamanımızda bu lazımdır. Çünkü cehalet çoğalmış, ilim azalmıştır. Onun için hutbede cemaata, namaz hükümlerini öğretmesi gerekir. Nitekim bu açıktır.»
METİN
Bir kimse bayram namazını imamla kılmaya yetişemezse yalnız başına kılamaz. Velev ki bozmak suretiyle cemaatı kaçırmış olsun. Esah kavle göre bu bilittifak böyledir. Nitekim Bahır nâm kitabın teyemmüm bahsinde beyan olunmuştur.
Bozmak hakkında şöyle lügaz yapılmıştır: «Hangi adamdır o ki üzerine vacip olan bir namazı bozar do kaza lazım gelmez?» O kimsenin başka bir imama gitmesine imkan varsa gider. Çünkü bayram namazı bir şehrin birçok yerinde bilittifak kılınır. Gitmekten âciz kalırsa kuşluk namazı gibi dört rekat kılar. Fitre bayramı namazı yağmur gibi bir özürden dolayı, yalnız ertesi günün zeval vaktine kadar geciktirilebilir. İkinci günkü vakti dahi birinci günde olduğu gibidir. Ve bu namaz eda değil kaza olur. Nitekim kurban bahsinde gelecektir. Kuhistânî iki kavil nakletmiştir. Fitre bayramının hükümleri kurban bayramının hükümleri gibidir. Lâkin kurbanda namazı özürsüz kurban günlerinin üçüncüsünün sonuna geciktirmek kerahetle, özürle geciktirmek ise kerahetsiz caiz olur. Binaenaleyh burada özür keraheti kalksın diye, fitre bayramında sahih olmak içindir. Kurban bayramına giderken yolda bilittifak âşikâre tekbir alınır. Bazıları namazgahta da âşikâre alınacağını söylemişlerdir. Bugün müslümanlar bununla amel etmemektedirler. Evde tekbir almak sünnetdeğildir. Esah kavle göre kurban kesmese bile yemeği namazdan sonraya geciktirmek menduptur. Ama yerse tahrimen mekruh olmaz.
İZAH
Bayram namazına yetişemeyen onu yalnız başına kılamaz. Fakat imam kılmamışsa kaza edilir. Nitekim gelecektir. Bunu Miracü'd-Dirâye sahibi söylemiştir. Buradaki esah kavlin mukabili Bahır sahibinin imam ebû Yusuf'tan naklettiği kavildir ki, bu kavle göre bayram namazına niyetlendikten sonra bozulursa kaza edilir. Zira vacip olmak hususunda niyetlenmek adamak gibidir.
«Bayram namazı bir şehrin bir çok yerlerinde bilittifak kılınır.» Hilaf yalnız Cuma hakkındadır. Bahır.
«Gitmekten âciz kalırsa kuşluk namazı gibi dört rekat kılması» mendup olur. Nasıl ki Kuhistânî'de beyan edilmiştir, Bu kaza değildir. Çünkü onun gibi değildir. T.
Ben derim ki: Hılye'de Hâniye'den naklen bildirildiğine göre bu namaz kuşluk namazıdır. Şârihin Bedâyi sahibine uyarak «kuşluk namazı gibi» demesinin mânâsı, bayramda olduğu gibi bunda zâid tekbirleri olmaz demektir.
«Bayram namazı yağmur gibi bir özürden dolayı yalnız ertesi günün zeval vaktine kadar geciktirilebilir.» İmamın namazgaha çıkmaması, hava bulutlu olup hilalı zevalden sonra veya önce görmeleri ve cemaatın toplanmasına imkan bulunması yahut bulutlu bir günde kılınıp sonradan zevalden sonra kılındığının anlaşılması da özre dahildir. Nitekim Dürer'de ve şeyh İsmail'in Dürer şerhinde beyan edilmiştir. Aynı eserde Hüccet'ten naklen şu da vardır; «Bir imam bayram namazını abdestsiz kıldırır da sonra cemaat dağılmadan bunu onlarsa abdest alır; ve hep beraber namazı tekrar kılarlar. cemaat dağılmış olursa onlara tekrar ettirmez. Müslümanları ve amellerini korumak için namazları caiz sayılır.
«Kuhistâni iki kavil nakletmiş» sonra şöyle demiştir: «İhtimal bu, iki rivayetin muhtelif olmasına binaendir, Nazm'ın zekat bahsinde söyledikleri de bunu te'yit eder. Orada 'Bayram namazı için temel kitaplarda bir gün, Kerhî'nin muhtasarında iki gün vardır.' denilmiştir.»
T E N B İ H : Müctebâ sahibinin Tahtavî'den naklettiğine göre musannıfın söylediği, ebû Yusuf'un kavlidir. Ebû Hanîfe «Bayram îlk gün kılınmazsa kaza edilmez.» demiştir. Lâkin muteber kitaplarda bunda ihtilaf zikredilmiştir. Nitekim Bahır'da beyan olunmuştur. Bir özürden dolayı kurban bayramı namazını üçüncü günün sonuna kadar geciktirmek kerahetsiz caizdir. Birinci günden sonra kılınan bayram namazı yine kaza olur. Nitekim Bedâyi ve Zeyleî'nin kurban bahsinde beyan olunmuştur. Özürsüz geciktirmek ise mekruhtur. Müctebâ, Cevhere, Bezzâziye ve diğer kitaplarda özürsüz geciktirmenin isaet olduğu bildirilmiştir. Bundan anlaşılır ki, bu kerahet-i tahrimidir. Remli.
Ben derim ki: Bahır ve Dürer'e uyarak keraheti mutlak zikretmesi, tahrim ifade eder. İsaete gelince; biz namazın sünnetleri bahsinde onun kerahetten daha aşağı mı yoksa çirkin mi olduğu hususundaki hilâfı arzetmiş ve isaetin kerahet-i tahrimiyeden aşağı, kerahet-i tenzihiyeden daha çirkin olduğunu söyleyerek iki kavlin arasını bulmuştur.
«Bazıları namazgahta da âşikare tekbir alınacağını söylemişlerdir.» Muhit'de şöyle denilmiştir: «Birrivayette imam namaza başlamadıkça tekbiri kesmez. Çünkü vakit tekbir vaktidir. Müteakiben namazdan sonra âşikâre olarak tekbir alır.» Bedayi sahibi birinci kavli kesinlikle kabul etmiştir. Ama mescidlerde cemaat ikinci rivayet ile amel etmektedirler. Bahır.
«Esah kavle göre kurban kesmese bite yemeği namazdan sonraya geciktirmek menduptur.» Yani sabahtan itibaren namaz kılıncaya kadar orucu bozan şeylerden sakınmak menduptur. Çünkü kurban bayramı sabahı çocuklara yemek yedirmemek, bebekleri emzirmemek lazım geldiği hususunda, sahabeden rivayet edilen haberler mütevatirdir. Bunu Zâhidî'den naklen Kuhistani söylemiştir. T.
«Kurban kesmese bile» sözü şehirli ve köylüye şâmildir. Gayetü'l-Beyan'da bu şehirli diye kayıtlanmış; köylünün sabahtan kurban eti yiyebileceği ifade edilmiştir. Çünkü cuma kılınamayan köylerde kurbanlar sabahtan kesilir. Bazıları «Kurban kesmeyen kimsenin yemeği geciktirmesi müstehab değildir.» demişlerdir. Bahır.
«Ama yerse tahrimen mekruh olmaz.» Bahır sahibi diyor ki: «Kurban etinden yemek müstehaptır. Müstehabı terk etmekten kerahetin sabit olması lazım gelmez. Zira kerahet için hususi delil lazımdır.» Şârih «tahrimen» sözünde Nehir sahibine uymuştur ve bununla kerahet-i tenzihiye sabit olduğuna işaret etmiştir. Ama bu söz götürür; Çünkü Bahır sahibinin söylediklerini gördün! Bir de Bedayi'de «isterse kurban etinden tadar isterse tatmaz. Edep ve terbiye namazdan çıkıncaya kadar bir şey tatmamaktır. Tâ ki yediği kurbanlar olsun.» denilmiştir
METİN
Hatip hutbede kurbanı ve teşrik tekbirlerini öğretir. Halkın, Arafat'da başka yerlerde vakfe yapanlara benzemek için vakfe yapmaları bir şey değildir. Bu söz siyak-ı nefide gelmiş bir nekredir. Binaenaleyh farz. vacip ve müstehap bütün ibadet nevilerine şâmil olur. Ve mübah olduğunu ifade eder. Bazıları bunun müstehap olduğunu söylemişlerdir. Miskin'de böyle denilmiştir. Bakânî «O günün şerefi ve vaaz dinlemek için toplanırlar: vakfe yapamaz ve başlarını açmazlarsa bilittifak kerahetsiz caiz olur.» demiştir. Esah kavle göre teşrik tekbiri bir defa vacip olur. Zira emir buyurulmuştur. Birden fazla yaparsa fazilet olur.
Aynî diyor ki: «Tekbirin sıfatı: «Allah'ü Ekber Allah'ü Ekber Lâ ilâhe illallah vallâhü Ekber Allah'ü Ekber ve Lillâhi'l hamd» demektir.
Halilullah İbrahim aleyhisselâmdan rivayet olunan budur.
İZAH
Teşrik tekbirini cemaata kurban bayramından bir cuma evvel öğretmek gerekir. Çünkü bayram arefe gününden başlar. Nitekim Bahır sahibi bunu incelemiştir.
«Halkın Arafat'da başka yerlerde vakfe yapması»dan murad; Arafat'taki hacılara benzemek için arefe gününün akşamı camilere veya şehir dışında bir yere toplanmalarıdır. Bu bir şey değildir. Ama bazıları müstehap olduğunu söylemişlerdir. Galiba Nihaye sahibinin muradı bu olacaktır. Çünkü o, «usulün gayri kitaplarda Ebû Yusuf'la imam Muhammed'den bunun mekruh olmadığırivayet edilmiştir. Rivayete göre ibn-i Abbas Basra'da bunu yapmıştır.» demektedir. Fethü'l-kadir'de; «Bu gösteriyor ki, bunun mukabili, usul kitaplarının rivayeti mekruh olmasıdır.» denilmiş; sonra şöyle devam edilmiştir: «Avamdan beklenen bir itikat bozukluğunun önünü almak için evla olan budur. Kastetmese bile bizzat vakfe ve başı açmak benzemeyi istilzam eder. Hak şudur ki, o gün mesela istiskâ gibi vakfeyi gerektiren bir sebep meydana gelirse vakfe mekruh olmaz. Ama o günde çıkmayı kastetmek yok mu; düşünürsek 'benzemenin mânâsı işte budur. Timurtâşî'nin camiinde şöyle denilmektedir: Cemaat o günün şerefi için toplanırlarsa caizdir. Vakfesiz ve baş açmamak şartıyle buna hamlolunur.»
Hâsılı Dürer'de beyan edildiği vecihle sahih kavil, mekruh olmasıdır. Hatta Bahır'da «Gayetü'l-Beyan'ın zâhiri kerahetin tahrimiye olduğunu göstermektedir.» deniliyor. Nehir'de de: «Ulemanın ifadeleri kerahetin tercih edildiğini başka kavlin şâz olduğunu gösteriyor» denilmiştir. Bâkânî'nin sözü Fethü'l-Kadir'in yukarıda geçen ibaresinin sonundan alınmıştır. Elhâsıl; mekruh olan istiskâ gibi bir sebep yokken çıkarmak vakfe yapmak ve baş açmaktır. Bunlar olmaksızın sırf tâat için toplanmakta bir kerahet yoktur. Sıhah ve diğer lügat kitaplarında nakledildiğine göre teşrik; eti kurutmak mânâsına gelir. Kurban gününü takip eden üç güne bu ad verilmiştir.
Halil bin Ahmed'le Nasır bin Şumeyl'in lügat ulemasından rivayetlerine göre ise teşrik; tekbir demektir. Şu halde iki mânâ arasında müşterek demektir. Burada ondan murad, tekbirdir. (Tekbir teşrik) diyerek yapılan izafet izafet-i beyâniyedir. Yani (teşrik denilen tekbir) demektir. Bu surette izafet, imameynin kavline göredir. Zira «İmam-ı A'zam'a göre teşrik günlerinde tekbir yoktur.» diyenlerin sözü defedilmiş olur. Sözün tamamı Şeyh İsmail'in Ahkâm'ında ve Bahır'dadır.
«Esah kavle göre teşrik tekbiri bir defa vacip olur.» Bazıları sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bu kavil de sahihlenmiştir. Lâkin Fethü'l-Kadir'de ekser ulemaya göre vacip olduğu bildirilmiş; Bahır'da ise ortada hilâf diye bir şey olmadığı, zira sünnet-i müekkede ile vacibin derece ve terkinden dolayı günah istihkakında müsavi oldukları beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü namazın sünnetleri bahsinde arzettiğimiz vecihle sünneti terk etmenin günahı, vacibi terk etmenin günahından daha hafiftir. Yine orada beyan etmiştir ki. sünneti terk etmekten murad; özür yokken devam üzere bırakmaktır. Nitekim Tahrir şerhinde beyan olunmuştur. Onu bir defa bırakmakta günah yoktur. Bu, vacibe muhaliftir. En iyisi Bedayi'nin sözüdür. Orada şöyle denilmiştir: «Sahih olan onun vacip olmasıdır. Ona Kerhî dahi (sünnet) adını vermiş; sonra (vaciptir) diye tefsir etmiştir. Kerhî'nin sözü şudur: «Teşrik tekbiri devam edegelmiş bir sünnettir. Onu ilim ehli nakletmiş ve onunla amel hususunda ittifak etmişlerdir. Vacibe sünnet adını vermek caizdir. Çünkü sünnet makbul tarikattan ve güzel tutumdan ibarettir. Sıfatı bu olan her vacip de sünnettir.»
Ben derim ki: Birçok fukahanın namazda ilk oturuşa (sünnettir) demeleri de bu kabildendir. Teşrik tekbiri Teâlâ hazretlerinin «Sayılı günlerde Allah'ı zikredin!» ve «malum günlerde Allah'ın adını ansınlar!» ayet-i kerimeleriyle emir buyurulmuştur. Bû her iki ayetteki, zikirden murad, teşriktekbiri olduğuna göredir. Bazıları sayılı günlerin teşrik günleri, malum günlerin ise zilhiccenin on günü olduğunu söylemişlerdir. Sözün tamamı Bahır'dadır.
demenin vacip olduğunu gösterir. Lâkin Ebu-s-Suûd'un beyanına göre Hamavî Kara Hisâri'den iki defa tekbir olmanın sünnete muhalif olduğunu nakletmiştir,
Ben derim ki: «Bercendî'nin eserinden naklen Ahkâm adlı kitapta sonra ulemamızın meşhur olan kavline göre bir defa tekbir alır. Ama (üç defa alır) diyenler de olmuştur.» denilmiştir. Burada beyan edilen tekbir İbrahim Aleyhisselâmdan kalmıştır. Aslı şudur: Cebrail aleyhisselâm hazret-i İsmail'in yerine kurbanlık koç getirince İbrahim aleyhisselamın telaşa düşeceğinden endişe ederek «Allah'ü Ekber Allah'ü Ekber» demiş İbrahim Aleyhisselam onu görünce «Lâ ilâhe illallah vallâhü Ekber» diye mukabele etmiş. İsmail Aleyhisselam da kendi yerine kurbanlık geldiğini görünce; «Allah'ü Ekber ve Lillâhi'l hamd» demiş.Fukaha bunu böyle anlatmışlardır. Fakat hadis ulemasına göre subût bulmamıştır. Nitekim Fetih'te Bahır'dan naklen böyle denilmiştir. Yani bu kıssa sabit olmamıştır. Bu şekildeki tekbire ise İbn-i Ebi Şeybe güzel bir senedle İbn-i Mes'ud'dan rivayet etmiştir. İbn-i Mes'ud hazretleri böyle dermiş. Sonra bilumum sahabenin böyle tekbir aldıklarını rivayet etmiştir. Sözün tamamı Fetih'tedir. Bundan sonra Fetih'te şöyle denilmiştir! «Bu suretle anlaşılıyor ki; Şâfiî'nin dediği gibi birinde üç defa tekbir almak sabit olmamıştır.»
METİN
Muhtar kavle göre kesilecek olan Hazreti İsmail'di. Kamus'da; Bu kavlin esah olduğu bildirilmiş; İsmail'in mânâsı, (Allah'a itaat eden) demektir.» denilmiştir. Müstehap bir cemaatla edâ edilen veya kurban gibi vakti mevcut olduğu için o sene bayram günlerinde kaza edilen her farz-ı aynın arkasından, üzerine binaya; mâni bir fasıla bulunmamak şartıyla teşrik tekbiri getirmek vaciptir. Kadınlarla çıplakların cemaatı bundan hariçtir. Esah kavle göre kölelerin cemaatı hariç değildir. Cevhere.
Teşrik tekbirinin evveli arefe gününün sabah namazı, sonu da gaye dahil olmak üzere Bayram gününün ikindisidir. Tekbir getirilecek namazlar sekizdir. Bu tekbir şehirde oturan (mukim) imama, imama uyan yolcuya, köylüye ve kadına -tabi olmaları sebebiyle- vaciptir. Lâkin kadın gizli tekbir alır. Misafire uyan mukime de vaciptir.
İZAH
İbrahim Aleyhisselam'ın kesilecek olan oğlu hazreti İsmail Aleyhisselam idi. Hılye'nin başında iki kavilden en zâhir olanı bu olduğu bildirilmiştir.
Ben derim ki: İmam Ahmed de buna kâildir. Ekseriyetle hadis uleması da bu kavli tercih etmişlerdir. Ebu Hâtım «sahih kâvil budur» demiş; Beyzâvî en zâhir kavlin bu olduğunu söylemiştir. Hedyi adlı eserde; «Sahabe tâbiin ve onlardan sonra gelen ulemaya göre doğrusu budur.» denilmiştir. Hazreti İshak olduğunu bildiren kavil, yirmiden fazla vecihle reddedilmiştir. Evet, sahabe ve tâbiinden bir cemaat İshak Aleyhisselam olduğunu kabul etmiş; Kurtubî bu kavli ekserulemaya nisbette bulunmuş; Taberî bunu ihtiyar etmiş; Şifâ' sahibi de kesinlikle buna kail olmuştur. Sözün tamamı Alkâmî'nin Gami-i Sağîr şerhinde «kesilen İshak» hadisindedir.
Bahır sahibi diyor ki: «Mâlikîler.birinci kavle meyletmişlerdir. Ebu'l- Leys Semerkandî Bustan adlı eserinde «bu, kitap ve sünnete daha uygundur.» diyerek bu kavli tercih etmiştir. Bu bâbta kitap; «Biz onun yerine büyük bir kurbanlık gönderdik» ayeti kerimesidir. Bundan sonra kesme işi hikaye edilmiş; sonra «biz ona İshak'ı da müjdeledik.» buyurulmuştur.
Habere gelince: O da rivayet olunan «Ben iki kurbanlığın oğluyum!» hadisidir. Bunlardan murad; pederleri Abdullah ile hazreti İsmail Aleyhisselamdır. Ümmetin uleması hazreti Peygamber (s.a.v.) in hazreti İsmail neslinden geldiğine ittifak etmişlerdir. Ehl-i Tevrat «bunun İshak olduğu Tevrat'ta yazılıdır.» derler. Doğru ise biz de inanırız. Halebî Şifâ şerhinde Hafacî'nin «En iyisi Teâlâ hazretlerinin (İshak'ın ardından da Yakup ile müjdeledik) ayeti kerimesiyle istidlâl etmektir. Zira Teâlâ hazretleri, babasına Yakub'un İshak sulbünden geldiğini haber verirken, onu kesmekle imtihan etmesi tamam değildir. Çünkü bu takdirde bir faidesi olmaz.» dediğini nakletmiştir. Yani Allah Teâlâ ona oğlunu küçükken kesmesini emretmiştir. Bu emrin Yakup oğlunun sulbünden çıktıktan sonra verilmesi mümkün değildir.
«Her farz-ı aynın arkasından» ifadesi cumaya da şâmildir. Bununla vitir ve bayramlar gibi vaciplerle nafileler hariç kalır. Belh ulemasına göre bayram namazının akabinde tekbir alınır. Çünkü o da cuma gibi cemaatla kılınır. öteden beri müslümanlar bunu yapagelmişlerdir. Binaenaleyh buna tabi olmak vaciptir. Nitekim gelecektir.
«Farz-ı ayn» kaydıyla cenaze hariç kalmıştır. Cenaze namazından sonra tekbir alınmaz. Bunu Bahır sahibi ifade etmiştir. Her forz-ı aynın arkasından o farzın üzerine bina etmeye mâni bir fâsıla bulunmamak şartıyle teşrik tekbiri getirmek vacip olur. Mescidden çıkar veya kasten yahut unutarak konuşur; yahut kasten abdest bozarsa tekbir sâkıt olur. Kıbleye arkasını dönmekte iki rivayet vardır. Selam verdikten sonra unutarak abdestini bozarsa esah kavle göre tekbir alır. Abdest almak için dışarı çıkmaz. Fetih.
Bayram günlerinde kaza edilen namazın dört şıkkı vardır:
Birincisi; bayram günlerinden başka günlerde kazaya kalan bir namazın bayram günlerinde kaza edilmesi.
İkincisi; bayram günlerinde kazaya kalan bir namazın bayram günlerinden başka zamanlarda kaza edilmesi.
Üçüncüsü; bayram günlerinde kazaya kalan bir namaz»n başka senenin bayram günlerinde kaza edilmesi.
Dördüncüsü; bayram günlerinde kazaya kolan bir namazın o senenin bayram günlerinde kaza edilmesidir ki bunların yalnız dördüncüsünde tekbir alınır. Bahır'da da böyle denilmiştir.
«Kurban gibi vakti mevcut olduğu için» ifadesinden murad; kurbanın birinci gün kesilemezse ikinci ve üçüncü günlerde kesilebileceğine işarettir.
«Esah kavle göre kölelerin cemaatı hariç değildir» Onlar cemaat olabilirler. Zira esah kavle göre hürolmak şart değildir. Hatta bir köle. cemaata imam olursa kendisine ve cemaata tekbir,vacip olur. Bahır.
Teşrik tekbirinin evveli zâhir rivayete göre arefe gününün sabah namazıdır. Hazretî Ömer'le Ali radıyallahu anhanın kavilleri budur. imam Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre kurban gününün öğle namazıdır. İbn-i Ömer'le Zeyd Bin Sâbit radıyallahu Anhumanın kavilleri de budur. Nitekim Muhit'de beyan edilmiştir. Kuhistânî.
Köylüye ve yolcuya teşrik tekbiri vacip değildir. Esah kavle göre velev ki yolcular şehirde namazlarını cemaatla kılsınlar. Bunu Bedâyi'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Yani İmam-ı A'zam'ın kavline göre esah olan budur. Zâhire bakılırsa şehirde köylülerin cemaatla kılmaları da böyledir. Kuhistanî diyor ki: «Bundan anlaşılan, mezkur mukimin sağlam olmasıdır. Hastalar cemaatla kılarlarsa tekbir almazlar. Nitekim Cellâbî'de böyle denilmiştir.
«Tabi olmaları sebebiyle» ifadesinden murad; yolcu, köylü ve kadındır.» T.
Kadının gizli tekbir olması, sesi avret olduğu içindir. Nitekim Kâfi ve Tebyin'de beyan olunmuştur.
Öyle anlaşılıyor ki, «misafire uyan mukime de vaciptir.» sözü Şurunbulâli'nindir. Zira Dürer'in «Yolcu olan imama da vacip değildir.» sözünü izah ederken şöyle demiştir: «Ben derim ki bu izaha göre o kimseye uyan mukimlere vaciptir. Zira onlar hakkında şart mevcuttur.»
Ben derim ki: Şurunbulâliye'ye ulemanın «tâbi olmaları sebebiyle» ifadeleri muarız olamaz. Çünkü tâbi olmak, imam vücûp ehlinden olduğu zamana mahsustur. O surette imama uyan kimse vücûp ehlinden değildir.
Lâkin Ebû's-Suûd haşiyesinde Hamavî'den naklen şöyle denilmiştir: «Natıfî'nin Hidâyesinde beyan olunmuştur ki imam şehirlerden birinde bulunur da cemaata namaz kıldırırsa, arkasında o şehrin halkından kimseler bulunduğu taktirde İmam-ı A'zam'a göre hiçbirine tekbir vacip olmaz. İmameyne göre hepsinin tekbir almaları vacip olur.» Burada maksat yolcu olan imamdır. Sözün gelişi bunu göstermektedir.
METİN
İmameyn «teşrik günlerinin sonu olan beşinci günün ikindisine kadar her farzın sonunda mutlak surette tekbir vaciptir.» demişlerdir. Velev ki yalnız kılsın; yahut yolcu veya kadın olsun. Çünkü tekbir farz namaza tâbidir. itimat bu kavledir. Bilumum şehirlerde ve bütün asırlarlarda amel ve fetva da buna göredir. Bayram namazından sonra tekbir getirmekte bir beis yoktur. Çünkü müslümanlar bunu birbirlerinden nakletmişlerdir. Binaenaleyh onlara uymak vaciptir. Belh uleması bununla amel etmişlerdir. Zilhiccenin on gününde avam sokaklarda tekbir almaktan menedilmezler. Biz bununla amel ederiz. Bu sözü Bahır ve Müctebâ sahipleri ile başkaları söylemişlerdir. İmam terketse bile cemaat olanın tekbir alması vaciptir. Çünkü onu namazdan sonra eda eder. İmam ebû Yusuf şöyle demiştir: «Arefe günü cemaata akşam namazını kıldırdım. Ve tekbir almayı unuttum. Cemaata tekbiri ebû Hanife aldırdı.»
Mesbûk da lahik gibi vücûben tekbir alır. Lâkin yetişemediğini kaza ettikten sonra alır. Ama İmamlabirlikte alırsa namazı bozulmaz. Telbiye ederse bozulur. İmam evvela işe secde-i sehivden başlar. Çünkü o, namazın tahrimesinde (girişinde) vacip olmuştur. Sonra tekbir alır. Zira tekbir namazın hürmetinde vacip olmuştur. İhramlı ise bundan sonra telbiye getirir. Çünkü telbiye, namazın ne tahrimesinde ne de hürmetinde mevcut değildir. Hulâsa.
Valvalciye'de «Telbiyeden başlarsa secde-i sehiv ve tekbir sâkıt olur.» denilmiştir.
İZAH
«Çünkü tekbir farz namaza tâbidir.» Binaenaleyh üzerine namaz farz olan kimseye tekbir de vaciptir. Bahır.
«İtimat bu kavledir.» ifadesi şuna binaendir: İmam-ı A'zam'la imameyn ihtilâf ettikleri vakit itibar delilin kuvvetinedir. Esah olan budur. Nitekim EI'hâvil-Kudsî'nin sonunda açıklanmıştır. Yahut şuna binaendir: Her meselede imameynin kavli İmam-ı A'zam'dan da rivayet olunmuştur. Öyle olmasa mezhep sahibinden başkasının sözü ile nasıl fetva verilebilir!
«Beis yoktur.» Tabiri bazan 'mensud' mânâsında kullanılır. Nitekim Bahır'da cenaze ve cihad bahislerinde bu mânâya kullanılmıştır. Burada da 'mensud' mânâsınadır. Zira bundan sonra «Onlara uymak vaciptir» denilmiştir. öyle anlaşılıyor ki burada ki «vaciptir» tabirinden de 'sabittir' mânâsı kastedilmiştir. Istılâhî vacip kastedilmemiştir. Bahır'da Mücteba'dan naklen şöyle denilmiştir: «Belh'liler bayram namazından sonra tekbir alırlar. Çünkü bayram namazı cemaatla kılınır ve cumaya benzer.» Bu söz ıstılâhî vacibi ifade eder. T.
«Zilhiccenin on gününde avam takımı sokaklarda tekbir almaktan men edilmezler.» Mücteba'da şöyle deniliyor: «Ebu Hanife'ye 'Kûfe'lilerin ve başkalarının zilhiccenin on gününde sokaklarda ve mescidlerde tekbir almaları uygun mudur?» diye sorulmuş da; 'Evet' cevabını vermiştir. Fâkih ebu'l-Leys'in beyanına göre İbrahim bin Yusuf bu yerlerde tekbir alınmasına fetva verirmiş. Fâkih ebû Cafer 'bence Amme bundan men edilmemelidir. Çünkü onların hayra rağbeti azdır. Biz bununla amel ederiz.' demiştir.» Böylece Müctebâ sahibi tekbir almanın evlâ olduğunu ifade etmiştir.
«İmam teşrik tekbirini terketse bile cemaatın olması vaciptir.» Zahirine bakılırsa İmam-A'zam'ın kavline göre yolcu, köylü ve kadın da olsa alır. Halbuki yukarıda tekbirin bunlara tâbiyet suretiyle vacip olduğu geçmişti. Lâkın murad şudur: Bu gibilere tekbirin vacip olması imama vacip olmasına bağlıdır. Bir defa üzerlerine vacip olduktan sonra artık kendilerinden sâkıt olmaz. Velevki imam terketmiş olsun. Yoksa onlar bunu imam yapıyor diye yaparlar demek değildir.
«Çünkü onu namazdan sonra eda eder.» Yani bununla imama muhalefet etmiş olmaz. Secde-i sehiv böyle değildir. Onu imam terk ederse cemaat da terk eder. Zira o namazın hürmetinde edâ edilir. T. İmam ebû Yusuf kıssası hikmete ve örfe aid faydalar tazammun eder. Hikmete ait faydası, imam tekbir olmazsa tekbirin cemaattan sâkıt olmaması; örfe ait faydası da, İmam-ı A'zam indinde ebû Yusuf'un kıymetinin büyüklüğü, ebû Yusufun kalbinde de İmam-ı A'zam'ın derecesinin azametidir. Öyle ki arkasında onun namaz kıldığını görünce âdeten unutulmayan bir şeyi unutmuştur. Zira âdet, sabah namazında ilk teşrik tekbirini unutmaktır. Üzerinden üç vakit geçtikten sonra artıkunutulmaz. Fetih.
«Ama imamla birlikte tekbir alırsa namazı bozulmaz. » Çünkü tekbir zikirdir. İmam Hasan'dan rivayet olunduğuna göre imama tâbi olur, Namazdan sonra tekbiri tekrar da etmez. Nitekim Müctebâ'da ve İsmail'in Hizanetü'l-Feteva adlı eserinde böyle denilmiştir.
«Telbiye ederse bozulur.» Zira telbiye İbrahim Aleyhisselamın sözüdür. İmam Muhammed'den bir rivayete göre namazı bozulmaz. Çünkü bununla o Allah Teâlâya hitab etmektedir. Binaenaleyh o da zikirdir. Nitekim Müctebâ'da beyan olunmuştur. İsmail.
Ben derim ki: Evla olan aşağıda geleceği vecihle «bu insan sözüne benzer» diye ta'lil etmektir. Zira «Lebbeyk Allahümme lebbeyk...» demenin Allah Teâlâ'ya hitap olduğunda şüphe yoktur.
«Çünkü o namazın tahrimesinde vacip olmuştur.» Yani namaza başlarken yaptığı tahrime devam ederken vacip olmuştur. Onun için de kendisine o halde iken uymak sahih olur. «Tekbir namazın hürmetinde vacip olmuştur.» cümlesinden murad; «fasılasız, namazın hemen arkasından vacip olmuştur» demektir. Hatta fasıla verirse sâkıt olur. Nitekim yukarıda geçti.
Valvalciye'de «Telbiyeden başlarsa secde-i sehiv ve tekbir sâkıt olur.» denilmiştir. Çünkü telbiye insan sözüne benzer. İnsan sözü namazı bozar. Binaenaleyh telbiye de bozar. Secde-i sehiv ise ancak tahrimede meşru olmuştur. Halbuki burada tahrime yoktur. Tekbir ancak bitişik olarak meşru' olmuştur. Bitişiklik ortadan kalkmıştır. Bedâyi. Herhalde insan sözüne benzemesi, bir adama seslendiği zaman «lebbeyk» diye cevap vermesinden olacaktır. Bedayi sahibi diyor ki: «Bir kimse (yarabbi bana bir dirhem ver!) yahut (beni bir kadınla evlendir!) derse namazı bozulur. Çünkü kelime yapısı insan sözüdür. Velev ki onunla Allah'a hitabetsin. Binaenaleyh kelimenin sîgasiyle namazı bozmuş olur.» Allah'u âlem.
H A T İ M E : Münye şerhi ile Muzmerat'ta ibn-i Mübarek'ten naklen tırnak kesmek ve zilhiccenin on gününde tıraş olmak hususunda şöyle denilmiştir: «Sünnet geciktirilemez. Bu varid olmuştur. Geciktirmek vacip değildir.» Bu babta Müslim'in Sahih'inde şu hadis-i şerif rivayet olunmuştur: «Rasûlüllah sallallahu aleyhi vesellem; 'Zilhiccenin on günü girer de biriniz kurban kesmek isterse sakın saçı almasın; tırnak kesmesin!' buyurdular.» Bu hadis vacip değil bilittifak mendup mânâsına yorumlanmıştır. Binaenaleyh «geciktirmek vacip değildir.» sözünün mânâsı anlaşılmıştır. Ancak 'vacip değildir' demek, müstehab olmasına aykırı değildir. Şu halde müstehap olur. Meğer ki mübah olan geciktirme vaktinden fazlasını istilzam etsin. Mübah olan geciktirmenin sonu kırk gündür. Ondan fazlası mübah değildir.
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Efdal olan her hafta tırnaklarını kesmek, bıyıklarını almak, kasıklarını tıraş etmek ve yıkanarak bedenini temizlemektir. Bunu yapamazsa her onbeş günde bir yapmalıdır. Kırk günden sonraya bırakmakta bir özür yoktur. Tehdide müstehak olur. Birincisi efdal, ikincisi orta, kırk gün ise en uzak mühlettir.» 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...