BAYRAMLAR
BABI
METİN
(Bayramın
Arapçası «lyd» dır ve dönüp gelen mânâsınadır.) Bayrama bu ismin verilmesi o gün
Allah'ın kullarına dönüp gelen bir çok ihsanlarından dolayıdır. Bir de
ekseriyetle sevinç getirerek döndüğü yahut tefaül için ona lyd denilmiştir. lyd
kelimesi her sevinçli gün hakkında kullanılabilir. Onun için bir beyitte;
«Üç
bayram bir araya gelmiş baksana
Sevgilinin
yüzü, bayram günü, cuma!» denilmiştir.
İkisi
biraraya gelirse yalnız birini kılmak lazım gelir. Bazıları cuma namazını
kılmanın evlâ olduğunu söylemiş: bir takımları «Bayramı kılmak evlâdır.»
demişlerdir. Timurtaşî'den naklen Kuhistanî'de böyle denilmiştir.
Ben
derim ki: Ben Timurtaşi'ye müracaat ettim ve bunu başka mezhepten naklettiğini
gördüm. Hem de zaif olduğunu belirterek nakletmiş.
Bayram
namazı hicretin ilk senesinde meşru olmuştur. Esah kavle göre evvelce geçen
şarttarıyle cuma kime farz olursa bayram namazları da ona vacip olur. Bu
şartlardan yalnız hutbe müstesnadır. Çünkü bayram namazından sonra hutbe okumak
sünnettir.
İZAH
Cevhere'de
şöyle denilmiştir: «Bayramla cumanın münasebeti meydanda olup şudur: Bunların
ikisi de büyük bir cemaatla kılınır. İkisinde de kıraat âşikâre okunur. Hutbeden
maada, birinin şartı ne ise diğerinin de odur. Cuma kime farz ise bayram da ona
vaciptir. Cuma namazının evvel zikredilmesi, farz olduğu ve çok tekerrür ettiği
içindir,»
Her
sene bayram günlerinde Allah'ın kullarına dönüp gelen ihsanlarından bazıları;
ramazanda yemek içmek memnu iken bayram günü iftar edilmesi; fıtır sadakası,
ziyaret tavafı ile haccın tamamlanması, kurban etleri vesairedir. Bir de
ekseriyetle bu sebepten bayram gününde sevinmek, şen ve şatır görünmek âdet
olmuştur.
T
E F Â Ü L: Kuvvetli veya zaif her sebepten dolayı Allah'tan hayır ummaktır.
Tetayyur bunun hilafınadır. Burada tefaül; bayram gelmekle ona erişene hayır
ummaktır. Nasıl ki kâfileye kâfile denilmesi, dönüp gelmesi hayra yorulduğu
içindir (kâfile, dönüp gelen demektir). Bahır. Meselâ hasta bir kimsenin birine
«ey sağlam» denildiğini işidip düzeleceğini umması bir tefâüldür. Bir hadisde;
«Peygamber (s.a.v.) tefâül yapar; tetayyur yapmazdı.» denilmiştir. (tetayyur;
bir şeyi kötüye yormaktır.)
«İki
bayram bir araya gelirse yalnız birini kılmak lazım gelir.» sözü bizim
mezhebimizin değildir. Mezhebimize göre ikisini de kılmak lazımdır. Hidâye'de
Câmi-i Sağîr'den naklen şöyle denilmiştir: «iki bayram bir güne tesadüf
ederlerse birincisi sünnet, ikincisi farz olur. Hiçbiri terk edilmez.» Mirâc-ı
Diraye sahibi diyor ki «bununla Âtâ'nın Cuma namazı yerine bayramı kılmak
kâfidir. sözünden ihtiraz etmiştir. Böyle söz hazret-i Ali ile ibn-i Zübeyr'den
de rivayet olunmuştur. İbn-i Abdil Ber bayramla cumanın sükut etmesi meselesinin
terk edildiğini söylemiştir. Hazret-i Ali'denbir rivayete göre bu hüküm
bedevîlere ve kendilerine cuma farz olmayanlara mahsustur.»
Esah
kavile göre bayram namazı vacipdir. Bu kavlin mukabili sünnet olmasıdır. Nesefi
el'Manafî' nâm eserinde sünnet olduğunu sahihlemiş ise de birinci kavil ekser
ulemanın kavlidir. Nitekim Mücteba'da beyan edilmiştir. Mezkur kavlin sahih
olduğu Hâniye, Bedâyi, Hidâye, Muhit, Muhtar ve Kâfi'de açıklanmıştır. Hulasa'da
«Muhtar olan kavil budur. Çünkü Peygamber (s.a.v.) bayram kılmaya devam
buyurmuştur. Cami-i Sağîr'de 'sünnettir' denilmesi, sünnetle sabit olduğu
içindir. Hılye» denilmiştir.
Bahır
sahibi de şunları söylemiştir: «Öyle görünüyor ki, hakikatta hilaf yoktur. Çünkü
sünnetten murad sünnet-i müekkededir. Buna delil; 'hiç biri terk edilmez'
sözüdür. Nitekim bu cihet Mebsut'ta da açıklanmıştır. Defalarca söylemişizdir
ki. sünnet-ı müekkede bize göre vacip mesabesindedir. Onun içindir ki, esah
kavle göre vacipte olduğu gibi sünnet-i müekkedeyi terkeden günahkar olur.»
Teşrik tekbiri bahsinde bunun benzeri gelecektir. Ama göreceksin ki söz götürür.
Tahtavi,
musannıfın cuma şartları hususundaki sözüne itiraz ederek şunları söylemiştir:
«Cumanın şartlarından biri de cemaattır ki, üç kişiden teşekkül eder. Halbuki
burada bir kişi imamla birlikte cemaat olur. Nitekim Nehir'de de böyle
denilmiştir.»
«Çünkü
bayram namazından sonra hutbe okumak sünnettir.» sözü farkın beyanıdır. Şöyle
ki: Bayram namazında hutbe okumak şart değil sünnettir. Namazdan önce değil
sonra okunur. Cumada böyle değildir. Bahır sahibi şöyle diyor: «Bayramda
okumaksa caiz fakat isaet etmiş olur. Çünkü sünneti terk etmiştir. Hutbeyi
namazdan önce okusa yine caiz fakat isaet etmiş olur. Ama namazı tekrarlamaz.»
METİN
Kınye'de
«Köylerde bayram namazı kılmak tahrimen mekruhtur.» denilmiştir. Yani 'caiz
olmayan bir şeyle iştigal olduğu için mekruhtur' denilmek istenmiştir, Çünkü
sahih olmanın şartı şehirdir. Bayramla cenaze bir araya gelirse evvela bayram
namazı kılınır. Zira bayram namazı aynen vaciptir, Cenaze namazı ise farz-ı
kifayedir. Ama cenaze namaz» hutbeden. akşam namazının sünnetinden ve diğer
sünnetlerden önce kılınır. Bayram namazı da küsuf namazından önce kılınır. Lâkin
Bahır'da ezandan az önce Halebî'den naklen «Fetva cenazenin sünnetten sonra
kılınacağına göredir.» denilmiş; musannıf da bunu kabul etmiştir. Herhalde bunu,
sünneti farz namaz hükmüne katmak için yapmış olsa gerektir. Lâkin Eşbah'ın
Ahkâmud'dın bâbının sonunda «Cenaze ve kusufu, vakti daralmamak şartıyle farzdan
bile evvel kılmak gerekir.» denilmiştir.
İZAH
Köylerde
cuma namazı kılmak da bayram namazı gibidir. H. «Caiz olmayan bir şey»den murad,
bayram namazıdır. Yoksa kılınan namaz nafile olur. Yalnız cemaatla kılındığı
için mekruhtur. H.
«Cenaze
namazı ise farz-ı kifayedir.» sözüne şöyle itiraz edilebilir: Bayram namazı
aynen vacip olduğu için tercih edilirse cenaze namazı da farz olması itibariyle
tercih edilir. En iyisi şöyle ta'liletmektir; bayram namazı büyük bir cemaatla
eda edilir. İmam cenaze ile meşgul olursa bu cemaatın dağılacağından korkulur.
H.
Ben
derim ki: Hatta evla olan, cemaatı şaşırtmak korkusuyla ta'lil etmektir. Zira
cemaat onu bayram namazı zannederler. Sonra Bahır'ın cenazeler bahsinde
Kınye'den naklen benim dediğim gibi denildiğini gördüm.
Cenaze
namazı bayram hutbesinden, akşam namazının sünneti ile öğle, cuma ve yatsının
sünnetleri gibi sünnetlerden Önce kılınır. Çünkü cenaze namazı farz, bayram
hutbesi sünnettir. Akşamın sünneti hakkında da aynı şey söylenebilir. T.
Bayram
namazı da küsuf namazından önce kılınır, Çünkü bunların ikisi de büyük bir
cemaatla eda edilirse de bayram vacip, küsuf sünnettir. H.
Şu
da var ki, Sirâc'da «bayramın vakti geniş ise evvela küsuf namazından başlanır.
Çünkü onun kaçırılacağından korkulur. Vakit dar ise evvela bayramı sonra güneşin
tutulması devam ederse küsuf namazını kılar.» denilmektedir.
Burada
şöyle bir sual hatıra gelebilir. Bayram namazıyle küsuf nasıl bir yere
gelebilir? Küsuf (gün tutulması) âdete göre ancak ayın sonunda olur. Bayram ise
ya ilk gününde yahut ayın onunda gelir? Cevaben deriz ki: Bu imkansız değildir.
Rivayete nazaran Rasûlüllah (s.a.v.) in oğlu İbrahim vefat ettiği gün güneş
tutulmuştur. Onun vefatı rabîulevvel ayının onuncu gününe tesadüf etmiştir.
Kaldı ki fukaha bazan âdete göre mevcut olmayan şeyleri söylerler.
Feraiz
âlimlerinin «Bir adam ölürde geride yüz tane nene bırakırsa.» demeleri bu
kabildendir.
Ben
derim ki: «Kâfirler bir peygamberi kalkan yerine kullansalar..» demeleri de
böyledir. Hatta bu hükümde bile tasavvur olunabilir. Meselâ «şâhitler Receb ve
Şaban aylarının eksik çektiklerine şahadet etseler bayram Ramazanın son gününe
tesadüf eder» derler. Nitekim Bezzâziye' de izah edilmiştir.
«Fetva
cenazenin sünnetten sonra kılınacağına göredir.» Sünnetten maksat, cumanın
sünnetidir. Nitekim orada bu açıklanmış ve «Şu halde cenaze akşam namazının
sünnetinden de sonra kılınır. Çünkü o daha kuvvetlidir.» denilmiştir.
Eşbah'ın
ibaresi şöyledir: «Cenaze ile sünnet namaz bir araya gelse cenaze namazı önce
kılınır. Ama güneş tutulması ile cuma namazı yahut vaktin farzı bir araya
gelirse ne hüküm verileceğini bir yerde görmedim. Vakit dar ise farzı evvel
kılmak gerekir Vakit dar değilse küsuf namazını kılmalıdır. Çünkü güneş açılarak
bu namazın kaçırılmasından korkulur, Bayram, kusuf ve cenaze bir araya gelseler
cenaze namazını önce kılmak gerekir. Keza cenaze farz ve cuma namazı ile bir
araya gelir de vaktin çıkacağından korkmazsa evvela cenaze namazını kılar. Husuf
(ay tutulması) namazını dahi vitir ve teravih namazlarından önce kılmak
gerekir.» Bu sözde evvelce söylediklerine muhalefet vardır. Evvelce, cenazenin
sünnet namazdan evvel kılınacağını söylemişti ki, bu bildiğin gibi muftabih
kavlin hilafınadır «Cenazeyi bayramdan önce kılar.» demişti. Bu söz musannıfın
Dürer sahibine uyarak söylediklerine muhalif bir incelemedir. Küsuf namazının
farzdan önce kılınacağınısöylemesi de şârihin söylediklerine muhalif bir
incelemedir.
Şârih;
«Bayram namazı küsuf namazından önce kılınır.» demiştir. Halbuki bayram namazı
vaciptir. Binaenaleyh bayram namazı önce kılınınca vaktin farzını önce kılmak
evleviyetle lazım olur.
Cevhere'nin
küsuf bâbında: Küsuf ile cenaze bir oraya gelirse cenazeden başlanır. Çünkü o
farzdır. Meyyitin bozulacağından da korkulur denilmiştir.» Şöyle de denilebilir:
Bayram namazının önce kılınması şaşırma olmasın diyedir. Zira bayram büyük bir
cemaatla kılınır. Bu izaha göre cuma dahi küsuf namazından önce kılınır. Onun
içindir ki. Eşbah sahibi cumayı değil de yalnız vaktin farzını öne almalıdır,
demiştir. Onun «vakit dar olursa» demesinden, akşam namazının farzının da önce
kılınacağı hükmü çıkarılır. Çünkü Halebî'nin bahsettiği vecihle akşamın vakti
dardır. Bu açıktır. Sonra bundan Tatarhâniye'nin cenazeler bahsinde sarahaten
beyan edildiğini gördüm. Ondan sonra «Hasen imamın muhayyer olduğunu rivayet
etmiştir.» deniliyor
METİN
Ramazan
bayramında köylü bile olsa namaza çıkmazdan önce tek sayılı tatlı bir şey yemek,
misvak tutunmak, yıkanmak, kokusu olup rengi olmayan şeylerle kokulanmak beyaz
olmasa bile en güzel elbiselerini giymek ve fitresini vermek menduptur. Fitreyi
yiyecek üzerine atıf etmesi sahihtir. Çünkü sözümüz tamamen namaza çıkmazdan
önceye aittir. Onun için musannıf «sonra» kelimesiyle başlayarak «sonra
namazgaha yürüyerek çıkması gelir.» demiştir. Tâ ki çıkmanın bu söylenenlerden
sonra olacağını anlatmış olsun. Namazgah, umumun namaz kıldıkları yerdir. Vacip
olan mutlak surette teveccühtür. Bayram namazı kılmak için oraya çıkmak ise
sünnettir, Velev ki büyük cami cemaatı alacak şekilde olsun. Sahih kavil budur,
İZAH
«Menduptur»
sözü bazı ulemanın kavlidir. Yukarıda musannıf yıkanmayı sünnetlerden saymıştı.
Sahih olan kavle göre erkekler hakkında hepsi sünnettir. Bunu Zâhîdi'den naklen
Kuhistânî söylemiştir. T.
Bahır'da
Mücteba'dan naklen «Buna müstehap adını vermesi sünnet müstehaba da şâmil!
olduğu içindir.» cümlesi ziyade edilmiştir. Nuh efendi diyor ki: «Bunun hâsılı
şudur: Sünnete müstehap, müstehapa sünnet denilebilir. Onun için Hidâye sahibi
yıkanmaya müstehap adını vermiş; sonra 'O gün yıkanmak sünnettir' demiştir.»
Kuhistânî'de dahi «Bu söylenenler namazdan önce menduptur ve o günün değil,
bayramın adâbındandır. Nitekim Cellâbî'de beyan edilmiştir. Lâkin Tühfe'de
bayram günü yıkanmak ta cumadaki gibi ihtilaf olduğu bildirilmiştir.» deniliyor.
Tatlı
bir şey yemek hususunda Fethü'l-Kadir'de şöyle denilmektedir: «Yenilen şeyin
tatlı olması müstehaptır, çünkü Buharideki bir hadiste «Peygamber (s.a.v.)
Ramazan Bayramı günü birkaç hurma yemeden namaza çıkmazdı. Hurmaları tek olarak
yerdi.» denilmiştir.
Ben
derim ki; Zâhire bakılırsa bu hadisin iktizasınca efdal olan hurma yemektir.
Hurma bulamayan tatlı bir şey yer sonra bunu Münya şerhinde gördüm. Şârihin
dediği gibi Şurunbulâliye'de de «köylü bile olsa» denilmiştir. Herhalde bunun
namazın sünnetlerinden değil, o günün sünnetlerindenolduğuna işaret olacaktır.
Çünkü yemekte Hak Teâlâ'nın ziyafetini kabule ve oruç emrine imtisalden sonra
şimdi de iftar emrine imtisale işaret vardır.
«Misvak
tutunmak ta menduptur.» Zira misvak sair namazlarda da menduptur. İhtiyar. Bu
sözün mânâsı şudur: Misvak tutunmaktan murad; namaza kalkmak istediği vakit
misvaklanmaktır. Abdestin sünnetleri bahsinde anlattığımız gibi müstehaptır.
İnsan arasına çıkılacağı vakit misvak tutunmak dahi müstehaptır. Bu izaha göre
namaza yollanmazdan önce de misvak tutunmak müstehaptır. Abdestte misvak
tutunmak ise sünnet-i müekkededir. Bu babta bayramın bir hususiyeti yoktur.
«Beyaz
olmasa bile en güzel elbiselerini giymelidir.» Bahır sahibi diyor ki: «Ulemanın
sözlerinden anlaşıldığına göre cuma ve bayramlarda en güzel elbiselerini -beyaz
olmasalar bile- giymek tercih edilir. Buna delalet eden delil vardır.
Beyhâkî'nin rivayetine göre Peygamber (s.a. v.) bayram günü kırmızı bir hırka
giyermiş. Fethü'l-Kadir'de «kırmızı hulle Yemen kumaşından yapılan iki
elbisedir. Kırmızı ve yeşil çizgileri vardır. Hâlis kırmızı değildir. Hırka
bunlardan birine yoruluversin.» denilmektedir. Yani bu hadis kırmızı elbise
giymeyi yasak eden hadise aykırı değildir. Çelişme halinde söz fiile, haram
delili mubah deliline tercih edilir. Mezkur yorumla çelişki giderilince neden
tercih edilmesin! Kırmızı elbise giymek hususunda sözün tamamı inşallah haram -
helâl bahsinde gelecektir.
«Fitreyi
yiyecek üzerine atıf etmesi sahihtir.» cümlesi mukadder bir sualin cevabıdır.
Sual şudur: Fitre vermek vacip olduğu halde musannıf onu menduplar üzerine nasıl
atıf edebilmiştir?
Cevap:
Burada sözümüz onu bayram namazına çıkmadan eda hakkındadır. Vacip olan, mutlak
surette edâdır. H.
«Vacip
olan, mutlak surette teveccühtür.» Yani bu söylenenlere terettüp eden veya
yürümekle mukayyet olan teveccüh değildir. Hassatan namazgaha teveccüh de
değildir. Bu cümle mukadder sualin tekmilesidir.
Bayram
namazı kılmak için namazgaha çıkmak sünnettir. Sahih kavil budur. Zahîriye'de
beyan olunduğuna göre bazıları sünnet olmadığını söylemişlerdir. Halkın bunu
ödet edinmesi mescid dar geldiği ve fazla kalabalık olduğu içindir. Fakat sahih
olan kavil birincisidir. Hulâsa ve Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Sünnet, imamın
namazgaha çıkması ve yerine şehirde birini bırakıp zaiflere namaz kıldırmasıdır.
Bu söz iki yerde bayram namazı kıldırmak bilittifak caiz olduğuna göredir.
Yerine birini bırakmazsa buna da hakkı vardır» Nuh.
METİN
Namazgaha
minber çıkarmakta beis yoktur. Lâkin Hulâsa'da «çıkarmak değil, oraya minber
yapmakta beis yoktur.» denilmiştir. Bayram namazından vasıtaya binerek dönmekte
de beis yoktur. Başka yoldan dönmek, güler yüz göstermek. çok sadaka vermek ve
yüzük takınmak menduptur. «Tegabbelallahü minnâ ve minküm» (Allah, bizden ve
sizden kabul buyursun!) diyerek tebrikte bulunmak yadırganmaz. Ramazan bayramına
giderken yolda tekbir alınmaz. Ondan öncemutlak surette nafile kılınmaz. Bu
cümle tekbir ve nafileye taalluk eder. Musannıf onu Bahır'a uyarak böyle kabul
etmiştir.
İZAH
Namazgaha
minber çıkarmayı Dürer sahibi «el İhtiyar» a nisbet etmiştir. Lâkin Hulâsa'da
«çıkarmak değil oraya minber yapmakta beis yoktur.» denilmiştir. Hâniye'de de
böyle denilmiştir. İbareleri şudur: «Bayram günü namazgaha minber çıkarılmaz.
Ulema namazgahta minber yapılması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları mekruh
olduğunu, bazıları da olmadığını söylemişlerdir.» Böylece Hulâsa ile Hâniye'nin
sözleri namazgaha minber çıkarmanın mekruh olduğunda hilaf bulunmadığını
göstermiştir. Hilaf yalnız orada minber yapılması hususundadır. Ama kerahetin
tenzihiye mânâsına hamledilmesi mümkündür. Bu ekseriyetle «beis yoktur.»
kelimesinden çıkan ilk hilafın merciidir. Binaenaleyh muhalefet yoktur.
Hulâsa'da Hâherzâde'den naklen «minber yapmak bizim zamanımızda iyidir.»
denilmiştir.
Eve
başka yoldan dönmek menduptur, Çünkü Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadisde;
«Bayram günü peygamber (s.a.v.) yolunu değiştirirdi.» denilmiştir. Bir de bunda
şahitleri çoğaltmak vardır. Zira o beldenin yerleri sahibine şahid olurlar.
Münye şerhi.
Zâhire
bakılırsa bayram .günü yüzük takınmak âmir, hâkim ve müftü olmayanlara da
menduptur. Gerçi haram - helâl bahsinde yüzük takmak bu gibi zevata tahsis
edilmişse de bu devam üzere takmaya hamledilmiştir. Nehir'de Dirâye'den
nakledilen şu ibare de buna delalet eder: «Sahabeden yüzük takınmayanlar bayram
günü takınırlardı.» Bu Kuhistânî'nin yaptığından daha iyidir. O, yüzük takınmayı
sulta sahibine tahsis etmiştir. Menduplardan biri de sabah namazını mahallesinin
mescidinde kılmaktır. T.
Şârihin
«Tebrikte bulunmak yadırganmaz.» demesinin sebebi bu hususta İmam-ı A'zam'la
arkadaşlarından bir nakil bulunmamasıdır.
Kınye'de
«bizim imamlarımızdan kerahet nakil edilmediği bildirilmiştir» deniliyor. İmam
Malik'ten bunun mekruh olduğu. Evzaî'den ise bid'at olduğu rivayet edilmiştir.
Ehl-i tahkikten ibn-i Emir Hâcc «Bilâkis en münasibi caiz ve kısmen müstehap
olmasıdır.» demiş; sonra sehabenin bu"u yaptıklarını gösteren sahih eserleri
isnadlarıyle nakletmiş; sonra şunları söylemiştir: «Şam ve Mısır memleketlerinde
âdet; (Bayramın mübarek olsun!) gibi sözler söylemektir. (Allah bizden ve sizden
kabul buyursun) demek te meşru ve müstehap olmakta buna katılabilir. Çünkü
ikisinin arasında telazım vardır. Bir kimsenin bir zamanda itaatı kabul edilirse
onun için o zaman mübarek olur. Kaldı ki birçok şeylerde bereket duasında
bulunmanın meşru olduğu rivayet edilmiştir. O rivayetten burada da dua etmenin
meşruiyeti çıkarılabilir.
«Yolda
tekbir alınmaz sözü evden veya namazgahtan ihtiraz için getirilmiş ihtirazî bir
kayıt değildir. Bu iki bayram arasında bu hususta muhalefet olduğunu göstermek
içindir. Çünkü kurban bayramında yolda tekbir getirmek sünnettir. Nitekim
gelecektir.
«Bu
cümle tekbir ve nafileye taalluk eder,» Maksat manevi taalluktur. Yani her
ikisinin kaydıdır. Mutlak surette tekbir alınmamasının mânâsı, gizli olsun
âşikâr olsun tekbir getirilmez demektir. Mutlak surette nafile kılınmaması
namazgahta bilittifak, evde ise esah kavle göre caiz olmaması, bu hususta bayram
namazı kılanla kılmayan arasında fark bulunmamasıdır. Hatta bir kadın bayram
günü kuşluk namazı kılmak isterse imam bayram namazını namazgahta kıldırdıktan
sonra kılar. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Musannıf
onu Bahır'a uyarak böyle kabul etmiştir.» Burada söylenen sözlerin hâsılı şudur:
Hulâsa'da «Fitre bayramında tekbir alınmaz. İmameyne göre gizli olarak alınır.
İmam-ı A'zam'dan rivayet edilen iki kavlin biri budur. Esah kavil, bizim
söylediğimizdir ki. o da fitre bayramında tekbir alınmamasıdır.» denilmiştir. Bu
şunu ifade eder: Hilâf tekbirin aslındadır. sıfatında değildir. Tekbirin âşikâre
getirilmeyeceğinde ittifak vardır. Fethü'l - Kadir sahibi bunu reddetmiş ve
şunları söylemiştir: Bu bir şey değildir. Çünkü Allah Teâlâ'yı zikretmekten
hiçbir zaman men edilemez. Sadece bid'at vecihle zikirden men edilir ki, o da
âşikâre yapmaktır. Zira âşikâre zikir AIIah Teâlâ'nın (Rab'bını içinden zikir
et!) emrine muhaliftir. Ve şeriatta varit olduğu yere - ki kurban bayramıdır-
münhasır kalır. Çünkü Allah Teâlâ (sayılı günlerde Allah'ı zikredin!»
buyurmuştur»
Bahır
sahibi Fethü'l-Kadir'e reddiye vererek «Hulâsa sahibi hilâfı ondan daha iyi
bilir. Bir de zikiri şeriatın vârit olmadığı bir vakte tahsis etmek meşru
değildir.» demiştir.
Ben
derim ki: Hülâsa'nın beyan ettiğini Hâniye de bildirmektedir. Zira Hâniye'de
şöyle denilmiştir: «Kurban bayramında âşikâre tekbir alır. Fitre bayramında ise
ebû Hanife'nin kavline göre tekbir alınmaz. Lâkin şüphe yok ki mukakkıklardan
ibn-i Hümâm da hilâfı tam olarak bilir. Nasıl bilmesin ki, Gayetü'l-Beyan'da
tekbir yoktur demekten murad; âşikâre alınan tekbirdir. Gizli olarak alınmasının
caiz olduğunda hilaf yoktur.» denilmiştir. Bu gösteriyor ki, İmam-ı A'zam'la
imameyn arasındaki hilaf tekbirin aslında değil, gizli ve âşikâre
alınmasındadır. Hilâfın bu hususta olduğu Bedâyi', Sirâc, Mecma' Dürerü'l-Bihar,
Mültekâ. Dürer, ihtiyar, Mevâhib, İmdâd, İzâh, Tatarhaniye, Tecnis, Tebyin,
Muhtaratü'n - Nevâzil, Kifâye ve Mi'rac'da nakledilmiştir. Nihâye sahibi bunu
Mebsut, Tühfetü'l - Fukaha ve Zâde'l - Fukaha'ya nisbet etmiştir. İşte
mezhebimizin meşhur kitapları hulasa'dakinin aksini açıklamaktadırlar, Hatta
Kuhistani İmam-ı A'zam'dan iki rivayet nakletmiştir. Bunların birine göre
tekbiri âşikâre; diğerine göre imameynin kavli gibi gizli alır.
Kuhistânî
şunları söylemiştir: «Sahih olan vazî'nin söylediği gibi ikinci rivayettir,
Nehir'de de böyle denilmiştir.» Hılye'de şu satırlar vardır: «Fitre bayramı
hususunda ihtilâf edilmiştir. Ebu Hanife'den bir rivayete göre âşikare tekbir
alır. İmameynin kavli de budur. Tahavî bunu tercih etmiştir. Diğer bir rivayete
göre gizli tekbir alır. Nisab sahibi garâbet göstererek her iki bayramda gizli
tekbir alınacağını söylemiştir, Nitekim (Fitre bayramında hiç tekbir alınmaz.)
sözünü ebu Hanife'ye nisbet edip bunun esah olduğunu söyleyen de garâbet
göstermiştir. Nasıl ki Hülâsa'nın zâhiri de budur.»
Böylece
sabit olmuştur ki, Hülâsa'nın sözü garip ve mezhebin meşhur kavline muhaliftir.
Minyetü's-Sağîr
şerhinde şöyle deniliyor «Fitre bayramında İmam-ı A'zam'a göre tekbir âşikâre
alınmaz. İmameyne göre âşikâre alınır. Bu İmam-ı A'zam'dan da bir rivayettir.
Hilâf efdaliyetmeselesindedir. Kerahet ise her iki tarafca yoktur.»
Minyetü'l-Kebîr'de
de böyle denilmiştir. Fethü'l-Kadir'in «Çünkü Allah Teâlâ'yı zikir etmekten
hiçbir zaman men edilemez.» sözüne gelince: Bunu Bedâyi ve diğer kitaplar teşrik
tekbiri bahsinde İmam-ı A'zam'dan nakletmişlerdir. Şu da var ki şeyh Kâsım
tashihinde mutemet kavlin, İmam-ı A'zam'ın kavli olduğunu söylemiştir.
METİN
Lâkin
Nehir sahibi kendisini eleştirmiş ve âşikâre kaydı ile kayıtlamasını tercih
etmiştir. Burhan'da şu da ziyade edilmiştir: «İmameyn tekbiri âşikâre almanın
kurbanda olduğu gibi burada da sünnet olduğunu söylemişlerdir. Bu kavil İmam-ı
A'zam'dan da rivayet olunmuştur. Bunun vechi, Teâlâ hazretlerinin: «Sa'yi
tamamlamalı ve size hidayet verdiği için Allah'a tekbir almalısınız!» ayeti
kerimesinin zâhiridir. Birinci rivayetin vechi yüksek sesle zikir etmenin bid'at
olmasıdır. Binaenaleyh şer'an nerede emir olundu ise oraya münhasır kalır.»
Keza
bayram namazından sonra namazgahda nâfile namaz kılınmaz. Çünkü umumiyetle
fukahaya göre bu mekruhtur. Ama bayram namazından sonra evde nafile kılmak
caizdir. Hatta dört rekat nafile kılmak menduptur. Ama bu havas içindir.
Avama
gelince: Onlar tekbirden ve nafile kılmaktan asla men edilmezler. Çünkü onların
hayrata rağbetleri azdır. Bu Bahır'dan alınmıştır. Aynı kitabın kenarında
mutemet bir zatın el yazısı ile şu kayıt vardır: Regâib, berâat ve kadir
namazları da öyledir. Zira hazreti Ali radıyellahu anh bayram namazından sonra
namaz kılan bir adam görmüş. Kendisine, «bunu men etmiyor musun yâ emirel
mü'minin?» demişler de; «Tehdit altına girmekten korkuyorum. Allah Teâlâ (Namaz
kılan bir kulu men edene ne dersin!) buyurmuştur.» cevabını vermiştir.
İZAH
Ben
derim ki: Nehir sahibi onu açık olarak eleştirmemiştir. Çünkü o Bahır'ın sözünü
nakil ile kabul etmiştir. Evet, ondan önce âşikâre tekbir alınıp alınmayacağı
hususundaki hilafı bildirmiş ve onu Mi'racü'd- Dirâye ile Tecnis, Gayetü'l-Beyan
ve Zeyleî'ye nisbet etmiştir. Burhan'da Nehir'deki beyanatın üzerine, tekbirin
imameyne göre müstehap değil, sünnet olduğu açıklaması yapılmıştır. Yoksa
biliyorsun ki Nehir'de İmam-ı A'zam ile imameyn arasındaki hilaf açıklanmıştır.
Yalnız sünnet mi müstehap mı olduğu bildirilmemiştir.
«Binaenaleyh
şer'an nerede emir olundu ise oraya münhasır kalır.» Emrolunduğu yer, Bahır'da
Kınye'den naklen bildirildiğine göre şudur: Teşrik günlerinin dışında âşikâre
tekbir yalnız düşman veya hırsız karşısında sünnettir. Bazıları buna yangını ve
diğer bütün korku veren şeyleri de kıyas etmişlerdir. Kuhistani «yahut yüksek
bir yere çıkarsa» cümlesini ilave etmiştir.
«Bayram
namazından sonra namazgahta nafile kılınmaz.» Çünkü Kütüb-ü Sitte denilen altı
hadis kitabında ibn-i Abbas (r.a.) dan rivayet olunduğuna göre Peygamber
(s.a.v.) namazgaha çıkarak cemaata bayram namazını kıldırmış; namazdan evvel ve
sonra nafile kılmamıştır. Namazdan sonra kılmaması, namazgahta kılmadığına
hamledilmiştir. Zira ibn-i Mâce'de ebi Said-i Hudrî (r.a.) denrivayet olunduğuna
göre Rasulüllah (s.a.v.) bayram namazından önce hiç namaz kılmazmış. Evine
döndüğü vakit iki rekat namaz kılarmış. Fethü'l - Kadir'de böyle denilmiştir.
Minâhü'l - Gaffar adlı eserde şöyle denilmiştir: «Ben derim ki: şârihler böylece
kerahete bununla istidlâl etmişlerdir. Bence bunun müddeâyı ifade etmesi söz
götürür. Zira bunda olsa olsa ibn-i Abbas'ın Peygamber (s.a.v.) in namaza
çıkarak bayramı kıldırdığını ve başka namaz kılmadığını hikaye etmesi vardır. Bu
ise kılmayı terk etmeyi âdet haline getirmiş olmayı iktiza etmez. Böyle delil
ile kerahet sabit olmaz. Çünkü Bahır sahibinin dediği gibi kerahet için mutlaka
hususi delil lazımdır.»
Ben
derim kî: Lâkin Allame Nuh Efendi'nin beyanına göre istidlâlin vechi şudur Fecir
doğduktan sonra sabah namazının iki rekatından fazla nafile kılmanın mekruh
olduğunu anlatırken ulema, Peygamber (s.a.v.) in namaza çok hırslı olduğunu
söylemişlerdir. Binaenaleyh kılmaması kerahete delalet eder. Zira mekruh olmasa
caiz olduğunu göstermek için bir defa olsun kılardı.
Ben
derim ki: Bu kılmamak tekerrür etti ise mesele yoktur. Fakat bir defa kılmadı
ise bunu delil olarak kabul edemeyiz. Yukarıda geçen ibn-i Abbas hadisinde
tekrar tekrar bıraktığını gösteren bir şey yoktur.
Bayram
namazından sonra evde dört yahut iki rekat nafile namaz kılmak menduptur. Dört
kılmak efdaldir. Nitekim Kuhistani'de beyan edilmiştir. «Ama bu havas içindir.»
Yani tekbirden ve nafile kılmaktan havas men edilir. Zâhire bakılırsa havasdan
murad o kimselerdir ki. kendilerini menetmek hıyanet ve tembelliklerine tesir
ederek tamamen terk etmelerine müeddi olmaz. T.
«Aynı
kitabın kenarında» ki, kayıtda bildirilen namaz hakkında nafileler bâbında söz
etmiştik. Demiştik ki: Berâetten murad; şaban ayının yarılandığı gecedir. Kadir
gecesi ramazanın yirmi yedinci gecesidir. Sonra şârihin naklettiği kenar kaydı
hakkında Rahmetî şunları söylemiştir: «Bu kayıt terkedilen hâşiyelerdendir. Bu
yazıya itimat etmek ulemanın uydurma hadisle amelin haram olduğuna ittifak
etmelerine mani olur. Ulema bu namazları bildiren hadisin uydurma olduğunu
söylemişlerdir. Fıkıh meçhul derkenarlardan nakledilemez. Bâhusus fesadı
meydandâ ise kabul edilemez. Hazret-i Ali'den naklettiği eserin zâhiri onlarca
namazgahda kerahet bulunduğunu ve bu kerahetin tenzihi olduğunu tak''irdir. Aksi
halde onu kabul etmezdi. Çünkü kötülüğü kabul caiz değildir. Burada avamın güneş
doğarken sabah namazı kılmaktan men edilmemeleri ile itiraz olunamaz. Zira bu,
namazı tamamiyle terk edeceklerinden korkulduğu içindir.Böylelikle o kimse daha
bir haramın içine düşmüş olur, Allah'u âlem.
METİN
Bayram
namazının vakti güneşin bir mızrak boyu yükselmesinden itibaren zeval vaktine
kadardır. Zeval dahil değildir. Daha önce sahih olmaz. Kılınırsa haram ve nafile
olur. Bayram namazı kılarken güneş zevale ererse namaz fâsit olur. Nitekim
cumada da öyledir. Sirac'da da böyle denilmiştir. Biz bunu oniki meselelerde
beyan etmiştik. İmam zâid tekbirlerden önce sübhanekeyi okuyarak cemaata iki
rekat bayram namazı kıldırır. Zâid tekbirler her rekatta alınan üçer tekbirdir.
İmam tekbirleri fazla alırsa onaltı tekbire kadar cemaat da ona tâbî olur. Çünkü
bu rivayet olunmuştur. Meğer ki imamın tekbirlerini cemaata duyuranlardan
işitmiş ola. Bu takdirde hepsini alır.
İZAH
Güneşin
yükselmesinden murad; renginin ağarmasıdır. Zeylei. Bir mızrak oniki karıştır.
Bundan maksat, nafile kılmanın helâl olduğu vaktin girmesidir. Binaenaleyh
aralarında aykırılık yoktur. Kuhistânî'nin ifadesi buna muhaliftir. T.
T
E N B İ H : Kurbanları acele kesebilmek için kurban bayramını acele tutmak,
fitreyi verebilmek için de ramazan bayramını geciktirmek menduptur. Netekim
Bahır'da da böyle denilmiştir.
«Kılınırsa
haram ve nafile olur.» çünkü vakti girmeden vacip olmamıştır. Nasıl ki o günün
öğle namazını güneş doğarken kılsa hüküm budur.
«Zeval
vakti dahil değildir.» Yani «sonra orucu geceye kadar tamamlayın!» emrinde gece
dahil olmadığı gibi burada da zeval vakti olan gaye mukayyede dahil değildir.
Kuhistânî şöyle demiştir: «Zeval bayram namazının vakti değildir. Çünkü vacip
namaz zevalde mün'akit olmaz.»
Tahtavî
diyor ki: «Bu söz, zevalden muradın, istiva (yani güneşin tam gökyüzünün
ortasında bulunması) olduğunu gösterir. Mücâveret (yanı yan yana bulunmaları)
sebebiyle istivaya zeval denilmiştir.»
«Bayram
namazı kılarken güneş zevale ererse namaz fâsit olur.» Yani vasfı bozulur. Namaz
bilittifak nafileye inkılab eder. Bu hüküm, zeval teşehhüd miktarı oturmadan
olduğuna göredir. İmam-ı A'zam'ın kavline göre bu miktar oturduktan sonra zeval
vakti girerse namaz fâsit olur. T.
Ben
derim ki: Bunu şârih oniki meselelerde inceleme yaparak anlatmış ve «Ben bunu
görmedim.» demiştir.
«Nitekim
cumada da öyledir.» Yani cuma kılarken ikindinin vakti girerse cuma fâsit olur.
T.
Bayram
namazında bir kişinin cemaat olması kâfidir. Nehir'de de böyle denilmiştir. T.
Zâhir rivayete göre bayram namazında zaid tekbirlerden önce imam ve cemaat
sübhanekeyi okurlar. Çünkü sübhaneke okumak namazın başında meşru olmuştur.
İmdâd. Zâid tekbirlere bu ismin verilmesi, iftetah ve rüku tekbirlerinin üzerine
ziyade edildikleri içindir. Musannıf eûzü besmeleyi bu tekbirlerden sonra imamın
çekeceğine işaret etmiştir. Çünkü bunlar kıraatın sünnetidir.
«Zâid
tekbirler her rekatta alınan üçer tekbirdir.» Bu ibn-i Mes'ud ile sahabeden
birçoklarının mezhebidir. İbn-i Abbas'dan da bir rivayettir. Bizim üç imamımız
bununla amel etmişlerdir. İbn-i Abbas'dan diğer bir rivayete göre ilk rekatta
yedi, ikincide altı -bir rivayette beş- tekbir getirilir. Bu tekbirlerin üçü
aslîdir. Bunlar iftetah tekbiri ile iki rüku tekbiridir. Geri kalanlar zâid
tekbirlerdir ki birinci rekatta beş, ikincide beş veya dörttür. Her rekata
tekbirle başlanır
Hidâye
sahibi «Bu gün bilumum müslümanların ameli böyledir. Çünkü Abbâsîler'den gelen
halifeler böyle emir etmişlerdir. Ama mezhep birincisidir.» demiştir.
Zahîriye
sahibi diyor ki: «Bu söz ebu Yusuf'la imam Muhammed'den rivayet olunan fiilin
te'vilidir. Çünkü Harunu'r-Reşid onlara dedesinin tekbiri gibi tekbir almalarını
emir edince onun emrine imtisalen bunu yapmışlardır. Böyle itikat ettikleri ve
mezhepleri bu olduğu için yapmamışlardır. Mi'rac'da «Çünkü ma'siyet sayılmayan
hususta hükümdara itaat vaciptir.» denilmiştir.
Ulemadan
bazıları, bu kavlin imameynden bir rivayet olduğuna kesinlikle kail olmuşlardır.
Hatta Mücteba'da «Ebu Yusuf'un bu kavle döndüğü rivayet olunur.» denilmiştir.
Sonra fukahadan birçokları muhtar kavle göre ziyade rivayetle fitre bayramında
amel edileceğini yani bir tekbir ziyade edileceğini; noksan rivayetle de kurban
bayramında amel edileceğini söylemişlerdir. Bu, her iki rivayetle amel etmiş
olmak ve Kurban bayramında halk kurbanlarla meşgul olacağı için onda işi hafif
tutmak içindir. Bazıları, kurban bayramında fakirlerin hakkı bir tekbir miktarı
acele vermiş olmak için tekbirin noksan alınacağını söylemişlerdir. Meselenin
tamamı Hılye'dedir. İmam Şâfiî. İbn-i Abbas'tan rivayet olunan bütün tekbirleri
zaid tekbir mânâsına yorumlamıştır. Bu bizim yorumumuza muhaliftir. Bizim
mezhebimiz ibn-i Mes'ud'un kavlidir. Ulemanın zikrettikleri «Bilumum
müslümanların ameli ibn-i Abbas kavline göredir. Çünkü onun sülalesinden gelen
halifeler böyle emretmişlerdir.» sözü, onların zamanında geçerli imiştir. Bizim
zamanımızda ise bu ortadan kalkmıştır. Bu gün amel bizim mezhebimize göredir.
Münye şerhinde böyle denilmiştir. Bahır'da hilafın. evleviyet meselesinde olduğu
bildirilmiştir. Hılye'de de bunun gibi beyânat vardır
T
E N B İ H: Münye şerhinin «onların zamanında geçerli imiştir.» sözünden şu mânâ
çıkarılır: Halife öldükten veya azledildikten sonra emrinin hükmü kalmaz.
Nitekim bu cihet Fetevây'ı Hayriye'de açıklanmıştır, Fetevay'ı Hayriye sahibi
bunun üzerine şu meseleyi bina etmiştir: Halife bir davanın onbeş sene sonra
bakılmasını yasak etse ölümünden sonra bu yasaklanmanın hükmü kalmaz. Allah'u
âlem.
«İmam
tekbirleri fazla alırsa onaltı tekbire kadar cemaat ona tabi olur.» Çünkü cemaat
imamına bağlıdır. Binaenaleyh ona tabi olması ve onun reyi mukabilinde kendi
reyini terketmesi icabeder. Zira Peygamber (s.a.v.) «imam ancak kendisine
uyulmak için imam yapılmıştır. Onun hilafına harekette bulunmayın» buyurmuştur.
İmamın hata ettiği yüzdeyüz anlaşılmadıkça ona tabi olmak vaciptir. İçtihat
götüren yerlerde ise hatası zâhir değildir. Ama sahabenin kavillerinden dışarı
çıkarsa hata ettiği yüzdeyüz anlaşılır. Artık kendisine tabi olmak gerekmez.
Onun içindir ki, bir kimse rükua giderken ellerini kaldıran yahut sabah
namazında kunut okuyan veya cenaze namazının tekbirlerini beş itikad eden birine
uymuş olsa ona tabi olmaz. Çünkü hatası kesinlikle zâhirdir. Çünkü bunların
hepsi neshedilmiştir. Bedâyi.
Ben
derim ki: Bundan şu hüküm çıkarılır: Bir hanefî cenaze namazında şâfiîye uyarsa
ellerini kaldırır. Zira içtihat götüren bir yerdir. Bu neshedilmemiştir.
Hanefîlerden Belh uleması buna kaildirler. Tamamı cenazeler bahsinde gelecektir.
Biz bunu namazın vacipleri bahsinin sonunda izah etmiştik.
Bahır'da
Muhit'den naklen «Onaltı tekbire kadar tabi olur.» denilmiştir. Fethü'l-Kadir'de
ise; «Bazıları onüç, bazıları onaltı tekbire kadar tabi olacağını
söylemişlerdir.» denilmektedir.
Ben
derim ki: Herhalde ikinci kavlin vechi ibn-i Abbas'tan rivayet edilen onüç
rivayeti ziyade tekbirlere hamledilmek olsa gerektir. Nitekim yukarıda Şâfiî'den
nakledildi. Bunlar üç aslî tekbirlebirlikte onaltı olurlar. Aksi takdirde ben
ziyade tekbirlerin onaltı olduğunu söyleyen görmedim. Araştırılmalıdır. Ben imam
Tahâvi'nin Mecma'al-Âsâr'ına müracaat ettim. Ama onun zikrettiği hadislerle
sahabe ve tâbiî'nin eserleri arasında ibn-i Abbas'tan rivayet edilenden
fazlasını görmedim. Bu da birinci kavli te'yit eder. Onun için bu kavli
Fethu'l-Kadir sahibi öne almış; Bedâyi sahibi de onu bilumum fukahaya nisbet
etmiştir. Kaldı ki üç aslî tekbiri zaid tekbirlere katmak ihtimalden çok
uzaktır. Zira kıraat bunların oralarını ayırmaktadır.
«Bu
takdirde hepsini, alır.» Bu hususta Muhit'den naklen Bahır'da şöyle
denilmektedir: «İmam fazla tekbir alırsa ona tabi olmak lazım gelmez. Çünkü
kesinlikle hata etmiştir. Ama tekbirleri ulaştırıcılardan (müezzinlerden)
işitirse ihtiyaten hepsini alır. Velev ki çok olsunlar. Zira ulaştıranların hata
etmiş olmaları ihtimali vardır. Onun için her tekbirle iftetaha niyet eder; zira
her tekbirde imamın önüne geçmiş olması ihtimali vardır) denilmiştir.»
Ben
derim ki: Zâhire bakılırsa bu kavil zaif olduğu için «denilmiştir.» tabiri ile
ifade etmiştir. Bu sebepten şârih onu zikretmemiştir. Zira bu kavil imamın
tekbirini işitmeyen kimsenin üç tekbirle dahi niyet etmesini gerektirir. Velev
ki üçten fazla olmasın. Çünkü hata ve öne geçmek ihtimali hepsinde mevcuttur.
Yalnız ilk rekatta rivayet edilen ziyade tekbirlere mahsus değildir, Cenaze
bahsinde görüleceği vecihle cenazede de her tekbirle iftetaha niyet eder.
Konunun tamamı orada gelecektir.
METİN
İmamın
iki kıraatı peşi peşine getirip cumada olduğu gibi okuması menduptur. İmama uyan
kimse imam tekbir aldıktan sonra ayakta iken yetişirse kendi reyi ile o anda
tekbir alır. Çünkü mesbûktur. Şayet bir rekata yetişememişse evvela kıraatı
okur; tekbirler birbiri ardına gelmesin diye sonra tekbir alır. Tekbir almaz da
imam onun tekbirinden evvel rükua giderse ayakta tekbir almaz. Lâkin rüku eder:
rüku halinde tekbir alır. Sahih kavil budur. Zira rüku için kıyam hükmü vardır,
Vacibi ifa, sünneti ifadan daha evladır.
İZAH
İki
kıraatı peşi peşine getirmek, ikinci rekatta kıraattan sonra tekbir almakla
olur. Tâ ki ikinci rekatın kıraatı birinci rekatın kıraatının peşinden yapılmış
olsun. Ama İbn-i Abbas hazretlerinin dediği gibi ikinci rekatta da kıraattan
önce tekbir alırsa bu tekbir iki kıraatının arasını ayırmış olur. Musannıf
«menduptur» sözü ile her rekatın başında tekbir alsa caiz olacağına işaret
etmiştir. Çünkü hilâf, Bahır'dan naklen yukarıda geçtiği vecihle evleviyet
meselesindedir. Gerçi Muhit'de peşi peşine gelmenin ta'lili yapılarak «Tekbirler
şeairdendir (islâmın alâmetlerindendir). Onun için onları âşikâre almak
vaciptir. Binaenaleyh ilk rekatta zâid tekbirleri iftetah tekbirine katmak vacip
olur. Çünkü iftetah tekbiri rüku tekbirinden öncedir. İkinci rekatta ise rüku
tekbirine katmak icabeder. Zira asıl olan odur.» denilmişse de Bahır sahibi buna
cevaben şunları söylemiştir: «Zâhire göre vacip olmaktan murad, subût bulmaktır.
Istılahtakı vacip değildir. Zira peş peşe okumak müstehaptır.
«Keza
onları âşikâra almak vaciptir.» sözü, (ezanda olduğu gibi bazı yerlerde
sabittir) mânâsınadır ki, namazgaha giderken ve teşrik günlerinde bu sabittir.
Zaid tekbirlerin aşikâre alınmasına gelince: Zâhire bakılırsa bu yalnız imama
müstehaptır. O da cemaata bildirmek içindir.
Lâkin
Bahır'da Muhit'den naklen şöyle denilmiştir: «İmam yanlışlıkla kıraata başlar da
fatiha ve sureyi okuduktan sonra hatırlarsa namazına devam eder. Yalnız fatihayı
okumuşsa tekbir alır ve fatihayı lazım olarak tekrarlar. Zira kıraat tamam
olmayınca farzı terk etmek değil tamamlamaktan imtina olur.» Bunun benzeri
Fethü'l-Kadir'de ve diğer kitaplarda mevcuttur.
Bundan
anlaşılan şudur: Tekbiri kıraattan önce almak vaciptir. Vacip olmasa onun için
fatiha terk edilmezdi. Namazın sıfatı bâbında söylediklerimiz de bunu te'yit
eder. Orada demiştik ki «Tekbir alır da kıraata başlar ve sübhaneke ile eûzü
besmeleyi unutursa yeri geçtiği için bunları tekrar okumaz.» Şöyle cevap
verilebilir: «Kıraatı tamamlamadan tekbire dönmek müstehap olan peş peşe girme
meselesi için değil, vacibi düzeltmek içindir. Bu vacip tekbirdir. Çünkü tekbir
ilk rekatta kıraatan sonra meşru olmamıştır. Delili şu ki, tekbiri unuttuğunu
sureyi okuduktan sonra hatırlarsa onu terk eder. Ve fatihayı unutarak sureye
başlamaya benzer. Bundan sonra hatırlarsa sureyi bırakıp fatihayı okur. Çünkü o
vaciptir. Sübhaneke ve eûzü besmele böyle değildir. Allah'u âlem.
«Cumada
olduğu gibi okuması menduptur.» Yani cuma namazındaki kıraat gibi okur Zira
imamı A'zam'ın rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) bayram namazlarıyle cuma
namazında e'lâ suresi ile gâşiye'yi okurmuş. Fetih'te de böyle denilmiştir.
Bedayi sahibi diyor ki: «Ekseri zamanlarda bunları okumakla Peygamber (s.a.v.)'e
uymak ve bununla teberrük etmek isterse güzeldir. Lâkin bu sureleri okumayı
vacip bilip başkalarını terk etmek mekruhtur. Sebebini cuma bahsinde söyledik.»
Kıraat faslında beyan ettiği vecihle bayram namazlarında imam kıraatı âşikâr
okur. Bahır'da bu mesele burada açıklanmıştır.
İmama
ayakta iken yetişmekten murad: rüku'dan önceki kıyam halidir. İmama rüku halinde
yetişirse, rükuda yetişeceğini aklı yattığı takdirde kendi reyi ile ayakta
tekbir alarak rükua gider. Yetişeceğine kanaat getirmezse rüku eder ve tekbiri
rüku halinde alır. İmam ebû Yusuf buna muhaliftir. Ellerini kaldırmaz. Çünkü
elerini dizlerine koymak, yerinde yapılan bir sünnettir; el kaldırmak ise
yerinde değildir. İmam başını rükudan kaldırırsa o kimseden kalan tekbirler
sâkıt olur. Tâ ki imama tabi olması elden gitmesin. İmama rükudan doğrulduktan
sonra yetişirse tekbirleri orada kaza etmez. Zira tekbirleri ile birlikte rekatı
kaza eder. Fetih ve Bedâyi.
«Kendi
reyi ile o anda tekbir alır.» yanı velev ki imam kıraata başlamış olsun. Nasıl
ki Hılye'de de böyle denilmiştir. Kendi reyi ile tabirinden murad; İmam-ı Şâfiî
olup yedi defa tekbir alsa da o üç tekbir alır demektir. Yukarıda geçen «rivayet
bulunan yerde imama tabi olur.» sözü bunun hilâfınadır. Çünkü o müdrik
hakkındadır.
«Çünkü
mesbuktur.» Yani kaza ettiği kısımlarda o yalnız kılan hükmündedir.
Yetişilemeyen zikir, imam namazdan çıkmadan kaza edilir. Fetih.
Ben
derim ki : Bu izaha göre imamla birlikte kılmaya kendi reyini az olmayan
miktarda yetişirseondan sonra bir şey kaza etmemesi gerekir. Buna dikkat et!
Hılye.
«Şâyet
bir rekata yetişememişse evvela kıraatı okur.» Yani o rekatı kaza etmeye
kalktığında işe kıraattan başlar. İmama yetiştiği rekatta ise Yukarıda geçen
tafsilata riayet gerekir. Yani tekbirlerin hepsine mi bir kısmına mı yetiştiği
yoksa hiç mi yetişemediği nazar-ı itibara alınır. Hılye sahibinin dediği gibi
yapmaz.
«Tekbirler
birbiri ardına gelmesin diye sonra tekbir alır.» Çünkü kıraattan evvel tekbir
alırsa imamla beraber de tedbir aldığı için iki rekatta tekbirler birbirinin
ardından gelir. Bahır sahibi diyor ki: «Buna sahabeden hiç kimse kail
olmamıştır. Ama kıraattan başlarsa fiili hazret-i Ali'nin kavline uymuş olur. Ve
daha evladır. Muhit'de de böyle denilmiştir. Bu söz fukuhanın Mesbuk zikirler
hakkında namazının evveline kaza eder.' diyerek ifade ettikleri hükmü tahsis
eder.»
T
E N B i H : Biliyorsun ki mesbuk kendi reyi ile tekbir alır. Lâhık ise imamının
reyine göre tekbir alır. Çünkü o hükmen imamın arkasındadır. Bunu Sirac'dan
naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Rüku
halinde tekbir alır. Sahih kavil budur.» Musannıf, Mineh adlı eserinde de böyle
demîştir. Fakat Bahır sahibinin sözü buna muhaliftir. O «İmama ayakta yetişir de
tekbir almadan imam rükua giderse sahih kavle göre rükuda tekbir almaz.»
demiştir. Nehir'de de böyle denilmiştir. Hılye'de bundan bahs edilirken
«Bazıları rükuda tekbir alır, bazıları almaz demişlerdir. Muhit sahibi bu ikinci
kavli kuvvetli bulmuştur.» deniliyor. Tahtavi «Galiba bu, kusur kendinden
geldiği içindir.» demiştir.
«Vâcibi
îfa sünneti îfadan daha evlâdır.» Vacip, tekbirdir; sünnet ise tesbihtir. Ama
bunun söz götürdüğünü biliyorsun. T. Rahmetî vacibi imama tabi olmak. sünneti de
sırf kıyam halinde tekbir almakla tefsir etmiştir. Yani tekbiri rükuda almak do
kâfi ise de iyice kıyam halinde almak sünnettir.
METİN
Nitekim
imam da tekbir olmadan rükua gitse rükuda tekbir alır; zâhir rivayete göre
tekbir almak için kıyama dönmez. Dönerse namazının bozulması gerekir.
Cemaat
olan kimse zâid tekbirlerde ellerini kaldırır. Velev ki imamı bunu meşru
saymasın. Ancak rükuda tekbir alırsa yukarıda geçtiği vecihle muhtar kavle göre
ellerini kaldırmaz. Çünkü dizlerini tutmak. yerinde yapılan bir sünnettir.
Bayram tekbirleri arasında sünnet bir zikir yoktur. Onun için ellerini salar. Ve
her iki tekbir arasında üç tesbih miktarı susar. Bu cemaatın çokluğuna azlığına
göre değişir. Namazdan sonra imam iki hutbe okur. Bunlar sünnettir. Namazdan
önce okusa da sahih olur, fakat sünneti terk ettiği için isaette bulunmuş olur.
Cumada
sünnet ve mekruh olan şeyler bayramda da sünnet ve mekruhtur. Sekiz hatta on
yerde hutbe okunur. Bunların üçünde söze hamd ve senâ ile başlanır. Mezkûr
hutbeler Cuma, istiskâ ve nikah hutbeleridir. Küsuf ve Kur'an hatmi hutbeleri de
öyle olmak gerekir. Ama ben bunu bir yerde görmedim. Beş hutbede de söze
tekbirle başlanır. Bunlar; bayramların hutbeleriyle haccın üç hutbesidir. Şu
kadar ki Mekke ve Arafattaki hutbelere hatip evvela tekbirle başlar; sonra
telbiye getirir; sonra hutbeyi okur. Ebu'l-Leys'in Hızâne namındaki kitabında da
böyle denilmiştir.
İlk
hutbeyi birbiri ardınca dokuz tekbirle başlamak müstehabtır. İkinci hutbeye ise
yedi tekbirle başlamak sünnettir. Minberden inmeden ondört tekbir almak da
müstehaptır. Hatip minbere çıktığı vakit bize göre oturmaz. Mirâc.
Hatibin,
hutbesinde fitre sadakasının hükümleri cemaata öğretmesi dahi menduptur. Tâ ki
vermemiş olanlar versinler. Bunu, cemaat vaktiyle hazırlasın diye fitre
hükümlerini bir cuma evvel öğretmek gerekir. Ama ben bunu bir yerde görmedim.
Bilinmesine ihtiyaç duyulan her hüküm böyledir. Zira hutbe, öğretmek için meşru
kılınmıştır.
İZAH
«Zâhir
rivayete göre tekbir almak için kıyama dönmez.» Şârih burada musannıfın
Mineh'teki sözüne tabi olmuştur.Bahır ile Hılye'de ise şöyle denilmiştir: «Zâhir
rivayete göre rükuda tekbir almaz. Kıyama dönmez.» Hılye'de şu da ziyade
edilmiştir: «Kerhi'nin söylediği, ve Bedâyi sahibinin benimsediği Nevâdir
rivayetine göre ise kıyama ,döner ve tekbir alır. Sonra rükuu tekrarlar, kıraatı
tekrarlamaz.» Bu rivayet dahi metindekine muhaliftir. Evet, böyle bir rivayeti
Bahır, Hılye ve Fethü'l-Kadir sahipleri ile vitir ve nafileler bâbında Zâhire
sahibi açıklamışlar ve tekbirle -ki onun için rüku terk edilir- kunut arasındaki
farkı göstererek «Bayram tekbiri Bilittifak meşrudur. Vitirin kunutu öyle
değildir.» demişlerdir. Bedayi'de vitir ve nafileler bâbında bunun gibi; bu
babta ise buna muhalif beyanatta bulunulmuştur. Lâkin zâhir rivayet sabit olunca
ondan dönmek olmaz. Metindeki ifadeye göre tekbir ile kunut arasındaki fark;
rükuda kunut yapılmadığına göre kunutun ancak kıyam halinde meşru olmasıdır.
Tekbir öyle değildir.
«Dönerse
namazının bozulması gerekir.» Şârih burada Nehir sahibine tabi olmuştur.
Biliyorsun ki dönmek, Nevadir'in rivayetidir. Kaldı ki buna Kemâl bin Hümâm'ın
dediği gibi; «bunda vacibi ifa için tarzı terk vardır. Bu helâl değilse de sahih
olmasına dokunmaz.» denilebilir. (Kemâl ibn-i Hümâm bu sözü, 'ayakta iken rekatı
tamamladıktan sonra ilk oturuşta dönse namaz bozulmaz' diyenlerin kavlini
tercihi için söylemiştir.) Zâid tekbirlerde eller. baş parmakları kulak
yumuşaklarına dokunacak derecede kaldırılır. T.
Musannıfın
zâid tekbiri diye kayıtlaması, ikinci rekatın rüku tekbirinden ihtiraz içindir.
Bu tekbir zâid tekbirlere ilhak edilmiştir. Hatta biz onun da vacip olduğuna
kailiz. Halbuki onda el kaldırmak yoktur. Nehir.
«Çünkü
dizlerini tutmak, yerinde yapılan bir sünnettir.» Ellerini kaldırmak ise yerinde
yapılmayan bir sünnettir. Yerinde yapılan evlâdır. T.
Bayram
tekbirleri arasında eller yanlara salınır. Üçüncü tekbirden sonra bağlanır.
Nitekim Münye şerhinde beyan olunmuştur. Zira el bağlamak, içinde sünnet vecihle
zikir bulunan uzun kıyamın sünnetidir. Bayram namazında hatip hutbeyi namazdan
önce okusa veya Bahır'dan naklettiğimiz gibi hiç okumasa sahih olursa da
isaettir.
«Cumada
sünnet ve mekruh olan şeyler bayramda sünnet ve mekruhtur.» Bundan, yalnız
tekbirle, hutbeden evvel oturmamak müstesnadır. Bu iki şey bayram hutbesinde
sünnet. cuma hutbesindesünnet değildir. On yerde hutbe okunması, bize göre
küsuf'ta hutbe olduğundan ve imameynin kavline göre istiska'da dahi hutbe
olduğundandır. Nitekim gelecektir. Mekke ve Arafat'taki hutbelerde telbiye
vardır. Zilhiccenin onbirinci günü Minâ'da okunan hutbede ise telbiye yoktur.
Çünkü ilk taşı atmakla telbiye kesilir. T.
«İlk
hutbeye birbiri ardınca dokuz tekbirle başlamak müstehaptır.» Bunu
Mecma'al-Nevâzil'den naklen Mirâc sahibi söylemiştir. Hâniye'de şöyle
denilmiştir: «Zâhir rivayette tekbir için muayyen sayı yoktur. Lâkin hutbenin
ekserisini tekbir teşkil etmemek gerekir. Kurban bayramında fitire bayramından
fazla tekbir getirilir.»
Ben
derim ki: Zâhir rivayette sa'yinin mutlak bırakılması, sünnete beyan edilen sayı
ile kayıtlamaya aykırı değildir. Şâfiî rahimellah buna kaildir. Bize göre hatip
minbere çıktığı vakit oturmaz. Çünkü oturmak müezzin ezanı bitirsin diyedir.
Bayram namazında ise ezan meşru olmamıştır. Binaenaleyh oturmaya hacet yoktur.
Mirâc.
«Ama
ben bunu bir yerde görmedim.» sözü Bahır sahibine aittir. Bundan sonra «İlim,
ulemanın boynunda emanettir.» demiştir. Şârih sadaka-i fıtır bâbında başında
semennî'den naklen; «Peygamber (s.a.v.) fitre bayramından iki gün evvel fitrenin
çıkarılmasını emir buyurmuş.» diyecektir ki, bu da Bahır sahibinin sözünü te'yit
eder.
«Bilinmesine
ihtiyaç duyulan her hüküm böyledir.» Bu cümle Bahır sahibinin sözünün
tetimmesidir. Ve şöyle demiştir: «Ulemanın sözlerinden şu mânâ çıkarılır ki,
hatip bazı hükümlerin bilinmesine hacet görürse onları cemaata cuma hutbesinde
öğretir. Bilhassa bizim zamanımızda bu lazımdır. Çünkü cehalet çoğalmış, ilim
azalmıştır. Onun için hutbede cemaata, namaz hükümlerini öğretmesi gerekir.
Nitekim bu açıktır.»
METİN
Bir
kimse bayram namazını imamla kılmaya yetişemezse yalnız başına kılamaz. Velev ki
bozmak suretiyle cemaatı kaçırmış olsun. Esah kavle göre bu bilittifak böyledir.
Nitekim Bahır nâm kitabın teyemmüm bahsinde beyan olunmuştur.
Bozmak
hakkında şöyle lügaz yapılmıştır: «Hangi adamdır o ki üzerine vacip olan bir
namazı bozar do kaza lazım gelmez?» O kimsenin başka bir imama gitmesine imkan
varsa gider. Çünkü bayram namazı bir şehrin birçok yerinde bilittifak kılınır.
Gitmekten âciz kalırsa kuşluk namazı gibi dört rekat kılar. Fitre bayramı namazı
yağmur gibi bir özürden dolayı, yalnız ertesi günün zeval vaktine kadar
geciktirilebilir. İkinci günkü vakti dahi birinci günde olduğu gibidir. Ve bu
namaz eda değil kaza olur. Nitekim kurban bahsinde gelecektir. Kuhistânî iki
kavil nakletmiştir. Fitre bayramının hükümleri kurban bayramının hükümleri
gibidir. Lâkin kurbanda namazı özürsüz kurban günlerinin üçüncüsünün sonuna
geciktirmek kerahetle, özürle geciktirmek ise kerahetsiz caiz olur. Binaenaleyh
burada özür keraheti kalksın diye, fitre bayramında sahih olmak içindir. Kurban
bayramına giderken yolda bilittifak âşikâre tekbir alınır. Bazıları namazgahta
da âşikâre alınacağını söylemişlerdir. Bugün müslümanlar bununla amel
etmemektedirler. Evde tekbir almak sünnetdeğildir. Esah kavle göre kurban
kesmese bile yemeği namazdan sonraya geciktirmek menduptur. Ama yerse tahrimen
mekruh olmaz.
İZAH
Bayram
namazına yetişemeyen onu yalnız başına kılamaz. Fakat imam kılmamışsa kaza
edilir. Nitekim gelecektir. Bunu Miracü'd-Dirâye sahibi söylemiştir. Buradaki
esah kavlin mukabili Bahır sahibinin imam ebû Yusuf'tan naklettiği kavildir ki,
bu kavle göre bayram namazına niyetlendikten sonra bozulursa kaza edilir. Zira
vacip olmak hususunda niyetlenmek adamak gibidir.
«Bayram
namazı bir şehrin bir çok yerlerinde bilittifak kılınır.» Hilaf yalnız Cuma
hakkındadır. Bahır.
«Gitmekten
âciz kalırsa kuşluk namazı gibi dört rekat kılması» mendup olur. Nasıl ki
Kuhistânî'de beyan edilmiştir, Bu kaza değildir. Çünkü onun gibi değildir. T.
Ben
derim ki: Hılye'de Hâniye'den naklen bildirildiğine göre bu namaz kuşluk
namazıdır. Şârihin Bedâyi sahibine uyarak «kuşluk namazı gibi» demesinin mânâsı,
bayramda olduğu gibi bunda zâid tekbirleri olmaz demektir.
«Bayram
namazı yağmur gibi bir özürden dolayı yalnız ertesi günün zeval vaktine kadar
geciktirilebilir.» İmamın namazgaha çıkmaması, hava bulutlu olup hilalı zevalden
sonra veya önce görmeleri ve cemaatın toplanmasına imkan bulunması yahut bulutlu
bir günde kılınıp sonradan zevalden sonra kılındığının anlaşılması da özre
dahildir. Nitekim Dürer'de ve şeyh İsmail'in Dürer şerhinde beyan edilmiştir.
Aynı eserde Hüccet'ten naklen şu da vardır; «Bir imam bayram namazını abdestsiz
kıldırır da sonra cemaat dağılmadan bunu onlarsa abdest alır; ve hep beraber
namazı tekrar kılarlar. cemaat dağılmış olursa onlara tekrar ettirmez.
Müslümanları ve amellerini korumak için namazları caiz sayılır.
«Kuhistâni
iki kavil nakletmiş» sonra şöyle demiştir: «İhtimal bu, iki rivayetin muhtelif
olmasına binaendir, Nazm'ın zekat bahsinde söyledikleri de bunu te'yit eder.
Orada 'Bayram namazı için temel kitaplarda bir gün, Kerhî'nin muhtasarında iki
gün vardır.' denilmiştir.»
T
E N B İ H : Müctebâ sahibinin Tahtavî'den naklettiğine göre musannıfın
söylediği, ebû Yusuf'un kavlidir. Ebû Hanîfe «Bayram îlk gün kılınmazsa kaza
edilmez.» demiştir. Lâkin muteber kitaplarda bunda ihtilaf zikredilmiştir.
Nitekim Bahır'da beyan olunmuştur. Bir özürden dolayı kurban bayramı namazını
üçüncü günün sonuna kadar geciktirmek kerahetsiz caizdir. Birinci günden sonra
kılınan bayram namazı yine kaza olur. Nitekim Bedâyi ve Zeyleî'nin kurban
bahsinde beyan olunmuştur. Özürsüz geciktirmek ise mekruhtur. Müctebâ, Cevhere,
Bezzâziye ve diğer kitaplarda özürsüz geciktirmenin isaet olduğu bildirilmiştir.
Bundan anlaşılır ki, bu kerahet-i tahrimidir. Remli.
Ben
derim ki: Bahır ve Dürer'e uyarak keraheti mutlak zikretmesi, tahrim ifade eder.
İsaete gelince; biz namazın sünnetleri bahsinde onun kerahetten daha aşağı mı
yoksa çirkin mi olduğu hususundaki hilâfı arzetmiş ve isaetin kerahet-i
tahrimiyeden aşağı, kerahet-i tenzihiyeden daha çirkin olduğunu söyleyerek iki
kavlin arasını bulmuştur.
«Bazıları
namazgahta da âşikare tekbir alınacağını söylemişlerdir.» Muhit'de şöyle
denilmiştir: «Birrivayette imam namaza başlamadıkça tekbiri kesmez. Çünkü vakit
tekbir vaktidir. Müteakiben namazdan sonra âşikâre olarak tekbir alır.» Bedayi
sahibi birinci kavli kesinlikle kabul etmiştir. Ama mescidlerde cemaat ikinci
rivayet ile amel etmektedirler. Bahır.
«Esah
kavle göre kurban kesmese bite yemeği namazdan sonraya geciktirmek menduptur.»
Yani sabahtan itibaren namaz kılıncaya kadar orucu bozan şeylerden sakınmak
menduptur. Çünkü kurban bayramı sabahı çocuklara yemek yedirmemek, bebekleri
emzirmemek lazım geldiği hususunda, sahabeden rivayet edilen haberler
mütevatirdir. Bunu Zâhidî'den naklen Kuhistani söylemiştir. T.
«Kurban
kesmese bile» sözü şehirli ve köylüye şâmildir. Gayetü'l-Beyan'da bu şehirli
diye kayıtlanmış; köylünün sabahtan kurban eti yiyebileceği ifade edilmiştir.
Çünkü cuma kılınamayan köylerde kurbanlar sabahtan kesilir. Bazıları «Kurban
kesmeyen kimsenin yemeği geciktirmesi müstehab değildir.» demişlerdir. Bahır.
«Ama
yerse tahrimen mekruh olmaz.» Bahır sahibi diyor ki: «Kurban etinden yemek
müstehaptır. Müstehabı terk etmekten kerahetin sabit olması lazım gelmez. Zira
kerahet için hususi delil lazımdır.» Şârih «tahrimen» sözünde Nehir sahibine
uymuştur ve bununla kerahet-i tenzihiye sabit olduğuna işaret etmiştir. Ama bu
söz götürür; Çünkü Bahır sahibinin söylediklerini gördün! Bir de Bedayi'de
«isterse kurban etinden tadar isterse tatmaz. Edep ve terbiye namazdan çıkıncaya
kadar bir şey tatmamaktır. Tâ ki yediği kurbanlar olsun.» denilmiştir
METİN
Hatip
hutbede kurbanı ve teşrik tekbirlerini öğretir. Halkın, Arafat'da başka yerlerde
vakfe yapanlara benzemek için vakfe yapmaları bir şey değildir. Bu söz siyak-ı
nefide gelmiş bir nekredir. Binaenaleyh farz. vacip ve müstehap bütün ibadet
nevilerine şâmil olur. Ve mübah olduğunu ifade eder. Bazıları bunun müstehap
olduğunu söylemişlerdir. Miskin'de böyle denilmiştir. Bakânî «O günün şerefi ve
vaaz dinlemek için toplanırlar: vakfe yapamaz ve başlarını açmazlarsa bilittifak
kerahetsiz caiz olur.» demiştir. Esah kavle göre teşrik tekbiri bir defa vacip
olur. Zira emir buyurulmuştur. Birden fazla yaparsa fazilet olur.
Aynî
diyor ki: «Tekbirin sıfatı: «Allah'ü Ekber Allah'ü Ekber Lâ ilâhe illallah
vallâhü Ekber Allah'ü Ekber ve Lillâhi'l hamd» demektir.
Halilullah
İbrahim aleyhisselâmdan rivayet olunan budur.
İZAH
Teşrik
tekbirini cemaata kurban bayramından bir cuma evvel öğretmek gerekir. Çünkü
bayram arefe gününden başlar. Nitekim Bahır sahibi bunu incelemiştir.
«Halkın
Arafat'da başka yerlerde vakfe yapması»dan murad; Arafat'taki hacılara benzemek
için arefe gününün akşamı camilere veya şehir dışında bir yere toplanmalarıdır.
Bu bir şey değildir. Ama bazıları müstehap olduğunu söylemişlerdir. Galiba
Nihaye sahibinin muradı bu olacaktır. Çünkü o, «usulün gayri kitaplarda Ebû
Yusuf'la imam Muhammed'den bunun mekruh olmadığırivayet edilmiştir. Rivayete
göre ibn-i Abbas Basra'da bunu yapmıştır.» demektedir. Fethü'l-kadir'de; «Bu
gösteriyor ki, bunun mukabili, usul kitaplarının rivayeti mekruh olmasıdır.»
denilmiş; sonra şöyle devam edilmiştir: «Avamdan beklenen bir itikat
bozukluğunun önünü almak için evla olan budur. Kastetmese bile bizzat vakfe ve
başı açmak benzemeyi istilzam eder. Hak şudur ki, o gün mesela istiskâ gibi
vakfeyi gerektiren bir sebep meydana gelirse vakfe mekruh olmaz. Ama o günde
çıkmayı kastetmek yok mu; düşünürsek 'benzemenin mânâsı işte budur.
Timurtâşî'nin camiinde şöyle denilmektedir: Cemaat o günün şerefi için
toplanırlarsa caizdir. Vakfesiz ve baş açmamak şartıyle buna hamlolunur.»
Hâsılı
Dürer'de beyan edildiği vecihle sahih kavil, mekruh olmasıdır. Hatta Bahır'da
«Gayetü'l-Beyan'ın zâhiri kerahetin tahrimiye olduğunu göstermektedir.»
deniliyor. Nehir'de de: «Ulemanın ifadeleri kerahetin tercih edildiğini başka
kavlin şâz olduğunu gösteriyor» denilmiştir. Bâkânî'nin sözü Fethü'l-Kadir'in
yukarıda geçen ibaresinin sonundan alınmıştır. Elhâsıl; mekruh olan istiskâ gibi
bir sebep yokken çıkarmak vakfe yapmak ve baş açmaktır. Bunlar olmaksızın sırf
tâat için toplanmakta bir kerahet yoktur. Sıhah ve diğer lügat kitaplarında
nakledildiğine göre teşrik; eti kurutmak mânâsına gelir. Kurban gününü takip
eden üç güne bu ad verilmiştir.
Halil
bin Ahmed'le Nasır bin Şumeyl'in lügat ulemasından rivayetlerine göre ise
teşrik; tekbir demektir. Şu halde iki mânâ arasında müşterek demektir. Burada
ondan murad, tekbirdir. (Tekbir teşrik) diyerek yapılan izafet izafet-i
beyâniyedir. Yani (teşrik denilen tekbir) demektir. Bu surette izafet, imameynin
kavline göredir. Zira «İmam-ı A'zam'a göre teşrik günlerinde tekbir yoktur.»
diyenlerin sözü defedilmiş olur. Sözün tamamı Şeyh İsmail'in Ahkâm'ında ve
Bahır'dadır.
«Esah
kavle göre teşrik tekbiri bir defa vacip olur.» Bazıları sünnet olduğunu
söylemişlerdir. Bu kavil de sahihlenmiştir. Lâkin Fethü'l-Kadir'de ekser ulemaya
göre vacip olduğu bildirilmiş; Bahır'da ise ortada hilâf diye bir şey olmadığı,
zira sünnet-i müekkede ile vacibin derece ve terkinden dolayı günah istihkakında
müsavi oldukları beyan edilmiştir.
Ben
derim ki: Bu söz götürür. Çünkü namazın sünnetleri bahsinde arzettiğimiz vecihle
sünneti terk etmenin günahı, vacibi terk etmenin günahından daha hafiftir. Yine
orada beyan etmiştir ki. sünneti terk etmekten murad; özür yokken devam üzere
bırakmaktır. Nitekim Tahrir şerhinde beyan olunmuştur. Onu bir defa bırakmakta
günah yoktur. Bu, vacibe muhaliftir. En iyisi Bedayi'nin sözüdür. Orada şöyle
denilmiştir: «Sahih olan onun vacip olmasıdır. Ona Kerhî dahi (sünnet) adını
vermiş; sonra (vaciptir) diye tefsir etmiştir. Kerhî'nin sözü şudur: «Teşrik
tekbiri devam edegelmiş bir sünnettir. Onu ilim ehli nakletmiş ve onunla amel
hususunda ittifak etmişlerdir. Vacibe sünnet adını vermek caizdir. Çünkü sünnet
makbul tarikattan ve güzel tutumdan ibarettir. Sıfatı bu olan her vacip de
sünnettir.»
Ben
derim ki: Birçok fukahanın namazda ilk oturuşa (sünnettir) demeleri de bu
kabildendir. Teşrik tekbiri Teâlâ hazretlerinin «Sayılı günlerde Allah'ı
zikredin!» ve «malum günlerde Allah'ın adını ansınlar!» ayet-i kerimeleriyle
emir buyurulmuştur. Bû her iki ayetteki, zikirden murad, teşriktekbiri olduğuna
göredir. Bazıları sayılı günlerin teşrik günleri, malum günlerin ise zilhiccenin
on günü olduğunu söylemişlerdir. Sözün tamamı Bahır'dadır.
demenin
vacip olduğunu gösterir. Lâkin Ebu-s-Suûd'un beyanına göre Hamavî Kara
Hisâri'den iki defa tekbir olmanın sünnete muhalif olduğunu nakletmiştir,
Ben
derim ki: «Bercendî'nin eserinden naklen Ahkâm adlı kitapta sonra ulemamızın
meşhur olan kavline göre bir defa tekbir alır. Ama (üç defa alır) diyenler de
olmuştur.» denilmiştir. Burada beyan edilen tekbir İbrahim Aleyhisselâmdan
kalmıştır. Aslı şudur: Cebrail aleyhisselâm hazret-i İsmail'in yerine kurbanlık
koç getirince İbrahim aleyhisselamın telaşa düşeceğinden endişe ederek «Allah'ü
Ekber Allah'ü Ekber» demiş İbrahim Aleyhisselam onu görünce «Lâ ilâhe illallah
vallâhü Ekber» diye mukabele etmiş. İsmail Aleyhisselam da kendi yerine
kurbanlık geldiğini görünce; «Allah'ü Ekber ve Lillâhi'l hamd» demiş.Fukaha bunu
böyle anlatmışlardır. Fakat hadis ulemasına göre subût bulmamıştır. Nitekim
Fetih'te Bahır'dan naklen böyle denilmiştir. Yani bu kıssa sabit olmamıştır. Bu
şekildeki tekbire ise İbn-i Ebi Şeybe güzel bir senedle İbn-i Mes'ud'dan rivayet
etmiştir. İbn-i Mes'ud hazretleri böyle dermiş. Sonra bilumum sahabenin böyle
tekbir aldıklarını rivayet etmiştir. Sözün tamamı Fetih'tedir. Bundan sonra
Fetih'te şöyle denilmiştir! «Bu suretle anlaşılıyor ki; Şâfiî'nin dediği gibi
birinde üç defa tekbir almak sabit olmamıştır.»
METİN
Muhtar
kavle göre kesilecek olan Hazreti İsmail'di. Kamus'da; Bu kavlin esah olduğu
bildirilmiş; İsmail'in mânâsı, (Allah'a itaat eden) demektir.» denilmiştir.
Müstehap bir cemaatla edâ edilen veya kurban gibi vakti mevcut olduğu için o
sene bayram günlerinde kaza edilen her farz-ı aynın arkasından, üzerine binaya;
mâni bir fasıla bulunmamak şartıyla teşrik tekbiri getirmek vaciptir. Kadınlarla
çıplakların cemaatı bundan hariçtir. Esah kavle göre kölelerin cemaatı hariç
değildir. Cevhere.
Teşrik
tekbirinin evveli arefe gününün sabah namazı, sonu da gaye dahil olmak üzere
Bayram gününün ikindisidir. Tekbir getirilecek namazlar sekizdir. Bu tekbir
şehirde oturan (mukim) imama, imama uyan yolcuya, köylüye ve kadına -tabi
olmaları sebebiyle- vaciptir. Lâkin kadın gizli tekbir alır. Misafire uyan
mukime de vaciptir.
İZAH
İbrahim
Aleyhisselam'ın kesilecek olan oğlu hazreti İsmail Aleyhisselam idi. Hılye'nin
başında iki kavilden en zâhir olanı bu olduğu bildirilmiştir.
Ben
derim ki: İmam Ahmed de buna kâildir. Ekseriyetle hadis uleması da bu kavli
tercih etmişlerdir. Ebu Hâtım «sahih kâvil budur» demiş; Beyzâvî en zâhir kavlin
bu olduğunu söylemiştir. Hedyi adlı eserde; «Sahabe tâbiin ve onlardan sonra
gelen ulemaya göre doğrusu budur.» denilmiştir. Hazreti İshak olduğunu bildiren
kavil, yirmiden fazla vecihle reddedilmiştir. Evet, sahabe ve tâbiinden bir
cemaat İshak Aleyhisselam olduğunu kabul etmiş; Kurtubî bu kavli ekserulemaya
nisbette bulunmuş; Taberî bunu ihtiyar etmiş; Şifâ' sahibi de kesinlikle buna
kail olmuştur. Sözün tamamı Alkâmî'nin Gami-i Sağîr şerhinde «kesilen İshak»
hadisindedir.
Bahır
sahibi diyor ki: «Mâlikîler.birinci kavle meyletmişlerdir. Ebu'l- Leys
Semerkandî Bustan adlı eserinde «bu, kitap ve sünnete daha uygundur.» diyerek bu
kavli tercih etmiştir. Bu bâbta kitap; «Biz onun yerine büyük bir kurbanlık
gönderdik» ayeti kerimesidir. Bundan sonra kesme işi hikaye edilmiş; sonra «biz
ona İshak'ı da müjdeledik.» buyurulmuştur.
Habere
gelince: O da rivayet olunan «Ben iki kurbanlığın oğluyum!» hadisidir. Bunlardan
murad; pederleri Abdullah ile hazreti İsmail Aleyhisselamdır. Ümmetin uleması
hazreti Peygamber (s.a.v.) in hazreti İsmail neslinden geldiğine ittifak
etmişlerdir. Ehl-i Tevrat «bunun İshak olduğu Tevrat'ta yazılıdır.» derler.
Doğru ise biz de inanırız. Halebî Şifâ şerhinde Hafacî'nin «En iyisi Teâlâ
hazretlerinin (İshak'ın ardından da Yakup ile müjdeledik) ayeti kerimesiyle
istidlâl etmektir. Zira Teâlâ hazretleri, babasına Yakub'un İshak sulbünden
geldiğini haber verirken, onu kesmekle imtihan etmesi tamam değildir. Çünkü bu
takdirde bir faidesi olmaz.» dediğini nakletmiştir. Yani Allah Teâlâ ona oğlunu
küçükken kesmesini emretmiştir. Bu emrin Yakup oğlunun sulbünden çıktıktan sonra
verilmesi mümkün değildir.
«Her
farz-ı aynın arkasından» ifadesi cumaya da şâmildir. Bununla vitir ve bayramlar
gibi vaciplerle nafileler hariç kalır. Belh ulemasına göre bayram namazının
akabinde tekbir alınır. Çünkü o da cuma gibi cemaatla kılınır. öteden beri
müslümanlar bunu yapagelmişlerdir. Binaenaleyh buna tabi olmak vaciptir. Nitekim
gelecektir.
«Farz-ı
ayn» kaydıyla cenaze hariç kalmıştır. Cenaze namazından sonra tekbir alınmaz.
Bunu Bahır sahibi ifade etmiştir. Her forz-ı aynın arkasından o farzın üzerine
bina etmeye mâni bir fâsıla bulunmamak şartıyle teşrik tekbiri getirmek vacip
olur. Mescidden çıkar veya kasten yahut unutarak konuşur; yahut kasten abdest
bozarsa tekbir sâkıt olur. Kıbleye arkasını dönmekte iki rivayet vardır. Selam
verdikten sonra unutarak abdestini bozarsa esah kavle göre tekbir alır. Abdest
almak için dışarı çıkmaz. Fetih.
Bayram
günlerinde kaza edilen namazın dört şıkkı vardır:
Birincisi;
bayram günlerinden başka günlerde kazaya kalan bir namazın bayram günlerinde
kaza edilmesi.
İkincisi;
bayram günlerinde kazaya kalan bir namazın bayram günlerinden başka zamanlarda
kaza edilmesi.
Üçüncüsü;
bayram günlerinde kazaya kalan bir namaz»n başka senenin bayram günlerinde kaza
edilmesi.
Dördüncüsü;
bayram günlerinde kazaya kolan bir namazın o senenin bayram günlerinde kaza
edilmesidir ki bunların yalnız dördüncüsünde tekbir alınır. Bahır'da da böyle
denilmiştir.
«Kurban
gibi vakti mevcut olduğu için» ifadesinden murad; kurbanın birinci gün
kesilemezse ikinci ve üçüncü günlerde kesilebileceğine işarettir.
«Esah
kavle göre kölelerin cemaatı hariç değildir» Onlar cemaat olabilirler. Zira esah
kavle göre hürolmak şart değildir. Hatta bir köle. cemaata imam olursa kendisine
ve cemaata tekbir,vacip olur. Bahır.
Teşrik
tekbirinin evveli zâhir rivayete göre arefe gününün sabah namazıdır. Hazretî
Ömer'le Ali radıyallahu anhanın kavilleri budur. imam Ebû Yusuf'tan bir rivayete
göre kurban gününün öğle namazıdır. İbn-i Ömer'le Zeyd Bin Sâbit radıyallahu
Anhumanın kavilleri de budur. Nitekim Muhit'de beyan edilmiştir. Kuhistânî.
Köylüye
ve yolcuya teşrik tekbiri vacip değildir. Esah kavle göre velev ki yolcular
şehirde namazlarını cemaatla kılsınlar. Bunu Bedâyi'den naklen Bahır sahibi
söylemiştir. Yani İmam-ı A'zam'ın kavline göre esah olan budur. Zâhire bakılırsa
şehirde köylülerin cemaatla kılmaları da böyledir. Kuhistanî diyor ki: «Bundan
anlaşılan, mezkur mukimin sağlam olmasıdır. Hastalar cemaatla kılarlarsa tekbir
almazlar. Nitekim Cellâbî'de böyle denilmiştir.
«Tabi
olmaları sebebiyle» ifadesinden murad; yolcu, köylü ve kadındır.» T.
Kadının
gizli tekbir olması, sesi avret olduğu içindir. Nitekim Kâfi ve Tebyin'de beyan
olunmuştur.
Öyle
anlaşılıyor ki, «misafire uyan mukime de vaciptir.» sözü Şurunbulâli'nindir.
Zira Dürer'in «Yolcu olan imama da vacip değildir.» sözünü izah ederken şöyle
demiştir: «Ben derim ki bu izaha göre o kimseye uyan mukimlere vaciptir. Zira
onlar hakkında şart mevcuttur.»
Ben
derim ki: Şurunbulâliye'ye ulemanın «tâbi olmaları sebebiyle» ifadeleri muarız
olamaz. Çünkü tâbi olmak, imam vücûp ehlinden olduğu zamana mahsustur. O surette
imama uyan kimse vücûp ehlinden değildir.
Lâkin
Ebû's-Suûd haşiyesinde Hamavî'den naklen şöyle denilmiştir: «Natıfî'nin
Hidâyesinde beyan olunmuştur ki imam şehirlerden birinde bulunur da cemaata
namaz kıldırırsa, arkasında o şehrin halkından kimseler bulunduğu taktirde
İmam-ı A'zam'a göre hiçbirine tekbir vacip olmaz. İmameyne göre hepsinin tekbir
almaları vacip olur.» Burada maksat yolcu olan imamdır. Sözün gelişi bunu
göstermektedir.
METİN
İmameyn
«teşrik günlerinin sonu olan beşinci günün ikindisine kadar her farzın sonunda
mutlak surette tekbir vaciptir.» demişlerdir. Velev ki yalnız kılsın; yahut
yolcu veya kadın olsun. Çünkü tekbir farz namaza tâbidir. itimat bu kavledir.
Bilumum şehirlerde ve bütün asırlarlarda amel ve fetva da buna göredir. Bayram
namazından sonra tekbir getirmekte bir beis yoktur. Çünkü müslümanlar bunu
birbirlerinden nakletmişlerdir. Binaenaleyh onlara uymak vaciptir. Belh uleması
bununla amel etmişlerdir. Zilhiccenin on gününde avam sokaklarda tekbir almaktan
menedilmezler. Biz bununla amel ederiz. Bu sözü Bahır ve Müctebâ sahipleri ile
başkaları söylemişlerdir. İmam terketse bile cemaat olanın tekbir alması
vaciptir. Çünkü onu namazdan sonra eda eder. İmam ebû Yusuf şöyle demiştir:
«Arefe günü cemaata akşam namazını kıldırdım. Ve tekbir almayı unuttum. Cemaata
tekbiri ebû Hanife aldırdı.»
Mesbûk
da lahik gibi vücûben tekbir alır. Lâkin yetişemediğini kaza ettikten sonra
alır. Ama İmamlabirlikte alırsa namazı bozulmaz. Telbiye ederse bozulur. İmam
evvela işe secde-i sehivden başlar. Çünkü o, namazın tahrimesinde (girişinde)
vacip olmuştur. Sonra tekbir alır. Zira tekbir namazın hürmetinde vacip
olmuştur. İhramlı ise bundan sonra telbiye getirir. Çünkü telbiye, namazın ne
tahrimesinde ne de hürmetinde mevcut değildir. Hulâsa.
Valvalciye'de
«Telbiyeden başlarsa secde-i sehiv ve tekbir sâkıt olur.» denilmiştir.
İZAH
«Çünkü
tekbir farz namaza tâbidir.» Binaenaleyh üzerine namaz farz olan kimseye tekbir
de vaciptir. Bahır.
«İtimat
bu kavledir.» ifadesi şuna binaendir: İmam-ı A'zam'la imameyn ihtilâf ettikleri
vakit itibar delilin kuvvetinedir. Esah olan budur. Nitekim EI'hâvil-Kudsî'nin
sonunda açıklanmıştır. Yahut şuna binaendir: Her meselede imameynin kavli İmam-ı
A'zam'dan da rivayet olunmuştur. Öyle olmasa mezhep sahibinden başkasının sözü
ile nasıl fetva verilebilir!
«Beis
yoktur.» Tabiri bazan 'mensud' mânâsında kullanılır. Nitekim Bahır'da cenaze ve
cihad bahislerinde bu mânâya kullanılmıştır. Burada da 'mensud' mânâsınadır.
Zira bundan sonra «Onlara uymak vaciptir» denilmiştir. öyle anlaşılıyor ki
burada ki «vaciptir» tabirinden de 'sabittir' mânâsı kastedilmiştir. Istılâhî
vacip kastedilmemiştir. Bahır'da Mücteba'dan naklen şöyle denilmiştir:
«Belh'liler bayram namazından sonra tekbir alırlar. Çünkü bayram namazı cemaatla
kılınır ve cumaya benzer.» Bu söz ıstılâhî vacibi ifade eder. T.
«Zilhiccenin
on gününde avam takımı sokaklarda tekbir almaktan men edilmezler.» Mücteba'da
şöyle deniliyor: «Ebu Hanife'ye 'Kûfe'lilerin ve başkalarının zilhiccenin on
gününde sokaklarda ve mescidlerde tekbir almaları uygun mudur?» diye sorulmuş
da; 'Evet' cevabını vermiştir. Fâkih ebu'l-Leys'in beyanına göre İbrahim bin
Yusuf bu yerlerde tekbir alınmasına fetva verirmiş. Fâkih ebû Cafer 'bence Amme
bundan men edilmemelidir. Çünkü onların hayra rağbeti azdır. Biz bununla amel
ederiz.' demiştir.» Böylece Müctebâ sahibi tekbir almanın evlâ olduğunu ifade
etmiştir.
«İmam
teşrik tekbirini terketse bile cemaatın olması vaciptir.» Zahirine bakılırsa
İmam-A'zam'ın kavline göre yolcu, köylü ve kadın da olsa alır. Halbuki yukarıda
tekbirin bunlara tâbiyet suretiyle vacip olduğu geçmişti. Lâkın murad şudur: Bu
gibilere tekbirin vacip olması imama vacip olmasına bağlıdır. Bir defa
üzerlerine vacip olduktan sonra artık kendilerinden sâkıt olmaz. Velevki imam
terketmiş olsun. Yoksa onlar bunu imam yapıyor diye yaparlar demek değildir.
«Çünkü
onu namazdan sonra eda eder.» Yani bununla imama muhalefet etmiş olmaz. Secde-i
sehiv böyle değildir. Onu imam terk ederse cemaat da terk eder. Zira o namazın
hürmetinde edâ edilir. T. İmam ebû Yusuf kıssası hikmete ve örfe aid faydalar
tazammun eder. Hikmete ait faydası, imam tekbir olmazsa tekbirin cemaattan sâkıt
olmaması; örfe ait faydası da, İmam-ı A'zam indinde ebû Yusuf'un kıymetinin
büyüklüğü, ebû Yusufun kalbinde de İmam-ı A'zam'ın derecesinin azametidir. Öyle
ki arkasında onun namaz kıldığını görünce âdeten unutulmayan bir şeyi
unutmuştur. Zira âdet, sabah namazında ilk teşrik tekbirini unutmaktır.
Üzerinden üç vakit geçtikten sonra artıkunutulmaz. Fetih.
«Ama
imamla birlikte tekbir alırsa namazı bozulmaz. » Çünkü tekbir zikirdir. İmam
Hasan'dan rivayet olunduğuna göre imama tâbi olur, Namazdan sonra tekbiri tekrar
da etmez. Nitekim Müctebâ'da ve İsmail'in Hizanetü'l-Feteva adlı eserinde böyle
denilmiştir.
«Telbiye
ederse bozulur.» Zira telbiye İbrahim Aleyhisselamın sözüdür. İmam Muhammed'den
bir rivayete göre namazı bozulmaz. Çünkü bununla o Allah Teâlâya hitab
etmektedir. Binaenaleyh o da zikirdir. Nitekim Müctebâ'da beyan olunmuştur.
İsmail.
Ben
derim ki: Evla olan aşağıda geleceği vecihle «bu insan sözüne benzer» diye
ta'lil etmektir. Zira «Lebbeyk Allahümme lebbeyk...» demenin Allah Teâlâ'ya
hitap olduğunda şüphe yoktur.
«Çünkü
o namazın tahrimesinde vacip olmuştur.» Yani namaza başlarken yaptığı tahrime
devam ederken vacip olmuştur. Onun için de kendisine o halde iken uymak sahih
olur. «Tekbir namazın hürmetinde vacip olmuştur.» cümlesinden murad; «fasılasız,
namazın hemen arkasından vacip olmuştur» demektir. Hatta fasıla verirse sâkıt
olur. Nitekim yukarıda geçti.
Valvalciye'de
«Telbiyeden başlarsa secde-i sehiv ve tekbir sâkıt olur.» denilmiştir. Çünkü
telbiye insan sözüne benzer. İnsan sözü namazı bozar. Binaenaleyh telbiye de
bozar. Secde-i sehiv ise ancak tahrimede meşru olmuştur. Halbuki burada tahrime
yoktur. Tekbir ancak bitişik olarak meşru' olmuştur. Bitişiklik ortadan
kalkmıştır. Bedâyi. Herhalde insan sözüne benzemesi, bir adama seslendiği zaman
«lebbeyk» diye cevap vermesinden olacaktır. Bedayi sahibi diyor ki: «Bir kimse
(yarabbi bana bir dirhem ver!) yahut (beni bir kadınla evlendir!) derse namazı
bozulur. Çünkü kelime yapısı insan sözüdür. Velev ki onunla Allah'a hitabetsin.
Binaenaleyh kelimenin sîgasiyle namazı bozmuş olur.» Allah'u âlem.
H
A T İ M E : Münye şerhi ile Muzmerat'ta ibn-i Mübarek'ten naklen tırnak kesmek
ve zilhiccenin on gününde tıraş olmak hususunda şöyle denilmiştir: «Sünnet
geciktirilemez. Bu varid olmuştur. Geciktirmek vacip değildir.» Bu babta
Müslim'in Sahih'inde şu hadis-i şerif rivayet olunmuştur: «Rasûlüllah sallallahu
aleyhi vesellem; 'Zilhiccenin on günü girer de biriniz kurban kesmek isterse
sakın saçı almasın; tırnak kesmesin!' buyurdular.» Bu hadis vacip değil
bilittifak mendup mânâsına yorumlanmıştır. Binaenaleyh «geciktirmek vacip
değildir.» sözünün mânâsı anlaşılmıştır. Ancak 'vacip değildir' demek, müstehab
olmasına aykırı değildir. Şu halde müstehap olur. Meğer ki mübah olan geciktirme
vaktinden fazlasını istilzam etsin. Mübah olan geciktirmenin sonu kırk gündür.
Ondan fazlası mübah değildir.
Kınye'de
şöyle denilmiştir: «Efdal olan her hafta tırnaklarını kesmek, bıyıklarını almak,
kasıklarını tıraş etmek ve yıkanarak bedenini temizlemektir. Bunu yapamazsa her
onbeş günde bir yapmalıdır. Kırk günden sonraya bırakmakta bir özür yoktur.
Tehdide müstehak olur. Birincisi efdal, ikincisi orta, kırk gün ise en uzak
mühlettir.»