ALIŞ-VERİŞLER
BAHSİ
Rahmân ve Rahim
olan Allah'ın adıyla başlarım. Hamd yalnız Allah'a mahsustur. Kendinden sonra
peygamber gelmeyecek olan Peygamberimize Allah salât
eylesin!
METİN
Musannıf AIIah
Teâlâ'nın hakları olan ibâdet ve cezaları anlatıp bitirdikten sonra, kul
haklarından muameleler kısmına başlıyor. Bu bahsin vakıfla münasebeti milkin
elden çıkarılmasıdır. Ancak vakıfda başka bir mâlikin eline geçmek için değil,
burada ise başka bir mâlikin eline geçmek içindir. Binaenaleyh vakıfla alışveriş
basîtle mürekkep gibidirler. Alış-verişi cemi sîgasıyla kullanması satış,
satılan mal ve kıymet itibariyle dört çeşit olduğundandır. Zira bunlardan her
biri: Geçerli, mevkuf fâsid ve bâtıl oldukları gibi mukayeza, sarf, selem ve
mutlak yahut murâbeha, tevliye, vazîa ve müsâveme olurlar.
İZAH
"Anlatıp
bitirdikten sonra ilh..." Cümlesi bundan önce geçenlerle sonra gelenlerin
arasındaki münasebeti toptan beyan içindir. Aynı zamanda vakıfla satış
arasındaki münasebeti hassaten beyan edecektir. İbâdetlerden murad kendilerinden
esas itibariyle kulun Rabbine yaklaşması ve sevâb kazanması kasdedilenlerdir.
Nitekim İslâmın şartlarından dördü ve benzerleri böyledir Muamelelerden murad
ise esas itibariyle satış, keffâret, havâle ve benzeri gibi kullara yarayan
şeyleri îfa etmektir. Alış - verişin bazen ârızî bir sebeble vâcib olması onu
muamele olmaktan çıkarmaz. Nasıl ki riya (gösteriş) için kılınan namaz onu
esasen ibâdet olmaktan çıkarmaz. Sonra yukarıda geçenler ibâdetlere mahsus
değildir. Onlar Allah Teâlâ'nın haklarıdır ki ibâdet, ukûbet (ceza) ve keffâret
olmak üzere üç nevidirler. Şu halde muameleler Allah Teâlâ'nın hakları
mukabilindedir. Fetih sahibinin beyanına göre musannıfın muamelelere
başlamasının zamandan hâli olmadığı meydandadır. Zira daha önce geçen bulma mal,
bulma çocuk ve kayıp mal muamelelerdendir. Nehir sahibi: "Bulma çocuğu ve
benzerlerini zikretmekten nikâhı zikretmek daha yerinde olurdu." demiştir. Ama
söz götürdüğü meydandadır. Çünkü nikâh muamelelerden olsa da aynı zamanda
ibâdetlerden de sayılır. Hatta ondan asıl maksad ibâdettir. Bu ibâdet nefsi
haram olan şeylerden korumak ve müslümanların sayısını çoğaltmaktır. Hatta ulema
nikâhlanmanın kendini nafile ibâdetlere vermekten efdal olduğunu söylemişlerdir.
Şöyle denilebilir: Evlâ olan şirketi söylemektir. Çünkü bulunan malla bulunan
çocuğu almak zâhire göre mendubdur, ama bazen vâcib olur. Allah Teâlâ'nın
hakları arasında zikredilmesi bundandır. Kaçak köleyi iade etmek dahi böyledir.
Kayıp mala gelince: Musannıf onu gerektiren bir münasebet dolayısıyle
muamelelerde zikretmiştir. Bulunan mal ile benzerleri ve şirket de böyledir.
Nitekim ulema kurban kesmek gibi bazı ibâdetleri muamelelerde zikretmişlerdir.
Çünkü kurbanlığın kesilen hayvanlarla münasebeti vardır. Ödünç almayı da satışla
münasebeti olduğu îçin muameleler arasında
zikretmişlerdir.
"Ancak vakıfda
ilh..." Elden çıkarmak başka bir mâlikin eline geçmek için değildir. Vakıf AIIah
Teâlâ'nın milki hükmündedir. İmameyn'in kavli budur. İmamı Azam: "Vakıf bir aynı
vâkıfın milki olmak üzere hapsetmek onun menfaatını tasaddukta bulunmaktır."
demiştir. T.
"Binaenaleyh
vakıfla alış-veriş basitle mürekkep gibidirler ilh..."
Yani vücud
itibariyle basît mürekkepten önce gelir. Binaenaleyh izah için de ondan önce
getirilmiştir.
Tahtâvî diyor ki:
"Satışın hakikaten mürekkep sayılmaması gidermek itibarî bir şey olduğundandır.
Onda terkip olamaz."
"Cemi sîgasıyla
kullanması ilh..." Şundandır: Satış kelimesi aslında masdardır. Masdar oturmak
kalkmak gibi bir şeyin meydana gelişinin ismi olduğundan cemilenemez. Musannıf
onu Hidâye sahibine uyarak cemilemiştir.
Ulema buna şöyle
cevap vermişlerdir: Bazen masdardan mefulünbih kasdedilir. Cemilenmesi bu
itibarladır. Nitekim mebî (satılan şey) da cemilenir. Yani satılan şeylerin
nevileri çok ve muhteliftir. Yahut kelime mânâsı murad edilerek aslı üzere
kalmıştır. Lâkin nevilerine bakarak cemilenmiştir. Çünkü satış -ki, meydana
gelmekten ibarettir- satış olarak itibar edilirse dört kısma ayrılır: Halen bir
hüküm ifade ederse nâfiz (geçerli); cevaz verildiği vakit hüküm ifade ederse
mevkuf; teslim alırken hüküm ifade ederse fâsid, hiç hüküm ifade etmezse
bâtıldır. Satış satılan şeye teallûku itibariyle de dört kısımdır. Çünkü ya bir
ayınla ayın üzerine yahut kıymetle kıymet üzerine vâki olur. Yani bu satışta
satılan şey para olur. Yahut kıymetle ayın üzerine veya ayınla kıymet üzerine
yapılır. Bunların birincisine mukayeza, ikincisine sarf, üçüncüsüne de selem
denilir. Dördüncünün hususî adı yoktur. O mutlak bir satıştır. Satış kıymete
veya onun mikdarına teallûku itibariyle dahi dört kısımdır. Zira ziyadeyle
beraber ilk kıymetim misliyle yapılırsa murabeha; ziyadesiz yapılırsa tevliye;
kıymetten daha azına yapılırsa vadîa, ziyade ve noksansız yapılırsa müsâveme
olur.
Bahır'da beşinci
bir kısım ziyade edilmiştir ki, o da işrak yani satın aldığı şeye başkasını
ortak etmektir. Meselâ, malın yarısını satar. Şârih bundan bahsetmemiştir. Çünkü
dört kısımdan hariç değildir. Bazen satış kıymetin vasfına göre muteber olur.
Meselâ, peşin yahut veresiye yapılır. Bu anlattıklarımızla anlarsın ki, "satış
ve satılan mal itibariyle" demesinden murad yalnız başına satılan malı itibara
almak değildir. Yani satış olmadan satılan mal muteber değildir. Onun için '"Bu
ikiden biri yalnız başına murad olursa hakikatla mecazı bir araya getirmiş olmak
lâzım gelir." diye itiraz olunamaz. Çünkü satışın masdar olması ile birlikte
cemi yapılması hakikatte nevilerine bakaraktır. İsmi meful mânâsına nakledilerek
cemi yapılması bunun hilâfınadır. Çünkü mecazdır. îtiraz edilememesinin vechi
şudur: Maksad hakikatına bakarak cemilenmesidir. Lâkin ayrıca zatına yahut
başkasına teallûk ettiği hale bakarak cemilenir. ismi meful mânâsına
nakledildiğine bakarak cemilenmez.
"Dört çeşit
olduğundandır. Zira bunlardan her biri: Geçerli, ilh..."
İfadesi üç kısmın
her birinde dört neyî 'bulunduğunu leff ve neşri mürettep yoluyla beyandır.
Onların beyanını gördün. Sonra birinciyi mezkûr kısımlara taksim etmesi Hâvî
sahibinin tuttuğu bir yoldur. Bunun zâhirine bakılırsa mevkuf sahîhin
kısımlarındandır. Ulemanın tuttukları iki yoldan biri budur ki doğrudur.
Bazıları onu sahihin kısımlarından saymışlardır. Zeylaî bu yolu tercih etmiş ve
satışı: Sahih, bâtıl fâsid ve mevkuf kısımlarına ayırmıştır. Bu bahsin tam
olarak tahkîkı Bahır'ın, beyi fâsid bâbının başındadır. Satmaya zorlanan
kimsenin satışı müstesna, olduğu az ileride gelecektir.
METİN
Satış lügatta mal
olsun olmasın bir şeyi bir şeyle karşılaştırmaktır. Buna delil "Onu az bir
kıymetle sattılar." ayet-i kerîmesidir. Satış kelimesi zıdlardandır. Müteaddî
olarak kullanılır. Tekid için Arapçada (mim) edatı ile bazen de (lâm) edatı ile
kullanılır ve: "Bi'tüke'ş-şey'e" yahut "Bi'tüleke" denilir. (Bunların ikisi de
sana sattım mânâsına gelir.) Oradaki edatlar ziyadedir. Bunu İbnü'l-Kattâ
söylemiştir. "Baa aleyhil kâdî" yani rizası olmadan hakim sattım dahi
denilir.
İZAH
"Lüflatta bir şeyi
bir şeyle karşılaştırmaktır ilh..." Yani mubadele yoluyla değişmektir. Mukabele
yerine böyle dese daha iyi olurdu. Nitekim bundan sonraki ifadesinde musannıf
böyle yapmıştır. Zahirine bakılırsa bu ifade icareye teşamildir. Çünkü menfaat
şeriat nazarında mevcud bir şeydir. Hatta ona malla bedel vermek sahihdir. Lügat
itibariyle de öyledir.
"Mal olsun olmasın
ilh..." Maldan murad tabiatın meylettiği ve ihtiyaç vakti için biriktirmesi
mümkün olan şeydir. Maliyet bütün İnsanların yahut bazılarının mal olarak kabul
etmesiyle sabit olur. Tekavvüm (kıymetli olması) maliyetle ve şer'an kendisinden
faydalanılması mübah sayılmakla sâbit olur. Mal sayılmaksızın, mubah olan bir
şey mal değildir. Meselâ, bir buğday tanesi mal değildir. Faydalanılması mubah
kılınmaksızın mal sayılan şey mütekavvim değildir. Nitekim şarap böyledir. Bu
iki şey bulunmazsa maliyetle tekavvûmden hiç biri sâbit olmaz. Nitekim kan
böyledir. Bahır. Bu satırlar Keşf-i Kebîr'den kısaltılarak
alınmıştır.
Hâsılı şudur: Mal
kelimesi mal edinilenden daha umumi bir mânâ ifade eder. Zira mal biriktirmesi
mümkün olan şeydir. Velevki şarap gibi mubah olmasın.
Mütekavvim : Mubah
kılınmakla beraber biriktirilmesi mümkün olan şeydir. Şu halde şarap maldır.
Fakat mütekavvim değildir. Onun için kıymet olarak şarap konursa satış fâsid
olur. Şarabın satılık mal olarak kullanılmasıyla satış aslından münakid olmaz.
Çünkü kıymet maksud değil, maksuda vesiledir. Zira faydalanma kıymetlerle değil
ayınlarla olur. Onun içindir ki, satılan malın mevcud olması şart kılınmıştır.
Kıymetin mevcud olması şart değildir. Bu itibarla kıymet sanat aletleri
mesabesinde şartlar cümlesinden sayılmıştır. Meselenin tam tahkîkı Telvîh'-in
nehî faslındadır. Ondan dolayı Bahır sahibi şöyle demiştir: "Sonra bilmelisin
ki, satışın temeli iki bedel üzerine olsa da bunda asıl satılan maldır, kıymet
değildir. Onun için satılan mala kudret şarttır. Kıymete muktedir olmak şart
değildir. Satıla malın helâkiyle satış bozulur. Fakat kıymetin helâkiyle
bozulmaz.
Telvîh de dahi kaza
bahsinde şöyledenilmiştir: "Tahkîk şudur: Menfaat milkdir, mal değildir. Çünkü
milk ihtısas vasfıyla üzerinde tasarruf yapılabilen şeydir. Mal ise hâcet
vaktinde faydalanmak için biriktirilebilen şeydir. Kıymetli olması imam-ı Azam'a
göre maliyeti gerektirir. İmam Şâfiî'ye göreyse milki istilzam eder. Bahır'da
Hâvi'l-Kudsî'-den naklen şöyle denilmiştir: Mal insandan başkasına verilen
isimdir ki, insanın yararları için yaratılmıştır. Onu ayırmak ihtiyarî olarak
üzerinde tasarrufta bulunmak mümkündür. Kölede maliyet mânâsı varsa da hakikaten
mal değildir. Hatta öldürülmesi ve ihlak edilmesi câiz
değildir."
Ben derim ki: Bu
ifade söz götürür. Çünkü mal tasarruf hususunda ihtiyarî olarak kendisinden
faydalanılan şeydir, ÖIdürmek ve helâk etmek faydalanmak değildir. Bir de maldan
faydalanmak her şeyde yararına göre muteberdir. Faydalanmaksızın hiç bir malı
helâk etmek aslen câiz değildir. Meselâ mûcbir sebeb bulunmaksızın hayvanı
öldürmek bu kabîldendir.
"Onu az bir
kıymetle sattılar." Ayet-i kerîmesinden murad Yusuf Âleyhisselâm'ı kardeşleri az
bir fiyatla sattılar demektir. Bazıları onu yirmi dirheme sattıklarını
söylemişlerdir. Âyet-i kerîme gösteriyor ki, satışta satılan şeyin mal olması
lâzım değildir. Çünkü hür bir insan milk olarak alınamaz.
Ben derim ki:
Burada şöyle denilebilir: Cahiliyet devrinde dil bilginleri hür insanları
çalarak satarlardı. Şu halde âyet-i kerîme lügaten satışta maliyetin şart
olmadığına delâlet etmez. Şu da var ki, zâhire bakılırsa bizim şeriatımızdan
önce hür insan mal olarak alınırdı. Buna delil "Cezası şudur ki, tas kimin
yükünde bulunursa cezası o kimsedir dediler." âyet-i kerîmesidir. Sonra bunu
Kuhistânî'nin bey-ı fasid bâbında gördüm. Şöyle diyor: "Yakup AIeyhisselam'ın
şeriatında hür insan mal sayılırdı. Hatta hırsız köle yapılırdı. Nitekim Tevilâd
şerhinde açıklanmıştır. Binaenaleyh hür insan hiçbir kimseye göre mal
sayılmamıştır demek doğru değildir." Evlâ olan "şübhesiz Allah müminlerden
nefislerini satın almıştır." gibi âyetlerle istidlâl etmektir. Kimseye gizli
değildir ki, burada mecâz dâvâsında bulunman aslın
hilâfınadır.
Bu izahla anlaşılır
ki, İslâm'dan naklettiği tariften evlâdır. Fahru'lislâm'ın tarifi: "Satış
lügaten malı mal ile değişmektir." şeklindedir. Lâkin birinciye göre "Bu tarife
nikâh dahil olur." şeklinde itiraz edilebilir. Meğer ki mukabele sözünden
hakikaten temlîk suretiyle verilen kasdedilsin.
"Satış kelimesi
zıdlardandır ilh..." Yani bir şeye ve onun zıddına ıtlâk edilen sözlerdendir.
Nitekim Teâlâ Hazretlerinin: "Arkalarında bir kral vardı." âyetinde
"arkalarında" tâbirinden murad "önlerinde" mânâsıdır.
Fetih sahibi diyor
ki: "Bir ayın milkinden çıktığı vakit onu sattı derler. Sattı kelimesi satın
aldı mânâsına da kullanılır." Satın almak mânâsına gelen şirâ kelimesi de
öyledir. Buna delil: "Onu düşük bir fiyat ile şirâ ettiler." âyeti kerîmesidir.
Bu iki mânâ birbirinin yerinde kullanılır. Misbah'da beyan edildiğine göre Bey
(satış) sözü şirâ gibi zıdlardandır. Akdi yapan her iki tarafa bâyı denilebilir.
Bâyı mutlak söylenilirse zihne malı satan gelir.
"Bi tüke'şşey'e"
Cümlesi harfi cersiz müteaddi kullanıldığına misâldir.
"Bâa aleyhil kâdi"
cümlesi dahi icbar ve ilzâm yerinde bu kelime alâ harfiyle müteaddi olduğunu
ifade eder.
METİN
Şer'an satış rağbet
gören bir şeyi hususi şekilde fayda ifade eden misli ile değişmektir. Rağbet
gören kaydıyla toprak, ölü hayvan ve kan gibi rağbet görmeyen şeyler teariften
hariç kalır. Hususi şekilde, kaydıyla icab veya elle alıp vermek kasdedilir.
Binaenaleyh iki taraftan teberru suretiyle ve karşılığında bedel vermek şartıyla
yapılan bağış hariç kaldığı gibi fayda i'fade eden kaydıyla da fayda ifade
etmeyen değişme hariç kalır.
İZAH
"Rağbet gören bir
şeyi ilh..." ifadesinden murad nefsin arzu ettiği şeydir ki, o da maldır. Bundan
dolayıdır ki şârih onunla toprak, ölü ve kandan ihtiraz etmiştir. Çünkü bunlar
mal değildir. Şu halde musannıfın sözü Kenz ile Mültekâ'nın tariflerine dönmüş
oluyor. Onlar satışı "Malı mal ile değişmektir." diye tarif etmişlerdir. Onun
içindir ki, şârih yazdığı şerhinde Mültekâ'nın sözünü "Yani rağbet gösterilen
bir şeyi, rağbet gösterilen şeyle temlîk etmektir." diye tefsir etmiştir.
Böylece her iki tarif müsavileşmiş olur.
Evet, Kenz sahibi
"birbirlerinin rızalarıyla" kaydını ilave etmiştir. Ama kendisine "bu kayıd
satışa zorlanan kimseyi hariç bırakır, halbuki onun satışı da münakiddir" diye
itiraz olunmuştur. Nikâye şerhinde buna cevap verilmiş ve: "Bu kaydı kullanan
geçerli satışı tarif etmek istemiştir. Kullanmayan ise umumi tarif
kasdetmiştir." denilmiştir. Bahır sahibi buna itiraz ile: "Zorla yaptırılan
satış fuzulînin satışı gibi sadece mevkuf değil, hem mevkuf hem fâsiddir. Nikâye
şârihinin sözünden sadece mevkuf olduğu anlaşılır."
demiştir.
Ben derim ki: Lâkın
yukarıda arzettik ki, mevkuf satış sahihin kısımlarındandır. Bunun muktezası
zorla yaptırılan satışın da böyle olmasıdır. Fakat ulemanın ikrah bahsinde
açıkladıklarına göre fâsid olduğu için bu satışla milk teslim almakla sâbit
olur. Bu söz onun fâsid olduğunu beyan hususunda açıktır. Velevki dört surette
sair fâsid akidlere muhâlif olsun. Bunları musannıf ikrah bahsinde
söyleyecektir. Menar ve şerhinde beyan olunduğuna göre bu satış fâsid olarak
münakiddir. Çünkü geçerliliğin şartı olan riza yoktur. Ama sonradan razı olmakla
sahihe dönüşür ve fâsidlik ortadan kalkar. Bununla anlaşılır ki, razı olmasına
mevkuf satış sahihdir. Binaenaleyh mevkuf olarak fâsid olması sahihdir ve
anlaşılır ki, mevkufun bir kısmı fâsiddir. Satmaya zorlanan kimsenin satışı bu
kabîldendir. Bir kısmı da sahihdir. Mahcur olan köle ile çocuğun satışları
böyledir. Bunun misâlleri çoktur. Bunlar fuzulînin satışı bâbında
gelecektir.
Hâsılı: Mutlak
surette mevkuf satış hakiki satıştır. Fâsid dahi satıştır. Velevki hükmü mevkuf
olsun. Bundan murad mala teslim almakIa mâlik olmaktır. Binaenaleyh tarifte iki
tarafın razı olmalarını zikretmek münasib değildir. Onun için Fetih sahibi: "İki
tarafın razı olması şer'î satışın mefhumdan cüz değildir. Bilâkis şer'an
hükmünün sübut bulmasının şartıdır" demiştir. Çünkü şer'an mefhumunun cüzü olsa
zorla yaptırılan satışın bâtıl olması gerekir. Halbuki bâtıl değildir. Bildiğin
gibi o sadece fâsiddir. Gördün ki tarif sair nevileriyle fâside şâmildir.
Nitekim Nehir sahibi bunu söylemiştir. Çünkü hükmü teslim almaya bağlı olsa da o
hakiki satıştır. Binaenaleyh iki tarafın rızasıyla diye yapılan takyîd fâsidin
bir kısmını tariften çıkarmak içindir ki, makbul değildir. Bundan murad riza
olmaksızın zorla yapılan satıştır. Çünkü murad satışın tarifi olduğuna göre
tarif efradını cami değildir. Çünkü ondan bu satış hariç kalır. Sahih satışın
tarifi murad edilirse, tarif ağyarını mâni değildir. Çünkü fâsid satışların
ekserisi buna dahil olur. Sonra bilmiş ol ki, Keşif ve Telvi'h'den naklen
yukarıda arzettiğimiz vecîhle şarap maldır. Velevki kıymeti haiz olmasın.
Hafbuki müslüman hakkında onun satışı bâtıldır. Bir malı şarapla satmak 'bunun
hilâfınadır. Çünkü bâtıl değil fâsiddir. Fark yukarıda
geçmişti.
Bahır'da Muhît'den
naklen : "Şarap mal değildir." denilmişse de zâhire göre bu sözden kıymeti haiz
mal değildir mânâsı kasdedilmiştir. Ulemanın sözleri bu şekilde birleştirilir o
zaman Kenz'e yapıldığı gibi itiraz vârid olur. İcare ve nikâhla yalnız
musannıfın tarifine itiraz olunur.
Tahtâvî diyor ki:
"Çünkü bunların her ikisinde rağbet gösterilen malı, rağbet gösterilen mal ile
değişme vardır." Bunlar "hususi şekilde" ifadesiyle tariften hariç kalmazlar.
Çünkü bundan murad icab ile kabul ve birbirlerine vermeleridir. Meğerki şöyle
cevap verilsin: Rağbet gösterilen ifadesinden murad maldır. Nitekim bunu evvela
söylemiştik. Yukarıda geçtiği vechiyle menfaat mal değildir. Yahut şöyle
denilir: Değişmek temlîktir. Nitekim Dirâye'den naklen Nehir'de beyan
edilmiştir. Yani ondan murad mutlak temlîktir. İcare ve nikâhdaki menfaat ise
mukayyet milkle mal olurlar.
"Hususi şekilde
fayda ifade eden ilh..." diye kayıdlamanın bir faydası yoktur. Çünkü bu kayd
nihayet vezin ve sıfat itibariyle bir olan iki dirhemi birbiriyle satmayı
tariften çıkarır. Bu satış fâsiddir. Biliyorsun ki tarif bütün fâsid nevilerine
şâmildir. Binaenaleyh fâsidin bir nevini tariften çıkarmanın bir faydası yoktur.
Nitekim bunu satışa zorlanan kimse bahsinde söylemiştik. Evet, dirhemi dirhem
ile satmak bâtıl olsa bu kaydın birfaydası olur. Lâkin bâtıl olması ihtimalden
uzaktır. Çünkü mal ile malı değişme vardır.
"İcab veya elle
alıp vermek ilh..." İfadesiyle hususi şeklin beyanı yapılmıştır. icabtan muradı
sözle yapılan satıştır. Buna delil, mukabilini zikretmesidir. Binaenaleyh kabule
de şâmildir. Aksi takdirde Tahtâvî'nin söylediğine göre iki taraftan yapılan
teberru tariften hariç kalmaz.
"İki taraftan
teberru suretiyle ilh..." Bu hususta musannıf Minah'da şunları söylemiştir: "Bu
söz iki kişinin teberru veya karşılık şartıyla hibe yoluyla mallarını
değişmelerine şâmildir. Çünkü bu iptidaen satış değildir. Velevki bakaen satış
hükmünde olsun. Musannıf bunu tariften çıkarmak isteyerek hususi şekilde
ifadesinî kullanmıştır."
Ben derim ki: Bu
Nehir'in ifadesine muhâlif olarak ikisinin de mubadelede dahil olduğu hususunda
açıktır. Vechi şudur: Bu adam birine bir teberruda bulunsa, sonra şart koşmadan
o kimse buna bir bedel verse, bu hem değişmek hem iki taraftan teberru olur.
Lakin değişme ikinci şahıs tarafındandır. Bu karı koca arasında çok olur. Kocası
karısına bir mal gönderir, kadın da ona bir şey gönderir. Hakikatte bu hibedir.
Hatta kocası emanet gönderdiğini iddia etse gönderdiği şeyi geri alabilir. Kadın
da dönebilir. Çünkü kadın hibeye karşılık vermek istemektedir. Ortada hibe
bulunmayınca ona karşılık verilen şey de bulunmaz ve kadın dönebilir. Nitekim
hibe bahsinde gelecektir. Kezâ karşılığında muayyen bir şey vermesi şartıyla
birine bağışta bulunması da böyledir. Şart koşulan değişme mevcud olmakla
beraber iptidaen hibedir.
METİN
Binaenaleyh vezin,
ve sıfat itibariyle birbirine müsavi iki dirhemi birbiriyle satmak sahih
değildir. İki ortaktan birinin hanedeki hissesini diğerinin hissesiyle bir
sarrafa mukayese yapması ve meskeni meskenle icara vermesi de sahih olmaz.
Eşbâh. Satış söz veya fiille olur. Sözlü satış icab ile kabulden ibarettir.
Bunlar satışın rüknüdür. Satışın şartı akdi yapan iki tarafın ehil
olmalarıdır.
İZAH
"Vezin itibariyle
ilh..." Birbirine müsavi olurlarsa hüküm şârihin dediği gibidir. Fakat müsavi
olmazlarsa satış fâsiddir. Bu Ribel fadl bulunduğu içindir. Fayda bulunmadığı
için değildir.
"Sıfat itibariyle
ilh..." Sözü vezinleri bir olduğu halde sıfatları başka başka olan dirhemleri
tariften çıkarır. Meselâ, birinin büyük diğerinin küçük olması yahut birinin
siyah diğerinin beyaz olması sıfat değişikliğidir.
Ben derim ki: Bu
mesele Zahîre'nin altıncı faslında şöyle zikredilmiştir: "Bir kimse büyük bir
dirhemi küçük dirhemle yahut iyi bir dirhemi kötü dirhemle satarsa câiz olur.
Çünkü iki tarafın bunda sahih bir maksadları vardır. Ama dirhemler mikdar ve
sıfatta müsavi olurlarsa ulema ihtilaf etmişlerdir. Bazısı caiz olmadığını
söylemişlerdir. İmam Muhammed kitabta buna işaret etmiştir. Hâkim imam Ebû Ahmed
bununla fetva verirmiş."
"İki ortaktan
birinin ilh..." Yani müsavi olarak ortak bulunurlarsa demek istiyor. İki ortak
tâbirinden akla gelen hanenin aralarında taksim edilmemiş olmasıdır. Her birinin
hissesi diğerininkinden ayrılmış ise zâhire göre mukayeza caizdir. Çünkü iki
ortaktan her biri diğerinin elindekine rağbet göstermiş olabilir. Binaenaleyh bu
faydalı bir satıştır. Taksim edilmemiş olması bunun
hilâfınadır.
"Meskeni meskenle
icara vermesi sahih olmaz ilh..." Çünkü menfaat mevcud bir şey değildir.
Binaenaleyh bu cinsi cins ile nesîe ola satmak olur ki câiz değildir. Bunu
Tahtâvî Eşbâh Hâşi'yesinden nakletmiştir.
"Bunlar satışın
rüknüdür ilh..." Cümlesindeki zamir zâhire göre icab ile kabule râcidir. Ama
sözle fiile ircaı da mümkündür. Nitekim Bahır'ın sözü bunu ifade etmektedir.
Bedâyı'da şöyle denilmiştir: "Satışın rüknü zikredilen değişmedir. Fetih'deki
ifadenin mânâsı da budur, ürada: "Satışın rüknü icab ile kabuldür ki, bunlar
değişmeye yahut onun yerini tutan birbirlerine vermedir. O halde satışın rüknü
iki milki söz veya fiille değişmeye rızayı gösteren fiildir." denilmektedir.
Fiilden muradı evvela dilin işine şâmil olan şeydir. İkinci olarak başkasını
murad etmiştir.
"Fiille değişmeye
rızayı gösteren fiildir ilh..." Sözünden muradı zatına bakaraktır. Velevki
zorlamak gibi rızaya aykırı bir şey bulunsun. Musannıfın sözünün zâhiri icab ile
kabulün satıştan başka bir şey olduğunu ifade etmektedir. Halbuki bir şeyin
rüknü o şeyin kendisidir.
"Söz veya fiille
olur ilh..." Cümlesindeki zamiri hususi vecih ile ifadesine ircâ edersek bu
itiraz vârid olmaz. Satıştan onun hükmü olan milk kasdedilirse hüküm yine
böyledir. Burada güzel bahisler vardır. Bunlar Nehir'de
zikredilmiştir.
"Akdi yapan iki
tarafın ehil olmalarıdır ilh..." Yani iki taraf aklı eren kimseler olacaklardır.
Bülûğ ve hür olmak şart koşulmamıştır. Bahır'da zikredildiğine göre satışın
şartları dört nevîdir. Bunlar münakid olmasının şartı, geçerliliği, sahihliği ve
tâzım olması şartlarıdır. Birinci şart dört nevidir. Bunlar akdi yapanda, bizzat
akidde, akdin yapıldığı yerde ve akdin yapıldığı şeyde aranır, Akdi yapandaki
şartlar ikidir. Bunlar akıl ile sayıdır. Binaenaleyh delinin, aklı ermeyen
çocuğun ve iki tarafın vekili olan kimsenin satışı münakid olmaz. Yalnız babada,
onun vasisinde, hâkimde, kölenin kendisini efendisinden onun emriyle satın
almasında ve iki tarafın elçisi olan kimsede câiz olur. Bu hususda bülûğa ermiş
olmak şart olmadığı gibi hürriyet de şart değildir. Şu halde çocuğun veya
kölenin kendisi için satışı mevkuf, başkası için yaptığı satış geçerli olarak
sahihdir. İslâmiyet, konuşur olmak ve ayık bulunmak dahi şart değildir. Akdin
şartı da ikidir. Birincisi icabın kabule uygun olmasıdır, Yaptığı icabtan başka
bir malı veya onun bir kısmını yahut icab yapmadığı malı veya onun bir kısmını
kabul ederse. satış münakid olmaz. Bu yalnız şûf'ada câizdir. Meselâ, bir köle
ile bir akar satar da şefî yalnız akarı isterse satış münakid olur. İkincisi
satışın mâzî sözüyle yapılmasıdır. Satışın yapıldığı yerin bir şartı vardır. O
dameclisin bir olmasıdır, Üzerine akıd yapılan malın şartları altıdır. Bunlar;
malın mevcud olması, kıymeti hâiz bulunması, bizzat birinin milki olması,
kendisi için sattığı şeyde milkin satana aid olması ve teslimine imkân
bulunmasıdır. Binaenaleyh mevcud olmayan bir şeyi satarsa, satış akdi mün'akid
olmadığı gibi hayvanın karnındaki yavruyu memesindeki sütü, ağaç yemiş vermeden
yemişini satmak gibi yok olması mümkün olan şeylerde, kezâ şu köleyi deyip de
satar. halbuki sattığı cariye çıkarsa satış münakid olmaz. Hür bir kimseyle
müdebber, ümmüveled, mükâteb, bir kısmı âzâd olmuş köleyi, ölü hayvan ve kanı ve
müslüman hakkında şarapla domuzu ve bir parça ekmeği satarsa. satış münakid
olmaz. Çünkü satışın câiz olması için şart kılınan en az kıymet bir kuruştur.
Çemeni satmak velevki kendi milkinde olsun, nehirdeki veya kuyudaki suyu satmak,
ayırmaksızın odun ve otu satmak, kendi milki olmayan bir şeyi satmak dahi câiz
değildir. Velevki sonradan ona mâlik olsun. Bundan yalnız selem ile gasp edilen
mal müstesnadır. Gasp eden kimse o malı satar da sonra kıymetini öderse câiz
olur. Fuzulînin satışı da müstesnadır. Çünkü mevkuf olarak münakiddir. Vekilin
satışı da böyledir ve geçerlidir. Kaçak köle, havadaki kuş ve denizdeki balık
gibi şeyler elinde olup sonradan tesliminden âciz kalırsa satış münakid olmaz.
Böylece münakid olmanın şartları onbir olur.
Ben derim ki:
Doğrusu onbir değil dokuzdur.
İkincisi yani
geçerliliğin şartları ikidir. Bunlar milk veya velayet bir de satışta başkasının
hakkı bulunmamaktır. Binaenaleyh bize göre fuzulînin satışı mün'akid değildir.
Satın alması ise geçerlidir.
Ben derim ki: Yani
milk sahibi için değil de kendisi için satarsa satış münakid olmaz. Lâkin bu
zayıf rivâyete göredir. Sahih rivâyete göre mevkuf olarak münakiddir. Nitekim
bâbında gelecektir. Velayet ya vekalet gibi mal sahibinin yahut babanın velayeti
gibi şeriat sahibinin tayiniyle olur. Babadan sonra onun vasisi, daha sonra
dede, sonra onun vasisi, sonra hâkim, sonra onun vasisi gelir. Rehnedilen bir
malı ve kira ile tutulanı satmak geçersizdir. Müşteri bunu bilmezse fesha hakkı
vardır. Rehn alanın ve kira ile tutanın fesha hakkı
yoktur.
Üçüncüsü yani sahih
olmasının şartları yirmibeşdir. Bunların bazısı umumî, bazısı hususidir, Umumî
olanlar: Her satışın yukarıda zikredilen şartları haiz olmasıdır. Çünkü mün'akid
olmayan bir satış sahih olmaz. Satış muvakkat olmamalı. Satılan mal ile
kıymetinin münakaşa götürmeyecek surette bilinmesi de şarttır. Binaenaleyh şu
sürüden bir koyun diyerek yapılan satış mün'akid olmadığı gibi bir şeyi
kıymetiyle veya filanın hükmüyle diye satmak da sahih değildir. Satış onu
bozacak şarttan hali olmalıdır. Nitekim fâsid satış bâbında gelecektir, Rıza ve
fayda bulunması da şarttır. Binaenaleyh satmaya zorlanan kimsenin alış-verişi
fâsid olduğu gibi faydası olmayan bir şeyin alış-verişi dahi fâsiddir. Nitekim
yukarıda geçmişti.
Hususi şartlar:
Veresiye yapılan satışda müddetin bilinmesi menkûl malın satışında onu teslim
almak, menkûl malın ve borcun teslim alınması gibi şeylerdir. Binaenaleyh selem
yapılan malda ve sermayede olduğu gibi alacağı olan borcu teslim almadan satmak
fâsid olduğu gibi bir şeyi satandan başkasına borç olmak üzere satmak da
fâsiddir. Sözle yapılan satışda bedel zikredilmiş olmalıdır. Zikredilmezse satış
fasiddir. Ama teslim almakla mâlik olur. Faize giren mallarda iki bedelin
birbirine denk olması faiz şübhesinden hali bulunması, selem şartlarının mevcud
olması, sarfda birbirlerinden ayrılmadan malı teslim almak, mürabeha, tevliye,
işrak ve vazîa'da ilk fiatın bilinmesi de hususi
şartlardandır.
Dördüncüsü, satış
münakid ve geçerli olduktan sonra lüzum şartlarıdır. Meşhur dört muhayyerlikten
ve muhayyerlik şartı bâbının başında gelecek diğer muhayyerliklerden hali
olmasıdır. Böylece şartların mecmuu yetmişaltı olur. Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır. Yani ilk söylediğine göre münakid olmanın şartları onbir, geçerli
olmanın şartları iki, sahih olmasının şartları yirmibeşdir. Bunlar toplanınca
otuzsekiz eder ve muhayyerliklerden hali olarak hepsi lüzum şartlarıdır. Lâkin
bununla şartların mecmuu yetmişyedi olur.
Evet doğrusu
münakid olmanın şartları dokuzdur dediğimize göre bu sayıdan sekiz noksandır.
Bunlardan iki sıhhat şartlarından iki, lüzum şartlarından da dört çıkarılınca
mecmuu altmışdokuz olur. Bir de üzerine akid yapılan malı akdi yapanlar
görmezler ise o mala veya yerine işaret şartı ziyade edilir. Nitekim görme
muhayyerliği babında gelecektir. Sözün tamamı oradadır.
METİN
Satışın mahalli
mal, hükmü milkin sâbit olması, hikmeti de bu alemin devamı ve onda yaşamanın
düzene girmesidir. Sıfatı mubah, mekrûh, haram ve vâcib olmasıdır. Alış-veriş
kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyasla sâbit olmuştur. icab akdi yapan iki
taraftan birinin evvela söylediği rızaya delâlet eden sözdür. Kabul ise diğeri
tarafından söylenen ikinci sözdür. Sattım veya satın aldım demesi müsavidir.
Rızaya delâlet eden diye kayıdlaması âyete uymuş olmak ve şer'î satışı beyan
etmek içindir.
İZAH
"Satışın mahalli
mal ilh..." ifadesi söz götürür. Çünkü yukarıda geçtiği gibi şarap maldır ama
müslüman hakkında onun satışı bâtıldır. Musannıfın bunun yerine kıymeti hâiz
demesi gerekirdi. Böyle demesi maldan daha hususidir. Nitekim beyanı yukarıda
geçti. Böylece ölü eti ve kan gibi hiç mal olmayan şeyler tariften hariç kaldığı
gibi şarap gibi kıymeti hâiz olmayan mallar da hariç kalır. Çünkü böyle bir mal
satışa mahal değildir.
"Hükmü milkin sûbit
olması ilh..." Yani iki taraftan biri için bedelin birinde hükmün sü'but
bulmasıdır. Satışın aslî hükmü budur. Tâbi hükmü ise malı ve kıymetini teslimin
vâcib olması cariyeyi satın alan kimseye istibrû vâcib olması, ondan
faydalanmaya malik olması, satılan şey akar ise şûfa sâbit olması, satılan kimse
mahremi ise müşteri namına âzâd olmasıdır. Bahır.
"Hikmeti bu alemin
devamı ve onda yaşamanın düzene girmesidir ilh..." Şârihin bu ibârenin yerinde
"yaşamanın düzenli olarak devam etmesidir," demesi gerekirdi. Çünkü Allah Teâlâ
bu alemi en mükemmel nizamda yaratmış, yaşama hususunu en güzel şekilde muhkem
yapmıştır. Bunun tam olması için alış-veriş mutlaka lâzımdır. Çünkü herkes
muhtaç olduğu her şeyi kendi yapamaz. Zira tarlayı sürmek, tohumunu ekmek, onun
hizmetini, bekçiliğini yapmak, mahsulünü biçip dövmek, temizleyip öğütmek ve
hamur karmakla meşgul olan bir kimse, kendi eliyle bu hususta muhtaç olduğu
koruma, biçme ve benzeri aletlerini yapamaz. Muhtaç olduğu elbise ve meskenle
meşgul olamaz. Bunları satın almaya mecburdur. Satış olmasaydı ya zorla alır
yahut dilenirdi; aksi takdirde sahibiyle kavga ederdi. Bu halde ise alemin
devamı mümkün olamaz.
"Mubah" dan murad
ondan sonra zikrettiği vasıflardan hali olmasıdır.
"Mekrûh" a misâl
cuma ezanı okunduktan sonra alışveriş yapmaktır.
"Haram" içki içen
kimseye şarap satmak gibi şeylerdir. "Vâcib" satış. satmaya mecbur olduğu şeyi
satmasıdır. "Sünnet" Peygamber (S.A.V.)'in alışverişte bulunması, bu hususta
ashabına da izin vermesidir.
"icab" Hakkında
Fetih'de şöyle denilmiştir: "Lügaten icab hangi şey olursa olsun bir şeyi
isbâttır. Burada murad rizaya delâlet eden hususi fiili evvela isbâttır. Onun
satan veya satın alan tarafından yapılması farketmez. Meselâ, müşteri şu malı
senden bin dirheme satın aldım derse icab olur. Kabul diğer tarafın fiilidir.
Aksi takdirde her ikisinin sözü icab yani isbât olur. İkincinin sözüne kabul
denilmesi, birincinin isbâtından ayırmak içindir. Bir de ikinci tarafın sözü
birincinin fiilini kabul demek olur.
"Diğeri tarafından
söylenen ikinci sözdür ilh..." Yani akdi yapan diğer tarafın sözüdür. Sözüdür
ifadesi fiile şâmil değildir. Fetih sahibi kabulü: ikinci tarafın fiilidir."
diye tarif etmiştir. Nitekim yukarıda geçti. Bu bâbta Fetih sahibi şöyle
demiştir: "Çünkü fiil kelimesi söze de şâmildir. Zira fer'î meselelerde
görüleceği vecihle bir kimse diğerine:"Bir dirheme şu yemekten ye!" der de o
kimse yerse satış tamam olur, yediği de helâldir. Satıcı: "Şu hayvana yüz
dirheme bin!" veya "Şu elbiseyi yüz dirheme giy!" der de o da bunları yaparsa,
satışa razı olmuş sayılır. Kezâ "Şu malı sana bin dirheme sattım." der de
karşısındaki bir şey söylemeden o malı alırsa teslim alması kabul sayılır.
Konuşmaksızın birinin malı diğerinin eline vermesi bunun hilâfınadır. Zira
burada icab yoktur. Fiyatı öğrendikten sonra sadece teslim alma vardır.
Binaenaleyh bu sonuncuyu bazılarının yaptığı gibi birbirinin eline yermek
kabîlinden saymak söz götürür. Hâniyye'de bildirildiğine göre malı teslim almak
kabul yerine geçer. Bu izaha göre kabulü sözdür diye tarif etmek, bu hususta söz
asıl olduğundandır.
"Ayete uymuş olmak
içindir ilh..." Bu husustaki âyetde: "Meğerki sizin rıza göstereceğiniz bir
ticaret olsun." buyurulmuştur.
"Ve şer'î satışı
beyan etmek içindir ilh..." Fetih sahibi sözle satışda dahi iki tarafın mutlaka
rıza göstermesi lâzım geldiğini zâhir bulmuştur. Çünkü lügatta Zeyd kölesini
sattı denilince onu rıza göstererek değişti mânâsından başka bir şey anlaşılmaz.
Bu sözün bir mislini Kuhistânî Kifâye'nin ikrah bahsinden ve Kirmânî'den
nakletmiştir.
METİN
Onun içindir ki
zorla sattırılan kimsenin satışı münakid olsa da geçerli değildir. Şaka ile
satış münakid olmaz. Çünkü satışın hükmüne rıza yoktur.
İZAH
"Onun içindir ki
zorla sattırılan kimsenin satışı geçerli değildir ilh..."
Yukarıda
arzetmiştir ki, zorla sattırılan kimsenin satışı fâsid olup satanın razı
olmasına bağlıdır ve tarif edilen satışın diğer fâsid satış nevîlerine de şâmil
olduğunu Kenz sahibinin: "Satış iki tarafın rızasıyla iki malı değişmektir."
sözünün makbul olmadığını söylemiştik. Çünkü bu satmaya zorlanan kimsemin
satışını tariften çıkarır. Halbuki onun satışı tarifte dahildir. Buna şârihin
dediği gibi cevap verilmiştir: "Bununla kayıdlaması âyete uymuş olmak içindir."
denilmişdir. Yani kayıd ihtiraz için değildir. Lâkin "şer'î satışı beyan için"
ifadesiyle lügaten satışın mukabilini kasdettiyse bildiğin gibi: "Lügaten
satışda iki tarafın rızası itibar olunmak gerekir." diye itiraz olunur. Şer'î
satışda bu muteber değildir. Çünkü mânâsının bir cüzü olsa satışa zorlanan
kimsenin satışı fâsid bâtıl olmak gerekir. Hatta şer'an hükmü yani milk sâbit
olduğu için iki tarafın rizası da şart olur. Nitekim bunu Fetih'den naklen
arzetmiş; "Şer'î sözünden murad fesattan hali bulunmasıdır." demişdik. Şu halde
iki tarafın rızası ile kayıdlamak sair fâsid satış nevîlerini tariften
çıkarmaz;bilâkis tarif onlara da şâmildir. Sonra kimseye gizli değildir ki,
bütün bunlar Kenz'in ibâresinde câiz görülmektedir. Çünkü o buradaki iki tarafın
rızasını tarifte kayıd olarak zikretmiştir.
Musannıfın iki
tarafın rızasına delâlet eden sözüne gelince: O câiz olduğunu ifade etmez. Çünkü
musannıf onu icabın sıfatı olmak üzere zikretmiştir. Binaenaleyh o vakii beyan
içindir. Zira burada asıl, rızaya delil olmasıdır. Lâkin bundan hakikaten
rızanın bulunması lâzım gelmez. Binaenaleyh onunla satışa zorlanan kimsenin
satışı tariften hariç kalmaz.
"Şaka ile satış
münakid olmaz ilh..." Şaka lügatta oyun demektir. İstılahda ise bir şeyden onun
delâlet etmediği ve sözün istiare olarak alınması sahih olmayan bir mânâ
kasdetmektir. Meselâ, şaka yapan kimse kendi ihtiyarı ve rızası ile akdin
sîgasını söyler. Lakin hükmün sübut bulmasını kasdetmez. Buna razı değildir.
ihtiyar etmek bir şeyi kasıd ve arzudur. Rıza ise onu tercihten ve beğenmekten
ibarettir. Zorlanan kişi o kişi ihtiyar eder ama razı değildir. Ondan dolayı
ulema: "Günahlar ve çirkin fiiller Allah'ın iradesiyle fakat rızası olmaksızın
meydana gelir. Şübhesiz Allah kullarıiçin küfre razı değildir." demişlerdir.
Telvih'de de böyledir. şakanın tahakkuku ve tesarruflarda itibara alınması için
açık olarak dille söylenmesi şarttır, Meselâ, ben şakadan satıyorum demelidir.
Halin delâleti kâfi değildir, Şu kadar var ki, akidde zikredilmesi şarttır.
Anlaşmanın akidden önce yapılması kûfidir. İki taraf satışın aslında uyuşurlarsa
yani başkaları huzurunda satış sözünü söylemek için anlaşırlar, hakikatta satışı
murad etmezlerse ondan dönmedikleri takdirde satış münakiddir. Çünkü ehlinden
sadır olup mahallinde vâkidir. Lâkin hükmüne razı olmadıkları için satış
fâsiddir ve ebediyyen muhayyer olmak şartıyla yapılan satış gibi olur. Fakat
hükme rıza bulunmadığı için teslim almakla mala mâlik olunmaz. Hatta müşteri
köleyi âzâd etse geçersiz olur. Ulema böyle söylemişlerdir. Fakat satışın bâtıl
olması gerekir. Zira hükmü mevcuddur. Onun hükmü teslim almakla mâlik
olamamaktır. Fâsidin hükmü ise o işi kendi rızasıyla hükmüne razı olarak yaparsa
teslim almak ile ona mâlik olmaktır. Rıza yoksa mâlik olamaz. Bu satırlar Menar
ile Bahır sahibi tarafından yapılan şerhinden alınmıştır. Şu halde şârihin :
"Şaka ile münakid olmaz." sözü doğru değildir. Zira yukarda geçen "Ehlinden
sadır olup mahallinde vâkidir. Lakin hükme rıza bulunmadığı için satış
fâsıddir." sözüne aykırıdır. Meğerki bu söz sahih surette münakid olmadığına
yorumlansın. T.
Ben derim ki:
Hâniyye ve Kınye'de açıklandığına göre bu satış bâtıldır. Menar şerhinde
bahsedilenler bununla kuvvet bulur. Ulema çok defa bâtıla fâsid deyiverirlerdi.
Nitekim bâbında göreceksin. Lâkin bâtıl olmasına "iki taraf rıza gösterirlerse
câiz olur. Bâtıla ise rıza ve cevaz lahik olmaz. Bâtıl aslında münakid
olmayandır. Fâsid ise aslî itibariyle münakid; vasfı itibariyle münakid
değildir. Bu aslı itibariyle münakiddir. Çünkü malı mal ile değişmektir. Vasfı
itibariyle münakid değildir." diye itiraz olunur. Onun için ulemadan bazıları:
"Hûniyye'nin ifadesinden murad bâtıl sözüyle fesad kasdedilmiş olmasıdır."
şeklinde cevap vermişlerdir. Nitekim Hamevî haşiyesinde beyan edilmiştir.
Meselenin tamamı oradadır.
Ben derim ki: Evlâ
olan budur. Çünkü usulü fıkıh kitablarındaki fâsid olur sözüne uygundur. Teslim
almakla milk ifade etmemesine gelince: Bu iki tarafın muhayyer olması şartıyla
yapılan satışa benzediği içindir. Her fâsid teslim almakla milk olmaz. Onun için
Eşbâh sahibi:"Müşteri fasid olarak satılan malı teslim alırsa ona mâlik olur.
Ancak bir kaç meselede mâlik olmaz. Birincisi şakadan satış ile mâlik olamaz.
Nitekim usulde beyan edilmiştir. ikincisi baba küçük çocuğu için kendi malından
satın alır yahut bu maksadla fâsid olarak satarsa. onu kullanmadıkça teslim
almakla malik olunmaz. Muhît'te böyle denilmiştir. Üçüncüsü mal teslim alınmış
olarak emâneten müşterinin elinde bulunursa. sırf bununla ona mâlik olamaz."
denilir. Şârih şakacının satışı meselesini kefalet bahsinden önce zikretmiş,
musannıf ise metinde onu ikrah bahsine bırakmıştır.
METİN
Her iki tarife
Tatarhâniyye'deki şu itiraz vârid olur: "ikisi beraber çıkarırsa satış sahihdir.
"Lâkin Kuhistânî'de: "ikisi beraber bulunurlarsa satış münakid olmaz. Nitekim
selâm meselesinde ulema böyle demişlerdir." denilmektedir. Birinci tarife de
Eşbah'ın: "icabın tekrarı birinciyi iptal eder. Ancak sulh bahsinde geleceği
vecihle köle âzâdında ve mal mukabilinde boşamada iptal etmez." sözüyle itiraz
olunur. El-Manzumetü'l-Muhibbiyye adlı eserde şöyle. denilmektedir: "Her akidden
sonra yapılan akid yenidir ve ikincisi iptatal olunur. Çünkü faydasızdır.
Binaenaleyh sulhdan sonra yapılan sulh bâtıl olur. Nikâh da
öyledir.
İZAH
"Her iki tarife
ilh..."Yani icab ile kabulün tariflerine demek istiyor. Çünkü icabı birinci;
kabulu ikînci diye kayıdlamıştır. T. Kuhistanî'nin sözü Hidâye sahibinin Tecnis
adlı eserinde de mevcuddur.
"Nitekim selâm
meselesinde ulema böyle demişlerdir ilh..." Yani bir müslümana selâm ile
birlikte icabı söylerse tekrar mutlaka lâzımdır.
"Birinci tarife de"
itiraz varid olur. Çünkü onu birinci diye kayıdlamıştır. Tekrarda muteber olan
ikincisidir. Ona şöyle cevap verilir: Birinci icab bâtıl olunca tahkîka göre
ikinci icab birinci olur. Şu da var ki kabule nisbetle her iki icab birinci
sayılır. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
"icabın tekararı"
Yani kabulden önce tekrarı demek istiyor.
"Birinciyi iptal
eder." Kabul ikinci icaba olur ve satış ikinci fiyat üzerinden
olur.
"Ancak köle
âzâdında ve mal mukabilinde boşamada iptal etmez."
Eşbâh'da boşama
zikredilmemiştir. Onu zikreden Bahır sahibidir. Hatta Bîrî Eşbâh sahibine
itirazda bulunmuştur. Bu itiraz yalnız köle âzâdını zikrettiği içindir. Halbuki
Valvalcî boşamayı da zikretmiştir. Bîrî'nin söylediğine göre bunların ikisi de
satış gibi olduğu imam Ebû Yusûf'dan rivayet edilmiştir. Ama imam Muhammed'den
gelen rivâyet daha sahihdir. Yine Bîrî'de Zahîre'den naklen şöyle denilmektedir:
"Bir adam başkasına sona şunu bin dirheme sattım, dedikten sonra sana onu yüz
dinara sattım der de müşteri kabul ettim cevabını verirse, bu muamele ikinci
icaba aid olur ve satış yüz dinar üzerindendir. Ama bir kimse kölesine: Sen bin
dirhem mukabilinde hürsün, sen yüz dinar mukabilinde hürsün der de köle kabul
ederse her iki fiyatı ödemesi lâzım gelir.
Fark şudur: îkinci
icab birinciden dönmek demektir. Müşterinin kabulünden önce satıcının dönmesi
muteberdir. Görmüyor musun müşteri kabul etmeden satıcı ben bundan döndüm dese,
dönmesi muteber olur. Dönmesi muteber olunca da birinci icab bâtıl olup kabul
ikinci icaba aid olur. Köle sahibinin âzâd icabından dönmesi ise muteber
değildir. Görmüyor musun ben bundan döndüm dese, dönmesi muteber olmuyor. Çünkü
âzâd olmayı malla yapmak kabule taliktir. Taliklarda ise sözünden dönmenin bir
tesiri yoktur. Binaenaleyh birinci ve ikinci icablar hep birden bâkîdir.
Kabulher ikisine aid olur.
"Sulh bahsinde
geleceği vecihle iIh..." Şârih orada şöyle demiştir:"Esas şudur ki, tekrarlanan
her akidde ikinci akid bâtıldır. Yalnız kefalet, satın alma ve icarede bâtıl
değildir." Yine oradan beyan ettiğine göre buradakiyle Manzumedeki beyan akdin
tekrarına aiddir. Sözümüz ise icabın tekrarındadır. Nitekim gizli değildir. Yani
akid icab ve kabulün ikisiyle meydana gelir. Onun tekrarı icabın tekrarı demek
değildir. Bizim sözümüz ise icab hakkındadır, demek
istiyor.
"Her akidden sonra
yapılan akid yenidir ilh..." Bu hususda Tatarhâniyye'de şöyle denilmektedir:
"Bir kimse: Sana şu kölemi bin dirheme sattım; onu sana yüz dinara sattım der,
müşteri de kabul ederse sözü kinci icaba aid olur ve satış yüz dinaradır. Ama :
Sana şu köleyi bin dirheme sattım der de müşteri kabul ederse, sonra gerek o
meclisde gerekse başka mecliste sana onu yüz dinara sattım diyerek müşteri satın
aldım cevabını verirse birincisi feshedilmiş olur, ikincisi münakiddir Kezâ
köleyi birinci kıymetin cinsiyle daha aza veya daha çoka satarsa hüküm yine
budur. Meselâ, evvela on dinara sonra dokuza; yahut onbir dinara. der de on
dinara satarsa ikinci satış mün'akid olmaz. Birinci satış hali üzere kalır." Bu
ifade hem icabın tekrarına hem de akdin tekrarına
misâldir.
"İkincisi ibtal
olunur." Yani ikincisi de ilk fiyat kadarsa demek istiyor. Çünkü bildiğin gibi
bu mânâsızdır. Hiç bir faydası yoktur.
"Sulhdan sonra
yapılan sulh bâtıl olur." Bu yapılan sulh ıskat yoluyle olduğuna göredir.
Karşılığını ödemek şartıyle sulh yaparlar da sonradan başka bir bedel üzerinde
mutabık kalırlarsa ikincisi câiz; birincisi feshedilmiş olur ve satış gibidir.
Bunu Hulâsa'dan Bîrî nakletmiştir. Hulâsa sahibi de Müntekâ'dan
almıştır.
Ben derim ki:
Zâhire göre ıskat yoluyla yapılan sulh ibra mânâsınadır. ikinci anlaşmanın bâtıl
olduğu zâhirdir. Lâkin burada onun murad edilmesi ihtimalden uzaktır. Münasib
olan şudur: Sulhu akla gelen mânâya yorumlamalıdır. O zaman murad birinci fiyat
kadar olur. Buna karine "satış gibidir" sözüdür. Şu halde zahire göre yukarki
tafsilâtla hükmü satış gibidir.
"Nikâh da öyledir."
Yani ikincisi bâtıldı ikinci akidde konulan mehir lâzım gelmez. Ancak akdi
mehirde zîyade yapmak için yenilerse o zaman ikinci âkdin mehri lâzım gelir.
Nitekim Kınye'de beyan edilmîşdir. Bahır.
Ben derim ki: Lâkin
mehir babının başıda Bezzâziye'den naklen arzetmişdik ki, akid yenilendiği zaman
mehrin lâzım gelmemesi ihtiyat içidir. Şunu da Kâfî'den naklen arzetmiştik ki.
kadınla gizlice bîn dirhem mehir vermek üzere evlenîr de sonra iki bine olduğunu
ilân ederse, Asılda beyan edilenin zâhirine göre imam-ı Azam'ın kavlince iki
bini vermesi lâzım gelir ve bu mehri ziyade sayılır. İmam Ebû Yusuf'a göre mehir
birincisidir. Çünkü ikinci akîd hükümsüzdür. Binaenaleyh onun ifade ettikleri de
hükümsüzdür. İmam-ı Azam'a göre ikinci akid hükümsüz de kalsa onda bildirilen
ziyade hükümsüz değildir.
Fetih'de bu hususda
şöyle denilmiştir: "Bu ikinci akdin şaka olduğuna şâhid getirmediğine göredir.
Aksi takdirde birincinin muteber sayılacağından hilâf yoktur. "Bundan sonra
Fetih sahibi ulemadan bazılarının sadece ikinci akidde konuşulana itibar ettiği,
bazılarının ise her iki mehrin itibara alınması gerektiğini söylediklerini
bildirmiş, Kâdîhân'ın ikinci akidle mehirde ziyade kasdedilmedikçe bir şey lâzım
gelmeyeceğine fetva verdiğini kaydetmiş; sonra iki kavlin arasını şöyle
bulmuştur:Cumhurun lâzımdır demeleri diyâneten değil ancak ziyadeyi kasdederse
mânâsına yorumlanır. Kazaen tâzım gelir. Çünkü bu adam sözünün zâhiriyle muahaze
olunur. Meğerki şaka yaptığına şâhid getirsin.
Hâsılı itimad
îmam-ı Azam'ın kavlinedir ki, nassan rivâyet edilen ziyade lâzımdır, sözünün
zâhiri budur. O zaman ikincinin hükümsüz kalmasının mânâsı onunla birinci akid
feshedilmiş olmaz demektir.
METİN
Bir kaç mesele
müstesnadır ki, bunlardan biri satın aldıktan sonra tekrar satın almaktır. Ulema
onu sahih bulmuşlardır. Ulemanın açıkladıklarına göre kefalet de böyledir. Zira
maksad itimadın ziyadeliği olursa tahakkuk edende murad
acıktır.
İZAH
"Satın olduktan
sonra tekrar satın olmaktır ilh..." Eşbah sahibi diyor ki: "Câmiu'l-Füsuleyn'de
mutlak bırakılmış; Kınye'de ise ikincisi kıymetçe birinciden daha fazla veya
daha az yahut başka bir cinsten olursa diye kayıdlanmış; aksi takdirde sahih
olmaz denilmiştir.
Ben derim ki:
Kınye'nin ifadesine göre satın almakla satmak arasında fark yoktur. Onun için
Bahır sahibi akdi mutlak bırakmış, şöyle demiştir: "icabla kabul müteaddid
olursa, ikincisi mün'akid ve şayet evvelkinden daha çok veya daha az ise evvelki
feshedilir. Misli olursa feshedilmez. îkinci akid fâsîd olursa birincinin
feshini tezammun eder mi etmez mi meselesinde ulema îhtilâf etmişlerdir. Nehir
sahibi teemmül muktezası birincinin feshedilmemesi olduğunu söylemiştir. "Lakin
Câmiu'l-FûsuIeyn ve Bezzâziye sahibleri kesin olarak fesholunmadığını
söylemîşlerdir. Zahîre sahibi dahi bunlar gibi söylemlş: "İkincisi fâsid dahi
olsa birincinin feshini tezammun eder. Nitekim on dirhem ağırlığında bir gümüş
bileziği on dirheme satın alır da teslim aldıktan sonra onu dokuz dirheme
satarsa hüküm budur." demiştir. Bezzâzî bunu ta'Iil ederken: "Birçok hükümlerde
fâsid sahihe mülhaktır." demiştir. Bu satırlar kısaltılarak Remlî'den
alınmıştır.
"Kefalet de
böyledir ilh..." Haniyye'de şöyle denilmiştir: "Nefse kefil olan bir kimse
alacaklısına kendisi için bir kefil verir de sonra asil ölürse, her îkikefil
borçtan berî olurlar. Kezâ birinci kefil ölürse ikinci kefil berî olur."
Ulemadan biri bunu böylece zikrederek şöyle demîşdir:"Müteaddid olması câîzdir
demekle şuna işaret etmiştir ki, kendisine kefil olunan kimse asilden birinci
kefilden sonra başka bir kefil olursa birincîsi berî olmaz. Ebussûud'un Eşbâh
üzerine yazdığı Hânîyye haşiyesinde böyle denilmiştir.
TENBİH: Eşbah'da şu
ziyade vardır: Birinci kiracıya verdikten sonra ikinci bir kiracıya vermek
birinciyi fesh demek olur. Nitekim Bezzâziye'de böyle denilmiştir. Bahır sahîbi
diyor ki: Her ikisinde müddet bir, ücretler bir olursa satış gibi burada da
ikincinin sahih olmaması gerekir."
"Tahakkuk edende
murad açıktır ilh..." Cümlesi ikinci kefaletin bâtıl olmadığını ta'lil içindir.
Şöyle ki: Tekrar edildiği zaman hakikatta bundan murad başka 'bir kefil almakla
sadece güvenceyi arttırmaktır. Hatta hangisinden isterse alacağını
alabilir.
METİN
İcabla kabul temlîk
ve temellük mânâsını ifade eden iki sözden ibarettir ki, bunlar ya sattım aldım
gibi mazî yahut hal olurlar. İstikbale delâlet eden edatlar bulunmayan satarım
alırım gibi müzari'ler böyledir. Yahut biri mâzî diğeri hal olur. Lâkin
birincisi niyete muhtaç değildir. ikincisi bunun hilafınadır. Bununla halen
icabı niyet ederse esah kavle göre câizdir. Aksi takdirde câiz olmaz. Meğerki o
yer halkı Harzemliler gibi onu hal için kullansınlar. O zaman mâzî gibi olur.
Şimdi satıyorum. sözü de böyledir. Çünkü sırf hal için kullanılır. Sırf istikbal
için kullanılan hal emir gibidir. Asla sahih olmaz, ancak emir hale delâlet
ederse câiz olur. Bunu şu kadara al, dedikten sonra müşteri aldım yahut razı
oldum diye mukabele ederse, iktiza yoluyla sahihtir.
Bellenmelidir.
İZAH
"İki sözden
ibarettir ki ilh..." Burada Zeylaî şöyle demiştir: "Tahkîk ifade eden her sözle
satış mün'akid olur. Sattım, satın aldım, razı oldum, sana verdim veya bunu şu
kadara al gibi sözler bu kabîldendir. "Yahut bu yiyeceği sende olacağım olan bir
dirhemle ye! der de o da yerse, bu gibi fiillerle icab ve kabul olur. Nitekim
bir iki yaprak önce Fetih'den naklen arzetmiştik. Kalp fiillerinden birine
ta'lik edilerek yapılan satış da mün'akiddir. Meselâ, dilersen der de o da
diledim cevabını verirse satış mün'akid olur. Beğenirsen veya işine gelirse der
de alıcı beğendim veya işime geldi cevabını verirse, hüküm yine böyledir. Fakat
bana kıymetini ödersen bunu sana sattım derse, o meclisde ödemek şartı ile sahih
olur, İcab hibe sözü ile sahih olduğu gibi seni bu mala ortak ettim, seni buna
dahil kıldım, demekle de olur. Redd lâfzıyle dahi mün'akid olur. Bunu Bahır
sahibi Tatarhâniyye'den nakletmiştir.
Ben derim ki:
İbâresi şudur: "Sana şu cariyeyi elli altına reddediyorum, der de diğeri kabul
ederse satış sâbit olur." Bahır'da şöyle denilmiştir: "İcab, kılmak sözüyle de
sahih olur. Meselâ, bunu bin dirheme senin kıldım der. "Tamamı
Bahır'dadır.
Ben derim ki: Bizim
örfümüzde ağacın üzerindeki meyveyi satmaya garanti derler. Sana şu meyveyi şu
kadara garanti ettim der de diğeri kabul ederse sahih olmak gerekir. Kezâ bir
hayvanda ortak iki kişiden biri hissesini ortağına satarken kâsır kıldım sözünü
kullanmak örf olmuştur. Bunu sana şu kadara kâsır kıldım der. Maksadı bu
hayvandaki hıssemi sana şu kadara sattım, demektir. Diğeri kabul ederse satış
sahih olur. Çünkü bu örfen temlîk ifade eden sözlerdendir.
TENBİH: îki sözden
ibarettir demesi gösteriyor ki, boş işaretiyle satış mün'akıd olmaz.
El-Hâviz-Zâhidî'nin mevkuf satış faslındaki şu ifade de bunu gösterir: "Bir
fuzulî başkasının malını satar da sahibi duyduğunda düşünerek sûkut ederse ve
üçüncü bir şahıs cevaz vermeye bana iznin var mı dedikte, evet cevabını verirse
o şahıs cevaz verdiği takdirde satış geçerli olur. Evet diye başını sallarsa
geçerli olmaz. Çünkü dili söyleyen bir kimse hakkında başını sallamak muteber
değildir. "Lâkin şöyle denilebilir; Birine bu malı bana şu kadara sat der de o
kimse evet sattım diye başıyla işaret eder ve öteki satın aldım derse, iki taraf
razı olarak teslim vuku bulunca birbirlerine vermek suretiyle satış olur. Hiç
bir taraftan teslim bulunmazsa bunun hilâfınadır. Nitekim birbirlerine vermek
suretiyle satış bâbında gelecektir ki. teslim bulunması mutlaka lâzımdır.
Velevki yalnız biri tarafından olsun. Bana zâhir olan budur. Eşbâh'da işaret
hükümlerinden olmak üzere: "Dili tutulmuş değilse işaret yalnız dört şeyde
muteberdir. Bunlar küfür, İslâm, neseb ve fetva vermedir ilh..."
denilmektedir.
"Lâkin birincisi
niyete muhtaç değildir ilh..." İfadesinden murad her iki tarafın sözleri mâzî
olduğuna göredir. Bunu Minâh'dan naklen Tahtâvî söylemiştir. iki tarafın sözleri
muhtelif olursa mâzî olan yine niyete muhtaç değildir.
"ikincisi bunun
hilâfınadır ilh..." Çünkü o niyete muhtaçtır. Mezhebimizin esah kavline göre
velevki hakikatta hale delâlet etsin. Çünkü hakikaten veya mecazen gelecek
mânâsında kullanılması daha çoktur. Onu Bahır sahibi Bedâyı'dan
nakletmiştir.
"Aksi takdirde câiz
olmaz ilh..." Sözü geleceği niyet etmesine yahut hiçbir niyeti bulunmaması
haline sadıktır. T.
"Onu hâl için
kullansınlar ilh..." Yani vaadedmek veya gelecek için değil de hâl mânâsında
kullanırlarsa "o zaman mâzî gibi olur" ve niyete muhtaç değildir.
Bahır.
"Şimdi satıyorum
sözü de böyledir ilh..." Hatta evleviyetle satış hükmünü ifade eder. Çünkü hâl
mânâsını niyet etmek sahih olunca onu açıkça söylemek evleviyetle sahih olur.
T.
"Emir gibidir
ilh..." Yani müşteri bana bu elbiseyi şu kadara sat der;satıcı da sattım
cevabını verirse yahut satıcı bu malı benden şu kadara satın al, der de müşteri
satın aldım cevabını verirse satış câiz olmaz. Emirle hâl mânâsını niyet etsin
etmesin hüküm budur. Çünkü emir, sırt istikbale delâlet eder. istikbal bildiren
mûzari de böyledir.
"Bunu şu kadara al
ilh..." Meselesi hususunda Fetih'de şöyle denilmektedir: "Çünkü emir istikbâl
bildirse de maddesinin hususiyeti yani "al" emri satışın önce yapılmış olmasını
gerektirir. Binaenaleyh mâzî gibi olur. Şu kadar var ki, mâzî bir sözün önce
satış yapıldığını gerektirmesi lügatta bu mânâya tahsis edildiği içindir. Al
emrinin öncelik gerektirmesiyse iktiza yoluyladır. Bu söz "Sana şu kölemi bin
dirheme sattım" dediği vakit diğerinin "o halde o hürdür" cevabını vermesine
benzer. Köle âzâd olur, satın aldım sözü iktiza yoluyla sâbittir. öyleyse
demeyip o hürdür cevabını vermesi bunun hilâfınadır. Köle âzâd
olmaz.
METİN
Satışın yüz ve ferc
gibi âzâdı kendisine izafe etmek sahih olan bir uzvuna izafeti de sahihdir. Aksi
takdirde câiz olmaz. Sırtına ve karnına izafeti bu kabîldendir. Sattım veya
satın aldım mânâsına delâlet eden her kelimeyle satış câizdir. "Dediğini yaptım,
evet, 'kıymetini getir, o senindir, o senin kölendir. o sana feda olsun ve onu
al!" gibi sözler kabuldür. Lâkin Valvalciyye'de bildirildiğine göre söze satıcı
başlar da müşteri evet diye cevap verirse, satış münakid olmaz. Çünkü bu tahkîk
değildir. Bunun aksiyle satış sahih olur. Çünkü cevaptır. Kınye'de: "Bana şu
kadara sattın mı? sualinden sonra parayı sayarsa bu satış olur. Çünkü parayı
saymak tahkîke delâlet eder. Ben bu malı sattım ey filanca, ona haber ver der de
müşteriye başkası haber verirse câiz olur. Bellenilmelidir."
denilmiştir.
İZAH
"Yüz ve ferc gibi
âzâdı izafe etmek ilh..." Meselâ, şu kölenin yüzünü sana sattım veya şu
cariyenin fercini sana sattım. sözleriyle satış câiz olur. Çünkü bu uzuvlarla
bütün beden ifade edilir.
"Kabuldür" Zâhirine
bakılırsa bu sözlerden birini satıcının veya müşterinin söylemesi kabuldür. Bu
sözlerle icab olmaz. Halbuki bunlar yalnız satıcı tarafından söylenirse kabul
olur. Nitekim şârih : Lâkin Valvalciyye'de ilh... diyerek buna tenbîhde
bulunmuştur. Bu sözlerle icab dahi olur.
Bahır sahibi diyor
ki: "Müşteri bana şu köleni bin dirheme satar mısın? der de satıcı evet cevabını
verirse, müşteri aldım dediği takdirde bu geçerli bir satış olur. Bu cümlede
evet sözü icab olur. Kezâ müşteri senden bin dirheme satın aldım der de satıcı
evet cevabını verirse, bu kelime kabul dahi olur." Bu ifadenin bir benzeri de
Fetih'dedir.
"Lâkin
Valvalciyye'de ilh..." Bu ifadenin bir benzeri de Tatarhâniyye'dedir. Orada
şöyle denilmiştir: "Satıcı bunu sana bin dirheme sattım der de müşteri ben de
dediğini yaptım cevabını verirse bu satış olur. Evet diye cevap verirse, satış
olmaz. Semerkand fetâvâsında bildirildiğine göre; bir kimse başkasına senin şu
köleni bin dirheme satın aldım der de satıcı dediğini yaptım yahut evet veya
parasını getir, sözlerinden birini söylerse satış sahih olur. Esah kavil budur."
Bu ifade dahi açık gösterir ki, evet kelimesi müşteri tarafından söylenirse
kabul sayılmaz.
"Çünkü bu tahkîk
değildir ilh..." Müşterinin evet demesi satıcının sana sattım sözünü tasdikten
ibarettir. Sırf sana sattım sözüyle ise satış tehakkuk etmez. Müşteri satın
aldım dedikten sonra evet kelimesini satıcının söylemesi bunun hilâfınadır. Zira
ona cevaptır. Sanki evet benden satın aldın demiş gibidir. Satın almak ise
evvela satış yapılmasına bağlıdır. Bana zâhir olan budur.
"Kınye'de ilh..."
Cümlesi dahi metine yapılmış bir istidraktir; ve tenbîh ettiğimiz vecihle bu da
evet kelimesinin icab olduğunu bildirir. Bahır'da zikredildiğine göre Kınye'nin
ibâresi: "Bana şu kadara sattın mı? Yahut benden şu kadara satın aldın mı?
ilh..." şeklindedir. Zâhirine bakılırsa malın parasını saymak kabul yerini
tutar. Çünkü sualden sonra evet diye cevap vermek yalnız icab olur. Şu halde
saymak onu aldım yahut razı oldum, demesi mesabesindedir. Kabulün sözle olması
şart değildir. Nitekim bunu Fetih'den nakletmiştik.
"Ben bu malı sattım
ilh..." Cümlesinin münasib olan yeri aşağıda gelen "ancak yazı ile veya aracı
göndermekle olursa o başka" sözünden sonraydı. Câiz olmasının vechi Muhît'ten
nakledilen şu ifadedir:"Satıcı ona haber ver dediği akit haber verilmesine
kendisinin razı olduğunu göstermiştir. Müşteriye kim haber verirse satıcının
rızasıyla haber vermiştir. Binaenaleyh müşteri kabul ederse satış sahih
olur.
METİN
Satışta akdin
yarısı gâibin kabulüne bağlı değildir. Gâibde olan filancaya sattım der de haber
aldığında kabul ederse, bilittifak satış münakıt olmaz. Ancak yazı veya aracı
göndermek suretiyle olursa o başkadır. Bu takdirde yazının veya aracının
ulaştığı meclise itibar olunur, Nitekim en zâhir kavle göre nikâhda da akdin
yarısı gaibin kabulüne tevakkuf etmez. imam Ebû Yusuf buna
muhâlifdir.
İZAH
"Gâibin kabulüne
bağlı değildir ilh..." Yani bâtıl olur H.
"Akdin yarısından
murad icabdır.
"Satışda" İfadesi
hul ve köle âzâdından ihtiraz içindir. Nitekim gelecektir.
"Haber aldığında
kabul ederse" Yani satıcı haber ver diye kimseye emretmemişse hüküm budur.
Nitekim Hulâsa'da beyan edilmiştir. Fakat birine emreder de o haber verir ve
gâip kabul ederse satış sahihtir. Velevki haber veren kimse memur edilenden
başkası olsun. Nitekim az yukarıda geçti.
"Ancak yazı veya
aracı göndemıek suretiyle olursa o başkadır îlh..." Yazının sureti şudur:
"Bundan sonra, malum olsun ki ben kölem filanı sana şu kadara sattım." Yazı
ulaştığı vakit o kimse bulunduğu mecliste satın aldım derse, aralarında satış
tamam olur. Aracı göndermek de şöyle olur: Satıcı müşteriye bir aracı
göndererek: "Bunu gâip filancaya bin dirheme sattım, git de ona söyle" der.
Aracı da gidip haber verirse, müşteri bulunduğu meclisde kabul ettiği takdirde
satış tamam olur. Nihaye'de bildirildiğine göre bu iş icare, hibe ve kölenin
kitabetinde dahi böyledir. Bahır.
Ben derim ki:
Yazışma iki taraftan olur. Müşteri senin filan köleni şu kadara satın aldım diye
yazarda satıcı sattım diye mektup gönderirse bu satış olur. Nitekim
Tatarhâniyye'de beyan edilmiştir.
"Bu takdirde
yazının veya aracının ulaştığı meclise itibar olunur ilh..." Hidâye'de şöyle
denilmiştir: "Yazı konuşma gibidir. Aracı göndermek de öyledir ve yazının
ulaşdığı aracılığın eda edildiği meclise itibar olunur."
Gayetü'l-Beyân'da
bildirildiğine göre Şemsü'l-eimme Serahsî, Mebsût'unun nikah bahsinde şunları
söylemiştir: "Nikâh yazıyla münakid olduğu gibi satış ve diğer tesarruflar dahi
yazıyla münakid olur." Şey-hülislâm Hâherzâde dahi Mebsût'unda şöyle demiştir:
"Yazı ile söz müsavidir yalnız bir fasılda ayrılırlar ki, o da şudur: Damad
mevcud olup kadına nikâh meselesini söyler de konuştukları mecliste kadın cevap
vermez, başka bir meclisde kabul ederse bu nikâh sahih değildir. Yazıyla olursa
yazı kadına ulaşıp okur da kendini o adama bulunduğu meclisde nikâh etmezse.
sonra başka bir meclisde şâhidler huzurunda ve şâhidler hem kadının sözünü hem
de mektupla yazılanın sözünü işîtmek şartıyla nikâh ederse nikâh sahih olur.
Çünkü gâipde olan dâmad bu kadını ancak yazıyla istemiştir. Yazı ise ikinci
meclisde de bâkîdir. Binaenaleyh ikinci meclisde mektubun bâkî kalması ve
şâhidlerin onu işitmeleri gâipte olmayan dâmadın başka bir mecliste sözü
tekrarlaması mesabesindedir. Dâmad mevcudsa kadını ancak sözle isteyebilir. Bir
mecliste söylenen söz ise ikinci meclise kalmaz. İkinci meclise şâhidlerin
işittikleri akdin yarısıdır."
Hâsılı şu kadar
mehirle seninle evlendim sözü kabul bulunmadığı vakit mücerred kadını istemek
olur. Kadın başka mecliste kabul ederse sahih olmaz. Ama bu sözü ona yazması
bunun hilâfınadır. Çünkü kadın mektubu ikinci defa okuduğunda seninle şu kadara
evlendim sözü mevcuddur. Bunu şâhidler huzurunda kabul ederse akid sahih olur.
Nasılki ikinci defa ona dünür yollasa hüküm budur. Zâhirine bakılırsa satış da
böyledir. Ama bu Hidâye'nin ifadesine muhâliftir. Sonra kimseye gizli değildir
ki, mektubu okumak yazanın icab yapması mesabesindedir. Yazıyı bir meclisde
kabul ettiği vakit icab ve kabul bir meclisde yapılmış olur. Binaenaleyh "yazı
veya aracılıkla olması müstesnadır" demeye hâcet yoktur. Evet, yazıldığı meclise
göre bunu demek doğrudur. Çünkü sana sattım diye yazdığı vakit bu söz hükümsüz
kalmaz, sadece kabule bağlı olur. Velevki bu kabul mektubu okumaya bağlı
olsun.
METİN
Akid sahibi bundan
dönebilir. Çünkü bu bir bedel karşılığı akiddir. Hul ve mal karşılığı köle âzâdı
bunun hilâfınadır. Onlar da bilittifak kabule bağlıdır. Ondan dönemez. Çünkü
sonu itibarıyle yemindir. Fiile gelince: O kıymetli malda olsun kıymetsizde
olsun birbirlerine vermekten yani tenavülden ibarettir. Kamûs. Kerhi buna
muhâliftir. Esah kavle göre verirken razı olmadığını açıklamazsa verme bir
taraftan dahi olsa câizdir. Fetih. Bununla fetva verilir. Feyz. Parayı sayıp
karpuzları alır, fakat satıcı ben onları bu fiyata vermem derse satış münakid
olmaz. Nasılki fâsid akidden sonra birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış
da münakid değildir. Hulâsa ve Bezzâziye.
İZAH "Akid sahibi
bundan dönebilir ilh..." Maksad bu surette onun dönmesi icab eder demek
değildir. Zira icab bâtıl olunca ondan dönmenin mânâsı yoktur. Murad orada
bulunan tarafın kabulünden önce dönebilmesidir.
Minah'da şöyle
denilmiştir: "Sonra akdin yarısının kabule bağlı olmadığı her yerde akid
sahibinin ondan dönmesi câizdir. Şarta ta'liki sahih olmaz. Çünkü bu bedelli bir
akiddir. Hul ve mal şartıyla köle âzâdı gibi kabule bağlı olan yerlerde dönmek
sahih değildir. Şarta ta'lik câizdir. Çünkü koca ve köle sahibi tarafından
yemin; kadın ve köle tarafından bedelli akiddir. H."
"Çünkü sonu
itibariyle yemindir ilh..." Yani koca ile köle sahibi tarafından yemindir. Bunun
yemin olması şundandır: Allah Teâlâ'dan başkasına yemin şart ile cezayı
söylemekten ibarettir. Hul ve köle âzâdıysa talâk ve âzâdı kadınla kölenin
kabulüne ta'liktir ki, bunlar kadınla köle tarafından bedelli akiddirler. Koca
ve köle sahibi tarafından yemin olunca dönmesine imkân yoktur. Meselenin tamamı
Azmiyye'dedir.
"Kıymetli malda
olsun kıymetsizde olsun ilh..." Kıymetli mal köle gibi fiyatı yüksek olandır.
Kıymetsiz ise ekmek gibi fiyatı az olandır. Ulemadan bazıları kıymetli malı
hırsızlık nisabı ve daha fazlasiyle, kıymetsizi bundan aşağı olmakla
sınırlandırmışlardır. Mutemed kavil mutlak olandır. Bunu Bahır'dan naklen
Tahtâvî söylemiştir.
Ben derim ki:
Bahır'da "Mutemed kavil mutlak olandır." sözü yoktur. Evet, onu gerek kıymetli
gerekse kıymetsiz malı birbirlerine vermenin şumulü sırasında söylemiş, sahih ve
mu'temed olan budur, demiştir.
"Tenâvülden
ibarettir. Kâmûs." Bahır sahibi diyor ki: "Sıhâh ile Misbâh'da da böyle
denilmişdir. Halbuki tenâvül ancak bir tarafın vermesini diğer tarafın almasını
gerektirir. Anlaşıldığı gibi iki taraftan verme değildir. Tarsusî. Yani Tarsusî:
"Birbirlerine vermenin hakikatı her ikisinin rızasıyle söz söylemeksizin bir
kıymeti bırakıp diğer kıymeti almaktır." demişdir ki, bu söz vermenin her iki
taraftan gerektiğini ifade eder.
Ben derim ki: Söz
söylemeden demesi Fetih'den naklettiğimizi ifade eder. Orada: "Satan bu malı
sana bin dirheme sattım der de müşteri bir şeysöylemeden onu alırsa, bu kabul
sayılır. Ve bu birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış değildir. Ama
bazıları buna muhâlif olarak onu birbirlerine verme satışı saymışlardır. Zira
birbirlerine verme satışında icab yoktur, fiyatı öğrendikten sonra teslim alma
vardır.
"Kerhî buna
muhaliftir ilh..." Çünkü şöyle demiştir: "Birbirlerine vermek suretiyle
alışveriş ancak kıymetsiz malda câizdir. "Bunu Tahtâvî Kuhistânî'den
nakletmiştir. Hâvî'l-Kudsî'de: "Meşhur olan budur."
"Verme bir taraftan
dahi olsa câizdir ilh..." Bu şöyle olur: İki taraf fiatta anlaşırlar, sonra
müşteri satıcının rızasıyla parayı vermeksizin malı alıp gider yahut müşteri
parayı satıcıya verir; sonra satılan malı teslim almadan oradan gider. Sahih
kavle göre bu satış geçerlidir. Hatta anlaşmadan sonra iki taraftan biri
vazgeçerse hâkim onu mecbur eder. Ama bu fiyatı bilinmeyen mallardadır, Et ve
ekmek gibi mallarda fiyatı bildirmeye hâcet yoktur. Bunu Bahır sahibi
söylemiştir. Murad sadece satılan mal mevcud olup bilindiği vakit kıymetini
ödeme hususundadır. Müşteri kıymeti ödemiş fakat malı almamıştır.
T.
Kınye'de şöyle
denilmektedir: "Bir kimse buğday satan birine ondan buğday almak için beş altın
verir de bunu kaça satıyorsun diye sorar, o da yüz ölçeği bir altına cevabını
verirse, bundan sonra müşteri susup sonra buğdayı ister, satıcı sana yarın
veririm derse ve aralarında satış olmadan müşteri oradan giderek ertesi gün
buğdayı almaya geldikte fiyatın değiştiğini görürse, satıcının o buğdayı ilk
fiyatla vermesi gerekir." Kınye sahibi sözüne devamla şöyle demektedir: "Bu
hâdisede dört mesele vardır. Birincisi birbirlerine vermekle satışın munakid
olması, ikincisi kıymetli veya kıymetsiz her malda münakid olmasıdır ki sahih
olan budur. Üçüncüsü, bununla bir taraftan münakid olması; dörduncüsü de, malı
vermekle munakid olduğu gibi kıymetini vermekle de satış münakid
olmasıdır.
Ben derim ki:
Burada beşinci bir mesele vardır ki şudur: Malın fiyatı sonradan öğrenilse bile
bununla satış münakid olur. Çünkü öğrenmeden önce kıymetini ödemiştir,
Bahır.
"Satış münakid
olmaz ilh..." Yani pazarcıların âdetini bilse de olmaz. Bunların âdeti satıcı
bir fiyata razı olmadığı vakit parayı iade etmek yahut malı geri almaktır. Aksi
takdirde satışa razı olmuş sayılır. Müşterinin gönlünü olmak için de arkasında
ben bunu vermem diye bağırır. Böyle dese de satış sahihdir.
Kınye
"Nasılki fâsid
akidden sonra ilh..." Yani birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış fâsid
akidden sonra olursa mün'akid değildir. Hulâsa'nın ibâresi şöyledir: "Bir adam
kilimciden yastık ve dokunmamış seccadelik satın alır da ödemek için müddet
tâyin etmezlerse câiz olmaz. Yastık ve kilimleri dokuyarak müşteriye teslim
ederse, bu birbirlerine verme suretiyle satış sayılmaz. Çünkü bu mallar sabık
satış hükmünce teslim edilirler; bu satış ise bâtıldır."
Bezzâziye'nin
ibâresiyle şöyledir: "Birbirlerine vermek ancak sabık fâsid veya bâtıl bir
satışa ibtina etmemek şartıyle satış olur. Bâtıl veya fâsid satışa ibtina ederse
sahih olmaz."
METİN
Bahır'da
açıklanmıştır ki, fâsid bir akidden sonra yapılan icab ve kabul ile fâsidden
vazgeçilmeden satış münakid olmaz. Birbirlerine vermek suretiyle satış ise
evleviyetle münakid olmaz. Şu halde Hulâsa ve diğer kitabların ifadeleri de buna
yorumlanır. Tamamı Eşbâh'ın fevâid bahsindedir ki: "Tezammun eden bâtıl olunca,
tezammun edilen şey de bâtıl olur. Fâsid üzerine mebnî olan bir şey fâsiddir."
denilmektedir.
İZAH
"Fâsidden
vazgeçilmeden satış münakid olmaz ilh..." Haniyye'de zikredilen şu mesele bunun
fer'iddir: "Bir kimse fasid satışla bir elbise alır da ertesi gün satıcıya
rastlayarak: Sen şu elbiseni bana bin dirheme sattın, dese satıcı hayır cevabını
verdikte, ben onu bir kere aldım diye mukabele ederse bu bâtıldır. Ama bu
önceden fâsid bir satış olduğuna göredir. Her iki taraf fâsid satıştan
vazgeçtilerse, bugünkü satış câizdir."
Ben derim ki: Lâkin
Nihaye, Fetih ve diğer kitablarda Hidaye'nin:
"Bir kimse her
ölçeği bir dirheme diyerek bir yığın zahire satarsa ilh..." dediği yerde
rakkamla satışın fâsid olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bunda mechul kalan cihet
fazladır. Bu akdin aslına tesir eder. O da müşterinin bilmediği rakkamlı fiyatın
meçhul olması ki, kumar mesabesindedir. Bundan dolayı Şemsü'l-eimme Hulvânî
şöyle demiştir: "Rakkam meselesini o meclisde bilmek, bu akdi câiz olmaya
çeviremez. Lâkin satıcı razı olmaya devam eder, müşteri de rıza gösterirse
ikisinin rızalarıyla aralarında akid meydana gelir." Fetih'de buna birbirine
vermek suretiyle satış denilmiştir ki, murad birdir. Yine fâsid satış bâbında
gelecektir ki, kaçak köleyi satmak câiz değildir. Bu köleyi satar da sonra köle
dönüp gelir ve onu teslim ederse, bir rivâyete göre satış tamam olur. Zâhir
rivâyete göreyse tamam olmaz. Bu mesele hakkında Bahır'da şöyle denilmiştir:
"Birinci rivâyeti ulema birbirlerine vermekle satış münakid olur. diye te'vil
etmiştir." Bunun zâhirine bakılırsa her iki tarafın fâsid satışı terketmeleri
şart değildir. Buna ihtimalden uzak olmakla beraber şöyle cevap verilebilir:
Şart koşmak elden yapılan alış-veriş meclisten sonra olursa diye yorumlanır.
Mecliste olursa buradaki gibi şart koşulmaz.
Fark şudur:
Meclisten sonra fesad her yönüyle tekarrur eder. Binaenaleyh her iki tarafın
vazgeçmeleri mutlaka lâzımdır. Meclisde olursa her yönüyle fesad tekarrur etmez.
Binaenaleyh vazgeçme zımnen hâsıl olur. Bu meselede iki kavil olması ihtimali de
vardır ki, zâhir olan da budur. Hulvânî'den naklettiği rakkamla satış meselesi
Hindiyye'de Murâbaha bâbının sonunda kesin olarak aksine izah edilmiştir. Orada
bildirildiğine göre bir meclisde öğrenmek işi yeni akid gibi yapar ve sanki
kabulü meclisin sonuna bırakmış gibi olur. O bahisde Fetih sahibi dahi
kesinlikle buna kâil olmuştur.
"Evleviyetle
mün'akid olmaz ilh..." Cümlesi Bahır'dan alınmışdır. Orada şöyle denilmektedir:
"Birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış da evleviyetle mün'akid olmaz. Bu
Hulâsa ve Bezzâziye'de açık olarak beyan edilmiştir. Yani fâsid veya bâtıl bir
akidden sonra birbirlerine vermek suretiyle yapılan satış mün'akid değildir.
Çünkü ondan önceki bâtıl üzerine bina edilmiştir. Bu da bizim söylediğimize
yorumlanır." Bizim söylediğimize ifadesinden murad birinci satışdan her ikisi
vazgeçmedikce yeni satışın mün'akid olmamasıdır. Sârihin : "Hulâsa ve diğer
kitabların ifadeleri de buna yorumlanır." demesinin mânâsı budur. "Hulâsa'daki"
demekten muradı daha evvel söylediği "Nitekim fâsid bir akidden sonra olsa
mün'akid değildir." sözüdür. Biz, Hulâsa ve Bezzâziye'nin ibârelerini naklettik.
Ama onlarda "Her iki taraf birinciyi terk etmezden önce" kaydı yoktur. Şârih bu
kaydı Bahır sahibine uyarak koymuştur. Tâ ki sözü başkalarının ifadesine aykırı
gelmesin. Anla!
"Tamamı Eşbâh'ın
fevâid bahsindedir ilh..." Yani üçüncü fennin sonundadır, demek istiyor. Fakat
orada asıl meselenin üzerine ziyade edilmiş söz yoktur. ihtimal ki şârih bu
yerde kendisinin Eşbâh üzerine yazdıklarını kasdetmiştir. Yahut bu asla teferru
eden bu meselenin benzerlerini murad etmiştir.
"Tezammun eden
bâtıl olunca tezammun edilen şey de bâtıl olur ilh..." Zira vazgeçmeden önce
olursa, birinci satış bâtıl olunca onun tezammun ettiği tesellüm de bâtıl olur.
Bu kaidede söylenecek sözler vardır. Biz onları yeni peyda olmuş meyvanın satışı
bâbında söyleyeceğiz.
METİN
Birbirine vermekle
yapılan satışta her iki tarafın vermeleri lâzımdır, diyenler de vardır. Ekseri
ulemanın kavli budur. Bunu Tarsûsî söylemiş;Bezzâzî dahi bunu ihtiyar etmiştir.
Hulvanî bununla fetva vermiş; Kirmânî ise fiyatı bildirmekle beraber satılan
malın teslimi ile yetinmiştir. Böylece üç kavil ortaya çıkmıştır. Fetva bunların
hangisiyle verildiğini gördün. Biz Mültekâ şerhinde ikale, icâre ve sarfın dahi
birbirine vermek suretiyle sahih olduğunu beyan ettik.
İZAH
"Böylece üç kavil
ortaya çıkmıştır ilh..." Bu ihtilâf İmam Muhammed'in sözünden çıkmıştır. İmam
Muhammed birbirine vermek suretiyle yapılan satışı birkaç yerde zikretmiştir.
Bir yerde onu her iki tarafın vermeleriyle yapılan satıştır, diye tasvir etmiş;
bundan bazıları bunun şart olduğunu anlamışlardır. Başka bir yerde iki taraftan
birinin vermesiyle yapılan satıştır şeklinde tasvir etmiştir. Bazıları bundan
bir tarafın vermesiyle yetinileceğini anlamışlardır. Bir yerde de satılan malın
teslimi diye tasvir etmiştir. Bundan da bazıları kıymeti teslimin kâfi
gelmiyeceğini anlamışlardır. Bunu Bahır sahibi Zahîre'den nakletmiştir.
T.
"Biz Mültekâ
şerhinde ilh..." İbâresi Bezzâziye'den naklen şöyledir:"İkale dahi sahih kavle
göre iki taraftan birinin vermesiyle mü'akid olur." İcâre de böyledir. Nitekim
İmadiyye'de beyan edilmiştir. Sarf dahi böyledir. Bu, Nehir'de beyan edilmiş;
delil olarak Tatarhâniyye'nin şu ifadesi gösterilmiştir: "Müşteri muhayyer olmak
şartıyla bin dirheme bir köle satın alır da satana yüz altın verirse, sonra
bey'i feshettiği takdirde İmam-ı Azam'ın kavline göre sarf câizdir. Dirhemleri
iade eder. Ebû Yusuf'un kavline göre sarf bâtıldır. Bu fâide güzeldir. Ben buna
tenbih eden görmedim.
T E T İ M M E : Bir
kimse borçlusundan alacağını istese, o da ona malûm mikdarda arpa göndererek
bunu bu beldenin geçer fiyatıyla al dese, fiyatı her iki taraf bildikleri
takdirde satış olur. Bilmezlerse satış olmaz. Birbirine vermekle yapılan satışın
bir nevi de şuf'a olmayan yerde müşterinin satın aldığı malı şuf'a ile isteyene
teslimidir. Kezâ satın almaya vekil olan kimsenin müvekkili inkâr ettikten sonra
malı ona teslim etmesi de böyledir. Kendisine bir cariye emânet olunan kimse
emânet eden şahsa başka bir cariye getirir de yemin ederse, hükmen bu da
birbirine vermekle satış olduğundan emânet eden şahsın bu cariyeyle cima'da
bulunması helâldir. İmam Ebû Yusuf'dan bir rivâyete göre bir kimse terziye bu
çarşaf benim değildir der de terzi onun olduğuna yemin ederse alması câizdir. Bu
meselenin verilen mal verenin ise diye kayıdlanması gerekir. Müşteri kusur
muhayyerliği sebebiyle bir malı iade de eder. Satan ise iade edilenin o mal
olmadığını yüzde yüz bilirse kabulüne razı olduğu takdirde bu da birbirine
vermekle satış kabîlindendir. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Bu izaha göre
emânet cariye ile çarşafta da mutlaka rıza şarttır. Tamamı
Bahır'dadır.
METİN
FER'İ MESELELER:
Bir insan satıcının mallarını istihtâk ettikten sonra kendisini hesaba çeken
satıcıdan bir şeyler sızdırırsa istihsanen câizdir.
İZAH
"Birşeyler
sızdırırsa istihsanen câizdir ilh..." Bahır'da beyan edildiğine göre üzerine
akid yapılan malın şartlarından biri mevcud olmasıdır. Mevcud olmayan bir şeyin
üzerine satış akdi yapmak câiz değildir. Bahır sahibi bundan sonra şöyle
demiştir: "UIemanın müsamaha göstererek bu kaideden çıkardıkları meselelerden
biri de Kınye'de bildirilen eşyadır ki, satıcıdan haraç olarak alınır. Nitekim
mercimek, tuz, zeytinyağı ve benzeri şeylerde satış yokken âdet budur. Sonra
bunlar piyasadan yok oldukta satın alırsa sahih olur demek mevcud olmayan malın
satışı burada câizdir." Ulemadan birinin beyanına göre bu mevcud olmayan bir
şeyi satmak değil sahibinin izniyle örfen itlaf edilen malların ödenmesi
kabîlindendir. Bu, güçlüğü gidermek ve işi kolaylaştırmak içindir. Nitekim
âdettir. Burada şöyle denilebilir: İzin verdiği halde ödemek fukahânın
sözlerinden olduğu bilinmemektedir. Hamevi. Yine burada şöyle denilebilir:
Misliyâtın ödenmesi misliyle olur, kıymetle olmaz. Kıyemiyyatın ödenmesi de
kıymetle olur, parasıyla ödenmez, T.
Ben derim ki:
Bunların hepsi kıyasdır. Halbuki bu meselenin istihsan olduğunu gördün. Ama bunu
ayn olan malları ödünç vermekle izah mümkündür. Bunları kıymetiyle ödemek
istihsan olur. Kıyemiyyattan olan şeylerden faydalanmanın helâl olması da
böyledir. Çünkü onları ödünç vermek fâsiddir. Bundan istifade helâl değildir.
Velevki teslim almakla milk olsunlar. Nehir'de bunların mercimek ve benzeri
şeylerden olmak üzere birbirine vermek suretiyle satış olacağı izah edilmiştir.
Bu gibi şeylerde kıymet beyanına hâcet yoktur. Çünkü malûmdur. Hamevî buna
itiraz etmiş ve: "Bunların kıymetleri muhteliftir. Binaenaleyh işin sonu kavgaya
varır." Demiştir.
Ben derim ki:
Nehir'deki ifade kıymetin malûm olduğuna göredir. Lâkin bu izaha göre mevcud
olmayan bir şeyi satmak kabîlinden değil, her şeyi aldıkça malûm kıymetiyle
satış mün'akid olduğundandır. Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse
ekmekçiye bir kaç dirhem verir de senden yüz batman ekmek satın aldım der ve her
gün beş batman ekmek almaya başlarsa, bu satış fâsiddir, yediği de mekrûhtur.
Çünkü işaret olunmayan bir ekmek satın almıştır. Binaenaleyh satılan mal
meçhûldür. Dirhemleri ekmekçiye verir de işin başında senden satın aldım demeden
her gün beş batman almaya başlarsa câiz olur ve bu helâldir. Velevki verdiği
vakit niyeti satın almak olsun. Çünkü mücerred niyetle satış mün'akid olmaz.
Satış şimdi birbirlerine vermekle mün'akid olur. Şimdiyse satılan mal malûmdur;
satış da sahih olarak mün'akiddir."
Ben derim ki: Bunun
vechi şudur: Ekmeğin fiyatı malûmdur. Önceden kıymetini vererek birbirlerine
vermek suretiyle alırken satış mün'akid olunca kıymetini vermesi geciktiği vakit
evleviyetle câiz olur. Bu ekmek ve et gibi alırken fiyatı malûm olan şeylerde
zâhirdir. Fakat alırken fiyatı meçhûl olursa birbirlerine vermekle aldığında
satış mün'akid olmaz; çünkü kıymet meçhûldür. Alan kimse bunda tasarrufda
bulunursa -ki, satıcı onu kendi rızasıyla vermiştir- bedel yoluyla tasarrufta
bulunup vermekle satış mün'akid olmaz. Velevki satış niyetiyle olsun. Biliyorsun
ki satış niyetle mün'akid olmaz. Binaenaleyh misliyle veya kıymetiyle ödemek
ödünce benzer. Mislî bedeli veya kıymetî olarak bîr şey üzerine ittifak
ederlerse, alanın zimmeti berî olur. Lâkin mal kıyemiyattan olduğu vakit
üzerinde tasarrufun câiz olması hususunda îşkâl bâkîdir. Çünkü kıyemiyattan olan
bir şeyin ödünç verilmesi doğru değildir. Burada onu doğru çıkarmak
istihsanendir. Ekmek ve mayanın ödünç verilmesi böyledir. Bunu bedel şartıyla
hibe yahut satın almak pazarlığı ile alınmış diye izah da mümkündür. Sonra bunû
Eşbâh'da mislin fiyatından söz edildiği yerde gördüm. Şöyle denilmiş: "Onlardan
biri de şudur: Bir kimse pirinç, mercimek ve bunlara benzer bir şey alır da o
kimseye evvelce bu hususta harcamak için meselâ bir altın vermiş bulunursa,
sonra o şeyin kıymetinde anlaşamadıkları takdirde aldığı günkü kıymeti mi yoksa
anlaşamadıkları günkü kıymeti mi itibara alınır? Tetimme'de aldığı günkü kıymeti
itibar olunur denilmişdir. Fakat kendisine: "Ya ona evvelce bir şey vermemiş
olur da toplanan kıymetini ödemek şartıyla alırsa hüküm ne olur? diye sorulmuş:
"Aldığı vakit ki kıymeti muteber olur. Çünkü bu adam kıymeti söylediği an
pazarlık yapmış olur." diye cevap vermiştir.
METİN
Daire tarafından
vergi memurlarına yazılan berâetleri satmak sahih değildir. İmamların
aylıklarını satmak bunun hilâfınadır. Çünkü burada vakfın malı mevcuddur. Berâet
meselesindeyse böyle değildir. Eşbâh ve Kınye. Bunun ifade ettiği mânâ şudur:
Hak sahibinin ekmeğini mübaşirden almadan satması câizdir. Asker bunun
hilâfınadır. Bahır. Nehir sahibi bunu tenkid etmişdir. Musannıf maaş
satılmasının bâtıl olduğuna fetva vermiştir. Çünkü Eşbâh'da bildirildiğine göre
borcun satılması ancak borçluya câizdir.
İZAH
"Berûetleri satmak
sahih değildir ilh..." Berâetten murad divan kâtiplerinin memurlar üzerine vergi
gibi yazdıkları bir hisse yahut verecekleri mikdarı çiftçilere yazdıkları
evraktır. Buna berâet denilmesi o evrakda yazılanı veren borçtan kurtulduğu
içindir. T.
"İmamların
aylıklarını satmak bunun hilâfınadır ilh..." Bundan murad vakıfdan aldıkları
aylıklardır. Bunları satmak câizdir. Ama bu söz Sayrafiyye'nin ifadesine
muhâliftir. Zira Sayrafiyye mükellefine imam aylıklarının satılması sorulmuş;
câiz değildir diye cevap vermiştir. Bunu Tahtâvî Eşbâh hâşiyesinden
nakletmiştir.
Ben derim ki:
Sayrafiyye'nin ibâresi şöyledir: "İmam aylığını satmak soruldu. O şu cevabı
verdi: Câiz değildir. Çünkü iki şeyden hali değildir. Ya o kağıttakini
satacaktır yahut kağıdın kendisini. Birinciye imkân yoktur. Çünkü elinde mevcud
olmayan bir şeyi satmaktır. İkinciye de imkân yoktur. Çünkü bu kadar bir kağıt
kıymeti hâiz değildir. Berâet bunun hilâfınadır. Çünkü berâet kağıdı kıymeti
hâizdir."
Ben derim ki: Bunun
muktezası bu kelimenin hazz değil hat okunmasıdır. Bu ise şârîhin söylediğine
aykırı değildir. Çünkü imamların hazzından murad mütevekkilinin elinde bulunan
ekmek ve buğday gibi şeylerdir. İmam bunu hak etmiştir. Sayrafiyye'nin sözüyse
mevcud olmayan hakkındadır.
"Asker bunun
hilâfınadır ilh..." Yani asker hayvanının yemini satarsa câiz
değildir.
"Nehir sahibi bunu
tenkid etmiştir ilh..." Yani satıcıdan sızdırılan ile daha sonra söylenenleri
tenkid ederek şöyle demişdir: "Ben derim ki: Zâhire bakılırsa Kınye'nin ifadesi
zayıftır. Çünkü mevcud olmayan bir şeyin satılması câiz olmadığına bütün ulema
ittifak etmişlerdir. Kendi milki olmayan birmalın hükmü de böyledir. Mercimek ve
benzerinin alınmasının birbirlerine vermek suretiyle satış sayılmasına ne mâni
vardır? Böyle bir şeyde fiyat beyanına hâcet yoktur. Çünkü malûmdur. Nitekim
gelecektir. İmamın aylığı ise almadan önce onun milki değildir. O halde satışı
nasıl câiz oluyor? Unutma ki ibni Vehban içme suyu bahsinde: "Kınye'de
bildirilen bir mesele kaidelere aykırıysa naklî veya başka bir delil ile takviye
edilmedikçe ona kulak verilmez, demiştir" Satıcıdan mal sızdırma hususunda
yukarıda söz ettik.
İmam aylığını satma
meselesine gelince: Doğrusu Nehir sahibinin dediği gîbi satışı câiz olmamaktır.
Bu imam ölürse aylığının mirâs olarak alınmasına aykırı değildir. Çünkü bu aylık
imamın hak ettiği bir ücrettir. Hak etmekle ona mâlik olması lâzım gelmez.
Nitekim ganimet islâm memleketine getirildikten sonra ulema: "Getirmekle kuvvet
bulan bir haktır, ama ganimet alan askere ancak taksimden sonra milk olur."
demişlerdir. Rehin hakkı ve kusur sebebiyle iade hakkı gibi kuvvet bulmuş haklar
mirâs olarak alınırlar. Şuf'a ve şart muhayyerliği gibi zayıf haklar bunun
hilâfınadır. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir. Bundan dolayı Bahır sahibi o
meselede inceleme yaparak şöyle demişdir: "Hak edilen malûm bir malda tafsilât
gerekir. Şayet buğday meydana geldikten ve nâzır onu ayırdıktan sonra taksimden
önce hisse sahibi ölürse. onun hissesi mirâs olarak alınır. Çünkü ondaki hak
kuvvet bulmuş ve İslâm diyarına getirilen ganimet gibi olmuştur. Bundan önce
ölürse ondan mirâs olarak alınmaz. Lâkin orada arz etmiştik ki, imam aylığının
hem yardıma hem de ücrete benzer tarafı vardır. Tercih olunan ikincisi yani
ücrete benzemesidir. Bu izaha göre mirâs tehakkuk eder. Velevki nâzır ayırmadan
olsun. Sonra gizli değildir ki, bu ücret alınmadan milk olmaz. Binaenaleyh
satması câiz değildir."
"Musannıf maaş
satılmasının bâtıl olduğuna fetva vermiştir ilh..."
Bu ifade Nehir
sahibinin sözünü teyid içindir. Musannıfın fetâvâsındaki ibâresi şöyledir:
"Câmekıyye sorulmuşdur. Bundan murad bir adamın hükümetteki aylığıdır. Sahibi
acele paraya muhtaç olur da aylığı çıkmadan birisi kendisine mikdarı şu kadar
olan aylığını bana şu kadara sattın mı? diyerek aylığından daha az para verir de
o da sattım derse. bu satış sahih olur mu? Yoksa alacağı olan hakkı nakid
parayla satacağı için câiz olmaz mı? denilmişdir. Buna şöyle cevap verilmiştir:
Borcu burada zikredildiği, gibi borçludan başkasına satmak sahih oImaz;.
Üstadımız fevâidinde: Borcu satmak câiz değildir. Ama onu borçluya satar veya
hibe ederse câiz olur, demiştir."
METİN
Yine orada şöyle
denilmektedir: "Eşbah'da bildirildiğine göre şuf'a hakkı gibi mücerred haklarda
bedel vermek câiz değildir.Bu izaha göre evkaftaki aylıkları bedelle almak câiz
olmaz.
İZAH
"Yine orada ilh..."
İfadesindeki zamir zâhire bakılırsa Kınye'ye râci'dir. Fakat "fetva vermiştir"
sözüne bakarak musannıfın fetâvâsına aid olması ihtimali de vardır. Bundan sonra
gelen "yine orada" sözündeki zamir ise Eşbâh'a râci'dir.
H.
"Mücerred haklarda
bedel vermek câiz değildir ilh..." Yani henüz milk olmamış haklarda bedel vermek
yoktur. Bedâyı'da şöyle denilmiştir: "Mücerred haklar temlîk edilemezler. Bunlar
karşılığında sulh olmak da câiz değildir.
Ben derim ki: Kezâ
bu haklar itlâf edilirse ödenmezler."
Serahsî'nin Ziyâdât
şerhinde şöyle denilmektedir: "Mücerred haklar ittâfla etmek ödemeyi icab etmez.
Çünkü mücerred hak karşılığı bedel vermek bâtıldır. Meğerki tekidli bir hak zâyi
olsun. Böyle bir hak, ödenme hususunda hakikî milkin elden gitmesi hükmündedir.
Rehin alanın hakkı böyledir. Onun içindir kî ganimetten her şeyi itlâf etmek
veya taksimden önce ganimet cariyeyle cima'da bulunmak ödemeyi icab etmez. Çünkü
elden giden mücerred haktır; bu ise ödenmez. İslâm diyarına getirildikten sonra
taksimden önce de olsa ödenir. Çünkü hakikî milki zâyi etmiştir. Ganimetin islâm
diyarına getirilmesinden sonra bir kimse ganimet malı bir köleyi öldürürse, üç
sene zarfında kıymetini ödemesi icab eder. Bîri. "Milkin hakikatını zâyi
etmiştir" sözünden murad te'kid edilen haktır. Çünkü hakikî milk ancak taksimden
sonra hâsıl olur. Nitekim yukarıda geçti.
"Şuf'a hakkı gibi
ilh..." Eşbâh'da şöyle denilmişdir: "Şuf'adan mal vererek sulh olursa şuf'a
bâtıldır. Verdiği malı geri alır. Muhayyer bırakılan bir kadın kocasını tercih
etmek için mal karşılığı sulh olursa bâtıldır. Kendisine bir şey verilmez. Bir
kimse iki karısından birisi nevbetini ortağına bıraksın diye mal mukabilinde
onunla sulh olursa mal vermek tâzım gelmez. Kadına hiç bir şey verilmez. Bu
izaha göre evkafta ki aylıklar için mal mukabili sulh câiz değildir. Bundan
kısas hakkı, nikâh milki ve kölelik hakkı hariçdir. Bunlarda bedel vererek sulh
yapmak câiz değildir. Nitekim bunu Zeylai şuf'a bahsinde beyan etmiştir. Nefse
kefil olan bir kimse mal karşılığında kefil olmuşsa câiz değildir; kendisine mal
vermek icab etmez. Bunun bâtıl olup olmaması hususunda iki rivâyet vardır.
Yoldan geçme hakkının satılması hususunda dahî iki rivâyet vardır. Su hakkını
satmak dahi öyledir. Ancak başka mala tebean satılabilir."
"Evkaftaki
aylıkları bedelle almak câiz olmaz ilh..." Bunlardan murad imam, hatib, müezzin
ve kayyim aylıklarıdır. Bu aylıklar satış yoluyla dahi alınamaz. Çünkü hak
satmak câiz değildir. Nitekim Şerhü'l-Edep'te ve başka kitablarda beyan
edilmiştir.
Zahîre'de şöyle
denilmektedir: "Bir hâneyi şûf'a ile almak kıyasa muhâlif olarak bilinen bir
şeydir. Binaenaleyh bu hakkın bedel vermek suretiyle sübûtu zâhir
değildir."
Ben derim ki:
Hademe-i hayrât vazifesindeki hakdar bunun gibidir. Hüküm birdir.
Bîrî.
METİN
Yine orada bir
bahsin sonunda beyan edilmiştir ki, örfü âdetle lügat birbirine zıd gelirse,
mezhebe göre hususi olan örfe itibar yoktur. Lâkin bir çok ulema itibar
edileceğine fetva vermişlerdir. Bu izaha göre mal karşılığı vazifeden vazgeçmek
câizdir diye fetva verilir.
İZAH
"Hususi olan örfe
itibar yoktur ilh..." Müstesfâ'da şöyle denilmiştir: "Umumi muâmeleye yani şayı
olan örfe göre müşterek olan örfe tereddüd ile kâil olmak câiz değildir."
Müstesfâ'nın başka bir yerinde de : "Mukayyed olarak da câiz değildir. Çünkü
müşterek olunca birbirine zıd düşer." denilmiştir. Eşbâh'da Bezzâziye'den naklen
şu ifade kullanılmıştır: "Kezâ üçte biri karşılığında dokumak için bir
dokumacıya iplik verse icâre fâsid olur. Ama Harzem uleması dokumacı kiralamanın
câiz olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü örf vardır. Ebû Ali Nesefî dahi bununla
fetva vermiştir. Fetva kitabın cevabına göredir. Çünkü nassan bildirilmiştir.
Aksi halde nassın iptali lâzım gelir."
Bu gösteriyor ki,
hilâfına nass bulunduğu vakit mânâsının itibara alınmaması nassı nesih edemediği
gibi takyid dahi edemez. Aksi takdirde ulema onu bir çok yerlerde itibara
almışlardır. Bunlardan biri yemin meseleleridir. Her akid ve vakıf yapanın ve
her yemin edenin sözü kendi örfüne yorumlanır. Nitekîm Kemal İbni Hümam bunu
zikretmiştir. Yukarıda geçenlerden de anlaşılır ki, umumi olan örf takyîde
elverişlidir. Onun içindir ki Bîrî zikri gecen dokumacı meselesinde şunu
nakletmiştir: "şelûd Hazretleri der ki: Biz Belh ulemasının istihsanıyle amel
etmeyiz. Mütekaddimîn ulemamızın kavliyle amel ederiz. Çünkü birinci asırdan
beri devam bulunmadıkça bir beldenin örfü âdeti cevaza delil olamaz. Birinci
asırda örfü âdet olması Peygamber (S.A.V.)'ın bu meselede onları takrîr ve kabul
buyurduğuna delildir. Binaenaleyh onun tarafından meşru kılınmış sayılır. Böyle
değilse bir belde halkının fiilleri huccet olamaz. Meğerki bütün beldelerde
yaşayan insanların hepsi tarafından örf olsun. Bu takdirde icmâ olur. İcmâ ise
huccettir. Görmüyor musun bir belde halkı şarap satmayı ve faizi âdet edinseler
bunun helâl olduğuna fetva verilemez.
Ben derim ki:
Böylece hususi örf ile umumi örf arasında fark meydana çıkar. Bu meselede sözün
tamamı "Neşr-ul Arf..." adlı risâlemizdedir.
"Câizdir diye fetva
verilir ilh..." Allâme Aynî Fetâvâ'sında şöyle demektedir: "Aylıklardan vazgeçme
hususunda itimad edilecek bir şey yoktur. Lâkin ulema ve hâkimler zaruretten
dolayı bu yolu tutmuş, anlaşmazlık olmaması için nâzırın imzasını da şart
koşmuşlardır." Bu satırlar Ebussûud'un Eşbâh hâşiyesinden kısaltılmıştır.
Hamevî'nin bildirdiğine göre Aynî Dürerü'l-Bihâr şerhinin zevceler arasında
adâlet bâbında büyük üstadlarının bazısından şunu işittiğini söylemiştir:
"Kadının kendi nevbetini ortağına bırakmasına kıyasen elini vazifelerden
vazgeçmenin sahih olacağına hükmedilebilir. Çünkü bunların ikisi de mücerred
ıskatdır."
Ben derim ki : Biz
vakıf bahsinde Bahır'dan naklen şöyle demiştik :
"Mütevellinin hâkim
huzurunda kendini azletmeye hakkı vardır. Nâzırlık veya başka bir vazifeden bir
kimse nâmına vazgeçme azilden sayılır, ama mütevellinin mücerred kendisini
azletmesiyle azil olmaz. Kendisine bırakılan şahsı hâkimin kabul ve takrir
etmesi mutlaka lâzımdır. Allâme Kâsım buna muhâlifdir. Kendine bırakılan şahıs
ehil de olsa ona göre hâkimin takriri lâzım değildir. Parayla vazife bırakmak
hususunda örfü âdet vardır. Ama bunun söz götürdüğü meydandadır. Ondan sonra
umumi ibra gerekir." Yani onda mücerred hakka bedel verme şübhesi vardır.
Yukarıda gördük ki bu câiz değildir. Aynî'den nakledilen sözde de câiz olduğuna
dair bir şey yoktur. Lâkin Hamevî şunu söylemiştir: "Üstadlarımızın üstadı
Nureddin Ali Makdisî Kenz nâmına yaptığı şerhde Serahsî'nin Mebsût'undaki bir
fer'inden bedel vermenin sahih olduğu hükmünü çıkarmıştır. Şöyle ki: Bir kölenin
kendisi bir şahsa, hizmeti başka bir şahsa vasiyyet edilir de kolu kesilir veya
derin yara açılarak diyeti ödenirse bakılır cinayet hizmeti eksiltmişse o
parayla başka bir köle satın alınır; hizmeti o yapar. Yahut köle satılarak
parası diyet parasına katılır ve bununla birincinin yerini turtacak bir köle
satın alınır. Satmak hususunda ihtilâfa düşerlerse köle satılmaz. Diyet parasını
yarıyarıya vermek hususunda anlaşırlarsa bu câizdir. Kendisine hizmet vasiyet
edilen şahsın aldığı diyet parası hizmete bedel değildir, Çünkü bunu bedelle
satmaya hakkı yoktur. Lâkin bu para o köledeki hakkını ıskat eder. Nasılki
kölenin kendisi vasiyet edilen şahıs köle kendisine kalsın diye hizmeti vasiyet
edilene para vererek anlaşırlarsa câiz olur. Bu iş mal karşılığı vazifeden
vazgeçmeye şâhid olabilir. Hamevî: "Bu bellenmelidir. Çünkü cidden nefisdir."
demiştir. Bîrî de Eşbâh'ın: "0 kimse için vazgeçer de parayı alır, sonra bundan
dönmek isterse dönemez." dediği yerde buna benzer sözler söylemiş: "Yani bunu
hizmeti vasiyet ve bin dirhem alacağı yerine beş yüze anlaşma meselelerine
katarak: "Hakkı ıskat yoluyla yapabilir. Çünkü ulema hakkı ıskat yoluyla bedel
almanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Şübhesiz haktan vazgeçen taraf vazgeçme
karşılığı aldığı mala haz satan taksirle hak kazanır. Hızânetü'l-EkmeI'in şu
ibâresi de bunu te'yid etmektedir: Kendisine vasiyet edilen şahıs anlaşma
bedelini aldıktan sonra hizmeti vasiyet edilen köle ölürse bu yaptığı câizdir.
Bu ifade gösteriyor ki hakkından vazgeçen tarafın dönmeye hakkı yoktur. Kalbe
itminan veren vecih budur. Çünkü kabule daha yakındır." demiştir. Bîrî'nin sözü
burada biter. Sonra Bîrî bu meseleyi yukarıda geçen "Şuf'a hakkı ile kasım için
uzlaşmanın câiz olmaması karşısında müşkil saymıştır. Çünkü o mesele burada
bedel almanın câiz olmadığını gösterir. Sonra sözüne şöyle devam etmiştir:
"Denilebilir ki; şuf'a şeriatın zararı def için tanıdığı bir haktır. Hizmet
meselesiyse içinde sıle mânâsı bulunan bir haktır. Aralarında ikisini
birleştiren bir vasıf yoktur. Bunlar ayrı ayrı şeylerdir. Zahir olan da
budur."
Hâsılı şefî, îçin
şuf'a hakkı zevce için kasım hakkı kezâ nikâhta muhayyerlik hakkı verilen kadına
muhayyerlik ancak şefî'den ve kadından zararı defiçindir. Bunun için sâbit olan
bir şeyde anlaşma câiz değildir. Çünkü hak sahibi razî olunca bundan zarar
görmeyeceği anlaşılır. Binaenaleyh bir şeye hakkı yoktur. Kendisine hizmet
vasiyet edilen şahıs ise böyle değildir. Bu ona yardım ve sıle yoluyla sâbit
olmuştur. Binaenaleyh asaleten sâbittir. Başkasına bıraktığı vakit ondan sulh
olmak da sahihtir. Bunun bir misli de yukarıda Eşbah'dan naklettiğimiz kısas
nikâh ve kölelik meseleleridir. Bunlarda bedel vermek sahihtir. Çünkü bunlardan
her bîri sahibi için esaleten sâbit olan şeylerdir. Ondan zararı defetmek için
değildir. Şübhesizki vazife sahibinin hakkı hâkimin esalet yoluyla takrîri
sayesinde sâbit olmuştur. Zararı def içindir. Binaenaleyh bunu kendisine hizmet
vasiyet edilene ve kısas hakkıyla daha sonrakilerine katmak şuf'a ve kasım
hakkına katmaktan daha yerinde olur. Bu güzel bir sözdür, dikkat edene gizli
değildır. Bununla bazı Eşbâh hâşiyecilerinin söyledikleri def edilmiş olur.
Onlar şöyle demişlerdir: "Mal mukabilinde vazifeden vazgeçen kimsenin aldığı
para rüşvettir. Rüşvet ise nassan haramdır. Örf nassa karşı
gelemez."
Def'in vechi
gördüğün gibi bunun bir hak nâmına yapılan uzlaşma olmasıdır. Nitekim
benzerlerinde de böyledir. Ruşvet bir hak karşılığı değildir. Ulemadan bazıları
cevaz meselesine Hz. Ali'nin oğlu Hasan (R.A.)'ın hilafeti bedel karşılığında
Muaviye'ye bırakmasıyla istidlâl etmişlerdir. Bu dahi zâhirdir. Bu vakıfda
Hayriyye'den naklettiğimiz "câiz değildir" sözünden evlâdır. Kezâ vazife
kendisine bırakılan şahıs bedelle dönebilir. Bu mezhebimize göre hususi örfe
itibar yoktur demekten ve mücerred hakka bedel vermenin câiz olmaması
iddiasından evlâdır. Biliyorsun ki cevaz meselesi hususi örfe itibar olduğundan
değil zikrettiğimiz benzerleri buna delâlet ettiğindendir. Bir de bir hakka
karşı bedel almak câiz değildir sözü mutlak değildir. Ulemadan birinin
elyazısıyla gördüm kî müftî Ebussûud'dan oturmak ve tasarrufta bulunmak îçin
bedel almak câizdir. Bundan dönmek olmaz, diye fetva verdiğini
kaydetmiş.
Hâsılı bu mesele
zannîdir. Benzerleri müteşabihtir. Onun hakkında da inceleme câizdir. Velevki
söylediğimiz daha zâhir olsun. Evlâ olan Bahır sahibinin şu sözüdür: "Bu işi
yaptıktan sonra umumî ibra gerekir." AIIahu a'lem.
T E N B İ H :
Vazifeden ayrılma hususunda söylenenler arazi bakımı hususundaki tasarruf
hakkında da söylenir. Bunun izâhı yakında gelecektîr. Kezâ zaîmin timarından
ayrılması hususunda da söylenir. Sonra vazifeyi başkasına bıraktığında bu
vazifeyi hükümet bırakılan şahsa vermez de ayrılanın üzerinde bırakırsa yahut
her ikisinden başkasına verirse, kendisine bırakılan şahsın ayrılma bedelini
ayrılandan gerî alması hakkının sâbit olması gerekir. Çünkü o bu işe ancak hak
kendinin olsun diye razı olmuştu. Sırf ayrılma mukabilinde değildi. Velevki
başkasının eline geçmiş olsun. İsmâiliyye, Hamîdiyye ve diğer kitablarda bununla
fetva verilmişdir. Bazıları buna muhâlif olarak isteyemez diye fetva
vermişlerdir. Çünkü vazifeden ayrılan elinden geleni yapmıştır. Şübhesiz ki iki
tarafın maksadı bu değildir. Bâhusus sultan veya hâkim tîman veya vazifeyi
ayrılanın üzerinde bırakırsa ondan bir şey îsteyemez. Çünkü tasarrufu için iki
bedel vermesi lâzım gelir. Bu ise şeriat kaidelerine aykırıdır. Anla! Allahu
alem!
METİN
Dükkanlar için
verilen hava parasının geçerliliğine fetva verilir. Hava parasını ödedikten
sonra dükkân sahibi o kimseyi dükkânından çıkaramaz. Dükkânı başkasına îcar dahi
edemez. Velevki vakıf olsun. Mesele kısaltılarak burada sona
erer.
İZAH
"Hava parasının
geçerliliğine de fetva verilir ilh..." Eşbah'ın ibâresi şöyledir: "Ben derim ki:
Bu yani hususi örf itibara alınırsa Kahire'nin bazı çarşılarında görülen hava
parasıyla dükkânı terk etmenin geçerli olduğuna fetva vermek gerekir. Ve artık
dükkânı terk edip etmemek o şahsın hakkı olur. Dükkân sahibi onu ne dükkânından
çıkarabilir, ne de dükkânı başkasına devredebilir. Velevki dükkân vakıf olsun.
Gûriyye'deki Cemelûn dükkânlarında bu olmuştur. Sultan Gûrî bu dükkânları bina
ettiği vakit tüccara hava parasıyla vermiş, her dükkân için bir mikdar tayin
ederek onu tüccardan almış. Bunu vakfın siciline de yazmıştır. Şârih bu meseleyi
kefalet bahsinden az önce tekrarlamış; sonra şunları söylemiştir: "Ben derim ki:
Bunu Zevahir-ül Cevahir sahibi Darîrî'nin Vâkıât'ındaki şu ifadeyle te'yid
etmiştir: "Bir adamın elinde bir dükkân bulunur da adam ortadan kaybolursa
mütevelli onu dâvâya verir ve hâkim ona dükkânı açmasını ve icara vermesini
emrederse mütevelli bunu yapar. Kaybolan şahıs da gelirse o şahıs dükkanını
almaya daha haklıdır. Hava hakkı varsa ona sahip olmaya da daha haklıdır. Bu
hususda muhayyer bırakılır, isterse icareyi feshederek dükkânında kendisi
oturur. Dilerse îcara verir ve hava hakkını kiracıdan alır. Kiracıya bunu
ödemesi emrolunur, razi olursa ne alâ! Razi olmazsa dükkândan çıkması
eredilir."
Lâkin Hamevî şöyle
demiştir: "Ben derim ki: Darîrî'nin Vâkıât'ından nakledilen hava parası sözünden
örf olanı kasdetmek şöyle dursun bu sözün kendisi bile yalandır. Çünkü
Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi gibi güvenilir zevat Darîrî'nin ibâresini nakletmiş,
fakat bu ibârede hava parası sözünü zikretmemiştir. Şu da var ki, bu hava parası
meselesinin İmam Mâlik mezhebine nisbeti şöhret bulmuşsa da doğrusu bu hususda
ne imam Mâlik'ten ne de mezhebinin ulemasından bir nass yoktur. Hatta
Mâlikîlerden el Bedrül Karafî fukahânın sözlerinde bu meseleden hiç
bahsedilmediğini, bu hususda sadece Mâlikîlerden Nâsıruddinî Lakkanî'nin bir
fetvası bulunduğunu, bu fetvayı örf üzerine bina ettiğini söylemiştir. Karafî
sözüne devamla : "Kendisi ehli tercihtendir. Binaenaleyh onun tahrici
muteberdir; velevki münakaşa edilmiş olsun. Lakkani'nin fetvası doğuda batıda
yayılmış zamanının uleması onu kabul ile telakki etmişlerdir."
demiştir.
Ben derim ki: Ben
Kâzeranî'nin fetâvâsında Allâme Lakkanî'den naklen şöyle denildiğini gördüm :
Şayet hava parası sahibi ölürse borçları bundanödenir. Bu para kendisinden mirâs
olarak alınır, mîrasçı yoksa büytelmâle intikal eder. Şu da var ki, bazıları
bunun geçerli ve bize göre satışının sahih olduğuna Hâniyye'nin şu sözüyle
istidlâl etmişlerdir: "Bir adam başkasının dükkânında kendine aid bir mesken
satar da müşteriye dükkânın kirası şu kadardır diye haber verdikten sonra
kiranın bundan fazla olduğu meydana çıkarsa ulema bu kusurdan dolayı meskeni
geri çeviremeyeceğin söylemişlerdir. "Allâme Şürunbulâlî'nin bir risâlesi vardır
ki, o risâlede bu sözü reddederek şöyle demiştir: "Meskenin mânâsı
anlaşılmamıştır. Çünkü ondan murad dükkânda mürekkep bir ayındır. Bu hava parası
hakkından ayrıdır. Hulâsa'da beyan edildiğine göre bir kimse birine aid bir
dükkânda mürekkep bulunan bir mesken satın alır da satıcı kendisine dükkân
kirası şu kadardır diye haber verirse, o kadardan fazla olduğu meydana çıktığı
takdirde dükkânı iade edebilir. Câmiu'l-Fûsuleyn'de Zahîre'den naklen şöyle
denilmektedir: Bir kimse vakıf dükkânda bulunan bir meskeni satın alır da
mütevelli ben satana bu meskeni yap diye izin vermedim der ise, onun üzerine
müşteri dükkânını buradan kaldır diye emrettiği takdirde bakılır: Şayet dükkânı
kararın şartına muvafık satın almışsa satandan parasını geri alır. Aksi takdirde
kıymetini olsun noksanını olsun geri alamaz."
Bundan sonra
Şürunbulâlî bir çok kitablardan meskenin dükkân içinde mevcud bir ayın olduğunu
gösteren deliller nakletmiştir. Yine o risâlede Eşbâh sahibine reddiye yazarak:
"Hava parası hakkını mâlikîlerin müteehhirîn ulemasından birinden başka kimse
kâil olmamıştır. O zat bunu vakfetmenin sahih olduğuna bile fetva vermiştir.
Bundan da müslüman vakıflarının kâfirlerin eline geçmesi lâzım gelir. Sebebi
hava parası gelirinin kiliselerine vakfedilmesidir. Bir de dükkân sahibinin hava
parası sahibini çıkaramamasından hür bir mükellefi kendi milkinden hacr ve
malını itlâf lâzım gelir. Halbuki hava parası sahibi ecri misil vermemektedir. O
bunun karşılığında büyük bir mikdar para alır. Hatta bu vakıfda da câiz
değildir. Ulemanın nassan bildirdiklerine göre vakıf bir hânede oturan kimsenin
ecri misil ödemesi lâzım gelir. Vakıf nazırı o kimseyi binadan çıkaramamakla
vakit zâyi edilmiş, vâkıfın şart koştuğu mescid ve benzeri şeâir yapmak da tatil
edilmiş olur." demiştir. Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır.
Ben derim ki: Onun
söylediği haktır. Bâhusus bizim zamanımızda öyledir. Hava hakkı sahibinin
dayandığı "Ben bu hakkı çok mal vererek satın aldım. Bu itibarla vakfın ücreti
az bir şey olur." sözü bâtıl bîr istidlâldir. Çünkü birinci hava hakkı sahibinin
ondan aldığı paradan vakfa bir fayda hâsıl olmuş değildir. Binaenaleyh veren
şahıs kendi malını zâyi etmiş olur. O halde vakfa zulmetmesi nasıl helâl
olabilir? Bilâkis misil ücreti vermesi vâcib olur. Velevki dükkânda hava
hakkından fazla bina ve benzeri bir şey bulunsun bunlara bizim örfümüzde kedik
derler. Yukarıda geçen mesken sözünden murad da budur. Misil ücreti vermezse onu
kaldırması emredilir. Velevki vâkıfın veya nâzırlardan birinin izniyle yapılmış
olsun. Bu Hassâf'ın vakıflar bahsinde nakledilen ihtikâr olunmuş yer meselesine
racı dır.
Hassâf şöyle
demiştir: "Aslı vakıf olan bir dükkânın binası bir adama aid olursa ve bu adam
yerini ecri misil ile kiralamaya razı olmazsa ulemanın beyanına göre bakılır;
Eğer bina kaldirılmış olsa yeri bina sahibinin verdiği ücretten daha çok
getirecekse bina sahibine binayı kaldırması emredilir ve yeri başkasına icara
verilir. Aksi takdirde aynı ücretle bina sahibinin elinde
bırakılır."
"Bina sahibinin
elinde bırakılır ilh..." Sözü onun başkasından daha haklı olduğunu ifade
etmektedir. Zira onun vermekte olduğu para ecri misildir. Burada şöyle denilir:
Kiraya veren kimse onu evden çıkaramadığı gibi binayı yıkmasını da emredemez.
Çünkü binayı olduğu gibi bırakmakta vakıf icin zarar yoktur. Hem zararı ondan
def etmekle vakfe yardım da etmiş olur. Nitekim biz bunu vakıf bahsinde izah
ettik. Bundan dolayı CâmIu'l-FûsuIeyn ve diğer kitablarda şöyle denilmiştir:
"Kirayla tutan kimse vakfın yerine bina yapar veya ağaç dikerse, o yerde
oturmaya hak kazanmış olur. Buna kerdar derler ki, ecri misille o yeri elinde
tutmaya hakkı vardır."
Hayriyye'de şöyle
denilmektedir: "Ulemamızın açıkladıklarına göre kerdar sahibinin oturma hakkı
vardır. Kerdar oturma hakkıdır. Bundan murad çiftçi ve müste'cirin o yere bina
yapması, ağaç dikmesi veya vâkıfın yahut nâzırın izniyle toprağını düzeltmesi ve
bu sebeble elinde kalmasıdır."
şöyle de
denilebilir: Hava hakkı sahibinin vâkıfa verdiği paralar ve bunlarla vakfe bina
yapmak yeri toprakla düzeltmeye benzer. Böylece oturma hakkı onun olur. Ecri
mislini verirse elinden çıkarılmaz. Bunun bir benzeri de vakıf dükkânı tamir
etmek, nâzırının izniyle vakfa lâzım olan şeyleri yapmaktır. Mücerred dükkânın
elinde olması ve o dükkânı bu söylenenlerden hiç birini yapmadan uzun seneler
ücretle tutmuş olması muteber değildir. Kiraya veren icare müddeti bittikten
sonra o yeri onun elinden alıp başkasına kiraya verebilir. Nitekim biz bunu
"Tahriru'l-ibare..." adlı risâlemizde izah ettik. Vakıftaki neticesini de
söyledik. Bizim söylediğimize göre muteber olan hava hakkı sahibi ecri misille
kiralamışsa başkasından daha haklıdır. Hayriyye'nin vakıf bahsinde söylenen buna
yorumlanır.
Burada şöyle
denilmiştir: Mısır vakıflarıyla Rum vakıflarında ekseriyetle görülen dükkânlarda
ve daha başka şeylerde hava hakkına sahib olma meselesi tanınması gereken bir
hak mıdır? Meskenini alıp satmak câiz midir? Şeri bir hâkim buna hüküm verdiği
zaman başka bir hâkimi şeri'nin bozmaya hakkı yok mudur? Sonra cevap verirken
Eşbah'ın ve Vâkıât-ı Darîrî'nin ibârelerini bizim zikrettiğimiz ihtikâr edilen
yer meselesini, oturma hakkını ve meskeni satma meselesini zikretmiş ve şöyle
demiştir: "Ben derim ki: Bu cümleleri zikretmekten maksad kesin hüküm vermek
değil, hükümdeki hilâfın kalkmasına kesin bilgi edinmektir. Şartlarını hâiz ise
hüküm bir mâliki veya başkası tarafından verilsin sahih ve geçerlidir. Hilâf
ortadan kalkar. Bâhusus zaruret olan yerlerde hele de Kahire gibi meşhur
kasabalarda hilâf ortadan kalkar. Çünkü onlar bunu yapmaktadırlar. Kendileri
için bunda umumi bir fayda vardır. Bozulup yok edilmesi zararlarına olur. Çok
defa bunu yapmakla vakıflar çoğalır. Bîrî'nin yukarıda geçenfiilini görmüyor
musun? Benim duyduğuma göre krallardan biri bu gibi tamiratı tüccarın mallarıyla
yapmış, kendi malından bir dinar ve bir dirhem sarfetmemişlerdir. Peygamber
(S.A.V.) ümmetine hafifletilen şeyi severdi. Din kolaylıktır. Bunda dinen bir
mefsedet olmadığı gibi müslümanlara da bir utanç yoktur. Allahu a'lem. Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Para mukabilinde
hava hakkının sâbit olacağına ve bu parayı mütevelliye yahut mal sahibine
ödeyeceğine Allâme Abdurrahman imâdî fetva vermiş: "Öyle olunca dükkân sahibi o
kimseyi çıkaramaz ve zikri gecen meblağı vermedikçe başkasına da icara veremez.
Binaenaleyh müteehhirîn ulemanın ribadan kurtulmak için örf haline getirdikleri
vefalı satışa kıyasen zaruret icabı bunun câiz olduğuna fetva verilir."
demiştir.
Ben derim ki : Bu
dahi bizim söylediğimiz ecri misli verirse sözüyle kayıdlıdır. Aksi takdirde
verdiği paralar karşılığında o hânede oturması ribanın kendisi olur. Nitekim
ulema ödünç veren şahsa oturmak için bir ev yahut aldığı ödüncü bitirinceye
kadar binmek için bir hayvan veren kimse hakkında: "O hânenin veya hayvanın ecri
mislini vermesi lâzım gelir." demişlerdir. Şu da var ki mütevellinin aldığı
paralarla kendisi faydalanır. Hava parası misil ücreti lâzım gelmese hak
sahiblerinin hakları zayi olmak gerekir. Meğerki mütevelli aldığı parayı vakfın
tamirine sarfetmiş olsun. Kendisine misil ücretiyle kiralayacak da
bulunmamıştır. Halbuki tamir için tâzım olan meblağı vermiştir. O zaman
denilebilir ki, zaruretten dolayı misil ücreti vermeksizin oturması câizdir.
Böyle bir işe zamanımızda marsad denilir. Nitekim vakıf bahsinde
arzettik.
Şimdi misil
ücretini bilmenin yolu kalır. Burada şöyle demek gerekir: Biz hava parası alanın
vâkıf veya mütevelliye söylediğimiz şekilde ne verdiğine, bir de dükkanın
tamirine ve benzeri hususada ne harcadığına bakarız. Eğer halk bunların hepsini
hava parası isteyene vermeye rağbet gösterirler, bununla beraber dükkânı meselâ
yüz dirheme kirayla tutarlarsa misil ücreti bu yüz dirhemdir. Onun sabık hava
parası sahibine bu dükkânın ücreti meselâ on dirhemdir. Tamaile çok paralar
vermesine bakılmaz. Nitekim zamanımızda yapılan budur. Çünkü verdiği çok maldan
vakfa hiç bir fayda olmamıştır. Bilâkis vakfa sırf zarardır. Çünkü bundan
dükkânı ücretinden çok aşağı tutmak lâzım gelir. Dediğimiz gîbi sadece faydası
vakfa aid olana bakılır. Evet, âdet olmuştur ki hava parası hakkına sahip olan
şahıs dükkânı az ücretle kiraladığı vakit nâzıra bir kaç para verir. Buna hizmet
denilir. Hakikatte ise bu misil ücretini yahut daha aşağısını tamamlamadır. Kezâ
hava parası isteyen ölür yahut dükkânı başkasına bırakırsa, nazır mirâsçıdan
veya bırakılan şahıstan para alır. Buna da tasdik denilir ve bu da ücretten
sayılır. Nâzırın bu parayı vakıf yararına harcaması gerekir. Nitekim vakıf
bahsinde örfî gelirler bahsinde arzetmiştik.
METİN
Musannıfın
Muînü'l-Müftî adlı kitabında Valvalciyye'ye nisbet edilerek şöyle denilmiştir:
"Bir yerdeki imâre satılırsa bakılır: Bina yahut ağaç ise satış câizdir. Nadas,
su hendeği ve benzeri mal veya mal mânâsında olmayan bir şey ise satışı câiz
değildir."
Ben derim ki: Bu
şunu ifade eder: Tarlanın bakımını satmak câiz değildir. Onu rehin etmek dahi
aynı hükümdedir. Bundan dolayı şimdi bu satışı vazifelerde olduğu gibi feragat
saymışlardır. Bunu kaydetmelidir. Biz bunu vefa satışı bahsinde
anlatacağız.
İZAH
"Musannıfın
Muînü'l-Müftî adlı kitabında ilh..." Demek istiyor ki, vazgeçme hakkı mevcud bir
ayn olmadığı için satılması câiz değildir.
"Yahut ağaç ise
satış câizdir ilh..." Burada şârih Muînü'l-Müftî'de zikredilen bir kaydı terk
etmiştir. Kayıd "Onu bırakmayı şart koşmamışsa" sözüdür. Bunun bir misli de
Hâniyye'dedir. Yani bu satışı bozan bir şarttır, demek
istemiştir.
"Tarlanın bakımını
satmak câiz değildir ilh..." Çünkü bu yeri sürmek ve su hendegi kazmaktan
ibarettir. Bunun sultan emrine göre birtakım hükümleri vardır ki, Osmanlı
uleması onlarla fetva vermişlerdir. Bunlar için Tenkîhu'l-Fetâvâ el-Hamidiyye
adlı esere müracaat edilebilir.
"Bundan dolayı
ilh..." Yani tarlanın bakımı kıymeti hâiz bir mal olmadığı için onu satmak
mümkin değildir. Sahibi bedel karşılığında bu hakkı başkasına bırakmak isterse
ulema bunu vazifelerde olduğu gibi ayrılma yoluyla câiz görmüşlerdir. Biz müftî
Ebussûud'dan bunun cevazına fetva verdiğini nakletmiştik. Galiba şârih bunu
görmemiş olacak ki "bunu kaydetmelidir" diye tenbihde
bulunmuştur.
"Bunu vefa satışı
bahsinde anlatacağız ilh..." Yani kefalet bahsinden az önce demek istiyor. Fakat
orada söylediği vazifelerden vazgeçmek ve hava parası meselesidir. Tarla
bakımından bahsetmemiştir.
METİN
Satış bir sözle
dahi mün'akıd olur. Nitekim hâkimin ve vasînin satışı ve babanın çocuğu için
yaptığı alışveriş de böyledir. Çünkü onun şefakatı çok olduğundan sözü iki
tarafın sözü gibi sayılmıştır. Meselenin tamamı
Dürer'dedir.
İZAH
"Satış bir sözle
dahi mün'akid olur ilh..." Yani iki tarafın icab ve kabulüyla yahut iki tarafın
birbirlerine vermeleriyle mün'akid olduğu gibi bir sözle de mün'akid olur.
Zâhirine bakılırsa satış burada birbirlerine vermekle mün'akid
olmaz.
"Nitekim hâkimin
satışı da böyledir ilh..." Yani hâkim bir yetimin malını başka bir yetime
satarken veya satırı alırken hüküm budur. Fakat kendi nâmına satın alırsa câiz
olmaz. Çünkü hâkimin fiili bir hükümdür. Kendi nâmına hüküm vermesiyse bâtıldır.
Bunu Bahır sahibi Bedâyı'daki câizdir sözüyle Hizâne'deki câiz değildir
ifadesinin aralarını bularak izah etmiştir.
Ben derim ki:
"Bedâyı'dan naklettiği söz, meselelerde müctehid sayılan Fakîh Ebû Cafer Tahâvî,
Kâdî Ebu Cafer Üsturişnî ve başkaları gibi muteber ulemadan nakledilenlere
aykırıdır. Ahkâmussıgâr'da Kâdî Ebû Câfer'den naklen şöyle denilmiştir: "Hâkim
iki yetimden birinin malını diğerine satarsa, kezâ baba ve vasî bunu yaparsa
bilittifak câiz olmaz." Reşîdüddin de fetâvâsında şunu söylemiştir: İki küçüğün
mallarını birbirlerine satarken hâkim vasî gibidir. Baba böyle değildir. Tahâvî
şerhinin Hulâsa'sında dahi: "Vasî iki yetimin mallarını birbirlerine satamaz.
Ama fazla aldanmış olmamak şartıyla bunu baba'nın yapması câizdir." denilmiştir,
Bunu öğrendikten sonra anlarsın ki, onu burada babanın hükmüne katmanın mânâsı
yoktur. Vasî de böyledir. Çünkü muhayyerlik şartıyla onun da alışverişi câiz ise
de onun sözü iki ifade yerini tutmaz. Nitekim bu cihet Hâniyye, Bezzâziye ve
diğer kitablarda açıklanmıştır. Bu satırları İbni Abidin'in çömezi Abdülgânî
El-Gûleymî yazmıştır. Müellifin nüshasının kenarında böyle
bulunmuştur.
"Vasînin yaptığı
alış-veriş de böyledir ilh..." Yani vasî malûm şartıyle kendi malından yetim
için yahut yetimin malından kendisi için bir şey satın alırsa hüküm budur.
Zendüsti nazmında bunu "şayet hâkim tâyin etmediyse" diye kayıdlamıştır. Fetih.
Demek istiyor ki hâkimin vasîsi sırf vekildir. Vasî kendisi için alıp satmaya
selahiyaddar değildir. Hulâsa Malûm şartıyla sözünden muhayyerliği kasdetmiştir.
Muhayyerlik, yetimin malından vasî kendisi için satın alırsa on dirhem
kıymetinde bir mal onbeşe müsavi olmaktadır. Yetime satarken ise bunun
aksinedir. Bazıları on dirhemlikte iki dirhemle yetinilir demişlerdir. Ama
mutemed kavil birincisidir. Nitekim biz onu satış bahsinde
arzetmiştik.
"Ve babanın çocuğu
için yaptığı alış-veriş de böyledir ilh..." Ama burada muhayyerlik şart
değildir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. İki tarafın akdini üzerine aldığı
vakit Bahır sahibi şunu ziyade etmiştir: "Köle efendisinden onun emriyle satın
aldığında ve iki taraftan elçi olan da böyledir. Vekil bunların hilâfınadır."
Dürer sahibi şunu da ziyade etmiş:"Kezâ şunu sana bir dirheme sattım dedikten
sonra müşteri malı alır ve bir şey söylemezse satış mün'akid olur." Azmıyye'de:
"Zâhire bakılırsa bu birbirlerine vermekle yapılan satış kabîlindendir."
denilmiştir. Ama söz götürür. Çünkü birbirlerine vermek suretiyle yapılan
satışda icab yoktur. Fiyatı bildikten sonra onda sadece almak vardır. Nitekim
Fetih'den naklen arz etmiştik. Yine Fetih'den naklen demiştik ki: "Kabul söz ve
fiille olur. Teslim almak kabuldür." O zaman birinin akidde yalnız kalması
yoktur.
"Onun şefakati çok
olduğundan ilh..." Sözünden murad babadır. Babanın vasîsi de baba yerini tutar.
Binaenaleyh baba hükmündedir. Onun için şârih vasîden bahsetmemiştir. Hâkim de
öyledir.
"Tamamı Dürer'dedir
ilh..." Dürer'de şârihin ibâresi zikredildikten sonra şöyle denilmiştir: "Kabule
muhtaç değildir. O kendisi hakkında asil, çocuğu hakkında naiptir, Hatta çocuk
bülûğa ererse mesûliyet babasına değil kendisine aid olur. Çocuğunun malını
ecnebî birine satması çocuğun ondan sonra bülûğa ermesi bunun hilâfınadır.
Burada mesuliyet babasına aiddir. Satın aldığı surette malın kıymeti babaya
lâzım gelince hâkim küçük için mal teslim almaya bir vekil tâyin etmedikçe baba
borçtan kurtulmuş olmaz. Hakimin tâyin ettiği vekil malı teslim alıp çocuğun
babasına emânet olarak verir."
METİN
Satıcı veya
müşteriden biri o mecliste icab yaparsa diğeri ya fiyatın tamamıyla satılan
malın tamamını kabul eder; yahut bir pazarlığı ayırmak lâzım gelmemek için
kabulü terkeder.
İZAH
"Tamamını kabul
eder ilh..." Yani icabı yapan taraf sözünde durduğu müddetçe aynı mecliste kabul
ile terk arasında muhayyerdir. Ama kabulden önce icabtan dönerse bâtıl olur.
Nitekim gelecektir. Kabulün de meclisde olması ve icaba muvafık düşmesi mutlaka
lâzımdır. Nitekim pazarlığı ayırmak lâzım gelmemek için kabulü terkeder diyerek
şârih buna tenbih etmiştir. Kabul icabı yapan tarafın hayatında olmalıdır. Ondan
önce ölürse bâtıl olur. Bahır sahibinin anladığına göre bu yalnız bir meselede
müstesnadır. Ama Nehir sahibi onun sözünü reddederek istisna bulunmadığını
söylemiştir. Nehir'e müracaat edebilirsin. Kabulün muhatap icabı reddetmeden ve
satılan mal değişmeden yapılması dahi lâzımdır. icabtan sonra cariyenin eli
kesilir de satıcı diyetini alırsa, müşterinin kabulü sahih olmaz. Nitekim
Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bahır Zâhire göre diyetini alırsa sözü tesadüfî bir
kayıddır. Nehir.
Ben derim ki:
Tatarhâniyye'nîn "elin diyetini satıcıya versin vermesin" demesi de bunu te'yîd
eder.
"O meclisde"
diyoruz; çünkü satıcı kabulden önce bir hâcetten dolayı birisiyle konuşursa
satış bâtıl olur. Bahır. Meclisten murad vazgeçtiğini gösteren bir şey
bulunmamak ve bozacak bir şeyle meşgul olmamaktır. Velevki vazgeçmek için
olmasın. Bunu Nehir sahibi söylemiştir. öyle bir şey olursa meclis bir olsa bile
satış bâtıldır. T.
"Diğeri ya fiyatın
tamamiyle satılan malın tamamını kabul eder"
Sözü icabın kabule
uygun düşmesinin şart olduğunu beyan içindir. Müşteri satıcının icabını olduğu
gibi kabul edecektir. Muhalefet eder ve mesela icab yaptığı maldan başkasını
veya icab yaptığının bir kısmını yahut icabsız olarak bütününü veya bir kısmını
kabul ederse satış mün'akıd olmaz. Akdin şartlarında arzettiğimiz vecihle bundan
yalnız şüf'a müstesnadır. icabı müşteri yapar da satıcı fiyatından daha aza
kabul ederse yine müstesna olmak üzere sahihtir. Bu fiyat kırmak olur. Yahut
icabı satıcı yapar da müşteri fiyatından fazlaya kabul ederse yine sahih olur.
Bu da fiyatı arttırmak sayılır. Onu mecliste kabul ettiyse vermesi tâzım gelir.
Bunu Bahır sahibi söylemiş ve îcabtan sonra kabulden önce fiyatıbağışlamanın
icabı bozacağını bildirmiştir. Bazıları bozmayacağını ve bunun ibra
sayılacağını, müşterinin fiyattan bahsetmemesi satışı bozacağını
söylemişlerdir.
"Pazarlığı ayırmak
lâzım gelmemek için" Cümlesindeki pazarlıktan murad satışda iki tarafın ellerini
birbirine vurmalarıdır. Sonra bizzat akde isim olmuştur. Bahır sahibi diyor ki:
"Pazarlığın birden veya ayrı olmasını icab eden şey mutlaka bilinmelidir.
Ulemanın söylediklerinin hâsılı şudur: icabı yapan bir; Muhatap ise müteaddid
olursa birinin kabulüyle pazarlığı ayırmak caiz değildir. İcabı yapan tarafın
satıcı veya müşteri olması farketmez. Bunun aksine olursa birisinin hissesinde
kabul câiz değildir. İcabla kabul bir olurlarsa muhatabın malın bir kısmını
kabul etmesi câiz olmaz. Şu halde üç halde pazarlığı ayırmak mutlak surette
sahih değildir. Çünkü hepsinde pazarlık birdir. Kezâ akdi yapan iki taraf bir
olur da mal müteaddid bulunursa meselâ, iki tane mislî hakkında icab yapar veya
bunların biri kıyemî biri mislî olursa, birisinde kabul ile pazarIığı ayırmak
câiz olmaz. Meğerki bir kısmında kabul ettikten sonra diğeri buna razı olsun; ve
satılan şey cüzlerine taksimi mümkün olmayan bir köle yahut ölçek ve tartıyla
satılan bir şey olsun. Bu takdirde kabul icab ve razı olması kabul sayılır.
Birinci icab bâtıl olur. Satılan şey iki elbîse veya iki köle gibi kıymetten
başka bir suretle taksimi kabul etmeyen şeylerdense caiz değildir. Her birinin
fiyatını beyan ederse iki şeyden hali değildir. Ya satış sözünü tekrarlar ki bu
takdirde iki pazarlık olmasına ittifak etmiş sayılırlar. Birisi hakkındaki
pazârlığı kabul ederse sahih olur. Meselâ, şu iki köleyi sana sattım, şunu bin
dirheme sattım, bunu da bin dirheme sattım; der yahut satış sözünü tekrarlamaz
da fiyatı ayırır. Hidâye'nin zâhirine bakılırsa bu pazarlık müteaddiddîr.
Bazıları buna kâil olmuş, diğer bazıları câiz olmadığını söylemişler, satıcının
sattım sözünü tekrarladığına yorumlamışlardır. Bazıları teaddüd için tekrarın
şart koşulması istihsandır; demişlerdir ki imamı Azam'ın kavli de budur.
Tekrarın şart olmaması kıyasdır. İmameyn'in kavli de budur. Fetih sahibi bunu
tercih ederek şöyle demiştir: Bunun vechi mücerred fiyatı ayırmakla yetînmektir.
Zira zâhire göre bunun faydası yalnız bunu kasdetmiş olmasıdır. Meselâ.
hangisini istersen diye satar; aksi takdirde eğer maksadı toptan satmak ise her
ikisinin fiyatını tâyinde bir fayda kalmaz. Bilmiş ol ki fiyatı ayrı söylemek
iki akiddir. diyenlerce ancak kıymet itibariyle fiyat ikisine taksim edildiği
zamandır. Cüz itibariyle her ikisi de taksimi kabul ederse meselâ, bir cinsten
iki yığın buğday satarsa ayrı ayrı söylemesi satışı iki akid hükmüne getirmez.
Çünkü ayrı ayrı söylemeden dahi taksim mümkündür." Binaenaleyh ayrı söylemek
muteber değildir. Nitekim musannıfın Mecma şerhinde böyle denilmiştir. Bu güzel
bir kayıddır." Bahır'ın sözü burada sona erer. Tamamı
Bahır'dadır.
METİN
Meğerki icab ve
kabulü tekrarlasın; yahut diğer razı olsun ve fiyat kile ve tartıyla satılan
şeylerde olduğu gibi o mala cüzleri itibariyle taksimi kabul etsin. Aksi
takdirde satış câiz olmaz. Velevki diğeri razı olsun. Çünkü hisseyle satış
iptidaen câiz değildir. Nitekim bunu Vânî kaydetmiştir. Yahut her birinin
fiyatını ayrı beyan ederse meselâ, onları Velevki Ebû Yusuf'la Muhammed'e göre
sattım sözünü tekrarlamamış olsun. Muhtar olan kavil budur. Nitekim
Şürunbulâliyye'de Bürhan'dan naklen beyan edilmiştir. Kabul etmedikçe icabı
yapan taraf sözünden dönerse veya iki taraftan biri meclisinden kalkarsa, racih
kavle göre yürümese bile icab bâtıl olur. Nehir ve İbni Kemâl. Çünkü bu muhayyer
bırakılan, kadının muhayyerlik meclisi gibidir. Sair temlîkler de böyledir.
Fetih.
İZAH
"Meğerki icab ve
kabulü tekrarlasın ilh..." Meselâ, kileyle satılan şu malın yarısını satın
aldım; desin de diğer taraf da kabul etsin. Bu yeni bir satış olur. Çünkü her
iki rüknü mevcuddur. İlk satış bâtıl olur.
"Yahut diğeri razı
olsun ilh..." Yani icabı tekrarlamadan razı olsun;bu takdirde kabul icab olur,
ötekinin razı olması da kabul sayılır. Nitekim yukarıda
geçti.
"Kile ve tartıyla
satılan şeylerde olduğu gibi cüzleri itibariyle taksimi kabul etsin ilh..."
Bunun sahih olması şundandır: Fiyat cüzleri itibariyle her ikisine taksimi kabul
edince her parçanın hissesi malûm olur.
"Aksi takdirde
satış câiz olmaz ilh..." Yani bu şekilde fiyat her ikisine taksimi kabul etmez
de kıymeti itibariyle taksimi kabul ederse -nitekim satılan mal iki köle veya
iki elbise olursa böyledir- birisini kabulle satış sahih olmaz. Velevki diğer
taraf razı olsun. Çünkü hisse satan birinin fiyatı belli
değildir.
"Hisseyle satış
iptidaen câiz değildir ilh..." Bu şöyle olur: Satıcı sana şu köleyi iki kölenin
kıymeti olan bin dirhemden hissesine düşen ile sattım, der. Bu satış bâtıldır.
Çünkü satış vaktinde kıymet belli değildir. Telvîh'in eammı tahsis faslında
böyle denilmiştir. Azmiyye. İptidaen sözüyle hisseli satışda satışa ârız olan
ârıza hariç kalmıştır. Meselâ bir hânenin bütününü satar da sonra bir kısmında
hak iddia eden biri çıkar ve müşteri kalanına razı olursa satış sahihtir. Çünkü
hisseyle satışa bu hal sonu itibariyle arız olmuştur. Biliyorsun ki câiz
olmamanın yeri fiyatı ve satış sözünü tekrarlamadığı yahut sadece fiyatı tafsil
ettiği zamandır. Nitekim Hidâye sahibi buna kâil olmuştur.
T.
"Bunu Vânî
kaydetmiştir ilh..." Vânî burada bir şey kaydetmemiştir.T.
"Kabul ederse
ilh..." Yani satılan mal iki köle ve iki elbise gibi kıymet itibariyle taksimi
kabul eden şeylerdense demek istiyor.
"Velevki sattım
sözünü tekrarlamamış olsun ilh..." Çünkü sırf fiyatı ayrı söylemekle pazarlık
müteaddid olur. Nitekim Hidâye'nin ibâresinden zâhirolan da
budur.
"İcab bâtıl olur
ilh..." Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hâsılı îcab ondan vazgeçtiğini bildiren
bir şeyle, iki taraftan birinin dönmesiyle veya ölmesiyle bâtıl olur. Onun için
de kabul muhayyerliği mirâs olarak intikâl etmez, dedik. Eli kesilmekle, şıranın
sirke olmasıyla, doğum sebebiyle malın artması veya helâk olması sebebiyle
satılan mal değişir. Semavî bir afetle gözü çıktıktan sonra yahut satılan köleye
bir bağışta bulunulduktan sonra olursa bunun hilâfınadır. Nitekim Muhît'ta
bildirilmiştir. Yukarıda arzetmiştik ki, kabulden önce malın kıymetini
bağışlamak satışı ibtal eder. Şu halde satışı bozan şeylerin aslı yedidir. Bu
bellenmelidir."
"Yürümese bile icab
bâtıl olur ilh..." Bazıları yerinde durdukça bâtıl olmaz demişlerdir. Bahır.
Ayağa kalkmakla îcab bâtıl olur. Velevki vazgeçmek için değil de bir maslahattan
dolayı olsun. Nitekim Kınye'de böyle denilmiştir.
Nehir sahibi diyor
ki: "Meclisin değişmesi vazgeçtiğine delâlet eden bir şeyin arız olmasıyla
meselâ, bir şey yemek gibi başka bir işle iştigâl etmekle olur. Meğerki yediği
şey bir lokma olsun. Su içmek de öyledir. Meğerki su kabı elinde bulunsun. Uyku
da meclisi değiştirir. Meğerki ikisi de oturur halde bulunsunlar. Namaz kılmak
da öyledir. Meğerki farzı yahut nafilede cilt rekâtı tamamlasın. Konuşmak hacet
için dahi olsa meclisi bozar. Zahir rivâyete göre yürümek mutlak surette bozar.
Hatta iki taraf yürürken, vasıta üzerinde giderken velevki ikisi de bir hayvanın
üzerinde bulunsunlar, satış sahih değildir. Tahâvî gibi bir çok ulema yürürken
hemen arkadaşının sözüne bitişik olarak cevap verirse câiz olur, demişlerdir.
Muhît sahibi bunun sahih olduğunu söylemiştir. Hulâsa'da ise: "Bir veya iki adım
yürüdükten sonra kabul ederse câiz olur." denilmiştir. Mecmauttefârîk sahibi:
"Biz bununla amel ederiz." demiştir. Müctebâ'da beyan edildiğine göre bir
sayılan meclis: Akdi yapan iki taraftan birinin meclisin akdedildiği şeyden
başka bir şeyle meşgul olmaması yahut vazgeçtiğini bildiren bir harekette
bulunmamasıdır. Gemi ev gibidir. Binaenaleyh onun yüzmesiyle meclis bozulmaz.
Çünkü akdi yapan taraflar onu durdurmaya kâdir olamazlar." Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır. Cevhere'de: "Ayakta bulunur da oturursa meclis
bozulmaz." denilmiştir. Bahır. Kezâ akdi yapanlar oturarak uyurlarsa hüküm yine
budur. Fakat ikisi de yahut ikisinden biri uzanarak yatarsa bozulur.
Fetih.
"Muhayyer bırakılan
kadının muhayyerlik meclisi gibidir ilh..." mu_
hayyer bırakılan
kadından murad kocası talâkı kadına bırakarak ona "kendini tercih et" demesidir.
Barhır'da EIHâvi'l-Kudsî'den naklen : "Satış meclisi muhayyerenin serbestîsinin
bozulduğu şeyle bozulur." denilmiştir. Bu söz daha güzeldir. Çünkü muhayyerenin
serbestîsi hassaten bulunduğu meclise münhasırdır. Kocasının meclisine bağlı
değildir. Satış bunun hılâfınadır. Çünkü o her iki tarafın meclisine
münhasırdır. Nitekim Gâyetü'l-Beyan'dan naklen Bahır'da böyle
denilmiştir.
"Sair temlîkler de
böyledir. Fetih." Fetih'de muhayyerenin serbestîsinden başka bir şey
zikredilmemiştir. Bahır sahibi diyor ki: "Satış ile kayıdlaması şundandır: Çünkü
hul ve mal mukabili köle âzâdında kocanın ve köle sahibinin ayağa kalkmasıyla
icab bozulmaz. Çünkü o bir yemindir. Ama kadının ve kölenin ayağa kalkmasıyla
bozulur. Zira onlar hakkında mal mukabili yapılan bir akiddir. Nitekim Nihaye'de
beyan edilmiştir.
METİN
İcabla kabul
bulununca satış muhayyerlik olmaksızın yürürlüğe girer. Ancak bir kusurdan veya
görmeden dolayı muhayyerlik müstesnadır. İmam Şâfiî buna muhâliftir. Fakat onun
hadîsi sözlerin ayrıldığı mânâsına yorumlanmıştır. Zira haller üçtür. Biri iki
tarafın sözlerinden önce, biri iki tarafın sözlerinden sonra, biri de iki
taraftan birinin sözünden sonradır. Birinci halde onlara alış-verişçiler demek
evliyet alakasıyla mecazdır. ikinci halde kevniyet alakasıyla mecazdır.
Üçüncüdeyse hakikattır ve ona yorumlanır.
İZAH
"İmam Şâfiî buna
muhâliftir ilh..." Bu meselede İmam Ahmed Şâfiî ile, imam Mâlik ise bizimle
beraberdir. Nitekim Fetih'de beyan edilmiştir.
"Onun hadisi"
Şâfiî'nin yahut muhayyerliğin hadisi demektir. Bu hadîsin bir çok rivâyetleri
vardır. Nitekim bunlar Fetih'de belirtilmiştir. Onlardan biri de Buhârî'deki
ibni ömer (R.A.) rivayetidir. Bu rivâyette:"Alış-verişçilere birbirlerinden
ayrılmadıkça muhayyerdirler." buyurulmaktadır. Yani satış muhayyerdir, demektir.
T.
"Sözlerin ayrılığı
mânâsına yorumlanmıştır ilh..." Bundan murad icabdan sonra diğerinin satın
almıyorum demesi yahut icabı yapan tarafın kabulden önce dönmesidir. Ayrılmak
insanlara isnad sözlerinin ayrılması murad olunmak hem şeriatta hem de örfde
çoktur. Teâlâ Hazretleri : "Kendilerine kitap verilenler ancak onlara beyyine
geldikten sonra ayrıldılar." buyurmuş, Peygamber (S.A.V.) dahi: "İsrail oğulları
yetmişiki fırkaya ayrılmışlardır. Benim ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacak."
buyurmuştur. Fetih.
"Zira haller üçtür
ilh..." Çünkü iki taraf satış işiyle hakikaten meşgul olurlarsa aralarında satış
tamam olur biter; çünkü bu mecazdır. Onunla meşgul olur, yani pazarlık
halindeyseler biri icab yapınca diğerinin kabulünden önce bunlara
alış-verişçiler denilebilir ve murad bu olur. Kabul muhayyerliği de budur. Bu
yorumu İbrâhim Nehaî (R.) yapmıştır. Bu da mecazdır denilemez; çünkü diğerinin
kabulünden önce sâbit olan bir satıcıdır. İki satıcı değildir. Çünkü biz: "Bu
sözün mânâsından bir cüz'e hakikat denilebilen yerlerdendir." diyoruz. Bir de
biz "Zeyd ile Amr orada alış-veriş ediyorlar" diyenin sözünden hemen zihne
gelmesi vechiyle anlıyoruz ki, onlar satış işiyle ikisi de razı olarak
meşguldürler. O halde bu hakiki mânâ oluversin! Hakikata yormak teayyün
etmiştir. Binaenaleyh hadîs : "İki taraf bir fiyat üzerinde anlaşırlar da sonra
biri îcab yaparsa hiç kabul lâzım gelmemek şartıyla satış yürürlüğe girer. Çünkü
önceden anlaşmışlardır." şeklinde anlaşılmasının önüne geçmek içindir. Şu da var
ki, naklî ve aklî deliller mezhebimizi te'yid etmektedir.
Naklî delil Teâlâ
Hazretlerinin : "Ey imân edenler, akidleri ifa edin!" âyet-i kerîmesidir. Bu
muhayyer bırakmadan önce bir akiddir Teâlâ Hazretlerinin : "Mallarınızı aranızda
bâtılla yemeyin! Meğerki sizin tarafınızdan bir ticaret anlaşması olsun."
âyetiyse icab ve kabulden sonra muhayyerliğe bağlı olmaksızın anlaşarak yapılan
ticarete sadıktır Şu halde Allah Teâlâ müşterinin muhayyer bırakılmadan önce
yemesini mubah kıldı demektir. "Alış-veriş yaptığınız zaman şâhid çağırın!"
âyet-i kerîmesi ile şahidden faydalanmayı emrediyor; tâ ki inkâr vaki olmasın.
İcab ve kabulden sonra ve muhayyerlikten önce o muameleye alış-veriş
denilebilir. Daha önce muhayyerlik ve geçersizlik sâbit olsa bu âyetleri mânâsız
bırakmak lâzım gelir.
Aklî delile
gelince: Bu iş nikah, hul, köle âzâdı ve köleyi mükâteb yapmaya kıyas olunur. Bu
saydıklarımızın her biri bedel mukabilinde bir akid olup meclis muhayyerliği
olmaksızın sırf rizaya delâlet eden sözle tamam olurlar. Satış da öyledir.
Tamamı Minah ile Fetih'dedir. T.
"Evliyet alâkasıyla
mecazdır ilh..." Bundan murad bir şeyi varacağı netice ve âkıbetle anmaktır. T.
"Kendimi şarap sıkarken gördüm." âyet-i kerîmesi bu kabîldendir. Sıkılan şıra
sonunda şarap olacağı için üzüm sıkmaya şarap denilmiştir.
"Kevniyet
alâkasıyla mecazdır ilh..." Bundan murad bir şeyi önceden bulunduğu halle
anmaktır. "Yetimlere mallarını verin!" âyet-i kerîmesi bu kabîldendir.
Yetimlerin malları ancak yetimlikten çıktıktan sonra verilir. Fakat bunlar
evvelce yetim bulundukları için şimdi de kendilerine yetim
denivermiştir.
METİN
Satış tamam olmak
için satılan malın mikdarını, fiyatını, fiyatın sıfatını -meselâ Mısırlı yahut
Şamlı olduğunu- işaret etmeden bilmek şart kılınmıştır.
İZAH
"Satılan malın
mikdarını ve fiyatını ilh..." Meselâ, bir ölçek buğday ve beş dirhem para yahut
bir kaç ölçek buğday diye bilmek şarttır. Mikdarı bilinmeyen mal bundan
hariçtir. Bundan murad malın fahiş bir şekilde bilinmemesidir. Böyle bir satış
sahih olmaz. Fahiş şekilde diye kayıdlamamız ulemanın şu sözlerinden dolayıdır:
"Satıcı bu köyde veya bu hânede ne varsa hepsini satar da müşteri orada ne
olduğunu bilmez satış sahih olmaz. Çünkü meçhûl kalan cihet çok fazladır. Ama şu
odadaki veya şu sandıktaki, şu çuvallardaki malların hepsini sattım, derse satış
sahih olur. Zira bilinmeyen ciheti azdır.
Kınye sahibi şöyle
demektedir: