ABDESTİN SÜNNETLERİ
M ET İ N:
Başlıktan anlaşılıyor ki abdestin ve guslün
vâcipleri yoktur. Çünkü olsa evvelâ onları beyan ederdi.
Musannıf, sünnet kelimesini cemi' olarak
kullanmıştır.
Çünkü her sünnetin ayrı bir delili, ayrı bir hükmü
vardır.
Sünnetin hükmü: Fiilinden dolayı ecir ve sevap
verilmek, terkinden dolayı muaheze olunmaktır. Fukaha çok defa sünneti hükümle
tarif ederler. Çünkü onların maksadları hükümdür. Şumunnî sünneti: «Peygamber
(S.a.v.) in kavli veya fiili ile sâbit olup vâcip ve müstehap olmayan şeydir»
diye tarif etmiştir. Lakin bu tarif sünnetin mutlak tarifir.
Sünneti müekkede şart: Peygamber (s.a.v.) in bazen
velev hükmen olsun terk etmekle beraber devam buyurmuş olmasıdır. Lâkin
şartların hal» tariflerde zikredilmemektir. Şumunnî'nin bu tarifine «el-Bahr»
nâm eserde mubahla itiraz edilmiştir. Şuna binaen ki, muhtar kavle göre eşyada
asıl olan tevakkıftır. Ancak fukaha çok defa eşyada asıl ibâhadır, derler. Tarif
de buna göre yapılmıştır.
İZAH
Malumun olsun ki, meşru hükümler dört kısımdır:
Farz, vâcip, sünnet ve nafile. Fiili terkinden evlâ olup, terki men edilen bir
şey, kat'î delil ile sübût bulmuşsa farz, zannî delil ile sâbit olmuşsa
vâciptir.
Terki men edilmeyen bir fiil, Peygamber (s.a.v.)
in veya ondan sonra gelen Hulefâ-i Raşidin'in devam buyurdukları bir şey ise
sünnet, değilse mendûb ve nafiledir.
Sünnet, biri sünnet-i hüdâ, diğeri sünnet-i zevaid
olmak üzere iki kısımdır.
Sünnet-i hüdânın terki isâet ve kerâhet icap eder.
Cemaat, ezan, ikamet ve emsâli bunlardandır.
Sünnet-i zevaidin terki isâet ve kerahet icap
etmez. Peygamber (s.a.v.) in giyiminde, oturmasında, kalkmasında takip buyurduğu
hatt-ı harekettir.
Nafile ki, mendûp de ondandır. İstenirse sevâp,
terkedilirse günâh olmayan şeye denir. Bazıları bunun sünen-i zevaidden daha
aşağı olduğunu söylerler. Fakat buna şöyle bir itiraz varid olur: Nâfile,
ibadetlerdendir. Sünnet-i zevaid ise âdetler kabilindendir. Bir kimse nâfile
hac, ayakkabı giyerken, taranırken, sağdan başlamaktan daha aşağıdır, diyebilir
mi?
Allâme İbn Kemâl bu meseleyi böyle tahkik
etmiştir.
Ben derim ki: Nâfile ile sünen-i zevâid arasında
hüküm itibariyle bir fark yoktur, çünkü bunlardan birini terketmek mekrûh
değildir. Fark ancak nafilenin ibadetlerden, sünen-i zevaidin ise âdetlerden
olmasındadır. Lâkin buna da şöyle itiraz edilmiştir: İbadetle âdet arasında fark
ihlâs ve samimiyet ifade eden niyettir. Nitekim «Kâfî» ve diğer kitaplarda da
böyle beyan edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) in bütün fiilleri yerinde beyan
edildiği vecihle niyete şâmildir.
Ben derim ki: Ulema sünen-i zevâide Peygamber
(s.a.v.) in kıraatı, rükû' ve secdeyi uzatması ile misal vermişlerdir. Şüphesiz
ki bunlar ibadettir. Şu halde süneni zevaidin âdet olmasının mânâsı; Peygamber
(s.a.v.) in ona çok devam etmesi ve âdet haline getirmesi, onu ancak bazı
zamanlardabırakmış olmasıdır. Çünkü sünnet, dinde tutulan yoldur. Sünnet
haddizatında bir ibadettir. Buna âdet denilmesi arzettiğimiz sebepten dolayıdır.
Dinin şeâirinden ve mükemmilâtından olmadığı için
onu sünnet-i zevâid denilmiştir. Sünnet-i hüdâ böyle değildir.
Ondan murad; vâcibe yakın sünnet-i müekkedelerdir
ki terk edenler dalâlete nisbet edilir. Çünkü onu terketmek dinle alay sayılır.
Nâfilede böyle değildir. Çünkü ulemanın beyanına
göre nafile bize farz. vâcip ve her iki nevi ile sünnet üzerine ziyade olarak
meşru kılınan şeydir ki, bundan dolayı onu ulema dördüncü kısım saymışlardır.
Mendûbu da, müstehâbı da ona katmışlardır.
Müstehap; «Tahrir» de beyan edildiğine göre
kendine mahsus nedip delili bulunan şeydir.
Nafile; umumî veya hususî olarak mendûp delili
bulunup Peygamber (s.a.v.) in devam buyurmadığı şeydir. Onun içindir ki sünnet-i
zevaidden derece itibariyla aşağıdır. Bunu «Tenkih» sahibi beyan etmiştir. Bazen
nafile tâbiri revatip denilen beş vaktin sünnetlerine de ıtlak edilir.
Ulemanın vitir ve nevâfil bâbı demeleri ve hacca
nafile ismini vermeleri bu. kabildendir. Çünkü nâfile, ziyade demektir. Bundan
murad farz üzerine yapılan ziyadedir. Halbuki o dinin umumî şeâirindendir.
Şüphe-siz ki nafile abdest alırken elleri üç defa yıkamaktan, namaza girerken
elleri kaldırmaktan efdaldir. Halbuki bu iki şey müekked sünnetlerdendir. Bu
suretle söylediğimizin doğru olduğu anlaşılmış olur. Ve bununla İbn Kemâl'in
yaptığı itiraz mündefi olur. Bu makamın tahkikini ganimet bilmelisin! Çünkü bu
kitaptan başka hiçbir yerde bulamazsın. Allahu âlem...
Şârihin «Çünkü her sünnet delil ve hükümde
müstakildir» sözünü İbn Kemâl şöyle izah ediyor: Delil olma hususu «Hidâye» ve
diğer mufassal kitapları okuyanlarca malûmdur.
Hükmüne gelince: sünneti işleyip işlememenin sevap
ve ikâbı onun her fiiline ayrı ayrı terettüp eder.
Bir tek yahut birkaç sünnetin bir arada olmasının
farkı yoktur.
Farz böyle değildir. Çünkü abdestin farzı üç uzvu
yıkamakla başa meshetmenin mecmuundan ibarettir. Yoksa bunların her biri
müstakil bir farz olup da her birinin üzerine ayrı ayrı hüküm terettüp edecek
değildir. İşte bu sebebden dolayı «Musannıf» farz hakkında müfred sigası
kullanmıştır. Sünneti terkeden tekdir ve mûaheze olunur. Yoksa «Bahr» ve «Nehir»
nâm eserlerin beyan ettiği gibi ikab görmez. Lâkin «Telvih»'de beyan edildiğine
göre sünnet-i müekkedeyi terketmek harama yakındır. Şefaattan mahrum kalmayı
gerektirir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Her kim benim sünnetimi terkederse
şefaatime nail olmaz» buyurmuştur. «et-Tahrir» nâm eserde; «Sünneti terk eden
dalâlete nisbet edilmeyi melamet ve zemmi hak eder» deniliyor.
Terk etmekten murad; özürü yok iken ısrar üzere
işlememeye devam etmektir. Nitekim İbn Emîr Hâcc'ın «Tahrir» şerhinde de böyle
denilmektedir. Bunu şu da te'yid eder: Az ileride abdestin sünnetleri bahsinde
görüleceği vecihle bir kimse abdest uzuvlarını bir defa yıkamakla iktifa ederse
bunu âdet ittihaz ettiği takdirde günahkâr olur. Âdet edinmezse günahkâr olmaz.
«el-Bahr» nâm eserde namazın sıfatı bahsinde şöyle
deniliyor: Ehl-i mezhebin sözlerinden anlaşılıyor ki günah vacibin yahut sahih
kavle göre sünnet-i müekkedenin terkedilmesine bağlıdır. Zira beş vaktin
sünnetlerini terk eden kimse hakkında ulemadan bazıları günahkâr değillerdir,
demişlerse de, sahih olan günahkâr olmasıdır. Bunu, «Fethü'l-Kadîr» sahibi beyan
etmiştir. Bir de ulema, cemaati terkeden kimsenin günahkâr olduğunu sarahaten
beyan etmişlerdir. Halbuki cemaat, sahih kavle göre sünneti müekkededir.
Bunların emsalinde de hal böyledir. Şüphesiz günah kelimesi teşkikle yani şübhe
verecek şekilde söylenmiştir.
Günahın bazısı bazısından daha şiddetlidir.
Meselâ; sünnet-i müekkedeyi terkedenin günahı vacibi terkedenin günahından daha
hatiftir.
Bunu Ebu'l-Yüsr'e nisbet edilen şu söz te'yit
etmektedir:
Sünnetin hükmü onu tahsile teşvik etmek, terkinden
dolayı da biraz günahkâr olmakla beraber zemle muaheze olunmaktır. Hükmen
terketmek, bir kimsenin bir şeyi yapmadığını görüp de red ve muahezede
bulunmamaktır. Çünkü bu da hakikaten terketmek mesabesindedir. Buna misal
Peygamber (s.a.v.) in itikâfıdır. Kendisi Ramazan-ı şerifin yirmisinden sonra
itikâfa girmiş ve buna devam buyurmuştur. Onun her sene devamı itikâfın vâcip
olmasını iktiza ederdi. Lâkin itikâf etmeyenlere itirazda bulunmayınca onun bu
hali hakikaten terk mesabesinde tutuldu.
Sünnet-i müekkedede devam şarttır. Velev hükmen
olsun. Bu kayıdla teravih namazı sünnet-i müekkedeye dahil olur. Peygamber
(s.a.v.) terâvihe çıkmadığının sebebini beyan etmiştir. Bu sebep bize farz
olacağından endişe buyurmasıdır. Bunun ifade ettiği mânâ şudur ki, terk
etmeksizin devam vücup İfade eder. «el-Bahr» nam eserde şöyle deniliyor:
«Hidaye'-nin ifadesi buna muhaliftir.Çünkü Hidâye sahibi mazmaza ve istinşakın
sünnet olduğuna istidlâl ederken. Peygamber (s.a.v.) bunları devam üzere
yapmıştır, demiştir».
Acizlerinin anladığım şudur ki: Sünnet, Peygamber
(s.a.v.) in devam buyurduğu fiildir. Lâkin bırakmadan devam ettiyse bu o fiilin
sünneti müekkede olduğuna, bazen bırakarak devam ettiyse gayri müekkede olduğuna
delildir. Devam etmekle beraber o fiili yapmayanları muaheze buyurduysa bu da o
fiilin vâcip olduğuna delildir.
«en-Nehir» sahibi diyor ki: «Bu mesele o fiilin
Peygamber (s.a.v.) e mahsus olmaması ile kayıdlanmalıdır. Kuşluk namazı gibi
vücubu ona mahsus fiillerden olursa yapmayanı muaheze buyurmaması terketmek
mesabesinde tutulamaz. Terkin dahi özürsüz olmakla kayıdlanması lâzımdır. Tâ ki
özürden dolayı terkedilen bundan hariç kalsın. Çünkü özürden dolayı farz bir
namazı terketmek terk sayılmaz».
Şumunni'nin tarifine yapılan itirazın hâsılı
şudur: Senin tarifin efradını cami' ağyarını mâni' değildir. Çünkü eşyada asıl
tevakkuf olunca ki, bunun mânâsı hükmün mubah mı haram mı olduğunu bilemeyerek
çekimser kalmak demektir. Mubahın mubah olduğu da ancak Peygamber (s.a.v.) in
kavli veya fiili ile bilinir. Binaenaleyh sünnetin tarifine mubah da girer.
Meğer ki tarife mubah daolmayan kaydı ziyade edile.
Tahtavî: «Eşyada asıl, hazır yani haram olmaktır,
denildiği takdirde dahi mubahla itiraz variddir» demiştir.
Ben derim ki: Kemâl İbn Hümâm'ın «et-Tahrir» de
beyanına göre Hanefilerin cumhuru ile Şafiîlere göre muhtar olan eşyada asıl
ibahadır. Bu hususta Tilmizi Allâme Kasım da ona tâbî olmuş, Hidâye dahi onun
yolundan gitmiştir. «Tahrir»in şerhinde şöyle deniliyor: «Bu kavil Basra
Mutezîleleri ile Şafiîlerden birçoklarının ve ekseri Hanefîlerin, bâhusus
Iraklıların mezhebidir». Derler ki; İmam Muhammed: lâşe yemek veya şarap içmek
için ölümle tehdit edilen ve bunları yapmıyarak öldürülen bir kimse hakkında
korkarım günahkâr olur. diyerek buna işarette bulunmuştur. Çünkü lâşe yemek,
şarap içmek ancak nehy edildikleri için haram olmuşlardır. Binaenaleyh eşyada
asıl mubahlıktır. Haram olmak» yasak edilmek suretiyle ârızidir. Bu izahattan
anlaşılır ki; tarifin küffârın istilâsı babındaki ibâha Mûtezile'nin rey'idir,
ifadesi söz götürür. Kitabımızın tarifi eşyada asıl ibâhadır, kaidesi üzerine
yapılmıştır.
Ben derim ki: Bu cevap Şarî' Hazretlerinin sükut
ettiği hususla faydalıdır. Ve eşya aslî ibâhaları üzere kalır. Fakat mubahtır
diye beyan buyurduğu yahut işlediği hususta faydası yoktur. «Tahrir» de mubah
kelimesinin hem mutlak olarak aslî ibaha hakkında hem de şer'î ibâhanın teallûk
ettiği şeyler hakkında kullanıldığı bildirilmiştir.
En iyisi şöyle cevap vermektir: Tarifdeki sabit
olan kaydından murad; istenildiğinin sübût bulmasıdır. Yoksa meşru olduğunun
sübutu değildir. Mubah bir fiil matlup değildir. O yapılıp yapılmamakta muhayyer
bırakılmıştır.
M E T İ N
Abdestin sünnetlerinden birincisi, niyetle
başlamaktır. Maksat taharetsiz sahih olmayan abdest almak, hadesi gidermek,
yahut emre imtisal etmek gibi bir ibadete niyet etmektir. Ulemanın beyânına göre
niyetsiz abdest, ibadet değildir. Niyeti terkeden kimse biraz günahkâr olur.
Emredilen abdestte, keza eşek artığı ve hurma
şırası ile alınan abdeste niyet farzdır. Nitekim teyemmümde de niyet farzdır.
Niyetin vakti, Vüzün yıkandığı zamandır.
«el-Eşbah»da: Niyet elleri bileklere kadar
yıkarken yapılmalıdır. Tâ ki abdest alan kimse sünnetlerin sevabına nail olsun»
deniliyor.
Ben derim ki: Lâkin Kuhistânî'de niyetin yeri
diğer sünnetlerden önce yapılmasıdır, denilmiştir.
«et-Tuhfe»de de öyledir. Binaenaleyh bize göre
niyetin yeri Şafii'ye göre niyetin farz olduğu yer değildir. Ona göre niyetin
farz olduğu yer, yüzü yıkamazdan az öncedir.
Niyet hakkında meşhur yedi sual vardır. Bunları
Irakî manzum olarak ifade etmiş ve şöyle demiştir: «İdrak sahiplerine niyet
hakkında yedi sual vardır. Sen bunları her âlime hikâye et!
Niyetin hakikati, hükmü, mahalli, zamanı, şartı,
keyfiyeti ve niyetten maksad nedir?»
İ Z A H
Niyet; bir şeyi yapmaya, kalbin azim ve irâde
etmesidir. Istılahen; Allah Teâlâ'nın vacib kıldığı fiili hakkında ona tâat ve
yakınlık kasdetmektir. Bunda yasaklar da dahildir. Çünkü yasakla teklif
edilenmemurunbih olan abdest, maksut değildir. Maksut olan taharettir. Bu da
memurunbihle olsun, başkasıyla olsun hâsıl olmaktadır. Çünkü su, tabiatı icabı
temizleyicidir.
Şarihin «Emredilen abdeste niyet farz değildir»
sözü hatadır. Doğrusu abdest, ibadet olmak için niyet şarttır. o namazın
anahtarı değildir şeklinde olacaktır. Çünkü abdestte niyeti terk eden kimse bir
farzı terk eden gibi muaheze ve muakabe olunmaz.
Lâzımın bulunmaması melzumun da bulunmamasını
gerektirir. Şart ancak bir ibadetin sıhhat şartlarından olduğu zaman farz olur.
Bu öyle değildir. Niyet yalnız abdestin ibadet olması için şarttır. Bu sözümüzü
şu da teyid eder ki; abdest âyetinde niyetin şart olduğuna delalet yoktur.
Nitekim Allâme İbn Kemâl bunu «Hidâye» şerhinde tahkik etmiştir.
«el-Bahr» nâm eserde şöyle deniliyor: Abdestin
namaza anahtar olması hususunda niyet şart değildir. Niyet; esah kavle göre
ancak abdestin sevaba sebep olması hususunda şarttır. Niyetsiz abdestle de sevap
verilir, diyenler vardır. Eşek artığı ile abdest hakkında «Fethü'l-Kadir» de şu
beyanat vardır: Ulema, eşek artığı ile abdest alırken niyet Iâzım gelip
gelmeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. İhtiyat olan niyet etmektir. Zâhirine göre
bu sözden murad, ihtiyat niyetin lüzumuna kâil olmaktır, demektir.
Hurma şırası ile abdestin câiz olması kâil
olmaktır. demektir. Bu abdest teyemmüm gibidir. Çünkü suyun bedelidir. Onun için
su varken onunla abdest almak câiz değildir. Su bulunursa onunla alınan abdest
bozulur. Bunu Kudûri ulemamızdan naklen beyan etmiştir. Herhalde eşek
artığındaki illet de böyledir. Çünkü onunla da su bulunmadığı vakit teyemmümle
birlikte abdest alınır. Nitekim yerinde görülecektir.
Niyetin lügat ve ıstılah manalarını yukarıda arz
etmiştik.
Hükmü: Abdest ve gusülde sünnet olmasıdır. Namaz
ve zekat gibi bizzat maksud olan ibadetlerle teyemmümde. hurma şırası ve eşek
artığı ile alınan abdestte, keffaretlerde ve abdestin ibadet olmasında niyet
şarttır.
Niyetin yeri; kalpdir. Kalpten niyet etmeden
yalnız dil ile niyeti söylemek kâfi değildir. Meğer ki kalbini toparlayıp onunla
niyet etmeye kadir olamasın, yahut niyette şüphe etsin. Bu takdirde dil ile
niyet kafidir. Acaba niyeti söylemek müstehap mıdır, sünnet midir yoksa mekruh
mudur? Bu hususta birçok kaviller vardır.
«Hidâye» sahibi azîmetini toparlayamayan bir kimse
için niyeti dil ile söylemenin müstehap olduğunu tercih etmiştir.
«Fethül-Kadîr»de Peygamber (s.a.v.)'den ve
ashâbından niyeti dil ile söyledikleri, sahih veya zayıf hiçbir hadisde
nakledilmemiştir, deniliyor.
İbn Emîr Hâcc buna: «Dört mezhep imamından da
nakledilmemiştir» cümlesini ziyade ediyor Sözün tamamı «el-Eşbah»ın niyet
bahsindedir.
Niyetin zamanı; İbadetlerin evvelidir. Velev
hükmen olsun. Meselâ, bir kimse evinde namaza niyet eder de mescide giderek o
niyetle namaza başlar, araya namaza mâni bir fasıla da girmezse hükmen namazın
başında niyet etmiş sayılır.
Zekâtın farz miktarını malından ayırırken, oruca
akşamdan, hacca ihrama giderken niyet etmek de bu kabildendir. İzâhı
«el-Eşbah»dadır.
Niyetin şartı; İslâm, temyiz, niyet ettiği şeyi
bilmek ve kasdettiği fiille niyet arasında niyete aykırı bir şey yapmamaktır.
Bunun İzahı da «el-Eşbah» tadır.
Kasıttan murad: niyetle kastedilen işlerdir. Ulema
niyetten maksad ibadetleri âdetlerden ve bazı ibadetleri birbirlerinden
ayırmaktır, demişlerdir. Meselâ orucu bozan şeylerden sakınmak bazen perhizden
yahut ihtiyacı olmadığından ileri gelebilir. Âdet olmayan yahut başkasıyla
karışmayan Allah'a iman, mârifet, Allah korkusu, ümit, Kur'an okumak, zikir
etmek ve ezan gibi şeylerde niyet şart değildir.
Keyfiyet; şekil ve heyettir ki bununla bir şeyin
halini sorana cevap verilir. Meselâ burada niyetin nasıl yapılacağını soran bir
kimseye abdest, gusül ve teyemmümde taharetsiz câiz olmayan bir şeyin mubah
olmasını yahut hadesi gidermeyi niyet edersin diye cevap verilir. Benim hatırıma
gelen budur. Sonra benzerini «el-İmdat» adlı eserde gördüm.
Abdeste Besmele İle Başlamak
M E T İ N
İkincisi dil ile besmele çekerek başlamaktır.
Besmele her zikirle hasıl olursa da Peygamber (s.a.v.)' ,den rivayet edilen
şekli;
"Bismillâhi'l-azîm ve'l-hamdülillâhi alâ
dîni'l-islâm" dır.
Besmele; istinca yeni kurulanmaktan evvel ve sonra
çekilir. Yalnız avret yeri açıkken ve necaset yerinde iken dille söylenmez,
kalpten çekilir. Bir kimse abdestin başında besmeleyi unutur da abdest esnasında
çekerse sünnet yerini tutmaz, mendup olur. Yemekte ise geri kalan kısım hakkında
sünnet hasıl olur, geçmişe şümulü yoktur. Besmeleyi yemek esnasında hatırlayan;
"Bismillâhi evvelehû ve ahirehû"
demelidir.
i Z A H
Şarih dille besmele çekerek sözüyle abdeste
başlarken besmelenin, niyet etmenin ve elleri yıkamanın sünnet olması birbirine
zıd şeyler olmadığına işaret etmiştir. Çünkü niyetin yeri kalp. besmelenin yeri
dil, ellerin yıkanması ise fiildir. Bunu Tahtavî ifade etmiştir. Lâkin
«Şürunbulâlîyye»de beyan edildiğine göre abdestte hakikaten besmele ile
başlamaya riayet etmek niyeti dil ile söylemeye mâni olur ki dil ile söylemek
müstehap idi. Artık o da izafî olur.
Bir kimse besmele yerine tekbîr veya tehlîl
getirse yahut hamdetse sünneti aslî itibariyle yerine getirmiş olur.
Kemalî ise «Fethû'l-Kadîr»de beyan edildiğine göre
Peygamber (s.a.v.) den ve bir rivayete selefden nakledilen:
"Bismillâh'il-âzim ve'l-hamdülillâhi ale'l-islâm"
diyerek başlamaktır.
Ulemadan bazıları eûzü besmeleyi tam olarak
çekmenin efdal olduğunu söylemişlerdir. «el-Müctebâ»da bunların ikisini birden
söylemenin efdal olduğu kaydediliyor. Aynî'nin «Hidâye»şerhinde Peygamber
(s.a.v.)' den rivayet edilen:
"Bismillâhi ve'l hamdülillah"dır,
deniliyor.
Bu hadisi Taberânî «es-Sağir» nâm eserinde Hazreti
Ebu Hureyre'den güzel bir isnatla rivayet etmiştir.
İstinca; yani kurulanmak abdesten sayıldığı için
ondan, önce ve sonra besmele çekmek meşru olmuştur. «Hilye»de beyan edildiğine
göre bütün besmele lâfızları abdeste başlarken söylenirler. İstincadan sonra ise
Buharî ile Müslim'in rivayet ettikleri şu hadisi şerifte Peygamber (s.a.v.)'in
buyurdukları okunur: Resûlüllah (s.a.v.) helâya gireceği vakit:
Allahümme inni eûzü bike mine'l-hubs ve'l-habâis
derdi.
Said b. Mansur ile Ebu Hatim ve İbn Seken, hadisin
başında «Bismillah» dediğini ziyade etmişlerdir. Hadisin manası: «Allah'ım ben
hubs ve habâisden sana sığınırım» demektir.
Hubus yahut hubuz habisin cem'idir. Habâis ise
habîssenin cem'i dir. Bunların ikisi de pislik mânâsına gelir. Bazıları
bunlardan murad, şeytanların erkek ve dişileridir, demişlerdir. Daha başka
sözler de söylenmiştir. Defi hacet için helâdan başka bir yere oturulursa
besmele oturmazdan önce; aksi takdirde helaya girmeden önce çekilir. Her iki
surette de besmeleyi unutan, onu kalbi ile söyler. Allah'ın ismini ta'zim için
dille söylemez. «Siraciyye»de beyan edildiğine göre abdestin başında besmeleyi
unutan kimse hatırladığı yerde onu söyler. Tâ ki abdesti besmeleden hâlî
kalmasın.
Ulema her uzvu yıkarken besmele çekmenin mendup
olduğunu söylemişlerdir. Yemeğe başlarken besmeleyi unutan hakkında Zeylâî şöyle
diyor: «Abdestte sünnet yerini tutmaz ama yemek böyle değildir. Çünkü abdest tek
bir fiildir. Yemeğin ise her lokması ayrı ayrı fiillerdir. Onun için «Haniyye»
sahibi bir kimse, «Yediğim her et için bir dirhem sadaka vermek Allah için
boynuma borç olsun» dese, her lokma karşılığında bir dirhem vermesi lâzım gelir.
Zira her lokma bir yemektir».
«Fethü'l-Kadîr»in beyanına göre bu ta'lil sünnetin
geri kalan yemek hususunda yerini bulacağını istilzam eder. Yoksa yenilen
hakkında bir istidrak değildir.
«el-Münye» şarihi ise evlâ olan bu geçmişi
tedariktir. Çünkü Resûlüllah (s.a.v.): «Biriniz yemek yer de başında besmeleyi
unutursa, bismillâhi evvelehû ve âhirahû yani başında da sonunda da Allah'ın
adıyla desin» buyurmuşlardır. Bu hadisi Ebu Davud ile Tirmizî rivayet
etmişlerdir. Abdest hakkında hadis yoktur, diyor. Yani unuttuğu kısım hakkında
istidrak olmasa, başında demenin bir faydası olmazdı demek istiyor. Burada şöyle
denilebilir:
Yemek, ayrı ayrı fiiller olduğu halde ortasında
çekilen besmeleyle unutulan tedariki mümkün olunca, abdestte mümkün olması
evveliyette kalır. Zira abdest bir tek fiildir. Bu mânâ kıyasla değil, nâssın
delaletiyle çıkarılır.
Aynî'nin «Hidâye» şerhinde bazı ulemadan
naklettiği şu söz de bunu te'yid eder: «Bir kimse abdest esnasında besmele
çekerse ona kâfi gelir».
TETİMME : Musannıfın «Abdeste besmele ile başlamak
sünnettir» sözünü Tahavî ve bir çok müteehhirin ulema kabul etmişlerdir.
«Hidaye»de ise mendup olduğu tercih edilmiştir. Zahir-i rivayenin de bu olduğu
söylenir. «el-Bahr» sahibi, muhakkık İbn Hümâm'ın burada besmelenin vâcip
olduğunu tercih etmesine şaşmıştır. Zira İbn Hümâm bilâhare «Namazın şartlan
bâbında hak olan ulemamızın kavlidir ki. besmele müstehaptır» demiştir.
«el-Bahr» sahibi: «Nasıl şaşılmaz ki İmam Ahmed bu
bâbda «Ben sabit olmuş bir hadis bilmiyorum demiştir» diyor.
M E T İ N
Üçüncüsü elleri bileklere kadar yıkamakla
başlamaktır. Yani temiz olan eller istincadan evvel ve sonra üç defa yıkanır.
Uykudan uyandıktan sonra kaydı ittifakî tesâdüfî bir kayıddır. Yani ihtirazî
değildir. Onun için musannıf elleri kaba daldırmadan demedi, ta ki sünnetin
hacet vaktine mahsus olduğu tevehhüm edilmesin. Zira kitapların mefhumları
hüccettir. Ekseri nassların mefhumları bunun hilâfınadır. «en-Nehir» nâm eserde
böyle denilmiştir. Aynı eserin hac bahsinde şöyle deniliyor: Rivayetlerde mefhum
bilittifak muteberdir. Sahabenin sözleri de rivayetlerdendir. Ama bunun akılla
anlaşılamayan şeylerle değil, akılla anlaşılan şeylerle kayıdlanması gerekir.
Kuhistânî'nin «Hududi'n-Nihâye»den nakline göre azap delillerinde mefhumlar
muteberdir. Nitekim Teala Hazretlerinin: «Hayır hayır, onlar o gün Rablerinden
perdeyle men edileceklerdir» âyet-i kerimesinde böyledir. Rivayette itibara
alınması ise külli değil, Ekseridir.
İ Z A H
İbn Kemâl «Burada sünnet elin önce yıkanmasıdır.
Yıkamanın kendisi ise farzdır», diyor.
Musannıf bu mânâya işaret için abdestte elleri
yıkamak ile boşlamak demiş, başkalarının yaptığı gibi abdeste başlarken ellerini
yıkar dememiştir. Burada şârih temiz eller üç defa yıkanır demiş, musannıfın
biraz sonra söyleyeceği yıkamayı üç defa yapmak sünnettir, sözüyle
yetinmemiştir. Çünkü o sözden anlaşılan üç azanın yıkanmasıdır.
«el-Hilye»de şöyle deniliyor: Zâhire bakılırsa bir
kimse ellerini üç defadan az yıkasa sünneti yapmış, kemalini terketmiş olur. Şu
da var ki «Sünen» sahiplerinin rivayet ettikleri, «uykudan uyanan» hadîsinin bir
rivayetinde Peygamber (s.a.v.): «İki yahut üç defa yıkar» buyurmuştur. Tirmizi
bu hadisin hemen salih olduğunu söylemiştir: Ellerin istincadan önce ve sonra
yıkanması iki ayrı sünnettir. «en-Nehir» sahibi bu babda şunları söylüyor:
Şüphesiz ki başlamak hakiki olduğu gibi izafi de olur. Bunların ikisi de ayrı
sünnettir. Bir sünnet değildir. «Hidâye» ve diğer kitaplarda «Uykudan uyandıktan
sonra» kaydı vardır. Onlar bu hususta Buharî ile Müslim'in rivâyet ettikleri şu
hadise tâbi olmuşlardır:
«Biriniz uykusundan uyandığı vakit elini yıkamadan
kaba daldırmasın. Çünkü elinin nerede gecelediğini bilmez». Müslim'in
rivâyetinde «Elini üç defa yıkamadan kaba daldırmasın» buyrulmuştur.
İttifakîdir sözü maksat değildir, mânâsınadır.
Buna kaydı ittifakî, kaydı vukûî derler. Başka şeyden ihtiraz için değil,
hâdisenin vukuuna bakarak yapılmış bir kayıt demektir. «İnâye» sahibininbeyanına
göre «Hidâye»de «Uykudan uyandıktan sonra diye» kaydedilmesi. hadisin lafzı ile
teberrük içindir. Yoksa sünnet uykudan uyanana ve başkalarına şâmildir. Ekseri
ulema bu kavli tercih etmiş, bazıları; «Evet maksad budur ama uykudan uyanmayan
kimsenin de ellerini yıkaması edeptir» demişlerdir. «en-Nehir» nâm kitapta şöyle
deniliyor: Esah olan ekseri ulemanın sözüdür ki, elleri yıkamak mutlak olarak
sünnettir. Lâkin necasette vehmedilirse sünnet-i müekkede olur. Nitekim bir
kimse abdest bozduktan sonra kurulanmadan uyur, yahut bedeninde necaset
bulunursa ellerini yıkaması sünnet-i müekkede olur.
Abdest bozmadan uyumak yahut uyumadan abdest almak
gibi necaset tevehhümü olmayan yerlerde elleri yıkamak sünnet-i gayri müekkedir.
«el-Bahr» nâm kitabda da buna benzer izahat
vardır.
Hâcet vaktinden murad; ellerin kaba
daldırılmasıdır. Bundan şu anlaşılır ki, ellerini daldırmaya ihtiyacı olmayan,
meselâ küçük bir kabı kaldırıp dökmek sureti ile abdest alan kimse ellerini
yıkamanın sünnet olmadığını zanneder. Halbuki elleri yıkamak mutlak surette
sünnettir.
Mefhumdan murad, söylenen sözün söylenmeyen mânâya
da delâlet etmesidir. Mefhum iki kısımdır.
Birincisi, mefhum-u muvafakattır.
Mefhum-u muvafakat; söylenmeyen mânânın, söylenen
söze hüküm itibarı ile muvafık düşmesidir. Ana-babaya üf demeyi yasak eden
nehyin bunlan dövmenin haram olmasına da delâlet etmesi bu kabildendir. Bizim
mezhebimizde buna delalet-i nass denilir ki, bilittifak muteberdir.
İkincisi, mefhum-u muhalefettir. Bu ötekinin
hilâfınadır. Yâni bunda söylenilmeyen kısım söylenene muhalif mânâ ifâde eder.
Mefhum-u muhalefetin mefhumu sıfat, mefhum-u şart, mefhum-u gaye, mefhum-u âdet
ve mefhum-u lâkap gibi birçok nevileri vardır.
Mefhum-u muhalefet, Şafiî'ye göre muteberdir.
Yalnız mefhum-u lâkap müstesnadır. «et-Tahrir»de bildirildiğine göre Hanefîler
mefhum-u muhalefet nevilerinin hiçbirini delil olarak kabul etmezler. Ancak bu
sadece şarîhin sözüne mahsustur. Rivâyet vesairede onlara göre de mefhum-u
muhalefet bütün kısımları ile muteberdir. Hatta mefhum-u lâkap ki, hükmü camid
bir isme tâliktir. O dahi muteberdir. Meselâ; cuma namazı hür olan erkeklere
farzdır, denilirse bundan onun kadınlara ve kölelere farz olmadığı
anlaşılır.
«et-Tahrir» şerhinde bildirildiğine göre Şarî"
Hazretlerinin sözlerinde bir şeyin hassaten zikredilmesi, o hükmün başkalarına
şâmil olmadığına delâlet etmez. Ama insanların anlaşmalarında, örf ve
muamelelerinde, akliyatta delâlet eder.
Nasslardan murad; âyet ve hadislerdir. Bunlar az
kelime ile çok mânâ ifâde ettikleri için birçok faydalara ihtimalleri vardır. Bu
faydalar mefhum-u muhaliflerinin, nazarı itibâra alınmamasını iktiza eder. Onun
için halef ulema, bunlardan selefin idrak etmediği birçok faydalar
çıkarmışlardır.
Rivayet böyle değildir. Çünkü rivayete görüş
farkları pek az olur. Maksad mefhum-u muhaliflerdir. Mefhum-u muvafıkları ise
mutlak suretle muteberdir. Şarihin nassları ekseri diye kayıtlamasıiçlerinde
mefhum-u muhalifi olanlar bulunduğu içindir. Nitekim azap delillerinde mefhum-u
muhalif muteberdir.
Sahâbenin «Akılla anlaşılamayan sözleri merfu
hükmündedir». Merfu nâssdır. Nass da ise mefhum-u muhalif muteber değildir.
Ben derim ki: bundan dolayı ulemamız akılla idrak
edilemeyen hususta sahabeyi taklidin lâzım geldiğine ittifak etmişlerdir.
Nitekim hayzın en az üç gün olacağını Hz. Ömer'in sözünden alarak
söylemişlerdir. Zira Hz. Ömer'in onu Peygamber (s.a.v.)'den işiterek söylediği
bellidir.
Ehl-i sünnet uleması Allah Tealâ'yı âhirette
görmenin caiz olduğunu bildiren deliller arasında bu âyet-i kerimeyi de
zikretmişlerdir. Çünkü âyet-i kerîmede Allah Teâlâ'yı görememek küffar için bir
azap ve ceza olarak bildirilmiştir.
Bundan mü'minlerin onu görmekten men edilemeyeceği
anlaşılır. Aksi takdirde görmemenin kâfirler için azap olması mümkün değildir.
M E T İ N
Eller bileklere kadar yıkanacaktır. Bilek elle
kolu ayıran mafsaldır. Sonra su kabını kaldırmak mümkün değilse, abdest alan
kimse sol elinin parmaklarını bir araya toplayarak kaba daldırır ve sağ elinin
üzerine döker. Bunu sağdan başlamış olmak için yapar. Avucunu daldırırsa guslü
murad ettiği takdirde su müsta'mel olur. Sadece su almak için daldırırsa
müstamel olmaz. Hiçbir şey ile su almak mümkün değil, elleri de pis ise teyemmüm
ederek namazını kılar, sonra kaza da etmez. Elleri yıkamak farzın yerini tutan
bir sünnettir. Nitekim namazda Fatiha'yı okumak vaciptir, fakat farzın yerini
tutar. Elleri kollar ile birlikte yıkamak dahi sünnettir.
Ellerin nasıl yıkanacağı hususunda tafsilât
vardır. Şârih bunun açık olanını bırakmış, kapalı olanını söylemiştir.
«en-Nehir» nâm eserde bildirildiğine göre elleri
yıkamak şöyle olacaktır; abdest alan kimse su kabını kaldırabiliyorsa evvelâ sağ
elini, sonra sol elini üçer defa yıkayacaktır. Kabı kaldırmak mümkün değil,
fakat yanında küçük bir kap bulunursa hüküm yine budur. Aksi takdirde sol elinin
parmaklarını yumarak avucunu sokmamak şartıyla suya daldırır ve sağ elinin
üzerine döker. Sonra sağ elini daldırarak sol elini yıkar.
«el-Bahr» da şöyle deniliyor: «Ulema hadisle
istidlâl ederek eli yıkamadan kaba daldırmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir».
Bu kerâheti tenzihîdir. Zira nehiy Peygamber (s.a.v.)in: «Çünkü o elinin nerede
gecelediğini bilmez» hadis-i şerifi ile, kerahet-i tahrimiyye ifade etmekten
çıkmıştır.
Şu halde nehiy «Küçük kaba yahut yanında küçük kap
bulunan büyük kaba zaten el girmez. Büyüğüne de avuç sokulmaz» mânâsına alınır.
«el-Aktâ» şerhinde «Uykudan uyanan kimsenin elini soktuğu su ile abdest almak
mekruhtur. Çünkü pis olması ihtimali vardır. Nitekim sabînin elini soktuğu su da
böyledir» deniliyor.
Ben derim ki: bu tâ'lilin zahiri şunu gösterir. O
kimse abdest bozduktan sonra kurulanarak uyusayahut üzerinde pislik bulunmasa,
elini suya daldırması mekruh olmadığı gibi, o sudan abdest almak da mekruh
değildir. Çünkü pislenme ihtimali yoktur.
Şarihin «Sağdan başlamış olmak için» sözü, bir
sualin cevabıdır. Sual şudur:
İki avucuna ayrı ayrı su dökmeye hacet yoktur.
Çünkü sağ eline aldığı su ile her iki elini yıkamak mümkündür. Nitekim âdet de
budur. Fakat «Dürer» sahibi bunu reddetmiş: «Bunda avamın âdetini, şer'in örfüne
tercih vardır. Çünkü şer'in örfü sağdan başlamaktır. Bir de abdestte suyu bir
elden diğerine, bir ayaktan diğerine nakil câiz değildir. Gusül bunun
hilâfınadır» demiştir.
Ben derim ki: lâkin «Hilye»de beyan edildiğine
göre hadislerin zahin bu iki kavlin arasını bulmaktadır. Bizim ulemamızdan
başkaları burada sağdan başlamanın müstehap olmadığını nâssan bildirmişlerdir.
Nitekim şakakları ve burun içlerini yıkarken, kulaklara ve mestlere mesh ederken
sağdan başlamak da müstehap değildir. Ancak imkân olmadığı zaman sağdan
başlanır. Bu da kaidelere aykırı değildir. Lakin ıslaklığı nakil meselesi bunun
karşısında müşkül kalır. Buna da şöyle cevap verilir:
Burada ıslaklığı nakletmek câizdir. Hadislerin
zahiri buna delildir. Şu halde avamın adeti ile şer'in örfü birleşmiş olur. Onun
içindir ki İbn Hacer «Tuhfe»'sinde birini diğerine tâbi kılmak için ikisini
birden yıkamak sünnettir, demiştir. Burada şarihin yıkamak isterse su müsta'mel
olur sözünden murad; ellerini yıkamaktır. Bu takdirde eline temas eden su
uzuvdan ayrıldıktan sonra müsta'mel olur. Yoksa bütün su müsta'mel olmaz. bu
hususta söz uzundur. Ma-i müsta'mel bahsinde gelecektir.
Yıkamak niyetiyle değil de su çıkarmak için
ellerini kaba daldırırsa su müsta'mel olmadığı gibi tası küpün içine düşürür de
çıkarmak için elini dirseklerine kadar daldırırsa yine su müsta'mel olmaz. Zira
buna ihtiyaç vardır. Velev ki suyu müsta'mel yapan ref-ı hades illeti mevcud
olsun.
«el-Bahr» ve «en-Nehir» nâm eserlerde
bildirildiğine göre, bir kimsenin iki eli de pis olursa suyu başkasına
çıkartarak döktürür. Böyle birisini bulamazsa suya bir mendil batırarak ondan
damlayan su ile ellerini yıkar. Bunu da bulamazsa suyu ağzı ile çıkarır. Buna da
kudreti yoksa teyemmüm ederek namazını kılar. Sonra kaza da etmez.
«el-Bahr» sahibi diyor ki; ağzıyla su çıkarma
meselesinde ihtilaf vardır. Sahih kavle göre bu su pisliği giderirken müsta'mel
olur. Yani onunla ellerindeki pisiliği giderir. Sonra ellerini abdest için
tekrar yıkar demek istiyor.
Musannıfın burada bahsettiği «Farz yerini tutan
sünnettir» kavlini «el-Kâfi» sahibi ve ona tebaan «Dürer» sahibi ihtiyar
etmişlerdir. Bu babdaki üç kavlin biri budur. Lakin bu kavil sözünün başında
işaret ettiğine muhaliftir. Orada «Abdestte ellerini yıkamakla başlamak
sünnettir» demişti. Bu söz açık gösteriyor ki, yıkamanın farz olduğu kavlini
kabul etmiş, yalnız öncelik meselesinin sünnet olduğunu söylemiştir. Nitekim
bunu ibn Kemâl'den naklen izah etmiştik. «el-Fetih», «el-Mirâc», «el-Habbâziye»,
«es-Sirac» sahiplerinin tercih ettikleri kavil de budur. Çünkü İmam Muhammed
«Asıl» namındaki eserlerinde yüzü yıkamaktan bahsettikten sonra arkasından
kollarını yıkar demiş, ellerini dememiştir.
Binaenaleyh elleri ikinci defa yıkamak vacip
değildir.
«el-Bahr» sahibi ulemanın sözünden anlaşılan
mânâya göre mezhebin bu olduğunu söylemiş, Serahsî ise «Bence esah olan bunun
farz yerini tutan sünnet olmamasıdır. Binaenaleyh ellerini tekrar yıkar»,
demiştir. «ez-Zâhîre» sahibi bunu müşkül saymış ve «Maksad temizlemektir. Bu da
olmuştur» demiştir. İsmâil en Nablusî buna şu cevabı vermiştir: «Murad; kasten
ve müstakilen yapmış olsa farzın sevabına bakarak farz yerini tutmamasıdır. Zira
sünnet bunu ifa edemez. Bunu ulemanın niyetsiz de hadesin sâkıt olacağına
ittifakları te'yid eder.»
Hâsılı şudur: Farz sakıt olmuştur. Fakat kasten
değil, sünnet vecihle yıkamanın zımnında sakıt olmuştur.
Farz sevab tereddüb etmesi ancak farz niyetiyle
yapıldığı zamandır. Meselâ bir kimse cünüb olduğunu unutarak cuma için yıkansa
cünüblüğü zımnen kalkmış olursa da niyet etmedikçe farz olan gusül sevabı gibi
sevaba nail olamaz. Çünkü niyetsiz sevab yoktur. Bu takdirde kollarını yıkarken
ellerini de tekrar yıkaması sünnet olur. Tâ ki kasten farzı ifa etmiş olsun. Bu
cihetten ilk yıkadığı onun yerini tutmaz. Velev ki tekrar etmediği takdirde
farzın sâkıt olması yönünden onun yerini tutmuş olsun.
Nitekim hiç niyet etmese de farz sâkıt olur. Bu
izahat üzerine bana öyle geliyor ki üç kavil arasında muhalefet yoktur. Zira
farz olduğunu söyleyen onun farz namına kâfi geldiğini kastediyor. Ve farz
namına kafi gelen bu yıkamayı evvelâ yapmak sünnettir. Farz yerini tutan
sünnettir, sözünün mânâsı da budur. Öyle anlaşılıyor ki, bu iki kavle göre
yıkamayı tekrarlamak sünnettir. Böylece bütün kaviller birleşmiş oluyor. Allahu
âlem!..
Şârihin «Elleri kollarla birlikte yıkamak da
sünnettir.» sözü yukarda söylediklerimizi te'yit eder. Çünkü bunu hiçbir kavil
ile kayıtlamamıştır. Elleri tekrar yıkamanın abes ve israf olduğunu söylemek ise
insaftan uzaktır.
METİN
Dördüncüsü üç suyla misvaklanmaktır. Misvak,
«Cevhere»de bildirildiğine göre sünnet-i müekkededir. Ağza su verilirken
yapılır. Daha önce yapılacağını söyleyenler de vardır. Misvak bize göre abdest
için yapılır. Ancak unutulursa namaz için mendup olur. Nitekim dişler sarardığı,
ağzın kokusu değiştiği zaman ve Kur'an okumak için misvak tutunmak da
müstehabdır. Misvakın en az miktarı üst dişlere üç, alt dişlere de üç defa
sürmektir.
Mısvak ağzı fırçalamaya yarayan çubuktur. Bazıları
onun müstehap olduğunu söylemişlerdir. Çünkü misvak abdestin hususiyetlerinden
değildir.
İZAH
Zeylâi ve diğer bazıları bu kavli sahih bulmuşlar.
«Ferhül-Kadîr» sahibi: «Hak olan da budur»
demiştir. Lâkin «el-Min-yetü's-Sagîr» şerhinde şöyle deniliyor: Misvakı Kudurî
ve ekserî ulema sünnetlerden saymışlardır. Esah olan da budur.
Ben derim ki: metinler dahi bu kavil üzerine
yazılmışlardır. Misvak ağıza su verilirken tutulur. «el-Bahr» sahibi ekseri
ulemanın kavli bu olduğu gibi evlâ olanın da bu olduğunu söylemiştir. Çünkü
temizleme hususunda bu en mükemmeldir. Misvak bize göre abdestin sünneti,
Şâfiî'ye göre ise namazın sünnetidir.
«el-Bahr» da beyan edildiğine göre ulema şunu
söylemişlerdir: Hilafın faydası bir abdestte birkaç namaz kılan kimse hakkında
kendini gösterir. Bize göre bu abdest için kullandığı misvak kâfidir. Şafiî'ye
göre kâfi değildir. Sebebini Sirâc-i Hindî «Hidâye-Şerhi»nde şöyle izâh ediyor:
«Bir kimse namaz için misvaklandığı vakit çok defa kan çıkar. Kan bil' ittifak
pistir». Velev ki şâfiî'ye göre abdesti bozmasın, unutursa namaz için mendup
olur, sözünü Cevhere beyan etmiştir. Bu sözün ifade ettiği mânâ şudur:
Bir kimse misvakı abdest alırken tutunursa. namaz
kılacağı vakit misvaklanması sünnet değildir. Lâkin «Fethü'l-Kadir»de
Gazneviye'den naklen bildirildiğine göre misvak beş yerde, yani dişler
sarardığı, ağzın kokusu değiştiği, uykudan uyanıldığı, namaza kalkılacağı zaman
ve bir de abdest alırken müstehaptır. Lakin «el-Bahr» sahibi şöyle diyor:
«Ama ulemanın naklettikleri misvak bize göre namaz
için değil, abdest içindir, sözü buna aykırı düşer.»
«en-Nehir» sahibi Gazneviye'nin sözünü
«Cevhere»deki beyana hamlederek iki kavlin arasını bulmuştur. Yani misvak abdest
içindir. Ama unutulursa abdest için değil, namaz için mendup olur. İşte şârih in
işaret ettiği de budur. Fakat İsmail Nablusî Hindi nin yukarıdaki ta'liline
bakarak bu da söz götürür demiştir ki, o ta'iil sakattır. Zâten vahimden ibaret
bir şey diye reddedilmiştir. Bununla beraber misvaka devam eden kimsenin dişleri
de kanamaz.
Bana, iki kavlin arasını bulmak şöyle olacak gibi
geliyor: Ulemanın misvak tutunmak bize göre abdest içindir, demeleri İmam
Ahmed'in rivayet ettiği hadiste beyan buyuralan faziletin ne ile kazanılacağını
göstermek içindir. Resûlüllah (s.a.v.): «Misvaklı abdestle kılınan bir namaz
misvaksız namazdan 70 kere efdaldır» buyurmuştur. Yani bu sevap, misvak abdest
alırken tutunulduğu zaman hasıl olur. Şafiî'ye göre ise sevab ancak namaza
durulacağı vakit tutunulursa hâsıl olur. Binaenaleyh bize göre o abdestle
kılınan her namaz için bu fazilet vardır. Ona göre yoktur. Bundan bize göre
misvak her namaz için müstehap değildir, mânası çıkmaz ki zıddıyet lâzım gelsin.
Misvak toplantılara gidileceği zaman bile müstehap
olursa, Allah Teâla ile bir münacaat demek olan namaz için nasıl müstehap olmaz.
İmdâdü'l-Fettâh nam kitapda şöyle deniliyor:
«Misvak abdestin hususiyetlerinden değildir. Çünkü o birçok hallerde
müstehabdır. Mesela ağız kokusu değiştiği zaman, uykudan uyanıldıktan, namaza
durulmak istenildikte, eve girileceği zaman. toplantılara giderken, Kur'an
okunacağı zaman misvak tutunmak müstehaptır. Çünkü Ebu Hanife «Misvak dinin
sünnetlerindendir» demiştir. Binaenaleyh bu hususta bütün haller müsavidir.
Kuhistanî'de şöyle deniliyor: Misvak söylenildiği
gibi abdeste mahsus değildir. Zahiri rivayenin beyanına göre o başlı başına bir
sünnettir. (Hidâye» hâşiyesinde onun her zaman müstehap olduğubildiriliyor.
Abdest almak isteyince daha da kuvvetle müstehap olur. Binaenaleyh her namaz
zamanında ya sünnet ya müstehap olur. Namaz zamanında müstehap olduğunu Halebî
dahi «el-Münyetü's-Sağir» şerhinde tasrih etmiştir.
Tatarhâniyye'de Tetimme'den naklen: «Bize göre
misvak tu'tunmak her namazda, her abdestte, her ağız kokusu değiştiğinde ve her
uykudan uyandıkça müstehaptır» denilmiştir. Bu eşsiz izahı ganimet bilmelisin.
Şârih misvakın üst ve alt dişlere en az üçer defa
sürüleceğini bildiriyor.
Ben derim ki: «Mirac-ı Diraye»'de bildirildiğine
göre bu hususta miktar tayini yoktur. Misvak kullanan kimse ağız kokusunun ve
diş sarılığının kalmadığına kanaat getirinceye kadar dişlerini onunla ovar. Ama
müstehap olan miktarı üçer su ile üçer defa kullanmaktır. Zâhire bakılırsa
burada maksat sünneti yerine getirmiş olmak için miktar tayin edilmemiş
olmasıdır. Sünnet ancak kalbin kanaatiyle hâsıl olur. Üç defadan daha az
miktarda itminan hâsıl olursa kemalini, yani üçü tamamlamak müstehaptır. Nitekim
ulema taşla taharetlenme meselesinde de ayni şeyi söylemişlerdir. Gerek üst
gerekse alt dişlerde misvaka sağ taraftan başlanır, sonra sol tarafa geçilir.
METİN
Misvakı sağ elle tutmak, çubuğun yumuşak,
budaksız, düz ve küçük parmak kalınlığında, bir karış uzunluğunda olması
müstehaptır. Dişleri uzunluğuna değil, genişliğine ovmalı, bu işi yatarken
yapmamalıdır. Çünkü dalağının büyümesine sebeb olur.
Misvakı avucunun içine almamalı, zira basur
illetini doğurur. Çubuğu emmemelidir. Bu da körlüğe sebep olur. Kullandıktan
sonra misvakı yıkamalıdır. Aksi takdirde onunla şeytan misvaklanır. Çubuk bir
karıştan fazla olmamalıdır. Fazla olursa onun üzerine şeytan biner. Misvakı yere
yatırmayıp dikine koymalıdır. Böyle yapılmazsa Kuhistanî delirmek tehlikesi
olduğunu söylemiştir. Misvakın eziyet veren ağaçtan yapılması mekruh, zehirli
ağaçtan yapılması haramdır.
Faydalarından bazıları; ölümden başka her
hastalığa şifa olması, ölürken kelime-i şehadeti hatırlatmasıdır. Misvak
bulamayan yahut dişleri olmayan kimse için sert bir çapıt kullanmak veya parmağı
ile ovmak onun yerini tutar. Nitekim kadın için misvaka kudreti varken sakız
çiğnemek de misvak yerini tutar.
İZAH
«el-Bahr» ve «en-Nehir» nâm eserlerde misvakın sağ
elle tutulmasının mendup olduğu bildirilmiş, «Dürer» sahibi onun öteden beri
böyle nakledilegeldiğini söylemiştir. Zahirine bakılırsa Peygamber (s.a.v.)'den
nakledilmiştir. Lâkin «Dürer» hâşiyesinde şöyle deniliyor: Nakil iddiası nakle
muhtaçtır. Nakil ise yoktur. Burada olsa olsa şöyle denilebilir:
Misvak tutunmak temizlik kabilindense sağ elle
kullanmak müstehaptır. Kiri gidermek kabilindense sol elle tutulur. Bunun kir
gidermek kabilinden olduğu anlaşılıyor. Nitekim İmam Mâlik'ten böyle rivâyet
olunmuştur:
Misvakın temizlik kabilinden olduğunu söyleyenler
Hazret-i Aişe hadisi ile istidlal etmişlerdir.
Bu hadîsin bir tarikinde Peygamber (s.a.v.)in
taranmasında, ayakkabı giymesinde, abdestinde ve misvakında sağdan başlamak
hoşuna giderdi, denilmiştir. Fakat bu söze itiraz edilmiş ve murad ağzın sağ
tarafından başlamış olmasıdır, denilmiştir.
Yine «el-Bahr» ve «en-Nehir» adlı eserlerde
bildirildiğine göre misvakın sünnet vecihle tutulması, çubuğun küçük parmağın
üstünden, diğer üç parmağın altından geçirerek başını başparmağa dayamakla olur.
Nitekim İbn Mes'ud Hazretleri de böyle rivayet etmiştir.
«Fethü'l-Kadîr» ile «Sirâc»da şöyle deniliyor:
Misvakın çok yaş, ve çok kuru olmaması müstehaptır. Çünkü çok yaş olursa
bükülür, dişlerin kirlerini temizleyemez. Çok kuru olursa diş etlerini zedeler.
Maksat misvakın başı, yani ağızda kullanılan tarafıdır. Misvakın bir karış
uzunluğunda olması, kullanılmaya ilk boşlandığı zamandır. Sonradan kesilip
düzeltilmek suretiyle kısalması zarar etmez. Bu uzunluk kullanan kimsenin
karışına göre midir, yoksa mutad karış mıdır? Zâhir olan mutad karıştır. Çünkü
mutlak olarak karış denildiğinde ekseriyetle bu anlaşılır. Dişler uzunluğuna
değil, genişliğine ovulacaktır. Çünkü uzunluğuna ovulursa diş etleri zedelenir.
Ama Gaznevî hem uzunluğunda hem genişliğine ovulacağını söylemiştir.
Ekseri ulema birinci kavli tercih etmişlerdir.
«el-Hılye» sahibi hadislerin aralarını bulmak için dişlerin genişliğine, dilin
uzunluğuna ovulacağını söylemiş, sonra Gaznevî'den şunu nakletmiştir:
Misvaklanmak dişlerin içini, dışını, üst ve alt
kısımlarını, ön dişlerin köklerini ve diş aralarını ovuşturmakla olur.
Misvak çubuğunu emmemelidir. Emmeden tükürüğü
yutmaya gelince: «el-Hilye»de Hâkîm-i Tirmizî'nin şu sözü naklediliyor:
Misvaka başladığında tükürüğünü yut. Çünkü bu
cüzzam ve baras hastalıklarına karşı faydalıdır. Ölümden maada bütün dertlere
devadır. Ama ondan sonra hiçbir şey yutma... Zira vesvese getirir. Bunu Ziyad b.
ilâka rivâyet etmiştir.
Misvakı kullandıktan sonra yere yatırmayıp dikey
koymalıdır. Kuhistâni'nin beyanına göre Peygamber (s.a.v.) in kulağın üzerinde
misvakını koyduğu yer kâtibin kalem koyduğu yer imiş. Eshabının misvakları ise
Hakîm-i Tirmizî'nin dediği gibi kulaklarının arkalarında bulunuyormuş, Bazıları
sarıklarının aralarına kıstırırlarmış. Misvakı yere bırakan kimsenin delirme
tehlikesi vardır. Çünkü Said b. Cübeyr'den rivâyet olunduğuna göre, bir kimse
misvakını yere bırakır da delirirse, kendinden başkasına kabahat bulmasın,
demiştir. Bunu «Hilye» sahibi Hâkim-i Tirmizi'den nakletmiştir. «el-Hilye»de
beyan olunduğuna göre ulema, nar çubuğu ve fesleğen dalı gibi dişleri zedeleyen
şeylerden misvak yapmanın mekrûh olduğunu söylemişlerdir.
«Hidâye» şerhinde Ayni şöyle diyor: Hars
müsnedinde Dumeyr b. Habib'den şu hadîsi rivâyet etmiştir Resûlüllah (s.a.v.):
«Fesleğen çubu-ğu ile misvaklanmayı yasak etti ve bununla misvaklanmak cüzzam
terini harekete getirir» buyurdular.
«en-Nehir» nâm eserde, nar çubuğu ve kamıştan
maada her çubukla misvaklanmak câizdir, deniliyor. Efdal olan «Erak» denilen
misvak ağacıdır. Sonra zeytin ağacı gelir. Taberânî'nin rivayet ettiği bir
hadîste Peygamber (s.a.v.): «Mübarek bir ağaç olan zeytinden yapılan misvak ne
güzeldir. O benim ve benden önceki peygamberlerin misvakıdır»
buyurmuştur.
Şürunbulâliyye'de Farzî'nin Buhari hâşiyesinden
naklen; Misvakın faydalarından bazıları ihtiyarlığı yavaşlatması ve gözü
keskinleştirmesidir. En güzel faydası, ölümden başka her derde şifa olmasıdır.
Misvak Sırat üzerinde yürümeyi de sür'atlendirir deniliyor.
«el-Münye» şerhi ile diğer bazı kitaplarda beyan
edilen faydalar da şunlardır:
Misvak ağzı temizler, Allah Teâlâ'yı razı eder,
melekleri sevindirir. Gözü cilalandırır, ağız kokusunu ve kirini giderir,
dişleri beyazlatır. Diş etlerini kuvvetlendirir. Yemeği hazmettirir, balgamı
keser. Namazın sevabını katlandırır. Kur'an'ın yolu olan ağzı temizler. ağız
kokusunu güzelleştirir, fesahatı artırır, mideyi takviye eder, şeytanı çatlatır,
sevapları çoğaltır, safrayı keser. baş damarlarını yatıştırır. ağrısını dindirir
ve ruhun çıkmasını kolaylaştırır.
«en-Nehir»de misvakın faydaları 30 küsûra bâliğ
olur ki, en aşağısı eziyeti gidermek, en âlâsı da ölürken şehadet getirmeyi
hatırlatmaktır. Allah, lutf-u keremi ile bunu bize de nasip eylesin, deniliyor.
Parmakla misvaklanmak hususunda «el-Hilye» sahibi
şöyle diyor:
«Sonra hangi parmakla olursa olsun misvak
tutunmakta bir beis yoktur. Efdal olan şehadet parmakları ile misvaklanmaktır.
Evvelâ sol elinin şehadet parmağı ile, sonra sağ elininki ile dişler ovulur.
Dilerse sağ elinin baş ve şehadet parmakları ile de misvaklanabilir. Bu takdirde
başparmağı ile sağ taraftan başlayarak, dişlerin üst ve alt kısımlarını sonra
şehadet parmağı ile sol taraftakilerini aynı şekilde ovuşturur. Kadın sakız
çiğnerken misvakı niyet ederse misvak sevâbına nâil olur».
METİN
Beşincisi ağzı üç defa suyla yıkamak, yani
kaplamaktır. Onun için musannıf, yıkamak tabirini kullanmış yahut kısaltma
yapmak istemiştir.
İZAH
Şârih bu sözü ile kaplamak mazmaza ve istinşak ile
değil, yıkamak ile mümkün oluyor, demek istiyorsa da idiası söz götürür. Çünkü
mazmaza ile istinşak da aynı işi görür.
Istılahan mazmaza, suyun bütün ağzı kaplaması
manâsına gelir.
Lügatta ise hareket ettirmek demektir. Istılahan
istinşak suyu genize ulaştırmaktır. Lügatta neşkten alınmıştır. Neşk suyu ve
benzerini burnun nefesi ile içeri çekmektir. Buna şöyle cevap verilmiştir Maksad
Zeylai'nin söylediğidir ki şudur:
Mazmaza ile istinşakın mübalâğa ile yapılması
sünnettir. Yıkamak mubalağaya daha ziyade delâlet eder. Fakat buna da itiraz
edilerek bu mubalâğa kaplamanın kendisi değildir. Hem o başka bir sünnettir.
Binaenaleyh bu sünneti ve aslını bir sözle ifade etmek, ikisinin bir sünnet
olduğunu ihameder. Halbuki ikisi bir sünnet değildir. Bir de musannıf gibi
mübalâğanın sünnet olduğunu söyleyene bu münasib değildir.
Ben derim ki: en iyisi ağız ve burnu yıkamak
tâbirleri lügat mânâlarına bakarak kaplamayı mazmaza ve istinşaktan daha iyi
ifade eder, demelidir.
Şârihin «Yahut kısaltma yapmak istemiştir» sözüne
de şöyle itiraz edilmiştir: Kısaltma mühim bir faydayı elden kaçırmamak şartıyla
makbuldür. Mazmaza suyu ağızda çalkalayıp püskürmektir. Yıkamak buna delalet
etmez.
«en-Nehir» sahibi buna cevap vermiş ve: suyu
püskürtmenin şart olduğu İmam Ebu Vûsuf'tan rivâyet edilmiştir. Esah kavle göre
püskürmek şart değildir. Çünkü «Fethü'l-Kadir» de beyan edildiğine göre bir
kimse suyu birden yutuverse mazmaza yerini tutar, demiştir. Bazıları
tutmayacağını söylemişlerdir. Suyu emerek içerse mazmaza için kâfi değildir.
Aynî, üçüncü bir vecih göstermiştir ki, o da
yıkamakla mazmazanın sınırlarına dikkat edilmesidir.
METİN
Altıncısı burnu genizlere kadar üç suyla
yıkamaktır. Ağızla burnu yıkamak sünnet-i müekkede olup her biri beş sünnete
şâmildir. Bunlar tertibe riâyet etmek, üçer defa yıkamak, her defasında ayrı su
kullanmak ve sağ elle yıkamak, oruçlu olmamak şartı ile yıkarken gargara yapmak
ve suyu genizlere ulaştırmak suretiyle mübalâğa göstermektir. Çünkü mübalağada
orucun bozulması ihtimali vardır. Bunları abdestin farzlarından önce yapmanın
hikmeti suyun vasıflarına vakıf olmaktır. Çünkü suyun rengi gözle, tadı ağızla,
kokusu burunla bilinir. Bir kimsenin yanında mazmaza ve istinşakla birlikte her
âzâyı birer defa, onları yapmazsa üçer defa yıkamaya yetecek kadar su bulunsa
birer defa yıkayarak abdest alır, suyu olarak birazı ile mazmaza, kalanı ile
istinşak yapsa kafi gelir. Bunun aksi, yani evvela istinşak yapması kâfi
değildir. Acaba parmağını ağzına burnuna sokacak mıdır? Kuhistânî'nin beyanına
göre, evet sokacaktır.
İ Z A H :
Ağızla burnu yıkamak sünneti müekkededir, bunları
terkeden kimse sahih kavle göre biraz günahkâr olur.
«el-Hilye» de: belki bu söz, yıkamamayı özürsüz
âdet edinen hakkındadır. Nitekim az ileride görüleceği vecihle ulema üç defa
yıkamayı terkeden hakkında da aynı şeyi söylemişlerdir. deniliyor. Ağızla burnun
şâmil oldukları beşer sünnete kendileri de katılınca buradaki sünnetler on iki
olur. Tertibin ikisinde bir sünnet sayılacağını söyleyenler de vardır.
el-Bahr'da Mi'racu'd-Dirâye'den naklen üç defa
yıkamaya imkân varken tekrarı terketmenin mekruh olmadığı bildirilmiş, «Hilye»
sahibi de bunu te'yit etmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) in bir defa mazmaza ve
istinşak yaptığı sabit olmuştur. Hadîsi Ebu Davud rivayet etmiştir. Ama «Hilye»
sahibi bunun ödet haline getirilmemesi ile kayıtlanması gerektiğini söylemiştir.
Burnu yıkarken istinsar, yani burun atmak sol elle yapılır.
İsmail Nablusî: «Zâhire göre ağızla burnu yıkarken
mubalâğa göstermek müstehaptır» diyor.
Gargara mazmazada, suyu genize ulaştırmak
istinşakta olur. Bazıları mazmazanın mübalâğa ile yapılması suyu ağzını
dolduracak kadar çok kullanmakla olur, demişlerdir.
«el-Münye» şerhinde birinci kavlin daha meşhur
olduğu kaydedilmiştir. Ağız burun dahil olmak üzere her uzvu birer defa
yıkayarak abdest almak, onları terkederek üçer defa yıkamaktan daha kuvvetlidir.
Çünkü Peygamber (s.a.v.) in üçer yıkamayı terkettiği rivayet olunmuştur.
Resûlullah (s.a.v.) her uzvu birer defa yıkayarak abdest almış: «Bu öyle bir
abdesttir ki, Allah namazı ancak onunla kabul eder» buyurmuştur. Fakat mazmaza
ile istinşakı terkettiği rivayet olunmuştur. Abdest alırken parmağın ağza, burna
sokulmasının evlâ olması, ağızda misvak parçası veya misvakla çıkmamış yemek
kırıntısı kalması ihtimali içindir.
METİN
Yedincisi ihramlı olmayan bir kimsenin yüzünü üç
defa yıkadıktan sonra sakalını hilallaması ve elinin arkasını boğaz tarafına
çevirmesidir.
İZAH
Sakalı hilâllemek, kıllarını aşağıdan yukarıya
ayırmaktan ibarettir. Ebû Yusuf'a göre bu, sünnettir. Ebû Hanîfe ile Muhammed
ise onu bir fazilet kabul etmişlerdir.
«el-Mebsût» sahibi Ebu Yûsuf'un kavlini tercih
etmiş. «el-Munye» şerhinde dahi deliller bunu tercih ettiriyor, sahih olan da
budur denilmiştir. el-Hilye'de bütün bunların sık sakal hakkında söylenildiği
anlaşılıyor. Seyrek sakalda ise suyu altına ulaştırmak vacibtir, denilmiş:
Şürunbulâlî de katiyetle buna kâil olmuştur.
«el-Minah» sahibi sünnet vecihle hilâllama, el
parmaklarını sakal aralarına aşağıdan yukarıya doğru sürerek elin içini dışarı
doğru, dışını da abdest alanın bedenine çevirmekle olur. diyor.
Ben derim ki: Ebû Dâvûd, Hazret-i Enes'den şu
hadîsi rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), abdest alırken çenesinin altına bir
avuç su alır, onunla sakalını hilallar ve «Rabbim bana bunu emretti» buyururdu.
Bunu «el-Bahr» sahibi ile başkaları beyan etmişlerdir. Hadîsden anlaşılan mâna,
sakalın altından başlayarak elin içini boyun tarafından içeri. dışını do dışarı
çevirmek suretiyle hilâllamaktır. Tâ ki alınan suyu saçların arasına ulaştırmak
mümkün olsun.
Yukarıda anlatıldığı şekilde bunu yapmak mümkün
değildir. Zira elle su almakta bir fayda kalmaz. «el-Minah» sahibi tarif ettiği
şekli «el-Kifâye» adlı kitapdan aldığını söylemiştir.
Benim «el-Kifâye»de gördüğüm ise şöyledir: Bunun
şekli yüzü üç defa yıkadıktan sonra aşağıdan yukarı doğru sakalı hilâllamaktır.
Sonra bilmelisin ki bu hilâllama sağ elle yapılır. Nitekim «el-Hilye»de tesrih
edilmiştir ve açıktır. «Dürer» sahibi ise iki elinin parmaklarını sakalının
arasına sokar demiştirki arzetiğimizin hilâfınadır.
METİN
Sekizincisi parmaklarını hilâllamaktır ki el
parmaklarını birbirine geçirmekle, ayak parmaklarını ise, sol elinin küçük
parmağını diğerlerinin aralarından geçirmekle olur. Ayak parmaklarını
hilallarken sağ ayağın küçük parmağından başlanır. Hilallamanın sünnet olması
parmak aralarına su girdiğine göredir. Parmaklar sıkışık halde topluysa
hilâllamak farz olur.
Gargara mazmazada, suyu genize ulaştırmak
istinşakta olur. Bazıları mazmazanın mübalâğa ile yapılması suyu ağzını
dolduracak kadar çok kullanmakla olur, demişlerdir.
«el-Münye» şerhinde birinci kavlin daha meşhur
olduğu kaydedilmiştir. Ağız burun dahil olmak üzere her uzvu birer defa
yıkayarak abdest almak, onları terkederek üçer defa yıkamaktan daha kuvvetlidir.
Çünkü Peygamber (s.a.v.) in üçer yıkamayı terkettiği rivayet olunmuştur.
Resûlullah (s.a.v.) her uzvu birer defa yıkayarak abdest almış: «Bu öyle bir
abdesttir ki, Allah namazı ancak onunla kabul eder» buyurmuştur. Fakat mazmaza
ile istinşakı terkettiği rivayet olunmuştur. Abdest alırken parmağın ağza, burna
sokulmasının evlâ olması, ağızda misvak parçası veya misvakla çıkmamış yemek
kırıntısı kalması ihtimali içindir.
METİN
Yedincisi ihramlı olmayan bir kimsenin yüzünü üç
defa yıkadıktan sonra sakalını hilallaması ve elinin arkasını boğaz tarafına
çevirmesidir.
İZAH
Sakalı hilâllemek, kıllarını aşağıdan yukarıya
ayırmaktan ibarettir. Ebû Yusuf'a göre bu, sünnettir. Ebû Hanîfe ile Muhammed
ise onu bir fazilet kabul etmişlerdir.
«el-Mebsût» sahibi Ebu Yûsuf'un kavlini tercih
etmiş. «el-Munye» şerhinde dahi deliller bunu tercih ettiriyor, sahih olan da
budur denilmiştir. el-Hilye'de bütün bunların sık sakal hakkında söylenildiği
anlaşılıyor. Seyrek sakalda ise suyu altına ulaştırmak vacibtir, denilmiş:
Şürunbulâlî de katiyetle buna kâil olmuştur.
«el-Minah» sahibi sünnet vecihle hilâllama, el
parmaklarını sakal aralarına aşağıdan yukarıya doğru sürerek elin içini dışarı
doğru, dışını da abdest alanın bedenine çevirmekle olur. diyor.
Ben derim ki: Ebû Dâvûd, Hazret-i Enes'den şu
hadîsi rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), abdest alırken çenesinin altına bir
avuç su alır, onunla sakalını hilallar ve «Rabbim bana bunu emretti» buyururdu.
Bunu «el-Bahr» sahibi ile başkaları beyan etmişlerdir. Hadîsden anlaşılan mâna,
sakalın altından başlayarak elin içini boyun tarafından içeri. dışını do dışarı
çevirmek suretiyle hilâllamaktır. Tâ ki alınan suyu saçların arasına ulaştırmak
mümkün olsun.
Yukarıda anlatıldığı şekilde bunu yapmak mümkün
değildir. Zira elle su almakta bir fayda kalmaz. «el-Minah» sahibi tarif ettiği
şekli «el-Kifâye» adlı kitapdan aldığını söylemiştir.
Benim «el-Kifâye»de gördüğüm ise şöyledir: Bunun
şekli yüzü üç defa yıkadıktan sonra aşağıdan yukarı doğru sakalı hilâllamaktır.
Sonra bilmelisin ki bu hilâllama sağ elle yapılır. Nitekim «el-Hilye»de tesrih
edilmiştir ve açıktır. «Dürer» sahibi ise iki elinin parmaklarını sakalının
arasına sokar demiştirki arzetiğimizin hilâfınadır.
METİN
Sekizincisi parmaklarını hilâllamaktır ki el
parmaklarını birbirine geçirmekle, ayak parmaklarını ise, sol elinin küçük
parmağını diğerlerinin aralarından geçirmekle olur. Ayak parmaklarını
hilallarken sağ ayağın küçük parmağından başlanır. Hilallamanın sünnet olması
parmak aralarına su girdiğine göredir. Parmaklar sıkışık halde topluysa
hilâllamak farz olur.
İZAH
Parmakları hilâllamak bilittifak sünnet-i
müekkededir. Sürunbulaliyye'de bildirilen hilâf, yukarıda arzetiğimiz gibi
sakalın hilâllenmesi hakkındadır. Bunu iyi anla!.
«el-Bahr» nâm eserde «Sirac» sahibi hilâllenmeyi
parmaklar hakkında damlayan su ile diye kayıtlamış. Sakalın hilâllenmesi
hakkında bu kaydı zikretmemiştir, deniliyor.
Ben derim ki: yukarıda geçen hadîsten anladın ki,
sakalın hilallenmesi de bir avuç su olmak ile kayıdlıdır. Yine «el-Bahr»da beyan
edildiğine göre elleri, ayakları suya daldırmak parmaklan hilâllemenin yerini
tutar. Velev ki akar su olmasın. Hilâllemek âzâyı üç defa yıkadıktan sonra
yapılır. Çünkü o üç defa yıkamanın sünnetidir.
Lâkin «el-Hilye» sahibi, âzânın her defasında
kaplayarak yıkanmasını anlatırken bundan hilâllemenin üç defa yapılacağı manası
çıkarılır, dedikten sonra Hz. Osman (R.A.), abdest alarak ayak parmaklarının
aralarını üç defa hilâllediğini ve «Ben Resûlüllah (s.a.v.)'ı benim yaptığım
gibi yaparken gördüm» dediğini, Darekutni ile Beyhaki'den sahih güzel bir isnad
ile naklediyor.
Parmaklan birbirine geçirmek oyuna benzememesi
için, birinin içini diğerinin dışına vermekle yapılır. Ayak parmaklarının nasıl
hilalleneceğini «el-Mirac» ve diğer kitaplar buradaki gibi beyan etmiş ve hadîs
bu şekilde vârid olmuştur, demişler.
Kudûrî dahi hilallemenin aşağıdan yukarı
yapılacağı kaydı ile rivayet. edildiğini söylemişse de «Fethü'l-Kadîr» sahibi,
rivayetin bu şekilde varid olduğuna itiraz ile bunu Allah bilir, demiştir. Öyle
anlaşılıyor ki böyle bir şey maksut sünnet değil, tesadüfidir.
Kemal İbn Hümâm'ın Tilmizi İbn Emir Hâcc, «Munye»
şerhi «Hilye» de şunları söylemiştir: Lâkin ibn Mâce'nin Sünen'inde Mustevrid b.
Şeddâd'dan şu hadis rivayet ediliyor: Müstevrid: «Ben Rasûlüllah (S.A.V.)'i
abdest alırken gördüm. Ayak parmaklarını küçük parmağı ile hilâlledi» demiştir.
Hilâllemenin sol elin küçük parmağı ile yapılmasını ve aşağıdan başlanmasını ise
Allah bilir. Hilâllemenin sol elin küçük parmağı ile yapılması onun taharet
olması karşısında müşküldür. Taharetin sağ elle yapılması müstehaptır. İhtimal
küçük parmakla yapılmasındaki hikmet en ince parmak o olmasıdır. Bu itibarla
hilâllemeye en münasip olan odur.Hilâllemeye aşağıdan yukarıya doğru başlanması
da suyu ulaştırmaya en yarayışlı olması hikmetine ibtina edebilir.
İbn Emîr Hacc bu beyânatından sonra, bu şekilde
hilâllemenin Şafiilerce mendup olduğunu nakletmiştir.
Ben derim ki: İbn Emir Hacc'ın müşküldür sözüne
şöyle cevap verilir:
Ayaklar pas yeridir. Onun için şârih onları sol
elle yıkamanın âdâbdan olduğunu yeri gelince söyleyecektir. Ayak parmaklarını
hilâllemeye ayağın sağ ayağın baş, parmağından başlar, sol ayağın küçük
parmağında bitirir. Çünkü sağ ayağın küçük parmağı diğer parmakların sağındadır.
Sol ayağın baş parmağı da öyledir. Sağdan başlamak sünnet yahut müstehabtır.
Bunu Hilye» sahibi ifade etmiştir. «el-Bahr»da şöyle deniliyor:
Ulemanın aşağıdan yukarıya doğru sözleri iki şeye
muhtemeldir. Ya aşağıdan başlayıp yukarıya çekecektir, yani parmağını ayağının
üstüne koyup yukarıya çeker, yahud altından koyup yukarıya doğru çeker. Nitekim
»Sirâc» sahibi buna kat'iyetle cezmetmiştir. Ama birinci şık kabule daha
yakındır. Yani küçük parmağını ayağının üst tarafından sokar. Hiiâllemeye alttan
başlayarak yukarıya doğru çeker, ayağının alt tarafından sokarak yukarıya
çekmez.
METİN
Dokuzuncusu kaplamak şartıyla her uzvu üçer defa
yıkamaktır. Uzvu kaplamayan avuç sularına itibar yoktur. Bir defa ile yetinirse
bunu âdet edindiği takdirde günâhkâr olur. Âdet edinmezse günahkâr olmaz. Kalbi
kanaat getirsin diye yahut abdest üzerine abdest almak maksadiyle üçten fazla
yıkarsa bir beis yoktur. Zulmetmiş olur hadisi, itikada hamledilmiştir. Bir
mecliste tekrarının mekruh olması ihtimal ki kerahet-i tenzihiyedir. Hatta
Kuhistânî'de el-Cevâhir'e atfen akar suda israf câizdir. Çünkü bir şey zâyi
etmez, denilmiştir.
Teemmül et!...
İZAH
Her uzvu üç defa yıkarken ikincisi ile üçüncünün
mecmuu bir sünnet olur. «Fethü'l-Kadîr'de hak olan budur denilmiştir. Lâkin
«Sirac» da bunların ikisinin sünnet-i müekkede olduğu sahih görülmüştür.
«en-Nehir» sahibi münasip olan da budur demiş ve şöyle devam etmiştir:
Çünkü ulema bunun sünnet olduğuna Peygamber
(s.a.v.)'in her uzvu ikişer defa yıkayarak abdest aldığı zaman bu abdest, ecri
iki kat verilenlerin abdestidir, buyurması ve üçer defa yıkayarak abdest
aldığında: «Bu benim ve benden önceki peygamberlerin abdestidir. Bunu ziyade
veya noksan yapan muhakkak tecavüz ve zulmetmiş olur» buyurmasıyla istidlâl
etmişlerdir. İkinci abdeste müstakil bir cüz ayırmıştır. Bu onun müstakil
olduğunu gösterir. Şu kadar var ki, sünnetin bir cüz'üdür. Yalnız başına ona
sevâb verilmez.
Musannıfın üçlemeyi yıkamakla kayıdlaması, meshte
üçleme matlub olmadığı içindir. Nitekim az ileride gelecektir.
Her uzvu kaplayarak yıkamaya gelince: bir kimse
abdest uzvunu birinci defa yıkarken kuru yer bıraksa, ikinci defa yıkarken o
yerin bir kısmına su işlese, üçüncüde tamamen yıkansa, her uzvu üçer defa
yıkamış sayılmaz.
«el-Bahr» de bildirildiğine göre, sünnet her uzvu
kaplamak şartiyle üçer defa yıkamaktır. Yıkamak için avuçla alınan sular sünnet
değildir. Şimdi şu mesele kalır: az önce söylediğimiz gibi kaplayarak yıkama
ancak üçüncüde hâsıl olursa bunların üçü bir sayılıp iki defa daha yıkamak mı
lâzımdır, yoksa yalnız su işlemeyen yer mi yıkanacaktır? «el-Bahr»ın ibaresinden
anlaşılan birincisidir. Yani üçü bir sayılıp iki defa daha yıkamak lâzımdır.
«en-Nehir» nâm eserde şöyle deniliyor:
«Bir kimse abdest uzuvlarını birer defa yıkamakla
yetinirse günahkar olur mu olmaz mı»? Burada iki kavil vardır: Bazıları meşhur
sünneti terkettiği için günahkâr olur demiş, birtakımları da günahkâr olmadığını
söylemişlerdir. Çünkü o kimse emredileni yapmıştır.
«es-Sirâc»da da aynı şey söylenmiştir. «el-Hulâsa»
sahibi ise bunu âdet haline getirirse günahkârolacağını, getirmezse olmayacağını
ihtiyar etmiş. bu sözün yukardaki kavlin arasını bulmuş olması lâzım geldiğini
söylemiştir.
Ben derim ki: lakin «el-Hulâsa»da günah tasrih
edilmemiş, sâdece âdet haline getirirse mekruh olur, denilmiştir. el-Bahr sahibi
de böyle nakletmiştir. Evet bu söz evvelce «et-Tahrir» şerhinden
nakletiklerimize muvafıktır. Orada sünnet-i müekkedeyi özürsüz olarak ısrarlı
terkeden zemmolunur ve dalâlete nisbet edilir, deniliyordu. Yine beyan etmiştik
ki «el-Bahr» sahibi sarahaten şunları söylemiştir: Mezhep sahiplerinin
sözlerinden anlaşıldığına göre günah meselesi vacip ile sünnet-i müekkedenin
terkine bağlıdır. Sahih olan budur. Şübhesiz üç defa yıkamak nerede meşru
olduysa orada sünnet-i müekkededir. Onu ısrarla terkeden günahkâr olur. Velev ki
sünnet olduğuna itikad etsin.
Ulemanın hadisdeki tehdidi üç defa yıkamayı sünnet
saymayanlara hamletmeleri ise velev bir defa olsun terkedenler hakkındadır.
Bununla «el-Bahr» sahibinin söyledikleri mündefi olur. O, bir kimse abdest
âzâsını bir defa yıkamakla iktifa ederse günahkâr olmaz, diyenlerin kavlini
tercih etmiş, sırf terk ettiği için günahkâr olsa bu te'vile hacet kalmazdı,
demişdi.
«en-Nehir» ve diğer kitapların sahipleri de onu
tasdik etmişlerdir. Çünkü ısrarsız terk edenler hakkında ulemanın bu te'viline
ihtiyaç vardır. İyi düşün!..
Şarih kalbi kanâat getirsin diye ilâh... sözüyle
özürsüz ziyadenin de noksan gibi menedildiğine işaret etmiştir. Kalbi kanaat
etsin diye üçden fazla yıkamanın caiz olması şüphe veren şeyi bırakıp şübhe
vermeyenle amel etmek emrolunduğu içindir. Bunun müvesvis olmayanlarla
kayıtlanması icap eder. Müvesvis olan kimsenin ise vesveseyi kesecek şekilde
yıkaması şübheye düşüren şeye iltifat etmemesi gerekir. Çünkü vesvese şeytan
işidir. Bize şeytana muhalefet ve düşmanlık emredilmiştir. Bunu, güslün
farzlarından önce «Tatarhaniyye»den naklen arzedeceğimiz şu mesele te'yid eder:
Bir kimse abdestinin bazı yerlerinde şübhe ederse
tekrar abdest alır. Meğer ki, şübhe abdest bittikten sonra gelsin. Yahud
şüpheciliği âdet edinmiş olsun.
Şüphe ödet haline gelmişse abdest bitmemiş bile
olsa vesveseyi kesmek için onu tekrarlamaz. Abdest üzerine abdest kastiyle
sözünden murad; birinci abdest bittikten sonra tekrar bir abdest almaktır.
Tatarhaniyye'de Nâtıfî'den naklen şöyle deniliyor:
Abdest alan kimsenin bir uzvu üç defadan fazla
yıkaması bid'attır. Ama bu birinci abdesti bitirmeden yıkadığına göredir.
Birinciyi bitirir de yeniden abdest alırsa bilittifak mekruh olmaz.
«el-Hulâsa»da dahi bunun gibi beyanat vardır.
«el-Bahr» sahibi ittifak iddiasına itiraz etmiş.
«es- Sırâc» nam eserde bildirildiğine göre bir meclisde abdestin tekrarlanması
mekruhdur, demiştir. Fakat «en-Nehir» sahibi buna cevap vermiş, yukarıda zikri
geçen mesele abdesti bir defa tekrarlayana aittir, «es-Sirâc»daki ise birkaç
defa tekrarlayanlar hakkındadır, demiştir «es-Sirâc»ın ibaresi
şöyledir:
«Bir meclisde abdesti birkaç defa tekrarlamak
müsteha değil, bilakis mekruhdur. Çünkü bunda israf vardır».
Ben derim ki: lâkin buna «el-Münyetü'l-Kebîr»
şerhindeki şu ifadeyle itiraz olunur: Burada işkal vardır Zira ulema abdestin
bizzat maksût bir ibadet olmadığına ittifak etmişlerdir.Onunla namaz,secde-i
tilavet ve Mushaf'a dokunmak gibi şer'an maksut bir amel eda edilmediği vakit
tâat olarak tekrar edilmesinin meşru olmaması gerekir. Çünkü bizzat maksut bir
ibâdet değildir. Binaenaleyh hâlis israf olur.
Ulema, secde-i tilavet maksut bir ibâdet olmadığı
için müstakilen onunla ibadet meşru değil; mekruh olur, demişlerdir. Bunun meşru
olmaması ise evleviyette kalır.
Ben derim ki: İbnü'l-İmâd'ın «Hediye» nâmındaki
kitabında söyledikleri de bunu te'yit eder. O şöyle diyor: «el-Mesâbih» şerhinde
beyan edildiğine göre abdest tazelemek ancak ilk abdestle namaz kılana müstehab
olur.
«eş-Şir'a» ile «el-Kınye»de dahi böyle
denilmiştir. Bunun muktezası namaz gibi bir ibadet eda edilmedikçe meclis
değişse bile abdest üzerine abdest almanın mekrûh olmasıdır. Lâkin Abdü'l-Ganî
Nablusî şunları söylemiştir:
«Hadîsin mutlak olan ifadesinden anlaşılıyor ki.
namaz yeya meclis değişmesi gibi bir fasıla olmasa dahi abdest tazelemek
meşrudur. Meşru olan bir şeyde israf yoktur». Ama abdesti üçüncü veya dördüncü
defa tekrarlarsa meşru olması için mezkûr fasılalardan birinin bulunması
şarttır. Aksi takdirde sırf israf olur..
Şârihin beis yoktur sözü abdest üzerine abdestin
mendup olduğuna işarettir. Zira nur üzerine nurdur. Bu kelime ekseriyetle terki
evlâ mânâsında kullanılırsa da bazen mendup mânâsında kullanıldığı da vardır.
Bunu «el-Bahr» sahibi de tasrih etmiştir.
Zulmetmiş olur hadîsinden murad; izahımızın
başında naklettiğimiz «Bu benim ve benden önceki peygamberin abdestidir. Bunu
ziyade ve noksan yapan muhakkak tecavüz ve zulmetmiş olur» hadîs-i şerifidir.
Şârih «Bununla beis yoktur» tabirine itiraz
edenlere cevap vermiştir. Filhakika Resûlüllah (s.a.v.)'ın bunu ziyade yapan,
buyurmakla neyi kasdettiği hususunda muhtelif kaviller vardır. Bazıları bu
çizilen sınırın ötesini yıkayan tecavüz ve zulüm etmiş olur, demişlerdir. Fakat
bu söz Peygamber (s.a.v.)in: «Sizden kim alnının sakarlığını uzatabilirse bunu
yapsın» hadîsi ile reddedilmiştir. Hadis-i şerif «el-Mesâbihttedir. Sakarlığın
uzatılması çizilen sınırın üzerine ziyade etmekle olur. Birtakımları abdest
azasından başkasını yıkayan zulmetmiş olur, demiş; bazıları da bu sayıdan ziyade
yıkar veya noksan bırakırsa mânâsına almışlardır. İşte sahih kavle göre burada
zulüm ve tecavüz fiil değil, itikat mânâsına hamledilmiştir. Hatta bir kimse üç
defa yıkamanın sünnet olduğuna itikad ederek. ziyade veya noksan yaparsa
kendisine bu tehdit varit değildir. «el-Bedâyı'»da da böyle denilmiş, «Hidaye»de
ise yalnız bu kadarı ile iktifa edilmiştir.
Hadîs-i şerifte leff-i neşr-i müreddep vardır.
Çünkü tecavüz ziyadeye, zulüm noksana râcidir.
Ben derim ki: «Bedâyı'»de sarahaten
bildirilmiştir. Üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikadederek yapılan ziyade ve
noksan mekruh değildir. Onun için yine «Bedâyı'»de israf ve takdiri terketmek
mendubtur. denilmiştir. Tatarhaniyye'nin mekruh değildir; meğer ki ziyadenin
sünnet olduğuna itikad etmiş ola, sözü de buna muvafıktır. Ama bu söz yukarıda
geçen bir kimse bir defa yıkamakla yetinir ve bunu âdet edinirse günahkâr olur.
ifadesine muhalif olduğu gibi, biraz ileride gelecek olan israf, kerahet-i
tahrimiye ile mekruhtur.
Üçden fazla yıkamak da israfdan sayılır, sözüne
dahi muhaliftir. Bundan dolayıdır ki «Fethü'l-Kadîr» ve diğer kitaplarda
hadisdeki tehdidi ziyade ve noksanın sünnet olduğunu ittikad mânâsına olan kavil
üzerine şu sözlerle mesele tefri' edilmiştir:
Bir kimse abdest üzerine abdest kasdiyle yahut
şübhe anında kalbine kanâat gelmesi için ziyade yapar veya bir hacetten dolayı
noksan bırakırsa bunda bir beis yoktur. Bu tefrikin mânâsı şudur: bir kimse
sahih bir maksadı olmaksızın abdesti ziyade ve noksan yaparsa mekruh işlemiş
olur. Velev ki üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikad etmiş olsun.
«el-Hilye» sahibi dahi bunu tasrih etmiş, acaba
sahih bir maksadı olmaksızın bir kimse üçden fazla yıkarsa mekruh olur mu?
Zâhire göre evet olur, çünkü israftır demiştir. Herhalde «Bedâyı'» ile diğer
kitabların beyanlarını birleştirmek ihtiyacı vardır. Bunların arasını bulmak,
yukarıda arzettiğimiz vecihle şöyle olur:
Bir kimse bu işi bir defa yaparsa sünnet olduğuna
itikad etmemek şartiyla mekruh sayılmaz. Âdet haline getirir de ısrarla yaparsa
üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikad etse bile mekruh olur. Ancak sahih bir
maksadla yaparsa o başka.
Benim âcizâne anlayışım budur.
Şârihin ihtimalki keraheti tenzihiyedir sözü
«el-Bahr» daki itiraza cevabtır. İtiraz şudur:
Fukahanın: abdest üzerine abdest almayı niyet
ederse, bunda bir beis yoktur, demeleri «es-Sirâc» taki abdestin bir mecliste
tekrarı mekruhtur, sözüne muhaliftir. Bunu meclisin değişmesine hamletmek de
hakikatten uzaktır. Cevabın hâsılı, kerâheti tenzihiye hamletmektir. Bu kerahet
ulemanın beis yoktur tâbirine muhalif değildir. Çünkü beis yoktur tabiri
ekseriyetle terki evlâ mânâsında kullanılır.
Ben derim ki: bu cevap söz götürür. Zira evvelce
arzettiğimiz vecihle ulema abdestin tekrarını nur üzerine nur diye ta'lil
etmişlerdir. Binaenaleyh beis yoktur tabiri, terk-i evlâ değil mendup mânâsına
kullanılır. En iyisi «en-Nehir»den naklettiğimiz cevapdır ki o da mekruh olan
tekrar bir mecliste birkaç defa yapılan tekrardır.
Şârihin «Hatta Kuhistâni'de ilâh» sözü cevabda
ilerlemedir. Ama bu söz aşağıda gelecek olan israf, nehir suyunda bile olsa
mekruhtur, ifadesine muhaliftir. Onun için teemmül et diyor. Sözün tamamı
ileride gelecektir. Şöyle de diyenler vardır: şârih câiz demiş, onunla mekruha
şâmil olan umumî bir mânâ kastetmiştir. «el-Hilye»de «İbn-i Hacib»in «Usul»ünden
naklen câiz kelimesi bâzen şeriatta memnu olmayan şeylere ıtlak edilir. Bu ise
mübah, mekruh, mendup ve vacibe şâmildir, deniliyor. Lâkin zâhire göre murad;
tenzihen mekruh olmasıdır. Çünkü tahrimen mekruh şer'an lâzım bir şekilde
memnudur.
METİN
Onuncusu başın bütününe bir defa kaplama mesh
yapmaktır. Bunu terkederek yapmaya devam eden kimse günahkâr olur.
İZAH
Musannıf bir defa yerine «el-Münye»de olduğu gibi
bir su ile dese daha iyi olurdu. Çünkü «Fethü'l-Kadîr»de şöyle deniliyor:
İmam Hasan'ın «el-Mücerred»deki rivayetine göre
Ebu Hanîfe bir kimse bir su ile üç defa mesh etse mesnun olur demiştir.
Hadîslerin aralarını bulmak için İmam Şafiî'nin üç defa mesh rivayeti ile
istidlâl etmesi «Hidâye» ve diğer kitablarda buna hamledilmiştir. Burada su
birinci defada müsta'mel olur. Şu halde tekrar nasıl mesnun olabilir, şeklinde
bir sual varid olamaz. Zira «el-Münye» şerhinde ulema su uzuvdan ayrılmadıkça
müsta'mel olmayacağına ittifak etmişlerdir, denilmiştir.
Başı kaplayarak meshetmek dahi sünnettir. Nitekim
Fethü'l-Kadîr sahibi Kemal İbn Hümâm da katiyetle buna kâil olmuş, sonra
«el-Kınye»den şunu nakletmiştir:
«Bir kimse özürü yokken kaplama meshi devam üzere
terkederse günahkâr olur». Kemal İbn Hümâm, günahkâr olması herhalde sünnetten
yüz çevrildiği için olacaktır, demiştir.
Zeylaî diyor ki: «Ulema meshin nasıl yapılacağı
hususunda da söz etmişlerdir. En iyisi avuçlarını ve parmaklarını başının ön
tarafına koyarak bütün başı kaplayacak şekilde arkaya doğru çekmek, sonra ikı
parmağı ile kulaklarını mesh etmektir. Bazıları: su müsta'mel olmasın diye
başparmakları ile şehadet parmaklarını ve avuçlarını açarak mesheder. Sonra
parmakları ile kulaklarını, avuçları ile de başının yanlarını mesheder,
demişlerse de Kemal ibn Hümâm «Fethü'l-Kadîr»de: bunun sünnette aslı yoktur.
Çünkü su uzuvdan ayrılmadan müsta'mel hükmü sabit olamaz, kulaklar da baştandır,
demiştir.
TENBİH: Bir kimse üç ayrı su ile üç defa başına
meshetse. bazıları bunun mekruh, bazıları bid'at olduğunu söylemiş, bir
takımları da, bunda bir beis yoktur demişlerdir. «el-Haniyyea'de: mekrûh
değildir, sünnet ve edeb de olamaz deniliyor ki «el-Bahr» sahibi «Evlâ olan
budur. Zira kerahatine delil yoktur» demiştir.
Ben derim ki: lâkin «el-Münye» şârihi mekruh
olmasını daha şayanı kabul görmüştür. Ben de «el-Bahr» üzerine yazdığım
derkenarda onu te'yid eden şeyler söyledim ve şöyle dedim:
Bizim imamlarımıza göre başa meshin bir defa
yapılacağı Peygamber (s.a.v.)'in fiili ile sabit olmuştur. Üç defa mesh bir
ziyadedir. Resûlüllah (s.a.v.): «Her kim bundan ziyade veya noksan yaparsa
tecavüz ve zulmetmiş olur» buyurmuştur. Hadîsdeki işaret Peygamber (s.a.v.) in
fiili ile sabit olan meshinedir. Kitabımızın metninde bunun yasak edilen
şeylerden olduğu bildirilecektir.
METİN
Onbirincisi velev başından artan su ile olsun.
kulaklarını beraberce meshetmektir. Lâkin sarığına dokunmuşsa mutlaka yeni su
kullanması gerekir.
İZAH
Kulaklardan maksad içleridir. Kulak içleri şehadet
parmaklarının içleriyle, dışları da başparmakların içleriyle meshedilir.
Kulaklara meshederken sağdan başlamak yoktur. «el-Hulâsa»da abdest olan kimse
kulakları için yeni su kullansa iyi olur, deniliyor. Bunu Molla Miskin Ebu
Hanîfe'den bir rivâyet olarak zikret niştir.
«el-Bahr» sahibi: «Bundan şu anlaşılır ki, Şafiî
ile bizim imamlarımız arasındaki hilâf yeni su kullanmayarak elinde kalan
ıslaklıkla mesheden kimsenin sünneti yerine getirmiş olup olmaması hususundadır.
Bize göre sünneti yerine getirmiş. ona göre getirmemiş olur. Ama elinde ıslaklık
olduğu halde yeni su alırsa bilittifak sünneti yerine getirmiş olur» demiş.
«en-Nehir» sahibi de onu tasdik etmiştir.
Ben derim ki: bu sözün muktezası kulakları yeni su
ile meshetmenin evlâ olmasıdır. Bu da hilâfa riâyet ederek sünneti bilittifak
yerine getirmiş olmak içindir.
Şârihin Şürunbulâli ile «el-Burhan» sahiblerine
uyarak velev tabiri ile ifade ettiği sözün mânâsı budur. Bu mesele Molla
Miskîn'in Ebu Hanîfe'den naklettiği rivâyete dayanır. Lâkin sair metinlerin
baştan ortan su ile diye kayıtlamaları bunun hilafını ifade etmektedir.
«Hidâye» şârihlerinin takrirleriyle diğer
şârihlerin sözleri de böyledir. Onlar Peygamber (s.a.v.)'nin fiiliyle istidlâl
etmişlerdir. Resülullah (s.a.v.) bir avuç su alarak onunla başını ve kulaklarını
meshetmiş. Bir delilleri de «Kulaklar baştandır...» hadîsidir. Resûlüllah
(s.a.v.) ın kulakları için yeni su kullandığını bildiren rivayet için ise şu
cevabı vermişlerdir: Hadîslerin aralarını bulmak için bu hadîsi başını
kaplayarak mesh etmeden elindeki ıslaklık bitmiştir, mânâsına hamletmek gerekir.
Yeni suyu sünneti yerine getirmek için almış olsa bu te'vile hacet kalmazdı.
«el-Mirac»da Habbaziye'den naklen şöyle deniliyor:
Başın her kısmı için yeni su kullanmak sünnet değildir. Binaenaleyh kulaklarda
da sünnet değil hatta evleviyetle sünnet değildir. Çünkü bunlar başa tabidir.
«el-Hilye» de: bize ve İmam Ahmed'e göre
kulaklarda sünnet baştan ortan su ile meshedilmektir. İmam Malik ile Şafii ve
bir rivayette İmam Ahmed buna muhaliftir, denilmiş; Tatarhaniyye'de kulakları
baştan artan su ile meshetmek sünnettir. Onlar için yeni su olmaları şeklinde
beyanda bulunulmuş; «Hidâye» ile «Bedâyı'»de de kulakları da başta kullanılan su
ile meshetmenin sünnet olduğu bildirilmiştir.
Aynî: «Hidâye» şerhinde başı bir su ile kaplayarak
meshetmek sünnettir, ama kulaklarsız bu sünnet tamam olamaz, zira kulaklar
baştan sayılmışlardır, diyor,
«Dürer». şârihi Şeyh İsmail ise, bir kimse
Şafii'nin dediği gibi kulakları yeni su ile ayrıca meshetse başla kulaklar iki
asıl olurdu. Bu ise caiz değildir, demiştir. Bunlardan anlarsın ki, şârih, velev
tabiriyle bütün metin ve şerh sahiblerinin yürüdüğü meşhur rivayet yoluna aykırı
hareket etmiştir.
Sarığına dokunmakla yeni su aması lazım gelmesi
ihtimalki elinde ıslaklık kalmadığınahamledilmiştir.
«Fethü'l-Kadîr»de ıslaklık kalmazsa yeni su
almaktan başka çare kalmaz, deniliyor. Şöyle de denilir: Mutlaka yeni su
kullanmak lâzımdır. Çünkü sarığına dokunmakla su uzuvdan ayrılmıştır. O
ıslaklığa müsta'mel hükmü verilir. Buna göre bir kimse başını iki eliyle
meshederek kulaklarını meshetmeden ellerini kaldırırsa mutlaka yem su alması
gerekir, demek icab eder. Velev ki ıslaklık bâki olsun. İyi
düşün!..
METİN
Onikincisi nâssta zikredilen tertibe riayettir.
Şafiî (r.a.)'ye göre tertib farzdır. Ondan delil istenir.
İZAH
Nâssdan murad; abdest âyetidir. Burada «Kenz» ve
diğer kitablarda beyan edilen nâssın usuli fıkıhda beyan edilen nâss olmadığına
işaret vardır Maksad mezkûr âyettir. Çünkü âyet-ı kerimede tertibe delâlet
yoktur. Ondan delil istenir. Sözünün mânâsı, tertibin farz olmadığı hususunda
bizim delile ihtiyacımız yoktur; demektir. Çünkü asıl farz olmamasıdır. Farz
olduğunu iddia edenlerden delil istenir. Delil de yoktur. Tertip Peygamber
(s.a.v.)'in fiilinden öğrenilmiştir. Binaenaleyh biz de onun sünnet olduğuna
kaliliz. Bunu «el-Bahr» sahibi ifâde etmiştir.
METİN
Onüçüncüsü muvâlâttır. Muvâlât özür bulunmadıkça
birinci uzuv kurumadan ikinciyi yıkamak veya meshetmektir. Hatta abdest alan
kimsenin suyu biter de su aramaya giderse sahih kavle göre bunda bir beis
yoktur. Gusül ile teyemmüm de bunun gibidir.
İmam Malik'e göre muvâtât farzdır. Â'zâyı
ovuşturmak, israfı terketmek, suyu yüze çarpmamak ve kadının fercinin dış
kısmını yıkaması da abdestin sünnetlerindendir.
İZAH
Muvalât veya vilâ' lügatta birbiri arkasından
gelmek demektir.
Istılahda ise Zeylaî'nin tarifine göre birinci
uzuv kurumadan ikinciyi yıkamaktır. Haddâdî bu tarife mutedil havada, mutedil
bedenle ve özür bulunmaksızın kayıtlarını ziyade etmiştir. Ekmel «Tekrir» nâm
eserinde muvâlatı «Mutedil havada araya bir uzvun kuruması girmeksizin abdest
fiillerini peş peşe yapmaktır» diye tarif etmiştir. Bu tarifin zahirine
bakılırsa ikinci uzvu yıkadıktan sonra birinci uzuv kurumuş olsa muvalât yoktur.
Birinci kavle göre muvâlât vardır. el-Bahr sahibi, «evlâ olan budur» demiştir.
«en-Nehir»de ise zâhire göre bu muvalât olmaz.
Çünkü «Mirâc-ı Dirâye»de Hulvânî'den naklen: «Ayakları yıkamadan âzayı kurutmak
muvalâtı terketmek olur» denilmiştir. Binaenaleyh Zeylaî'nin ifadesindeki ikinci
tabiri birinciden sonraki mânâsına hamledilir. Yani ikinci tabiri ile yalnız
birinciyi takip eden değil, birinciden sonraki bütün uzuvlar kastedilir. Bunun
ne kadar itibardan uzak bir te'vil olduğu meydandadır. Çünkü «Sirâc»da beyan
edildiğine göre muvalâtın sınırı sonraki uzuv yıkanmadan öncekinîn
kurumamasıdır.
«el-Münye» şerhinde: «Muvalât her uzvu öncekinin
ardından yıkamak ve aralarına önceki kuruyacak kadar fasıla vermemektir»
deniliyor. Yine âşikârdır ki yukarıda Hulvânî'den nakledilen rivayet her iki
tarife uymaktadır. Ve ikinci târifi birinciye hamletmek aksini yapmaktan daha
makbuldür.
Ekmel'in tarifindeki, araya bir uzvun kuruması
girmeksizin tabirinden sonraki uzvu yıkamadan önceki kurumaksızın mânâsı
kasdedilerek bu tarif birinciye yani Zeylaî'nin tarifine hamledilir.
«Gurarû'l-Efkâr» sahibi dahi «Muvalât bir uzvu önceki kurumadan» yıkamaktır»
demiştir. Şarihin sözü de buna hamledilir. Buna delil İbn Kemal Paşa'ya tabi
olarak «veya mesh etmektir» demesidir. Çünkü bu söz mesh üzerine meshe şâmil
olduğu gibi başa mesh etmeye de şâmildir. Binaenaleyh ibaresindeki ikinciyi
hakikat olmak üzere birinciden sonra gelen bütün uzuvlara hamletmek mümkün
değildir. Bunu anlamalısın!..
Evet... «en-Nehir» sahibinin tuttuğu hareket hattı
Dürer'in tarifinden anlaşılmaktadır. Şu da var ki muvalâtı, Bedayı' sahibi;
«Abdest esnasında abdestten olmayan şeylerle meşgul olmamaktır» diye tarif
etmektedir. Şüphesiz bu tarif yukarıki iki tariften bir vecihle daha eammdır.
Sonra şöyle demiştir: Bazılarına göre muvalât, abdest esnasında bir uzuv
kuruyacak kadar durmamaktır.
Ben derim ki: bunu yukarıkinin izahı saymak
mümkündür. Murad:bir uzvun hakikaten kuruması yahut kuruyacağı kadar durmasıdır.
denilir. Böylece meshin zikri de yerinde olmuş olur. Ve bir kimse sargı üzerine
veya başına yaptığı mesh ile sonraki uzuv arasında yıkanan bir uzuv kuruyacak
kadar dursa muvalâtı terketmiş olur. Ulemanın muvalatı teyemmümde de itibara
almaları bunu te'yid eder, Nitekim yakında görülecektir. Halbuki onda yıkamak
yoktur. Bu izâhatı ganimet bil!...
Gusül ile teyemmümde de muvalâta riayet sünnettir.
«Fethü'l-Kadir» de abdestin sünnetlerinden olmak üzere mazmaza ile istinşak
arasında tertibe riayet başa meshederken ön taraftan başlamak, el ve ayak
parmaklarını yıkarken parmakların uçlarından başlamak sıralanmış. «el-Mevahib»
de tertibin yerim her uzva sağdan başlamak ve boynunu meshetmek zikredilmiş,
sonra bu dört şeyin müstehap olduğunu, söyleyenler de vardır, denilmiştir.
Oğuşturmak, eli yıkanan uzvun üzerinden geçirmektir. «Fethü'l-Kadir» sahibi bunu
mendubâttan saymıştır. Bu hususta «el-Bahr» ve «en-Nehir» sahibleri ona tâbi
olmamışlarsa da musannıf ileride ona tâbi olacaktır. «Fethü'l-Kadîr» sahibi
israfı terk etmeyi de mendup saymış ve bu hususta da kendisine tâbi olan
bulunmamıştır. Hatta «en-Nehir» sahibi bunun zayıf bir kavil olduğunu
bildirerek: «Bu, sünnet-i müekkededir. Zira israf mutlak surette yasak
edilmiştir» demiştir. Tamamı ileride gelecektir.
«Fethü'l-Kadîr»de suyu yüze çarpmamanın da mendup
olduğu bildirilmiştir.
Musannıf, Zeylai gibi çarpmanın mekruh olduğunu
sarahaten söyleyecektir. «el-Bahr» sahibi: «Suyu yüze çarpmamak edeb değil,
sünnet olur» demiş. Lâkin «en-Nehir» nam eserde: «Suyu yüze çarpmak tenzihen
mekruhtur» denilmiştir.
Şarihin ferc meselesini kadınla takyit etmesi söz
götürür. Filhakika «el-Münye»de istinca abdestin sünnetlerinden sayılmış,
«en-Nihaye»de ise istinca: abdestin sünnetlerindendir. Hatta en kuvvetlisidir.
Çünkü o hakikî pisliği gidermek için, diğer sünnetler ise hükmi pisliği gidermek
içinmeşru olmuşlardır, denilmiştir. «Bedâyı'»de abdestin sünnetleri birkaç kısma
ayrılmıştır.
Birinci kısım abdestten önce; ikincisi abdeste
başlarken; üçüncüsü abdest esnasındadır. Taşla taharet birinci kısımdan, su ile
istinca ikinci kısımdan sayılmıştır.