ABDESTİN MEKRUHLARI
METİN
Suyu yüze veya başka bir uzva çarpmak tenzihen mekruh, nehir suyundan veya mülkü olan suda israf ve takdir yapmak tahrimen mekruhtur. Üç defadan fazla yıkamak da israftan sayılır. Abdest alanlara vakfedilen suyu israf ise haramdır. Medreselerin suları bu kabildendir. Yeni su alarak başına meshi üç defa yapmak da mekruhtur. Bir su ile üç defa mesh ise mendup yahut sünnettir.
İZAH
Mekruh mahbubun zıddı, yani sevilmeyen şeydir. Bazen harama da mekruh denir. Kudûri'nin «Muhtasar»ındaki «Bir kimse özrü yokken imam cuma günü cuma namazını kıldırmadan evinde öğle namazını kılarsa mekruh olur» sözü, haramdır mânâsınadır. Bazen hem kerahet-i tahrimiyeye, hem de kerahet-i tenzihiyeye mekruh adı verilir.
Kerahet-i tahrimiyye; harama yakın olan mekrûhtur.
İmam Muhammed ona zannî haram demiştir.
Kerahet-i tenzihiye; yapılması yapılmamasından evlâ olan şeydir. Müteradifi, evlânın hilâfıdır. Nitekim evvelce görmüştük.
«el-Bahr» adlı eserde namazın mekruhları bahsinde şöyle denilmektedir: Bu babda mekruh iki nevidir:
Birincisi; tahrimen mekruhtur ki, mutlak olarak mekruh denildiği vakit o anlaşılır. Nitekim «Fethü'l-Kadîr»in zekât bahsinde de beyan edilmiştir.
Bu vacip derecesinde kuvvetli olup ancak vacibi isbat eden delille sabit olur. Yani sübutu zanni olan delille isbat edilir,
İkincisi; tenzihen mekruhtur. Bunun mevkii. terk-i evlâ olmaktır. Ulema bunu da çok defa mutlak kullanırlar. Nitekim «el-Münye» şerhinde öyledir. Şu halde ulemanın mekruh dedikleri şeyin mutlaka deliline bakmak gerekir.
Delili zanni ise, kerahet-i tahrimiyye ile mekruh olduğuna hükmedilir. Meğer ki nehyi tenzihiye hamledecek bir sebep bulunsun. Delil nehiy değil de kat'i olmayarak terkedilmesini bildiriyorsa kerahet-i tenzihiyyedir.
TAKDİR: Suyu yeterinden az kullanmaktır. Suyu yağ sürercesine az kullanmalı. Bilakis a'zâdan damlaması belli olacak şekilde dökülmelidir ki, her defasında yüzde yüz yıkadığı anlaşılsın.
İsraf, suyu şer'i hacetten fazla kullanmaktır Zira İbni Mace ile başkalarının Abdullah bin Amr bin As'dan rivayet ettikleri bir hadîsde şöyle buyurulmuştur: «Resulüllah (s.a.v.) abdest alan Sa'd'ın yanına uğradı da bu israf ne dedi? Sa'd abdestte israf var mıdır, diye sordu. Peygamber (s.a.v.) evet, nehirde bile olsan israf vardır, buyurdular».
Uzvu üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikat ettiği halde üçden fazla yıkamak israftır. Üç yıkamanın sünnet olduğuna itikad etmez da şübhelenerek kalbi kanaat getirsin diye fazla yıkar, yahut abdest üzerine abdest maksadıyla abdesti bitirdikten sonra yıkarsa mekruh olmaz. Nitekim evvelce izah etmiştik.
Su kullanmakta israfın tahrimen mekruh olduğunu «el-Hilye» sahibi Şafiilerin bazı müteehhirîn ulemasından nakletmiş, «el-Bahr» sahibi ile diğer bazı ulemamız da buna tâbi olmuşlardır. Bu mesele evvelce «Fethü'l-Kadir»den naklettiğimiz hükme muhaliftir. Orada takdir ve israfı terketmek menduplardan sayılmıştır. «Bedâyı'» ve diğer kitaplarda da aynı izahat vardır. Lâkin «el-Hilye»de Hulvâni'nin onun sünnet saydığı, Kâdıhân'ın da sünnet kabul ettiği bildirilmiştir ki güzeldir.
«el-Bahr» ve «en-Nehir» sahipleri dahi bu kavli güzel bulmuşlardır. «en-Nehir» sahibine göre sünnetten murad sünnet-i müekkededir. Çünkü israf mutlak surette menedilmiştir. «el-Müntekâ» sahibi israfı menhiyyattan saymıştır. Binaenaleyh tahrimen mekruh olur. Zira kerahet mutlak söylenirse kerahet-i tahrimiyye anlaşılır. Böylece israf ve takdiri terketmenin mendup sayılması zayıf bir kavil olur.
Ben derim ki: «Bunun üzerine ziyade ve noksan yapan kimse tecavüz ve zulmetmiş olur» hadisindeki nehyin bizim mezhebimize göre itikada hamledildiğini evvelce görmüştük. Nitekim bu husus «Hidaye» ve diğer kitaplarda beyan edilmiş, «el-Bedâyı'» sahibi «sahih olan budur» demiştir. Hatta bir kimse bir uzvun üç defa yıkanmasının sünnet olduğuna itikad eder de üçten fazla veya noksan yıkarsa, hadîsteki tehdide mâruz kalmaz. Bunun kerahet-i tahrimiyye ifade etmediği açık olduğunu daha evvelce söylemiştik. Ama bu onun kerahet-i tenzihiyye ile mekruh olmasına aykırı değildir. Burada «Fethü'l-Kadîr», «Bedâyı'» ve diğer kitaplarda israf ve takdiri terk etmenin mendup sayılması işte bu tashihe binaendir. Şu halde tenzihen mekruhdur.
Musannıfın israf ve takdiri yasak edilen şeylerden, sayması buna aykırı değildir. Nitekim suyu yüze çarpmayı da yasaklardan saymıştır. Çünkü tenzihen mekruh olan şey dahi ıstılâhda hakikaten, lügatta mecazen yasak edilmiştir.
«et-Tahrir» nâm eserde de böyle deniliyor. Keza «el-Hızânatü's-Semerkandiye» sahibi de onu yasaklardan saymıştır. Ama üç defa yıkamanın tam sünnet olduğuna itikad etmezse, diye kayıtlamıştır.
İsrafı terketmeyi sünnet sayanların kavli buna hamledilir. Kerahet mutlak surette, kerahet-i tahrimiyye mânâsına alınamaz. Nitekim yukarıda gördük.Şu da var ki hadîsdeki nehyin kerahet-i tahrimiyye mânâsına alınmasına mâni sebep meydandadır. Meselâ üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikad etmeyen bir kimsenin nehir suyu ile abdest alırken ısraf yapması, nehirden bir kap su doldurup da tekrar nehre dökmesi gibidir. Bunda faydasız abesle iştigal etmiş olmaktan başka bir mahzur yoktur. Fazlalık abdestle emredilenin üzerine yapılan ziyadedir. Onun için hadiste ona israf denilmiştir.
Kâmus'ta israf: bir şeyi saçmak yahut tâattan başka bir yere sarfetmektir, deniliyor. Üçden fazla yıkamanın, emredilen miktardan fazla olması ve tâat sayılmaması, haram olmasını icap etmez. Evet üç defa yıkamanın sünnet olduğuna itikat ederse fazla yıkadığı takdirde tecavüz ve zulmetmiş olur. Çünkü ibâdet olmayan bir şeyi ibâdet itikat etmiştir. Onun için ulemamız nehyi bunahamletmişlerdir. Bu takdirde yasak edilmiş olur. Terkedilmesi sünnet-i müekkededir. Bunu şârihin evvelce beyan ettiği «Akarsuda israf caizdir» sözü dahi takviye etmektedir. Yine evvelce görmüştük ki, caiz kelimesi, bazen şeriattan memnu' olmayan bir şeye ıtlak edilir. Şu halde kerahet-i tenzihiyyeye de şâmildir. Bu izahatla ulemanın ibâreleri birleşmiş olur. Ama görüyorsun ki şârihin burada söyledikleri mezhep ulemasının sözleri değildir. Onun söyledikleri ulemamızın sarahaten beyan ederek sahih kabul ettiklerine muaraza edemez. Burada benim anladığım budur, vesselâm...
Abdest almak için vakfedilen suda israf haramdır. Buna medrese suIarı da dahildir. Çünkü burada ziyadesine izin verilmemiştir.
Vakıf; ancak şer'i abdest alanlar için yapılmış, suyun başka bir husus için mubah olduğu kastedilmemiştir. Ama bunun da sarnıç, havuz emsali gibi akmayan sular diye kayıtlanması gerekir. Dimaşk medreseler ile camilerinin suları gibi akarsular, nehir suyu gibi mubahtırlar.
METİN
Abdestte men edilen şeylerden bazıları da kadından artan su ile abdest almak ve pis bir yerde abdest almaktır. Çünkü abdest suyu muhteremdir. Mescitte abdest almak da men edilmiştir. Meğer ki bir kap içinde yahut abdest için hazırlanmış bir yerde almış olsun. Suya tükürmek ve burnu atmak da yasaklardandır.
İZAH
Abdestte men edilen şeyler keraheti tenzihiyye ile mekruh olanlara da şâmildir.
Kadından artan su ile abdest meselesine gelince: «es-Sirâc» sahibi; «Erkeğin kadından artan su ile abdest alması ve yıkanması câiz değildir» diyor. Bunun mânâsı tahrimen mekruh olmasıdır.
İmam Ahmed'e göre mükellef bir kadın nikâh halveti gibi bir yere çekilir de orada az bir su ile tam olarak hadesten yıkanırsa erkeğin ve hünsânın ondan artan su ile hades gidermesi sahih olamaz. Nitekim mezhebin kitaplarında beyan edilmiştir. Bu taabbüdî yani kulluk icabı yapılan bir iştir. Çünkü «Buharî»den mâada bütün hadîs kitablarında rivayet edildiği ne göre Peygamber (s.a.v.) erkeğin kadından artan temizlik suyu ile abdest almasını yasak etmiştir.
«Guraru'l-Efkâr» sahibi bu meseleyi anlattıktan sonra bizim delilimiz «Müslim» hadîsidir.
Hazreti Meymûne: «Ben bir çanakdan su alarak yıkandım ve çanakda biraz su arttı. Az sonra Peygamber (s.a.v.) gelerek ondan yıkandı. Kendisine: ben ondan yıkanmıştım. dedim. Bunun üzerine: suda cünüblük yoktur, buyurdular» demiştir.
İmam Ahmed'in rivayet ettiği hadîs bununla neşhedilmiştir.
Ben derim ki: neshin muktezası bize göre o suyun tahrimen değil, tenzihen mekruh olmasıdır. Ama bu söz «Sirac»tan naklettiklerimize aykırıdır. Yine «Sirac»ta bildirildiğine göre nesih davası nasihin sonra geldiğini bilmeye bağlıdır. ihtimal ki bu hüküm Hazret-i Meymune'nin «Ben yıkanmıştım» sözünden alınmıştır. Çünkü bu söz onun nehyi daha önceden bildiğini gösterir. Böylelikle nâsih sonra gelmiş olur. Allahu âlem...
Şâfiiler bunda kerahet olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh biz neshe kail olsak da hilâfa riayet için onu mekruh kabul etmek gerekir.
TENBİH : Yukarıda beyan ettiklerimizden alarak, gasbedilen kuyudan alınan su ile abdest ve gasbedilen yerden teyemmümün de mekruh olması gerekir. Velev ki ben bunu ulemamızdan hiçbirinin eserinde görmemiş olayım.
Şâfiiler Semûd kavminin yaşadığı, beldeki Devekuyusu gibi yerlerden abdest almanın mekruh olduğunu sarahaten söylemişlerdir.
İmam Ahmed'e göre de mubah değildir.
Hanbelilerden «Şerhu'l-Müntehâ» sahibi demiştir ki «Bizim delilimiz İbni Ömer hadisidir». İbni Ömer (r.a.): «Halk Resûlüllah (s.a.v.)'la birlikte Semûd kavminin yaşadığı el-Hicr'e indiler de kuyularından su çekerek onunla hamur yoğurdular. Derken Resûlüllah (s.a.v.) onlara çektikleri suyu dökmelerini, hamurları da develere yedirmelerini emir buyurdu. Ve develerin su içmeye geldikleri kuyudan su almalarını söyledi» demiştir. Bu hadîs muttefakun aleyhtir.
«Şerhu'l-Muntehâ» sahibi: «Bunun zahirî onunla temizlik yapmanın memnu' olduğunu gösterir» demiştir. Devekuyusu o zamanlarda hacıların develerini suladıkları büyük bir kuyudur.
ABDESTİ BOZAN ŞEYLER
METİN
Abdesti, hayatta olup abdest alan bir kimseden çıkan ve temizlenen yere ulaşan her pislik bozar. Çıkan pislik mûtât olsun olmasın, necâset yollarından gelsin gelmesin hükmen hep birdir.
Temizlenen yere ulaşmaktan maksat; ona temizleme hükmü lâzım gelmesidir. Sonra pisliğin çıkmasından murâd; necaset yollarında mücerret görülmesi, başka yerlerde velev zorla olsun aynen akmasıdır. Zira ulema: «Bir kimse kanı her çıktıkça siler, silmediği takdirde akarsa abdesti bozulur, böyle olmazsa bozulmaz» demişlerdir. Nitekim gözün, yaranın ve tenasül âletinin içinden akan kan dışarı çıkmazsa abdest bozulmadığı gibi, gözyaşı ve ter gibi şeyler de abdesti bozmaz. Ancak devamlı içki içenin teri müstesnâdır.
Musannıfın beyan edeceği vecihle o abdesti bozar. Bu hususta bizim de söyleyeceklerimiz vardır. Alttan çıkan yel, kurt ve taş gibi pis olmayan şeyler de abdesti bozar.
İZAH
Bozmak, cisimlerde onları meydana getiren cüzleri birbirinden ayırmaktır. Cisim olmayan şeylerde ise, maksadı ifade etmesine mâni olmaktır.
Meselâ abdestten maksat, namazın mubah olmasıdır.
Abdestin bozulması buna mânidir. Abdesti bozan şey pisliğin çıkmasıdır. Yoksa çıkmak şartıyla pisliğin aynı değildir.
«Şarih her pislik» diyerek sözünü umumileştirmek istemiştir. Ta ki abdesti bozan şeyler, sâdece mutat pislikler yahut fazla olan pislik zannedilmesin. Hayatta olup kaydı, ölüden itiraz içindir. Çünkü cenaze yıkandıktan sonra, bedeninden pislik çıksa tekrar abdest aldırmak icap etmez. Sadece pisliğin çıktığı yer yıkanır. Zira pisliğin çıkışı onun hakkında hades olsa, ölüm de hades olmak gerekir. Ölüm hadesten üstündür.
Mûtât olan pislikler; bevil ve kazûrât, mûtat olmayan pisliklerse kurt ve taş gibi şeylerdir.
Şârih; mûtat olsun olmasın kaydı ile İmam Mâlik'in muhalefetine işaret etmiştir. Çünkü İmam Mâlik: «Abdesti bozan şey mutat olan pisliğin çıkmasıdır» demiştir. Nitekim necâset yollarından gelsin gelmesin, kaydı ile de İmam Şâfii'nin muhalefetine tenbihte bulunmuştur. Şâfiî: «Abdesti bozan şey necâset yollarından çıkan pisliktir» demiştir. «Temizleme hükmü tâzım gelmesidir» diyerek izahatta bulunmasının faydası gözün ve yaranın içi ile yapılacak itirazı defetmektir. Çünkü bunların içini hakikaten yıkamak mümkündür. Fakat bir hükmü yoktur. Bundan anlaşılıyor ki sözümüz su ile yıkamanın zarar verdiği yara hakkındadır. Yıkamak zarar etmezse sargısını sökerek akan pisliği yıkar. Zira temizleme hükmü, yani yıkamanın vücubu, sâkıt değil, mevcuddur.
Temizlemeden murad; İbni Kemâl'in dediği gibi gusülde ve abdestte yıkamaya ve meshetmeye şâmildir.
Pisliğin akması hususunda en güzel ifade «en-Nehir» sahibinin bazı müteehhirinden naklettiği şu sözdür: «Maksat velev zorla olsun akmaktır». Çünkü boynuzla alınan kan ve emsali de hükmen temizlemesi lâzım olan şeylerdendir.
Sonra malumun olsun ki hükümden murad, vücubtur. Nitekim bunu birçok ulema sarahaten ifade etmişlerdir. Buna ilâveten menduptur, demeye hacet yoktur. Ama «Fethü'l-Kadîr» sahibi bunun hakkında onu da ziyade etmiştir.
Ben derim ki: «Gayetü'l-Beyan» nâm eserde bildirildiğine göre, ulemamızın kitaplarında yazılan rivayet şudur:
Burundan akan, burnun deliğine ulaştı mı yumuşağına inmese dahi abdesti bozar. İmam Züfer buna muhaliftir. Gerçi «Hidâye» sahibi «Kan burnun yumuşağına inerse abdest bozulur» demişse de o bu sözle bütün ulemamızın ittifak ettikleri şekli anlatmak istemiştir. Ta ki İmam Züfer de dahil olsun.
İmam Züfer'e göre kan burnun yumuşağına inmedikçe abdest bozulmaz. Zira daha evvel zuhur etmemiştir. Bu gösteriyor ki burun deliğinden murad, katı kısmıdır. Bunu ganimet bil!..
İnsanın pislik yollarında pisliğin akması değil, görünmesi murad olduğuna göre erkeğin bevli, kamışının içine inse de ucunda bir şey görünmese abdesti bozulmaz.
Sünnetsizin tenasül kılıfı böyle değildir. Bevil oraya inerse abdest bozulur. Yıkanmasının vacip olmaması, iç uzuvlar hükmünde olduğundan değil, güçlükten dolayıdır. Nitekim Kemal b. Hümam da böyle demiştir.
Pisliğin akmasını izah hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir. «el-Muhit»te İmam Ebu Yûsuf'tan naklen «çıkan şeyin yükselip yayılmasıdır» denilmiş; İmam Muhammed'den «şişerek yaranın başından büyük olursa bozacağı» rivayet olunmuştur. Fakat sahih kavle göre bu abdesti bozmaz. «Fet-hü'l -Kadîr» sahibi bunu naklettikten sonra «et-Dirâye»de İmam Muhammed'in kavli esahtır denilmiş, fakat Serahsî birinci kavli ihtiyar etmiştir. Evlâ olan budur demiştir.
Ben derim ki: Bu kavli Kâdıhan v» başkaları da sahih bulmuşlardır. «el-Bahr» nâm eserde değiştirme vardır: Bu hususta Tahtavî de ona tâbi olan budur demiştir.
Kanı silmek ne ise üzerine pamuk veya başka bir şey koyarak emdirmek de odur. Kanın üzerine konan şey ikinci veya üçüncü defalarda da onu emerek toplanan miktar kendi haline bırakılsa akacak kadar olursa abdesti bozar. Bu reyle ve zannı galip ile bilinir. Kanın üzerine kül veya toprak koyar da içine işleyerek görünür, sonra ikinci ve üçüncü defa koyar ve yine görünürse bunlar toplanarak hesap edilir.
Ulema bunun bir mecliste olanlarının toplanacağını, ayrı ayrı meclislerde olursa toplanmayacağını söylemişlerdir. Bu «Tatarhaniyye»de ve «el-Bahr»da zikredilmiştir.
Ben derim ki: Şu halde daima sızıntı yapan, yaradan çıkan, fakat akma kuvveti olmayıp haline bırakıldığı zaman toplanarak kuvvetlenen ve yerinden akan pislik bezle her kurutulduğunda veya sarıldığında beze işlerse bakılır: Eğer bez azar azar o mecliste işleyen miktar haline bırakılsa, toplanıp akacak gibi ise abdesti bozar. Aksı takdirde bozmaz. Ayrı ayrı meclislerdeki sızıntı bir araya toplanmaz. Bunda yaralılara büyük kolaylıklar vardır. Bu faydayı ganimet bil!..
Galiba ulema bunu kusmaya kıyas etmişlerdir. Burada sebep değişikliği olmadığından alettayin meclis nazar-ı itibara alınmıştır. «es-Sirâc» sahibi Yenâbi'den naklen şunları söylemiştir: .«Yaranınüzerinden kan yaranın hududunu geçmezse bazıları bunun temiz olduğunu söylemişlerdir. Hatta yaralının yanında biri namaz kılar da ona dirhem miktarından fazla kan bulaşırsa namazı caizdir». Kerhî bu kavli tercih etmiştir. En güzeli de budur. Birtakımları pis olduğunu söylemişlerdir ki İmam Muhammed'in kavli de budur. Bu ifadeden anlaşılan şudur:
Bahsedilen kan abdesti bozmaz. Çünkü bulaştıktan sonra da temiz olarak kalmıştır. Kanda itibara alınacak husus, sahibinin bedeninde temizleme hükmünü alacak yere akmasıdır. İyi düşün!..
Gözyaşının abdesti bozmaması; bir illetten dolayı akmadığı zamandır. Nitekim ileride gelecektir.
Musannıf, devamlı içki içenin terini kitabın sonunda muhtelif meseleler bahsinde anlatacaktır. Şarihin bu hususdaki sözünü Tahtâvî nakletmiştir.
Hulâsası şudur: Bu kavil zayıftır. Garip bir tahriçtir. Ona itimat câiz değildir.
Yellenmenin abdesti bozması, aynı necis olduğu için değil, necaset yerinden kopup geldiği içindir. Çünkü sahih kavle göre ayni temizdir. Hatta bir kimse ıslak don giyse, yahut arkasından yelleneceği yer ıslansa, yellendiği takdirde, o ıslak elbise pis olmaz. Umumiyetle ulemanın kavilleri budur. Gerçi Hulvânî'nin donla namaz kılmadığı nakledilmişse de, bu onun verâ' ve takvasındandır.
Alttan çıkan şeyler pis olduğu gibi, erkek ve kadının önlerinden çıkan kurt ve taş da bilittifak abdesti bozar. Nitekim şârih bunları beyan edecektir. Çünkü Zeylâî'nin tercihine göre bunlara necaset bulaşmıştır. Yahut «Bedâyi»de bildirildiği vecihle kurt pislikten doğmuştur.
METİN
Pis olmayan yellenme, kurt ve ufak taş gibi bir şeyin dübürden çıkması abdesti bozar. Bunların yaradan çıkması abdesti bozmadığı gibi iki necaset yolu birleşmemiş olan kadının fercinden çıkması da bozmaz. Bu takdirde kadının abdest alması mendup olur. Vâcip olduğunu söyleyenler de vardır. Bazıları yelin kokusu varsa, abdest vacip olacağını söylemişleridir.
Erkeğin tenasül âletinden çıkan yel abdesti bozmaz. Çünkü bir seyirmeden ibarettir. Hatta arttan yellense de dübürden gelmediğini bilse, yine seyirmedir. Abdesti bozmaz,
Musannıfın bunu yelle kayıtlaması kadınla erkeğin önlerinden çıkan kurt ve taş, bilittifak abdesti bozduğu içindir. Nitekim «Cevhere» de böyle denilmiştir.
İZAH
İki necâset yolu birleşmiş olan kadına mufdat derler. Böylesi önünden yellenince abdest alması müstehap olur. İmam Muhammed'den bir rivayete göre ihtiyaten abdest olması vaciptir. Ebu Hafs bu kavil ile amel ettiği gibi «Fethü'l-Kadîr» sahibi de onu tercih etmiştir. Çünkü yellenmek ekseriyetle arttan olur.
Mufdat kadının hükümlerinden biri gebe kalmadıkça ikinci kocası onu birinciye helâl kılamaz. Zira dürbürden cima edilmiş olması ihtimali vardır. Bu ise helâl değildir. Ancak tecavüz ve zulüm etmeksizin arkasından fercine cima edebilir.
Sidik yolu karışan kadınla kocası cinsî münasebette bulunursa hükmün böyle olmaması gerekir. Çünkü sahih olan kavle göre ferçten gelen yel ile abdest bozulmaz. Bir de sidik yoluna cimamümkün değildir. Bunu «el-Bahr» sahibi ifade etmiştir. Kadının önünden çıkan yelin kokusu varsa bazılarına göre abdest alması cavip olur. Çünkü kokması dübüründen geldiğine delildir.
İsmail Nablusî'nin ifadesi şöyledir: «Bazıları yelin sesi duyulur veya kokusu yayılırsa hadestir, aksi takdirde hades olmaz, demişlerdir».
Seyirmek izdırârî bir harekettir. Hakikatta yellenme değildir; olsa bile necâset yerinden gelmemiştir, abdesti bozmaz. Yellenmenin arttan olmadığını bilmek zan ile olur. Bu babda zannı galib kâfidir. «el-Minah» nâm eserde Hulâsa'dan naklen «Abdesti bozmanın illeti dübürden geldiğini bilmektir. Şübhelenmekle abdest bozulmaz» deniliyor. Bu söz fıkha ve sahih hadîse uygundur. Hadîs-i şerifte: «Yellenmenin sesini işitmedikçe yahud kokusunu duymadıkça abdest bozulmaz» buyurulmuştur. Yelin dübürden geldiği bununla bilinir.
METİN
Yaradan, kulaktan, burundan veya ağızdan çıkan kurt, abdesti bozmadığı gibi et parçasının düşmesi de bozmaz. Çünkü bunlar temizdir. Üzerlerindeki pislik de akmaz.
Bozmanın illeti budur. Muhtar olan kavle göre yarayı sıkarak çıkarılanla kendi kendine çıkan arasında hüküm itibariyle bir fark yoktur. İkisi de abdesti bozar. «el-Bezzâziye» sâhibi de bunu böyle izah etmiş ve; «Çünkü sıkarak çıkarılanda da çıkmak vardır. Binaenaleyh kan aldırmak gibi olur» demiştir. «el-Fetih»de Kâfî'den naklen «esah olan budur» denilmiş, Kuhistânî bukavle itimad etmiş, «el-Kınye» ile «Camiu'lFetâvâ»da da en münâsip kavlin bu olduğu bildirilmiştir. Bu sözün mânâsı; rivâyet yönünden nasslara en uygun, dirâyet yönünden de tercihe şayan olan budur. O halde fetva buna göre verilir demektir.
İZAH
Yara sıkılmamış olsa içindeki pislik çıkmayacakken sıkıldığı zaman çıkması, kendiliğinden çıkmış gibidir. Bu sususta «Hidâye» sahibi ile «Hidâye» şârihleri «Dürer» ve «el-Müntekâ» sahipleri muhaliftirler. «el-Bezzâziye» sahibinin sözü bir bir itiraza cevaptır.
İtiraz şudur: Yarayı sıkarak çıkarılan pislik abdesti bozmaz. Abdesti bozan şey pisliğin çıkmasıdır. Bu ise çıkmak değil, çıkarmaktır.
Cevap: Çıkarmak da çıkmayı gerektirir. Çıkmak mevcuttur. Binaenaleyh çıkarmakla kendiliğinden çıkmak arasında fark yoktur. Ancak «el-İnaye» sahibi: «Çıkarmanın hükmü nassan bildirilmemiştir; velev ki çıkmayı gerektirsin; binaenaleyh onun sübutu kasdî değildir; itibarı yoktur» demiştir. «Fethü'l-Kadîr» de bu babda şu izahat vardır:
«Yaradan pisliği çıkarıp çıkarmamanın belli başlı bir tesiri yoktur. Muteber olan pis bir şeyin çıkmasıdır. Bu çıkarmakla tahakkuk ettiği gibi kendiliğinden çıkmakla da tahakkuk eder. Ve kan aldırmak gibi olur. Nasıl olmasın ki sünnet ve kıyastan elimizde bulunan bütün deliller abdestin bozulmasını pisliğin çıkmasına tâlik etmişlerdir. Bu ise sıkmakla çıkarılanda da mevcuttur.
Bu izahatı Kemal b. Hümam'ın tilmizi İbni Emîr Hâcc «el-Hılye» adlı eserinde takdir etmiş; «el-Münye»şârihi ile «Makdisi» de beğenmişlerdir. «el-Bahr» sahibi ise «İnaye»nin sözünü kabul etmiştir. «İnaye»de «Fethü'l-Kadîr» sahibinin sözü zayıf bulunmuştur. Sen de «Fethü'l-Kadîr»in onun sözünü zayıf bulduğuna hükmedebilirsin. Çünkü yukarıda beyan ettiğimiz vecihle abdesti bozan şey pisliğin çıkması değil, çıkan pisliktir. Remlî haşiyesinde: «Unutmamalısın ki, İnaye'nin zayıftır demesi; Şemsü'l-eimme'nin, esah olan budur sözüne karşı dikiş tutturamaz» denilmiştir.
Kuhistanî «Yarayı sıkmakla çıkarılan cerahat abdesti bozmaz» sözünün fâsid olduğunu bildirmiştir. Çünkü bundan zorla çıkarılan yel ve kazurat gibi şeylerin de abdesti bozmaması lâzım gelir.
METİN
Kendini zor zabt edecek derecede ağız dolusu safra, pıhtılaşmış kara kan, yemek veya su kusmak da abdesti bozar. Başdan inen kan pıhtısı ise abdesti bozmaz. Yemek ile su mideye indikten sonra oraya yerleşmeseler bile galiz necaset olurlar. Velev ki kusmak emdiği anda bebekten çıkmış olsun. Sahih olan kavil budur. Çünkü pisliğe karışmıştır. Bunu Halebî beyan etmiştir. Yemek ve su mideye inmeden yemek borusunda iken kusarsa bilittifak abdesti bozulmaz. Nitekim yılan veyahut çok kurt kusmak da abdesti bozmaz. Zira bunlar haddizatında temizdirler. Ve uyuyanın ağız suyuna benzerler. Uyuyan kimsenin ağız suyu mutlak surette temizdir. Fetvâ bununla verilir. Ölünün ağız suyu böyle değildir. O necistir. Aynen şarap veya sidik kusmaya benzer. Velev ki az olunca abdesti bozmasın. Çünkü aslî itibariyle necistir. Onun pisliği mücaveret itibariyle değildir.
İZAH
«Gayetü'l-Beyan»da bildirildiğine göre safra vücudun dört unsurundan biridir. Bunlar: kara safra, sarı sofra, kan ve balgamdır. Pıhtılaşmış kara kan hakikatta kan değildir. Onun için ağız dolusu olması itibar edilmiştir. Kan olsa azla çoğu arasında fark olmaksızın muhtar kavle göre abdesti bozar. Pıhtılaşmış kanın abdesti bozmaması ittifakidir. Bu mesele «el-Münye» şerhinde beyan edilmiştir. «el-Hilye»de ise «Zatire göre ağız dolusu çok olan miktarı abdesti bozar» denilmiştir Hâsılı kan ya baştan iner, yahud mideden çıkar. Ya pıhtı olur, yahud akar. Başdan inen kan pıhtı olursa bilittifak abdesti bozmaz. Akarsa bilittifak abdesti bozar. Mideden çıkan pihtı ise ağız dolusu olmadıkça bilittifak abdesti bozmaz. Akarsa İmam A'zam'a göre mutlak surette abdesti bozar. İmam Muhammed'e göre ağız dolusu olmadıkça bozmaz. «el-Münye» ile şerhinde ve Tatarhaniyye'de böyle denilmiştir.
el-Bahr sahibi, İmam Ebu Yûsuf'u İmam A'zam'la beraber saymış ve sahih kavil hakkında ihtilaf edildiğini söylemiştir. Bedayî' sahibi imam Azam'la Ebu Yusuf'un kavlini sahih bulmuş; umumiyetle ulemanın bu kaville amel ettiklerini söylemiştir. Zeylai de «Muhtar olan kavil budur» demiştir. «el-Muhît» sahibi ise İmam Muhammed'ın kavlinin sahih olduğunu söylemektedir. «es-Sirâc»da dahi bu kavil tercih edilmiş ve «el-Veciz» nâm eserden nakledilmiştir, Malûmun olsun ki Bahr, Nehir ve Zeylal'nin ibârelerinde îham vardır. Bizim hâsılı diye başlayarak verdiğimiz tafsilâtla maksad açıklanmıştır.
Ulema necasetler babında mideye inen yemek ve suyun necaseti galiza olduğunu bildirmişlerse de«el-Müctebâ» sahibi doğrusunun necaseti hafife olduğunu söylemiştir. «Fethü'l-Kadîr» sahibi «Mesele işkâlden hâli değildir» diyor. Tamamı «en-Nehir» nâm eserdedir. Şârihin sahih olan kavil budur, sözünün mukabili midede karar kılmadan kusulan yemek ve suyun abdesti bozmamasıdır. Çünkü henüz hali değişmediği için temizdir. Ona bulaşan kusmuk da azdır. Binaenaleyh hades olamaz. Bu kavli «el-Müctebâ» sahibi, İmam Hasan'dan nakletmiştir. «Fethü'l-Kadîr» sahibi «Bunun muhtar kavil olduğu söylenir» demiştir. «el-Bahr» adlı eserde de sahih kabul edildiği, «el-Mirâc» ve diğer kitaplardan naklolunmuştur. Halebî «el-Menyetü'l-Kebîr» şerhinde «Sahih olan kavil zahir-i rivayeden nakil edilendir ki, necis olmasıdır. Çünkü necâsete karışmış ve içine pislik işlemiştir. Balgam böyle değildir» demiştir.
Ben derim ki: Her iki kavil sahih kabul edildiğine göre zahir-i rivayeden ayrılmak olmaz. Onun için şârih bozar diye kat'î hüküm vermiştir.
Şârih yılanın temiz olduğunu söylemişse de «el-Bahr ve «en-Nehir» nâm eserlerde onun necis olduğunu söyleyenler bulunduğu bildirilmektedir. Bu takdirde ağız dolusu kusarsa abdestin bozulması icap eder. Lâkin sular bahsinde görüleceği vecihle karada yaşayan yılan suda ölürse onu pisler.
İhtimal buradaki yılan akar kanı olmayacak derecede küçük olana hamledilmiştir. Bu takdirde suyu pislemez, o da kurt gibi temiz olur. Uyuyan kimsenin ağzından akan su mutlak surette yani başdan insin, mideden çıksın; sararıp koksun veya kokmasın temizdir. «el-Bahr»'da «et-Tecnîs»'den naklen fetva bununla verilir denilmiş; bu sözle meselede muhalifler bulunduğuna işaret edilmiştir. Filhakika Ebu'n-Nasr muhalefet ederek, «Ağızdan akan su sarı olup kokarsa kusmuk gibidir» kavlini ihtiyar etmiş; İmam Ebu Yûsuf da necis olduğunu söylemiştir. Bir kimsenin aynen şarap ve sidik kusması onları içmesiyle tasavvur olunur. Bunlar az kusulduğu zaman abdesti bozmasalar da esasen necisdirler. Pislikleri mücâveretten yani pislik yanında bulunmalarından değildir. Yemek gibi şeyler kusmak bunun hilâfınadır. Çünkü bunlar ağız dolusu çok ise mücaveretten dolayı pis olur ve az kusulursa abdesti bozmazlar. Kendileri de necis olmazlar.
METİN
Balgam kusmak mutemet kavle göre asla abdesti bozmaz. Ancak yemekle karışık olursa bozar. Bu takdirde ikisinden hangisi fazla ise ona itibar olunur. İkisi de müsavi miktarda ise her biri ayrı ayrı itibara alınır. Akan kan ağızdan olsun. mideden gelsin ve ,keza galibe hükmen tükürükten fazla olsun yahut ihtiyaten ona müsâvi bulunsun, abdesti bozar. Tükürükten az olan karışık kan abdesti bozmaz, irin de kan gibidir. Bunların sümükle karışması da tükürük gibidir. Bir uzvu emerek içi kan dolan sülüğü kusmak abdesti bozar. Büyük olursa kene dahi sülük gibidir. Çünkü bu takdirde ondan akar kan çıkar. Sülükle kene böyle olmazlarsa abdesti bozmazlar ve sivrisinekle sinek hükmünü alırlar. Zira bunlarda akar kan yoktur. «el-Hâniyye» nâm eserde böyle beyan edilmiştir. «Kuhistânî»de: «Yaranın üzerindeki şişten akan cerahat şiş yeri geçmedikçe abdesti bozmaz. Sargı ile bağlanır da ıslaklık dışına çıkarsa bozar» denilmiştir.
İZAH
Balgam kusmak asla abdesti bozmaz, bundan murad; mideden gelsin, baştan insin bozmak demektir. Ama mideden çıkan balgam İmam Ebu Yusuf'un kavline göre abdesti bozar. Şarih «mutemed kavle göre» kaydiyle buna işaret edilmiştir. Fazlaya itibar şöyle olur:
Yemek ayrı olmuş olsa ağzı dolduracak kadar çoksa balgamla karışık bulunduğu zaman abdesti bozar. Balgam, yemekten fazla ve yalnız başına ağzı dolduracak miktarda çok ise mesele ihtilâflı olarak kalır. İkisi müsâvi olup ayrı ayrı itibara alındıklarında her biri ağız dolusu miktarı ise abdest bilittifak yemekle bozulur. böyle değilseler bilittifak abdest bozulmaz. Biri diğerine ilâve edilemez. Mecmuunun ağız dolusu olması da itibara alınmaz.
Metleri şerh eden ulema: «Mideden veya ağızdan gelen kan tükürükten fazla yahut ona müsavi olursa abdesti bozar» demişlerdir. İbni Melek dahi: «Mideden gelen kan tükürükten az olursa bilittifak abdesti bozmaz» demiştir. Fakat Zeylaî'nin sözüne bakılırsa bu kan az dahi olsa abdesti bozar. «el-Bahr» sahibi: «Bu sözün doğru olmadığı meydandadır Çünkü nakledilen rivayete aykırıdır. Hem ağızdan çıkan kanla mideden gelen kan tükürükle karıştıklarında aralarında bir fark düşünülemez» demiştir. Rahmeti «el-Bahr» sahibinin bu sözünü reddederek: «İbni Melek'in sözü Zeylai'nin sözüne muaraza edemez. Zira Zeylaî'nin mertebesi büyüktür. Bir de iki kan arasında fark düşünülemez değil, açıkça düşünülebilir.
Şöyle ki:
Ağızdan çıkan ve tükürükten az olan kan kendi değil, tükürük kuvvetiyle çıkmıştır, binaenaleyh abdesti bozmaz. Nitekim bazıları kuvvet kullanarak çıkarılan cerahatın abdesti bozmadığını söylemişlerdir. Mideden gelen kan ise kendi kendine çıkmıştır.
Zira tükürüğe ancak mideden çıktıktan sonra karışmıştır. Tükürük mideden gelmez. Onun yeri ağızdır demiştir.
Şu halde şârihlerin mutlak olan sözleri mideden gelmeyen kana hamledilir. Zeylaî'nin sözü de nakledilen rivayete aykırı düşmez. Allahu a'lem!..
«el-Bahr» sahibinin beyanına göre kanın tükürükten fazla veya ona müsavi olmasının alâmeti tükürüğün kırmızı renk alması; tükürükten az olmasının alâmeti de tükürüğün sarı olmasıdır. Tükürükle kan müsavi olduklarında ihtiyatan abdestin bozulduğuna hükmolunur. Zira kanın akma ve akmama ihtimalleri vardır. İhtiyaten akmış kabul edilir. Ama abdestin bozulduğunda şüphe etmek böyle değildir. Ortada mücerret bir şüpheden başka bir şey yoktur. Yakinen bilinen bir şey şüphe ile zâil olamaz. Hüküm itibariyle irin de kan gibidir. Ancak Allâme İsmail Nablusî: «Ben irinin tükürükten fazla veya noksan olduğuna alâmet gösteren hiçbir kimse bulamadım» demiştir. Sümük, tükürük hükmündedir. Gerçi İmam Ebu Yusuf'dan tükürüğün necis olduğu nakledilmişse de bu rivayet zayıftır. Evet «el-Bezzaziye»de İmameyn'e göre «Burun bezinin üzerinde namaz kılmak mekruhtur» denilmiştir. Fakat bu, tâzimi ihlâl ettiği içindir. «el-Münye»de bildirildiğine göre bir kimse burnunu atar da burnundan bir kan parçası düşerse abdesti bozulmaz. Çünkü evvelce görüldüğü vecihle pıhtılaşmış kan koyulaşıp donduğu için kan olmaktan çıkmıştır.
TENBİH : Gerek buraya kadar geçen gerekse buradaki izahatımızdan anlaşılıyor ki, yaradan kendi kendine çıkan cerahatla, sıkılarak çıkarılan arasında fark yoktur. Bundan dağlamakla yapılan tedavinin hükmü de anlaşılmaktadır. Dağlamakla yapılan tedavide vücuttan kan, irin veya sarı su çıkar da kendi haline bırakıldığında akmayacak şekilde yani mücerret bir sızıntı ve nem halinde kalırsa abdesti bozmaz. Velev ki bütün elbiseye bulaşsın. Akacak şekilde olursa sırf yaranın bağı ıslanmakla abdest bozulur. Unutma ki yukarıda bir meclisteki sızıntılar toplanır demiştik. Sonra yaradan çıkan şey halis su da olsa kan gibidir. İmam Hasan'dan bir rivayete göre bu abdesti bozmaz. Fakat sahih olan birinci kavildir. Nitekim Kâdıhan da böyle söylemiştir. Ancak ikinci kavilde uyuz ve çiçek hastalıklarına müptelâ olanlar için kolaylık vardır. Bunu İmam Hulvanî de beyan etmiştir. Zarurette burada bu kavil ile amel etmekte beis yoktur. Gerçi bazıları: «Dağlanan yerin üzerinde sargı bulunduğu müddetçe abdest bozulmaz. Velev ki irin ve kanla dolsun; etrafından akmazsa hüküm budur; yahut sargı çözülür de yaranın içinde bağlanmamış olsa akacak kuvvette cerahat bulunursa çözüldüğü anda abdest bozulur; daha önce bozulmaz...» demişlerse de biz bundaki mahzurları «el-Fevâidü'l-Muhassasa» adlı risalemizde izah ettik.
METİN
Ayrı ayrı kusmuklar bir araya toplanarak bir kusma gibi hesap edilir. Çünkü sebep birdir. İmam Muhammed'e göre sebep kusacağı kalkmaktır ki esah olan da budur. Zira kaide; hükümleri sebeplerine izafe etmektir. Bundan ancak bir mâni bulunursa vazgeçilir. Nitekim «el-Kâfi» nam eserde izah olunmuştur. Az kusmuk ve haline bırakılırsa akmayacak kan gibi asla hades olmayan şeyler, İmam Ebu Yusuf'a göre necis de değillerdir. Sahih olan kavil budur ki yara sahiplerine kolaylık sağlar. İmam Muhammed buna muhaliftir. «el-Cevhere»de içine pislik bulaşan şey su gibi mayi olursa İmam Muhammed'in kavli ile fetva verileceği bildirilmiştir.
İZAH
Bir kimse ayrı ayrı kusar da bir araya toplansa ağız dolusu miktarını bulursa İmam Ebu Yusuf meclisin bir olmasını itibara almıştır. Bir mecliste kusulanın ağız dolusu olursa ona göre abdest bozulur. Velev ki gaseyân (yani kusacağa kalkma) işi birkaç defa vukubulsun. İmam Muhammed sebebin bir olmasını nazarı itibara olmuştur. Sebep gaseyândır.
Meclisin birliğinden murad; bir defa kusacağa kalkıp kustuktan sonra sükûnet bulmadan ikinci defa kusmaktır. Nefis yatıştıktan sonra kusarsa meclis değişmiş sayılır. Bu meselenin dört şıkkı vardır: Ya sebep ve meclis bir olur. Bu takdirde bilittifak abdest bozulur. Yahud ikisi de değişik olur ve abdest bilittifak bozulmaz. Yahud yalnız sebeb veya yalnız meclis bir olur. Bu iki surette hilâf vardır.
Sebep bazen vurmak ve mide dolu iken tepetaklak çevirmek gibi şeyler de olabilir. Burada gaseyândan maksat insanın mizacından meydana gelen bir şeydir ki, pis koku duymak suretiyle tabiatın değişmesinden neş'et eder. Şârihin «asla hades olmayan şeyler» sözünden murad; herzamandır. Binaenaleyh abdestsiz bir kimseden veya özür sahibinden çıkan şeylerle itiraz varid olamaz. Çünkü bunlarla abdestin bozulmaması bir zamana mahsustur. İtirazın şekli şudur:
Abdestsiz kimseden çıkan pislik hades değildir ama necistir. Özür sahibinden çıkan da öyledir. İşte şârih «asla» sözü ile böyleleri tariften çıkarmıştır. Şöyle de denilebilir: Burada maksat abdestli kimsenin bedeninden çıkandır. Hatıra gelen budur. Özürlünün bedeninden çıkan hadestir; lâkin eseri ancak vaktin çıkmasiyle kendini gösterir. Nitekim ulema bunu açıkça beyan etmişlerdir.
İmam Ebu Yusuf'un kavlini «Hidâye» ve «el-Kâfi» sahipleri nakletmiş; «el-Vikâye» şerhinde ise: «Bu kavil üç imamımızdan nakiledilen zahir rivayedir» denilmiştir. Pislik elbise ve beden gibi şeylere bulaşırsa Ebu Yusuf'un kavli ile fetva verilir.
METİN
Abdestli bir kimsenin kendini tutan kuvvetini giderecek derecede uyuması hükmen abdestini bozar. Bu uyku oturağı yerden kesilmekle olur ki, ya bir tarafına ya çantası üzerine yahut kafası veya yüzü üzerine yatmakla tahakkuk eder. Uyku kuvvetini kesmezse abdesti bozulmaz. Velev ki namazda veya namaz dışında bunu kasten yapmış olsun. Muhtar kavil budur. Bu oturarak uyumak gibidir. Velev ki bir şeye dayansın da o şey kaldırılsa düşecek kadar uyumuş olsun. Mezhep budur. Mutemet kavle göre secdede namaz dışında olsa bile mesnun şekilde uyumak abdesti bozmaz. Bunu Halebî nakletmiştir.
İZAH
Şârih hakikaten abdesti bozan şeyleri bitirince hükmen bozanlara geçtiğine tenbihde bulunuyor. Uykunun hükmen abdesti bozması, hakikatte bozmadığına binaendir. Bazıları bozduğunu söylemişlerdir. «es-Sirâc» sahibi birinci kavli tercih etmiş; Zeylaî de kat'iyetle ona kail olmuştur. Hatta «et-Tevşih» sahibi bu kavil üzerine ittifak edildiğini hikâye etmiştir.
Ben derim ki: Daima yellenen kimse hakkında uykunun aynı, bilittifak abdesti bozmak gerekir.
En iyisi İbn-i Şilbi'nin Fetâvâ'sındaki şu sözüdür: «Bana daimi surette yelini kaçıran bir adamın uykusunun abdestini bozup bozmayacağını sordular. Ben de sahih kavle göre uyku haddizatında abdesti bozmadığına binaen bozmaz diye cevap verdim. Abdesti bozan uyku değil, bedenden çıkandır Ama bizzat uyku abdesti bozar diyenlere göre abdestinin bozulması lazım gelir».
Uyku tabii bir gevşekliktir ki, insana elinde olmayarak gelir ve iç ve dış duygularını sağlam oldukları halde çalışmaktan, aklını kullanmaktan men eder. Bu suretle kul, hukuku eda etmekten âciz kalır. «Fethü'l-Kadir» de beyan edildiğine göre muhtar olan kavil namazda uyumanın kasden bile olsa abdesti bozmamasıdır.
«el-Vehbaniyye» şerhinde: «Zâhir-i rivaye, namazda ayakta iken, otururken ve secde halinde uykunun hades olmamasıdır. İster uyku galebe çalsın, ister kasden uyusun», deniliyor. «Cevamiu'l-Fıkıh»da da: «Rükû ve secde halinde uyku kasdı bile olsa abdesti bozmaz; lâkin namazı bozar», denilmiştir. «Mezhep budur» sözünden murad; Ebu Hanife'den nakledilen zahir mezhebdir. Ulemamızın umumu bununla amel etmişlerdir. Esah olan da odur Tahavî, Kudûrî ve Hidâye sahibidayandığı şey alınsa düşecek derecede uyuyan kimsenin abdesti bozulduğuna kail olmuşlardır. Bazı metin sahipleri de bu kavli tercih etmişlerdir. Bu hüküm oturağın yerden kesilmemesine göredir. Oturak yerden kesilirse bilittifak abdesti bozulur.
Secdede mesnun şekilde uyumak abdesti bozmayınca ayakta ve rukû'da evleviyetle bozmaz.
Mesnun şekilden murad; secde halinde karnını uyluklarından ayırmak, kollarını iki taraftan açmaktır. Tahtavi: «Zahire göre mesnun şekil erkek hakkında matlubdur: kadın hakkında değildir» diyor. Secde halinde uyku ihtilâflıdır. Bazıları namazda olsun, namaz dışında olsun abdesti bozmadığını söylemişlerdir. «el-Tuhfe» nâm eserde bunun sahih olduğu kaydedilmiş, «el-Hulâsa» da ise zahir mezhep olduğu bildirilmiştir. Bazıları abdesti bozduğunu söylemişlerdir.
«el-Hâniyye»de bunun «zahir mezhep» olduğu bildirilmiş, «ez-Zâhire» de ise: «Meşhur olan birinci kavlin zâhir mezhep olduğudur» denilmiştir. Birtakımları: «Mesnun olmayan şekilde secde ederse abdesti bozulur, aksi takdirde bozulmaz» demişlerdir. «el-Bedâyı'» sahibi: «Bu, doğruya daha yakındır; şu kadar var ki biz bu kıyası namaz halinde nassla terk ettik» diyor. Zeylaî Bedayi'nin sözünü sahih bulmuş ve: «Namazda ise abdesti bozulmaz; çünkü Peygamber (s.a.v.); ayakta, rüküda veya secde halinde uyuyana abdest yoktur, buyurmuştur. Namaz dışında ise secde şeklinde olmak şartı ile sahih kavle göre yine bozulmaz. Secde şeklinde değilse bozulur» demiştir. «el-Bahr» sahibi kat'î olarak buna kail olduğu gibi Allâme Halebî dahi «el-Münyetul-Kebîr» adlı eserinde bunu tercih etmiş ve «el-Hulâsa»dan naklen: «İmameyn'e göre secde-i sehiv ve secde-i tilâvet de namaz secdesi gibidir. Çünkü hadiste secde lâfzı mutlaktır. Binaenaleyh şer'an secde sayılan yerlerde bu hadis karşısında kıyas terk edilir. Geri kalan yerlerde kıyasla amel bakidir. Ve sünnet vecihle değilse abdesti bozar» demiştir. Lâkin «el-Münyetü's-Sagir» adlı eserinde şârihin kendisine nisbet ettiği kavle iti mat etmiştir ki, bu kavil namaz secdesinde ve başka yerlerde mesnun şeklin şart olmasıdır. «el-Muhit» sahibi de bu şartı koşmuş «Sahih olan budur» demiştir. «Nuru'l-İzah» sahibi dahi bunu tercih etmiştir.
TETİMME: Hasta bir kimse namaz kılarken yatarak uyusa, bazıları secde halindeki uykuya kıyasen abdestini bozulmayacağını söylemişlerdir. Sahih kavle göre bozulur. «Fethü'l-Kadir» ve diğer kitaplarda da bozulur denildiği gibi «es-Sirâc» sahibi: «Biz bununla amel ederiz» demiştir.
METİN
Makatının üzerine oturarak ayaklarını bir tarafından yana uzatanın veya makatının üzerine oturup dizlerini diken ve iki kolunu bacakları üzerinde birbirine kavuşturarak başı dizlerinin üzerinde uyuyan kimsenin, yüzükoyun kapanana benzeyenin abdesti bozulmaz. Mahmel, eğer ve semerde uyuyan kimsenin hayvan çıplak olursa aşağı inerken abdesti bozulur. Aksi halde bozulmaz. Öteye beriye yanlayarak uyuyan kimse yere düşerken uyanırsa abdesti bozulmaz. Bununla fetva verilir. O kimse yanında konuşulanların çoğunu anlayarak uyuklayan gibidir. Bunaklık abdesti bozmaz. Nitekim Peygamberlerin (s.a.v.) uykusu da abdestlerini bozmaz. Acaba bayılıp akıl baştan gitme halleri abdestlerini bozar mı? «el-Mebsut» sahibinin sözüne bakılırsa evet bozar.
İZAH
Yüzüstü kapanan kimseye benzeyerek uyumak, «Hidaye» şerhlerinde bildirildiğine göre ökçeleri üzerine diz çökerek karnını uyluklarına yapıştırmak suretiyle uyumaktır. «Fethü'l-Kadir» sahibi bu şekil uykunun abdesti bozmayacağını «ez-Zahire»den de nakletmiş; sonra başka kitaplardan: « Bir kimse bağdaş kurarak uyusa da başı uyluklarına sarksa abdesti bozulur» şeklinde rivayette bulunmuştur. «Bu, Zahire'deki ifadeye muhaliftir» demiştir. «el-Münye» şârihini «ez-Zahire»nin meselesinde abdestin bozulacağını ihtiyar etmiştir. Çünkü makat yerden kesilmiş; yerleşme kalmamıştır. Bağdaş kurarak uyuduğu zaman yerleşme daha mümkün olduğu halde abdest bozulursa burada da sahih olan vecih bozulmaktır. Sonra bu sözü «el-Kifâye"de Mebsatlardan rivayet edilen şu ifade ile te'yid etmiştir:
«Bir kimse oturarak uyur; kıçını ökçelerinin üzerine koyarak yüzükoyun kapanana benzerse İmam. Ebu Yusuf o kimseye abdest lâzım geleceğini söylemiştir». Şarihin ifadesinden eğer ve semer gibi şeyler üzerinde yokuş tırmanırken ve düz giderken uyumanın abdesti bozmayacağı anlaşılmaktadır. «el-Münye» sahibi bunu tasrih etmiştir. Aşağı inerken abdesti bozulması oturağı hayvanın sırtından boşaldığı içindir. Yere düşerken ve kezâ yere düşmeden yahut düşer düşmez hemen uyanan kimsenin abdesti bozulmaz. Fakat düştükten biraz sonra uyanırsa abdesti bozulur. Zira yatarak uyumuş sayılır. Fetva buna göredir. Bazıları: «Uyanmadan makadı yerinden kalkmışsa düşmese bile abdesti bozulur» demişlerdir. «el-Haniyye»de «Şemsü'l-eimme» Hulvanî'den naklen bunun zahir mezhep olduğu bildirilmiştir. Nuru'l-İzah sahibi de bu kavli tercih etmiştir. «el-Münye» şerhinde: «Birinci kavil daha güzeldir. Zira makat yerinden oynadıktan sonra aniden uyandığı için gevşeme tamam olmamıştır» deniliyor.
Bir yere yerleşmeden uyuklamak abdesti bozmaz. Şarihin «anlayarak uyuklayan» sözünü «el-Bahr» sahibi, «Hidâye» şerhlerine nisbet ederek nakletmiş: «Zeylaî» ve «Tatarhâniyye» gibi eserlerde ise «işiterek uyuklayan» denilmiştir. «el-Hâniyye» sahibi: «Uyuklamak abdesti bozmaz. O hafif bir uykudur. Uyuklayan insana yanında konuşulanlar şüpheli kalmaz» demiştir. Rahmetî: «İnsan kendine güvenmemelidir. Zira çok defa uykuya dalar da dalmadım zanneder» diyor. «el-Bahr»da: «Bunaklık bir âfettir. Aklın bozulmasını icap eder. Öyleki sözü karışık. tedbiri fâsid olur. Ancak döğülüp söğülmez» denilmiştir. el-Bahr sahibi bunaklığın hükmü babında usul-i fıkıh ulemasının sözlerini naklettikten sonra: «Bütün ulemanın sözlerinden anlaşılan mâna, bunak kimsenin ibadetleri eda etmesinin sahih olduğuna ittifak etmeleridir. Bunağı ibadetlerle mükellef sayanlara göre mesele meydandadır. Onu akıllı sabî hükmünde tutanlara göre de öyledir. Ulema sabînin yaptığı ibadetlerin sahih olduğunu söylemişlerdir. Bundan anlaşılır ki, bunaklık abdesti bozmaz» demiştir.
Peygamberlerin uykusuna gelince: «el-Kinye»de sarahaten beyan edilmiştir ki uykunun abdesti bozmaması Peygamber (s.a.v.) in hususiyetlerindendir. Onun için «Buhari» ile «Müslim»in rivayet ettikleri bir hadîste: «Peygamber (s.a.v.) uyudu hatta horladı. Sonra namaza kalktı; abdest almadı» denilmiştir. Zira başka bir hadîste: «Şüphesiz benim gözlerim uyur. ama kalbim uyumaz»buyurulmuştur. Buna karşı sahih eserlerde rivâyet edilen: «Peygamber (s.a.v.) gerdek gecesi ta güneş doğuncaya kadar uyudu» hadîsi müşkül sayılamaz. Çünkü kalp uyanıktır. Bedene ait vukuatı his ve idrak eder. Ama güneşin veya fecrin doğması bedene ait şeyler olmadığı gibi kalbin anlayacağı şeylerden de değildir. Güneşin doğması ancak gözle bilinir. O da uyumuştur. Hadîs ulemasiyle fukahanın kitaplarında meşhur olan budur.
Kadı lyâz «Şifa» namındaki eserinde başka ceyaplar da vermiştir ki, bazıları şunlardır: Resûlüllah (s.a.v.)'in gözlerinin uyuyup kalbinin uyumaması umumiyetle halinin bu olduğunu haber vermektir. (Yoksa dalarak uyuduğu hiç yoktur mânâsına değildir). Yahut «O abdesti bozacak derecede derin uyumaz» manâsınadır.
«el-Mebsut» ve diğer kitaplarda beyan olunduğuna göre peygamberlerin bayılıp akılları başlarından gitmeleri de abdestlerini bozmaz. Bu hususta ulemadan bir zat şöyle demiştir: «Peygamberlerin uykularıyla abdestlerinin bozulmasının illeti kalplerini ondan korumaktır, bu illet bayılma hallerinde de mevcuttur». Subkî onların bayılmalarının başkalarına benzemediğine tenbih etmiştir. Onların bayılması zahiri duygularına ağrı sızı galebe çalmaktan ibarettir. Yoksa kalplerine bir şey olmaz. Onların gözleri uyuduğu, kalpleri uyumadığı hadîs-i şerifle bildirilmiştir. Kalpleri, bayılmaktan daha hafif olan uykudan korunmuş olursa bayılmaktan korunmaları evleviyette kalır. Kuhistanî'de: «Peygamberler hakkında abdest bozulması yoktur» denilmiştir. Bunun muktezası bütün abdest bozan şeylere âmm ve şâmil olmasıdır. Lâkin Tahtavî'nin «Şifâ» şerhinden nakline göre abdesti bozan şeyler hususunda Peygamber (s.a.v.)'in de ümmeti gibi olduğuna icmâ-i ümmet vardır. Bundan yalnız uykunun istisnâ edildiği sahihdir.
«en-Nehir» nam eserde bildirildiğine göre bayılmak. kalpte veya dimağda meydana gelen bir âfet olup idrak ve hareket kuvvetlerini vazife görmekten alıkoyar. Akıl mağlup olarak yerinde kalır.
METİN
Bayılmak, delirmek ve sarhoşluk abdesti bozar. Guş (aklın baştan gitmesi) bayılmaktan ma'duddur. Sarhoşluk; yamula yamula yürümektir. Velev ki ot yiyerek sarhoş olsun. Baliğ ve uyanık bir kimsenin velev hükmen olsun müstakil küçük abdest veya teyemmümle kıldığı tam namazında kahkaha ile gülmesi abdesti bozar. Kahkaha yanındakilerin işiteceği kadar gülmektir. İster baliğ kimse kadın olsun ve ister kahkaha sehven olsun. Binaenaleyh kahkaha ile sabinin ve uyuyan kimsenin abdesti bozulmaz. Yalnız namazları bozulur. Bununla fetva verilir. Küçük abdestin müstakil olması şart kılındığına göre gusül ederken alınan küçük abdest bozulmaz. Lakin «el-Hâniyye», «el-Fetih» ve «en-Nehir» sahipleri bir ceza olmak üzere abdestinin bozulduğuna tercih etmişlerdir.
Müteehhirinin cumhuru da bununla amel etmişlerdir. Nitekim «ez-Zehâirûl-Eşrifiyye» nam kitapta böyle denilmiştir. Kahkaha selâm verirken kasten yapılmış bile olsa abdesti bozar. Namazı bozmaz İmam Züfer buna muhaliftir. Onun sözü «Şürunbülaliyye»de yazılıdır. İmam kasten kahkaha ile güler yahud abdestini bozar da sonra cemaat veya mesbuk olan da kahkaha ile gülerse cemaatınabdesti bozulmaz. İmam kasten konuştuktan sonra gülerse esah kavle göre hüküm böyle değildir.
İmtihan meselelerinden bir mesele: Namazını imamdan sonra tamamlayan bir kimse meshetmeyi unutarak namaza kalkmazdan önce kahkaha ile gülse abdesti bozulur. Namaza kalktıktan sonra gülse bozulmaz. Çünkü bu namaz şuru' ile batıl olur (Kahkahayı namaz dışında atmış olur).
İZAH
Guş, kalp açlıktan veya başka bir sebeple zayıfladığı için his ve hareket kuvvetlerinin durmasıdır. «el-Vehbâniyye» şerhinde bu kelimenin gaş ve gışiyy de okunabileceği, bunun bir nevi baygınlıktan ibaret olduğu bildirilmiştir. Bu izah Kamus'un tahdidine ve kelâm ulemasının tarifine uygun ise de «en-Nehir» sahibi: «Şu kadar var ki fukaha, doktorlar gibi aralarında fark görürler» demiştir. Fark şöyledir:
His ve hareket kuvvetlerinin durması kalbin zayıflığından ve ruhun onun içine tıkılıp nefes alamamasından ileri gelirse bu gaşidir. Dimağın içerisi balgam dolduğu için ise bayılmakdır. Sonra bayılmakta ihtiyarın elinden gitmesi uyku halinden daha fazla olduğu için baygınlık her haliyle abdesti bozar. Uyku böyle değildir.
Delilik: Aklın hiç kalmamasıdır. Bayılmak ise aklın mağlûp olmasıdır. Mısannıfın bunları mutlak zikretmesi her ikisinin az miktarı abdesti bozduğuna delalet eder. Zira delilik yatarak uyumaktan daha kuvvetlidir.
Sarhoşluk: İnsana, dimağının şarap ve emsali şeylerden meydana gelen buharlardan dolması ile ârız olan bir haldir. Bu halde akıl iyi ile kötü şeylerin arasını ayırmaktan âciz kalır. «en-Nehir» sahibinin beyanına göre sarhoşluğun burada ve iman ile hudud bahislerindeki tarifi hususunda ihtilâf vardır. İmam A'zam: «Sarhoşluk aklı gideren bir sevinçtir. Onunla insan yerle göğü birbirinden ayıramadığı gibi, uzunluğu da genişlikten ayırt edemez. Sarhoş, içmekten men edilmek için kendisine hitap gelmiştir» demiş: İmameyn ise: «Sarhoş, sevinç kendisine galebe çalarak ekseri sözlerinde hezeyan savuran kimsedir» diye tarif etmişlerdir. Şüphesiz bu dereceye vardıktan sonra onun şuuruna bozukluk ârız olur. Ekseri diye kayıtlanması sözünün yarısı doğru olsa sarhoş sayılmayacağını ifade eder. Ulema, İmameyn'in kavlini üç babda tercih etmişlerdir.
«Fethü'l-Kadir» sahibi hudud bahsinde: «Ekseri ulema İmameyn'in kavli üzeredir. Bu kavli fetva için ihtiyar etmişlerdir» diyor. «el-Müctebâ» nam eserde: «Sahih olan İmameyn'in kavlidir» denilmektedir. Yani sarhoşluğun haddinde yerle göğü ayıramama derecesine varmak şart değildir. Sarhoş, ot yiyerek sarhoş olursa onu bu işten men etmek için ulema. talâkının vukuuna hükmetmişdir.
Mesele: Sar'alı bir kimse ayıldığı zaman abdest alması gerekir. Kahkaha bazılarına göre hades, bazılarına göre hades değildir. Ondan dolayı abdest vacip olması ceza ve men içindir. Bu hilâfın faydası Mushaf'a el sürmekte kendini gösterir.
Birinci kavle göre câiz değil, ikinciye göre câizdir. «en-Nehir» sahibi «Kur'an yazmakta dahî zahirolur...», demiştir. Bu abdestle tavafın helâl olması hususunda tereddüt vardır. Tavafı namaza katmak bunun câiz olmadığını gösterir. İyi düşün!..
«el-Bahr» sahibi ikinci kavli tercih etmiştir. Buna sebep kıyasa uygun olmasıdır. Zira kahkaha bedenden çıkan bir necaset değil, söz gibi o da bir sesdir. Bir sebep de bu babda rivayet edilen hadîslere uymasıdır. Bu hadîslerde yalnız namazın ve abdestin tazelenmesi emri vardır. Bundan kahkahanın hades olması lâzım gelmez. Kahkaha lügatta kah kah demektir. Istılahda kendisi ve yanındakiler işitecek kadar gülmektir. Dişlerinin görünüp görünmemesi fark etmez. «el-Münye» nam kitapta şöyle deniliyor:
«Kahkahanın sınırı hakkında bazıları kaf ve ha yı çıkararak kendisi işitmek ve yanındakilere işittirmektir» demişlerdir. Birtakımları, kahkaha gülerken ön dişleri görünmek ve kıraatına mani olmaktır, mütalâasını ileri sürmüşlerdir. Lâkin «el-Hılye» sahibi: «Gülerken kaf ve ha yı çıkarmanın şart olduğunu söyleyen bir kimseye rastlamadım; bilâkis, ulemadan «el-Muhit», «el-Hidâye» ve «el-Kâfi» sahipleri gibi birçoklarının kabul ettikleri hudud, gülen kimsenin kendisiyle yanındakilerin işitmesidir. Zahirine bakılırsa kahkaha kelimesini sesi olan her gülüşe ıtlak etmek suretiyle mecaza gidilmiştir. Velev ki kaf ha çıkmasın» demiştir.
Musannıf kahkaha kelimesiyle dıhk ve gülümsemeden ihtiraz etmiştir. Dıhk lügatta kahkahadan daha şümullüdür.
Istılahda ise yalnız kendi işitecek kadar gülmektir. Bununla abdest bozulmaz, yalnız namaz bâtıl olur.
Gülümsemede ses yoktur. yalnız dişleri görünür. Binaenaleyh onunla abdest ve namaz bozulmaz. Meselenin tamamı «el-Bahr» dadır. Dıhk'ı yalnız kendi işitecek kadar gülmektir, diye tarif etmek kahkahanın bütün o meclisde olanlar tarafından işitilmesini iktiza eder, çünkü yalnız sağında ve solundakiler değil, o meclisde bulunanların hepsi onun yanındadır. Ben cevazı bir miktarla tayin eden kimse görmedim. Yanılarak olsun, unutarak olsun kahkaha abdesti bozar. «el-Mi'rac»da bunlar hakkında iki rivayet zikredilmiştir. «el-Bahr» sahibi abdesti bozduklarını bildiren rivayeti tercih etmiş; Zeylaî unutarak gülme meselesinde kat'î olarak bu rivâyetle amel edileceğini söylemiş yanılmadan söz etmemiştir. Kahkaha ile gülmekten abdestin bozulması yukarıda da arz ettiğimiz vecihle bir zecir ve ceza olduğu için sabi ile uyuyana verilmemiştir. Yani onların abdesti kahkaha ile bozulmaz. Çünkü cezaya ehil değillerdir. Ama kahkahanın konuşma olduğunu ulema sarahaten beyan etmişlerdir. Binaenaleyh namazları fâsid olur.
Bir kimsenin namazda abdesti bozulur da o namaza ekleme yapmak ister ve abdest almaktan dönerken kahkaha ile gülerse abdesti bozulur. Bu husustaki iki rivâyetten biri budur. Zeylaî katiyetle buna kâil olmuştur. «el-Bahr» sahibi: «Bunun daha ihtiyat olduğu söylenir. Namazının bozulduğunda söz yoktur» demiştir. Musannıf «müstakil küçük abdest» diyerek küçük abdestin mefhumundan anlaşılan mânâyı açıklamıştır. Zira anlaşılıyor ki büyük abdestle yani gusül ile namaz kılsa onun içindeki küçük abdest bozulmaz. Şu halde daha kısa olmak için müstakil kelimesini atmalı idi. Ancak şöyle denilebilir:
Küçük abdestle gusülden ihtiraz etmiştir. Guslü tekrar alması lazım gelmez. Müstakil kaydı ile de guslün zımnındaki abdestten ihtiraz etmiştir. İyi düşün!..
Kahkaha ile gülen kimsenin guslünün zımnındaki küçük abdestinin bozulması buna kâil olanlarca bir cezadır. Çünkü Rabbi Teâlâ ile münâcâat halinde iken terbiyesizlik ederek gülmüştür. Tam namazdan murad; rükû'lu sücudlu yahud özürden dolayı onun yerini tutan imalı namazdır. Hayvan üzerinde namaz kılan dahi nafile ve farz namazda ima yapar. Bu caizdir. Binaenaleyh cenaze namazında ve namaz dışında secde-i tilavet esnasında kahkaha abdesti bozmaz. Fakat namazla secde bozulur. İmam A'zam'a göre şehir veya köy içinde hayvan üzerinde ima ile nafile kılanın abdesti de kahkaha ile bozulmaz. Çünkü bu namaz câiz değildir. Ebu Yusuf'a göre namaz câizdir, abdest de bozulur. Selâm verirken kahkahadan maksat, selâmdan önce, teşehhütten sonradır. Secde-i sehiv halinde gülmesi de böyledir. Şârihin «kahkaha kasden yapılmış bile olsa abdesti bozar» sözü «Dürer» sahibine reddiyedir. «Dürer» sahibi «Meğer ki kasden gülmüş ola...» diyerek kasdî kahkahanın abdesti bozmadığını söylemiştir. Bu mesele «namazda abdestin bozulması» babında sarahaten görülecektir. Selâmdan önceki kahkaha abdesti bozarsa da namazı bozmaz; çünkü namazın farzlarından bir şey kalmamıştır. Selamı terk etmek namazın sıhhatine dokunmaz. İmam Züfer buna muhaliftir Ona göre hem namaz, hem abdest bâtıl olmaz.
Bir kimsenin imamı teşehhüt miktarı oturduktan sonra kasden kahkaha ile güler de sonra cemaat gülerse cemaatin abdesti bozulmaz. Ama imamından evvel veya onunla birlikte gülerse abdesti bozulur, namazı bozulmaz. Çünkü kahkahası, imamı gülerek namazı bozulduktan sonra olmuştur. İmameyn mesbûk hakkında buna muhalefet etmiş. namazının bozulmadığını söyleyerek «o kimse yetişemediği rek'atı kaza etmeye kalkar» demişlerdir.
Lâhıkın namazının fâsid olup olmaması hakkında İmam A'zam'dan iki rivayet vardır.
Cemâatin kahkahası imam kasden konuştuktan veya kasden selâm verdikten sonra ise bu iki şey namazı bozmaz ama onu yanda keser. Zira namazın şartı olan taharet elden gitmiş değildir. İmamın konuşması veya selâm vermesiyle cemaatin namazından hiçbir şey fâsid olmaz. Binaenaleyh gülünce yalnız abdesti bozulur. Ama imam kasden abdestini bozar veya kasden kahkaha ile gülerse bunların ikisi de tahareti elden giderir, şu halde cemaatin de bunlara tesadüf eden namaz cüzleri fâsid olur. Cemaatin kahkahası namazdan çıktıktan sonraya rastladığı için abdesti bozulmaz.
Şârihin «esah kavle göre hüküm böyle değildir» sözünün mukabili «el-Hulâsa» sahibinin «İmam konuştuktan yahut selâm verdikten sonra cemaat kasden kahkaha ile gülerse sahih kavle göre abdesti bozulmaz» şeklindeki beyanıdır. «Fethü'l-Kadir» sahibi: «Cemaat olan kimse imam konuştuktan sonra kasten kahkaha otarsa namazı bozulur. Esah kavle göre imamın selâm vermesi de böyledir. Mesele «el-HuIâsa»da beyan edilenin hilâfınadır» demiştir.
Ben derim ki: «Fethü'l-Kadîr» sahibinin sözünü «el-Hâniyye» sahibi de sahih bulmuştur.
İmtihan meselesinden murad; talebenin zihnini denemektir. İmam selâm verdikten sonra namazını tamamlamaya kalkar bir kimse mestinin üzerine veya başına yahud sargıya meshetmeyi, keza biruzvu yıkamayı unutsa da kahkaha ile gülse abdesti bozulur. zira hükmen namazdadır. Zeylaî'nin kat'i olarak kabul ettiği rivâyet budur. Yani namazını imamdan sonra tamamlayan bir kimse abdest tazelemekten gelirken kahkaha ile gülse abdesti bozulur. Namaza başladıktan sonra gülerse bozulmaz. Çünkü bu namaz şuru' yani başlamakla bâtıl olur. Kahkaha ile gülmesi namaz dışında sayılır. Abdesti bozulmaz. İmtihan suali şöyle sorulur: Hangi kahkahadır ki, namaza hakikaten başlamazdan önce abdesti bozar da boşladıktan sonra bozmaz?
METİN
Mübaşeret-i fahişe yani iki tarafın tenasül uzuvlarını birbirine yapıştırması her iki tarafın da abdestini hükmen bozar. Bu (erkekle kadın arasında olduğu gibi) ferclerini birbirlerine değdirmek suretiyle iki kadın ve âletleri kalkmış iki erkek arasında da olabilir. Mutemed kavle göre ıslaklık görülmese bile bu şekil sarmaşma hem erkeğin hem kadının abdestini bozar:
İZAH
Fâhişe kötü mânâsına gelirse de burada ondan murad açıklıktır. Çünkü bazen karıkoca arasında olur. Yahut yabancı bir kadınla olursa çirkin ve kötü mânâsına veya ekseriyetle görüldüğü hale göre bu isim verilmiştir. Zira ekseriyetle mubaşeret, fahişe iki kadın, iki erkek ve bir erkekle bir oğlan arasında vukubulur. Mubaşeret fâhişede tenasül uzuvları arada perde gibi bir mani olmaksızın önden veya arkadan çıplak olarak birbirine temas ederler. Nakledilen zahir rivayete göre mâni'siz olması şart değildir. «el-Yenabi'» nâm eserde İmam Hasan'dan temasın şart olduğu rivâyet olunmuştur. Bu rivayet daha muvafıktır. İsbicâbi onu salih bulmuştur. Zeylai de zahir olduğunu söylemiştir. Bundan maksat rivayet yönünden değil, dirayet yönünden münasip olmasıdır. Temas eden tenasül uzuvlarının şehvet sahibi kimselere aid olması şarttır.
Çünkü şârihin gusül bahsinde anlatacağı vecihle şehvete mahal olmayan küçük kıza cimâ etmekle gusül vacip olmadığı gibi abdest de bozulmaz. Tenasül âletinin kalkması erkeğin abdestinin bozulması için bahis mevzuudur. Kadının abdesti için böyle bir şey şart değildir. Kemal b. Hümâm, mübâşeret-i fâhişeyi izah ederken şarmaşmayı da ilâve etmiş: «el-Burhan» sahibi de ona tâbî olmuş ve şunları söylemiştir:
«Sarmaşmak, iki taraf soyunarak tenasül âletleri birbirine temas etmek şartı ile birbirine sarılmaktır». Mubâşeret-i fâhişede iki tarafın da abdesti bozulur.
«el-Hılye» sahibi: «Ben kadının abdestinin bozulduğunu Münye'den başka hiçbir yerde görmedim. düşün!» demişse de bu sözü «el-Bahr» ve «en-Nehir» sahipleri reddetmişlerdir. Mubaşeret-i fâhişede ıslaklık olmasa da mutemed kavle göre abdest bozulur. Bu kavil İmameyn'indir. Zira mubaşeret ekseriyetle meni çıkmasından hâlî değildir, ihtiyat gereken yerde bu ekseriyet muhakkak vukubulmuş hükmündedir. Sebebi zahir, içyüzü bilinmeyen şey yerini tutar. İmam Muhammed «Bir şey çıkmadıkça abdest bozulmaz» demiştir. «el-Haik» sahibi bu sözü sahih kabul etmiş; «el-Bahr» ve «en-Nehir» sahipleri ise reddederek «el-Hılye»nin naklettiği «Sahih olan İmam»A'zam'la Ebu Yusuf'un kavlidir» rivayetiyle amel etmişlerdir. Metinlerde zikredilen de bu kavildir.
Ben derim ki: Lâkin «el-Hilye» sahibi, şeyhinin kavillerini naklettikten ve sahih kabul edildiklerini beyandan sonra «şeyhinin kavillerini ifade eden sem'î bir delil bulunmadıkça İmam Muhammed'in kavli daha güzeldir, denilebilir» demiştir. İsmail Nablusî'nin şerhinde ekseri kitapların sahih ve müftabih kavil İmam Muhammed'in kavli olduğunu yazdıkları, «Hidâye» sahibinin bunu abdesti bozan şeyler arasında zikretmemesinin İmam Muhammed'în kavlini tercih ettiğine delil olduğu bildirilmektedir.
METİN
Zekere dokunmak abdesti bozmaz ama elini yıkaması mendup olur. Kadına ve tüysüz delikanlıya dokunmak da abdesti bozmaz. Lâkin hilâftan çıkmak için mendupdur. Kendi mezhebinin mekruhunu işlemiş olması lâzım gelmemek şartıyle bilhassa imamın hilâftan çıkması daha da menduptur. Nitekim kulağından, gözü ve memesi gibi benzerlerinden ağırmaksızın irin, sarı su, göbek ve göz suyu gibi şeyler çıksa abdesti bozulmaz. Ağrıtıp sızlatarak çıkarsa bozulur. Zira ağrı yara olduğuna delildir. Binaenaleyh gözlerinde ağrı ve zayıflık bulunan kimsenin gözyaşı abdestini bozar. Akması devam ederse özür sahibi olur. Bunu «Müctebâ» nâm eser sahibi beyan etmiştir. İnsanlar bundan gafildir.
Erkek su yoluna pamuk tıkarsa görünen taraf ıslandığı takdirde abdesti bozulur. İç kısmı ıslanırsa bozulmaz. Bu pamuğun dışarıda kaldığına yani zekerin başından yüksek veya ona muvazî olduğuna göredir. Ondan daha alçak olursa bozulmaz. Dübür ve fercin iç kısmı da böyledir. Pamuk düşerse yaş olduğu takdirde abdest bozulur; aksi takdirde bozulmaz. Parmağını dübürüne sokar da görünmez olunca batırmazsa hüküm yine budur. Batırırsa yahut taharetlenirken sokarsa abdesti ve orucu bozulur.
İZAH
Zekerine dokunan kimsenin elini yıkaması mendup olur. Delili; «Her kim zekerine dokunursa abdest alsın!» hadîsidir... Buradaki abdestten murad ellerini yıkamaktır. Ulema iki hadisin arasını böyle bulmuşlardır. Zira diğer bir hadîste Peygamber (s.a.v.), abdestli bir kimsenin zekerine dokunması abdesti bozar mı diye sorulunca: «O, senin bir parçan olmaktan başka bir şey midir?» buyurmuştur. Bir rivayette, bir kimsenin namazda zekerine dokunması sorulmuştur. Bu hadîsi Tahavî ve İbni Mâce'den maâda bütün Sünen sahipleri rivâyet etmiş, İbni Hıbbân onun sahih olduğunu söylemiş; Tirmizî: «Bu hadîs bu babda rivayet edilen en güzel ve en sahih hadîstir» demiştir. Buna Tahavî'nin Mus'ab b. Sa'd'dan rivâyet ettiği şu haber de şâhittir:
«Übey'den Mushaf'ı okuyordum. Bir ara kaşındım da zekerime dokundum. Übey: «Zekerine dokundun mu?» diye sordu, «evet» dedim, «Öyle ise kalk elini yıka!» dedi.» «Abdest ateşte pişen şeyden lâzım gelir» hadîsindeki abdest dahi el yıkamakla tefsir edilmiştir. Meselenin tamamı «el-Hılye» ve «el-Bahr» nâm eserlerdedir.
Ben derim ki: Bunun ifade ettiği mânâ mutlak surette eli yıkamanın müstehap olmasıdır. Nitekim «el-Mebsut»ta mutlak olarak zikredilmesinden de bu anlaşılıyor. Ama el-Bahr sahibi Bedâyı'ninibaresinden elin taşla taharetlenildiği zaman yıkanacağı mânâsını çıkarmıştır. Nitekim bunu «en-Nehir» sahibi de izah etmiş ve «Ancak mendubun dereceleri muhalifin delilinin kuvvet ve zaafına göre değişir» demiştir.
Acaba burada kendi mezhebinin mekruhundan murad nedir? Kerâhetin tenzihiye nev'ine de şâmil midir? Bu hususta Tahtavî çekimser kalmıştır. Zâhire bakılırsa, evet şâmildir. Meselâ sabah namazında tağlis böyledir. Tağlis alaca karanlıkta kalmaktır. Bu, Şafiî'ye göre sünnettir. Halbuki bize göre efdal olan aydınlığa bırakmaktır. Binaenaleyh hilâfa riayet bu meselede mendup değildir. Yevm-i şekde oruç tutmak da öyledir. O gün oruç tutmak bize göre efdal, şafiî'ye göre haramdır. Ben hilafa riayet için o gün oruç tutmamak mendup olur diyen görmedim. Dayanmak ve Istirahat celsesi de bunun gibidir. Bize göre bunları terketmek sünnettir, ama yaparsa beis yoktur. Nasıl ki yerinde görülecektir., Şu halde yapılmaları tenzihen mekruh olur. Halbuki bu iki şey imam Şafiî'ye göre sünnettir.
Dürer, Cevhere sahibi ve Zeylaî, Hulvanî'ye nisbet ederek ağrısız çıkan irin ve emsalinin abdesti bozmadığını kabul etmişlerdir. «el-Bahr» sahibi ise: «Bu mesele söz götürür. Zahire göre kulaktan çıkan irin ve sarı su olursa ağrısın ağrımasın, mutlaka abdesti bozar. Çünkü irinle sarı su ancak bir illetten ileri gelir» diyor. Evet, kulaktan çıkan yalnız su ise izah güzeldir. Bunu Sümrunbulâliyye sahibi ikrar etmiş ve «Fethü'l-Kadir» in şu ibâresiyle te'yitte bulunmuştur: «Esah kavle göre bir illetten dolayı olursa yara, kabarcık, meme suyu, göbek suyu ve kulaktan akan su müsavidirler». Gözü zayıf olan kimsenin ekseriyetle gözyaşları akar. «el-Münye» sahibi diyor ki:
«İmam Muhammed'den rivâyet olunduğuna göre, bir kimsenin gözlerinde ağrı bulunur da göz yaşları akarsa ben ona her namaz vakti için abdest almasını emrederim. Çünkü korkarım ki akan yaşlar sarı sudur; bu takdirde o adam özür sahibi olur, demiştir».
«Fethü'l-Kadîr» sahibi: «Bu ta'lil, emrin müstehap ifade etmesini gerektirir. Zira şübhe ihtimal bozma hükmünü icap etmez. Şek ile yakîn zail olmaz. Evet, doktorların haber vermesiyle bilir veya alâmetlerinden anlar da galebe-i zan hâsıl olursa her vakit için abdest alması vacip olur». diyor. Kemal b. Hümâm'ın bu sözüne «el-Bahr» sahibi itiraz etmiş: «Lâkin «es-Sirâc» da o kimsenin özür sahibi olduğu açıkça bildirilmiştir. «şu halde emir vücup içindir» demiştir. «el-Müctebâ» sahibinin «Abdesti bozulur» sözü de buna şahiddir. «el-Müctebâ»nın ibaresi şöyledir:
«Kan, irin, sarı su, yara ve kabarcık suyu, sivilce, meme, göz ve kulak sulan bir illetten dolayı olurlarsa esah kavle göre müsavidirler. Ulemanın «göz ve kulak suyu illetden dolayı olursa» sözleri göz ağrıyıp da suyu aktığı zaman abdestin bozulacağına delildir. Bu mesele insanların gafil oldukları bir meseledir».
Bunun zahirinden anlaşılıyor ki, çıkmanın hükmü bir illete bağlıdır. Velev ki illetle birlikte ağrı sızı olmasın «el-Hâniyye» nâm eserde: «Gözdeki damar, içinden akan su hususunda yara mesabesindedir. Akıntı necistir» denilmektedir. Bu damarın Arapcası garebdir, «el-Mugrib»de gareb gözyaşının aktığı yoldur. Basur gibidir, kesilmeden akar deniliyor. Esmâî'den rivâyetolunduğuna göre gözyaşları dinmeden akarsa Araplar «gözünde gareb var» derlermiş. Gareb ise göz çukurlarında hâsıl olan şişme imiş, şu halde kelime iki türlü okunabilir demektir.
Pamuk meselesine gelince: Zekerin başına konan pamuk dışarıda ise ıslandığı takdirde abdesti bozulur. Tamamiyle içeride ise ıslanması abdesti bozmaz. Zira necâset çıkmış sayılmaz. Kadın, fercinin dış tarafına pamuk koyar da ıslanırsa abdesti bozulur. Islaklığın pamuğun dışına çıkıp çıkmaması hükmen müsavidir. Zira yaşlığın fercin iç kısmından geldiği yüzde yüz bellidir. Abdestin bozulmasında itibara alınan da budur. Fercin dış kısmı kılıf mesabesindedir. Zekerin kamışından ucuna çıkmakla nasıl abdest bozuluyorsa, fercin iç kısmından dış kısmına çıkması ile de bozulur Velev ki dışarıya çıkmasın, konulan pamuk ıslanmış olarak düşerse abdest bozulur. Zira az da olsa necaset çıkmıştır. Islanmamışsa yani üzerinde hiç pislik eseri yoksa abdest bozulmaz. Ama dübüre batırılan şey bunun hilâfınadır. Onun çıkması abdesti bozar. Velev ki üzerine rutubet olmasın. Çünkü giren şey bağırsakdakine ulaşmıştır. Bağırsaklar ise pislik yeridir. Zekerin kamışı pisliğin yeri değildir. Keza dübüre yağ şırınga edilir de tekrar dışarı çıkarsa hilâfsız abdest bozulur. Nitekim oruç da bozulur.
Ben derim ki: Lâkin oruç yağın dışarı çıkması ile değil, şırınga edilmesiyle bozulur. Parmağını dübürüne sokan kimse onu kayboluncaya kadar batıramamışsa abdesti bozulmaz. Çünkü tamamiyle girmemiştir. Lâkin «el-Müntekâ» sahibinin beyanına göre ıslaklık ve koku nazarı itibara alınır. Bunlardan biri bulunursa abdest bozulur. «el-Münye» sahibi:«Bir kimse şırınga âletini daldırıp çıkarsa üzerinde ıslaklık bulunmadığı takdirde abdesti bozulmaz ama en güzeli ihtiyaten abdest almaktır» diyor. Şerhinde ise «keza zekerden maada dübüre girip bir tarafı dışarıda kolan her şeyin hükmü böyledir» denilmektedir. Yine aynı eserde bildirildiğine göre dübüre girip kayıp olan ve sonra çıkan her şey, üzerinde ıslaklık olmasa bile abdesti bozar. Çünkü karındaki pisliğe karışmıştır. Onun için orucu da bozar. Ama bir tarafı dışarıda kalırsa böyle değildir. İsmâil Nablusi'nin şerhinde ve Yenabi'den naklen şu izahat vardır:
«Dübürüne kayboluncaya kadar daldırıp sonra çıkardığı veya kendi kendine çıkan herşey abdesti, orucu bozar, ama bir tarafını daldırıp bir tarafını dışarıda bıraktığı her şey ikisini de bozmaz».
Ben derim ki: O halde parmağın da şırınga âleti gibi olması ve onda da ıslaklığın itibara alınması lâzım gelir. Çünkü bir tarafı ele bitişik olduğu için dışarda kalır. Ancak şöyle denilirse o başka: Parmak müstakil bir uzuv olduğu için görünmez olunca elden ayrılmış gibi sayılır. Lakin oruç bahsinde bu hususta göreceklerimiz mutlaktır. Orada görüleceği vecihle bir kimse dübürüne bir çubuk batırır.da çubuk görünmez olursa orucu bozulur.
Böyle olmazsa orucu bozulmaz. Parmağını sokarsa muhtar kavle göre ıslak çıktığı takdirde orucu bozulur. Aksi takdirde bozulmaz. Onun için Bedayi' sahibi: «Bu gösterir ki, içeri giren şeyin karar kılması orucun bozulması için şarttır.» demiştir.
Şarih «Parmağını batırırsa yahut taharetlenirken sokarsa abdesti ve orucu bozulur» diyorsa dabirinci meselede orucun bâtıl olması muhtar olan kavlin hilâfınadır. Meğer ki mücerret parmağını sokmakla görünmez oluncaya kadar batırmak arasında fark yapıla! Bu ise sarih bir nakle muhtaçtır. Ulemanın oruç babındaki sözleri yukarıda arzettiğimiz gibi mutlaktır. Onun için Tahtavî: «Şarihin sözünde lef ve neşir müretteb vardır. Abdestin bâtıl olması, parmağını batırırsa sözüne, orucunun batıl olması ise, yahud taharetlenirken parmağını sokarsa sözüne racidir» demiştir.
Ben derim ki: Lakin parmağını taharetlenirken sokarsa abdesti dahi bozulur. Zira çıkarıldığı vakit ıslaklıktan hâli değildir. « Tatarhaniyye»de de böyle denilmiş; fakat yine aynı eserde «ez-Zâhire» den naklen abdestin bozulmayacağı bildirilmiştir. Abdestin bozulması zâhirdir. Çünkü parmakla birlikte ıslaklık çıkmıştır. Hâsılı: Oruç «girmekle», abdest ise çıkmakla bozulur». Onun için bir kimse dübürüne kuru bir çubuk sokarak iyice daldırmasa orucu bozulmaz. Zira çubuk tamamiyle girmemiştir. Parmak da onun gibidir. Çubuk kayboluncaya kadar girerse, girmek tahakkuk ettiği için oruç bozulur. Çubuk veya parmak ıslak çıkarsa hüküm yine budur. Çünkü içeride ıslaklık istikrar kesbetmiştir. Çubuk görünmez olup çıkarıldığı vakit abdesti mutlak surette bozulur. Görünmez olmadan çıkarılırsa üzerinde ıslaklık veya koku bulunduğu takdirde abdest bozulur. Aksi takdirde bozulmaz.
METİN
FERİ MESELELER
Şeytan vesvese verirse erkeğin pamuk kullanması müstehap fakat vesvese ancak pamuk kullanmakla kesilirse namaz kılacak kadar kullanması vacip olur.
Basurlu bir kimsenin dübürü çıkarsa, eliyle yerine iade ettiği takdirde abdesti bozulur. Kendi kendine girerse bozulmaz. Dübüründen kurdun bir kısmı çıkar da içeri girerse hüküm yine böyledir. Erkeğin zekerinde iki başlı bir yara bulunursa mütâd sidik akmayan baş, yara hükmündedir.
Müşkil olmayan hünsânın ikinci tenâsül âleti yara gibidir. Müşkil olan hünsânın her iki yolundan çıkan pislikle abdesti bozulur.
Abdesti inkâr eden kimse kâfir olur mu olmaz mı? Namaz için abdesti inkâr ederse kâfir olur. Namazdan başka bir şey için abdest lâzım geldiğini inkâr ederse kâfir olmaz.
Bir kimse abdestinin bir yerinde şübhe ederse şübhecilik âdeti olmadığı ve abdest esnasında şüphelendiği takdirde o yeri tekrar yıkar. Aksi takdirde yıkamaz. Abdest bittikten sonra bir uzvu yıkamadığını bilir de hangi uzuv olduğunu tayin edemezse sol ayağını yıkar. Çünkü abdestte son yıkayacağı uzuv budur. Abdest aldığını yüzde yüz bilen fakat bozulduğundan şübhe eden yahut bunun aksi başına gelen kimse yüzde yüz bildiği ile amel eder.
Hem abdest aldığını hem de bozduğunu yüzde yüz bildiği halde hangisinin önce olduğunda şübhe eden kimse abdestlidir. Teyemmüm eden de bunun gibidir.
Bir kimse suyun veya elbisenin pis olup olmadığında şübhe yahut karısını boşayıp boşamadığında, kölesini azâd edip etmediğinde şübheye düşerse şübhesi muteber değildir. Meselenin tamamı «el-Eşbah» nâm eserdedir.
İZAH
Dübürü çıkan kimse onu eliyle yerine iade ederse abdesti bozulur. Çünkü eline bir miktar pislik bulaşmıştır. Bununla pisliğin çıktığı tahakkuk eder. Fakat kendiliğinden yerine dönerse abdesti bozulmaz. Bu surette pisliğin çıktığı tahakkuk etmemiştir. Lâkin el-Bahr sahibi bundan sonra Hulvânî'den naklen: «Dübürün çıktığını yüzde yüz bilirse pisliğin içeriden dışarıya çıkmasıyla abdest bozulur» demiş, «el-İmdâd» sahibi de buna kat'iyetle hükmetmiştir.
Erkeğin zekerinde iki başlı yara bulunursa meselesi kitabımızda kısa geçilmiştir. «el-Hâniyye»de de beyan edildiği vecihle ibarenin aslı şöyledir:
«Erkeğin zekerinde iki başlı bir yara bulunur da birinden sidik kanalından akan pislikler çıkar, diğerinden o pislikler çıkmazsa birinci yara zekerin başı mesabesindedir. Sidik, başında göründüğü zaman akmasa bile abdesti bozulur. İkinci yara akmadıkça abdest lazım gelmez».
(Hünsâ; kendisinde hem erkek hem kadın tenâsül âleti bulunan kimsedir. Her iki âleti müsavî derecede olana Hünsâi müşkil denir.) Müşkil olmayan hünsânın âletlerinden birine hilkat üzerine ziyade hükmü verilir.
Bu âlet yara hükmündedir. Ondan bir şey çıkmadıkça abdest bozulmaz. «ei-Hâniyye»de böyle denildiği gibi «Fethü'l-Kadîr» sahibi ve başkaları da cezmen buna kâil olmuşlardır.
Zeylâî: «Ulemanın ekserisi böyle bir kimseye abdest icabettiğine kail olmuşlardır» demişse de «en-Nehir» sâhibi itimat edilecek kavlin birincisi olduğunu söylemiştir. Namaz için abdest lâzım geldiğini inkâr eden kimse kâfir olur. Çünkü kat'î olan nassı yani abdest âyeti ve icmâ-i ümmeti inkâr etmiştir.
Namazdan başka bir şey'i, meselâ Mushaf'a el sürmek için abdest lâzım geldiğini inkâr eden kâfir olmaz. Çünkü bu babdaki âyetin tefsirinde ihtilâf vardır. Nitekim evvelce görmüştük.
Abdestin bir yerinde şübhe etmekten maksat bir uzvu yıkayıp yıkamadığında tereddüde düşmektir.
Şüpheciliği âdet haline gelmeyen kimse abdest alırken şübhe ederse o uzvu tekrar yıkar; abdest bittikten sonra şübhe eder ve bu hal ilk defa başına gelirse yahut şübheciliği âdet haline gelmişse abdest esnâsında şübhelense bile vesveseyi kesmek için hiçbir uzvu tekrar yıkamaz.
Bir kimse evvelâ abdest aldığını bilir de bozup bozmadığında şübhe ederse yüzde yüz bildiği ile amel eder ki bu da ilk fiilidir. «Fethü l-Kadir» sahibi: «Meğer ki sonraki te'yid oluna» demiş. sonra İmam Muhammed den şunu nakletmiştir: «Abdest alan kimse hacet için helâya girdiğini bilir de koza-i hâcet edip etmediğinde şübheye düşerse abdest alması icap eder, yahud bir kap su ile abdest almak için oturduğunu bilir de oradan kalkmadan bu işi görüp görmediğinde şübhe ederse abdest lâzım değildir. Hem abdest aldığını hem de bozduğunu yüzde yüz bilen kimse abdestlidir»
Çünkü Tahtâvi'nin beyanına göre ekseriyetle abdest hadesden sonra alınır. Ancak «Hamevi» hâşiyesinde «Fethül-Müdebbir»den naklen şöyle deniliyor:
«Bir kimse hem abdest aldığını hem bozduğunu yüzde yüz bilir de hangisinin önce olduğundaşübhe ederse kendisine bunlardan önceki halini hatırlaması emrolunur. Şayet abdestsiz olduğunu hatırlarsa şimdi abdestlidir. Zira o abdestsizlikden sonra abdest aldığını yüzde yüz bilmiştir. Şübhesi bozulup bozulmadığındadır, O bu abdestten önce mi yoksa sonra mı abdest bozduğunu bilmiyor demektir. Önce abdestli olduğunu hatırlarsa, abdest tazelemek de âdeti ise şimdi abdestsizdir. Çünkü o abdestten sonra abdest bozduğunu yüzde yüz biliyor demektir, şübhesi abdest alıp olmadığındadır. Bu adam, ikinci abdestinin bozduktan sonra mı, önce mi olduğunu bilmiyor, iki abdesti arka arkaya almıştır». Hamevi: «Bundan anlaşılıyor ki «el-Eşbah» sâhibinin sözü kusurludur» demiştir.
Su ve elbisenin pisliğinde şübhe eden hakkında Tatarhâniyye'de şu izahat vardır:
«Bir kimse su kabına, elbisesine veya bedenine pislik bulaşıp bulaşmadığında şübhe ederse yüzde yüz bilmedikçe bunlar temizdir.
Su kuyuları, havuzlar ve yollara konan küpler de böyledir. Bunlardan büyük-küçük, müslüman-kâfir herkes su olur. Keza müşriklerin ve cahil müslümanların yaptıkları yağ, ekmek, yiyecek ve elbiseler de böyledir».
FER'İ MESELE: Bir kimse zekerinden akan şeyin su mu bevil mi olduğunda şübhe ederse yakında su geldiği yahud hâdise tekerrür ettiği takdirde bir şey lâzım gelmez. Aksi halde abdestini tekrarlar. Ama bunlardan birine kalbi kanaat ederse mesele bunun hilâfınadır.