"O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır..."
(Şura Suresi, 11) |
|||||||||
Evrenin yaratılışı, bundan bir asır
önce, astronomların önemli bir bölümü tarafından
gözardı edilen bir kavramdı. Bunun nedeni ise,
19. yüzyıldaki bilim anlayışının, evrenin sonsuzdan
beri var olduğu varsayımını benimsemesiydi.
Evreni inceleyen bilim adamlarının çoğu, zaten
sonsuzdan beri var olan bir maddeler bütünüyle
karşı karşıya olduklarını sanıyor ve evren için
bir "yaratılış", yani başlangıç olduğunu akıllarından
bile geçirmiyorlardı.
Bu "sonsuzdan
beri var olan evren" fikri, Batı düşüncesine materyalist
felsefe ile birlikte girmişti. Eski Yunan'da gelişen
bu felsefe, maddeden başka bir varlık olmadığını
savunuyor ve evrenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini
öne sürüyordu. Aslında materyalizm, Ortaçağ'da
Kilise'nin hakim olduğu dönemde rafa kaldırılmıştı.
Ama Rönesans'tan sonra Batılı bilim ve fikir adamlarının
yeniden Eski Yunan kaynaklarına merak sarmaları
ile birlikte, materyalizm de yeniden kabul görmeye
başladı.
Bu
iddiayı ısrarla sahiplenenlerden biri, 20. yüzyılın
ilk yarısında yazdığı kitaplarla materyalizmin
ve Marksizm'in ünlü bir savunucusu haline gelen
Georges Politzer idi. Politzer, Felsefenin Başlangıç
İlkeleri adlı kitabında, "sonsuz evren" modelinin
geçerliliğine güvenerek yaratılışa şöyle karşı
çıkıyordu:
Politzer, yaratılışa karşı sonsuz evren fikrini
savunurken, bilimin kendi tarafında olduğunu sanıyordu.
Oysa bilim, çok geçmeden, Politzer'in "eğer
öyle olsa, bir Yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekir"
dediği gerçeği, yani evrenin bir başlangıcı olduğu
gerçeğini ispatladı.
1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından
çok önemli yıllardı. 1922'de Rus fizikçi Alexandre
Friedmann, Einstein'in genel görecelik kuramına
göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını
ve en ufak bir etkileşimin evrenin genişlemesine
veya büzüşmesine yol açacağını hesapladı. Friedmann'ın
çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı
astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere
dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu
başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü.
Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun
da saptanabileceğini belirtti.
Bu bilim adamlarının teorik hesaplamaları
o zaman çok ilgi çekmemişti. Ancak 1929 yılında
gelen gözlemsel bir delil, bilim dünyasına bomba
gibi düşecekti. O yıl California Mount Wilson gözlemevinde,
Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin
en büyük keşiflerinden birini yaptı. Hubble, kullandığı
dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların
uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan
bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana
kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsıyordu.
Çünkü
bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı
noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor
yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan
ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. (Gözlemciden
uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe
incelmesi gibi.) Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna
göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını
gösteriyordu. Hubble, çok geçmeden çok önemli
bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece
bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı.
Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında
varılabilecek tek sonuç ise, evrenin "genişlemekte"
olduğuydu.
|
25 Haziran 2012
BİG BANG (BÜYÜK PATLAMA)
Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...
-
Online Yıldızname Burcu Hesaplama 1. Yol: Arapça Harflerle Ebced Yöntemi Öncelikle "cinsiyet"inizi seçin ve aşağıdaki ...
-
Harflerin Enerjileri A-Z Alfabedeki bütün harflerin enerjileri ve anlamları. İsminizde bulunan, isminizin başladığı harflere göre ka...
-
1 / 24 1 AMAL'İ MÜCERREB-1 2 Bilinmeyen Yönleriyle Satanizm - Bulent Kısa 307 say...