Alıp Beni Yüreğine Götür
Ey gül-i RâNâ
Yine akşam oldu bak, senden kilometrelerce uzakta seni düşünüyorum… Sevinçlerini, kırgınlıklarını, o aydınlık gülücüğünü düşünüyorum… Aramızdaki mesafelere rağmen yanımda, canımdasın. İçimde yaşatıyorum seni, yüreğimin en derin yerinde… Unutma…
Sen benim bu dünyada biricik sevdiğim, beraberliğim, yalnızlığım, ışıltılı dünyamsın… Seni bir an unutsam yıkılır duvarlarım, her yer karanlık olur.
Bırak bir ömür yüreğim yüreğinde kalsın. Yüreğim, yüreğinde yansın…
Yüreğin en derinlerinden kopup gelen sınırsız bir sevgi seliyle sana gelmek, yüreğine sığınmak istiyorum. Gözbebeklerindeki kıvılcımların titreşimlerinden, sevdalı bir kıvılcım türküsü gibi kaybolmak ve anlamsız yaşadığım bu hayatta, yeniden kendimi bulmak istiyorum…
Seni her düşündüğümde güneşi ardında, yağmuru içinde taşıyan bulutlar gibi gelip girersin tepeme. Ve ben her sabah uzaklara bakarak sevgiden ışığını toplarım kalbimin içinde. Kalbin kalbimde menevişlenir her akşam…
Şimdi kalkıp sana gelsem, sarılıp uzansam yanına, saçlarını okşasam, dudaklarına dokunsam; tutup ellerini, yanan yüreğimin üstüne bastırsam. Hiç konuşmasam uyusam koynunda…
Her sabah uyandığımda, kuşlarla beraber uçsam bir turnanın gözünde, güneşe ulaşılmazlığı bilerek ve istiyerek yüreğinin soluğuna sığınsam…
Ey sevgili, Ey gül-i Rânâ, sevgin öyle doldurmuş ki yüreğimi, öyle incitiyorki içimi…Özlemin derin bir uçurum, bir kıyısında sen, bir kıyısında ben duruyorum… Sana ulaşmaya gücüm yok… Koştukça sana doğru uzaklaşıyorsun benden, yaklaşmak istedikçe uçurumlar büyüyor önümde. Yelkensiz olan sandalmızı kıyıya ulaştıramiyoruz...
Bilir misin ateşle suyun hikayesini? İşte biz seninle ateşle suyuz...
.../
“Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına. Hırçın hırçın kayalara vuruşuna, yüreğindeki duruluğa Demiş ki suya: Gel sevdalım ol, Hayatıma anlam veren mucizem ol... Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş; Yüreğim sana armağan... Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına... Zamanla su, buhar olmaya, ateş, kül olmaya başlamış. Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı... Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su... Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları... Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun, biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış; aşkın bazen gitmek olduğunu. Ama gitmenin yitirmek olmadığını.... Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla. İşte o zamandan beridir ki: Ateş sudan, su ateşden kaçar olmuş.. Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini Sadece ateş alır olmuş...”
Ey sevgili,Ey gül-i Rânâ seni sevmeseydim, ruhumu diyar diyar dolaştırıp, hicran rüzgarlarını durdurmanın, bulutları topraklara dökmenin başka yolu olur muydu? .. Başka yolu olur muydu? Her gece bir yıldız koparıp atabilir miydim koynuna? Güneşi alıp koyabilir miydim gözlerinin içine, dünyayı gözlerinle aydınlatmak için…
Ey gönlümdeki kızıl gül, Ey gül-i Rânâ, ey dalımdaki sünbül! Beni sevginden mahrum bırakma, tut ellerimden alıp beni yureğine götür, cennetine götür, cehennemine… Senden ne gelirse razıyım...