05 Mart 2012

İslâm Kültüründe Toth/Enoh/Hermes ve İdris/İlyas/Hızır İlişkisi


İslâm Kültüründe Toth/Enoh/Hermes ve İdris/İlyas/Hızır İlişkisi   

”Ve İlyas da şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerdendi”(Saffat, 123) ayetinin tefsirinde İbn Abbas ve İbn Mes’ud’un buradaki “İlyas”ı İdris olarak tefsir etmeleridir ki bu rivâyet daha sonra İlyas/İdris berâberliğinin Hızır motifine dönüşmesinde de temel teşkil edecektir. Hatta İbn Mes’ud’un kendi mushafında bu ayeti “İdris” olarak imlâ etmiş olduğu dahi rivayet edilir.19 Ayrıca Saffat suresi 130. ayette geçen "İlyâsîn"den maksadın hem “İlyâslar” hem de “İlyâslık” sıfatı mânâsı olduğu söylenir ki bu İlyâslık fonksiyonundan “Hızır” motifi doğar.20 Bu durumda İdris, İlyâs ve Hızır bir ve aynı hakikatin değişik zaman ve fonksiyonlarda aldıkları farklı isimler olmaktadır. Ayrıca İdris hakkındaki bazı rivayetler arasında yer alan onun miraçta Hz. Muhammed ile dördüncü kat semada görüşmesi hadisesini yukarıda nakledilen dördüncü feleğin Güneş feleği olduğu yorumuyla beraber aldığımızda mitolojik rivayetlerde geçen güneş feleğinin sorumlusu Hermes/Toth ile arasındaki ilişki daha da belirginleşir. İki çağdaş ve püriten müfessirden Seyyid Kutub’un Fîzilâli’l-Kur’an21 isimli tefsirinde İdris ile Mısır’lı Toth arasında, Ebu’l-Alâ el-Mevdudî’nin Tefhîmu’l-Kur’an’ında22 ise İdris ile Enoh arasında irtibat kurulması yine hep bu motifin değişik geleneklerde yer alan farklı rivayetleri arasında tevhîd edilme çabalarından başka bir şey değildir. Afîfî ise gerek el-Kıftî’nin, gerek İbn Ebî Useybia’nın ve gerekse Yâkubî’nin Hermes-Enoh-İdris özdeşleştirmesini Kindî’nin çağdaşı ünlü Yahudi astroloğu Ebu Ma’şer’den aldıklarını ileri sürer.23 Hâsılı Müslümanların bu konudaki yorumlarının geniş bir yelpazeye oturduğu Nişancızâde’nin şu örneğinde de çok açık bir şekilde görülür: “Hz.İdris’in (a.s) mucizeleri reml ilmi olup, hey’et, nücûm, hesab, tıb, nebatların sırları ve nice acîb ilimler, garib sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi şeyler hep ondan zâhir olmuştur. Sahifelerinde semavî sırlar, ruhanilere hükmetmek, acîb ilimler, varlıkların özellikleri ve her çeşit bilinmeyen şeyler vardı. Harflerin özellikleri ilminde bir kitap yazdı. Aristo ve nice bilginler buna şerhler yazdılar. Daha bir çok kitaplar yazmış olup, çok sayıda talebesi vardı. Mısır’da Münif şehrinde doğmuş ve yaşamıştır. Dünyanın her tarafını gezmiş, yine Mısır’a gelmiştir. Bazı kitaplarda yazar ki, ilmin menbaı, hikmet ve nazarî ilimlerin üstadı idi. Seneleri ve hesabı insanlara öğretti. Zamanı halkına gelecek bütün peygamberlerden ve Tufan’dan haber verdi ve son Peygamber Muhammed Mustafa Hazretlerinin (S.A.V) güzel sıfatlarını beyân etmiş idi... İdris’de Allah-u Teala’nın ihsanı ile Peygamberlik, hikmet ve hilafet toplanmıştı. Bunlara “Nimetler üçgeni” denir. Halkını üç kısım etti; biri melikler ve amirler, biri kahinler ve alimler, biri de avam ve reâya idi” .24
İslam kültüründe İdris peygamberin mukâbili olarak “Hermes”in düşünülmesinde ya Yunan versiyonunun veya İbrânî versiyonunun (isrâiliyyât) bazı izleri açıkça görülür. Felsefî literatürde ilki, din ilimleri sahasında ise daha çok ikincisi baskındır. Zâten cevherî (perennial) bir motif olması hasebiyle onun Kitab-ı Mukaddes’te geçen kıssası ile Kur’an’da geçen kıssası arasında bazı benzeşmelerin bulunması bu şekilde düşünmeye zemîn hazırlayan en başlıca âmildir. Yânî; “Enoh”(Uhnuh); a-) dindar bir insandır, b-) yeryüzünde 365 sene yaşamıştır, c-) ölmemiş göğe çekilmiştir (Tekvin, V/23 v.d). Kur’an ’da İdris’den iki yerde doğrudan bahis bulunmaktadır. İlki;”Kitapta İdris’i de an; çünkü o çok sadık bir Peygamberdi. Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” (Meryem, 56-57); İkincisi ise “İsmail’i, İdris’i, Zül-kiflide hatırla. Bunların her biri sabredenlerdendi” (Enbiya, 85) şeklindedir.18 Fakat ilginç olan

Şîa’nın en geniş rivâyet ansiklopedisi olan Meclisî’nin Bihâru’l-Envâr’ında25 “İdris’in Sahifesi” isimli bir bölüm vardır. Tahran Üniversitesi Kütüphanesi (Danişgâh) Nr.955’de kayıtlı yüz küsur sayfalık bir es-Suhufu’l-İdrîsiyye nüshası daha bulunmaktadır. Ayrıca Ebu Bekir Muhammed b. Hasan el-Nahvî’nin Yunancadan Arapçaya çevirmiş olduğu “Sifr-i İdris”ten bazı parçalar Sprenger tarafından1856 yılında Journal of Asian Society of Bengal dergisinde yayınlanmıştır. Sprenger bu apokrifik metnin Enoh’un Kitabı’nın Arapça tercümesi olabileceğini söyler. Keşfu’z-Zünun’dan26 öğrendiğimize göre İbn Seb’în bu Sifr-i İdris’e bir şerh yazmıştır. Bu “Sifr-i İdris” veya “Sahife-i İdris” daha çok İdris’in hikmetli sözlerini içerdiğinden ancak Hermetik Külliyat içerisinden Poimander ile mukayese edilebilir.
Daha önce de temas ettiğimiz gibi bazı müslüman düşünürler ise “Hermesü’l-müselles” tabirinden herbiri değişik özelliklere sahip üç tane Hermes olduğu sonucunu çıkarırlar.
Onlara göre “Birinci Hermes” veya “Hermesü’l-Herâmise”nin Gauomarth’ın sülâlesinden geldiği ve Uhnuh ve İdris ile aynı olduğu kabul edilir ve insanlara gökler hakkında ve tıp konusunda bilgiler veren ilk insandır. Harflerin ve yazının mûcidi olduğuna ve insanlara giyinmeyi öğrettiğine inanılır. Ayrıca Allah’a ibadet için evler bina eden ve Nuh tufanından haber veren de odur.



“İkinci Hermes” ya da “Bâbilli Hermes” ise Tufandan sonra Bâbil’de yaşamıştır. Tıp, felsefe ve sayıların havassı ilmi (ilmu havâssi’l- erkâm) üstâdıdır. Tufandan sonra ilim ve hikmeti yeniden ihya eden kişidir. Nemrud’un tahribinden sonra Bâbil’i yeniden inşa eden de odur. Ayrıca Pithagor’un üstâdıdır. “Üç Kere Hikmetli Hermes”in (Hermes Trismegistos) bu olduğu söylenir. Bu ikinci Hermes ile ilgili isrâiliyat türünden şöyle bir efsânevî öyküye de yer verilir. Rivâyete göre Nuh’un iki üvey kardeşi daha vardır. Tufan’dan önce bu iki kardeş tüm bilimlerin temelini oluşturan Yedi Bağımsız İlmi bulmuşlardır. Tufan’ın yaklaştığı anlaşılınca bu bilgilerin kaybolmaması için kardeşlerden biri bunları bir taş sütun üzerine diğeri de içi boş ve su üzerinde yüzebilen bir tunç kütlesi üzerine işlemiştir. Yüyıllar sonra Hermes bu iki sütundan birini bularak Yedi Bağımsız İlim’i öğrenmiş ve böylece bu bilimlerin babası sayılmıştır. Ayrıca Kitâbu zehirâti’l-İskender’de Hermes’in tufandan önce bütün bilgileri deniz kenarında bir tünel içerisine gizlediği, çok sonra Balinus’un bunu bulduğu ve Aristo’ya, onun da bunu İskender’e naklettiği, İskender'in de vefat etmeden önce I.Antiouchus’a bunları Ammuriya’da bir manastırın duvarının altına gizlemesini ve emrettiği şehir daha sonra el-Mu’tazid tarafından ele geçirilince söz konusu bu kitabın da bulunduğu rivayetler arasında yer alır. Aynı öykü Balinus tarafından Sırru’l-Halîka’nın baş kısmında aktarılmaktadır.
“Üçüncü Hermes” ya da “Mısır’lı Hermes” ise Fustat yakınlarındaki Münif kentinde (ki İskenderiye’den önceki ilim merkeziydi) doğmuştur. Agathedemon’un öğrencisiydi. Bir çok şehir bina etti (Urfa v.s). Her iklimin halkına kendi özel durumlarına uygun gelenekler verdi. Hayvanlar, tıp, felsefe, simya, zehirli bitkiler hakkında kitaplar yazdı. Hilalin ilk görünüşü ve güneşin yeni bir burça girişi gibi birtakım astrolojik kavuşum zamanlarına ait bazı ritüeller düzenledi. Kendisinden bilim, felsefe ve adalet üzerine bazı kıymetli sözler nakledilir. Asclepius’un hocasıydı.27

Görüldüğü gibi birinci Hermes hakkındaki rivayetler İdris (a.s) hakkında anlatılanlara benzemektedir. Bu durumda ikinci Hermes Bâbilli, üçüncüsü de Mısırlı bir başka şahıslar olmaktadır. Bu sonuncu Hermes’in İskenderiye okulu mensublarından biri olan ve Aristo ve Platon’u şerheden Hermesü’l-İskenderî olduğu da yine bazı rivayetler arasında yer alır.
Âlimlerin çoğu Hermes’in doğum yeri olarak aşağı Mısır’ı (Münif) gösterirler. Bazıları da Bâbil’de doğduğunu ve Adem ve Şit’in şeriatından yüz çevirenlerden ayrılması istenildiğinde Mısır’a geçtiğinden bahsederler. Onun doğum yeri olarak olayın hikaye edildiği kültüre göre, Yemen, Mısır, Babil, Fars v.b. gibi değişik yerler ileri sürülür. Herevî “Kufe’de İdris (a.s)’e atfedilen bir makam olduğunu ve doğum yerinin Harran olduğunu söyler” .28 Ayrıca Lübnan’daki Cebel-i Lübnan’da ona atfedilen bir makâm bulunmaktadır ve bu dağlar bazı mezheplere göre (özellikle Dürziler) bâtınî bir önem taşımaktadır. Onun tufandan önce veya sonra yaşadığı konusunda da farklı görüşler vardır. Kıftî, Ya’kubî ve İbn Ebî Useybia tufandan önce aşağı Mısır’da yaşamış olduğunu ileri sürerler.29 Şüphesiz antik düşünceler ile müslümanların temâsa geçtiği yegâne kanal orta-şark Hristiyan merkezleri değildi. Harranlılar arasında, Bâbil dinlerine ait unsurları Grek geleneğinin ezoterik yönleriyle birleştiren sâbiîlik adlı bir dinî gruplar vardı ki müslümanlar bu kanaldan da Babilin matematik ve astronomik bilgilerini almışlardı. Çünkü bu Harran’lılar Yeni-Pisagorculuk ve Hermesçiliğin mirasçılarıydılar. Sâbiîlerin Hermetik düşüncelelere sahip olmaları ve ehli kitap olarak görülmeleri daha sonra bu fikirlerin müslümanların eline geçmesinde büyük önem arzetmektedir. Harranlı Sâbiîlerin en ünlü bilginlerinden olan Sâbit b. Kurra, Hermes’in Kitâbu’l-Nevâmis’ini Süryaniceden Arapçaya çevirmiştir. Kindi’nin talebesi İbn Tayyib el-Serahsî, Hermes’i sâbiî dininin kurucusu olarak görür. Şemseddin el-Dimaşkî Nuhbetü’t-Dehr isimli kitabında “Sâbiî” sözcüğünün Sabi’den türetildiğini ve bunun da Hermes’in oğlu demek olduğunu söyler. İbnü’l Esîr ise onu İdris’in oğlu Metuşlah’ın oğlu olduğunu nakleder. Bugün dahi Irak’ta çok küçük bir cemaât olarak varlıkların sürdüren sâbiiler 7 Azer (Ocak) tarihini Hermes Bayramı olarak kutlarlar. Mecritî’nin Gâyetü’l-Hakîm isimli eserinin sâbiiler üzerine olan yedinci bölümünde “Tabiat-ı Tamme” konusu bizzat Hermes’e atfedilir ve ona yapılan hayli ilginç şöyle bir münâcât aktarılır: “Biz seni bütün isimlerinle, Arapça ey Utarid, Farsça ey Tir, Latince ey Harus, Yunanca ey Hermes, Hindce ey Budd, diye çağırırız”.30


Hermetik Külliyat (Corpus Hermeticum) ve Muhtevassı   

Hermes’in bizzat kendisine ve onun adıyla anılan ekole nisbet edilen bir takım yazılı metinler günümüze biri Arap kaynakları diğeri de Grek kaynakları olmak üzere iki yoldan ulaşmıştır. Grek kaynaklarına baktığımızda “Gerçekleri açığa çıkaran Toth”a atfedilen yüzlerce kitap olduğunu söyleyen rivâyetlerle karşılaşırız. Mesela Jamblichus Misterler isimli kitabında son Toth aşığı olarak anılan Mısır’lı Rahip Manethon’nun Hermes-Toth’un 36.525 kitabı olduğunu söylediğini nakleder. Ona göre Mısır tarihinde Toth’un hakimiyetiyle başlayan döneme tanrıların hakimiyeti devri de denilmektedir. Zîrâ o “rahipliği” [Nübüvvet], “hâkimliği”[ hikmet] ve “krallığı”[ saltanat] kendinde cem etmiş bir kimsedir. Yine aynı kaynak bu sefer Seleucus ve Julius Farmicus’tan naklen Hermes-Toth’un 20.000 kitab yazmış olduğunu söyler. Lactantius da (ö. M.S. 325) onun çok eseri olduğunu belirtenlerdendir. İskenderiyeli Clement (M.S. 200) bu eserlerin Eski Mısır dini geleneği ile irtibatını açıkça belirtir ve Hermes-Toth’a 42 kitap atfeder ki bunun 10’u teolojiyle, 10’u ritüellerle, 2’si ilahilerle ve kralların riayet etmeleri gereken kurallarla, 4’ü astronomi ve astrolojiyle ve son 10’u da kozmografya, coğrafya ve diğer meselelerle ilgilidir (Stromates, VI/4). “Hâsılı bütün bu rivâyetlerden anlaşılan odur ki şöyle veya böyle ortada Hermes-Toth’a atfedilen muhteşem bir bilgelik kütüphanesi, devâsa bir külliyat bulunmaktaydı”.31 İlk kez 1868’de Paris’te yayınlanan eski Mısır metinlerinden Turis papirüsünde kendisine îmâlara rastlanılan bu Toth Kitabı’nın veya külliyatının on bin veya yirmi bin yıllık bir geçmişi olduğu,32 Mısır medeniyetinde kutsal sayılan tüm ilimleri içerdiği; Gramer, Mantık, Hitâbet, Aritmetik, Geometri, Müzik ve Astronomi’den teşekkül eden Yedi Serbest İlimi -ki bu yedi sanat daha sonra gelen tüm bilimlerin kaynağını oluşturacaktır- bu Hermes-Toth’un bulduğu rivâyet edilir.33 Ancak meşhur İskenderiye kütüphanesinin geçirdiği yangınlar ve tahripler sırasında bu tür eserlerin pek çoğunun zâyi olması da muhtemeldir.
İşte Hermes-Toth’a atfedilen bu yazılı metinler daha sonra kesin tarihi bilinmeyen ama yaklaşık M.Ö.3000’li yılları olduğu tahmin edilen bir dönemde Grekçeye çevrilip tasnif edilmeye başlanınca günümüze kadar uzanan bir felsefî tarzın temelleri atılacaktı. Zâten bir çok felsefe târihçisine göre Grek felsefesi orijinal değildi ve doğunun bilgeliğine dayanmaktaydı. Greklerin katkısı daha çok bu metinlerin nakledilmesinde olmuştu. M.Ö. 1.yüzyılın başı ve M.S. 2.yüzyılın sonu arasında Hermes’in Külliyâtı denen “Corpus Hermeticum”un ortaya çıkışını görmekteyiz. Dolayısıyla şu an elimizde bulunan bu en eski Hermetik metinlerın büyük bir kısmı Grekçe ve çok az bir kısmı da Latincedir. Corpus Hermeticum adıyla anılan bu külliyat, içerisinde “Asklepius”, “Kore Kosmou”, “Poimandres” ve “Toth’un Kitabı”yla beraber daha sonra gelen bazı kimselerin bir takım ilavelerini de barındırmaktadır. Corpus Hermeticum üzerinde önemli çalışmalar yapan A.J.Festugiére bu metinleri iki döneme ayırarak incelemektedir. Ona göre birinci dönem ile ikinci dönemin ayrım noktası M.S.400’lü yıllarda yaşamış olan Zosimos’dur. Bu ilk dönemin kişileri öncelikle Hermes, Agathodaimon, Isis, Kleopatra, Ostanes, Maria ve Teophilos’tur. M.S.400’den sonra ise şerhler dönemi başlar ve bu dönem M.S.7. asrın sonlarına kadar sürer. M.Ö.3. ile M.S.3. yüzyıllar arasında meydana getirildiği sanılan 17 kitaptan müteşekkil bu eserler ayrıca muhtevaları bakımından da iki kategoriye ayrılırlar. Birinci tip eserler tabir caizse “popüler hermetizmi” oluşturur ki bu kitaplar astroloji, maji, okült bilimler ve simya üzerinedirler. İkinci tip eserler ise ilk tipteki popüler kitaplarla irtibatlı ama daha çok dinî ve felsefî yapıdaki “ilmî hermetik” kitaplardır. Bu sayede her iki külliyat Hermetik düşüncenin amelî ve nazarî yanlarını oluştururlar.34 Dağınık ve ayrı ayrı olan bu risalelerin kim tarafından ve tam olarak kaç tarihinde bir külliyat haline getirildiği ise kesin olarak belli değildir. Toplu bir külliyat olarak bunun XI.yüzyılda Psellus tarafından bilinmekte olduğunu biliyoruz. Metinler Platon’un diyalogları tarzında yazılmışlardır. Dil olarak Grekçe, bazıları da Latincedir. Yalnız yakın tarihlerde Mısır’da bulunan gnostik metinlerinden Kıptice Nag Hammadi metinleri içerisinde bazı Hermetik yazılara da rastlanmıştır Çünkü bu metinler ile Enoh’un Kitabı muhteva olarak birbirlerine çok benzemektedirler.
Netîce olarak bugün “Hermetik Külliyat” denilince başlıca şu eserler akla gelmektedir:
a-) Grekçe “Corpus Hermeticum”,
b-) Latince “Asclepius”,
c-) Grekçe Stobaeus’un (M.S.500) “Anthologium”u,
d-) Kıptice “Nag Hammadi” metinleri.
Latince ve Grekçe asıllarından bugünkü Batı dillerine bu külliyatın çevirisini yapanlar daha çok ilk üç kitabı esas almışlardır. Nag Hammadi metinleri ise yeni bulunduğu için genellikle ayrı olarak değerlendirilmektedir.
Bu eserlerin en çok rağbet gördüğü ve bu yüzden kimilerince bu dönemde yazıldıkları iddia edilen M.S. II. yüzyılın ilmî ve fikrî panoramasına bir göz attığımızda söz konusu bu dönemde Büyük Roma İmparatorluğunun en ihtişamlı günlerini yaşamakta ve savaş yerine barışın hüküm sürmekte olduğunu görürüz. Eğitilmiş sınıflar yedi serbest sanata dayalı Greko-Romen kültürünü özümlemişlerdi özümlemesine fakat zihnî ve ruhî tatminsizlik de had safhadaydı. Bu yüzyılda Grek felsefesi bir durgunluk dönemine girmiş ve Grek diyalektiği artık bir yerlere götüremez olmuştu. Platoncular, Stoacılar, Epikürcüler üstadlarının sözlerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Fakat bütün bu fikri donukluklara rağmen hakikatin bilgisini elde etmek için ne pahasına olarsa olsun çaba sarfedilmekten de geri kalınmıyordu. Ancak ne varki formel felsefî eğitimin cevab veremediği sorulara sezgiye dayalı mistik ve majik cevablar aranıyordu. “Reason” yerine “Nous” daha bir ön plana çıktı. Felsefe bir diyalektik alıştırma olarak değil ilahî olana yaklaşma aracı olarak görülmeye ve zâhidane dinî yaşayışla bir tutulmaya başlandı. Bir üstad ve tilmizi arasında geçen diyaloglardan oluşan Hermetik metinler büyük vecd ile okunuyordu. Platonculukta ve Stoacılıkta kısmen var olan düşünceler Hermesçilik’de bir din veya bir dinî felsefe olarak yaşanıyordu. Yine bu dönemin insanına göre eski olan ilahî olana daha yakın görülmekteydi. Pisagorculuğun yeniden canlanışına şâhid olunmaktaydı. Grek rasyonalizminin başarıları M.Ö.3.yüzyılda Grek ruhuna yabancı doğu dinî düşüncelerinin tehditleriyle sarsıldı. İmparatorlukta doğu dinlerine ve kültürlerine büyük hoşgörü ile bakılmaya başlandı. Özellikle Mısır dinî düşüncesi bunların en başında geliyordu. Mitrayik sırlar ve mister dinleri de en yüce erdemler olarak görülüyordu. İnsan ve kozmozun açıklanmasında M.S.1.yüzyılın düşünürleri doğu Akdenizin rasyonel olmayan bazı doktrinlerine başvurmak zorunda kaldılar. Bu yüzden söz konusu bu dönemde Gnostikler, Yeni-Eflatuncular ve Hermesçileri birbirinden ayırabilmek bir hayli güçleşti. Hermesçiliğin ilmî yönü (İlmî Hermesçilik) daha sonra bazı Grek ekollerinin felsefî düşüncelerinin oluşumuna zemin hazırlarken daha alt düzey Hermesçiliğin (Vulgar, popüler Hermesçilik) içerdiği majik ameliyeler ise insanın kemâle erdirilmesi ve onun insan-üstüleştirilmesi için gerekli olan bazı ritüelleri veriyordu.35
Binanaleyh Hermetik Külliyât “Corpus Hermeticum”[C.H] muhteva olarak içerisinde bir çok eski Mısır dinî motifini, Tevratî, Zerdüştî, Stoacı, Platoncu, Yeni-Platoncu, Pisagorcu ve Gnostik temaları taşımaktadır. Mircae Eliade’ye göre bu metinler toplamı az bir İranî tesirle beraber tamamıyle bir “Mısır-Yahudî (Judeo-Egyptian) senkretizmi örneğiydi.36 Zaten kahramanlar, mekan ve mitler bu külliyatın Mısırlı bir ürün olduğunu açıkça göstermektedir. Meselâ Külliyat içerisinde yer alan “Asclepius”da Mısırlıların dinî inançlarına ve onların kozmozun güçleriyle majik irtibatlarına oldukça geniş yer verilir. “Poimander”de ise Tevrat’ın “Tekvin” babı ile hayli benzer bir uslubta dünyanın yaratılışından bahsedilir. Diğer metinler ise ruhların felekleri aşarak nasıl ilahî sahaya ulaşmaya çalıştıklarından ve ruhun bu yükselişine engel olan beden ve madde bağlarından nasıl kurtulunacağından bahsederler. Hermetik Külliyattaki öğretiler yer yer düalist Platonizme ve yer yer de panteist Stoisizme yönelir. Yani hem görülmez bir Tanrı âlemde mündemiçtir ve hem de âlem Tanrı’nın doğrudan yaratması değildir. Bousset’e göre ise Hermetik Külliyat “iyimser” ve “kötümser” olmak üzere iki doktrine sahiptir. İyimser olan monistik ve panteisttir. Buna göre âlem iyidir, güzeldir. Çünkü o Tanrı’yı indimaç eder. Onunla “görülmez Tanrı” kendisini tezahür ettirir. (C.H.8.1/5.2). Bu yüzden âlemin güzelliğini müşâhade ve murâkaba eden kimse ilahilîğe varır. Bir olan Tanrı (C.H.11.11) her şeyi yaratandır. Tanrı’dan ve âlemden sonra insan, üçgenin üçüncü köşesini oluşturur. İnsanın gayesi “semavî şeylere tâzîm ve ibadet ve arzî olan şeylerin tedbir ve tedviridir” (Asclepius, 8). Kötümser doktrinde ise tersine, âlem en temelde kötüdür. “Çünkü âlem hiç bir şekilde birinci Tanrı’nın işi değildir. Zira birinci Tanrı her şeyin fevkindedir ve varlığının sırları içerisinde gizlidir. Dolayısıyla âlemi terk etmeyen, ona sırt çevirmeyen Tanrıya ulaşamaz, dünya kötülüklerden mürekkep (C.H.6.4) olduğundan “ilahîliğe doğmak” (C.H.13.7) için o dünyaya “garib” kalmak şarttır (C.H.13.1). Poimander’deki âlemin ve insanın oluşumu tablosuna bakarsak androjenik en yüce aklın (nous) önce bir Demiurge yarattığını görürüz. Bu Demiurge önce âlemi sonra da semavî insanı (anthropos) yaratır. Bu semavî insan “sevmekle kandığı” aşağı katlara doğru iner ve orada “tabiat” (Physis) ile birleşerek yeryüzü insanını oluşturur. Fakat o günden beri ilahî anthropos olan ayrı bir şahsiyyet olarak semada kalır. İnsana can veren odur. Onun hayatı insanî nefse, ışığı da akla (nous) intikal eder. İşte bu yüzden yeryüzündeki nesneler içerisinde yalnızca insan hem ölümlü ve hem de ölümsüz çift tabiata yani hem ilâhî ve hem de dünyevî/cismânî iki yüze sahip varlıktır. İnsan isterse “bilgi”nin yardımıyla tanrı[sal] olabilir. Teknik tabiriyle Hermesçilik (hermetizm) Eski Mısır’da Hermes’in ardından kurulmuş olan öğretiye denildiği gibi bu tâlîmin verildiği ezoterik ekollerin çalışma sistemlerine de verilen bir ad olmuştur. Bu öğretinin kalkış noktası hakikatin araştırılmasıdır. Akılları gelişmemiş ya da gelişmeye elverişli olmayan kimseler gerçekleri anlayamaz ve onun yükünü kaldıramazlar. Nefislerini hesaba çekemeyenlerin bazı gerçeklere ulaşabilme şansları yoktur. Nefsanî istek ve tutkulardan sıyrılamayıp kötülüklerden bütünüyle arınamamış olanlar ise gerçekleri elde ederlerse bunları yanlış ve zararlı yönde kullanırlar. Hermesçiliğe göre, kainatın gerçeklerini anlayabilmek için önce erdemli bir ruh sahibi olmak şarttır. Hermesçiliğin temel öğretisine göre madde karanlık ile özdeştir. Işık ise ruhtur ve aydınlık ruhtadır. Yeryüzü hayatı ruhun maddeyle mücâdelesinden oluşan bir imtihan sürecidir. Hakikate erebilmek bu imtihanda başarılı olup olmamaya bağlıdır. Eğer ruh maddeye yenilip imtihanı kaybedecek olursa karanlığa tutsak olacak ve varlığını kaybedecektir. İmtihanı kazanan ruh ise ölümsüzlük ruhuna doğru yükselecektir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...