27 Mart 2012

İLM'U HAL


Sıkılmış bir yumruk mu daha çok etkiler sizi; yoksa, düşeni kaldırmak için uzanan bir el mi?
Öfkeden yuvalarından fırlayan bir çift gözü mü, yoksa, ışıldayan bir bakışı mı tercih edersiniz?
Asık ve abus bir surata mı yoksa gülümseyen bir çehreye mi bakmak istersiniz? Sert, katı, kaba, keskin ve köşeli bir üslup mu kavrar ruhunuzu yoksa, inceliğin inbiğinden süzülmüş, zarafetin potasında kıvamını bulmuş, nezaketin örsünde terbiye edilmiş ve size her daim değerli ve önemli olduğunuzu hissettiren bir eda mı?
Eskilerin tabiriyle “musafaha” ettiğiniz muhatabınızın gözlerinize bakmaması canınızı sıkar mı yoksa bu hareketi bir kalemde “es” geçebilir misiniz?
Sözünüzün ortasında cümlenizin ikiye biçilmesine tepki verir misiniz yoksa soğukkanlılıkla bekleyip konuşmanızı daha sonra da sürdürebilir misiniz?
Henüz yeni tanıştığınız birisinin size hemen isminizle hitap etmesi ve şakalar yapması karşısında asabınız mı bozulur, yoksa “ne candan biri” moduna mı geçersiniz?
Yapılan bir iyiliğin, güya çaktırmadan ama mutlaka çeşitli vesilelerle hatırlatılmasının sağlanması durumunda, “aman canım ne önemi var” safında mı olursunuz yoksa “iyiliği gördüğünüz o güne” lanet mi edersiniz?
Bağdaş kurduğunuz bir sofrada, yemeği şappada şappada acayip sesler çıkararak yiyen birisine, “kardeşim, adam yemeğin hakkını veriyor” nazarıyla mı bakarsınız yoksa içinizden bir an evvel sofradan kalkmak mı gelir?
Mahalle kıraathanesinde maç seyrederken, kendisini heyecana sürükleyen her hareketi küfürle sena ederek karşılayan biri, sizin için, “trans halinde mazur görülebilecek bir taraftar mıdır” yoksa topluluk içine çıkması zararlı primitif bir varlık mı?
Bulunduğunuz bir mecliste sizi yüzünüze karşı övdüklerinde, içinizden, “valla az bile söylüyorsun adamım, konuş” cinsinden bir dalgaya mı kapılırsınız yoksa gerçekten sıkıldığınızı ve yüzünüzün kızardığını mı hissedersiniz?
Bir hatanın söz konusu olduğu yerde payınız olmasa da, o hatayı göğüsleyip sahiplenmek cesaretini kendinizde bulabilir misiniz yoksa o hatanın kesinlikle sizinle uzaktan yakından hiç bir alakası yok mudur?
Takımdaşınız, benzeriniz, yakındaşınız, tanıdığınız, bildiğiniz, emsaliniz birinin ayağı sürçtüğünde, geride kaldığında, “meydan bana kaldı” cümlesi mi zapteder sizi yoksa sahiden içiniz acır mı?
***
Her nasılsa günahına denk geldiğiniz bir arkadaşınızın bu durumu sizde ona yardım ve dua etme hissi mi uyandırır yoksa büyük bir şaşkınlık yaşıyormuş gibi gördüklerinizi her tarafta dillendirme isteği mi?
Şeyh Galib’in ve Mehmet Akif’in mısralarda kristalleşen şu ilhamları, hal üzre uzayıp giden bu sualler kervanının neresinde, nasıl durmak gerektiğine dair o kadar çok şey söylüyor ki…
Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen
Ş. Galip
Senin mahiyetin hattâ meleklerden de ulvîdir
Avâlim sende pinhandır, cihânlar sende matvîdir
Akif
Her şey insanın kendisini keşfetmesinde gizli aslında… Değil mi?
Ali Tokul

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...