09 Şubat 2012

Şeyh Sadreddin Konevî De O'na Uydu


Şeyh Sadreddin Konevî De O'na Uydu 
   Mevlâna. Konya'ya geldiği zaman, etrafında, devrin tanınmış birçok mutasavvıflarını bulmuş, geniş bir ilim çevresiyle karşılaşmıştı. Bu mutasavvıflardan biri de. Şeyh Sadreddin Konevi idi. Sadreddin Konevî, 1210 yılında Malatya'da doğmuş, iki yaşındayken babasını kaybetmiş, annesiyle birlikte Konya'ya gelerek yerleşmişti. Tanınmış bilgin Muhyiddin-i Arabi. Konya'ya gelerek. Sadreddin'in dul annesi ile evlenmiş, böylece Şeyh Sadreddin. babalığı Muhyiddin'in manevî terbiyesi altında yetişmiş. "Vahdet-i vücûd" felsefesinin Anadolu'ya yayı-lması için çalışmış, eşerler yazmıştır. Hadîs ilminde eşi benzeri bulunmayan bir bilgindir.
    Başlangıçta değişik inanç ve kanaatleriyle. Mevlâna'nın fikir ve düşüncelerinden ayrılan Sadreddin Konevî. devletten geliri olan, Selçuklu sultanları ile yakınlığı bulunan, itibarlı, zengin bir kimse idi. Konya'daki saray misâli konağında, câriye ve uşaklarıyla bir sultan gibi yaşıyordu. O'nun bu gösterişli hayatı, halkın sevgisiyle yaşayan, gönüllere seslenen yoksul Mevlâna tarafından kınanıyordu. Bununla birlikte, Mevlâna. Sadreddin'e büyük bir saygı gösteriyor, ilmini, irfanını takdir ediyordu. Bir gün, bir toplulukta, namaz kılacağı zaman, Mevlâna'ya imamlık teklif etmişlerdi. Mevlâna:
    — Biz abdal erleriz, nerede olursa orada oturur, kalkarız. İmamlık, tasavvuf ve temkin ehline yaraşır... diyerek. Sadreddin'i öne sürmüş, imamlığa geçirtmişti. Ve sonra ilâve etti:
    — Allah'tan korkan bir imamın arkasında namaz kılan, peygamberlerin arkasında namaz kılmış gibi olur.
    Zaman geçdikçe. Şeyh Sadreddin, Mevlâna'yı anlamaya, ona karşı derin bir saygı ve sevgi göstermeye başlamış, bir gün onu şu sözleriyle övmüştü:
    — Bestamlı Beyazıd'la Bağdad'lı Cüneyd, bu zamanda yaşamış olsalardı, bu Allah erinin bindiği atın eğer örtüsünü taşırlar, ona seyislik ederlerdi.
    Zaman zaman ziyaretleriyle Sadreddin'in konağını süsleyen Mevlâna. onunla sohbetten büyük bir zevk duyuyordu. Bir keresinde Sadreddin'in evinde bir toplantı daha yapılmış, bu toplantıya, devrin ileri gelen bilginleri de çağırılmıştı. Konuşma sırasında, davetlilerden Emir Kernaleddin şöyle demişti:
    — Mevlâna'nın etrafındakiler halktan ve orta tabakadan kimseler.. Çoğu esnaf.. Fazilet ve bilgi sahibi yanına uğramıyor gibi bir şey.. Nerede bir çulha, nerede bir bakkal, nerede bir terzi varsa, onun müridi olmuş.
    Bu söz Mevlâna'yı incitmişti ama, cevabını da vermişti:
    — Öyledir zahir.. Hallac-ı Mansur da bir "hallaç" değil miydi? Hepimizin bildiği Buharalı mutasavvıf bez dokumaz mıydı? Bir başkası camcıydı. Söyler misiniz, sanatlarının irfanlarına ne zararı oldu?
    Bu yollu söz daha gelmişti Mevlânahın kulağına.. Diyorlardı ki:
    — Mevlâna eşsiz bir sultan, misli görülmemiş bir insan. Oha sözümüz yok.. Ama, etrafındaki kötü kişilere ne demeli?
    Mevlâna, bu tarize de karşılık vermiş ve susturmuştu:
    — Eğer onlar iyi olsalardı, ben onlara mürid olurdum.
    Mevlâna bu cevabıyla, kendisinin dışarıdan cahil, kaba-saba gibi görünen, gerçekte özü. cevheri bulunan ham insanları yetiştirmekle, olgunlaştırmakla, onları feyzinin bir peyki yapmak ve onlara öncülük etmekle görevli olduğunu söylüyordu.
    Ve aslında da öyleydi..
Dr. Mehmet ÖNDER

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...