Sadreddin Konevî Üzüntüsünden Bayılmıştı
Cenazenin önünde hafızlar, müezzinler yürüyor, yüksek sesle Kuran ı Kerîm tilâvet ediyorlardı. Onların da önünde neyzenler, kudümzenler vardı. Kortej, ana caddeye çıktığı zaman, ortalık yeniden karıştı. Atlı muhafızlar, halkı sopalarla dağıtmak zorunda kaldılar; ama kim dinler? Hak; döğülmeye, ezilmeye çoktan razıydı. Yeter ki, Mevlâna'nın tabutuna bir kerecik el sürebilsin..
Mevlâna, Konya Kalasının doğusunda ve şehrin dışında bulunan gül bahçesine defnedilecekti. Daha sonra buraya, babası Sultan'ül Ulema, oğlu Alâeddin Çelebi, can dostu Selâhaddin-i Zerkûbi gömülmüş. Sultan tarafından hediye edilen "has bahçe" Mevlâna'nın ifadesiyle, "erenler bahçesi" olmuştu. Medrese'den buraya yaya, on onbeş dakikada gelinebilirdi. Şimdiyse cenaze saatlerdir yoldaydı. Kortej bir türlü ilerleyemiyordu. Birbirini çiğneyen kalabalık yüzünden, hem yol alınamıyor, hem de eller üzerindeki tabutu kimse bırakmak istemiyordu. Bu yüzden tabut, birkaç kez kırılmış, güçlükle tamir edilebilmişti. Neyse, ikindiye doğru tabut musalla taşı üzerine konabildi.
Cenaze namazı kılınacaktı. Mevlâna, namazının Sadreddin Konevî tarafından kıldırılmasını vasiyet etmişti. İhtiyar Sadreddin Konevî üzüntüsünden bitkindi. Gözyaşlarını içine akıtıyordu, dudaklarından dualar dökülüyordu. Muarrif. namazını kıldırması ve safların önüne geçmesi için, Konevî'ye:
— Buyurunuz..
dediği zaman, birkaç adım attı, sendeledi, sonra da olduğu yere yığılıverdi. Bayılmıştı. Durumu gören Kadı Sıraceddin. hemen ilerlemiş, safın önüne geçmiş:
— Er kişi niyetine...
diyerek namaza durmuştu. O anda binlerce dil "tekbir" getirdi. Sanki dağ ve taş kıyamdaydı bu an.
Namazdan sonra, tabut tekrar omuzlar üzerinde yükseldi. Sevgili babası Bahaeddin Veled'in mezarı başına getirildi.
Baba, sevgili oğlunu "ağuş"una basabilmek, kendisinden daha da yücelmiş bir irfan yıldızını karşılayabilmek için ayakta bekliyor gibiydi. Yahut gönüller onu böyle tasavvur ediyordu.
Aksam güneş batarken Mevlâna toprağa verilmişti. Aslında toprağa verilen boş bir kovan, bir cesetti. Mevlâna gönüllere ebediyyen yerleşmişti.
Konya sessizlik içindeydi. İçine kapanmıştı. Ertesi gün saraydan bir emir çıkmıştı. Kırk gün matem vardı. Bu kırk gün içinde, devrin adetine göre, sultanlar ve emirler ata binmeyecekler, kırk gün fakir fukara saray mutfağından yemek yiyeceklerdi.
Mevlâna'nın Medresesi'ndeki hücresi sırlanmıştı. Yalnız ne var ki, Mevlâna'nın çok sevdiği bir kedisi vardı. Mevlâna onu sever, okşar, o da O'nun yanından ayrılmazdı. Mevlâna'nın vefatından sonra kedi yemez, içmez oldu. Eriyip gidiyordu. Bir hafta sonra da onu hücrenin eşiğinde ölü buldular. Mevlâna'nın kızı Melike Hatun, kediyi kefenleyerek, babasının mezarı civarına defnetti.
Mevlâna, Konya Kalasının doğusunda ve şehrin dışında bulunan gül bahçesine defnedilecekti. Daha sonra buraya, babası Sultan'ül Ulema, oğlu Alâeddin Çelebi, can dostu Selâhaddin-i Zerkûbi gömülmüş. Sultan tarafından hediye edilen "has bahçe" Mevlâna'nın ifadesiyle, "erenler bahçesi" olmuştu. Medrese'den buraya yaya, on onbeş dakikada gelinebilirdi. Şimdiyse cenaze saatlerdir yoldaydı. Kortej bir türlü ilerleyemiyordu. Birbirini çiğneyen kalabalık yüzünden, hem yol alınamıyor, hem de eller üzerindeki tabutu kimse bırakmak istemiyordu. Bu yüzden tabut, birkaç kez kırılmış, güçlükle tamir edilebilmişti. Neyse, ikindiye doğru tabut musalla taşı üzerine konabildi.
Cenaze namazı kılınacaktı. Mevlâna, namazının Sadreddin Konevî tarafından kıldırılmasını vasiyet etmişti. İhtiyar Sadreddin Konevî üzüntüsünden bitkindi. Gözyaşlarını içine akıtıyordu, dudaklarından dualar dökülüyordu. Muarrif. namazını kıldırması ve safların önüne geçmesi için, Konevî'ye:
— Buyurunuz..
dediği zaman, birkaç adım attı, sendeledi, sonra da olduğu yere yığılıverdi. Bayılmıştı. Durumu gören Kadı Sıraceddin. hemen ilerlemiş, safın önüne geçmiş:
— Er kişi niyetine...
diyerek namaza durmuştu. O anda binlerce dil "tekbir" getirdi. Sanki dağ ve taş kıyamdaydı bu an.
Namazdan sonra, tabut tekrar omuzlar üzerinde yükseldi. Sevgili babası Bahaeddin Veled'in mezarı başına getirildi.
Baba, sevgili oğlunu "ağuş"una basabilmek, kendisinden daha da yücelmiş bir irfan yıldızını karşılayabilmek için ayakta bekliyor gibiydi. Yahut gönüller onu böyle tasavvur ediyordu.
Aksam güneş batarken Mevlâna toprağa verilmişti. Aslında toprağa verilen boş bir kovan, bir cesetti. Mevlâna gönüllere ebediyyen yerleşmişti.
Konya sessizlik içindeydi. İçine kapanmıştı. Ertesi gün saraydan bir emir çıkmıştı. Kırk gün matem vardı. Bu kırk gün içinde, devrin adetine göre, sultanlar ve emirler ata binmeyecekler, kırk gün fakir fukara saray mutfağından yemek yiyeceklerdi.
Mevlâna'nın Medresesi'ndeki hücresi sırlanmıştı. Yalnız ne var ki, Mevlâna'nın çok sevdiği bir kedisi vardı. Mevlâna onu sever, okşar, o da O'nun yanından ayrılmazdı. Mevlâna'nın vefatından sonra kedi yemez, içmez oldu. Eriyip gidiyordu. Bir hafta sonra da onu hücrenin eşiğinde ölü buldular. Mevlâna'nın kızı Melike Hatun, kediyi kefenleyerek, babasının mezarı civarına defnetti.
Dr. Mehmet ÖNDER