10 Şubat 2012

Mevlana'da Semâ


Mevlana'da Semâ
     Mevlâna, coşkun âşkını, müzikle, semâ ile besliyordu. Müzik, âşkla dolup tasan gönlün oynaşı, sema bu âşkın vecdi ve hareketiydi. Şiir ise aşkın dili. gönül kandilinin yağıydı. Bu üç estetik unsur, yani müzik, sür ve semâ bir oldu mu. bir âsk çağlayanı oluyor, köpüre köpüre Mevlâna'nın ruhunda, benliğinden dökülüyor ve bu çağlayanda Mevlâna dahi silinip kayboluyordu.
    Mevlâna'nın ilâhî âşkı ve vecdinin dili sayılan müzikte, rebabın ve neyin yeri büyüktü. "Rebabın dili Türk olsun, Rum olsun, Arap olsun âşıkların dilidir,." diyen Mevlâna: "Kebab aşk kaynağıdır, ahbap yoldaşıdır. Bulut nasıl gü bahçesini salarsa, rebabda gönülleri sular, gönüllere şakilik eder.." buyurur. Aşk susuzluğunu rebabın tatlı, yanık nağmeleriyle göderiyor. onun sesiyle gönlünü serinletiyordu.
    Mevlâna, Mevlâna olalı beri Konya ney ve rebab sesleriyle dolmuştu. Nerede Mevlâna, orada müzik, şiir ve semâ vardı. Bu ses, bu nefesler taassubun kör kuyusuna düşenleri çileden çıkarıyor, "Bu çengilik ne diye? Biz iki eşek yükü kitap okuduk. Müziğin helal olduğuna dair bir tek satır bile görmedik.." diyorlardı. Bu sözler Mevlâna'ya ulaştığı zaman tek cümle ile itirazlarını cevaplandırıyordu:
    — Onlar eşekcesine okumuşlar!
    Rebabı ten kulağıyla değil, can kulağı ile dinlemek, onun dilinden anlamak demekti. Bir gün Mevlâna. "Biz. rebabtan cennet kapılarının açılışının tatlı sesini duyuyoruz" demişti. Her zaman Mevlâna'ya karsı olan Seyyid Şerefeddin buna da itiraz etmis:
    — Biz de rebabı duyuyoruz. Fakat bize acı bir gıcırtıdan başka ses gelmiyor.
    demişti. Mevlâna bu söze incinmedi. Şu zarif nüktesi ile cevap vermişti:
    — Evet o da duyuyor. Fark su. Biz cennet kapısının açılışımn sesi
ni duyuyoruz, o ise kapanışının.. Ve ilâve ediyordu:
    — Medreseleri bilginlere verdik, tekkeleri scyhlere.. Rebap ortalık yerde bizim gibi garip kaldı. Ona da rağbet gösterselerdi. şüphesiz bağışlardık. Bunu yapmadılar. Eh ne yapalım.garibi garip okşar. Hoş görsünler..
    Rebap okşandıkca. hele Mevlâna'ni', hassas, ince parmaklarıyla
    okşandıkça ilâhî nağmeler çıkarıyor, âşk ezgisiyle ağlıyor, inliyordu.
    Hele o ney, o kamış parçası bir âlemdi. O ney ki. gönül sahibinin elinde bir kamış olmaktan çıkıyor. Allah esrarını fısıldayan bir ses, bir nefes oluyordu. Bu ses. bu nefes, önce Mesnevi'de, "Dinle bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıklardan nasıl hikâye ediyor" diye dile geliyor, ney olmaktan çıkıyor, Mevlâna'nın ta kendisi oluyordu. Aslında ney, benzi sararmış, varlığını Allah'a adamış, Allah âşığını temsil ediyordu.
    Neyin üzerindeki yedi delik, insan başındaki göz, kulak, burun ağız gibi yedi deliği ifade ediyor ve ney, "İnsan-ı kâmil"i dile getiriyordu. Mevlâna, Mesnevi'sinde böyle bir ney'di. Nitekim, Mesnevi'yi ingilizce'ye çeviren Reynold A.Nicholson, "Mevlâna, kendisini, Çelebi Hüsameddin'in ağzından üflenen ve kendi yarattığı giryan musikiyi döken bir ney'e benzetir" demektedir. Rahmetli Yaman Dede, "Nây" adlı manzumesinde şöyle seslenir:
    İçi boş, benzi sararmış ona aşktır maya Derd-i hicran ile inler, eder âh Leylâ'ya. Arzeder hıçkırarak âşkını hep Mevlâya, Bak neler söyletiyor Hazreti Mevlânaya..
Dr. Mehmet ÖNDER

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...