09 Şubat 2012

Mevlâna Şeyh Selâhaddinl Böyle Kaybetti


Mevlâna Şeyh Selâhaddinl Böyle Kaybetti
    Şeyh Selâhaddin, müridlerin kendi aleyhindeki sözlerine üzülüyordu. Çünkü daima iyiliklerini istiyor, Mevlâna'yı inzivadan çekerek, müridleri ile meşgul olması için çaba gösteriyordu. Hele, Cavuşoğlu adında, çok yakın bir dostu vardı. Ona daima iyiliklerde bulunmuştu. Şimdi, kendisine düşman olanların başında O geliyordu. Son zamanlarda işi o kadar azıtmışlardı ki, Selâhaddin'i, Şems gibi ortadan kaldırmayı dahi düşünüyorlardı. Bu haber Selâhaddin'in kulağına geldiği zaman gülerek şöyle dedi:
    — Hak'kın buyruğu olmadan bir çöp bile kımıldamaz. Allah ferman buyurursa. kul çaresiz boyun eğer. Gerçekten onlar beni öldürmeye kasıtlı iseler, ben onların hayrını ve iyiliğini dilemekten başka sözetmem.
    Kötülük çamurlarını iyilik pınarları ile yıkamak.. Selâhaddin, özünde kaynayan bu pınarları cömertçe açtı. Bir süre sonra da, onlar hatalarını anlayarak birer birer özür dilemeye başladılar.
    Yıllar geçiyordu. Şems'ten sonra tam on yıl.. Sürekli oruçlar, geceli gündüzlü ibadet, ihtirasın, hasedin yuvalandığı nefisle mücadeleler Selâhaddin'in zayıf vücudunu çok yormuştu, bir ney kamışı gibi incelmiş, yüzünü çeviren zarif, kısa sakalı bir nur huzmesi gibi ağarmıştı.
    Yaşlanmıştı da.. Göç zamanının geldiğini biliyor, yavaş yavaş hazırlığını yapıyordu. 1258 yılı Aralık ayı, sert, çetin bir kışla girmişti. Selâhaddin'in hırkasını yıkamışlar, kurusun diye dama sermişlerdi. Tam bu sırada Cuma ezanı okunmuş, başka hırkası olmayan Selâhaddin buz tutmuş hırkasını giyerek Camiye koşmuştu. "Hastalanırsın, yapma, etme" diyenlere:
    — Cismin kaybı. Allah emrinin terkinden daha evlâdır., cevabını vermişti. Bu haliyle, ölümü istediği belliydi. Nitekim, ateşler içinde yatağa düşmüştü. Selâhaddin'in rahatsızlığı Mevlâna'yı çok üzdü. Sık sık ziyaretine geliyor, gelemediği günler de mektuplarla hatırını soruyor, geçmiş olsun diyordu. Bu mektuplarında içli gazeller de yazar, gönlünü alırdı. Bir gazelinde şöyle sesleniyordu:
        rak olsun senden hastalıklar
        Ey canlarımızın rahatı.
        Ey gören gözümüz,
        Kem gözler, ırak olsun senden..
    Lütuf gölgen ırak olmasın bizden, Solmasın gül bahçesine benzeyen yüzün.. O gönül otlağımız, çimenliğimiz. Hep öyle taze hep yeşil..
    Bizim canımıza gelsin Senin acın, Senin ağrın.
    Hastalık bir türlü şifa bulmuyor, Şeyh Selâhaddin gün gün eriyordu. Artık ümit kesilmiş, sefer yakınlaşmıştı. Aralık ayının 29'uncu pazar günü, ten kafesinden kurtularak, can âlemine, ölümsüzlüğe kanat açtı. Allah'ın bol rahmetine kavuştu.
    Mevlâna'yı can evinden yaralayarak göçtü, gitti Selâhaddin.
    Mevlâna için bu kayıplar, babasından sonra Seyid Burhaneddin, sonra Şems, şimdi de Selâhaddin, bütün bunlar mukadderdi sanki.. Her giden Mevlâna'da derin bir iz bırakıyor, bu üzüntünün pençesinde Mevlâna, iç âleminin taa derinliklerine iniyor, kaynıyor, pişiyor ve yanıyordu. Sonra da bir yanardağ gibi kükreyerek taşıyor, Mevlâna oluyordu.
    Mevlâna, Selâhaddin'in hastalığı haberini alır almaz. Selâhaddin'in evine koşmuş, yüzünü açmıştı. Çok üzgündü. Selâhaddin'in vasiyetini dinledi. Koca Şeyh, "Cenazeme neyzenler, kudûmzenler katılsın. Bir düğün şenliği içinde, semâ ede ede kabrime götürün beni'.." diyordu. Mevlâna bu vasiyete uydu. Muhteşem bir cenaze töreni hazırlandı. Neyzenler, kudûmzenler, âyin okuyucular ön safı almışlardı. Mevlâna onların arkasında semâ ediyor, daha geriden binlerce Konyalı tabutu omuzlar üzerinde âdeta uçuruyorlardı. Cenaze namazını Mevlâna kıldırmış, babası Sultan'ül-Ûlemâ'nın mezarı yanına defnedilmişti. O gece, Mevlâna'nın şu mersiyesi, Konyalılara içli gözyaşları döktürmüştüd:
    Firkat-ü hicrinden ey yâr çerh-ü devran ağladı, Kana garkoldu gönül, hep akl ile cân ağladı.
    Cebrail-i kudsiyanın yandı bâl-ü perleri, Enbiyanın, evliyanın gözlen kan ağladı.
    Ey yazık, eyvah yazık, eyvah yazık,
    Böye bir çeşm-i yakîyne şek-kü vicdan ağladı.
    Mevlevî musikisinin büyük üstadı Itrî Dedenin "segah" makamında bestelediği bu mersiye, Mevlâna'nımızın kanlı gözyaşlarıyla şöyle devam ediyordu(2):
    Gerçekte yüz âlemdin, bir kişi değildin sen. Dün gördüm, o âlem de bu âleme ağlamadaydı.
    Gözden uzaklaşalı göz de ardından gitti.
    Can, gözsüz kaldı da gene kanlar saçarak ağlıyor.
    Gayretin olmasaydı, yağmur gibi göz yaşlan döker, öyle bir ağlardım ki.
    Fakat gönlün, kanlar saçarak böyle gizli ağlaması daha iyi.
    Gözyaşı da nedir? Ayrılığınla miskler yağdırmak, her nefes kanlarla erimek, her an ağlayıp durmak gerekti.
    Ey şeyh Selâhaddin, ey tez uçan devlet kuşu, yaydan ok fırlar gibi uçup gittin, yay ağlamakta şimdi".
    Kısa bir süre sonra Selâhaddin'in mezarı üzerindeki sandukasına şu kitabe yazıldı:
    "Allah bakî. Bu mezar, şeyhimiz arifler güneşi, hidâyet ve yakıyn bayrağı, abdalın padişahı, halde ve sözde kemâl sahibi, arayan ve dileyen kalplere emniyet ve huzur olan, Allah'ın en büyük nuru, en kuvvetli burhan, basiret ıssı, içi-dışı, huyu-hulku temiz, Allah sırlarının denizi, gayba ait remizlerin tercümanı, takva imâmı, eşsiz örneksiz sırlar mahremi, asrın Beyazıd'ı, zamanın Cüneyd'i, Hak ve dinin salâh'ı, Konyalı Yağıbasanoğlu kuyumcu Feridun'un toprağıdır. Allah, sırlarını kutlasın, O, altı yüz elli yedi yılı Muharrem ayının ilk günü göçtü."
    Şeyh Selâhaddin sabırlı, gönlü zengin, sözden öze yönelmiş, içine dönük, şeriatın inceliklerine titizlikle uyan, saf, temiz bir sûfî idi.
    Coşkun Mevlâna, Şems'ten sonra, O'nun bu haliyle sükûn bulmuş, daha doğrusu, coşkunluğunu içine atarak, özleşmiş, içten yanmış, kavrulmuştu. Dışı külleşmiş bir kor gibiydi. Bir gün külden sıyrılacak, ateşiyle cihanı aydınlatacaktı. Bu, O'nun "Mesnevi" devrine bir hazırlıktı.
Dr. Mehmet ÖNDER

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...