23 Şubat 2012

KURÂN-I KERÎM'in RESMİ sıralamasına göre 4. Hz. Hud: هود aleyhi's-selâm.... .

KURÂN-ı KERÎM'in RESMİ
 sıralamasına göre---

4. Hz. Hud: هود aleyhi's-selâm....

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيم
Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedîn abdike (Muhammedîyyeti) ve nebîyyike (Mahmudîyyeti) ve Resûlike (Ahmedîyyeti) ve Nebîyyû’l-ümmîyyi (Habibîyyeti) ve alâ âlihi ve’s-sahbihi ve Ehl-i Beytihi...

ALLAHu Zü'l-Celâl'imizin İZni ve İNAYETi ile RABB'ül Âleminimiz SÖZünü, RESÛLALLAH SALLallahu aleyhi ve sellem Efendimizin SESinden buyuruyor:


Resim
وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُوداً قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ أَفَلاَ تَتَّقُونَ
1. ve ilâ âdin : ve Ad (kavmine)'a
2. ehâ-hum : onların kardeşi
3. hûden : Hud
4. kâle : dedi
5. yâ kavmi : ey kavmim
6. u'budû allâhe : Allah'a kul olun
7. mâ lekum : sizin için yoktur
8. min ilâhin : bir ilâhtan
9. gayru-hu : ondan başka
10. e fe lâ : hâlâ olmaz mı
11. tettekûne : takva sahibi olursunuz
Resim---'' Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), e fe lâ tettekûn(tettekûne).: Âd kavmine de kardeşleri Hûd Peygamberi gönderdik, ey kavmim dedi Allaha kulluk edin, ondan başka bir ilâhınız daha yok, hâlâ siz onu azâbından sakınmıyacak mısınız?’’
A'RAF:65 (Resmi:7/İniş:39/Alfabetik:9)

وَإِلَى عَادٍ أَخَاهُمْ هُودًا قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ إِنْ أَنتُمْ إِلاَّ مُفْتَرُونَ
1. ve ilâ : ve, ...e
2. âdin : Ad (kavmi)
3. ehâ-hum : onların kardeşi
4. hûden : Hud
5. kâle : dedi
6. yâ kavmi : ey kavmim
7. i'budu allâhe : Allah'a kul olun
8. mâ lekum : sizin için yoktur
9. min ilâhin : ilâhlardan bir ilâh
10. gayru-hu : ondan başka
11. in entum illâ : siz ancak ...sınız
12. mufterûne : iftira edenler, uyduranlar
Resim---''Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi'budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), in entum illâ mufterûn(mufterûn
Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. O’ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur. Siz, sadece iftira ediyorsunuz.”
(HÛD suresi 50. ayet) (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)

قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِكٖى اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنٖينَ
1. kâlû : dediler
2. yâ hûdu : ey Hud
3. mâ ci'te-nâ bi : bize getirmedin
4. beyyinetin : delil, apaçık bir belge, bir beyyine, bir mucize
5. ve mâ nahnu : ve biz değiliz, olmayız
6. bi târikî : terkeden
7. âliheti-nâ : ilâhlarımız
8. an kavli-ke : senin sözünden (dolayı)
9. ve mâ nahnu : ve biz değiliz, olmayız
10. leke : sana
11. bi muminîne : inananlar
Resim--- ''Kâlû yâ hûdu mâ ci'tenâ bibeyyinetin ve mâ nahnu bi târikî âlihetinâ an kavlike ve mâ nahnu leke bi muminîn(muminîne).:Dediler ki: “Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz de senin sözünle ilâhlarımızı bırakacak değiliz. Biz sana iman edecek de değiliz.
(HÛD suresi 53. ayet) (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)

وَلَمَّا جَاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُودًا وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَلٖيظٍ
1. ve lemmâ : ve olduğu zaman
2. câe emru-nâ : emrimiz geldi
3. necceynâ : biz kurtardık
4. hûden : Hud
5. ve ellezîne : ve onlar
6. âmenû : âmenû oldular (yaşarken Allah'a ulaşmayı dilediler)
7. mea-hu : onunla beraber
8. bi rahmetin : bir rahmet ile
9. min-nâ : bizden
10. ve necceynâ-hum : ve onları kurtardık
11. min azâbin : azaptan
12. galîzin : çok şiddetli, ağır
Resim---''Ve lemmâ câe emrunâ necceynâ hûden vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ, ve necceynâhum min azâbin galîz(galîzin).:Helâk emrimiz gelince, Hûd’u ve beraberindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları ağır bir azaptan kurtardık.''
(HÛD suresi 58. ayet) (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)

وَاُتْبِعُوا فٖى هٰـذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَلَا اِنَّ عَادًا كَفَرُوا رَبَّهُمْ اَلَا بُعْدًا لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ
1. ve utbiû : ve tâbî tutulurlar
2. fî : de, da
3. hâzihi ed dunyâ : bu dünyada
4. la'neten : lânet
5. ve yevme el kıyâmeti : ve kıyâmet günü
6. e lâ : öyle değil mi, olmadı mı
7. inne : gerçekten, muhakkak
8. âden : Ad kavmi
9. keferû : inkâr ettiler
10. rabbe-hum : Rab'lerini
11. e lâ : öyle değil mi
12. bu'den : uzak oldu, uzak kaldı
13. li âdin : Ad kavmi
14. kavmi : kavim
15. hûdin : Hud
Resim---''Ve utbiû fî hâzihid dunyâ la’neten ve yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), e lâ inne âden keferû rabbehum, e lâ bu'den li âdin kavmi hûd(hûdin).:Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Biliniz ki Âd kavmi, Rablerini inkâr etti. (Yine) biliniz ki Hûd’un kavmi Âd, Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.''
(HÛD suresi 60. ayet) (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)

وَيَا قَوْمِ لاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَن يُصِيبَكُم مِّثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ أَوْ قَوْمَ هُودٍ أَوْ قَوْمَ صَالِحٍ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِّنكُم بِبَعِيدٍ
Resim---'' Ve yâ kavmi lâ yecrimennekum şikâkî en yusîbekum mislu mâ esâbe kavme nûhin ev kavme hûdin ev kavme sâlih(sâlihın), ve mâ kavmu lûtin minkum bi baîd(baîdin). :«Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Lut kavmi de sizden uzak değildir.’’
HÛD:89 (Resmi:11/İniş:52/Alfabetik:38)

إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ
1. iz kâle : demişti
2. lehum : onlara
3. ehû-hum : onların kardeşi
4. hûdun : Hud
5. e lâ tettekûne : siz takva sahibi olmayacak mısınız
Resim---'' İz kâle lehum ehûhum hûdun e lâ tettekûn(tettekûne ).:O vakıt ki kardeşleri Hûd onlara demişti: siz Allahdan korkmaz mısınız? ''
ŞUARA:124 (Resmi:26/İniş:47/Alfabetik:94)
 
HÛD هود aleyhi's-SELÂM
Yemen'de Âd kavmine gönderildi.Yemen'de bulunan Âd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselâmın oğlu Sâm'ın neslindendirç Bir ismi de Âbir olup, lakabı Nebiyyullahtır. Kur'ân-ı kerimde ismi bildirilen peygamberlerdendir. Yemen'de Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Çocukluğundan itibaren Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgul oldu. Ara sıra ticâretle de uğraşan hûd aleyhisselâm, gayet şefkâtli ve çok cömertti. Nûh tûfânında sonra torunlarından biri olan Âd, Yemen'de Hadramut civârında Ahkâf denilen yerde yerleşti. Âd'ın neslinden gelen insanlar çoğalarak büyük bir kavim oldular. Bunlara Âd kavmi denildi. Bulunduları belde bereketli bir yerdi. Bağlar, bahçeler her tarafı sarmış ve İrem bağları diye meşhur olmuştu. Oğulları, malları, davarları ve muhteşem sarayları vardı. Güçleri, kuvvetleri, boyları ve cüsseleri ile meşhur olan bu insanlar, servetlerinin ve maddi güçlerinin çokluğuna bakarak azdılarve doğru yoldan, dinlerinden ayrıldılar. Yeryüzünde büyüklük tasladılar. Allahü teâlâyı unuttular ve çeşitli putlara tapmaya başladılar. Ellerindeki maddi imkânlarla etrâfa dehşet salıyorlar, fakirleri ve diğer kabileleri zulümleri altınta inletiyorlardı. Onları köle gibi çalıştırıyorlar, çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı. Allahü teâlâ, Âd kavmine doğru yola kavuşturmak için Hûd aleyhisselâmı onlara peygamber gönderdi. bu hususta Kur'ân-ı kerimde meâlen buyruldu ki:

Âd kavmine kardeşleri Hûd'u peygamber olarak gönderdik. Hûd (aleyhisselâm) onlara; ''Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek o'ndan başkası yoktur. Hâlâ o'nun azâbından korkmayacak mısınız?'' dedi. (A'râf sûresi:65) Hûd aleyhisselâm kavmini doğru yola kavuşturmak için tebliğ vazifesine başladı. Onları putlara tapmaktan, zulüm ve günahlardan tövbe ederek vazgeçmeye ve Allahü teâlâya şükür ve ibâdete çağırdı. Fakat Âd kavminin insanları, Hud aleyhisselâmı dinlemeyip, ona karşı kaba ve inkârcı davrandılar. Hûd aleyhisselâm kavminin bu tutumu üzerine; ''Eğer doğru yola gelmezseniz, haberiniz olsun, ben size tebliğ vazifemi yapıyorum; Rabbim size acı bir azap gönderir de helâk olursunuz?'' buyurdu. Azgın Âd kavmi, Hûd aleyhisselâma; ''Mûcize getirmeden putlarımızı terk etmeyiz.'' dediler. Hûd aleyhisselâm onlara; ''İstediğiniz mûcize nedir?'' diye sordu. Onlar da ''Rüzgârı istediğin tarafa çevir!'' dediler. Hûd aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlâ; ''Ne tarafa istersen elinle işâret et!''^buyurdu. O da eliyle işâret edince, rüzgâr istediği istikâmette esmeye başladı. Büyük kayaların toprak olmasını istediler. Hûd aleyhisselâmın duâsı ile bu da oldu. Bu mûcizeleri gördükleri hâlde inanmayıp hırçınlaşarak koyunların yünlerinin de ipek olmasını istediler. Hûd aleyhisselâm duâ etti. koyunların yünü ipek hâline geldi. Âd kavmi, gösterilen mûcizelere rağmen inanmadılar. ''Sen bizi putlarımızdan ayırmak için mi geldin? Doğru söylüyorsan, haydi bizi tehdit azâbı getir de görelim!'' dediler. Hûd aleyhisselâm kavmini imâna dâvete devâm etti. Pek az kimse imân etti. Kavmi ise hakâret edip kendinden geçinceye kadar dövdü. Kavminin ıslâh olmayacağını anlayan hûd aleyhisselâm: ''Yâ Rabbi! Sen herşeyi biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim! Onlara, ders almalarına vesile olacak bir musibet ver?'' diue bedduâda bulundu. hûd aleyhisselâmın bedduâsını kabul buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musibetini verdi. Üç sene müddetle akan pınarlar kurudu. Yeşillikler sarardı, soldu. Meşhûr İrem Bağları yok oldu. İnsanlar bir yudum suya, bir parça ekmeğe muhtaç hâle geldiler. Hayvanlar susuzluktan telef oldular. Devamlı olarak bunaltıcı kuru bir rüzgâr esiyordu. İnsanlar ağızlarını güçlükle açıyor, zor nefes alıyordu. tozdan göz gözü göremiyordu. bu arada Hûd aleyhisselâm kavmini imâna, tövbe ve istiğfâra dâvete devâm ediyordu. Hûd aleyhisselâmın kavmine meâlen şöyle dediği bildirilmektedir:

''Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra o'na tövbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ederek imândan yüz çevirmeyin.'' (Hûd sûresi: 52) Hûd aleyhisselâmın bu son dâveti de onların aklını başlarına getirmeye yetmedi. Hûd aleyhisselâma işkenceye ve onu öldürmeye kalkıştılar. Artık onlara azâbın gelmekte olduğu Hûd aleyhisselâma bildirildi. Bir sabah Hûd aleyhisselâm imân edenleri biraraya topladı. Gün ağarırken ufukta siyah bir bulut belirdi. Bunu gören Âd kavmi, işte bize yağmur geliyor, dediler. Hûd aleyhisselâm ''Hayır, o can yakıcı azâb veren bir rüzgârdır. Her şeyi yok eder.'' dedi. Rüzgâr korkunç bir ses çıkararak vâdiyi kapladı. Son derece hızlı ve soğuk olup, her şeyi saman çöpü gibi savuruyordu. Fussilet sûresi 16. âyet-i kerimesinde, bu rüzgâr ''sarsar'' (kavurucu rüzgâr); azâb günleride ''eyyâm-ı nahisât'' olarak geçmektedir. Âd kavmi kasırgadan kurtulmak için tutundukları ağaç ve taşlarla birlikte havaya fırlayarak paramparça oldular. Hepsi ölüp yere serildiler. Daha sonra rüzgâr bunları sürükleyip denize attı. Mal ve mülklerinden hiçbir eser kalmadı, helâk olup gittiler. Âd kavminin helâk oluşu Kur'ân-ı kerimde meâlen şöyle bildirilmektedir:

''Nihâyet Hûd'u ve berâberindeki imân edenleri, rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi tekzib ederek, yalanlayarak imân etmemiş olanların kökünü kestik.'' (A'râf sûresi: 72) Hûd aleyhisselâm ve ona imân edenler bu şiddetli kasırgada Allahü teâlâ tarafından muhâfaza edildiler. Kâfirleri helâk eden şiddetli fırtına, onlara serinletici ve rahatlatıcı hafif bir rüzgâr gibi esiyordu. Hûd aleyhisselâm, Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet ve taatla meşgul oldu ve orada vefât etti. Kabrinin Harem-i şerif (Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki mescit) te Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet edilmektedir.

Hûd aleyhisselâm ve peygamber olarak gönderildiği Âd kavmiyle ilgili olarak Kur'ân-ı kerimin A'râf, Hûd, Mü'minin, Şuarâ, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât, Kamer, Hâkka ve Fecr sûrelerinde bilgi verilmektedir.

Hz. HÜD ve ÂD KAVMİ (2)

Güney Arabistan'ın Hadramut civarında, bulundukları yere kumsal ve engebeli yüksek arazi mânâsında «Ahkâf» adı verilen Ad kavmi isminde bir millet yaşıyordu. Bu kavm maddî', bakımdan hayli ilerlemiş, zengin olmuş ve ihtişamlı binalar içerisinde hayat sürüyorlardı. Kuvvetleri de hayli çoğaldığından etraflarındaki kavimlere de galebe çıkmışlar ve zor kullanarak beldelerini genişletmişlerdi. Fakat bu maddî ilerleme ve genişlemenin yanında Allahü Teâlâ'ya ve emirlerine olan bağlılıkları kopmuş ve iyice azgınlaşarak putlara tapar hale gelmişlerdi. Hz. Nuh tufanıyla sâkinleşen halk yine yoldan çıkmış, yolunu şaşırmıştı.

Allahü Teâlâ, bu şaşırmış kavmi, hak yola davet etmek üzere içlerinden biri ve soyca kardeşleri olan Hûd aleyhisselâmı, onlara peygamber olarak gönderdi. Hz. Hûd'un nesebi hakkında iki rivayet vardır ki:

Birincisi; Hûd ibni Abdillah ibni Rebah İbni'lhulûd Ibnü'avs Ibni İrem Ibni Sam Ibni Nuh aleyhisselâmdır.

ikincisi de, Hûd Ibni Salih ibni Erfahd ibni Sam Ibni Nuh ibni Ammi Ebi Ad'dır. Yani Nuh aleyhisselâm Ad'ın babasının amcasının oğlu imiş.

Hz. Hûd kavmine, kendisinin Allah tarafından onlara gönderilen emîn bir Peygamber olduğunu bildirerek Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye başladı:

«Ey kavmim! Gelin Allah'dan korkun ve O'na kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız daha yok. Siz sade O'na iftira ediyorsunuz da ilâh diye başkalarına tapıyorsunuz.

«Ey benim kavmim, buna karşılık ben sizden bir ecîr istemiyorum, hâlis muhis karşılıksız bir nasihattir bu. Benim ecrim ancak beni yaradana aiddir. Vereceğini O verecektir. Artık siz akıllanmayacak mısınız? Hâlâ siz O'nun azabından sakınmayacak mısınız? Aklınızla düşünüp böyle halisane bir şekilde söylenen ve sizin menfaatinizle alâkalı bu hak nasihati tutarak iftiradan, başkalarına tapmaktan vazgeçmez misiniz?

«Ey benim kavmim, rabbınızdan mağfiret dileyiniz, O'na karşı günahkâr olduğunuzu itiraf edip istiğfarda bulununuz, sonra O'na tevbe ile şirk ve isyandan pişmanlık duyarak imân ve doğrulukla müracat ve kulluk ediniz ki, üzerinize bol bol Semânın feyzini göndersin; kuraklık çektirmesin, hayatînizi kuru maddelerin tazyikinden kurtarıp yükseltsin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Malûm olan cismâni kuvvetinize henüz tanımadığınız manevî-bir kuvvet katlayarak artırsın. Gelin mücrim mücrim, günahlarınıza İsrar ederek bu güzel nasihatleri dinlemezlik etmeyin, yüz çevirip gitmeyin.

«Siz her tepeye bir alâmet, köşk bina ederek eğleniyor, oynuyorsunuz. Dünyada ebedî kalacakmışsınız gibi, bîr takım saraylar ve havuzlar da ediniyorsunuz. Hem ceza için yakaladığınız vakit, merhametsizce, zorbaca yakalıyorsunuz; dövüyor, öldürüyorsunuz. Artık Allah'dan korkun ve bana itaat edin. Size bildiğiniz şeyleri verenden sakinın; size davarlar ve oğullar verenden, bağlar ve pınarlar ihsan edenden...

«Doğrusu Ben, size gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.»

Hûd aleyhisselâmın bu daveti karşısında, Allahü Teâlâ'nın dünya hayatında kendilerine refah verdiği halde, küfre dalıp âhiretteki hesapla karşılaşmayı yalanlayan bu Ad kavminin ileri gelen kodaman bir güruhu isyan ederek ona ve onu dinleyenlere şöyle dediler:

«Eğer Rabbımız dileseydi, muhakkak bize Melâike gönderirdi. Siz —geçmiş Peygamberleri de kastederek— ise bizim gibi insanlarsınız. Onuıt için biz sizinle gönderilen şeylere inanmayız. Bu da başka değil, ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor. Bu bir peygamber olamaz. Şayet kendiniz gibi bir insana itaat edecek olursanız, muhakkak ki o halde siz aldanmış olursunuz.

«O, siz cidden öldüğünüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğunuz zaman, muhakkak çıkartılacaksınız, dirileceksiniz diye mi va'dediyor? Heyhat heyhat, ne uzak vaad!.. Hayat, ancak bizim bu Dünya hayatımızdan başka bir şey değildir. Kimimiz bir taraftan ölür, kimimiz de yeni doğar hayata geliriz, bu böyle gider. Biz öldükten sonra diriltilmeyeceğiz. O halde bu alçak hayata sarılalım, keyfimize bakalım.

«Ancak o, öyle bir adam ki, Allah'a karşı bir yalan uydurdu. Biz ona inanacak değiliz.»

Görülüyor ki, zamanımız kâfirlerinin ve hususiyle münevverlik taslayan modern zındıkların, dine karşı söyledikleri sözler de en eski kâfirlerin bu sözlerine irticadan başka bir şey değildir. Eski kâfirlerin küfürleriyle beraber Ahiret hesabını yalanlayıp Dünya hayatında refah sürerek şımarıklık göstermeleri gibi vasıflar, bugünkü kâfirlerin de vasıflarını teşkil ettiği gibi, söyledikleri sözler de tamamıyla şimdiki kâfirlerin her zaman- tekrarladıkları sözlerdir. Bunlar da beşerî peygamberliği kabul etmemekle beraber Peygamberi alelade bir insan seviyesinde göstermek için insanlığı yiyip içtiği şeylerle mukayese ediyor ve insanlık cemiyetini kökünden yıkacak olan:

«Sizin gibi bir insana itaat ederseniz aldanırsınız» propagandasını ileri sürüyorlar.

Hatırlatmaya hacet yok ki, beşerin beşere itaatini kayıtsız şartsız, inkâr eden bu söz, haricîlik ve anarşistlik davasıdır. Bir reisin başkanlığı altında toplanmayan bir insan topluluğu yoktur. Cumhuriyetler bile bir reisin başkanlığı altında birleşmek ihtiyacındadır. Fakat kendi Dünya hayatlarından ilerisini hiç hesaba almak istemeyen ihtilâlci kâfirler, kendi garaz-ve menfaatlerini elde etmek için hürriyet dâvası altında itaat prensiplerini yıkarak milletlerin içtimaî nizamlarını tahrip etmekten zevk alırlar. Bunun gibi Dünya hayatı refahıyla şımarmış ve Ahiret hesabının yalan olduğu safsatasını diline dolamış olan o kâfirler de, Allahü Teâlâ'nın emriyle Peygambere \itaat hissini kırmak için beşerin beşere meşru olan itaat esasını, bir esaret ve aldanış mânâsında göstererek kökünden baltalamaya çalışıyorlardı. Milletin devamına darbe olan bu büyük cinayetin uhrevî mes'uliyeti bahis mevzuu olduğu zaman da «öldükten sonra dirilmek yok, hayat dünya hayatıdır» diyorlar ve Allah'ın gönderdiği peygamberlerini ise yalancılıkla itham edip hakikatleri örtmeye çalışıyorlardı.

Ad kavminin ileri gelen kodaman güruhu Allah'ın resulü Hûd Aleyhisselâm'ın kendilerini hakk'a davetine karşılık isyanlarına devam ederek şöyle söylediler:

«Ey Hûd!.. Sen bize ha vaaz etmişsin, öğüd vermişsin ha öğüd verenlerden olmamışsın, bizce farkı yoktur. Bu bize getirdiğin, eskilerin yalanından başkası değildir. Biz azaba uğratılmayız. Senin sözünden dolayı ilâhlarımızı terk etmeyiz. Yalnız deriz ki, her halde ilâhlarımızın bazısı seni fenalıkla çarpmış, onlara dil uzattığından dolayı aklına fenalık getirtmiş, seni delirtmiş, her halde biz seni bir çılgınlık içinde görüyoruz ve her halde biz, seni yalancılardan bîri sanıyoruz. Sen bize bir delil de getirmedin, imâna mecbur kılacak bir mucize ile gelmedin.» .

Hûd aleyhisselâm onların bu inkâr, inat ve saçmalıklarına karşılık bizzat kendisinin ilâhî bir delil ve mucize olduğunu anlatan şu hakikatlerle cevap verdi:

«Ey benim kavmim! Bende hiç bir çılgınlık yok. Lâkin ben âlemlerin Rabbı olan Allahü Teâlâ tarafından size gönderilen bir elçiyim. Size Rabbımin emirlerini tebliğ ediyorum. Ben sîzin için güvenilir bir nasihat ediciyim. Sizi Allah'ın azabıyla korkutmak için, içinizden bir adam vasıtasıyla, size Rabbınızdan bir ihtar geldiğine inanmıyor da hayret mi ediyorsunuz? Düşünün ki o sizi Nuh kavminden sonra hâlifeler yaptı ve yaratılış bakımından size, onlardan ziyade boy ve güç verdi. O halde Allah'ın nimetlerini unutmayın ki kurtulabilesiniz.»

Hûd aleyhisselâm'ın kavminin kâfirleri, bu sözler üzerine şöyle dediler:

«Ya, sen bize yalnız Allah'a ibadet ve itaat etmemiz, bir de babalarımız, atalarımızın tapageldikleri putları terk etmemiz için mi geldin? Haydi getir! O bize vadedîp durduğun azabı başımıza, getir bakalım, eğer sen doğru söyleyicîlerden isen...»

Böylece yer yüzünde haksız yere kibirlenmek istediler ve «bizden daha kuvvetli kim var» dediler. Fakat kendilerini yaratmış olan Allahü Teâlâ'nın onlardan daha kuvvetli olduğunu düşünmediler de...

Onların bu inkâr ve inatlarına devam etmeleri karşısında Hz. Hûd, Allahü Teâlâ'ya niyaz ederek «Rabbim! beni yalanlamalarına mukabil bana mısret ver» dedi. Allahü Teâlâ da cevaben «Birazdan azabı gördükleri zaman pişman olacaklar.» buyurdu.

Hûd aleyhisselâm hakikatleri kabule yanaşmayan kavmine son olarak şöyle dedi:

«Azabın inmesine dair ilim ancak Allah katındadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Ancak sizi öyle bir kavim görüyorum ki cahillik ediyorsunuz, peygamberlerin vazifesini onların gönderilmesindeki hikmeti, o elcilere uyanların her iki dünyada saadet bulacağı, asîlerin ise felâkete uğrayacağı hakikatini bilmiyorsunuz. Ben Allah'ı şahid tutarım, siz de şahid olunuz ki, O'ndan başka sizin uydurduğunuz ortakların hiç birini ben tanımıyorum. Binaenaleyh hepiniz toplanarak bana istediğiniz tuzağı kurun. Bundan daha açık ne mucize arıyorsunuz? Yalnız bana fenalık getirdiğini iddia ettiğiniz bazısı değil, bütün ortaklarınız, putlarınız, ve siz hepiniz toplanarak bana fenalık yapmak için dilediğiniz plânı kurun, istediğiniz hileyi tertipleyin. Sonra bana mühlet de vermeyin, elinizden geleni erteye koymayın, hemen yapın, hiç bir korkum yok. Ben her halde Allah'a tevekkül ettim, O'nun emir ve muhafazasına dayandım ki, O benim Rabbûn ve sizin de Rab-binizdir. Benim de sahibim, efendim O'dur, sizin de, O'nun irade ve dilemesi olmadan ne sizden, bir şey sadır olabilir, ne de musibet erişebilir. Yer yüzünde hiç bir debelenen yoktur ki, O'nun kudreti ve tasarrufu altında olmasın. Hepsini dilediği gibi tasarruf eder, hiç birini kaçırmaz, isterse hiç kımıldatmaz. Şüphesiz ki Rabbım doğru yol üzerindedir. Doğruluğun koruyucusu, doğruların yardımcısıdır. Rızası hak, adalet ve doğruluktadır.

«Artık siz yine yüz çevirir, bu açık kat'i hakikatleri dinlemez ve doğru tevhîd yolunu tutmazsanız, ben size gönderildiğim tebliğ vazifemi işte yaptım. Rabbım beni mes'ul tutmaz da sizi helak edip sizin yerinize sizden başka bir kavim getirir, halifeliği onlara verir. Ve siz O'na zerrece bir zarar edemezsiniz. O'nun emrinden yüz çevirmenizin bütün zararı kendinize aid olur. Çünkü Rabbım her şeyin üzerinde koruyucu ve gözetleyicidir. Hiç bir şeyi kaçırmaz ve yaptıklarınız ondan gizli kalmaz. Binaenaleyh ona hiç bir zarar ihtimali olmaksızın cezanızı bulursunuz.

Bütün bu nasihatlere rağmen Ad kavmi isyan ve küfürde ısrar etti. Allahü Teâlâ'nın elçisinin sözlerini dinlememekle de azaba müstahak oldular. Vaktâ ki korkutuldukları azabı gökte, vadilerine doğru gelen bir siyah bulut halinde gördüler, dediler ki:

«Bu ufukta behren bir bulut; bize yağmur yağdıracak.» Hûd aleyhisselâm onlara şöyle söyledi:

«Hayır, o, sizin acele istediğiniz şey: Bir rüzgâr ki, onda çok acıklı bir azap vardır, Rabbının emriyle her şeyi helak edecektir, işte üzerinize Rabbınızdan bir azap ve gazap fırtınası indi.. Sizin ve atalarınızın uydurduğu, taktığı kuru isimler hakkında, siz benimle mücadele mi ediyorsunuz? Allah, onlara hiç bir zaman öyle bir saltanat hakkı indirmedi, artık azabın gelişini bekleyin, ben de sizinle beraber ona gözetenlerdenim.»

Bir müddet sonra inkârın derinliklerine dalan Ad kavmi, bu bulutun bir yağmur değil, azap fırtınası olduğunu görmüş ancak iş işten geçmişti. Bu, bir «sarsar» rüzgârı, soğuk ve gürültülü bir fırtına idi ki, onlara uğursuz gelen bir günde başladı ve yedi gece sekiz gün devam etti. Azap fırtınası, olduğunu ise tanımaları ilk olarak şöyle olmuştu : Dışarı çıkmış olan yüklerinin ve hayvanlarının birer kuş tüyü gibi Gök ile Yer arasında uçuşmaya başladığını görmüşler, derhal evlerine girmişler ve kapılarını kapamışlar, derken fırtına gelip kapılarını" açmış yedi gece sekiz gün üzerlerine kum seli akıtmış, sonra da-"Allahü Teâlâ'nın emriyle kümü üzerlerinden açmış ve hepsini denize dökmüştü.

Yine rivayet edilir ki; içlerinde azabı ilk gören bir kadın olmuştu ve ateş alevi gibi bir rüzgâr görmüştü. Rüzgâr insanları yoluyor, çekip koparıp alıyordu, bundan kurtuluş yoktu. Ad kavmi, iri bedenli oldukları için başları kopup kopup devrildikçe sanki dibinden kopmuş içi kof hurma kütükleri gibi devriliyor, bu fırtına onları sel köpüğü ve süprüntüsü gibi denize döküyordu. Kâfirlerin burunlarından girip arkalarından çıkan, evlerini mallarını yıkıp süpürüp götüren ve her birini bir tarafa atıp parça parça eden bu azap fırtınasının Şubat ayının sonunda «berdül acuz = kocakarı soğukları» denilen günlerde vaki olduğu bildirilmiştir ki, adi geçen tâbir günümüzde de kullanılmaktadır.

Allahü Teâlâ'nın gönderdiği peygamberin bildirdiklerine' imân etmeyen ve uğradığı şeyi bırakmayıp mutlak çürütüp kül ediveren «sarsar» rüzgârının savurduğu taşlarla beyinleri parçalanarak helak olan Ad kavminin kâfirleri kökleri kuruyup cezalarını bulurken; Allah'ın elçisine imân eden mutlu zümre ise dünya ve âhiret felahına eriyorlardı.

Hûd aleyhisselâm rüzgârı hissettiği zaman kendisinin ve inananların üzerine bir hat çizmiş, bir menbâ civarına, bir mahalle doğru çekilmişti. Kâfirleri kasıp kavuran azap rüzgârı, onlara bir seher tesiri yapıyor ve ancak derileri yumuşatacak, insanlara ferahlık verecek şekilde dokunuyordu. Hz. Hûd ile birlikte gerçek kurtuluşa eren bu mü'minler topluluğunun dört bin kadar olduğu bildirilmiştir.

Eğer Ad kavminin kâfirleri de bu mü'minler gibi, Allahü Teâlâ'nın Ayet ve delillerini inkâr etmeyip, Hûd aleyhisselâm'ın tebliğ ettiği şekilde imân ve itaat etselerdi helak olmayacaklardı. Lâkin onu dinlemeyip eğlendikleri için, o istihza ettikleri «Haydi getir bize» dedikleri azap da kendilerini kuşatıverdi. Çünkü bunların isyan ettikleri peygamber Hûd aleyhisselâm ise de, bunun bildirdikleri esas itibariyle evvelki peygamberlerin de bildirdiklerine uygun olduğundan ona isyan etmekle hepsine isyan ettiler ve bütün inatçı zorbaların arkasına düştüler. Böylece kendileri de hem, bu dünyada lanetle takip olundular, hem de Kıyamet gününde. İşte öyle isyankâr bir kavme, Allahü Teâlâ böyle ceza verir. Halbuki Allahü Teâlâ, onlara mal ve kuvvetten ibaret öyle şeyler ihsan etmişti ki, başkalarına o kuvvet ve iktidarı vermemiştir. Hem bu nimeti anlasınlar diye, kendilerine, kulak, gözler ve kalbler vermişti. Fakat onların ne kulağı, ne gözleri ve ne de kalbleri kendilerine bir fayda vermedi. Çünkü Allah'ın Ayetlerini inkâr ediverdi, inkârlarının cezasını görüp Dünya hayatında zillet azabını tattılar. Elbette Ahiret azabı daha zilletlidir. Hem onlar, kurtulamayacaklardır.

Bu hâdiseye muhatap olanlar, bugün, gidip dolaşırlarsa; gözlerine çarpacak o harap eserler, kabirler, o azaba uğrayan Ad kavmine aiddir.

(A'raf, Hûd, Mü'minün, Şuara, Fussilet, Ahkâf, Zariyat, Kamer ve Hâkka ve Fecr Sûreleri)

Kaynak:Peygamberler tarihi
Fasil : KISSALAR BÖLÜMÜ
Konu : Kıssalar
Ravi : Ebu Vail
Hadis : Ebu Vail, Rebia kabilesinden el-Haris İbnu Yezid el-Bekri adında bir adamdan naklen anlatıyor: "Medine`ye gelmiştim, Resulullah (sav)`ın yanına gittim. Mescid, cemaatle dolu idi. Orada dalgalanan siyah bayraklar vardı. Hz. Bilal (ra) kılıcını kuşanmış, Resulullah ()`ın yanında duruyordu. Ben: "Bu insanların derdi ne, (ne oluyor)?" diye sordum. "Resulullah (sav) Amr İbnu`l-As`ı, Rebia`ya doğru göndermek istiyor, (onun hazırlığı var)!" dediler. Ben: "ad elçisi gibi olmaktan Allah`a sığınırım" dedim. Aleyhissalatu vesselam: "ad elçisi de nedir?" buyurdular. Ben: "Bunu çok iyi bilen kimseye düştünüz. ad (kavmi) kıtlığa uğrayınca Kayl`ı kendileri için su aramaya gönderdi. Kayl da, Bekr İbnu Muaviye`ye uğradı. O, buna şarap içirdi ve Mekke`de o sıralarda seslerinin ve tegannisinin güzelliğiyle meşhur Cerade isminde iki cariye de şarkılar söyledi. [Bu suretle bir ay kadar kaldıktan sonra], Mühre (İbnu Haydan kabilesinin) dağına müteveccihen oradan ayrıldı. Dedi ki: "Ey Allahım! Ben sana ne tedavi edeceğim bir hasta, ne de fidyesini ödeyeceğim bir esir için gelmedim. Sen kulunu, sulayıcı olduğun müddetçe sula. Onunla birlikte Bekr İbnu Muaviye`yi de sula. -Böylece kendisine içirdiği şarap için ona teşekür eder." Bunun üzerine onun için üç parça bulut yükseltildi. Biri kızıl, biri beyaz, biri de siyah. Ona: "Bunlardan birini seç!" denildi. O, bunlardan siyah olanını seçti. Ona: "ad kavminden tek kişiyi bırakmayıp helak edecek bu bulutu toz duman olarak al!" denildi." Bunu söyleyince (sav): "(Onlara) sadece şu -yüzük halkası- miktarında rüzgar gönderildi" buyurdular ve arkasından şu mealdeki ayet-i kerimeyi tilavet ettiler:
 
 "ad (kavminin helak edilmesinde) de (ibret vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgarı göndermiştik. Öyle bir rüzgar ki, her uğradığı şeyi (yerinde) bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuruyordu" (Zariyat 41-42).HadisNo : 4997
Hz. Hud aleyhi's-selâmın hayatı

Hûd Aleyhisselâmın Soyu Ve Mesleği:

Hûd (Âbir) b.Abdullâh, b.Rebah, b.Halud [1] b.Âd, b.Avs, b.İrem, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâmdır. [2]
Hûd Aleyhisselâm, Âd kavmi içinde Baba ve Ana soyu yönünden en üstün du­rumda idi. [3]
Kendisi, daha önce ticaretle uğraşırdı. [4]

Hud Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili Ve Bazı Faziletleri:
Hud Aleyhisselâm; orta boylu[5], esmer tenli, çok saçlı [6], güzel yüzlü idi. Âdem Aleyhisselâma benzerdi [7]
Güçlü, kuvvetli idi.[8]
Zühd´ü takva ve ibâdet ehli idi. Çok cömerd ve şefkatli idi. Yoksullara bol bol Sadaka verirdi. [9]

Hûd Aleyhisselâmın Kavmi:
Hûd Aleyhisselamın kavmi, Âd kavmi idi.
Âd kavmi, Birinci ve İkinci Âd diye ikiye ayrılır.
Birincisi: Âd b. Avs, b.İrem, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâm´dır.[10]
İkincisi: Semud b. Câir, b.İrem, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâmdır. [11]
İsmail Aleyhisselâmdan önceki Birinci Âd kavmi, on, on üç kabileden oluşan [12] üç dört bin kişilik bir topluluktu.
Âd, Semud, Cürhüm, Tasm, Cedis, Ümeym, Medyen, Imlak, Ubeyl, Câsim, Kahtan ve Kahtan oğullan gibi bir çok kabilelere Arabul´âribe,
İsmail Aleyhisselâmın oğullarından gelen kabilelere de, Arabulmüsta´rebe denir. [13]

Hûd Aleyhisselâmın Kavmi Olan Âd Kavminin Yurdları Ve Kötü Tutum Ve Davranışları:
Âd kavminin yurdları; Hudramevt´e ve Yemen´e kadar uzanan yerler olup Al­lah´ın yerlerinden, en genişi, en otlu, sulu, bol nimetli olanı idi. [14]
Yerin üzerinde akan ırmakları, bağları, bahçeleri, sürü sürü davarları [15], yer al­tında da, su depoları vardı. [16]
Başkalarına verilmeyen boy bos, güç kuvvet de, onlara, verilmişti. [17]
Onlar, inatçı bir zorbanın emrini tutup ardından gittiler de [18]: "Kuvvetçe, biz­den daha güçlü kim varmış " diyerek yer yüzünde büyüklük taslamağa [19], mem­leketlerinde azgınlık ve fesadlarını artırmağa´[20], halka zulm etmeğe başladılar. [21]
Âhiret hayatını, öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettiler. [22]
Şadda, Samud ve Henna adındaki üç puta tapmaktan da, geri durmadılar. [23]

Hûd Aleyhisselâmın Âd Kavmine Peygamber Gönderilişi:
Yüce Allah, âd kavmına, kardeşleri Hûd Aleyhisselâmı, Peygamber olarak gönderdi. [24]
O da, onları, Bir olan Allah´a iman ve ibadete, insanlara zulmetmekten vaz geçmeye davet etti ise de, red ve tekzib ile karşılandı [25]
Bunun üzerine, Yüce Allah, üç yıl, onlardan, yağmuru, kesti. [26]
Onları, yağmur duası için, Mekke´ye bir heyet göndermek zorunda bıraktı. Yağmur yağdıracağını sandıkları bir kasırga ile de, yok olup gittiler. [27]

Kur´ân-ı Kerimin Âd Kavmi Hakkındaki Açıklaması:
Hûd Aleyhisselâmın, Âd kavmına gönderilişi ve onların, tutum ve davranışları ve akıbetleri Kur´ân-ı Kerimde şöyle açıklanır:
"Âd (kavmine)da, kardeşleri Hûd´u (gönderdik)
O, (kavmına):
"Ey kavmim! Allah´a, ibadet ediniz!
Sizin, O´ndan başka hiç bir ilâhınız, yoktur. [28]
(hâlâ, Allah´dan) korkmayacak mısınız [29]
Siz, (Allah´a karşı) yalan düzenlerden başka (kimseler) değilsiniz!" dedi. [30]
Kavminin ileri gelenlerinden kâfir bir cemâat ise:
"Biz, seni, muhakkak, bir beyinsizlik içinde görüyoruz!
Seni, muhakkak, yalancılardan sanıyoruz!" dediler.
(Hûd):"Ey kavmim! Bende hiç bir beyinsizlik yoktur.
Fakat, ben, âlemlerin Rabb´ı tarafından gönderilmiş bir Peygamberim!
Size, Rabb´ımın Vahy ettiklerini tebliğ ediyorum.
Ben, sizin Emin bir hayrhâhınızım.
Size, o korkunç akıbeti haber vermek için, içinizden bir adam (vâsıtasıyla) Rabb´ınızdan, size bir ihtar gelmesi tuhafınıza mı gidiyor
Düşününüz ki: O (Rabb´ınız), sizi, Nuh kavmından sonra, Hükümdarlar yaptı. Size, yaratılışta, onlardan (Nuh kavmından) ziyâde boy bos (ve kuvvet) verdi.
O halde, Allah´ın nimetlerini (unutmayıp) hatırlayınız ki: kurtuluşa erebilesiniz!" dedi.
"Sen, bize, yalnız Allah´a ibadet etmemiz. Atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin !
O halde, doğruculardan isen, bizi, tehdid etmekte olduğun şeyi (azabı) getir bi­ze!" dediler.
Hûd:"Rabb´ınızdan, üzerinize bir azab, bir gazab hakk oldu muhakkak!
Kendinizin ve Atalarınızın takdığınız (düzme) bir takım adlar (putlar) hakkında, Allah, onlara bir Hüccet indirmemişken, benimle mücâdele mi ediyorsunuz
Artık, bekleyiniz!
Şüphesiz ki, ben de, sizinle birlikte onu, bekleyenlerdenim [31]
Ey kavmim! Ben, buna (bu tebliğime) karşılık, sizden hiç bir ücret istemiyorum.
Benim mükâfatım, ben´i Yaratan´dan başkasına âid değildir.
Hâlâ, akıllanmayacak mısınız !
Ey kavmim! Rabb´ınızdan yarlıganmak dileyiniz.
Sonra, yine, Ona tevbe ve rücu ediniz ki, üstünüze bol bol (feyzini) göndersin. Kuvvetinize, daha fazla kuvvet katsın!
Günahkârlar olarak yüz çevirmeyiniz!" dedi.
"Ey Hûd! Sen, bize açık bir Mucize getirmedin!
Biz de, senin sözünle, İlahlarımızı bırakıcı değiliz!
Sana, inanıcılar da, değiliz! [32]
Sen, bize, İlâhlarımız(a tapmak)tan, bizi döndürmek için mi geldin !
Öyle ise, bizi tehdid etmekte olduğun şeyi -eğer (iddianda) doğru söyleyenlerden isen- getir bize!" dediler.
Hûd:"(Bunun) İlmi, ancak, Allah katındadır.
Ben, size, gönderildiğim şeyi, tebliğ ediyorum.
Fakat, ben, sizi, bilmezler güruhu olarak görmekteyim [33]
Allâh´dan korkunuz ve bana, itaat ediniz! [34]
Ben, cidden, üstünüze (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum!" dedi. [35]
Onlar:"Va´z etsen de veya va´z edicilerden olmasan da, bize göre, birdir.
Bu, öncekilerin âdetinden başka (bir şey) değildir.
Biz, azaba uğrayacaklar da, değiliz!" dediler. [36]
Onun (Hûd´un) kavminden -kendilerine dünya hayatında refah verdiğimiz hal­de, küfr (ve inkâr) eden- bir güruh da:"Bu, sizin gibi bir beşerden başkası değildir.
Sizin yediklerinizden yiyor, içtiklerinizden, içiyor!
eğer, kendiniz gibi bir insana boyun eğerseniz, and olsun ki: o takdirde, mutla­ka, hüsrana düşenlersinizdir.
Öldüğünüz ve bir toprak, bir kemik olduğunuz vakit, sizin herhalde (diri olarak kabirlerinizden) çıkarılmış olacağınızı mı va´d (ve tehdid) ediyor o
Tehdid olunageldiğiniz o şey, ne kadar uzak! Ne kadar uzak!
O (hayat), bizim (şu) dünya hayatımızdan başkası değildir.
Yaşarız, ölürüz.
Fakat, biz (tekrar) dirilecekler değiliz!
O (Hûd), Allâha karşı, yalan düzen bir adamdan başkası değildir.
Biz, onu, tasdik edici değiliz!" dediler.
(Hud):"Rabb´ım! Beni, yalanlamalarına karşı, Sen, bana yardım et!" dedi.
(Allah) Buyurdu ki:Az bir (zamanda) her halde, onlar, pişman olacaklardır!
İşte, onları, o müthiş (azab) Sayha(sı), Allah´ın bir adâleti olmak üzre, hemen yakalayıverdi de, onları, bir çörçöp haline getirdik!
Artık, uzak olsun o zâlimler güruhu! [37]
Onlar, onu, (azabı), vadilerine yönelerek gelen bir bulut haline görmüşlerdi de;
"Bu, bize yağmur verici bir buluttur!" demişlerdi.
Hayır! Bu, çarçabuk gelmesini istediğiniz şeydir! Kasırgadır ki, onda, elem veri­ci bir azab vardır.
O, Rabb´ının emriyle, her şeyi helak edecektir!
İşte, onlar, o hale geldiler ki, meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu!
Biz, işte, günahkârlar güruhunu, böyle cezalandırırız! [38]
Alay ede geldikleri şey, kendilerini, çepçevre kuşatıverdi. [39]
Her uğradığı şeyi (yerinde) bırakmıyor, mutlaka, onu, kül gibi savuruyordu. [40]
Çünki, biz (haklarında) uğursuz (ve uğursuzluğu) sürekli bir günde, onların üs­tüne, çok gürültülü bir kasırga saldık.
(Öyle bir kasırga ki) insanları, sanki, onlar, köklerinden sökülmüş hurma kütük­leri imiş gibi, tâ temelinden koparfıp helake uğratıyordu. [41] (Allah) onu, yedi gece, sekiz gün ardı ardınca, üzerlerine musallat etti.
Öyle ki (eğer, sen de, hâzır olsaydın) o kavmin (bu müddet) içinde (nasıl) ölüp yıkıldığını görürdün!
Sanki, onlar, içleri bomboş hurma kütükleri idiler! Şimdi, onlardan bir kalan görebiliyor musun [42]
(Hûd´un) kendisini de, onunla birlikte olan (Müslümanları da, katımızdan bir Rah­met ile kurtardık.
Âyetlerimizi yalan sayıp iman etmemiş olanların ise, kökünü kestik!´[43]

Hud Aleyhisselâmın Hacca Gidişi:
Peygamberimiz, Veda haccında, Osfan vadisine vardığı zaman, Hz.Ebu Bekr´e: "Ey Ebû Bekr! Bu, hangi vadidir " diye sormuş, Hz.Ebû Bekr", Osfan vadisidir!" de­yince, Peygamberimiz: Hud Aleyhisselâmın da, beline Aba tutunmuş, belinden yuka­rısını alacalı bir kumaşla bürümüş, genç ve kızıl, yuları hurma lifinden örülmüş dişi bir deve üzerinde olduğu halde, Hacc için buradan Telbiye ederek geçmiş olduğunu ha­ber vermiştir. [44]

Hud Aleyhisselâmın Mekke´ye Gidişi Ve Vefat Edişi:
Rivayete göre: Peygamberlerden, ümmeti helak olan Peygamber, kendisine iman edenlerle birlikte Mekke´ye gelir, vefatına kadar orada, Yüce Allah´a iba­detle meşgul olurdu. [45]
Âd kavmi helak olunca, Hud Aleyhisselâm da, kendisine iman etmiş olan kim­seleri yanına alarak Mekke´ye gitti ve oradan ayrılmadı. [46]
Mekke´de vefat eden Peygamberlerden, Zemzem ile Hacerülesved arasında yetmiş [47], diğer rivayette doksan dokuz Peygamber gömülüdür.
Hud Aleyhisselâm da, orada gömülü Peygamberler arasındadır. [48]
Hud Aleyhisselâmın Hadramevt´te vefat ettiği ve kabrinin, orada kızıl kumdan bir tepe üzerinde bulunduğu [49] ve vefatında dört yüz altmış dört yaşında olduğu da, rivayet edilir. [50]
Ona ve gönderilen bütün Peygamberlere selâm olsun! [51]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Veya Carud (Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.12O)
[2] ibn.Kuteybe-Maarif s.14, Yâkubî-Tarih c.1,s.22, TaberMarih c.1 ,s.110, Sâlebi-Arais s.62, Ebülfida-Elbidaye ven­nihaye C.1.S.120.
[3] Dîneverî-El´ahbar s.5, Sâlebî-Arâis s.62.
[4] ibn.Kuteybe-Maarif s.14, İbn.Asâkir-Tarih c.2,s.361.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/117.
[5] Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s. 146.
[6] ibn.Kuteybe-Maarif s.14.
[7] İbn.Kuteybe-Maarif s.14, Hâkim-Müstedrek c.2,s.564, Muhyiddin b.Arabî-Muhâdaratülebrar c.1,s.123, Mîr Hâ-vend. Ravzatussafa Terceme s.146, 147.
[8] Hâkim-Müstedrek c.2,s.563.
[9] Mir Hâvend-Ravzatussafa Terceme s.147.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/117.
[10] Taberî-Tarih c.1,s.109-110, Sâlebî-Arais s.61, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.85.
[11] Taberî-Tarih c.1,s.11O, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.89 .
[12] ibn.Kuteybe-Maarif s.14.
[13] Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.120-121.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/117-118.
[14] İbn.Kuteybe-Maarif s.14.
[15] Şuarâ: 133,134.
[16] Şuarâ: 129.
[17] Araf: 69, Ahkaf: 26, Salebî-Arâis s.61, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.85.
[18] Hûd: 59
[19] Fussilet: 15
[20] Hıcr: 11, 12
[21] Taberî-Tarih c.1,s.110, Sâlebî-Arais s.62, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.85
[22] Mü´minun: 35-37.
[23] Taberî-Tarih c.1,s.11O.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/118.
[24] İbn.Kuteybe-Maarif s.13, Dîneverî-El´ahbar s.5, Yâkubi-Tarih c.1,s.22 (*) Yüz yıl (Mîr Hâvend Ravzatussafa, Terceme s.147).
[25] Taberî-Tarih c.1,s.110, Sâlebî-Arais s.62, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.85.
[26] Yâkubî-Tarih c.1,s.22, Taberî-Tarih c.1,s.110, Mes´ûdî-Ahbaruzzaman s.81, Sâlebî-Arais s.62, Ebülferec ibn.Cevzî-Tabsıra c.1,s.78.
[27] Yâkubîc.1,s.22, Taberîc.1,s.11O, Mes´udîs.81, Salebîs.62, Ebülferec ibn.Cevz!c.1,s.78, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.85.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/118-119.
[28] Ârâf: 65, Hûd: 50.
[29] Ârâf: 65, Şuarâ: 124.
[30] Hûd: 50.
[31] Ârâf: 66-71
[32] Hûd: 51-53.
[33] Ahkaf: 22-23.
[34] Şuarâ: 131.
[35] Şuarâ: 135, Ahkaf: 21.
[36] Şuarâ: 135-138.
[37] Mü´minun: 33-41.
[38] Ahkaf: 24-25.
[39] Ahkaf: 26.
[40] Zâriyat: 42.
[41] Kamer: 19-20.
[42] 40) Elhakka: 7-8.
[43] Ârâf: 72.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/119-122.
[44] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1,s.232, ibn.Kayyım-Zâdülmaad c.3,s.239, Heysemî-Mecmuazzevaid c.3,s.32O.
M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/122.
[45] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1, s.68, Hâkim-Müstedrek, c.2,s.563, Sâlebî-Arais s.66.
[46] ibn.Kuteybe-Maarif s.14, Sâlebî-Arais s.66, Mîr Havend-Ravzatussafa Tercemesi s.146.
[47] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.73.
[48] Ezrakî-Ahbaru Mekke c.1,s.68, Hâkim-Müstedrek c.2,s.563-654.
[49] Hâkim-Müstedrek c.2,s.564, Aliyyülmüttakî-Kenzülummal c.12,s.48O, Mîr Hâvend-Ravzatussafa Tercemesi s. 146-147.
[50] Mîr Hâvend-Ravzatussafa Tercemesi s.147.
[51] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1/122.

_________________
Resim
Kaynak:Muhammedinur.com

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...