24 Şubat 2012

KADER DEDİK



Kader dedik
“Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin. Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta. Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olamamış, erken bırakmış ne çıkar; ne olacaksa olsun!” Hamlet'ten William Shakespeare… (olsun da, bugün ben buradayken olsun...)
Armut ağacı. Kaderi ona suyu, toprağı ve havayı tam kıvamında sunmuş; üstüne bir de çiçeklerinin döllenmesi için rüzgârı ve böcekleri, özellikle de arıları seferber etmiş. Dalları armut basmış. Armutların ağırlığından dallar kırıldı kırılacak. Bu armut ağacının kaderiydi.
Armut ağacına bir ayı tırmandı. Ayı armut yüklü dala abanınca dal kırıldı; ayı dalla birlikte ağaçtan düştü. Neyse ki ayıya bir şey olmadı; kalkıp yerdeki armutları yedi. Bu ayının ve armut ağacının kader birliğiydi.
Armut ağacına bir insan tırmandı. Armut yüklü dala oturunca dal kırıldı; insan dalla birlikte yere düştü. Neyse ki insanın sadece bir kolu kırıldı. Bu, armut ağacının kaderiydi, fakat insanın kaderi değildi. Bu, insanın seçimiydi; ya da sadece akılsız bir davranış biçimiydi demek daha doğru olur. Çünkü insan aklı armut yüklü dalın ağırlık binince kırılacağını bilebilirdi.
Meyve yemek için üstüne çıkıldığında dalın kırılması yaratılışın doğasından gelen (tanrısal) bir kaderdir; ancak insan, dala yüklenmeden herhangi bir biçimde meyveleri yemenin yolunu aklıyla bulduğunda, örneğin ayaklı merdiven bilgisini kullandığında, bu artık insanın kendine yapmış olduğu bir kaderdir. İnsan, evrensel (tanrısal) varoluş kaderinin kendine sunmuş olduğu akıl yürütme yeteneğiyle varoluş yasalarının bilgisini kullanarak kendi yaşantısının kaderini yapabilir. Yani geleceğini akıl öngörüsüyle evrensel (tanrısal) varoluş yasalarının elverdiği sınırlar içinde tasarlayıp yaşayabilir.
Biz insanlar kendimizi ne sanırız? Bizim onayımızı almamış yazılı bir kadere bağlı köleler miyiz? El açalım ki Tanrı bizi mutlu kılsın. El açalım bizi iyi kullarından yapsın. “Amin” diyelim bizi cennetine alsın. Ey insan, el aç ki Allah sana acısın, kullanmaya üşendiğin ve çoğu zaman da korktuğun beynini Allah senin için çalıştırsın. Öyle ya Allah her şeyi bilir ve görür; geçmiş ve gelecek O’nun yüce bilgeliğiyle oluşmadı mı? El açıp isteyin insanlar; her şeyi isteyin; vermeyen Allah kendinden utansın!
Bir gün gelecek çıkacağım yüce Tanrı’nın huzuruna ve ona diyeceğim ki, “Ey Tanrım şu yaptığına bir bak! Verdiğin akıllar çok mu geldi de Şeytan’ı musallat ettin başıma? Aklım zaten yeterince şeytanlığa çalışıyor, bilmez misin? Bir de tembihlersin ki başıma gelen iyi ve kötü şeyleri Sen’den bileyim; Şeytan ve benim şeytana pabuç çıkartan aklım ne güne durur öyleyse? Sen’den aldım bu akılları onu da bilesin. Nedir benden istediğin? Kulun kölen mi olayım? Kulun olayım tamam da, kölen olamıyorum özgür bıraktığın akıl yürütme irademle; kusura bakma; ya da geri al şu bana verdiğin aklın hikmetini. Ben düşünmeden edemiyorum.
Benim günahlarım biraz da senin hataların gibi geliyor bana; ama aynı zamanda aklımın hikmetiyle günahlarımdan arındıkça hatalı yanlarımı da düzeltme bilgisini sunarak onurlandırıyorsun beni. İtiraf edelim ki bu oyun ikimizin de hoşuna gidiyor. Bana öyle geliyor ki, aklımı kullanarak başlangıç kaderimi iyilik üretmeye yönlendiremezsem bana cennetini göstermeyeceksin… Öyleyse tez başlamalıyım kaderimi kendi ellerimle ve Sen’den indirme aklımla iyileştirmeye…
Bir gün bir insan iskeleti bulunacak; böceklerin afiyetle sıyırdığı kemikler. Benim kemiklerimdir onlar. Kafatasımı alıp müzeye koyacaklar. Neden mi? İnsanlar alnında kaderi yazılı olmayan bir kafatasını bulmuş olacaklar. Yaşarken alın yazılarının içine gömülüp kalanlar, işte onlar çok şaşacaklar bu işe. Dünyaya doğmasıyla birlikte içine düştüğü kader çemberini kırmış bir insanın kafatası olduğuna inanamayacaklar; alnımdaki çatlağa bakıp şüphelenecekler ve kaderimin yazısının aslında o çatlağın içinde saklı olduğunu iddia edecekler. Ya da çatlak bir kafatasıyla kandırıldıklarını söyleyecekler. Gerçekte işin sırrı da burada: Kafasını çatlatıp patlatmayan insanların alın yazıları asla silinip yenilenmez. Onlar kaderlerini hayata armağan yapamadan kaderlerinin içine gömülürler…
İzmir-İstanbul seferini yapan F-28 Bursa uçağı inişe geçtiği sırada elektrikler kesildi ve jeneratör devreye girinceye kadar pist 20 saniye karanlıkta kaldı. F28 Bursa uçağı kayboldu. Uçak sabaha doğru, 4 mürettebat ve 37 yolcunun cesediyle, Ambarlı açıklarında 5-10 m. derinlikte bulundu. Bu 20 saniye bize mutlak kader gibi geliyor, ama aldanıyoruz; çünkü kader desek bile onu biz hazırladık ve korkak bir sürüngen gibi Tanrı’yı sorumlu tuttuk. Bu uçağı biz yaptık, biz uçurduk; çok ender de olsa, düşebileceği ihtimalini göz önüne alarak bu uçağa biz kendi isteğimizle bindik. Ve bu uçak, insan tasarımı medeniyetin olası kusurlarından bir veya bikaçı nedeniyle düştü.
**
Temel içgüdüyle uyanıp bitkiler tohum yapacak çiçeklerini açarken, kuşlar, böcekler ve diğer hayvanlar döllenme ve üreme ile sonuçlanacak olan cinsel zevkler peşinde ölümüne yarışırken, aynı tanrısal doğanın ürünü olan insan, genlerindeki aynı temel içgüdüye  rağmen, farklı davranmaya başladı. Yani, zevk duyusu vermesine rağmen aslında sadece üreme amacı güden temel içgüdüsünü sırf zevk alma amacını gerçekleştirmeye yönlendirdi; bir başka deyişle, içgüdüsel seksin doğal sonucu olan döllenmeyi kendi denetimi altına almış oldu. İşte bu evrede Tanrı'ya (yaratılış kaderine) "çalım" attık sanmayın. Tanrı (yaratılış kaderi), cinsel ilişkiyi canlının alabileceği zevklerin en başına oturtup döllenme işini sağlama alarak başlattığı canlı yaşam kurgusunun diyalektik evrimi içinde insanı akıl yoluyla kaderini değiştirebilmekte özgür bırakmakla hata etmiş olamaz. Bence ileti açıktır: Tanrı, “YARATTIM; VAROLUŞ BİLGİSİNİ ÇÖZÜMLEYEBİLECEK AKIL VERDİM; ARTIK KADERİNİ ELİNE AL VE BEDELİNİ BANA ÖDETME" diyor. Hz. Muhammed'in son peygamber olmasındaki mana da bu olsa gerek. Artık hepimiz birer peygamber, birer Tanrı yardımcısı olmanın sorumluluğunu üstlenmek zorundayız. Artık Tanrı’nın özgürlüğü olmalıyız. Yani, Tanrı'nın birçok işini doğrudan üstlenmek ve yürütmek bilincine geçmiş olmalıyız. Tabi bu nereye kadar gider bilemem; sanırım gittiği yer Tanrı'nın (evrensel varoluş kaderinin) “son” bilgisi olan kıyamet meydanıdır...
Bence insan bilincinin vardığı en müthiş aşama burası; en temel ve en zevkli içgüdüsünün ilahi amacını denetimi altına alabilen insan bundan böyle devam edecek olan kaderini de kıyamete kadar denetimi altında yönlendirebilecek varoluş bilgisine ulaşacaktır. Dün, (2008 yılı içinde bir gün) Türkiye'de ilköğretime başlayan çocuk sayısında gerileme olduğunu öğrenince, geleceğin yapımını elimize almaya başladığımıza inandım. Artık Türkler de kendilerine bir gelecek planlamaya başlamışsa, Tanrı nihayet emekliye ayrılabilecek ve Adem ile Havva'yı insanlaştırmak gibi sıkıcı bir iş yerine, galaksilerini tokuşturarak yeni alemler yaratmak gibi daha heyecanlı işlerle meşgul olabilecek...
**             
Tıbbiyeli bir genç var. TV kanallarına çıkıp "Kuran'daki ilâhi kaderin şifrelerini çözüyorum" diyor! Adam şifreleri çözmesine çözüyor da, nedense çözdüğü her şifrenin açtığı bilgi tekil oluyor. Her bilgiye ayrı bir şifre buluyor. Böyle olunca benim mantığım diyor ki, bu adam bilgiye göre şifre uyduruyor. Çünkü hiçbir zaman "Kuran'daki sırları okumanın şifresi budur" diyemedi. Adamın Kuran bilgisinin sırlarını açacak genel bir şifresi yok. Gene de eminim kendisine inanan sürüyle insan vardır. Onlar, tıpkı fala, büyüye, burçlara, adaklı dualara inananlar gibi, “tanrısal iletinin, “ey insan, kaderin aklının elinde tutuludur” dediğini duymazlar da, kendi kaderlerini bu şifrelerle okuyabileceklerini umarlar. Belki de Bakara Suresi’nde Kuran’ın şifre istemeden yaptığı uyarı tam da bu aymazlığı işaret etmektedir. “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır"
Kendi dünya çıkarlarımıza veya sadece dünya görüşümüze bağlamak için insanların düşünme tembelliğini fırsat yapmak, hele de bunu Kuran ve Allah adıyla yapmak bana kalırsa şeytanın yoluna kırmızı halı sermektir. Kaderi her insanın alnına doğuştan Tanrı eliyle yazılmış değiştirilemez bir yaşam belirlenimi yazgı olarak göstermek de şeytanın en büyük hilesidir.

Kaderci inancı düşünme tembelliğine maske yapanlar deprem gibi doğal afetlerin sonuçlarından dolayı gelen ölüm ve yıkımları Tanrı’nın kendilerine biçtiği ceza olarak görüp sorumluluktan kaçarlar. Öte yanda bazı insanlar duydum ki, Türkiye’deki depremlerin sorumlusunu ABD ve İsrail olarak gösterebilmektedirler. "Biz kader tanımayız, ama UFO tanırız" der gibi saçmalarlar ki, bunların akılları da mühürlüdür...
 
“KADERİN OLAĞANÜSTÜ ZAMANLAMASI
   Amerikan Adlî Tıp Derneğinin 1994 te San Diego da tertiplenen ödül yemeğinde dernek başkanı Don Harper Mills aktardığı acayip bir ölüm olayı ile dinleyicilerini şaşkına çevirmişti. Kaderin tesadüfî adaletine dair ince bir nükte taşıyan bu öykü, sanırız sizleri de hayrete sevk edecektir.
   23 Mart 1994’te Ronald Opus’un cesedini inceleyen adlî tabip, onun kafasından yediği kurşunla öldüğü sonucuna vardı. Müteveffa, on katlı bir binanın tepesinden intihar niyetiyle aşağıya atlamıştı. (Umutsuzluğunu, geride bıraktığı bir notta açıklıyordu) Ancak, dokuzuncu katın önünden geçerken pencereden gelen bir kurşun başına isabet etmiş ve hayatı bu kurşunla sona ermişti. Aslında apartmanın sekizinci kat penceresi düzeyinde cam silicileri korumak için konulmuş bir ağ vardı. Açıkçası mermiyle çarpışmasaydı Opus'un intihar girişimi başarılı olamayacaktı; zemine çakılmadan sekizinci kattaki ağa takılıp kalacaktı. Bu durumu anlattıktan sonra, "Normal olarak," diye devam etti Dr. Mills; "intihar etmeye karar veren biri, mekanizma tasarladığı gibi işlemese de, bunu eninde sonunda başarır."
   Opus’un on kat aşağıda yere çakılmayıp da dokuzuncu kattan düşüyor olduğu anda başına gelen kurşunla vurulmuş olması, savcıyı elinde bir cinayet vakası olduğu düşüncesine itti. Silahın patladığı dokuzuncu kattaki odada yaşlı bir adam ve karısı yaşıyordu. Cinayet anında karı koca tartışıyorlardı ve adam kadını silahla tehdit ediyordu. Öyle sinirlenmişti ki, tetiği çekti; fakat mermi kadını ıskaladı, pencere camını delip çıktı ve intihar için atlamış olan Opus'un kafasına isabet etti. Dolayısıyla, dokuzuncu kattaki yaşlı adam cinayet zanlısıydı.
   Bu suçlamayla karşı karşıya kalınca adam da, karısı da çok şaşırdılar. Çünkü tetiği çekerken, adam da karısı da silahın boş olduğunu sanıyordu. Yaşlı adam uzunca bir süreden beri boş silahla karısını korkutmayı alışkanlık haline getirmişti. Bunu karısı da bilir, o yüzden adamın tehdidine pek aldırmazdı. Kısacası, adamın karısını öldürme kastı yoktu. Opus'un öldürülmesi tedbirsizlik sonucu bir kaza idi; ancak silah da kendi kendini doldurmamıştı elbette.
   Araştırmalara geriye doğru devam edilince, ölümcül kazadan yaklaşık üç ay önce yaşlı çiftin oğlunu silahı doldururken gören bir tanık ortaya çıktı. Bu tanık, ara sıra yaşlı çiftin evini temizlemeye gelen gündelikçi kadındı. Yaşlı kadın o günlerde kumara dadanan oğlundan mali desteğini çekmişti. Babasının annesini silahla korkutma alışkanlığını bilen oğul bu yüzden silahı doldurmuştu. Annesi ölecek, baba cinayetten hapse girecek, mallar ve paralar kendisine kalacaktı.
   Soruşturmaya devam edilince, geçen üç ay içinde annesiyle babasının silahla tehdide varan bir tartışmaya girişmedikleri, dolayısıyla annesini öldürtmeyi başaramayacağı tedirginliğiyle oğlanın umutsuzluğunun arttığı ve kumar borçları yüzünden ruhsal çöküntüye girdiği anlaşıldı. Bu ruh hâli onu on katlı binanın tepesinden atlayarak intihar etmeye itmişti. Ancak ölümü, dokuzuncu katın önünden geçerken babasının annesini tehdit için silahı tetiklemesiyle namludan çıkan kurşunun annesini ıskalayıp pencere camını delerek kafasına isabet etmesiyle gerçekleşmişti. Yoksa bir kat alttaki ağa takılıp kalacaktı. Dosya intihar olarak kapatılmıştır.”
Bence, nedenlerin rastlantısal işbirliğinin sonucunu kader olarak değerlendirmek doğru değil. Her şeyden önce Ronald Opus’un ölümüne doğru ilerleyen sürecin tüm unsurları insan seçimidir. Yaşlı adamın karısını boş silahla tehdit etmesi; oğlanın anasından para beklentisi; ananın oğluna para desteğini çekmesi; oğlanın, babasının silahla tehdit alışkanlığından yararlanarak anasını öldürtme planı gereği silahı doldurması; ancak karı kocanın aylarca kavgaya tutuşmayışı; oğlanın intiharı seçip atlaması; hepsi insan seçimidir. Aslında tesadüf burada sadece camı delip çıkan kurşun ile intihar için atlayan oğlanın kesiştiği andır. Sekizinci kattaki koruyucu ağın olayla hiçbir ilgisi yoktur. Ağ olmasaydı da oğlan babasının silahından çıkan kurşun ile ölecekti. Zaten tüm olanlara “kader” dersek olaydaki savcıya ve adli tıbba da ihtiyaç kalmaz. Gerçi ben dosyanın intihar olarak kapatılmasını hukuk aklından çok hukuk vicdanına yormaktayım. Çünkü kurşunu yemeseydi oğlan ölmeyecekti. Her ne kadar silahı dolduran oğlan olsa da, yaşlı adam silahını emniyetli saklamaktan ve kullanmaktan sorumludur. Hukuk mantığına göre yaşlı adam istem dışı adam öldürmekten suçludur. Ancak, olayı “kaderin tesadüfi adaleti” sayan hukuk vicdanı dosyayı intihar vakası olarak kapatmış görünüyor.
Eğer oğlan kurtulsaydı ve kurşun anayı öldürseydi, oğlan zaten planlı cinayetten suçlu bulunup idam edileceği için sonuçta intihar girişimi bir biçimde gerçekleşmiş olacaktı.
Eğer kurşun anneyi ve oğlanı ıskalamış olsaydı, oğlan kurtulacaktı. Adli bir olay da söz konusu olmayacaktı. Yaşlı adam da silaha merminin nasıl girdiğini çözemeyince, “şeytan doldurmuştur” diyerek artık boş sandığı silahın tetiğini çekmeden namluya kurşun sürülü mü diye bakacaktır. Sonuçta anne ve babasının ecel ile ölümünü bekleyemeyecek olan oğlan intihar girişimini yineleyecektir. Aslında oğlan ya intiharla ya da kumar borcu yüzünden öldürülerek yaşantısına son vermeyi kendine kader yapmıştır.
**
ÖLÜM MELEĞİ RÜŞVET YEMEZ
“Müebbet hapis cezasına çarptırılan bir adam, sabah akşam hapishaneden kaçmanın yollarını düşünüyormuş. Bir gün bahçede volta atarken gardiyanların bir tabutu cenaze arabasına yüklediğini görünce nihayet aylardır aradığı fikri oracıkta bulmuş. Burası büyük bir cezaevi olduğu için her ay mutlaka 1-2 kişi Tanrı'nın rahmetine kavuşuyormuş. Mahkûm, gardiyanlardan birine, cenaze olduğu bir gün tabuta konularak kaçırılması karşılığında epey yüklüce para teklif etmiş. Gardiyan korktuğundan başta biraz mızırdanmış ama sonra paranın çekim gücüne kapılıp kabul etmiş. Gardiyan, cenazelerin gece bekletildiği yerin anahtarından yaptırıp adama vermiş. Diğer ayrıntılar da ayarlanmış. İlk cenazede adam ölenle aynı tabutun içine girecekmiş. Cenaze defnedildikten sonra da, gardiyan gelip adamı mezardan çıkaracakmış.
Plan aynen uygulamaya konmuş. Mahkûm cesede aldırmadan tabutun içine girmiş. Sabah da gardiyanlar tabutu cenaze arabasına yüklemişler ve mezarlığa götürüp laf olsun diye yapılan bir dini törenle gömmüşler.
Mahkûm tabutun içinde sabırsızlanarak gardiyanın gelip onu çıkarmasını bekliyormuş. Vakit geçtiği halde gelen giden olmayınca biraz endişelenmeye başlamış. Epey bir zaman geçip de hala gelen olmayınca bizimki hafiften tırsmaya başlamış. "Acaba kendim çıkabilir miyim?" diyerek etrafı araştırmak istemiş. Cebinden zar zor çakmağını çıkarıp yakmış. Tabutun kapağını incelerken gözü bir an yanındaki ölünün yüzüne takılmış, ve o an donup kalmış! Yanındaki ceset anlaşmayı yaptığı gardiyanmış!”
Şimdi bunu mutlak kaderden mi sayacağız, yoksa seçimli bir kaderden mi? Ne de olsa hapishaneden kaçmayı seçmek adamın kendi özgür iradesiydi. Ancak intihar dışında seçimlik olmayan bir kader var ki, o da ölümdür; gardiyanın ölümü ertelenemezdi…
İntiharla gelen ölüm kader olsaydı büyük günahlardan olmazdı. Bilinen yaşamsal tedbirleri almamaktan dolayı gelen ölümler de bence intihar sınıfına girer; örneğin sigara içmek ve çok yemekten şişkolaşmak aslında birer intihar örneğidir. Aklımızın öngörüsü içinde olsa da tedbir bilgimizin yetersiz kaldığı zorunlu durumlarda gelen kaza ölümleri bile bence “alın yazısı” denen mutlak kader değildir. Ölüm sadece genetik yazılımın ecel bilgisiyle geldiğinde mutlak kaderden bilinmelidir. Kazanın nedenselliği bir biçimde insan tarafından oluşturulduğu için kaza ölümlerini mutlak kaderden saymam.
Hapishaneden kaçma planı gibi kendi kaderimizi tasarlayabiliriz; ancak işbirlikçi gardiyanın mutlak kaderi veya kendi seçimlerinin nedenselliğiyle oluşan kaderiyle gelen ecel vaktini değiştiremeyiz. Kendimize tasarladığımız kaderin başka bir kaderle çarpışıp bozulması bize özel, daha doğmadan alnımıza kazınmış bir kader değildir. Bu sadece, seçimlerimizin nedensel sonuçlarının genel varoluş kaderinin bilinebilen veya bilinemeyen olası hâllerinden biriyle çarpışması ya da çakışmasıdır. İnsanın akıl yoluyla yaptığı seçimlerinin sonucu bir biçimde olumsuz bir oluşa varmışsa, vardığı nokta gene de insanın kendine yaptığı kaderidir. Hikâyedeki mahkûm sadece hapisten kaçma tasarımının sonucuyla kendine ölümü tattıran bir kader yapmış değildir. Mahkûmu bu trajik sonuca götüren kaderin ağlarını hapis öncesinden beri örmekte olan aslında büyük etkinlikte kendi yaşam biçimi ve seçimleriydi zaten. Hapishanede “değişmez alın yazısının“ hükmünden dolayı “kader kurbanı” yoktur. Evrensel (tanrısal) kader hapse düşürmek üzere hiçbir insanı mimlemiş değildir. Onlar, insan seçimlerinin eytişimsel etkileşimiyle oluşan insanlık kaderinin kurbanı olabilirler ancak.
Ben kadere beş çeşitleme yaptım:
1-Küçük kader; 2-Küçük ortak kader; 3-Toplumsal kader; 4-Büyük ortak kader;5- Mutlak kader:
İnsanın kendisi için kendi akıl yoluyla yapabileceği kader, “küçük kaderdir”. Bir başka anlatıyla, özgür bireysellik ürünü bir kaderdir. Tamamı kişiye özgündür.
İnsanın yakın çevre ilişkilerini yönetmek, yönlendirmek ve düzenlemek için yapmış olduğu uyum ve uyumsuzluk davranışlarıyla birlikte başkalarını kendine uydurma çabalarının nedensel sonuçlarıyla “küçük ortak kader” oluşur. Yüksek oranda kişiye özgündür.
Toplumsal kader, insanların yakın ve uzak çevrelerini, tanışlarını ve tanımadıklarını birlikte kapsayan, geleneklere ve siyasi bir yaşam sistematiğine uyum ve uyumsuzluk davranışlarının eytişimsel nedenselliğiyle oluşan ve insanın genelde doğuştan içinde var olduğu ortak bir kaderdir. İnsan yapımı olmasına rağmen çok düşük oranda kişiye özgün bir tasarım olabilmektedir. Ancak tamamına yakını insanlık ürünüdür. Tekil davranan bireysel akıl yoluyla insan toplumsal kaderin geniş ve güçlü etkinlik alanını denetleyip düzenlemekte zorlanır; hatta çaresiz kalır. Ayrıca toplumsal kader evresi tüm dünya insanlarını kapsayan “büyük ortak kaderin” baskısı ve çekimi altındadır. Bu yüzden insanlar toplumsal kaderlerini bireysel çıkışlı tekil kahramanlıklarıyla değil de, insanlığı yüceltecek biçimde örgütlü işbirlikleriyle tasarlayabileceklerini öğrendiler ve bu örgütlü işbirliğine “demokrasi” dediler.
İnsanlık tarihinin iyi ve kötü gidişatı da tüm insan ürünü kaderlerin kendi aralarında ve “mutlak kaderimizle” yaptıkları eytişimsel etkileşimlerin nedensellik sonuçlarıyla oluşan “büyük ortak kaderdir”. Görebildiğim kadarıyla “büyük ortak kader” kıyamete kadar sürecektir.
Son olarak, evrensel (tanrısal) varoluş yasalarının değiştirilemezlik ve kaldırılamazlık bilgisini içeren “mutlak kader” vardır ki, bu kader insanlığın sonunu getireceği varsayılan kıyametten sonra da varlığını sürdürebilir görülmektedir.
** 
20/100 SIRRI
“Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, kahve fincanına çarpıyor ve bir fincan kahve gömleğinizin üzerine dökülüyor. Lanet ediyorsunuz.  Kızınızı azarlıyorsunuz. Sonra eşinize dönüyor ve kahve fincanını masanın kenarına yakın koyduğu için ona da kızıyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor. Öfkeyle üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya indiğinizde kızınızı ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz.  Kızınız otobüsü kaçırıyor. Eşinizin işe gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz. Geç kaldığınız için, saatte 50 km hız sınırlaması olmasına rağmen, saatte 70 km hızla gidiyorsunuz. (Neyse ki “kader” size bir trafik kazası hazırlamış değil) Hız sınırını aştığınız için ödediğiniz cezadan sonra 15 dakikalık gecikmeyle okula ulaşıyorsunuz. İşyerinize 30 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantanızın evde kaldığını anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir şekilde başladı ve gittikçe kötüleşiyor. (Eve döndüğünüzde bile suratınızı asıp berbat bir günün sorumluluğunu eşiniz ve kızınıza yüklemek için fırsat kolluyorsunuz)
Neden?
A) Kahve sebep oldu.
B) Kızınız sebep oldu. (ya da eşiniz sebep oldu)
C) Polis sebep oldu.
D) Siz sebep odlunuz.
Cevap "D" şıkkıdır”
**
Hayatın % 20'si sizin başınıza kendiliğinden gelenlerle oluşur. Hayatın diğer % 80'i ise, sizin bu başınıza gelenlere verdiğiniz tepkilerden oluşur. Çünkü kahvenin dökülmesinde sizin bir etkiniz yoktu. Kahveyi kızınız gününüzü berbat etmek için dökmedi. Eşiniz kahveyi kızınız döksün diye masanın kenarına bırakmadı. Polis de sadece görevini yaptı. Sizin gününüzün kötü geçmesine sabahki kahve dökülmesine verdiğiniz tepkisel davranışlarınız sebep oldu.
 Aynı senaryo farklı başlayıp, daha olumlu ve mutlu bitebilirdi Pek çok insan gereksiz yere stresten, şikâyetten ve kuşkudan, en önemlisi sevgi ve hoşgörü bencilliğinden “kader” acısı çekmektedir.
**

“Yaşamım, konumum ve çevresel etkim, yaptığım seçimlerin bir yansımasıdır. (Bence, yaptığım seçimlerin başkaları tarafından yapılmış ve yapılmakta olan seçimlerle etkileşim sonucuna göstermiş olduğum davranışlarımın bir yansımasıdır)
Her şeyi beceremeyebilirim, ama bazı şeyleri yapabilirim.
Başarılı olacağımı garanti edemem, ancak şunun için söz verebilirim: Başarısızlığın yaşamımda bir alışkanlık haline gelmesine izin vermeyeceğim. (Eğer başarısız olmuşsam, kendimi yüreğimle kaldırıp, beynimle hesaba çekeceğim)
Böylece yaşamı dimdik ve yüreklilikle karşılayacak, onu tüm benliğimle duyumsayacak, büyük düşünecek ve tüm varlığımla yaptığım işi başarmaya (ve kendimi hayata duyumsatmaya) çabalayacağım.
Kendimi bu sözü gerçeğe dönüştürmeye adıyorum.”
John Compore
Başaracaklarım insanlık tarihinin yönünü değiştirecek büyüklük değerinde olmayabilir; ancak başarılarım küçük olsalar da onları birbirlerine ulayarak kendime daha iyi bir kader yapabilirim.
Muharrem Soyek 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...