01 Mart 2012

İYİLİĞİN ALLAH'IMDAN KÖTÜLÜĞÜN KULDAN OLMASI

İyiliğin Allah’tan, kötülüğün kuldan olması hakikatini1 anlamak için, dilerseniz uzak hakikatleri yakınlaştırmak için kullanılan misal dürbününü kullanalım:
Bir padişah, bir hizmetkârından, ihtişamlı bir cami yapmasını istedi ve caminin yapımında kullanılmak üzere tam 1000 altını ona verdi. Bu hizmetkâr, sultanından aldığı 1000 altın ile gayet güzel ve nakışlı bir cami yaptı.

Acaba, caminin yapımında sadece basit bir amele gibi çalışan ve caminin masraflarından hiçbirini karşılayamayan bu hizmetkâr, camiyi yaptıktan sonra; “Bu camiyi ben yaptım, bu cami benim malımdır.” diyebilir mi? Elbette diyemez ve insaf ile düşünen herkes bu caminin, bu âdi hizmetkârın malı olmadığını kabul eder. Evet, hizmetkârın bu caminin yapımında hizmeti vardır, ancak hem caminin yapım emri, hem de cami için yapılan 1000 altınlık masraf sultana aittir.
Eğer sultan ona cami yapmasını emretmeseydi ve caminin yapımında kullanılan 1000 altını vermeseydi, bu cami asla var olmazdı. O halde denilebilir ki, “Bu cami sultanın malıdır.
Ancak, eğer bu hizmetkâr haddini aşıp, kendisine cami yapması için verilen 1000 altın ile cami yerine meyhane yapsa, o zaman meyhane onun malıdır ve O bundan mesuldür. Çünkü kendisine verilen emanete ihanet etti ve meyhane yapımında kullandı.
İşte bu durumda diyemez ki “Ben bu meyhaneyi sultanın verdiği altınlar ile yaptım, mesuliyet onundur ve meyhane onun malıdır.” Evet diyemez, çünkü sultan ona o sermayeyi meyhane yapması için vermemişti. Ona verilen sermaye bir cami için olup, meyhane için değildi. Ancak o, sultanın kendisine verdiği sermayeye ihanet etti ve onunla bu meyhaneyi yaptı.
O halde, caminin mülkiyeti hakkında, hizmetkârın “Bu cami benimdir, bunu ben yaptım.” iddiası ne kadar geçersizse, meyhanenin mülkiyeti hakkında da; “Bunu sultanın verdiği sermaye ile yaptım; o halde burası onun malıdır.” iddiası da o kadar geçersizdir.
Doğru olan ise şudur:
Cami sultanın sermayesi ve emri ile yapıldığından ona aittir, meyhane ise, kendine verilen emanete ihanet ederek, cami yerine burayı, hırsız gibi inşa eden hizmetkâra aittir.
Şimdi geldik temsildeki hakikatlerin izahına:

Misaldeki padişah; ezel ve ebedin sultanı ve şu kâinatın padişahı olan Allah’tır.
O hizmetkâr ise, biziz ve insandır.
1000 altın ise; insana verilen başta azaları, cihazları, duyguları olarak ona verilmiş maddi ve manevi bütün hediyelerdir
Cami ise; salih ameller ve ibadetlerdir...
Meyhane ise; kötü amel ve günahlardır.
Evet, iyilikler Allah’ın malıdır, kötülükler ise bizim. Zira işlediğimiz bütün iyilikleri Allah’ın bize verdiği sermaye ile işlemekteyiz.
Mesela Kur’an’ı okuduğumuzda:
- Onu okuduğumuz dil Allah’ındır;, bu dildeki ses telleri Allah’ındır.
- Ses tellerinden çıkan sesi havada yayan zerreler Allah’ındır.
- Kur’an’a baktığımız göz Allah’ındır.
- Göze görme yeteneğini veren Allah’tır.
- Gözün görmesi için ışığı yaratan Allah’tır.
- Okuduğumuz Kur’an, Allah’ın kelamıdır ve onun kitabıdır.
- Kur’an’ın yazıldığı kâğıt ve o kâğıttaki mürekkep yine Allah’ındır.
- Okuduğumuzu anlamamızı sağlayan aklımız, hafızamız yine hep Allah’ındır.
- Kur’an okumayı emreden de Allah’tır.
- Kalbimizde, Kur’an okumaya karşı bir muhabbeti koyan da O’dur…
- Daha saymakla bitiremeyeceğimiz, Kur’an okumamız için gereken her şey Allah’ındır.
Bizim ise sadece elimizde, icada kabiliyeti olmayan cüz’i irade vardır. Sadece irademizle Kur’an okumak isteriz, bundan geriye ne varsa hepsi Allah’a aittir. O halde nasıl “Kur’an’ı biz okuduk, bu sevabı biz yarattık, bu güzellik bizimdir.” diyebiliriz. Bize düşen, tevazu ve ihlâs ile bu hayırlı ameli bizim için yaratan Allah’a şükür değil midir?
Ama eğer biz, bize verilen bu göz ve dil sermayesini yanlış yerde kullanarak, bunlarla Kur’an okumaya bedel, haram ve günah şeyler okursak, o zaman misaldeki hizmetkârın kendisine cami yapılması için emanet edilen 1000 altın ile meyhane yapması ve bundan mesul olması gibi, biz de, bize emanet edilen göz, dil, akıl gibi sermayeleri yanlış yerde kullanmış ve bu günahın tek sahibi olmuş oluruz.

Ya da bir fakire sadaka verdiğimizi düşünelim, bakalım bu sevapta bizim hakkımız ne kadardır:
- Evvela sadaka verdiğimiz fakiri Allah yarattı ve onu bizimle Allah karşılaştırdı.
- Sadakayı verdiğimiz malı Allah bize ihsan etti.
- Sadakayı verdiğimiz eli O yarattı.
- O fakire karşı şefkat ve merhamet duygusunu, Allah kalbimize koydu.
- Verdiğimiz sadakayı bereketlendirip bize daha fazlasını yine O ihsan etti…
- Daha bunlar gibi, sadakanın verilmesi için gerekli bütün şartları Allah yarattı, bizim elimizde olan ise sadece sadaka verme arzumuzdur.
Haddizatında bu arzu dahi Allah’a aittir. Hâl böyle iken; “Bu fakire ben yardım ettim, bu iyilik benim malımdır.” demek, ne kadar boş bir iddiadır, akıllı olan herkes bunu anlar.
Ancak eğer biz, o fakire sadaka vereceğimiz yerde, o mal ile içki alsak, kumar oynasak, ya da herhangi bir haramı satın alsak, o zaman biz mesul oluruz. Çünkü o sermaye böyle adi işler için verilmemişti. Biz sermayeye ihanet ettik, tek mesul biziz ve bu günah bizim malımızdır.
Şimdi bu iki misale diğer bütün iyilikleri ve güzellikleri kıyas edin. Onların icat edilmesi için gerekli olan sebepleri ve şartları düşünün, sonra da elinizde olan, icada kabiliyeti olmayan cüz’i iradeye bakın ve bu cüz’i irade ile bu güzelliklerin yaratılamayacağını düşünerek, bütün iyilikleri ve sevapları Allah’a teslim edin. Bu iyilikleri sizin için yaratan Allah’a şükür edin.
1 Nisa, 4/79.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...