Haktan Alır, Halk'a Saçarız
Devr-i Veledî'den sonra âyin başlar. Semâzenler usulünce hırkalarını çıkarır, yâni dünyevi gailelerden soyunur, mezarlarından sıyrılırlar. Bu sırada şeyh postun önüne doğru yürür, başkeser ve herkes ona uyar. Semâzenbaşı ilerleyerek şeyhin sağ elini öper, şeyh de onun sikkesini. Bu sema'a destur, yâni izin almaktır. Bundan sonra birer birer semâzenler şeyhle görüşür ve sema'a kanat açarlar. Semâ ederken kol açan semâzenin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli aşağıya açıktır. Bu. "Hak'tan alır, halk'a saçarız, hiçbir şeyi kendimize mal etmeyiz, görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka bir şey değiliz" anlamına gelmektedir. Bir başka ifadesiyle de, "Göğe ağarız, yere yağarız, varlığımız Hak'kın rahmetinde yok olmuştur" demektir. Semâzenler hem kendi etrafında döner, hem de meydanı devrederler. Feleklerin, gezegenlerin, yıldızların ve dünyanın, güneşin cazibesiyle hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında devrettikleri gibi... Semâ, bütün âlemlerin güneşi. Tanrının huzurunda bir devr-i âlem'dir.
Esasen semâ, gerçek varlığa ulaştıran insanı kendinden geçiren bir cezbe vasıtası, kendinden geçen kişinin can sarhoşluğudur. Mevlâna'mızın ifadesiyle, "Âşk'a kavuşmak, buluşmak sultanlığı için, perdeleri kaldırıp içeriye girmek devleti için, can elbise"dir.
Semânın birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hak'kın büyüklüğünü ve yüceliğini idraktir. Bundan sonrası "Selâm" olarak tecelli eder. Birinci selâmda âşıklar, şüphelerden kurtulur. Tanrının birliğine imân eder. İkinci selâm, Vahdet'i, Tanrı birliğini görüş hâline getirmedir. Üçüncüsünde, âşıklar görüşlerini biliş ve oluş mertebesine ulaştırırlar.
Bu devrede âşıklar, kendilerine mutlak varlığın kemal durağında yitirmiş, yok olmuşlardır. Son dördüncü devrede Vahdet durağında ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.
Semâzenbaşı sem'aı idare eder. Semâzenler o'nun ayak ve baş işaretlerine göre durumlarını ayarlarlar.
Semânın üçüncü selâmında şeyh de sema'a girer. Hatt-ı istivanın ortasında semâ eden şeyh, şüphesiz burada Mevlâna'yı temsil etmektedir. Şeyh, semâ'dan sonra yavaş yavaş ilerler, posta varmasıyla semâ da sona erer.
İşte aziz okuyucu.. Mevlevî Âyini'nde semânın ifade ettiği mânâ kısaca budur. Yoksa bu dönüşler, bir tempoya ayak uyduran, rakseden, oynayan, bir gurup insanın çalıp çığırması değildir. Her hareketin derin bir mânâsı vardır.
Her yıl Mevlâna'nın vefatı yıldönümleri olan Aralık ayında Konya'da yapılan ihtifallerde, bu temsil edilir, bu gösterilmek istenir. Bu satırların âciz yazarı, Mevlâna karıncası, otuz yıl önce Konya'da O'nun mukaddes eşiğinde, dost ve yaranı ile bu ihtifallerde semâ'ı da temsil ettirirken, bu anlayış içindeydi. Bugün bu ihtifaller, tam bir olgunluk içinde, Avrupa'ya kadar uzandı. Maddeleşen dünya, ruhunda duyduğu mânevi boşluğu, âşk ve mânâ ile doldurmaya özendi.
Esasen semâ, gerçek varlığa ulaştıran insanı kendinden geçiren bir cezbe vasıtası, kendinden geçen kişinin can sarhoşluğudur. Mevlâna'mızın ifadesiyle, "Âşk'a kavuşmak, buluşmak sultanlığı için, perdeleri kaldırıp içeriye girmek devleti için, can elbise"dir.
Semânın birinci devresi, âlemleri seyretmedir. Hak'kın büyüklüğünü ve yüceliğini idraktir. Bundan sonrası "Selâm" olarak tecelli eder. Birinci selâmda âşıklar, şüphelerden kurtulur. Tanrının birliğine imân eder. İkinci selâm, Vahdet'i, Tanrı birliğini görüş hâline getirmedir. Üçüncüsünde, âşıklar görüşlerini biliş ve oluş mertebesine ulaştırırlar.
Bu devrede âşıklar, kendilerine mutlak varlığın kemal durağında yitirmiş, yok olmuşlardır. Son dördüncü devrede Vahdet durağında ayak direyerek kendi merkezleri çevresinde devrederler.
Semâzenbaşı sem'aı idare eder. Semâzenler o'nun ayak ve baş işaretlerine göre durumlarını ayarlarlar.
Semânın üçüncü selâmında şeyh de sema'a girer. Hatt-ı istivanın ortasında semâ eden şeyh, şüphesiz burada Mevlâna'yı temsil etmektedir. Şeyh, semâ'dan sonra yavaş yavaş ilerler, posta varmasıyla semâ da sona erer.
İşte aziz okuyucu.. Mevlevî Âyini'nde semânın ifade ettiği mânâ kısaca budur. Yoksa bu dönüşler, bir tempoya ayak uyduran, rakseden, oynayan, bir gurup insanın çalıp çığırması değildir. Her hareketin derin bir mânâsı vardır.
Her yıl Mevlâna'nın vefatı yıldönümleri olan Aralık ayında Konya'da yapılan ihtifallerde, bu temsil edilir, bu gösterilmek istenir. Bu satırların âciz yazarı, Mevlâna karıncası, otuz yıl önce Konya'da O'nun mukaddes eşiğinde, dost ve yaranı ile bu ihtifallerde semâ'ı da temsil ettirirken, bu anlayış içindeydi. Bugün bu ihtifaller, tam bir olgunluk içinde, Avrupa'ya kadar uzandı. Maddeleşen dünya, ruhunda duyduğu mânevi boşluğu, âşk ve mânâ ile doldurmaya özendi.
Dr. Mehmet ÖNDER