El-Musavvir (c.c.) |
(Tasvir eden, her şeye bir şekil ve husûsiyet veren.)
Allahu teâlâ her şeye bir sûret, bir husûsiyet vermiştir. Her şeyin kendine göre bir şekli, dıştan görünüşü vardır ki, başkalarına benzemez. Meselâ insanlar, tamamiyle birbirinin ayni iki insan yoktur. Bir çok yerleri birbirine benzese bile, mutlaka benzemeyen tarafları da bulunur. İnsanların yüzlerindeki alâmetler hep birbirinin ayni olduğu halde, tıpkı tıpkısına iki insan görülmez. Bundan daha garibi, parmak uçlarındaki çizgilerdir. Bu çizgiler, insanların sayısı kadar değişip gidiyor ve hiç biri ötekine uymuyor. Şu halde insanın hiç taklit olunamıyacak imzâsı bastığı parmaktır.
Bu ism-i şerîf hükmünce eşya biribirinden temayüz etmiş, seçilmiştir. Bunlar Allahu teâlâ'nın ne büyük rahmet ve hikmetidir. Eşyayı biribirinden ayıran husûsiyetler olmasaydı ve meselâ hayvanlar ve insanlar birbirinden seçilmemiş olsaydı, ne fâcialar olurdu.
YARATMAK KELİMESİNİN HAKİKÎ MA'NÂSI:
Bu üç ism-i şerîf Allahu teâlâ'nın yaratıcılık sıfatını ifade ediyor. Allahu teâlâ bu sıfatının en canlı ve açık izlerini, nişanlarını insanlarda yaratmıştır. Allahu teâlâ'nın verdiği kudret ve bilgi ile insanlar birçok şeyler icat ediyor, meydana koyuyorlar. Ancak ellerindeki bu kudretin hakikî kıymet ve ölçüsünü tâyin edemediklerinden, onu yaratıcı bir kudret sanıyorlar. Halbuki bu yaratıcı bir kudret değildir. Bunu izah için, insan kudreti ile yapılmış bir misâl alalım: Diyelim ki şurası boş, pis, ıssız ve korkunç bir arsa idi, üzerine bir fabrika kuruldu, şimdi orada yepyeni bir hayat dirildi. Etraf tertemiz.. Fabrikanın içi dışı pırıl pırıl yanıyor. Makinalar harıl, harıl çalışıyor... Diyelim ki, bir un fabrikası. Bir taraftan çuval çuval buğday giriyor, öbür taraftan çuval çuval un çıkıyor. En son bilgilere göre yapılmıştır. Siyah renkli elbisenizle, fabrikanın altını üstünü her tarafını gezip dolaştığınız halde üzerinizde bir toz zerresi görülmüyor.. Evvelce yokken var olan ve bugün mahsul veren bu fabrika nasıl vücûda gelmiştir, ne gibi safhalar geçirmiştir, ne kadar insan emeği sarfedilmiştir? Şunları kısaca bir düşünsek; evvelâ mühendisler gelmiş, arsa üzerinde kurulacak fabrikanın eb'âdını, temel yerlerini, duvarlarını, kapısını, penceresini, irtifâını, çatısını, bacasını, hulâsa bütün tereffuatını ölçmüşler, biçmişler, hesaplamışlar, krokisini çizmişler, plânını yapmışlar, kâğıt üzerinde gölgesini, alçıdan resmini hazırlamışlar. Sonra malzeme yığılmıştır. İşçiler, ustalar, mimarlar gelmiş.. Hazırlanan plân uyarınca yerleri düzeltilmiş, temelleri açmış, aylarca ve belki de senelerce çalışarak arsa üzerine fabrikanın asıl gövdesini kurmuşlardır. Daha sonra sıvacı gelmiş sıvamış, boyacı gelmiş boyamış, her iş bitmiş.. Fabrika kendine mahsus olarak evvelce hazırlanmış olan şeklini temâmiyle almıştır. Bundan sonra açılış merâsimi ve faaliyet..
Demek ki, insanlar bir şey yapmak için her türlü bilgiden sonra, malzemeye, zamâna, işçiye, yardımcıya, bir takım âlet ve edevâta muhtaçtırlar. Yapacakları herhangi bir şey için, bol malzeme, bol zaman, sonra çeşitli ihtisas sâhibi mühendisler, ustalar, işçiler. İşte insanlarda bir şey yapmak kudreti böyle bir takım şartlara bağlıdır. Bu şartlar tamamlanmayınca hiçbir şey yapamazlar. Onun için bu kudrete yaratıcı denmez. Yaratıcı kudret hiçbir kayda, hiçbir şarta tâbi değildir.
Allahu teâlâ bir şeyi yaratırken örneğe, maddeye, müddete, yardımcıya, âlet ve edevâta muhtaç değildir. O, bir işi yapmak isteyince sadece ona "Ol!" der. O da hemen oluverir. Başka hiçbir şeye muhtaç olmaz. Yerleri, gökleri her şeyi yalnız bir istemesiyle, sade bir "Ol!" demekle yaratmıştır. Milyonlarca esbâbın, asırlarca zamanın yapamadığı muazzam şeyler, Allah'ın bir tek irâdesi ile "Kün!" emri ile oluverir. Kün, ol mânasına emir sîgası bir kelimedir. Onun için (Allah'ın hazînesi kâf ile nun arasındadır) derler. İşte yaratıcı kudret budur. İnsanlardaki kudretin bir kıymeti varsa, o da, asıl yaratıcı kudreti izleyip, arayanlara rehberlik yapması, onları hakikî yaratıcı kudret sâhibi bulunan Allahu teâlâ'yı bilip öğrenmeğe sevk etmesidir.
KULA GEREKEN ŞEY:
Yaratmak kelimesinin hakikî ma'nâsını bilmek, yaratıcı kudretin Allahu teâlâ'ya mahsus olduğunu tasdik etmek, bunca yaradılmışları görüp dururken yaratıcı kudreti inkâr edenlerle fikir birliği yapmaktan son derece sakınmaktır. Öyle ya; bir makineyi yapıp işletmek için ilim ve fen kudreti icab edeceği ve bu kudrete sâhip olduklarından dolayı mûcitlere, muhterilere saygı ve sevgi gösterilmesi bir vazife, hattâ bir medeniyet borcu olarak kabul edildiği halde, o mûcit ve muhterilerin bizzat kendilerini, zekâlarını, îcat ve ihtirâ ettikleri şeylerin maddelerini yaratan, velhasıl bütün kâinat makinasını kurup işleten ve onun her zerresini her an yenileyip duran Allahu teâlâ nasıl inkâr edilir ve buyrukları ne cesaretle hiçe sayılabilir?
Ali Osman Tatlısu