Ercesine Çalışmak Sultanlığı
Mevlâna'ya saygı ve sevgi besleyenler arasında, başta Selçuklu sultanları olduğu halde Sahip Ata Fahreddin Ali, Süleyman Pervane, Çelâleddin Karatay, Bedreddin Gevhertaş, Alâmeddin Kayser. Çacaoğlu Nureddin, Fahreddin Atabek, Tâceddin Mu'tez gibi devletin ileri gelen vezir ve emirleri de vardı. Mevlâna bunlarla görüştükçe, kendilerine iyilik ve doğruluktan bahsediyor, devlet vazifelerinin sorumluluğunu, hak ve adaletten ayrılmamalarını anlatıyordu. Bir gün. Sultan İzzeddin Kevkâvus II. maiyeti ile birlikte "baba" diye hitabettiği Mevlâna'yi ziyarete gelir, nasihat ister, Mevlâna:
— Ne diyeyim sana, çoban ol demişler, kurt oluyorsun. Bekçilik et demişler, hırsızlığa kalkıyorsun. Rahman seni padişah yapmış, sen tutuyor, şeytana uyuyorsun.. diyerek, birçok hatalarını yüzüne vurur. Bu acı sözler, sultana çok dokunmuş, huzurundan ağlayarak çıkmıştı.
Buna rağmen Mevlâna "oğlum" dediği padişaha yazdığı mektuplarda onu ululamakta ve devletine dualarda bulunmaktadır. Çelebi Hüsameddin 'in adamlarını, valinin incitmesi üzerine padişaha yazdığı bir mektubuna şöyle başlamaktadır:
"Allah kuvvetini büyük ve ulu etsin, burhanını ebedi kılsın; padişahlar, hizmetinin dizinden ayrılmasınlar; kutlu kişiler, bayrağının gölgesi altında dönüp dolaşsınlar: âlemin tek padişahının adalet ve ihsan gölgesi, sonu gelmeyen yıllar boyunca, âlemdekilerin başına yayılıp dursun. Allah, devletini büyük ve ulu etsin, âlemin tek padişahına şeyhlerin şeyhi, asrın Bâyezid'i. zamanın Cüneyd'i, kalblerin emini, Hüsameddin'in damadı olar; ve bu babasının, bugün, gönlünün ve gözünün ışığı ve aydınlığı bulunan kulunuzun halini arzedıyorum..."(Mektubat: 80)
Padişah, kendisini birkaç kere, Antalya'deki sarayına davet etmiş, fakat Mevtana Konya'dan ayrılmak istememiştir. Aslında Mevlâna'ya göre. padişahtık ve beylik adı, hakikatte ölümdür, derttir, can vermedir. Mevlana: "Kul ol da yeryüzünde ar gibi yürü. Cenaze gibi kimsenin omuzuna binine.. Allah nimetine küfranda bulunan herkes, ister ki. kendisini yüklensinler de ölüyü mezara götürür gibi götürsünler. Rüyada kimi tabuta binmiş, götürülüyor görürsen, yüce mertebeli, büyük mevkili bir adam olur. Çünkü o tabut, halkın boynuna bir yüktür. Bu büyükler de halkın boynuna yük olur. yük korlar. Yükünü, herkese yükleme, kendine yükle.Baş olmayı az ise. gönül yoksulluğu daha iyidir" der.
Mevlâna, kimseden birşey istemiyor, kimseye yük olmuyordu. Verdiği fetvalara karşılık, aldığı birkaç mangırla geçiniyor, bazı kereler, evinde bir dilim ekmek bile bulunmuyor, o zaman:
— Evimiz bugün ne mutlu. Peygamber evine döndü... diye mutluluk duyuyordu.
— Bize almayı değil, vermeyi öğrettiler... diyerek, eline ne geçerse etrafına dağıtıyordu Mevlâna...
Kendine mürid olanlarıma, birer sanatı vardı. Ellerinin emeği ile geçiniyorlardı. "Bir lokma, bir hırka" diyerek tevekküle boyun eğme, halka yük olma yoktu. İnsanlar çalışmalıydılar. Dünyası ve ahiretleri için.. Bu iki yönlü çalışma mutlu kılardı insanı. Başkasından birşeyler beklemek, ayıptı, günahtı. Çünkü Allah, kol, kafa, akıl vermişti. Ercesine çalışmak ve dürüst kazanç. Buydu iyi insan.
— Ne diyeyim sana, çoban ol demişler, kurt oluyorsun. Bekçilik et demişler, hırsızlığa kalkıyorsun. Rahman seni padişah yapmış, sen tutuyor, şeytana uyuyorsun.. diyerek, birçok hatalarını yüzüne vurur. Bu acı sözler, sultana çok dokunmuş, huzurundan ağlayarak çıkmıştı.
Buna rağmen Mevlâna "oğlum" dediği padişaha yazdığı mektuplarda onu ululamakta ve devletine dualarda bulunmaktadır. Çelebi Hüsameddin 'in adamlarını, valinin incitmesi üzerine padişaha yazdığı bir mektubuna şöyle başlamaktadır:
"Allah kuvvetini büyük ve ulu etsin, burhanını ebedi kılsın; padişahlar, hizmetinin dizinden ayrılmasınlar; kutlu kişiler, bayrağının gölgesi altında dönüp dolaşsınlar: âlemin tek padişahının adalet ve ihsan gölgesi, sonu gelmeyen yıllar boyunca, âlemdekilerin başına yayılıp dursun. Allah, devletini büyük ve ulu etsin, âlemin tek padişahına şeyhlerin şeyhi, asrın Bâyezid'i. zamanın Cüneyd'i, kalblerin emini, Hüsameddin'in damadı olar; ve bu babasının, bugün, gönlünün ve gözünün ışığı ve aydınlığı bulunan kulunuzun halini arzedıyorum..."(Mektubat: 80)
Padişah, kendisini birkaç kere, Antalya'deki sarayına davet etmiş, fakat Mevtana Konya'dan ayrılmak istememiştir. Aslında Mevlâna'ya göre. padişahtık ve beylik adı, hakikatte ölümdür, derttir, can vermedir. Mevlana: "Kul ol da yeryüzünde ar gibi yürü. Cenaze gibi kimsenin omuzuna binine.. Allah nimetine küfranda bulunan herkes, ister ki. kendisini yüklensinler de ölüyü mezara götürür gibi götürsünler. Rüyada kimi tabuta binmiş, götürülüyor görürsen, yüce mertebeli, büyük mevkili bir adam olur. Çünkü o tabut, halkın boynuna bir yüktür. Bu büyükler de halkın boynuna yük olur. yük korlar. Yükünü, herkese yükleme, kendine yükle.Baş olmayı az ise. gönül yoksulluğu daha iyidir" der.
Mevlâna, kimseden birşey istemiyor, kimseye yük olmuyordu. Verdiği fetvalara karşılık, aldığı birkaç mangırla geçiniyor, bazı kereler, evinde bir dilim ekmek bile bulunmuyor, o zaman:
— Evimiz bugün ne mutlu. Peygamber evine döndü... diye mutluluk duyuyordu.
— Bize almayı değil, vermeyi öğrettiler... diyerek, eline ne geçerse etrafına dağıtıyordu Mevlâna...
Kendine mürid olanlarıma, birer sanatı vardı. Ellerinin emeği ile geçiniyorlardı. "Bir lokma, bir hırka" diyerek tevekküle boyun eğme, halka yük olma yoktu. İnsanlar çalışmalıydılar. Dünyası ve ahiretleri için.. Bu iki yönlü çalışma mutlu kılardı insanı. Başkasından birşeyler beklemek, ayıptı, günahtı. Çünkü Allah, kol, kafa, akıl vermişti. Ercesine çalışmak ve dürüst kazanç. Buydu iyi insan.
Dr. Mehmet ÖNDER