Makro ve Mikro Kozmos
(Evren ve İnsan)
Zümrüt Tablet metninde şöyle geçer: “Anlam olarak, cisimlerin içi de dışı gibidir. İçle dış veya yukarısıyla aşağısı aynıdır. (İyisiyle ve kötüsüyle) Evren de hiçbir şeyin ne içi ne de dışı küçük veya büyük değildir. Her şeyin kökeni, çok gizli olan aynı şey, yani Yaradan’dır. Bu yaratanın babası güneş, annesi aydır. Küçük âlem, büyük âlemin aynısı olarak yaratılmıştır. Bu anlamda, fiziksel ve ruhsal bedenden oluşan mikro kozmos; makro kozmos ile aynıdır ve makro kozmosu anlayabilmek için mikro kozmosu öğrenmek gerekir.”
“Kozmos, kendini oluşturan öğelerin en küçüğünden en büyüğüne kadar, bölünemez bir bütündür. Bununla birlikte, daha kolay anlaşılabilmesi için ‘makro kozmos’ ve ‘mikro kozmos’ diye ikiye ayırarak incelenmektedir. Makro kozmos (Evren) ise; etimolojik bakımdan Grekçe kelimeler “makros” ile “kosmos”’tan gelir, “büyük evren” demektir. Makro kozmos, belli bir boyuttan sonsuzcasına büyüğe doğru uzanarak, evrenin tüm öğelerini içerir. Etimolojik bakımdan ‘kozmos’ sözcüğü Yunancadan alınmadır; ‘düzen’ ya da ‘güzellik’ anlamına gelir. Evrenin nesnel ve somut olaylarının ve olgularının tümü olarak tariflenmektedir.” Kozmos, kadim ilimler açısından ise evren anlamına gelen bir sözcüktür, ancak evreni canlı ve ilahi bir düzen olarak ifade eder. “Mikro kozmos ve Makro kozmos; kavramların kelime anlamları en kısa anlatımla büyük veya tüm evren olan Makro kozmos, küçük veya kesit evren olarak Mikro kozmos olarak tanımlanabilir. Var olan her nesnenin birbiri ile bağlantı içinde olduğu, en küçük oluşumun içinde en büyük oluşumun izlerini ve parçalarını taşıdığı bu iki tanım ile anlatılmaya çalışılır. Parçalar bir araya gelerek bir bütünü oluşturur ve bu bütün daha büyük bir sisteme bağlanarak daha büyük bir resmi ortaya çıkarır. Bu bağlamda en küçük parça yani mikro kozmos, makro âlemin yapı taşıdır ve onu oluşturan her şey diğerinin içinde de vardır.”
Kadim filozoflar insanın, hayat bulmacasının anahtarı olduğunun farkına varmışlardır çünkü insan ilahi planın yaşayan imgesidir. “İnsan, insan olmanın ne demek olduğunu araştırmak demektir.”denmiştir. William Blake ise şöyle der: “Dünyayı görmek için bir kum tanesinde ve cenneti bir yaban çiçeğinde. Yakala sonsuzluğu avucunun içinde ve bir saatin içinde ebediyeti”.
“Evrenin görünür ve görünmez bütün parçaları arasında simgesel ve reel bir benzerlik olduğu söylenir. (Aşağıda olan yukarıda olanın aynısıdır, yukarıda olan da aşağıda olanın.)” Pisagor insanın ve evrenin Tanrı’nın suretinde yaratıldığını öğretmiştir; her ikisi de aynı surette yaratıldığı için birini anlamak ötekinin bilgisine ulaşmaktır. Ayrıca büyük insan(Âlem) ile insan(küçük âlem) arasında sürekli bir etkileşim olduğunu öğretmiştir. O, bütün gökcisimlerinin canlı olduğuna, gezegenlerin ve yıldızların cisimlerinin, tıpkı insan bedeninin görünmez bir ruhani organizmanın, yani bilinçli bireyin taşıyıcısı olması gibi ruhları, zekâları ve tinleri ağırlayan bir ev olduğuna inanıyordu.
“Her ulusun gizem okulları yasaların, elementlerin ve evrenin güçlerinin insan bedeninde özetlendiğini, insan dışında var olan her şeyin insanın içinde de benzere sahip olduğunu öğretmiştir. İlk filozoflar, dikkatlerini algılanamaz olan Ulûhiyetten çekerek insana çevirmişlerdir, onun doğasının sınırlı çerçevesinde dışsal âlemlerinin gizemlerinin tezahür ettiğini görmüşlerdir. Büyük evrene, büyük âlem veya vücud anlamına gelen makro kozmos denmiş, insan vücuduna yani bireysel beşeri evrene ise mikro kozmos denmiştir. Yunan, Pers, Hindu ve Mısır gizem okulları öncelikle neofitlere makro kozmos ile mikro kozmos arasındaki yani Tanrı ile insan arasındaki hakiki ilişkiyi öğretmeyle ilgilenmişlerdir.”
“Kadim ezoterik sistemlerde ilâhî âlem çoğunlukla, bir “Hayat Ağacı” tiplemesiyle tasvir edilir. Eski öğretilerde makro kozmos yani büyük evren uzaya atılmış tek bir tohumdan büyüyen bir kutsal ağaç olarak görülmüştür. Kabalacılar, yaratımı; kökleri ruhun gerçekliğinde, dalları ise cisimsel varoluşun yansımasında olan bir ağaçla temsil ederler. Sefirot ağacı (hayır ve şerrin bilgisinin ağacı), ters çevrilmiş bir ağaçtır. Birçok kadim öğretide bulunan Hayat ağacı mikro kozmosun yani insanın sembolüdür. Ezoterik öğretiye göre insan önce dünya ağacının vücudunda potansiyel olarak mevcuttur, daha sonra onun dalları üzerinde nesnel tezahüre doğru çiçek açar. Ağacın gövdesine tırmanırken gösterilen yılan aklı, düşüncenin gücünü sembolize eder.” Hayat ağacı Kabala ve birçok öğretide evrenin modeli olduğuna inanılan semboldür. Var olduğu varsayılan; Yer, Yeraltı ve Gök’ten oluşan üç ortamı birbirine bağlayan ekseni temsil eden yaşam ağacı ezoterik bilgilere göre alemlerarası irtibatı simgeler. Dante’nin “İlahi Komedya” eserinde değindiği cennetteki ağaç da terstir. Ters yaşam ağaçları daha ziyade prensipten tezahüre doğru yoğunlaşmayı simgeler. Farklı kültürlerde hayat ağacı geleneklerine dikkat edilirse zıtlığın tamamlayıcılığı prensibini bize gösterir. Bu şeklin on sefirotu ile yirmi iki yolu, evren ve insan ruhunun, geleneksel deyişle; makro kozmos ve mikro kozmosun bir haritasını oluşturur. Makro kozmos ile mikro kozmos fikrini kavramanın bir yolu da, Hayat Ağacı’nı bilincin yapısının haritası olarak görmek olacaktır. “İnsan mikro ve makro kozmos arasındaki yegâne bağdır.” diyor Jung.
Prof. Dr. Fred Alan Wolf şöyle diyor: “Evren, hem madde hem de şuuru tek bir alan halinde içeren dev bir hologramdır.” Makro bakış açısı, “Aslında Her şeyin bir olduğunun” farkına varmış olmaktır. “What the bleep do we know”(Ne biliyoruz ki!) isimli kurgu belgeselde “Sen ve ben bir biçimde biriz.” denilmektedir. “Evrensel ilkelerin en önde geleni, “Bütünlük ve Birlik İlkesi”dir. Bütün evren birbirinden bağımsız parçalardan meydana geliyor gibi gözükse de, aslında “Bir” ve “Bütün”dür. Bir tek noktasının içinde bütünün bilgisi vardır. Okyanusun bir noktasında oluşan bir değişiklik anında bütüne yansır. Ve bir damla, okyanusun bilgisini ve gücünü içinde taşır.” Halil Cibran “Hakikat parçalanamaz.” der.
Mikro kozmosun şekilsel sembolü olarak “Pentagram”, sayısal sembolü olarak da “Beş” rakamı kullanılagelmektedir. (“Beş”, insanın sayısıdır. İnsan kollarını ve bacaklarını açtığı zaman, başı ile birlikte beş köşeli bir yıldıza benzemektedir. Ayrıca insanda görme, işitme, koklama, tat alma ve dokunma olmak üzere beş duyusu vardır.) Makro kozmosun sayısal sembolü “On” ile betimlenmektedir. Mikro kozmosun altında daha ufak kozmoslar da vardır ve bir görüşe göre insan bu küçük kozmoslar ve evren arasında bir köprü kurmaktadır ve bir bakıma orta yeri tutmaktadır.
Einstein'ın dediği gibi, "Evrenin en anlaşılamaz tarafı anlaşılabilir olmasıdır." S.Hawking bir makalesinde, mikro kozmos ile makro kozmos'u birleştiren "büyük birleşik kuram"ın evreni büyük ölçüde anlaşılabilir kılacağını ve bugün anlamakta zorlandığımız karadeliklerin esrarını, büyük patlamadan sonraki ilk bir kaç dakikayı anlayabileceğimizi söylüyor. Makro kozmos, içindeki güçler (gezegenler, sabit yıldızlar, Ay ve Güneş) mikro kozmos üzerinde de etki eder. Kendi başına bir makro kozmos olan insanın yaşamı kendisinden büyük olan resmin içinde ise sadece küçük bir lekedir.
“Okuduklarım ve bildiklerimle baktığımda makro ve mikro kozmosta gördüğüm mükemmellik karşısında şaşkın durumdayım. O zaman diyorsunuz ki, akıllı bir yaratıcı var. Akıllı yaratıcı, Allah. Düşünün ki insan hayatı kısacık. Dünya milyarlarca yıldır var. İnsan, en fazla 120 yıl yaşayabiliyor. İnsan toz parçası bile değil. Dalga içindeki bir damla.” “Bizim 1, 5 kilogramlık beynimiz, içindeki 1 trilyonluk hücresiyle makro kozmos ile mikro kozmosu kavrayabiliyor. Kendimizi bulmak da çok kolay değil. Felsefe, din eğitimleriyle kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Buna çalışan kim? Beynimiz. Beynimiz hakkında pek az şey biliyoruz. Beyin çok değişik hücrelerden yapılmış. Yapısı ve işlevleri ise muazzam. Hem evreni, hem de hücre içini kavramamız, algılamamız ilginç. Bunu hiçbir hayvan algılayamıyor. Beyin beni şaşırtıyor.” diyor Ord. Prof. Dr. Gazi Yaşargil
Tüm çağların felsefecileri görünür evrenin, bütün evrenin yalnızca küçük bir parçasını oluşturduğunu, aynı şekilde, insanın fiziksel bedeninin de onun bileşik yapısının en önemsiz parçası olduğunu öğretmişlerdir. Kabalistlere göre Kabala insana soyut ilkeleri sayesinde, hem etrafındaki hem içindeki evrenin sırrını anlaması için verilmiştir. Kabala, bütün yaratıkların ve maddelerin öz bakımından bir olduğunu, küçük bir âlem olan insanın bir büyük âlem olan Tanrı’nın minyatür bir sureti olduğunu göstermiştir. “Zohar’da iki âdem inanışı vardır: Bunlardan birincisi olan ilahi varlık, en yüksek köken karanlıktan dışarı adımını atarak ikinci, dünyevi âdemi kendi suretinde yarattı. Daha yüce ve göksel olan insan, ilahi potansiyelleri ve kuvvetleriyle devasa bir kişidir; bu kişinin azaları Gnostiklere göre varoluşun temel elementleridir. Bu Âdem iki tarafa bakar şekilde sembolize edilmiş olabilir. O bir yüzüyle kendisini oluşturan sebep’e bakarken, diğeriyle içinde var olduğu devasa kozmos denizine bakmıştır.”
Tarih boyunca kadim uygarlıkların tüm bilgilerinde, Güneş ve Ay’ın, tüm gök cisimlerinin insanlar üzerindeki etkileri anlatılmış, eski Sümer’lerde, Aztek, İnka ve Maya’larda günümüz astronomlarını şaşırtan çeşitli Ay ve Güneş takvimleri yapılmıştır. Kadim topluluklar da evrenle insan yani mikro ile makro arasındaki benzerliği binlerce yıl önce fark etmiş ve insana yararlı olmak için kullanmaya başlamıştır. Her gök cismi kendine has bir yayın, titreşim yapmakta ve etki göndermektedir. Kadim toplumların ele aldığı güneş, ay, galaksi ve gezegenlerin insanoğlunu ruhsal ve fiziksel açıdan etkilemeleri güneş sistemi ve ötesindeki sabit yıldızların; doğum haritamıza göre bizim kişiliğimiz, psikolojik yapımız ve kaderimizle ilintili olduğu görüşü Hermetik öğretide mevcuttur. Eski çağlarda, her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğu, bir bütünün parçası sayıldığı kadim anlayışa uygundur. Makrodaki her şey mikroyu ilgilendirir. Yani bir deyişle, “Yukarısı aşağıya benzer.” Temel yasalar görünenin ardındaki görünmeyene bakan gözler için her yerde aynıdır.
Mevlâna Mesnevi isimli eserinde şunları söyler: "Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner."; "...Tanrı, neyi dilerse o olur. O, mekân âleminde de hâkimdir, mekânsızlık âleminde de"; "Suret sureti olmayandan meydana gelir. Nitekim duman da ateşten çıkar... Yüzlerce alet, aletsizlikten meydana çıkar... Tanrı, elsizlik âleminde eller dokur. O canlar canı, adam suretini düzer durur" "Sonsuz gidişler, sonsuz hüner ve sanatlar, hep düşüncelerde doğan suretlerin gölgesidir"; "Her yurdun duvar, tavan ve sair suretlerini mimarın düşüncesinin gölgesi bil". Her şeyin bir zıttı bulunmakta, mikro kozmosta varolan her nesne ve her olgunun makro kozmosta bir karşılığı bulunmaktadır.
Jacob Böhme şöyle diyor: “Biz insanların Tanrı’yı işaret eden ortak bir kitabı var. O herkesin içindedir ve o Tanrı’nın paha biçilmez ismidir. Onun harfleri aşkın harflerdir. Kalbinizdeki ve ruhunuzdaki bu alfabeyi okuyun, başka kitaba gerek kalmayacaktır. Tanrı’nın çocuklarının bütün yazıları sizi bu kitaba yöneltir, çünkü bütün bilgelik hazineleri orada yatmaktadır. Bu kitap içinizdeki merihtir.” Yaşar Nuri Öztürk ise “Kur’an vicdanınızdır” diyor.
Spinoza’ya göre de evren “Makro ve Mikro Kozmos” olarak ikiye ayrılmıştır. “Başlangıçta bir olan bu iki evren, insanın duygu ve tutkularının esiri olması yüzünden ayrışmıştır. Neyin iyi neyin kötü olduğu “makro kozmos”un doğasında belli ve gizlidir. “Mikro kozmos” olarak insan duygu ve tutkularının esiri olmaktan kurtularak makro kozmosun doğasına geri dönüp bu evrensel ilkelere sahip olmalıdır. Zamanla makro ve mikro kozmos bağıntısı kurulur.” Protagoras “İnsan her şeyin ölçüsüdür” demiştir. Bu söylem bir yandan insanın göreceliliğini yansıtır, diğer yandan da insanın yapı ve işlev olarak makro kozmosun küçük ölçekte kuruluşu olduğunu ifade eder.
“Neo-Plâtonculuğa göre, mikro ve makro kozmos kavramları ve bağıntısı, ancak bir "sudûr" (meydana çıkma) düşüncesi çerçevesinde kavranabilir. Bu kavram, her şeyin tek varlıktan çıktığını ve yine ona döneceğini anlatır. Yaratılış, bir meydana çıkma ve yine aslına dönüşten ibarettir.” İhvan-üs-Safâ’ya (10. yüzyılda Basra'da ortaya çıkan bir felsefe çığırının taraftarlarına verilen bir addır) göre, "sudûr", “Tanrı'dan başlayarak sonsuza kadar dallanan bir ağaç gibi, üst evrenin tek biçiminden yola çıkıp, alt evrenin çoklu biçimini oluşturmaktadır”. "Başka evrenlerin varlıkları üzerinde, bu evrenin varlıkları ile benzetme yaparak, akıl ışığı ve kalp gözü ile düşünmek gerekir" denir. Risalelerde sıkça rastlanan, insanı küçük bir evren ve evreni büyük bir insan olarak değerlendirme, yani mikro ve makro kozmos bağıntısı tümüyle Neo-Plâtoncu gelenekten kaynaklanmaktadır. "Bedenimiz bu evrenin bir parçasıdır. Öyleyse, ruhumuz da evrenin ruhunun bir parçası olmaktadır. Evrenin ruhu varlıkları nasıl yönetiyorsa, ruhumuz da bedenimizi öyle yönetmektedir. İnsan ruhunun eylem ve yetenekleri, Evrensel Ruhun eylem ve yetenekleri ile eştir." denir.
“Hint simya kozmolojisi ve metafiziğin kökenlerini, Samkya felsefesinin "zuhurat" (tecelliyat) ve mikro kozmos-makro kozmos ilişkilerinde, Upanişadlar ve Vedanta'da bulmak mümkündür. Bu felsefelere göre, varolan her şey esas bir kaynak veya özün zuhurudur ve belirli bir zamandan sonra geldiği kaynak ve özle tekrar özdeşleşecektir. Zuhur ederek tezahür eden evren yapı itibarıyla hiyerarşiktir. Bütünlüğe dönme işlemi kavramsal olarak gerçek ve mükemmel özü ortaya çıkarmak için illüzyon içeren formları bir bir soymayı gerektirir.”
Hermes'in öğrencilerine öğüdü ise şöyledir: "İlim kuvvetin, iman kılıcın, sukut da delinmez zırhın olsun. Hakikati herkesin anlayış derecesine göre açıkla. Ruh, üstü örtülü bir nurdur ki ancak aşk ile ebedi olarak parlar; aşksız ise sönüp gider." "Bir olan şeyin gizemini bulmak ve tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirmek için aşağıdaki olan yukarıdakine eşittir ve yukarıda olan aşağıda olana eşittir". Bu bakış açısı mikro ve makro kozmosa dolayısıyla insan ve evrene bir arada bakmayı ve incelemeyi gerektirir. Evrende mükemmel bir sistem kurulmuştur; her şey uyum ve mükemmellikte, olması gerektiği şekilde, gereken zamanda olmaktadır. Evrende tesadüf yoktur. Einstein “Tanrı zar atmaz” der. Her şey planlı ve programlı bir şekilde ilerlemektedir.
“Carl Jung tedavi ettiği hastalardan serbest resim çizmelerini istemiştir ve birçoğu mandala simgesini çizmiştir. Onlar için mandala genellikle birliktelik ve bütünsellik ifade etmektedir. Dıştaki daire evreni, kozmosu belirtirken içteki artı işareti veya yıldız insanı simgeler. İkisi bir arada evrenle bütünleşmiş, tüm varlık içinde birliğe ulaşmış insanı simgelerler.” Kimi filozofik düşünürlere göre; kozmos öylesine büyüktür ki, tüm dünya ve üzerindeki her şey aslında mikro kozmos boyutlarındadır. Kimi filozofik düşünürler de, mikro kozmosun sınırını ‘insan’ ile özdeşleştirmede arar.
“Bir atom parçacığı çok dar bir alana sıkışıp kaldığı zaman hapsedilmiş olmasına tepki gösterir ve hızla dönmeye başlar. “Kuantum etkisi” denen bu olgu, atom-altı dünyanın karakteristiği olan kıpırtıyı ve huzursuzluğu anlatır. Dünyamızdaki maddesel şeylerin çoğunda atom-altı parçacıklar, moleküller, atomik ve nükleer yapıların içinde sıkışmış durumdadırlar, dolayısıyla sürekli bir devinim halindedir ve hiçbir zaman dingin değildir. Bize cansız görünen bir taş parçası bile. Bu nedenle, doğada hiçbir statik yapı yoktur ve her şey bir an bile duraksamayan bir dansı sürdürmektedir.”
Osho şöyle diyor: “Evren canlı bir varlık, organik bir bütündür. Onun içinde var olan hiçbir şey diğerlerinden soyutlanmamıştır, her şey birbirine bağlıdır. En uzaktaki şeyler bile en yakındakilerle bağlantılıdır, hiçbir şey birbirinden ayrı değildir. Bu yüzden kimse kendisinin her şeyden ayrı duran, uzak, soyut bir ada olduğu yanılgısına düşmesin. Her şey bütüne bağlıdır ve sürekli diğerlerini etkilemekte ve onlardan etkilenmektedir. Evren bir aileye benzer, tek bir organik beden gibidir. Soluk aldığımda tüm bedenim bundan etkilenir; aynı şekilde güneş soluk aldığı zaman dünya da etkilenir. Dünya uzak mesafelerdeki güneşlerin hareketlerinden bile etkilenmektedir. En küçük hücre bile o dev güneşlerle birlik içinde titreşir.”
Büyük bilge Sokrat da "Kendini tanı, o zaman başkalarını ve evreni de tanıyacaksın" derken, insanın kendini tanıma yolunda çıkacağı yolculuğun, kendi mikro kozmosundan başlayarak, evrenin büyük sırlarının saklı olduğu, makro kozmosa doğru genişleyeceğine işaret etmiştir. “Ey insan, sende âlemler gizlidir…” der Hz. Ali.
Etrafımızda gördüğümüz her şey, bize “Sen bütünün bir parçasısın” diye haykırmaktadır. Ruhsal tekâmül, mikro dünyamızdan dışarıdaki çok daha büyük dünyaya doğru, oradan da makro kozmosa doğru yaptığımız bir yolculuktur. Bu yolculuk bilgi, inanç, akıl, sezgi, düşünme, tefekkür ile devam eder. İnsanlar mikro dünyalarında bulamadıkları cevapları ancak makro kozmosta arayabilirler. Arayış, akıl ve bilim önderliğinde sezgimize de danışarak devam edecektir. Tasavvufi inanışa göre Yaradan çağırır, “gerçek insan” ise arar. Var oluşunu düşünüyor olmasına bağlayan Descartes, böylece Tanrı’nın varlığını kavrayabileceğini iddia etmiştir.
Hargrave Jennings’in 1735 yılında basılan meşhur eseri “Gül Haçlılar, ritleri ve gizemleri” isimli eserde çok eski kabala tabloları mevcuttur. Onikinci tabloda şu yazılıdır: “ Birden çıkan her şey her şeyin içindedir.” Solomon Trişmosin isimli bir simyacının 1582 tarihli British Museum’da bulunan el yazmasında şöyle yazılıdır: “Kendini tanı, neyin parçası olduğunu ve bu bilimden ne bildiğini anla, çünkü bu sensin. Dışındaki her şey içindedir.”
Hermes’in dediği gibi; “Her parça bütünün temsilcisidir”. Ve parça bütüne ait olduğu müddetçe, parçadaki değişim, bütünü de değiştirir. Bireyin tekâmül seviyesindeki artış insanlığın tekâmül seviyesine olumlu olarak yansıyacaktır. Mikro ve makro kozmos da bir dengeler sistemidir, evrenin dinamik dengeli sistemi her türlü aşırılıklara karşıdır. Ezoterik öğretide “Dengelenmemiş kuvvetler boşlukta yok olur.” denir.
Gerçek insan, mikro kozmos ile makro kozmos arasında bir dengeler manzumesidir; hatta bir anlamda iletkendir. Hiç bitmeyen arayışında kendine hâkim olma, kendine güvenme niteliklerine sahiptir. Asırların gizeminin bilginin her zaman yanık olan lambası olmadan çözülmeyeceğini bilen “insan gibi insan”, aydınlanmış aklı ve zekâsı ile güçlü sezgisini de birleştirecek ve kendi dengeli yolunda yürümeye devam edecektir. İdrak sahibi olduğu için kıyafete değil, onun altındaki bedene ve felsefi sisteme bakacaktır. Aklı ve aşkı yolculuğunda, her daim onunla olacaktır...
“Ben insana sığabilene evren, evrene sığamayana insan derim.” Muhammed İkbal
kaynak:
Berk Yüksel