Harut ve Marut hikayesi nedir?
Harut ve Marut şimdi nerede?
Harut ve Marut kıssası İran yani Pers mitolojisinde geçtiği gibi Zerdüştlük metinlerinde de geçtiği iddia edilen bir kıssadır. Ama bizi Kur'an-ı Kerim ilgilendirdiği için, biz İslam dininin dediklerine bakalım. Son hakk kitap olarak muhafaza olunan Kur'an-ı Kerim'de; Bakara Suresi'nin 102. ayetinde, Harut ve Marut ismi zikredilir.
Bu olay Hz. Süleyman'ın öncesi ve sonrası dönemlerde yaşandığı için diğer dinlerin ya da mitlerin içinde bulunması gayet doğaldır fakat diğer dinlerde hikayenin aslında çarpıtma vardır. Bu konuya daha sonra değineceğiz fakat önce Harut ve Marut'a değinelim.
Bu olay Hz. Süleyman'ın öncesi ve sonrası dönemlerde yaşandığı için diğer dinlerin ya da mitlerin içinde bulunması gayet doğaldır fakat diğer dinlerde hikayenin aslında çarpıtma vardır. Bu konuya daha sonra değineceğiz fakat önce Harut ve Marut'a değinelim.
Harut ve Marut kimdir?
Harut ve Marut; Bakara Suresi 102. ayette geçen ve insanlara sihri öğreten iki melektir. Haklarındaki bilgiler çeşitli olsa da hakiki bir sonuca varmak pek kısıtlıdır. O yüzden en doğrusunu Allah bilir diyerek konumuza devam edelim.
Harut ve Marut'un gerçek hikayesi nedir?
Harut ve Marut konusunda Celaleyn tefsirinde bulunan Bakara Suresi'nin 102. ayetinin tefsir edilmiş halini sizlerle paylaşalım. Daha sonrasında elimizden geldiğince biz de bu tefsir hakkında anlaşılması için biraz daha izahat getireceğiz.
İşte o ayetin tefsiri; Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı zamanında söylüyor olduklarına yani söyledikleri sihre ya da onların kulak hırsızlığı yapıp, bir çok da yalan ekleyerek bunları yazan kahinlere verdikleri ve de mülkü alındığında Süleyman'ın kürsüsünün altına gömmüş olduğu şeylere uydular. Zamanla cinlerin gaybı (geleceği) bildigine dair bir söylenti yayılmıştı. Bunun üzerine Süleyman (a.s.) da bu kitapları toplatmış ve de onları gömmüştü. Kendisi vefat eder etmez, şeytanlar bunları insanlara göstermişler ve "Süleyman size ancak bunlar vasıtasıyla sahip olmuştu" demişlerdi. Onlar da bunları çıkardığında içinde sihir olduğunu gördüler ve peygamberlerinin kitaplarını atıp sihir ögrendiler. Allah da Hz. Süleyman'ı temize çıkarmak ve de Yahudilerin: "Muhammed'e bakın! Bir sihirbaz olan Süleyman'ı peygamberler arasında zikrediyor." şeklindeki sözlerine ret olarak şöyle buyurdu;
İşte o ayetin tefsiri; Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı zamanında söylüyor olduklarına yani söyledikleri sihre ya da onların kulak hırsızlığı yapıp, bir çok da yalan ekleyerek bunları yazan kahinlere verdikleri ve de mülkü alındığında Süleyman'ın kürsüsünün altına gömmüş olduğu şeylere uydular. Zamanla cinlerin gaybı (geleceği) bildigine dair bir söylenti yayılmıştı. Bunun üzerine Süleyman (a.s.) da bu kitapları toplatmış ve de onları gömmüştü. Kendisi vefat eder etmez, şeytanlar bunları insanlara göstermişler ve "Süleyman size ancak bunlar vasıtasıyla sahip olmuştu" demişlerdi. Onlar da bunları çıkardığında içinde sihir olduğunu gördüler ve peygamberlerinin kitaplarını atıp sihir ögrendiler. Allah da Hz. Süleyman'ı temize çıkarmak ve de Yahudilerin: "Muhammed'e bakın! Bir sihirbaz olan Süleyman'ı peygamberler arasında zikrediyor." şeklindeki sözlerine ret olarak şöyle buyurdu;
Lakin Süleyman kafir degildi, ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kafir olmuşlardı. Sevad-ı Irakta bir belde olan Babil'de bulunan, iki meleğe; İbni Abbas'ın dediğine göre sihir öğreten iki sihirbaz olan ya da denildigine göre Allah'tan insanlara bir imtihan olarak sihri öğretmek için indirilen iki melek olan Harut ve Marut'a inen şeyi ilham edilen sihri de öğretiyorlardı. Bu ikisi öğretecekleri kişiye nasihat olarak "Biz sadece bir fitneyiz Allah'tan insanlara gelmiş bir belayız. Allah bu sihrin öğretilmesiyle insanları imtihana çekmektedir; Onu öğrenen kafir, öğrenmeyen ise mümindir. Sakın onu öğrenmekle kafir olma" demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. Yok eğer dinlemezse ona öğretiyorlardı.
Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını her birini diğerine buğzettirerek ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni iradesi olmadıkça onlar yani sihirbazlar onunla yani sihirle kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine ahirette zarar verecek, faydalı olmayacak şeyleri (ki o sihirdir) öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın ahiretten bir payı cennette bir nasibi olmadığını Yahudiler biliyorlardı. Bu satan kişiler kendilerini yani nefislerinin payını karşılığında sattıkları, seçtikleri yahut Allah'ın kitabını degiştirdikleri şey, kendilerine ateşi vacip kılan o sihri öğrenmeleri ne kötü bir şeydir. Keşke varacakları azabın hakikatini bilselerdi! O zaman onu öğrenmezlerdi.[1]
Halbuki bu ikisinden, koca ile karısının arasını her birini diğerine buğzettirerek ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah'ın izni iradesi olmadıkça onlar yani sihirbazlar onunla yani sihirle kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine ahirette zarar verecek, faydalı olmayacak şeyleri (ki o sihirdir) öğreniyorlardı. And olsun ki, onu satın alanın ahiretten bir payı cennette bir nasibi olmadığını Yahudiler biliyorlardı. Bu satan kişiler kendilerini yani nefislerinin payını karşılığında sattıkları, seçtikleri yahut Allah'ın kitabını degiştirdikleri şey, kendilerine ateşi vacip kılan o sihri öğrenmeleri ne kötü bir şeydir. Keşke varacakları azabın hakikatini bilselerdi! O zaman onu öğrenmezlerdi.[1]
Celaleyn tefsirinde konuya böyle izahat getiriyor. Konu ile alakası olanlar için buradaki bilgiler yeterli olsa da konu ile ilgili bilgisi olmayanları biraz daha bilgilendirmemiz gerekiyor. Harut ve Marut, sihir öğretiyorlar ama sadece öğrenmek isteyenlere ve kafir olmayı bile umursamayanlara bu sihri öğretiyorlar. Peki ama bu iki melek neden insanlara sihir öğretiyor?
Harut ve Marut insanlara neden sihir öğretti?
Fahreddin Razî de şöyle der: "Bu iki meleğin indirilmesindeki hikmet şudur: Sihirbazlar şeytanlara kulak verip, onlardan bir şeyler alıyor, sonra da onlardan hırsızlama aldıkları bu şeyleri halk arasında yayıyorlardı. Bu sebeple peygamberlere indirilen vahye benzedikleri için, Allah o iki meleği, halka büyünün keyfiyetini öğretmeleri için yeryüzüne indirdi. Böylece Allah'ın kelâmıyla sihirbazların sözü arasındaki farkı görebilme imkânı doğacaktı."
Bu iki melek Küfe topraklarında Irak Babil'i denen yere inmişlerdi. Harut ve Marut adlarını taşırlar. Bu iki melekle ilgili olarak bir kıssa mahiyetinde anlatılan ve onların içki içtikleri, kan döktükleri, zina ettikleri, adam öldürdükleri ve puta taptıkları gibi şeylerin tümü asılsızdır ve hiçbir dayanağı olmayan sözlerdir. Bunlar bütünüyle Yahudiler tarafından uydurulmuştur. Kaldı ki bu, hem aklî yönden, hem de nakil açısından gerçeğe aykırıdır. Çünkü meleklerde böyle bir şey söz konusu değildir.
Halbuki bu iki melek: 'Biz ancak bir imtihan vasıtasıyız.' Allah tarafından bir sınama aracıyız. Kim bizden öğrendikleriyle amel eder ve onun gerçek olduğuna inanırsa küfre girer. Bunlarla amel etmekten sakınanlarsa iman üzere kalır. 'Sakın inkâr etme... Bunun gerçek olduğuna ve onunla amel edilmesi gerektiğine inanarak küfre girmeyin' demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı." [2]
Özetle Allah, bu iki meleği insanlara göndererek; Hz. Süleyman'ı temize çıkarmak ve büyü ile Allah'ın nimetlerini elde edilemeyeceğini göstermek istemiştir. Burada da insanları sınamış, imanında sadık olanlar bu fitneye bulaşmamış, imanında samimi olmayanlar da bu fitneye bulaşmıştır.
Harut ve Marut şimdi nerede?
Bu konuda çeşitli rivayetler var. Yukarıda zikredildiği gibi Yahudilerin ve bazı Şii kaynaklarında bugünkü Bağdat civarında bir kuyu içerisinde baş aşağı olarak kıyamete kadar bekledikleri rivayet edilir. Orada, onların yanına gidenlere büyü öğrettikleri de rivayet edilir fakat yanlarına her giden büyü için gitmemiş bazı istisnai durumlar da yaşanmıştır. Bunlardan birisi ise Tabiin'in büyüklerinden olan Mücahid b. Cebr'in Harut ve Marut'u araştırmak üzere Babil'e gitmesi ve yaşanan garip olaydır. Olay ise şöyle;
"Ameş bildiriyor: Mücâhid b. Cebr ne zaman tuhaf bir olay işitse görmek için olayın gerçekleştiği yere giderdi. Bu tür şeyler içinde daha önce Hadramût ile Bi'r Berhût’a gitmişti. Yine bir defasında Bâbil'e gitmişti. Oradan arkadaşı da olan bir vali vardı. Mücâhid valiye: “Hârut ile Mârut'u gösterebiliyor muşsunuz, öyle mi?” diye sorunca, vali oradaki büyücü adamlardan birini çağırdı ve: “Şuna Hârut ile Mârut'u göster!” dedi. Büyücü olan Yahudi adam da: “Onların yanında Allah'a dua etmemesi şartı ile gösteririm!” dedi.
Mücâhid olayı şöyle anlatır: Adam beni bir kaleye götürdü.
Kaleden bir taş alıp bana: “Ayağımdan tut!” dedi. Ayağından tutunca da uçarak Hârut ile Mârut'un yanına vardık, ikisi de baş aşağı ayaklarından asılmışlardı ve iki büyük dağı andırıyorlardı.
Onları gördüğümde: “Sizleri yaratan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim!” dedim.
Bunu dememle de sanki dünyanın bütün dağlar yerle bir oldu ve adamla birlikte bayılıp düştük.
Adam benden daha önce kendine geldi ve: “Kalk! Kendini de beni de helak ettin!” dedi.[3]
Kaleden bir taş alıp bana: “Ayağımdan tut!” dedi. Ayağından tutunca da uçarak Hârut ile Mârut'un yanına vardık, ikisi de baş aşağı ayaklarından asılmışlardı ve iki büyük dağı andırıyorlardı.
Onları gördüğümde: “Sizleri yaratan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim!” dedim.
Bunu dememle de sanki dünyanın bütün dağlar yerle bir oldu ve adamla birlikte bayılıp düştük.
Adam benden daha önce kendine geldi ve: “Kalk! Kendini de beni de helak ettin!” dedi.[3]
Toparlamak gerekirse Harut ve Marut, insanları imtihan için, Hz. Süleyman'a bahşedilen gücün büyüden değil de Allah'ın vermesiyle olduğunu ve bu ikisi arasındaki farkı insanların anlaması için gönderilmiştir. Tabi bu süreçte samimi olmayanlar da içindeki küfrü açığa vurmuş ve büyü karşılığında ahiretini satmışlardır.
Diğer bir olayda Harut ve Marut'a atılan zina iftirasının asılsız ve Yahudi uydurması olduğunu kaynaklardan bizzat öğrenmiş bulunmaktayız.
Diğer bir olayda Harut ve Marut'a atılan zina iftirasının asılsız ve Yahudi uydurması olduğunu kaynaklardan bizzat öğrenmiş bulunmaktayız.
Kaynaklar
1-) Celalettin el-Mahallî - Celalettin es-Suyuti, Celaleyn Tefsiri, Çev; Talha Alp Abdulkadir Yılmaz -Orhan Ençakar, Yasin Yayınevi, Cilt; 1, İstanbul 2012, S. 93
2-) İsmail Hakkı Bursevi, Muhtasarlı Ruh'ul Beyan Tefsiri, Damla Yayınevi, Cilt; 1, 8. Baskı, İstanbul 2012, S. 206
3-) Ebu Nuaym el-Isbehânî, Hilyetu'l-Evliya ve Tabakât'ul-Asfiyâ, Cilt: 2, 1. Baskı, İstanbul - Ocak 2015, S. 587-588