İlmi Sîmadan Fizyonomiye Yüz Okuma Sanatı
Hem Doğu’da, hem Batı’da ilk çağlardan başlayarak dikkatleri çeken, üzerine pek çok eser yazılan, İslâm düşünürlerin elinde altın çağını yaşayan “Sîma ilmi” günümüzde ne yazık ki unutulmuştur.
Yakın çağda Batı’nın elinde bir dirilip, bir kaybolan Sîma ilmi, modern dönemde rüştünü ispatlayıp farklı disiplinler (fizyonomi, kriminoloji) altında kıymet görmeye başlamıştır. Kadim ilimlerin nakışçısı Çin uygarlığı ise, bu ilmin en sadık hizmetkârı olmakla kalmamış, onu zenginleştirmiş ve sistemleştirmiştir.
Öncelikle “Simâ İlmi, ilimlerden bir ilim midir?” sualiyle başlayalım. Mevzuyla ilgili Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Mârifetnâme adlı eserinin ilgili bölümündeki şu satırlara bakalım:
– «İmam Şâfi Hazretleri: “İlim ikidir: Bedenler ilmi, Dinler ilmi” hadisi üzere, bedenler ilminin (anatomi) önemli ve lüzûmlu ilimlerden olduğunu söylemiştir.»
Salih Mirzabeyoğlu’nun Mârifetnâme-Süzgeç ve Şekil-adlı eserinde şöyle bir hikmet geçer: “Her ilim bir marifettir; her marifet de bir ilim…” Yine aynı eserde: “Her şeyden önce bilmek lâzımdır ki, suret olmadan mânâlar ebediyyen bilinmez; ve her zâhir oluş, dış, ifade, madde, pırıltı, şekil, istif, renk, sezginin aynı olan sezilen, mânânın tecellisidir…” hikmetine yer verir.
Batılı düşünürler ise şu görüşlere yer vermişlerdir: Alman filozof Kant, onu “iç âlemi gözlemleyen bilim dalı” olarak tanımlar.
Montaigne ise, “Size üstün gelmiş düşmanlar arasında bulunduğunuz zaman tanımadığınız adamlardan bir koruyucu, bir yardımcı seçmeniz lazım gelse, bunlardan rastgele birisini tercih edersiniz. Sizi ona sevk eden his onun güzel bir çehreye sahip olması değildir, çehresinin güzelliğinden ve iyiliğinden bakışı kesen başka bir halidir. Bir takım çehreler, karakterin güzel eserlerinin, diğer bir takımları da mizacın kötü alâmetlerinin belirlediği aynadır. İyi çehreleri kötülerden, meselâ: ciddileri hâşin olanlardan, melülleri abus olanlardan sözün kısası bir diğerine görünüşte benzeyen, içyüzünde zıt olan halleri ayırt edebilmek özel bir sanattır.” der.
Shakespeare’den şu dizeler de Doğu kültüründeki Kıyafetnâmeler’i anımsatır niteliktedir:
“Sezar: Bırakın çevremde geceleri iyi uyuyan
Çıplak kafalı, şişman adamlar bulunsun.
Şu Kasyus’un bakışları boş ve anlamsız.
Çok düşünüyor, tehlikeli olur böyle adamlar.
Antonyus: Ondan korkmayınız, tehlikeli değildir.
Mert, soylu ve yetenekli biridir.
Sezar: Ne olurdu biraz da şişman olsaydı!”
Şimdi, akla şöyle bir soru gelebilir. Sîma ilmi tecrübe edilmiş bir ilim midir? İbrahim Hakkı Hazretlerinin başından geçtiği rivayet edilen şu hadise bunun güzel bir örneğidir:
Sîma ilminin piri Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Mârifetnâmesini tamamladıktan sonra arkadaşıyla yolculuk sırasında bir handa konaklamışlardır. Hancı kendilerine çok iyi davranır ve hizmet eder. Fakat ortada bir tuhaflık vardır, zira hancının davranışları, Mârifetnâme’de yazdığı fizyonomi-huy ilişkisi tarifine uymaz. İbrahim Hakkı Hazretleri o gece sabaha kadar uyuyamaz. Sabah olduğunda hancı konaklamanın karşılığında yüksek ücret ister. Hancı ısrarcıdır ve inat eder. İbrahim Hakkı Hazretleri arkadaşına dönerek: “Ver ağa ne istiyorsa ver, bu adam az daha bana eserimi yaktıracaktı” der.
İlmi Simâ; İlmi Kıyâfet, İlmi Firâset olarak da adlandırılır. Kelime mânâsı olarak; İlmi Simâ insanın sadece yüz-çehre olarak ele alınması iken, İlmi Kıyafet (kıyafetnâme) insan bedeninin bir bütün olarak değerlendirilmesini ifade eder.
“Keşfetme, sezme, ileri görüşlülük, zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti, bir kimsenin ahlak ve istidadını yüzünden anlamak, huy ve tabiatını bilmek” mânâsına gelen firâset ise; İnsanların el, yüz ve diğer organlarına bakarak onların ahlak, huy ve karakterleri hakkında tahminde bulunulma sanatıdır. Burada “sanat” ifadesini kullanmamızın sebebi, kişinin bu keyfiyete sahip olması, diğer bir ifade ile maharetinin olmasıdır.
Yine bu maharetten hisse olarak, “Müminin ferâsetinden sakınınız; çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar.” mealindeki hadisi şeriften veli kulların zahiri işaretlerle yahud kalbî hislerle başkalarının bilmediği gizli halleri bilecekleri anlaşılmaktadır.
Medeniyetin beşiği olan Doğu’da bu ilimler çevresinde, Muhiddin Arabî – “Tedbirâtül İlâhiyye”, Fahreddin Râzi – “Kitabül Firâset”, El-Kindî – “Risale fi’l Firâse” başta olmak çok sayıda eser yazıldığı bilinmektedir. Anlaşılıyor k, Doğu’da simâ ilmi diğer ilimler -tıb, astronomi, fizik, matematik- gibi gereken kıymeti görmüştür. Misal; Fahreddin Râzi’nin “Kitabul Firaset” adlı eserini “ilmi sîma” üzerine yazdığı bilinmektedir. Esasında ilmin temellerini de bu eserler atmıştır. Kıyafetnâme olarak adlandırılan eserler, bu ilmin mihenk taşı olmuştur.
Bu mevzuda en geniş muhtevaya sahip olan eser, İbrahim Hakkı Hazretlerinin “Mârifetnâme”sidir. Eser yazılırken 400 kitaptan istifade edilmiştir; eser 1757 yılında sadeleştirilip son halini almıştır.
Firâset ilminin altın çağına rastlayan Osmanlı devleti siyasî ve askerî sahada bu ilimden azami derece faydalanmıştır. Saraya alınacak memur ve askerlerin yüz ve beden özelliklerine bakılarak istidatlarının belirlenmesinde bu ilimden faydalanıldığı bilinmektedir. Aristo ve öğrencisi İskender arasında geçtiği rivayet edilen başka bir hadise de şöyledir: Arapça’ya çevrilen “Sırrül Esrâr” adlı eserde Aristo öğrencisine, savaşta hangi tarafın galip geleceğini, hangi tarafın mağlub olacağını önceden bilip tahmin etme tekniklerini öğretmiştir. Böylece dünyaya hâkim olmanın mümkün hale gelebileceği düşünülmüştür. Bu eserler fetihten fethe koşan Müslüman hükümdarların ilgisini çekmiştir.
Sadece idarî ve askerî makamda değil; sosyal bir varlık olan insanın, içtimaî şartlar içerisinde, ister hoca, ister talebe, ister tüccar, ister anne-baba olsun; feraset ilmi hakkında malumat sahibi olmasından fayda devşireceği anlaşılmaktadır.
Sîma ilminde merak edilen hususlardan biri de insanın el, yüz ve uzuvlarının kendi huy ve karakterine dair iz, işaret taşıdığıdır. El ve yüzdeki çizgilerin bir lisanı olduğudur. Şimdi aşağıdaki şu ifadelere bakalım:
Mesnevî-i Nuriye: “İnsanın yüzünde, cildinde, ellerinin içinde kader kalemiyle pek çok çizgiler, hatlar, nakışlar, nişanlar yazılmıştır.”
İsra sûresi 84. âyet meali: “De ki her şeyin ameli kendi şâkilesine göredir!”
Buradaki “şâkile” kelimesinin mânâsı şöyledir: Eşyanın şeklinden ve taşıdığı izlerden onun mahiyetini ve neye yaradığını, nereye varacağını bilme ilmi… Diğer bir mânâsı da bir kimsenin yaradılışının temel hususiyetidir.
Yukarıda kısaca değindiğimiz, firâset ilminin kıymeti ve lüzumu üzerinden devam edelim ve İbrahim Hakkı Hazretlerinin şu tavsiyelerine bakalım:
“(…) Sonra Allah lütuf ve inayetiyle, hikmetinin gereğini, sanatının inceliğini bu yaratıkta (insanda) göstermiş. Yüzünü, şekil ve yapısını içine (özüne); organlarının biçimini ahlak ve karakterine bir işaret yapmıştır ki insan şekil ve yapısından kendi vasıflarını bilip ona göre ahlak ve hareketlerindeki, huylarındaki eksik ve aksaklıkları düzeltsin.“
“Sonra arkadaş ve dostlarının vücud yapısı ve şekillerine bakıp zekâ ve karakterlerini, huy ve tabiatlarını, ince seziş ve zekâsıyla bilsin. Ve buna göre onlara muamele etsin; beğensin, sevsin veya aklını kullanarak, karakterlerine göre hareket ederek onlarla geçinip gitsin. Yahud onlardan uzaklaşıp emniyet, rahat ve selameti bulsun. Ne kimseden incinsin ne de kimseyi incitsin. Gönül hoşluğu ile rahat oturup kalksın.”
Yukarıda bahsedildiği gibi, burada murad edilen evvela insanın yaradılış gayesine ermesidir. Kendini tanıması, zaaflarını bilmesidir; meylettiği hususlarda kendini terbiye etmesidir. Buna misal olarak şunu verebiliriz: Eski Yunan’da Zopriros ile Sokrates arasında şöyle bir diyalogun geçtiği rivayet edilir:
Zopriros Sokrat için “Şehvetin kurbanı bir ayyaştır”, der. Bunun üzerine Sokrates tebessüm eder ve şöyle der: “Meylim bu olabilir; fakat bunu ben iradem altına aldım.”
Şimdi, ilmin inceliklerinden ve güzelliklerinden diyebileceğimiz bir husustan bahsedelim. Bazı kimselerin özünü, niyetini gizlemek için başvurduğu haller vardır. Misal, dost gibi görünerek ikiyüzlülük yapmak, samimi görünerek yalan söylemek, üzülmediği halde üzgün görünmek gibi. Sîma ilminin ehillerine göre, insan tüm hâl ve tavırlarıyla niyetini gizlese, riya etse dahi, çehresine nakşedilen karakteri kişiyi ele verir. Kişi ne yaparsa yapsın çehresinin ifşa ettiği karakterini gizleyemez.
Firâset ilmi üzerine çalışmalar yapmış olan kimselerin, bu ilmi öğrenip, uygulamak isteyenlere ikazlarından biri de şudur: Kişinin el, yüz işaret ve çizgilerine bakılarak onun iç âlemi hakkında bilgi edinirken, irade gücü ve ahlâkî değerleri gibi bazı hususların da dikkate alınması gerekmektedir.
Batıdaki seyrine dönecek olursak; Sîma ilminin modern dönemde Batı’daki karşılığı fizyonomidir, diyebiliriz. Fizyonomi birçok disiplin içerisinde (tıb, psikoloji, sosyoloji, kriminoloji gibi) yerini almıştır. Fizyonomi’de ana ilke yüzdeki denge ve orantıdır. Yalnız, Doğu ve Batı medeniyetinin “sîma ilmi” anlayışları farklıdır. Daha açık bir ifade ile Batı da “feraset sahibi olmak” diye bir mevzu yoktur. Bilgiye sezgi ile değil, deney ve gözlem ile ulaşmak gerektiğini düşünür. Batı, sezgi ve maneviyatın rehberliğindeki tecrübî bilgiyi kabul etmez.
Batı Aydınlanma dönemine geldiğinde, kadim tecrübeleri adeta çöpe atar. Bu dönemde, aklı evvel Batı için “sîma ilmini” ifade etmek müşkül bir hal alır. “Batı uygarlığının özü araştırıcı bir zihniyete sahip” der, Robert Maynard.(2) Oysa Batı’nın medeniyetini üzerine kurduğu eski Yunan’da Sokrat, Aristo, Batlamyus, Marcus Aurelius gibi filozoflar sîma ilmini ihyâ etmişlerdir. Hipokrat, mizaçları sınıflandırmasını bedenî özelliklere dayandırmıştır.
Mantık biliminin kurucusu Aristo, “Canlıların Tarihi” adlı eserinde, “Büyük alınlı kişiler ağır hareket eder; geniş alınlı kişilerse aşırı karakterleri yansıtır. Yuvarlak ve çıkık alınlı kişilere gelince, çabuk öfkelenen kimselerdir”, tanımını yapmıştır. Bugün son devre kadar uzanıp gelen bilgiler rastgele tahminler değil, yüzyıllardan bu yana gelişerek olgunlaşıp, sistemleşmiş bilgilerdir. Yine bahsettiğimiz gibi, doğuşu milattan önceye dayanan sîma ilminin tecrübî bilgisi yüzlerce yıla dayanmaktadır.
Batı da, 19. yüzyılda insan ve toplum ilişkilerinin ehemmiyet kazanmasıyla bu ilim yeniden dirilmiştir. Dr. Ernest Kreschmeir’in “Beden Yapısı ve Karakter tahlilleri”, şizofrenlerin tesbitinden, âri ırkın tasarımlanmasına, tiplerin kriminolojik eğilimlerinin tesbitine varıncaya kadar birçok alanın referans noktası olmuştur. Kreschmeir’in beden yapısıyla karakter arasındaki “bağıntı kuramı”, 1921’de bilimsel kabul edildiğinde; firâset ilmi (physiognomy, cardiognosy) dallara ayrılarak yerini almıştı.
Kretschmer’in yöntemi şu şekildedir: Araştırma sahasına aldığı kimseleri mizaç yönünden detaylıca inceleyip; beden yapıları ile mizaç arasındaki bağlantıyı şüphe bırakmayacak şekilde tanımlamaya gitmiştir. Bunu yaparken, bazen dehaları bazen de tarihi kişileri analiz etmiştir. Bu kişiler hakkında yazılan kaynaklardan hatta çizilen portrelerden istifade etmiştir. Böylece, beden-mizaç-karakter arasında yaptığı tahlilleri sistemleştirmiştir.
Kretschmer, hastalıklar üzerine yaptığı araştırmalarında, beden yapısı ile hastalıklar arasında yakın bir ilişki olduğu noktasından hareket etmiştir. Bu konudaki araştırmaları başyapıt niteliğindedir. Bu çalışmalar ileriki yıllarda piyasa istikrarına da dolaylı olarak katkıda bulunmuş; insan kaynakları birimlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Çin’e gelecek olursak: Fizyonomi Çin medeniyetinde “insanı tanıma sanatı” olarak tanımlanır. Batının 19. yüzyılda yeniden tanıştığı fizyonomi ilmi, Çin’de alın yazısını okuma iddiasına kadar varmıştır. Sanat demek maharet demektir. Bu sebeple karakterin tahlil edilmesinde fizyonomistin mahareti önemlidir.
Usta bir fizyonomist için kişinin yüzü, geçmişi, şu ânı ve geleceğinin haritasıdır. Çin fizyonomisine göre; yüz özellikleri ruh ve beden sağlığıyla da yakından ilgilidir. Eğer yüz çizgileri kişinin iç âlemine dair işaretler taşıyorsa; ruhu ve iç organları hakkında da bilgiler verecektir. Asya’nın ahlâk ve kader anlayışı fizyonomi yorumunda etkilidir. Çin fizyonomistlere göre yüz hatları keskin kişiler mesela, keskin bakışlar, belirgin dudaklar, düzgün burun, karakterini yansıtan, güçlü kimselerdir.
Netice olarak: Doğuda ilham, sezgi ve gözlemlerin ışığındaki “ilmi ferâset”, Batıda metodlarla ulaşılıp sistemleşen “fizyonomi”, Çin de “yüz okuma sanatı” olarak uygulanan ve ilk çağ ilmi diyebileceğimiz “sîmâ ilmi”, bugün halen keşfedilmeyi bekleyen kadim ilimlerden biridir. Ferâset ilminin “insanı tanıma ilmi” olmasına mukabil; ufku geniş olan toplumlar için Tıb’dan siyasete, askerî sahadan ekonomiye, istihbarattan mimarîye kadar, her sahada fayda devşirilmeye namzet bir ilim olduğu görülmektedir. Bugün pek az kimsenin merakını celbeden; Doğuda zengin kaynakları ve tecrübî bilgisiyle esrarını koruyan sîma ilmi, ehemmiyeti anlaşılan toplumlarda istikbaldeki ilimlerinden biri olacaktır.
Kaynaklar
1- Mehmet Ali Bulut, Elfabe – El ve Yüz Çizgilerinin Anlamı-, 3. Baskı, Hayat Yay. Ankara 2015
2- Harris Bill, Yüzünüzün Anlamı, Seçme Kitaplar Yay., İstanbul 1976
3- Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme, Sadeleştirenler; M. Fuad Başar, H. Ali Eser, Âlem Yay., İstanbul 2007
4- Salih Mirzabeyoğlu, Marifetnâme-Süzgeç ve Şekil, İbda Yay., İstanbul 1986
5- Tuncel Altınköprü, Beden Yüz Yapısı ve Karakter, Hayat Yayınları, İstnbul 1999
6-Halid Ziya Uşaklıgil, İlm-i Sîma, Büyüyenay Yay., İstanbul 2016
7- http://www.kastamonur.com/firaset-nedir-firaset-sahibi-olmanin-yollari/18.04.2018
Fatma Aslıhan Doğan / Akademya Dergisi