“LEDÜN İLMİ NEDİR?
Öğrenilebilir mi?” diye soran okuruma cevabımdır: Ledün; yanında, katında anlamına gelir. Ledünni ilim, Allah katından verilen özel bilgi demektir. Kehf Suresi’nin 65’inci ayetinde yüce Allah’ın seçkin kullarından biri olan Hızır’a ledünnünden yani katından bir bilgi verdiği, bu özel bilgiye, ona arkadaş olan Musa’nın vakıf olmadığı anlatılmaktadır.
Mutasavvıflara göre iki ilim vardır: Okuma ve öğrenmeyla kazanılan akli ve nakli ilimler ki bunlara zahiri ilim denir. Riyazet ve takva sonucu Allah’ın kuluna ihsan edeceği vehbi ilim ki buna batıni ilim denir. “Allah size nimetlerini zahir ve batın olarak bol bol verdi” (Lokman: 20) ayeti ve benzeri ayetler gösteriyor ki, ilmin zahiri ve batını vardır.
Batını ilmin ürünü, zahiri ilmi kabul edip onun adabına sarılmaktan meydana gelir. İnsanın ruhsal yönünü geliştirip olgunlaştırmayı amaçlayan tasavvuf uzmanlarına göre zahir ilim dininin hukuk ve ibadet ilmi, batın ilim hakikat ilmidir. Biri çalışmayla elde edilir, öteki Allah’ın hidayetine ve lütfuna bağlıdır. Çalışmayla elde edilemeyeceği gibi çalışmadan da olmaz.
Çabayla Allah’ın lütfu birleşecektir ki kulda bu bilgi oluşsun. Kul çalışacak fakat bilecektir ki kendisini hidayet ilmine kavuşturan, kendi çabası değil Allah’ın lütfudur.
Kalp etrafa bazı ışınlar neşrettiği gibi beyin de bazı ışınlar yaymaktadır. Bu ışınlar, insanın içinden geçen düşünceleri çevreye yansıtır. Ya da bu ışınlar içten düşüncelere göre dalgalanır, şekillenir. Tıpkı radyo ve televizyon dalgaları gibi bu ışınları da tespit eden alıcı bir göz olursa karşıdaki insanın düşüncelerini o söylemeden görüp öğrenebilir. İşte insanda potansiyel olarak var olan gönül gözü, bu görünmez ışınları tespit gücüne sahiptir. Ruh safiyet kazandığı zaman, ayna gibi kendisine vuran her şeyi yansıtır. Böyle bir ruh sahibi olan kimseye, bazen karşıdakinin hali yansır. Hatta o kimse, yöneldiği insanın haline bürünür. Bu psikolojik olaylar ancak yaşamakla bilinecek şeylerdir. “Bilmiyoruz, izah edemiyoruz” diye inkâr edemeyiz. Muhakkak ki bazı kimseler, manevi yeteneklerle bazı olayları bilirler. Keşif inkâr edilemez. Fakat bunda da ifrat doğru değildir. “İnsan veli olunca her şeyi bilir” sözü kabul edilemez. Allah ne bildirdiyse onu bilir.
Öğrenilebilir mi?” diye soran okuruma cevabımdır: Ledün; yanında, katında anlamına gelir. Ledünni ilim, Allah katından verilen özel bilgi demektir. Kehf Suresi’nin 65’inci ayetinde yüce Allah’ın seçkin kullarından biri olan Hızır’a ledünnünden yani katından bir bilgi verdiği, bu özel bilgiye, ona arkadaş olan Musa’nın vakıf olmadığı anlatılmaktadır.
Mutasavvıflara göre iki ilim vardır: Okuma ve öğrenmeyla kazanılan akli ve nakli ilimler ki bunlara zahiri ilim denir. Riyazet ve takva sonucu Allah’ın kuluna ihsan edeceği vehbi ilim ki buna batıni ilim denir. “Allah size nimetlerini zahir ve batın olarak bol bol verdi” (Lokman: 20) ayeti ve benzeri ayetler gösteriyor ki, ilmin zahiri ve batını vardır.
Batını ilmin ürünü, zahiri ilmi kabul edip onun adabına sarılmaktan meydana gelir. İnsanın ruhsal yönünü geliştirip olgunlaştırmayı amaçlayan tasavvuf uzmanlarına göre zahir ilim dininin hukuk ve ibadet ilmi, batın ilim hakikat ilmidir. Biri çalışmayla elde edilir, öteki Allah’ın hidayetine ve lütfuna bağlıdır. Çalışmayla elde edilemeyeceği gibi çalışmadan da olmaz.
Çabayla Allah’ın lütfu birleşecektir ki kulda bu bilgi oluşsun. Kul çalışacak fakat bilecektir ki kendisini hidayet ilmine kavuşturan, kendi çabası değil Allah’ın lütfudur.
Kalp etrafa bazı ışınlar neşrettiği gibi beyin de bazı ışınlar yaymaktadır. Bu ışınlar, insanın içinden geçen düşünceleri çevreye yansıtır. Ya da bu ışınlar içten düşüncelere göre dalgalanır, şekillenir. Tıpkı radyo ve televizyon dalgaları gibi bu ışınları da tespit eden alıcı bir göz olursa karşıdaki insanın düşüncelerini o söylemeden görüp öğrenebilir. İşte insanda potansiyel olarak var olan gönül gözü, bu görünmez ışınları tespit gücüne sahiptir. Ruh safiyet kazandığı zaman, ayna gibi kendisine vuran her şeyi yansıtır. Böyle bir ruh sahibi olan kimseye, bazen karşıdakinin hali yansır. Hatta o kimse, yöneldiği insanın haline bürünür. Bu psikolojik olaylar ancak yaşamakla bilinecek şeylerdir. “Bilmiyoruz, izah edemiyoruz” diye inkâr edemeyiz. Muhakkak ki bazı kimseler, manevi yeteneklerle bazı olayları bilirler. Keşif inkâr edilemez. Fakat bunda da ifrat doğru değildir. “İnsan veli olunca her şeyi bilir” sözü kabul edilemez. Allah ne bildirdiyse onu bilir.
Roma İmparatoru Konstantin, yaşadığı dönemde gökyüzünde güneş, ay ve 5 gezegenin olduğu gerçeğinden hareketle kenti, 7 tepe üzerine kurdu. Roma gibi Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu da 7 tepeli kentin sınırlarını korudu ve üzerine görkemli yapılarını dikti.
Bugün İstanbul’u bildiğini söyleyen pek çok kişiye “İstanbul’un yedi tepesini sayar mısınız?” desek alacağımız cevapların çoğu “Çamlıca Tepesi, Kandilli, Gültepe…” şeklinde olur. Oysa “Yedi Tepeli Şehir” diye kastedilen tamamen eski İstanbul yani sur içindeki şehirdir.
İstanbul’un üzerinde kurulduğu iddia edilen yedi tepe aslında, sur içi ya da Tarihi Yarımada da dediğimiz bölgede, yani fethedilen İstanbul’un tam merkezinde kalan bölümde yer alıyor. Edirnekapı’dan Sarayburnu’na uzanan üçgeni kapsıyor…
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” derken Yahya Kemâl Beyatlı, acaba hangi tepeden bakmıştı? İşte yedi tepeli şehir İstanbul’un o yedi tepesi ve o tepelere mührünü vurmuş yedi tarihi eser:
Birinci tepe: Sarayburnu Tepesi
Yedi tepeli şehrimde
Bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
Ne de düşünmek ölümü.
Nâzım Hikmet
Tüm zamanlar boyunca kentin kamusal merkezi ve kalbi olan birinci tepe, Tarihi Yarımada’da Sarayburnu’ndan başlayıp, denizden yaklaşık 30-40 metre yüksekliğe ulaşan tepedir. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478 yılında yaptırılan Topkapı Sarayı, birinci tepenin en hakim noktasında yer alan en görkemli yapıdır. Bu tepe, Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları zamanında saray alanı olarak seçilmiştir. Topkapı Sarayı’ndan başka bu tepede bulunan, Ayasofya Müzesi ve Sultanahmet Camisi şehrin silüetini belirleyen en güzel tarihi abidelerdir.
İkinci tepe: Nuruosmaniye Tepesi
nuruosmaniye-camisi
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
Orhan Veli
Bu tepenin üzerinde Nuruosmaniye Külliyesi bulunduğu için, tepeye “Nuruosmaniye Tepesi” denir. Tepeyi süsleyen Nuruosmaniye camisi İstanbul’da inşa edilmiş ilk barok özellikli camidir. M.S. 330 yıllarında İmparator I. Konstantin onuruna, İstanbul’un bu ikinci tepesine dikilen Çemberlitaş ile temeli 1461 yılında atılan ve dünyanın en büyük, ve en eski kapalı çarşılarından biri olan tarihi Kapalıçarşı da bu tepededir.
Üçüncü tepe: Beyazıt Tepesi
beyazit-kulesi-beyazit-tepesi
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…
Necip Fazıl
İstanbul coğrafyasında en belirgin olan ve denizden bakıldığında ilk göze çarpan üç tepeden biridir. İkinci tepenin batısında, deniz seviyesinden 50-60 metre yüksekliğe ulaşan bu tepede yer alan anıt eserlerin başında, Mimar Sinan‘ın kalfalık devri eseri olarak nitelendirilen Süleymaniye Camii ile medrese, kütüphane, hastane, hamam, imaret, hazire ve dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesi bulunur. Ayrıca Beyazıt Camisi, İstanbul Üniversitesi ve Beyazıt Kulesi de bu tepededir.
Dördüncü tepe: Fatih Tepesi
fatih-camisi-istanbul
İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor…
İlhan Berk
Kentin en yüksek noktalarından biri olan dördüncü tepedeki başlıca anıt eserler Fatih Camisi ve Bozdoğan Kemeri’dir. Kentin en yüksek noktası olması, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde buraya en prestijli anıtların yapılmasına neden olmuş. Bizans döneminde 12 Havariye adanan Havariyyun Kilisesi yapılmış ilk olarak bu tepeye. İstanbul’un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra kısa süre için Rum Ortodoks Patrikhanesi olarak kullanılan bu kilise daha sonra, Fatih Sultan Mehmet, buraya cami ve külliye inşa etmek isteyince Pammakaristos Manastırı’na taşınmış ve 1461 yılında yıkılarak yerine Fatih Camisi yapılmıştır.
Beşinci tepe: Yavuz Selim Tepesi
yavuz-selim-camisi
Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Bin bir direkli Halic’inde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniye’nde güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri…
Vedat Türkali
Beşinci tepe, üzerinde bulunan Sultan Selim Camisi ve Külliyesi ile belirlenir. “Sultan Selim Tepesi” olarak da bilinen bu tepe 74 metre yüksekliğindedir. Çok dik bir yokuşla Haliç sahilindeki Balat ve Fener‘e uzanan bu tepenin eteklerine doğru bir başka görkemli bina, Rum Lisesi (Kırmızı Mektep) göze çarpmaktadır.
Altıncı tepe: Edirnekapı
kariye-muzesi
Bilmez misin İstanbul veremli bir şehirdir içindekine
Balat’tan geçene bulaşır, çıkana öldürücü
Safranı bol yüzlere hisar hisar sürülür
Tahammül bizim kitabımız
.
Rüzgarın ıslığını çalmayacaksan Balat’ta gezinme
Bir kırık ney inlemesinde bekle beni
Bir yanık sesimdir Elena
Nefeslere karışan…
Barış Erdoğan
Altıncı tepe Edirnekapı ve Ayvansaray semtlerinin üzerinde kurulduğu, aynı zamanda şehrin batı surlarını taşıyan “Edirnekapı Tepesdir.” Kariye Müzesi civarında hafif eğimli olan bu tepe Kemerkaya mevkiinde dikleşir. Edirnekapı Tepesi üzerinde Mihrimah Sultan Cami, Kariye Müzesi ve Tekfur Sarayı bulunmaktadır. Mihrimah Sultan Camisi, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan’ın tek kızları olan Mihrimah Sultan adına Mimar Sinan tarafından yapılmış bir şaheseredir. Üsküdar’da da yine Mihrimah Sultan adına yapılmış aynı isimli bir cami daha vardır.
Yedinci tepe: Kocamustafapaşa Tepesi
makios-sarnici
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Yahya Kemâl Beyatlı
İstanbul’un son tepesi yani yedinci tepe ise Aksaray semtinden tarihi Bizans surlarına ve Marmara sahiline kadar uzanan bölgedir. Bir üçgeni andıran bu bölgenin içerisinde aynı zamanda üçüncü tepenin merkezi olan Cerrahpaşadaki Arkadius Sütunu’yla, Altı Mermer’in kuzeyindeki Mokios Sarnıcı bulunmaktadır. Osmanlı döneminde, buraya da Haseki Külliyesi ve imareti ile Haseki Sultan Camisi ve Bayrampaşa mescidi yapılmıştır.