23 Eylül 2019

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ.



































































































Bir gün Hz. Ömer (ra) camiye giderken bir biyolojik da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (ra)

- Türk Dilleri, Edebiyatı ve Tarihinin Uluslararası Süreci veya Türk Keneşi Cilt 7/4, Güz 2012, s. 2725-2754, ANKARA-TÜRKİYE MUSTAFA BİN BİLLİ VE İLM-İ FİRİŞSİ İ Ramazan SARIÇİÇEK * ÖZET 16. yüzyılda yaşayan Mustafa bini Ancak firâset, kıyâfet ve benzeri ilimler üzerinde yapılan çalışmalarda hakkında bazı bilgiler. 1 Bizim de bu eserler üzerinde çalışmamız, çalışmaların son aşamalarında olabilir. Her ne kadar eserin başarısı Fahreddin Razi ve Muhyiddin-i Arabî den derlendiği söyleniyor ise eser de firede de ilâve ilmi ondan daha detaylı eser de taranarak hazırlık akademik akademik bir alanda çalışmayı hedefliyor. Sadece Fahreddin Razi ve Muhyiddin-i Arabî değil Hamdullah Hamdi den İbni Sina ya da daha fazlası vardır ilim adamının eserlerinden de kullanılabilir. Bu yönüyle alanda tektir diyebiliriz. Zira bu alanda yazılan eserler topluluğu firâset ilminin uygulaması üzerinedir. Yani bu ilmin temel kıstasları üzerinde durmak yerine sonuçları üzerinde dururlar. Halbuki bu eser bütün olarak firâset üzerine yapılmış derli toplu bir çalışmadır. Diğer eserlerde bilgiler bölük pörçük ve dağınık iken bu eser firâsetle ilgili bilgiler bir akademisyen titizliğiyle derleyip bir araya getirmiştir. Ayrıca eserde mensur olduğu halde Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere çeşitli manzumeler de vardır. Eski Anadolu Türkçesine ait dil malzemeleri. Anahtar Kelimeler: Mustafa bin Bâlî, firâset, kıyâfet, Fahreddin Razi, Muhyiddin-i Arabî, Hamdullah Hamdi. MUSTAFA BİN BİLİ VE İLM-İ FİRİŞET ÖZETİ 16. yüzyılda yaşayan, düz metin olan Mustafa bin Bâlî'nin yaptığı bu çalışma üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Ancak, firâset, fizyomomi ve benzeri bilimler üzerine yapılmış çalışmalar hakkında bazı bilgiler var. 2 Bu çalışma üzerinde yaptığımız çalışma son aşamada geliyor ve öncelikle burada bilim dünyasına sunuldu. * Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Böl. El-mek: ramazansaricicek@gmail.com 1 Ali ÇavuĢoğlu rahibe Kıyafetnameler adlı eserinde bu müellif ve eserinden bahsedilip çeģtli alıntılar da yapılmıģtır. [Ali ÇAVUĞOĞLU (2004); Kıyafet-nameler, Akçağ Yayınları, Ankara] 2 Ali ÇavuĢoğlu'nun Kıyafetnameler isimli eserinde, bu yazar ve eserleri hakkında konuşulmakta ve çeşitli alıntılar yapılmıştır. [Ali ÇAVUĞOĞLU (2004);
2726 Ramazan SARIÇİÇEK Eserin başında Fahreddin Razi ve Muhyiddin-i Arabî'den derlendiği söylenmesine rağmen, firâset bilimi üzerine daha birçok çalışmanın çalışılmasıyla hazırlanan akademik bir çalışmanın niteliği var. Sadece Fahreddin Razi ve Muhyiddin-i Arabî'nin değil, aynı zamanda yazar Hamdullah Hamdi'den İbni Sina'ya kadar birçok bilim adamının eserlerinden de faydalandı. Bu kursla kendi alanında eşsiz olduğunu söyleyebiliriz. Bu alana yazılan eserlerde genellikle faşet biliminin uygulaması üzerindedir. Yani, bu bilimin temel kriteri yerine sonuçlara dikkat ediyorlar. Bununla birlikte, bu çalışma, bir bütün olarak fraset üzerinden yapılan iyi koordine edilmiş bir çalışmadır. Bu çalışma, bir akademisyenin özenli bir biçimde işteyken ve başka bir eserde örgütsüz kalırken firaset hakkındaki bilgileri derler ve toplar. Ayrıca, Arapça, Farsça ve Türkçe gibi çeşitli ayetler dahil olmasına rağmen düz metindir. Dil açısından ise Eski Anadolu Türkçesine ait dilin malzemeleri de yer alıyor. Anahtar Kelimeler: Mustafa bin Bâlî, firâset, fizyomomi, Fahreddin Razi, Muhyiddin-i Arabî, Hamdullah Hamdi. 1. Mustafa bin Bâlî Kimdir? 1a.Hayatı Mustafa bin Bâlî nin hayatı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ne doğum ve ölüm tarihleri, ne de nerelerde kimlerden Sadece eserin telif tarihiinin Zilhicce 963/1556 olması ve Sultan III. Murad a sunulmasından müellifin 16. yüzyılda Ġstanbul da yaģadığı anladım. Kaynaklarda 16. yüzyılda müellifin ad ve sıfatına uygun iki kiģiden bahsedilmektedir. Bunlardan birisi Bâlîzâde Mustafa Efendi ise Ģeyhülislâmdır. Diğeri ise İstanbul'da kadılığı da yapmıģ olan Bâlî Efendi nin Mahdumu Mustafa Efendi dir. ı-bâlîzâde Mustafa Efendi: Bursalı Tahir Efendi Tahir Efendi bu Ģahsın çeģitli eserlerini sayarken Firâset-nâme isimli Türkçe bir eserişte da bahsetmektedir. (OM-I, 289.) Sicilli Osmani de ise; Mustafa Efendi (Bâlî-zâde) İstanbullu pederi ise Hatîb Bâlî Efendi dir. ÇalıĢıp müderris, sonra Galata Mollası; 1058 Rebiülevvel (1648 Mart / Nisan) gerçekten defen Rumeli Kazaskeri; 1062 (1652 Ağustos) Ramazanında Anadolu Kazaskeri; 1063 (1653) Saferinde Şeyhülislâm, yılsonu ġaban'ında azledilmiģ 1073 (1662-3) Cemaziyel-evvelinde de fevt olmuģtur. Ġlm-i fıkıhta mahirdir. (SO: 1308, C.4, 514) ġakayık-ı Nu maniye ve Zeyilleri’nin Bâlîzâde Mustafa Efendi yle ilgili Cemadiyelula1073 / 1662-3 (SO: 1308, C.4, 514) Cilt 7/4, Güz, 2012
Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset i 2727 Kaynaklardaki ikinci kiģi stanbul kadılığı da yapģģ olan Bâlî Efendi nin mahdumu olan Mustafa Efendi dir: ıı. Bâlî Efendi nin mahdumu Mustafa Efendi: Sicilli Osmanî de, Mustafa Efendi nin bâlî Efendinin mahdumu tasarımı; Müderris; Halep, Mısır, Edirne Mollası; 1024/1615 Rebiülevvelinde Ġstanbul Kadısı olup 1026/1617 Saferinde azlolund olduğundan söz ediliyor. Ayrıca Mustafa Efendi 1027/1618 Altında vefat edipinde Muharreminin Eyüp te Defterdar Cami'de gerçekten medfun; ulemanın ileri gelenlerinden, edip, vakur, sabur, mutasaddık, ilimle çok meģgulumuz. (SO 1308: 4, 527) ayakayık ve Zeyilleri nde: Bâlî Efendinin oğlu Mustafa Efendi (d.950-öl. Muharrem 1027/1618) iki defa Süleymaniye medresesi müderrisi oldu, İstanbul kadısı oldu. (ġakaik: II, 620) Ģeklinde bahsedilmektedir. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi nde Şeyhülislâm olan Bâlîzâde Mustafa Efendi den söz aldıken, aslen Kastamonulu istanbul'da doğdu, Bâlî Efendi adında bir mahalle imamının oğlu, bulduğunda künyesini Mustafa b. Bâlî b. Süleyman el-İstanbul’daki Ģeklinde, tahsilini tamamladıktan sonra orada yerde müderrisliğe, Rumeli ve Anadolu’da kazaskerliklerine birkaç defa da Ģeyhülislâmlığına getirildi. Aynı eserde Mustafa Efendi nin 1073/1662 de vefatında, kütüphane kayıtlarında burada izafe edilen Süleymaniye Ktp. Cârullah Efendi, nr. 471 de kaydedilmiş HaĢiye alâ MuhtaĢari'l-Me ânî, HaĢiye ale'l-mutavvel Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1763 ile Ġlm-i Firâset Risalesi adlı eserin ismini ona ona ait olduğunu vurgulanmıģtır. (ĠpĢirli-Kaya 2006: DĠA, 31, 294-295) AnlaĢtığı kadarıyla Bursalı Mehmed Tahir de 1069/1658 de, Sicilli Osmani ve ayakayık zeyillerinde 1073 / 1662-3 de öldüğü ve Ģeyhülislamlık da söylendi, Mustafa bin Bâlî’de DâA’nın bahçesiyle kişti . Zira eserin telif tarihi tarihi ile birlikte yıllara göre Mustafa bin Bâlî nin ölüm tarihi tarihi gerçeklere uymadı. Öyle ki, eser Zilhicce 963 te 1556 da kopya edilmemiş, ġeyhülislâm Bâlîzâde ise 1073/1662 de vefat etmiģtir. Eserini olgun bir yata, yani 30 yaģlarında, telif hakkında düģünürsek, müellif öldüğü 136 yaģında olduğu. Bu da onun dönemine göre hayli uzun bir ömür çokduğunu kabul etmemizi yapacaksınız. Ayrıca Ģeyhülislâm olan Balizade nin eserlerindeki künyesi Mustafâ b. Bâlî b. Süleyman el-istanbûlî dir. Oysa müellifimizin eserindeki künyesi sadece Mustafa bin Bâlî dir. (2b) Bursalı İsmail Belîğ, Güldeste-i Riyâz-ı yrfân ve Vefâyât-ı DâniĢverân-ı Nâdiredân’nın eseriyle Ancak onlar da Şeyhülislâm olan Bâlîzâde ile aynı kiģilerdir. (Belîğ 1998: 355, 356, 404./ Güftî 2001: 136.) Kısaca, kaynaklarda geçen Bâlîzâde Mustafa Şeyhülislâm olan Bâlîzâde dir, müellifimizde. Adı Mustafa bin Bâlî ile aynı yerde olan Bâlî Efendi nin mahdûmu da baģka'da. Çünkü doğum tarihi 950 / 1543-44 tür ve buna göre de eseri 13 yaģında yazdığını kabul etmemiz edildi. Bu da mümkün gözükmeyen. Sonuç olarak; müellifimizin hayatıyla ilgili olarak, kaynaklarda herhangi bir zamanda rastlayamadık. Çıkan sonda da baģta söylediklerimizi tekrar edeceğiz: Mustafa bin Bâlî 16 yy. da Ġstanbul da yaģamıģtır. Doğum ve ölüm tarihi ve kabrinin nerede olduğu bilinmeyen. Bildiğimiz tek eseri ise Sultan III. Murâd adını yazdığı İlm-i Firâset tir. Ayrıca eserinde anlattığına göre, Harezm e kadar kervanla yolculuğu da olmuģtur. (16b) Cilt 7/4, Güz, 2012
2728 Ramazan SARIÇİÇEK 1.b.Edebî Kişiliği Mustafa bin Bâlî, eserinden anlaşıldığı halde, iyi bir edip değil ancak iyi bir akademisyendir. Bu çerçevede baģta eserini hazırlandıģ sebebini, delillerini, yerel ve konunun bölümlerini belirlemiģ ve iģleyiģģ geçmişģtir. Eserini, hem tasfiye eden hem Farabî, Muhyiddin-i Arabî, İbni Sîn gibi, zatların eserlerinden bir şeyler almayı temellendirmi hem de firâsetle ilgili hükümleri, Hamdullah Hamdî nin ünlü Firâset-nâme sinden kılınması kolaylaştığıdır. Konuyla ilgili bölümlerde yer teslimi bu alıntı beyitlerle de eserini hem de daha dikkat çekici yapıcılığı hem de edebiyatla da ilgili olduğu göstermeğe çalıģmıģtır. Hz. Ali nin Sad Kelime adlı sözleri ReĢidüddin Farsça'daki Vatvat çevirisini nasıl manzum alıntılar da onun konuya olan vukufiyetinin göstergesi olmuģtur. Ġyi bir medrese eğitimi görmüģümüzü anlaģılan müellif Kur ve ve hadis ilmine ve diğer Ġslâmî, fıkhî ve tıbbî eserlere ve Arapçanın olduğu Farsçaya da vakıftır. Dili zaman zaman ağırlaģsa da genel bakış sade sayılır. Eserin ba secındaki secili ifadeler belagat ve fesahati bilen Ģair bir ruha sahip oldugu de € eriyor. Dürer-i cevâhir-i hamd ü şe lâ € â € â € â € â € â € â € â € â €-zevâhir-ı âşâ ü sipâs-ı ubûdiyyet-misâs ki kesret üfâfâlâfâlâfâlâfâlâfâfâ â â â â â â â â â â â â âââ fâââââââfâfâfâf-ı halâyık ecnâs u hakâyık gibi gûnâgûn ola, ol âferînende-ı acâyib-nukûģ ettik bedâyi -i Suver celle Celaluhu ettik feyz-bahģende-i âmûzeģ-i ġ arâyib-ı ettik Ulum Sanayi -i zunu iber amme nevâlühu hazretine seza-var u hakîkdür ki, metaâta-ı kudreti güneşi -i bedî -i heykel-i insânı (1b. 4-8) Müellifmizin dili döneminin inşası eski Anadolu Türkçesine ait bir kelime ve eklerin bulunduğu yer mahalli olarak tasarlanmaktadır: bingeş-, boġurtlak, degmede, irk-, tomalıç, kayu, vb. gibi. Ayrıca -dukda / -dükde, -magin / -megin, -madın / medin, -IcAk / -İcEk de kullandığı eklerdendir. Atasözleri ettik deyimleri de maksadını anlatmak Için Kullandığı unsurlardandır: bu ilmden ġ araz u matlûb ahlak-ı zahire ma lum u müģâhed olmadın Ahlak-ı Batina ma rifetine iktidârdur. Yohsa Görinen Köye Ne Kulavuz. (14b.10-12) mizâcı er mizâcı diyü meģhûrdur şirketinde lisân-ı avâmda. (18a.20) yaġmurdan kaçarlar tolıya uġrarlar. (20b.05) Mustafa bin Bâlî zaman zaman okuyucunun yazılanları anlaması için, anlamlarının bilinemeyeceği tahmin ediliyor orada, kelimelerin anlamlarını da vermekte olduğunuz orada Arapçalarınızı, bir dilci titizliğiyle tahlil ederek anlamlandırmaktadır. sayyib ya nî yaġdırıcı (19a.21) neyse neyi ya da biti neyi ya da neyse ya da birebir (n) ya da nihayet uzun olanlarını (19b.11) cübn ü havf ve nabz u nefesi za îf olmak, ya nı yabya solukudur. (32a.07) istirhâ ya nî dediklik (32b.6, 63b.8) nahâ dur, ya nı arka kemikleri ki aña oñurġa dirler anuñ içindeki olan yumşak siñirdür ki Türkçe aña murdâr ilik dirler. (36b.03, 40b.05) Zamm-ı hâkim -bölüm ve yb-nisbet ile yaralandı diyü igne deligine dirler. (16a.10) Bütün bunlar Mustafa bin Bâlî nin ilmî seviyesinin içinde dile dile hakimiyetini gösteriyor. Cilt 7/4, Güz, 2012 11) kübn ü kefe ve nabz ınız varsa, ya nı yabyab soluklanmak. (32a.07) istirhâ ya nî dediklik (32b.6, 63b.8) nahâ dur, ya nı arka kemikleri ki aña oñurġa dirler anuñ içindeki olan yumşak siñirdür ki Türkçe aña murdâr ilik dirler. (36b.03, 40b.05) Zamm-ı hâkim -bölüm ve yb-nisbet ile yaralandı diyü igne deligine dirler. (16a.10) Bütün bunlar Mustafa bin Bâlî nin ilmî seviyesinin içinde dile dile hakimiyetini gösteriyor. Cilt 7/4, Güz, 2012 11) kübn ü kefe ve nabz ınız varsa, ya nı yabyab soluklanmak. (32a.07) istirhâ ya nî dediklik (32b.6, 63b.8) nahâ dur, ya nı arka kemikleri ki aña oñurġa dirler anuñ içindeki olan yumşak siñirdür ki Türkçe aña murdâr ilik dirler. (36b.03, 40b.05) Zamm-ı hâkim -bölüm ve yb-nisbet ile yaralandı diyü igne deligine dirler. (16a.10) Bütün bunlar Mustafa bin Bâlî nin ilmî seviyesinin içinde dile dile hakimiyetini gösteriyor. Cilt 7/4, Güz, 2012
Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset i 2729 1.c.Eseri Mustafa bin Bâlî nin bildiğimiz tek eseri İlm-i Firâset adını eseridir. Eserin tespit edebildiğimiz iki nüshası vardır. Bunların nüsha tavsifleri aģağıdadır: Nüsha Tanıtımı: a) İ Nüshası 3 İstanbul Süleymaniye Ktp. Ġzmirli Ġsmail Hakkı bl.nr: 1926 Yk. 64; str. 20; Bu nüsha nesih hattıyla ve siyah mürekkeple yazılmıģtır. Eserin kimin için telif hakkı hem eserin içinde hem de 1a da belirtiliyor. 1a kırmızı mürekkeple: Sultân Murâd bin Sultân Selinm bin Sultân Süleymân a te lâf olddur. ibaresi yer alıyor. Metin içinde ba ilık niteliğindeki ibareler, dikkat çekmek istenen yerlerin üst tarafları 1b de yer alan; Bâlî Efendi İmâm Fahreddîn Râzî’nin Şeyh Muhyiddîn-i Arabî den İstihrât İtdügi Kitâbdur üşeklinde eseri tarif eder eder nitelikteki ibare de kırmızı mürekkepledir. Müellif eseri kimin için telif hakkı bağlı 3a da da belirtmektedir. Ayrıca İstishab ve Mukabele Kayıtları da var: eshasteshabetehu fî senetehu ihdâ ve selâse mietehu ve elfün - Cezire-i Girîd Fî Muharremü l-harâm yıl 302. Bî-kıymet. İntikal kayıt da var: Sümme intekale bi Ģ s r er r Ģ er s s sil sil sil sil sil sil sil üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb üb N N N N N N N N N N N N N N. Ġstinsah kaydı ise: İstinsahehu l-hakîr Ahmed kâtibân-ı dîvânu hümâyînînİn 15 Zilhicce 242 (12 Nisan 1827) Ayrıca 1a da kitap adı olarak siyah mürekkeple Kıyâfet ü Firâset yazılıdır. Başa Dön: 1b de sayfanın üstü siyah mürekkeple Risâle-i Kıyâset-i Firâset'in altındaki kırmızı mürekkeple ve -urer-i zevâhir-i şükr ü sipâs ’ı yazılıdır. Sonda ise: Temmetü l-kitâb ikişer l-meliki l-vehhâb yazılıdır. 3 Makalede kullanılan varak makinesi Ġ nüshasına göredir. Cilt 7/4, Güz, 2012 1b de sayfanın üstü siyah mürekkeple Risâle-i Kıyâset-i Firâset in altında kırmızı mürekkeple -i zevâhir-i şük ü ü sipâs yazılıdır. Sonda ise: Temmetü l-kitâb ikişer l-meliki l-vehhâb yazılıdır. 3 Makalede kullanılan varak makinesi Ġ nüshasına göredir. Cilt 7/4, Güz, 2012 1b de sayfanın üstü siyah mürekkeple Risâle-i Kıyâset-i Firâset in altında kırmızı mürekkeple -i zevâhir-i şük ü ü sipâs yazılıdır. Sonda ise: Temmetü l-kitâb ikişer l-meliki l-vehhâb yazılıdır. 3 Makalede kullanılan varak makinesi Ġ nüshasına göredir. Cilt 7/4, Güz, 2012
2730 Ramazan SARIÇİÇEK b) N Nüshası: İstanbul Nuruosmaniye Ktp. Nr. 4100 / Yeni kayıt Nu: 3579 / Mikrofilm No: 1934/34 Nk 4100 Yk.65; st.17; Bayta: Dürer-i cevâhir-i hamd ü şitâyiş-ı sa âdet-es â € â € â € â € â € â € Son Son Son ve te z z z z z z z z z kad kad kad kad kad kad kad z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z z li-sene selâsîne ve semneer în ï mi î mi in mi mine mi mine mine mi et et mine mine mine mine mine mine mine mine mine mine mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü Mus Mus Mus Mus Mus ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta ta mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü mü ı. (H. 983-1 Zilhicce / M. 2 Mart 1576 Cuma) Bu nüsha güzel bir talik hattıyladır. Büyük bir nesil de padiģah III. Murad a sunulmak üzere hazırlanmıģ bir nüshadır. Çünkü süslü bir ser-levhası vardır. Sayfa kenarları yaldızla çerçevelenmiģtir. Ayrıca metin siyah mürekkeple yazılırken gerek baģlık olanlar gerekse ayet, hadis ve alıntılar, mavi yaldızlı mürekkeple yazılmıimitır. Satırlarda noktalama iģaretlerine benzer tek ve üç nokta iĢeklinde iģaretler de vardır. Eserin zahriyyesinde Vakf-ı medâr-ı sened. Fâhî yatak odas-s ve s-sultân ult sultân ân sultân ü ult eb ân ü ü ü ult ult Os ult Os Os Os s Os s ir s s s ult ult ult Os Os Os Os Os Os s ult s n s s s ir l-ma ârif ve dürriyyü l-elbâb ebâdîdî el-fakîr el-hâk â € îkâhîâhîm Hanîf el-mukayyes bi ervâhihi el-harameyn-muharremeyn ġufire lehu ibaresi’nde âbâhîâhâhâhâfâhâfâlâfîr. Eser mensurdur, ancak yer Arapça, Farsça ve Türkçe manzumumuz da bulunmaktadır. Bunlardan Türkçe olanların alınması Hamdullah Hamdî nin Kıyâfet-nâme sinden alınmıģtır. Ayrıca müstensih nüshayı yazarken bazı bölümleri atlamışte sonradan varak kenarlarına yazarak eksikleri telafi etmiģtir. Nüshada yer yer varak kenarlarına sunulurmi tamamlayıcı ve açıklayıcı bilgiler de vardır. Eserin Adı: Eserin adı N nüshasında yazılmamıģtır. Risâle-i Kıyâset-i Firâset yazısının olduğu gibi farklı kalemle ve sonradan planğı anladım. Giden eserin adı müellif tarafından belirtilmemişti. Eserin Yazılı Şebebi: Müellif eserinin yazılıģ sebebini baģ sayesinde açıklar. Buna göre; Müellif önce firaset ilminin gerekliliği ve önceki türkçe firaset kitaplarının teferruatlı olmaları bahsederek kendimizin hem Fahr-i Razi hem de Muhyiddin-i Arabî nin eserlerinden iktibas ve ba fazka faziletli ki esin'in inancına bağlı manzum eserini tazmin eden bir eser yazmak istediğimi söylüyor. Ardından da eserini Sultan III. Murad a ithaf ediyor. Eserin Konusu: Eserin konusu, diğer firâset kitaplarından farklıdır. Zira diğer firâset yazılımı firâset ilminin bir bağlantısını içerebilirken Mustafa bin Bâlî nin eseri firâset ilmini anlatan bir eserdir. Eser, firâsetin tarifinden, faziletinden, kısımlarından firâset ehlinin bilmesi gerekir Ģeylerden, bu ilme yakın ilimlerden, firâsetin yollarından bahseder. Ayrıca firâset ilminin açıklanması için gerekli bilgileri açıklayın: mizaçlar, azalar, cinsiyet ve orada, insanın gençliği, yetiğinlik, olgunluk ve yaşlanma dönemlerini, soya-sopu, zenginlik-fakirliği, kavimler ve dili, yaģanılan memleketler ve insanlıklarınıir. Cilt 7/4, Güz, 2012
Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset ben 2731 2. Mustafa bin Bâlî ve Firâset İlmi Firâset, lgatede keşme, anlayışlılık, çabuk seziş, ileri görüşlülük anlamlarına bakınız. (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116; Devellioğlu 1980). Macdonald a göre ise genel anlamı nüfuz-ı nazar dır. Kadı ve idare âmirlerinin karģılaģtıkları hal ve hadiseler üzerinde hüküm vermelerinden bahsedilirken bu anlamıyla kullanılır; dar manada fizyonomi eski Arap ıstılahı ile ilm-i kıyafetler; tasavvufta ise Allah'ın evliyaya ihsan edilen keģif hasleti (ĠA) anlamlarına gelir. Kavram olarak bir kimsenin resmi göründüğü için açıklanacak ve konu hakkında tahminde bulunacağını açıkla ve açıklamayı dilediğin hakkında daha fazla dilde açıklık ve duyu organlarıyla bilinemeyen, ancak sezgi yoluyla ulaģılan tüm bilgi alanlarını burada (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116). Süleyman Uludağ KuĢeyri Risalesi nde Firâset konusunun dipnotunda firâset için Bakmak, nazar etmek, sezmek, istidlâl etmek, içeri doğmak diye tarif eder. Kaynaklk kaynaklarda firâset kelimesi ve ilham ’ı manasında kullanıldı, ilham’ ı ve â € sayesinde sayesinde nadir nadir hal hal hal kim kim kim bazı bazı kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kim kimģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģģ ,ģģģ,,,,,,,,,, (KuĢeyri Risalesi 1991: 391) Ebu Abdurrahman es-sülemî firâset kalbin, Hakk'da nuruyla görmesi içindir. Kalp ile nur ile mugayyebâtı görür. Ancak iman derecelerinde ileri giden kimselerin firâseti doğrudur der. (Sülemî 1981: 30) Abdürrezzak Tasavvuf Sözlüğü nde Bilinmiyor hükmü sezmek, ba birka bir ifadeyle, bilinmeyen Ģeyi idrâk. Firâset akıl ve düģünce değil, kalp bilgisini, hikmet ve basîretten doğar. Böylelikle sahibi, idrâk edilemeyen çeyleri akıl gücü ve istidlal yoluyla değil, sırrı yoluyla bedihi olarak idrâk eder. demektedir. (Kâşânî 2004: 432) Bazı mutasavvıflar ise firâseti liderliğindeki kaynaklardan sayarlar. İlk kaynak vahydir, ikincisi ilham, üçüncüsü firâsettir. Firâset ise bir ılimdir ki, âsâr-ı tefer limanında guyûbdan / mekģûf olur. Bu ilim evliyâ ile havas-ı mü minîn arasında müģterektir. Nitekim, ittekde firâsete l-mü mini fe-innehu yenzuru û i û û â â â â â â â â â â de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de de yani yani yani yani yani er yani yani yani yani yani Mü Mü Mü Muhakkak ki o, Allah'ın nuruyla bakar, buyurulur. İlelham ile firâset arasındaki fark budur ki, firâsette um -r-ı gaybiyyenin keģfi, âsâr-ı sûretin teferboard ile olur; ilhâmda ise âsâr-ı sûretin teferberg'in sebeplerini bilmiyor. Vahy ile ilhâm arasındaki fark dahi budur ki, ilhâm vahye tâbi dir; vahy ilhâma tâbi değildir. Yani evliyaya ilham, mütâbeat-ı Resû vasıtasıylaşte olur olur. (Konuk 1987: 84-85) Bedr-i Dilşad da firâset i nübüvvetin bir cüzü olarak tarif edildi: Firâset ho cüzv-i nubevvetdürür Ki onu işte düşündüğüm kuvvetdürür (Ceyhan 1997: C. II, 878) Araplar arasında kıyâfet anlamında (ġa) kullanılan firâset kavramını Şaban-ı Sivrihisârî'de zeyreklik, yani zeki ve anlayışı olmak (Bozkurt: 2008,165) diye tarif eder. Taşköprizâde de ilimleri tasnifini yapıyorlar Mevzuatü l-ulâm da firâseti, orada zahiri halinden, yani renginden ve azalarının Ģeklinden deliller getirerek; kısaca dıģ görünüģmeleri batıni ahlâklarına deliller getirmek olarak tarif eder. (Taşköprizâde 1313: CI,
2732 Ramazan SARIÇİÇEK Okunur an madalya â € â € Ana Ana Ana Ana Ana Ana dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat dikkat Ana Ana Ana Ana haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf haf nice nice nice 1996 Ġnsanın görünümü çok anlamlar taģır. Ġnsanın gizlilikleri dıģ görünüģünden çözülecektir. Zira insanda uygun olmayan hiçbirşey rastlanmaz. Mustafa bin Bâlî, Ferese s-sebu u 4 e â â € â € ™ den 4 sözm âm Râgıb-ı Ġsfahânî den naklederek firâset’i ifade ediyor. 5 (4a) KuĢeyrî (376 / 986-412 / 1021) de firâsetin arslanın boğazından yakalayıp takip ederek av kökünden gelmesini yapıyor. (KuĢeyri Risalesi: 1991, 393) Zira firâset, av olarak bilgisayarda bir Ģeyi istediğinizde bir yolla avlamaktan ibarettir. Istılahta ise, insanın dış görünüşünü hareketle iç dünyası hakkında çıkarımlarda bulunmaya denir. (4a) Mustafa bin Bâlî eserinde firâset ehlinin kitabını anlatıyor: 1-Firâset ehli bir Ģeyi tanımak için istidlal yani delil getirme, yani müessirden esere ve eserden müessire, veya bir eserden baģka bir esere delil ettirme yolunu; 2-Ayrıca, firâset ilminde batınî ahlâka delil getirme, insanın mizacı gibi bir sebeple olabilirdiği gibi illetlerinin bir olmasından sonra da illetten başkaine delil getirme olabileceği; 3-Asıl mizacı oluģturan batıni hulk terkibini; her biri unet-i maddiyye, illet-i suriyye, illet-i failiyye ve illet-i gâiyyeyi; 4-Ġnsan bedenini oluþturanda dört hilt diye tabir edilen kan, safra, balgam ve sevdâ ile dört temel olan yedik, su ve topraktan ibaret edildi; 5-İNAN bedeninin mizaçlar ve kuvvelerden oluģtuğunu; 6-Bunların da mutedil bir oranda olmasının sıhhat, olmamasının hastalık oldu; 7-Altı tabiî nedenleri veya altı zaruri Ģey diye adlandırılan hava ve yiyecekler, uyku ve uyanıklık, hareket ve hareketsizlik, kusma ve boğaltım ve bunlardan oluģacak hulkları; 8-Aslı gıdaların hangi hulku netice vereceğini; onu görmek ne tür bir ahlâk iktiza kullanıyor; cinslerin ve derilerin dış görünüşleri, olanlar olan ahlâkı; 9-Ġnsanın zâhirî fiillerinden bir baģka batının ahlâkıyla hüküm verme iģlerini; bilmelidir. Ancak o zaman ahlâkı bilebiliriz ehl-i firâset olabilir. (Dördüncü Fasl: 13b) 4 Ferese: saldırdı / es-sebu u: Yırtıcı hayvan / eģ-ģâte: Koyuna // Ġbarenin anlamı ise: Yırtıcı hayvan koyuna saldırdı. Koyunun yırtıcı avlayıcılığı firâseti / Yırtıcı hayvanın koyunu kapmasıdır. 5 Ebü l-kâsım Hüseyn b. Muhammed (Râgıb-ı Isfahânî) (öl.h.502). Bu bilgi Isfahanî nin el-müfredât isimli eserinde bulunduğunu. (el-müfredât fî garîbi l-kur ân, http://www.shamile.com) (Fahrü d-dîn Muhammed b. Ömer er-râzî eģġâfi â; Mefâtihü l-gayb Madeni l-kur'â Kerîm, Dârü l-kütübü l-mlmiyye yay. Beyrut 2000, 1. bs., C.2.191. Bakara / 2: 30 http://www.shamile.com) Ayrıca, bak. Fahruddin Er-Râzi (2008), Tefsir-i Kebir Mefâtihu l-gayb, Akçağ Yayınları: C. 2 / 319-327, Bakara / 2: 30. Cilt 7/4, Güz, 2012 Dârü l-kütübü l-İlmiyye yay. Beyrut 2000, 1. bs., C.2.191. Bakara / 2: 30 http://www.shamile.com) Ayrıca, bak. Fahruddin Er-Râzi (2008), Tefsir-i Kebir Mefâtihu l-gayb, Akçağ Yayınları: C. 2 / 319-327, Bakara / 2: 30. Cilt 7/4, Güz, 2012 Dârü l-kütübü l-İlmiyye yay. Beyrut 2000, 1. bs., C.2.191. Bakara / 2: 30 http://www.shamile.com) Ayrıca, bak. Fahruddin Er-Râzi (2008), Tefsir-i Kebir Mefâtihu l-gayb, Akçağ Yayınları: C. 2 / 319-327, Bakara / 2: 30. Cilt 7/4, Güz, 2012
Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset i 2733 2.1.Firâset İlminin Delilleri 2.1.1.Kur an-ı Kerîm den Deliller İslam anlayışı ilmin kaynağındaki kutsiyet onu zamanın arz etmeni: Kitap ve Sünnet. Bu iki kutsişte beslenmeyen ilmin hakkaniyetinde Ģüphe oluģur. Bunun için firâset ilminin de ayet ve hadisle desteklenmesi bu sebep gereğidir. 6 Bu ilim için tasarlanmış ayetler ise, önceki firâset eserinde ortaktır. Mustafa bin Bâlî de hemen hemen aynı ayetlerden yola çıkmıģtır. Bu ayetler asıllardır: Birincisi, müellif olanlar, cennet ve cehennem ehli arasında surun a râfında, yani Allah'ın peygamberler'de, şehitler, hayırlı müminler, âlimler veyahut insan kedincileri melekler gibi, derecelerini yücelttiği bir bahtiyar kimseler bunlar. Onlar, Allah içeriğini bildirdiği onlardaki alametlerden, cennet ve cehennemliklerin onu birisini bilirler. O alamet ise yüz aklığı ve yüz karalığıdır. Bununla birlikte, bilmesi ya ilham ya da melekleri öğretmek için Ģeklinde anlamlandırılan A râf suresinin 46. 7 ayet-i kerimesidir. Ġkinci delil olan A râftakiler, simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve orada derler mealinde A râf suresi 48. ayeti de önceki ayet (A râf / 7: 46) orada. Üçüncü ayet ise İnne fî zâ lâi lât-mütevessimîn yani lâtî lâyetine göre, şüphesiz bunda düşünüp görülebilir kimseler için ibretler vardır, (Hicr / 15: 75) ayet-i kerimesidir. Burada müfessir burada geçen mütevessimîn i müteferrisîn olarak tefsir etmiģlerdir. Yani kastedilen anlam görüşlerinde isabet edenlerdir. Bunlar derine inerler ve eģyanın hakikatini iģaretlerinden bilirler, yani firâset yerlerler. Dördüncü ayet-i kerime sen yüzlerini tanırdın mı diyor. Andolsun, sen onları, konuşma tarzlarından da tanırdın. (Muhammed / 47: 30) ayet-i kerimesidir. Beşinci ayet-i kerime ise Fetih suresinde geçenlerde secde eseri olan alametleri yüzlerindedir (Fetih / 48: 29) ayetidir. (5a) Diğer firâset kitaplarında iken Senede yüzlerce tanırdın. (Bakara / 2: 273) (Taşköprizâde); Suçlular simalarından tanlanır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar (Rahmân / 55: 41) ayetleri de getirilen deliller arasındadır. (Yerdelen 1988: 48) 2.1.2.Sünnetten Deliller Sizden önceki ümmetlerde muhaddesler, ilhama mazhar olanlar vardı. Onlar peygamber olmadıkları halde hakkı dile getiriyorlerlerdi. Eğer ümmetimde bunlardan biri varsa o da Ömerdir. (Canan: C.12, 453, 4392 numaralı hadis) (Câmiüssagîr ġerhi: C.II, 142, Hucvirî 1982: 158) (5b) Yine Hz. Ömer hakkında Câmiü s-sagîr ġerhi nde Hz. Peygamber Hak Ömer'te diliyle konuģur hadisi de rivayet edilir. (Hucvirî 1982: 158) (Canan: C.12, 453) Mü minin firâsetinden korkun. Muhakkak ki o, Allah nuruyla içeri bakar. (Tirmizî, Tefsîrü l-kur ân, 16.) (Arık 2005) 6 Her ne kadar Lokman suresinin 34. ayetinde mugayyebât-ı hamse denilen be Allah hususun Allah tan baģkası bilinen bilinemeyeceği; Allah’ın gayreti, haddini de gaybın’ın içindedir, gaybı O ndan başkası bilmez buyrulmu dilersa da Allah dilerse ilham ve diğer meseleyi, ister Müslüman olsun ister olmasın bir kuluna bildirebilir. Ġslâm tarihinde ise sahabelerin ve eşcinsel-i Müslimlerin de bu nevi Ģeyleri nadir hallerde bile saflaĢıkları daireleri vardır. (bak. KuĢeyrî: 1991, 391-392 deki dipnot.) 7 Ġkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur, A râf üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerinlerini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, Selâm olsun! diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemiģlerdir, ama bunu ummaktadırlar. (Bir kitap: 7/46) Cilt 7/4, Güz, 2012
2734 Ramazan SARIÇİÇEK Tüm kumrallar mel İndur. (Bozkurt 2008: 169; Sivrihisârî: 7b) Utlûbü l-havâyice’nde gerçekten de lâ € û û û (((((S S S S S S S S S S S S S S S S S S S S S S 48 48 48 48 48 (48b) Ediniz. (Yerdelen 1988: 48) 2.1.3.Sahabeden deliller 8 KuĢeyrî Risalesi nde Hz. Osman la ilgili olarak Enes b. Mâlik (ra) ınşöyle dediği rivayet edilir: Hz. Osman b. Affan (ra) 'da yanına gittim. Yolda giderken gösterenüm bir resimde güzelliğini düģündüm. Bunun üzerine Hz. Osman (ra): Ġçinizden biriniz gözlerinden zina alâmetleri zuhur ede ede, beni ziyaretedi, dedi. Kendisine: Resulüllah (sa) tan sonra vahy ile mi karģılaģıyorum? Diye sordum, fakat buna tabsıra, bürhan ve sadık firâset, derler diye cevap verdi. (KuĢeyrî 1991: 401) Yine Hz. Ömer’de âyetlerin getirdiği hükümleri bu âyetler inmeden önce bilmesini de firâsetin meģruluğuna delil saymıģlardır. (Arık 2005) (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 117) 2.1.4.Aklî Deliller Ġnsanların içlerinde iyileri de vardı kötüleri de. Bunlar toplumun içinde karıģık bir vaziyettedirler. Kötüleri ise onu zaman zamana geliştiriyor. Çevrede Ģerrinden korunmak gerekir. Mükemmel kusursuzlar, yazdıklarında eserlerde, belirgin insanlardan, dış görünümde hareketle, öldürücü yılandan sakınıldığı gibi sakınılması üzerine tavsiyesinde içeriler. Madem bu sanatla yapabilir yaratılıģları hakkında bilgi sahibi olunabiliniyor, öyleyse bunu öğrenip ümerlerinden korunuyor, toplumun en büyük yarar olacak. Riyazet ehli de kendi aralarında, katır ve e gibiek gibi bazı insanlar için kuaförlerin iyi kuaförlerin iyi ve kötü durumdaki özelliklerinden kendi güzel ve çirkin davranı istlarına istidlal ederler. Dört ayaklı ve vahģi hayvanlar hakkında bu Ģekilde bir durumlilik söz konusu ne olursa olsun eģref-i mahlûkat olan insan hakkında geçerliliğinin daha iyi bir Ģekilde olacağı açıktır. Bu ilmin usulü ise başka bir dilde olduğu yerde olduğu gibi tarihsel tecrübelere dayanır. Nitekim ba tıpta tıp ilmi olmakta olduğu yerde ilimde de durum böyledir. Onlar da tecrübeye dayanmaktadırlar. Temizleme bu ilim temizleme olumsuz eleģtiriler tıp ilmi için de yapılmıģcaktır. Yine de bir firmanın, muhaliflerin, kavrama üstünlüğü ve inceliği, fikir saflığı ve keskin nazardan ibaret olduğu söyleniyor. (6a) Kısaca yarat, onu yaratığa açtı, bir elbise giydirmişti. Birbirinin hem benzeri hem de başkası olan bu varlıkları, her yönüyle tanıtabilecek birtakım nitelikleri içerir. Ġnsanın, bu niteliklerden hareket ederek, sonuçlara ulaģması mümkün oluyor. Âşbu budada firâset, bağlamların, insanlarda, çevrede olanları ve suretlerindeki izlerden, iģaretlerden hareketle birtakım sonuçlara ulasmak amaç edinen ya da nefsî terbiye ve ulasırlık ruhuna güçten ibaret bir bilim dalıdır. (ÇavuĢoğlu 2004: 23) 2.2. Firaset İlminin Bölümleri Mutasavvıflar ilmin temizlemek açıklarken üçe ayırırlar; birincisi vahiy, ikincisi ilham üçüncüsü ise firâset tir. (Konuk 1987: 84-85) 8 böyle bir baģlık Mustafa bin Bâlî de yoktur. Ancak genel olarak ilm-i firâsetten bahseden eserlerde sahabenin de bu konudaki sözleri nakledilir. Biz de bu noktaya iģaret etmek için bu eklemeyi yapmış. Cilt 7/4,
Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset i 2735 a) Ayet-i kerime bizzat vahy olup hakkında Ģüphe olmaz. Hadis-i Şerif de, Necm sur'daki O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Necm / 53: 3) hükmü gereği, vahiyen ve hakkında herhangi bir Ģüphebe olamaz. b) Ġkincisi olan ilham evliyaya mahsustur. Çünkü gayb âleminden Allah’ın seçkin evkinyanın kalplerine attığı yerde sahih ve sabit bir ilim var Cenab-ı Hakk’da Hâdî’de isminden geldiği için içeride tesiri olmaz. Mutasavvıflar buna hâkim-ı hakkânî derler. c) Üçüncüsü ise firâset yani evliya ve havass-ı müminler arasında ortaktır. Gaybi i surler suretlerdeki iģaretlerden teferrüs etmekle elde edilir. (Konuk 1987: 85) Necmüddin Kübrâ, firâseti rıza makamının bir neticesi olarak görür. Kiştinin nefsini öldürüp onun rızasından vazgeçip Hakk'ın rızasına teslim olmasıyla Ölü iken kalbini diriltip, kimsenin durumu, karanlıklar içinde kalıp bir türlü çıkamayan kimsenin durumu, karanlıklar içinde kalıpları vardır. (en am / 6: 122) eder Ģeklinde yorumlar. Buna göre firâset-i akliye, ke diyfiyye ve ilahiyye diyerek bunda yanılma ihtimalinin söz konusu olduğu durumda. Ayrıca firâset sahiplerini, imar daan, iman, velayet, nübüvvet ve risalet olarak dört tabakaya ayırır. 1-Gman; genel olarak bütün müminlerin halidir. Ağacın çiçeğine benzer. 2-Velayet; seçkin müminlerin sıfatıdır. Bu mertebeye ihsan mertebesi de denir. Ağacın meyvesi vardır. 3-nübüvvetinin; Seçkinlerin seçkininin mertebesidir. Meyvenin özü vardır. 4-Risalet ise özün özü içindir. Birinci ve ikinci mertebe çalıģarak elde edilirken oğul ikisi de Allah vergisidir. (N.Kübra 1980: 68-69) Ebu Abdurrahman es-sülemî, firâseti üçe ayırır: I-İlkinin, müģahedede firâset, firâsetin en aģağısı; II-Ġkincisinin; gaybdan haber verme olup, firâsetin ortası. III-Üçüncüsünün ise gabya hükmetme yani firâsetin ve ümmet içindekiler, sıddîk-i Ekber e (ra) nasip oldu dediler. (Sülemî, 1981: 30) Her ne kadar eskiden eserlerde firâset, farklı Ģekillerde bölümlenmişilse de firâsetnâmelerde iki ana bölüme ayrılır: 1-ġ firâset ve 2-Hükmî firâset. Muhyiddîn-i Arabî de firâseti firâset-i â € îve firâset-ı hükmî olarak ikiye ayrmıģtır. (6b) (Konuk 1992: 215) 2.2.1. Şer î Firâset Hüseyin Vâle (860 / 1456-910 / 1504-5) Ahlâk-ı Muhsinî sinin tercümesi olan Osmanzâde Tâ ib (ö.1136 / 1724) Ahlâk-ı Ahmedî sinin 34. Bâbı firâset bahsidir. Burada; Firâset-i â € â € andan ibâretdür ki vâsıtâ-ı tezkiye-i nefs ve tezkiye-i gönül bitti-hüzâb-ı gaflet ayn-ı basîretden ref ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı g ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı l ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı tıklatın. Tâ ki tevcîh-i nazar bunu yaptım ahbâle bâdî-ı tahrîl-ı vuûu eyley âr eyleye emrde. (Ahlâk-ı Ahmedî 1256: 72) denir: Yani, bu firâset nefsin terbiyesi ve kalbin içindekileri gaflet perdesinin basiretin önden kalkması sonunda yakının derecesinde bir görüş husule gelmesiyle olu biran bir ilimdir. ÇalıĢmayla elde edilmez, Allah vergisidir. Ayrıca firâset karģşte nefsin ve aklın Ģek ve Ģüpheye düģmesi orada. (KuĢeyrî 1991: 393.) Kâşânî de Cilt 7/4, Güz, 2012 Tâ ki tevcîh-i nazar bunu yaptım ahbâle bâdî-ı tahrîl-ı vuûu eyley âr eyleye emrde. (Ahlâk-ı Ahmedî 1256: 72) denir: Yani, bu firâset nefsin terbiyesi ve kalbin içindekileri gaflet perdesinin basiretin önden kalkması sonunda yakının derecesinde bir görüş husule gelmesiyle olu biran bir ilimdir. ÇalıĢmayla elde edilmez, Allah vergisidir. Ayrıca firâset karģşte nefsin ve aklın Ģek ve Ģüpheye düģmesi orada. (KuĢeyrî 1991: 393.) Kâşânî de Cilt 7/4, Güz, 2012 Tâ ki tevcîh-i nazar bunu yaptım ahbâle bâdî-ı tahrîl-ı vuûu eyley âr eyleye emrde. (Ahlâk-ı Ahmedî 1256: 72) denir: Yani, bu firâset nefsin terbiyesi ve kalbin içindekileri gaflet perdesinin basiretin önden kalkması sonunda yakının derecesinde bir görüş husule gelmesiyle olu biran bir ilimdir. ÇalıĢmayla elde edilmez, Allah vergisidir. Ayrıca firâset karģşte nefsin ve aklın Ģek ve Ģüpheye düģmesi orada. (KuĢeyrî 1991: 393.) Kâşânî de Cilt 7/4, Güz, 2012
2736 Ramazan SARIÇİÇEK firâseti tarifesi firâset sahibinin idrak edilemeyen Ģeyleri akıl gücüyle veya istidlal yoluyla değil, sırrı çevresindeki bedihi olarak idrak yapılması söylendi. (Kâşânî 2004: 433) Peygamberlerin ve velilerin firâsetidir. Çalıştırmakla elde edilmez. Allah vergisidir. Bu firâsetle elde edilen bilgiler hata ve yanlıģtan uzak kesin doğrudurlar. Konu eserde Ģöyle anlatılmaktadır: ġer î firâset odur ki; firâset içeriği bir kiģiye basiret gözüyle baktıkları zaman dilimi ahlâk ve tavırlarındaki gizli açık her şeye ayan beyan görürler. Bunlar kiģilerin dģģ görünüģlerine ve emarelerine iltifat ettikler. Bu yönden, firâset seçkin peygamberlerin firâseti ve müslüman velilerin de kiyâsetidir. Bu firâset tan yerinin ağarması gibi hatalardan arı ve kesin doğrudur. Bu firâsetin, günün aydınlığı gibi hatalardan uzaklığı açıktır. Ayrıca bu firâset insanın sonradan öğrenebileceği bir Ģeyseniz; Allah vergisidir. (7a) Bu sırada geçen firâsetin delilleri arasında zikredilen Hz. Ömer ve Hz. Osman hakkında anlatılanlar ġer î Firâset için verilebilir örneklerdendir. (10b-11a) Ayrıca Hz. Ali için de benzer öğeleri vardır. Âmam ġafi î ile âmam âmam Muhammed arasında geçen olay ise en meģhurlarındandır. Buna göre; Ġmam ġafi î ve Ġmam Muhammed ġeybani bir gün Mescid-i Beytü l-haram da otururken bir Ģahsa nazar ederler. Bir miktar baktıktan sonra mammam Muhammed Firâsetime göre bu adam neccar (marangoz) olması der. Âmam ââîî de biraz nazar ettikten sonra Benim zannımca bu adam haddad (demirci) olacak der. Ġki sağlam nazar konusunda muhalefet edince söz konusu adamı çağırarak sorarlar. Adam da önce haddadlık yaptığını yaptım ise marangozlukla uğraģtığını söyler. (11b-12a) Ayrıca Mevlana Lutfi hakkında da dikkat çeken bir olay anlatılır: Mevlana Lütfi Bursa üşehrinde müderrisken o memleketin eski bir âdeti gereği yaz mevsiminde serin hava için yaylaya çıkarlar. Bir gün onun kenarı cennet gibi olan bahçeleri ve akan nehirleri seyretmek için dostlarıyla sohbet sohbet ederler. Bu sırada köylü bir adam tarafından. Heybesini boynuna asmıģ ağır ağır nehir kenarı sürdüğü atını sulayıp üzerine binmeye hazırlanırken Mevlânâ bir saat düģündükten sonra etrafındaki dostlarına, o Ģahsın Ġnegöl kasabiliyor; hayvanını kaybetmiģ onu sormaya geldiğini söyler. Yine bir saat düģündükten sonra adının da Sevündük'te oldu, bir miktar düģündükten sonra da heybesinin içinde yarım ekmek, bir parça peynir ve üç tane de oldugunu söylediler. Meclistekiler bu kiģiyi tanımadığı halde Mevlana nın bu Ģekilde hükümler vermesini ĢaĢırırlar ve insanları arıyorup sorduklarında, adam Ġnegöl deniyor, hayvanını kaybettiğini onu aramaya geldiğini, adının da Sevünüğünü söylediler. Heybesinin azığını sorunca da, fukara azığı diyerek yarım ekmek, bir parça peynir ve üç balayı soğanı çıkarır. (12a-b) 2.2.2.Hükmî Firâset Hükmî firâset Ģer î firâsetten ayrı ayrı veya tecrübeyle ve çalıģmayla elde edilen ve baģkasına da firilebilen firâsettir. Bu anlayışı İSLAM âlemine Ġslâm öncesi kültürlerden geçmişģtir. Aristo ya malların seçimi Yuhanna b. Bıtrîk dilinde Arapça ya da tercüme edildi Kitâbü s-siyâse fî Tedbîri r-riyâse (Sırru l-esrâr) apokrif (hedef belirsiz) eser Ġslâm tarihiundaki bu tür firâset anlayışıģģ geni geniştir. (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116) Mustafa bin Bâlî de eserinde hükmî firâseti kiģinin zahirî hallerinden; onun gizli ahlâkından görmediği, ahlak ve sıfatları hakkında görüşlerini açıklayan ve kiyaset ölçüleri çıkarken çıkıplarda bulunup hükmetmesidir, diye tarif ediyor. Bu ilmi eğitimli ve kitaplardan araştırarak yönlendiriliyor. Müellif bu eserini bu halde kaleme almıģtır. Cilt 7/4, Güz, 2012
Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset i 2737'de birlikte hükmî firâset orada verilen hükümler zann-ı gâlip orada olup kesinleşmiştir. Hâlbuki Ģer î firâsette hükümler ilhamla yani kuvve-i kudsiyye ile verilebilir ve Allah vergisi olduğu için Ģüphesizdir, kesindir. Ehl-i firâset bazen bazen firâset-i Ģer iyye gibi kuvve-i kudsiyye ile bazen de firâset-i hükmiye gibi delil ve hallerle hükmeder. (13a) 2.3. Firasete Yakın Olan İlimler Firması’nın âve î ve hükmî olmak üzere ikiye ayrılır. Ayrıca hükmî firâset de kendi aralarında bölümlere ayrılır. Bunlardan ilki ilm-i kıyafettir. 2.3.1.İlm-i Kıyafet Arapça kavf kökünden türeyen kıyâfet kelimesi iz sürüp gitmek, takip etmek, peşi sıra gidişte gelir. Kelimenin Türkçe'de ve Farsça'da olduğu kılık kıyafetleri, elbise, şekil, görünüş mânaları da vardır. Eskiden Arabistan da yerdeki ayak izlerine bağlı izleyici adayı hakkında kesin tesbitlerde bulundu, kiģiler arasındaki benzerliklerden, etrafa ayak benzerliklerinden akrabalık derecesini belirleyerek çalıģan kimselere kâif denmekteydi. Ġlm-i kıyafetler zamanla bir bilim kıyılarında geliģmiģtir. Kimseye de kâyif veya kıyâfet-şinâs denilmiģtir. Arapça'da firâset kelimesi de iz sürmek, birinin arkasından gidip gelip geleceği Arap âlim ve edipleri kıyafetler yerine daha çok fırâset kelimesini kullanmıyorum. Halbuki bilim dalı olarak kıyafetler firâsetten daha dar bir alanlardaki. (Mengi 2002: Kıyâfetnâme, DĠA, C. 25, 513) Nev î ye göre kıyâfet, insanın uzuvlarının durumlarından, renginden, dıģ görünüģünden hareketle, onun hakkında iyiliği veya kötülüğüne dair bir takım hükümlerde bulunmaktır. (Unan 2000: 257-266) Tansköprizâde ise kıyafetler nesep, doğumlar ve diğer yerlerde iki kişi bütün organlardaki benzer ve bölgesellardan istidlalde bulunmadığını söylediler. Bu ilim Araplardan Benî Müdlic kabilesine mahsustur ve eğitimle öğrenilmez. Bu ilmin hikmetinin peygamber soyunun güvenliği için olmasını inanıyoruz. Bazılarını göreyse bu ilim Arapların dillerini korumaları için nasıl verilmişti. Soyundan kötülüklerden ve fesattan korunmuģ olacağı söylenir. (Taşköprizâde 1313: CI, 379-380) Mustafa bin Bâlî Ġlm-i kıyafeti Kıyafet-ı Bey ve Kıyafet-ı Ġsr diye yapıldı ikiye ayırır. 2.3.1.1. Kıyafet-i Beşer Bu ilimle kâyif olan kimseyi sadece insanın derisine göre nesebinin asaletini anlayıp bazılarının ecdadının karakterleri hakkında hüküm verip neseplerinin sahih olduğu kesin olarak yapıldı. Neseplerinden edilençhehe âdet edilmiş olanlar sadece derneği orada, kimseyi tanımadığı halde, anne ve babalarını, anne ve babalarını orada da çocuklarını kesin bir ekilleri tayin edebilirler. KĢte kâyif olan kimsenin, orada sadece derisine ve diğer azalarına göre hüküm vermelerine kıyafetler-ı beģer adı verdiler. Aslında bu sanatın sırrı tıp ilminde vardır. Zira evlat ile ebeveynler arasında münasebet ve benzerlik nedeniyle burada evlat babasının sırrıdır mazmununu herkes bilir. Ancak bazen benzerlik zahiri yönlerde olur ilk bakıģta herkes de görür. Bazen de benzerlik gizli yönlerde olur. (15a) Bu ilmin Araplar arasında Kinane den, meziyetli kabile olan Müdlic kabilesine mahsus olduğu ve babadan oğula geçtiği ve nesep tespitinde bu kabilenin güvenilir olduğu söyleniyor. Eski büyük fıkıh âlekte olması nesep tashihinde o kabileye itimat etme konusunda ittifak etmiģlerdir. Çünkü bu kabile bu sanatın tamamı inceliklerine vakıf olduklarını göstermiģlerdir. Hatta bununla ilgili olarak Peygamber Efendimizin adı geçen kabileden Mücezziz adlı kayife Hazret-i Cilt 7/4, Güz, 2012
2738 Ramazan SARIÇİÇEK Zeyd in nesebini doğrulatması anlatılır: Adı geçen kabilenin meģhur kayiflerinden Mücezziz bir gün peygamberimizin huzuruna çıkar. Peygamberimiz onu hemen Hazret-i Üsame ve babası Zeyd'de yanına götürür. Her ikisi de bir örtü altında uyumakta ve dıģarıda sadece ayakları görünmektedir. Mücezziz bakmaz bu ayaklar birbirindendir der. Yani Zeyd (ra) ve Üsame (ra) baba-oğul olduklarını söyler. Mazhar olur Peygamberimizin bir sürü iltifatına ve ihsanına olur. 9 (15a) 2.3.1.2.Kıyafet-i İsr Kıyafet-i isr için TaĢkörpizade ilm-i kıyafetleri dahi derler diyor. Bu ilim ayak ve tırnak izleri üzerinedir. Bu ilmi bilmenin çok faydası var: Kaçan esir ve köleleri, kaybolan çocuk ve ağaçları arayışı bulmada, av hayvanlarını ve düģmanı takip etmede faydası ortadadır. Bu ilimde görme, hayal gücü ve hafıza gücü. Hatta bu ilmi bilenler ayak izinin yaģlıya mı gence mi ait oldunuz da bilirler. (Taşköprizâde 1313: C. I, 379-381) Kıyafet-i isr, büyük ve küçükbaça hayvanların ayağı, tırnak ve pençelerinin ve uzun ayak izlerinin eserleri ve ekilekilleri üzerinedir. Kıyafet ehli bu izlerin yaģlıya mı demek is mi, kadına mı erkeğe mi ait oldum; ne tarafa gittiğini, hangi vasıtayı kullandığını izlerinden istidlal ederek arayıp bulur. Derin toprağı inceden inceye gözden geçirmek. Türkçede ise buna iz iz denir. Bu sanat, sahiplerine tehlikeli yollarda ıssız çöllerde ve bilinmeyen yollarda rehber olurlar. Ve bazen askerlerin uçurum ve tepelerde yolunu kaybetmelerinde bulunduğunuzda delil olur ve onlar bu sayede kaybolmak ve helak olmaktan korunurlar. Ve yine efendisinden kaçan asi köle ve hizmetçiler ve sık sık hayvanlarını kaybedenlere bu sanatın çok faydası vardır. 9 (5321) - Hz. AiĢe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu gemisi) (bir gün) yanıma mesrur ​​olarak girdi, yüzünün çizgileri parlıyordu." : "ayaku ayaklar var ya (aralarında öyle benziyorlar ki ki) sanki birbirlerinden hasıllar" dedi "buyurdular". [Buhârî, Fezailu'l-Ashab 17, Menakıb 23; Feraiz 31; Müslim, Rada 38, (1459); Ebu Davud, Talak 31, (226), 22687; Tirmizî, Vela ve l-hibe 5, (2130); Nesâî, Talak 51, (6, 184).] Açıklama: 1- Kâfe, kâif'in cem'idir. Kâif benzerlikleri bilen, iz takip edip, izleri ayıran, teţhis eden kimsedir. Kâiflik Araplarda cari bir âdetti. Hz. Ömer' in de kâif olduğu rivayet edilmiģtir. Takiz takibi ve benzerliklerle meģgul olup yorum yapma iģine kıyafetler denir. Bu alanda yazılan eserlere Osmanlılar zamanında kıyafetname denmiģtir. 2-Mücezziz el-müdlici kâifti. Cahiliye devrinde savaģlarda esir tarihinde kimselerin alnını çizip salıverdiği için Mücezziz denmiģtir. 3-Hadis, muhtelif Ģekillerde rivayet edilmiģtir. Farklı rivayetlerin açıklamalarına göre, Üsame İbnu Zeyd koyu siyahi idi. Baba Zeyd ise pamuktan da beyazdı. Üsame'nin annesi Ümmü Eymen de siyahi idi. Üsame ile babası Zeyd arada renk farklılığı orada bazı dedikodular vardı. Resulullah bu durumdan üzülmekteydi. Bir gün, Mücezziz el-müdlici, Resulullah'ın yanına girer. O sırada Zeyd ve Üsame bir kadife örtü altında yatmaktaydılar. Örtü baģ taraflarını örtse de ayakları açıktaydı. Mücezziz, onları tanımadan: " Bu ayaklar (renk farkına rağmen) kesin çok benziyorlar. Sakın birbirlerinden hasıl olmasınlar mı? "Diyerek aradıklarında kan karabeti bulunmuyor. burada kayda değer. Buna göre Resulullah Hz. AiĢe'ye gelince: "el-müdlici'nin Zeyd ve Üsame hakkında ne dediğini iģmedmedin mi? Uzak ayaklarını (yan yana) görünce: "Bu ayakların bazısı diğer bazında hasıl olmuģtur" dedi "4. olmama halinde, Ģahidlik talep edilmeden Ģehadette bulundu kimsenin Ģehadeti kabul edilebilir. * Hevadan selamet halinde, hakim, ihtilaflı meselede hak ortaya çıkınca sevinç izhar edebilir, caizdir. * Kâiflerin açıklanabileceğini amel edilebilir. (Canan: Kütübü Sitte, C. 15, 119-120) Ayrıca bak. Muhammed Fâd Abdulbâki (2007); (çev. Abdullah Feyzi Kocaer); Müttefekun Aleyh Hadisler, Hüner Kitabevi, Konya, 958 numaralı hadis, 292). www.darulkitap.com Cilt 7/4, Güz, 2012
Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset i 2739 Ayrıca bu ilim sadece insanlara mahsus vardır, hayvanlarda da vardır. Nitekim Mustafa bin Bâlî nin anlattığı bir olay çok ilginçtir: Bir tarihte büyük bir kafile Harezm bölgesinde giderken ıssız ve korkunç bir çölde yolumuzu kaybettik. Ne kadar uğraģtıksa da yolumuzu bulamadık. Her ne tarafa dönsek zor ve talihsizlikle karģılaģıyorduk. Artık insanlardan ve sanadan ümidimizi kesmiģ tam bir ümitsizlik içinde idik. Sıkıntımız haddi aģmıģtı. Sonunda bütün kervan ehlinin ittifakıyla, yaşam Ģehirlerinden Ģehirlere giden ü seferle yollarda yollarda geçen ve yollarda bela ve musibet çeken yaģlı bir devenin yularını boynuna bağlayarak bütün kafile onu takip etmelisin. Dağdan dağa sahradan sahraya bazen a yukarıağıdan bazen yukarıdan bazen kolay bazen zorlukla menziller geçtikten sonra ansızın bir Ģehre ulaģtık. Allah'ın yardımına sonsuz Ģükürler, hayvanı dada ve idrakine çok sadık sağrak sağ salim yolumuzu bulduk. (15b-16a) 2.3.3. İlm-i İrafet ’in şu anki durumunuz bazı olaylardan hareketle gelecekteki olaylar hakkında akıl yürütmeyi yapıyor (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116). Nev î, Netâyicü l-fün dan ı i et için su dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu dolu Taşköprizâde de Mevzuatü l-ulûm da anu andaki olaylardan gelecek olacak olaylara istidlalde olacaktır. Ancak bu olaylar arasında, münasebet ve gizli benzerlikler veyahut ihtilat veya irtibat odasında veya bazen de bir tek emrin malulü olabilir ya dahut halde bulunan Ģey burada olana illet olmak ili iliģki burada. der. Bu konuda Mustafa bin Bâlî nin eserinde anlatılan skender ile dokumacı kadın portresi bir olayı anlatım ve uzun uzadıya daha farklı bilgiler de verir. (Taşköprizade 1313: C. Ben, 384-388) Mustafa bin Bâlî'nin eserinde konuyu fazla uzatmadan bu hikâyeyle bitirir: Ehl-i irafet, orada hadiselerden, aradığı gizli bir münasebet veyahut benzerlik olan ba hadka hadiseler olduğu için istenidde bulundularlar. Nitekim anlatılır: skskender Arap beldelerinde bir Ģehri ele geçirdi. Ârafet ile tanınan bir dokumacı kadın kaftanlık bezler dokuyordu. Skskender heybet ve azametle yürüyünce kuruluyor padiģahına dedi ki: Ey kadri yüce padiģah! Lütuf ve ihsan sahibi Allah seni ihsanıyla destekleyelim yakın zamanda yeni bir hükümdar ve dünya bir ucundan diğer ucuna olan en geniģ tarafları olan toprakları Şimdi biz seni yeryüzünde halife oluyor (Sâd / 38: 26) ayeti hükmünce verir ve kuģandırır. Az zaman geçmeden genç padiģ etrafında dolaşmasına geldi. Hatun irafe şunları söyledi: Ey talihli padiģah sakın gafil olma ki devletinin yıldızı batıp ıpskender gazap ederek senin memleketini ele geçirir zor ve eziyetle saltanatını elinden alıyor. Bunu duyunca padiģah çok hiddetlendi. Bunu gören kadın Ey padiģa gazap ve hıģımdan kendini kurtardı. esiz şüphesiz ki nefisler alametlerle inanılmaz hallere vakıf olur. Zira İşveren bu makamdan geçtiği zaman ben bezimin enini boyunu tahmin ediyorum. (Yani artık vefat etmiģ olurum.) Ne zaman ki padiģah gitti bezimden elimi çektim kesmekle meģgul idim. Şimdi ne dediyse az zaman sonra gerçekleşti. (17a) 2.3. 4. İlmü l-hutûti Eküff ü Akdâm İlmü l-hutûti eküff ü akdâm insanın el ve ayağında bulunan yerleşkede halleri için çıkarımda bulunma ilmidir. Bu çizgilerin uzunluğu ve kısalığı, kesişmesi ve aykırılığı ve arasının darlığı ve geniģliği ile çeģitli Ģekiller peyda olmasından firâset orada deliller çıkarmaktadır. Bu uzun ömürlülük hakkında bazen uzun ömür, zenginlik ve kolaylık, bazen fakirlik, sağlık ve mutluluk ve bazen de hastalık ve ıkıkâyet hükmü vermiģlerdir. Nitekim Arap Ģairlerinden A â € kendini kendini zararla korkutanları azarlarken Ģöyle demiģtir: Elümüñ ayâ ve esrârına sen eyle nazar Bilesün ta ki îdüñer

2740 Ramazan SARIÇİÇEK Mustafa bin Bâlî ye göre bu tür Hint ve Araplar arasında kullanım yaygın ve çok meģhurdur. Hatta bunun için bazı kelimeler Çeģitli Ģekillerle tasvir edip onu alametlerini orada yazmıģyorlar. O kitaplara bakıldığında adı geçen alametler bilinince her birinin iktiza vasıfları ve ahlâk geniģ bir Ģekilde anlaģılır. Müellife göre bu kitapların içeriği ve yüksek pahalar da satılması bunları alanlara bu ilmin çok faydası olduğunun delilidir. (17b) 2.3. 5.İlmü l-ihtilâc (İhtilâl-nâme-Segrime İlmi) Bu ilim insanın orgusunda görüntüler ve selamrime ve çarpıntı gibi durumlardan hareketle ilerde olur gelecek olay olay dairesi sonuçlanmasıdır. Nev î, ihtilac ı insanın bazı uzuvlarının hareketinden çeşitli hadiselerin zuhurunu haber vermek, diye tarif eder. (2000 yılı: 257-266) Mevzuatü l-ulûm da insanın yanında baģtan ayağa kalkıp seğrimesinin kendine vaki olacak halâ delalet edebileceğini; ancak bu ilmin delillerinin zayıf, güvenilmez ve anlaģılmaz; bu konuda yazılan kitapların faydasızlığından söz edilir. (Taşköprizâde 1313: C. Ben, 389) Mustafa bin Bâlî'de bu ilmin adını vermemekle beraber kurallarının belli olduğu söyleniyor. Bu, eskilerin denemelerinin sonucu elde ettikleri tecrübelerden rivayet edilen haberlerdir. Mesela gözbebeğinin öyküsü ve seğrime ve çarpıntı gibi insan bedeninde ortaya çıkan hallerdir. Bunların onu birinden özel hükümler çıkarıldı. (18a) Kâtip Çelebi de KeĢfü z-zunûn adlı eserinde bu ilmin firâset ilminin dallarından olduğu söyleniyor. Daveyh Davud el-antakî de tezkiresinde seğrimenin bedenini istek dıģı olup buhar olup olup olup olup olup olup olup olup buhar veya buhar dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan dan ģ ģ ģ ģ ģ (bak.keģfü z-zünûn 2012: 77) 10 2.3. 6. İlmü l-ektâf Bu ilme şâne-i kûsfend de denilir (Seğirname 2010: 11) keçi ve koyunun kürek kemiğine bakıp savaģ, barıģ, kıtlık ve bolluk bilgisi bir sonuç çıkarmaktır. (Uludağ 1996: Firâset, DĠA, C.13, 116) Keçi ve Koyuncu Kürek Kemikleri Bu ilimde cüz î iģlerden ziyade küllî iģlerle ilgili çıkarımda bulunurlar. Nazar ettikleri kürek kemiğinin levhasını, piģirmeden önce alır evvel yere götür daha sonra sonra da alıp bakarlar. Onun kimden farklı durumlarından yani parlaklık ya da açıklıklardan ve kırmızılığa veya yeğendiğiniz âlemde olacak olanı kıtlık ve bolluğa, savaģ veya barıģa, kimin galip kimin mağlup olacağına dair hükümler çıkarırlar. Kemiğin dört bir tarafı dünyanın dört bir tarafını temsil ediyor. Çıkarılan hükümleri de iģaretli yerlerin sunulması yere nispet ederlerdi. (18b) Bu ilim Hz.Ali (kv) ye nispetimiz. (Taşköprizâde 1313: I, 378) 10 Ayrıca bk. Wladzimierz Zajackowiski (1967); Zwei Türkische Surkugsbücher. (Segir-nâme), Folia orientalia-tome, XIII, Krakow, s. 89-109. M. Kemâl Özergin (1967); Eski Bir Seğir-nâme, Türk Folklor Araştırmaları, C.10, S.211, s. 4331. Arif Özer (1969); Türkçe Seki Seğir-nâme Kitabı Üzerine, Türk Kültürü, C.7, S.77, Mart, s.48. Halil Ersoylu (1989); Seğir-nâme, TDAY-Belleten 1985 (Ankara 1989), s.27-48. Mustafa Tatçı (1997); Türk Edebiyatında Türk Tür: Seğir-nâme ve Çın-nâme, Edebiyattan İçeriği, Akçağ Yayınları, Ankara, s.520-530. Yusuf Ziya Sümbüllü (2010); Seğirname, Fenomen Yayıncılık, Erzurum. ----- (2010); Balkanlardaki Osmanlı Mirasına Örnek Bir Eser: Seğir ismi, Hikmet İlmî Araştırmalar Dergisi ADEKSAM- Gostivar-Makedonya, (Mayıs 2010), S.15, s.40-50. Cilt 7/4, Güz, 2012 Hikmet İlmî Araştırmalar Dergisi ADEKSAM- Gostivar-Makedonya, (Mayıs 2010), S.15, s.40-50. Cilt 7/4, Güz, 2012 Hikmet İlmî Araştırmalar Dergisi ADEKSAM- Gostivar-Makedonya, (Mayıs 2010), S.15, s.40-50. Cilt 7/4, Güz,

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...