YASİN SURESİNDE BAHSİ GEÇEN RESUL KAVRAMININ
RİVAYETLER BAĞLAMINDA ANALİZİ
Harun SAVUT*
ÖZET
Yasin suresinde bir şehre gönderildikleri bildirilen, üç resulün
peygamber olup olmadığı hususunda tefsirlerde ihtilaflı görüşler
nakledilmiştir. Müfessirlerin bir grubu elçilerin peygamberliğini
savunurken diğer bir grup onların Hz. İsa’nın havarileri olduklarını iddia
etmişlerdir. Bu kanaatlerden resulleri havariler sayan görüş, özellikle
üçüncü asırdan sonra yaşamış müfessirlerinin çoğunluğu tarafından asıl
görüş olarak algılanmıştır. Bu müfessirler tüm yorumlarını resulleri
havari saydıkları temel algıya göre şekillendirmişlerdir.
Fakat ayetleri
havariler üzerinden yorumlamak bazı çelişkileri de beraberinde
getirmiştir. Ortaya çıkan bu çelişkilerin giderilebilmesi için, resul
kelimesinin anlamının ayetler ve rivayetler ışığında tespiti gerekmektedir.
Bu makalede söz konusu görüşler analiz edilmiş, farklı görüşlerin neden
olduğu problemlere değinilmiştir. Bu yapılırken öncelikle Kur’an’da
konunun nasıl anlatıldığına bakılmıştır. Sahabe ve tabiinin konu
hakkındaki görüşlerinden hareketle selefin kıssadaki resul kavramına
verdikleri mana anlaşılmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra, görüş
ayrılığının nerede başladığının tespiti de hedeflenmiştir. Ayetlerdeki
ifadelerden resul kelimesinin havari manasına işaret edip etmediği
değerlendirilmiştir. Bu amaçla resullerle müşrikler arasındaki
konuşmalarda tarafların sözleri, benzer ifadelerin başka surelerde ne için
kullanıldıkları ve surenin siyakı analiz edilmiştir. Rivayetlerin ve bunlara
dayalı yorumların tarihi veriler ve vakıalarla uyuşup uyuşmadığı
üzerinde de durulmuştur. Resullerin gönderildikleri şehrin Antakya
olduğu düşüncesinden hareketle, bu şehirde faaliyet gösteren havarilerle
ayetlerde anlatılan resullerin aynı kişiler olup olamayacakları
değerlendirilmiştir. Benzerlikler ve farklılıklara dikkat çekilmiş, bunun
için Hıristiyanlık tarihine müracaat edilmiştir.
Giriş
Yasin suresinde üç resulün gönderildiği şehrin halkı Mekke müşriklerine misal olarak
sunulmuştur. Ayetlerde, resullerin risaletlerini açıklamaya dönük çabaları, şehir halkı ile aralarında
geçen mücadele anlatılmış; resulleri tehdit eden inkarcılara karşı, bir müminin resulleri cansiperane
savunması, sonrasında ise hemşerileri tarafından şehit edilmesinden bahsedilmiştir. Bununla birlikte
resullerin, şehrin ve resullere iman edip onları savunan kişinin isimleri zikredilmemiştir. Böylece
bazı noktalar mübhem bırakılmıştır. Ayetlerde mübhem olan hususlar hadislerde de açıklanmamıştır.
Sahabenin de söz konusu ayetler hakkındaki beyanları azdır. Müfessirler konuyu izah için, sahabeden
kendilerine ulaşan pek az bilginin yanına tabiin ve mütekaddimun dönemi müfessirlerin görüşlerini
de ekleyerek ayetleri tefsire çalışmışlardır. Müfessirler kendilerine ulaşan bu bilgilerin yanı sıra,
meseleyi açıklayacağını düşündükleri farklı rivayetlerden de istifade etmişlerdir. Bunun sonucunda
ise birbiriyle çelişen teviller yapılmıştır.
Darbı mesel olarak sunulan bu kıssadaki yorum farklılıklarının temelinde, resullerin kim
tarafından görevlendirilip şehre gönderildikleri sorusu bulunmaktadır. Bu konuda tefsirlere alınan
rivayetlerde iki görüş öne çıkmaktadır. Birinci görüşe göre resuller/elçiler Allah tarafından şehir
halkına tebliğ için gönderilmiş peygamberlerdir. İkinci görüşe göre ise resuller/elçiler Hz. İsa’nın
(as) elçileri yani havarileridir.
Hz. İsa onları Allah’ın emriyle bahsi geçen şehre göndermiştir. İlk
dönemde telif edilen tefsirlerde genellikle iki görüş de kendine yer bulurken, sonraki dönemlerde
telif edilen tefsirlerde Resullerden kastedilenin Hz. İsa’nın havarileri olduğu şeklindeki düşünce öne
geçirilmiş ve tüm tefsir bu temel ön kabule göre şekillendirilmiştir.
Bahsi geçen rivayetlerden, resullerin Hz. İsa’nın (as) havarileri oldukları yönündeki haberi
diğer rivayetlerin önüne geçirecek delilin bulunup bulunmadığı konusu tartışmanın cereyan ettiği bir
alandır. Ayetlerin siyak sibakının gözetilip gözetilmediği, ayetlere yüklenen anlamların diğer
surelerdeki benzer ayetlerle mutabık olup olmadığı konusu da problemlidir. Bir diğer problem ise,
nakledilen bilgi ve yapılan yorumların tarihi verilerle uyuşup uyuşmadığıdır. Tercih edilen rivayet
üzerindeki söz konusu problemler, müfessirleri ayetlere zahiri anlamın dışında manevi ve işari yorum
getirme durumu ile karşı karşıya bırakmıştır.
Bazı müfessirler ise yukarıda bahsi geçen iki rivayeti birleştiren üçüncü bir görüşü tercih
etmişlerdir. Onlar resullerin/elçilerin, kendilerine Allah tarafından nübüvvet verilmiş, Hz. İsa’nın
şeriatı ile memur üç peygamber olduğu kanaatindedirler (Bilmen, ts.: VI/2925). Buna göre Hz.
İsa’nın havarilerinden üçüne nübüvvet verilmiştir. Bu tercihin dillendirilmesi, Hz. İsa ile Hz.
Muhammed (sas) arasında başka peygamberlerin gönderildiğinin kabulü anlamına gelmektedir ki bu,
nübüvvet konusunda kelâmî bir tartışmanın da yolunu açmıştır. Ortaya çıkan problemlerin
giderilmesi ve yanlış yorumların önüne geçmek için, ayetlerin tefsirine konu olan rivayetleri de göz
önünde bulundurarak, Yasin suresindeki resul kelimesin hangi anlamda kullanıldığının tespiti
gerekmektedir.
1. Şehir Halkına Gönderilen Resulleri/Elçileri Konu Eden Ayetler
Kur’an-ı Kerim’de Mekke müşriklerini uyarmak için zaman zaman önceki ümmetlerden
misaller verilmiş, böylelikle muhatapların düşünüp ibret almaları ve Hz. Peygamber karşısındaki
tavırlarını düzeltmeleri hedeflenmiştir (Şengül, 1994: 277-280). Bu misallerden birisi de Yasin
suresinin ikinci sayfasında geçmektedir. Surede bir şehrin halkını İslam’a davet için üç
resulün/elçinin gönderilişi konu edilmiştir. İlgili ayetlerde, ilahi dine davet için gönderilen resulleri
şehir halkının inkarı, onları tehdit etmeleri, resullerin kendilerini müdafaaları, davete icabet edip
iman eden salih kimsenin imanını açıklaması, resulleri desteklemek için gösterdiği çabalar, şehit
edilişi, ardından şehrin helaki ders alınması gereken bir mesel olarak sunulmuştur. Resullerin tebliği,
bu tebliğ karşısında muhatapların direniş ve itirazları ayetlerde şöyle anlatılmıştır:
466 Harun SAVUT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
“Onlara, elçilerin geldiği şehir halkını misal getir. Onlara iki resul/elçi gönderdik de onları
yalanladılar. Biz de (o iki resulü/elçiyi) bir üçüncü ile destekledik. Dediler ki: ‘Gerçekten biz, size
gönderilmiş elçileriz.’ (Şehirliler:) ‘Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahman
hiçbir şey indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz.’ dediler. (Resuller/elçiler) dediler ki:
‘Rabbimiz bilir ki biz, size gönderilmiş resulleriz/elçileriz. Bize düşen, apaçık tebliğden başkası
değildir.’ (Şehirliler) dediler ki: ‘Doğrusu, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Vazgeçmezseniz,
sizi taşlayarak öldürürüz ve bizden size elem dolu bir azap dokunur.’ (Elçiler de:) ‘Uğursuzluğunuz
kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır! Siz haddi aşmış bir
kavimsiniz.’ dediler” (Yâsîn, 36/13-19).
Resullerin/elçilerin tebliğ ettikleri dine iman edip kavmini de resullere ittibaya çağıran salih
kulun çabaları ise şu ifadelerle sunulmuştur:
“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Resullere/elçilere
uyun; sizden hiçbir ücret istemeyen bu zatlara uyun. Onlar doğru yoldadır. Niçin beni yaratana
kulluk etmeyeyim? Oysaki siz O’na döndürüleceksiniz. Hiç ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim?
Rahman bana bir zarar vermek dilese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz, beni
kurtaramazlar da. (Buna rağmen O’ndan başka ilâhlar edinirsem) Şüphesiz apaçık bir sapıklık
içinde olurum. Rabbinize iman ettim, beni duyun” (Yâsîn, 36/20-25).
Yukarıdaki sözlerle resullere/elçilere imana çağıran bu salih kişi kavmi tarafından şehit
edilmiştir. Onun ve onu şehit edenlerin durumları Allah tarafından müminlere şöyle haber verilir:
“Ona: ‘Gir cennete’ denildi. O: ‘Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram
edilenlerden kıldığını bilselerdi!’ dedi. Ondan sonra, kavminin üzerine (helak için) gökten bir ordu
indirmedik, indirecek de değildik. (Onların cezası) sadece bir tek çığlık oldu, (o çığlık ile) hemen
sönüverdiler. Yazık şu kullara! Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, onunla mutlaka alay
ederlerdi. Görmediler mi, kendilerinden önce nice nesilleri yok ettik de onlar bir daha dönüp
kendilerine gelmezler?” (Yâsîn, 36/26-31).
2. Resuller/Elçiler Hakkındaki Rivayetler
2.1. İlk Üç Asır Müfessirlerinin Resuller/Elçiler Hakkındaki Beyanları
Allah’ın Mekke müşriklerine bir mesel olarak sunduğu bu olayı açıklayabilecek, sahih isnad
ile Resulullah’a (sas) ulaşan merfu bir hadis bulunmamaktadır.1 Sahabenin de kıssa hakkındaki
açıklamaları pek azdır. Bu konuda Allah Resulünden gelen bir beyanın olmayışı, ayetlerin Hazreti
Peygamber döneminde yalın şekliyle anlaşıldığını, sahabeden sonraki nesle aktarılan malumatın
azlığı ise, sahabenin zihninde bu kıssa hakkında bir sorunun bulunmadığını işaret etmektedir. Buna
rağmen tefsirlerde resulleri kimin görevlendirdiği sorusuna cevap aranmıştır. Allah’ın م ُهِ
ِلَيْ
ْر َسلْنَا إ
َ
أ
ِذْ
إ
ِن
ْي
نَ
ْاث” Onlara iki resul/elçi gönderdiğimizde” diyerek resulleri kendine izafe ettiği bir konuda,
resullerin/elçilerin kimin elçisi olduğu suali sorulmuş, hatta bu sual tefsirlerdeki ihtilafın temelini
teşkil etmiştir.
Taberi tefsirlerdeki söz konusu tartışmaya dikkat çekerek, resullerin kim tarafından
gönderildiklerinin ihtilaflı bir mesele olduğunu söylemiştir. O, bu konuda iki farklı görüşe yer
vermiştir. Temelde sahabeye dayanan birinci kanaate göre resuller, Allah tarafından tebliğle
görevlendirilmiş peygamberlerdir. Taberi bu konuda, İbn İshak’ın Abdullah b. Abbas, Kabu’l-Ahbar
1 Hadis musannafatında, bu kıssa ile ilgisi kurulabilecek merfu hadis olarak sadece şu rivayet yer almaktadır. “Urve b.
Mesud es-Sekafî kendi kavmini İslam’a davet için gittiğinde, İslam’a davete icabet etmeyen kabilesi onu şehit etmişti.
Urve’nin şehadet haberi Resulullah’a (sas) ulaşınca Allah Resulü (sas): “Onun durumu Yasin sahibinin örneği gibidir.”
demişti.” Bk. (el-Hâkim, 1990: III/713, hadis no: 6579; İbn Ebî Şeybe, 1409: V/420, hadis no: 27604; et-Taberânî, 1994:
XVII/147, hadis no: 374).
Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 467
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
ve Vehb b. Münebbih’ten naklettiği haberi verir. Buna göre; müşrik bir halkın yaşadığı Antakya’da
firavunlardan bir firavun hüküm sürmekteydi. Allah şehir halkını ikaz için Sâdık, Sadûk ve Şelûm
isimli üç peygamberi gönderdi. Şehre önce, resullerden/peygamberlerden ikisi girdi. Şehir halkı
onları yalanlayınca Allah üçüncü peygamberi de göndererek önceki iki resulü destekledi. Resuller
Allah’ın dinini tebliğ edip, insanları Allah’ın emirlerine uymaya çağırınca, halk onları eziyet ederek
ve taşlayarak öldürmekle tehdit etti (et-Taberî, 2000: XX/500).
Hakim’in tahric ettiği şu mevkuf hadis, Abdullah b. Mesud’un da resuller konusunda
Abdullah b. Abbas ile hemfikir olduğunu işaret etmektedir. O da resullerin Allah tarafından
görevlendirilmiş birer peygamber olduklarını düşünmektedir:
Ebu Vâil Şakik b. Seleme Abdullah b. Mesud’un şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Yâsîn
sahibi ‘Ey kavmim resullere uyun” dediğinde kavmi onu boğarak öldürürken o, nebilere dönerek:
‘Rabbinize iman ettim, beni duyun’ (Yâsîn, 36/25) yani ‘bana şahit olun’ dedi” (el-Hâkim, 1990:
II/466, hadis no: 3605).2
Tabiin müfessirlerinin çoğunluğunun resuller hakkındaki düşünceleri de sahabenin beyanları
ile paralellik gösterir. Onlar da selefleri gibi resullerin Allah’ın peygamberleri oldukları
kanaatindedirler.
Yahya b. Sellam’ın Mücahid’den naklettiği rivayette, kavmini resullere imana çağıran kişi
Yunus’un (as) kavmine mensuptu. Bu adam, ilk iki nebi şehit edildikten sonra üçüncü nebiye ittiba
etmişti (İbn Sellam, 2004: II/805). İbn Ebî Zemeneyn de Mücahid tefsirinden şu bilgiyi aktarır; “O
şehre önce iki nebi gönderilmişti. Onlar iki nebiyi şehit ettikten sonra Allah üçüncüsünü gönderdi”
(İbn Ebî Zemenyn, 2002: IV/42). Bu bilgiler Mücahid’in de resulleri peygamber olarak kabul ettiğini
göstermektedir.
İbn Sellam, Hasanu’l-Basrî’nin “Ondan sonra, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik,
indirecek de değildik.” Ayetindeki د نْج ُkelimesini “peygamberlere vahiy için gelen melekler” olarak
tefsir ettiğini kaydetmiştir. Buna göre Hasanu’l-Basrî, ilgili ayete, “O kavimden vahiy kesilmiş, onlar
bu sebeple azabı hak etmişlerdir.” anlamı yüklemiştir (İbn Sellam, 2004: II/806). Peygamberlerin
ardından başka peygamberlerin gönderilmemesi şeklinde anlaşın bu yorum, Hasanu’l-Basrî’nin de
resulleri peygamber olarak algıladığını ispatlamaktadır. Yahya b. Sellam, tabiin müfessirlerinden
Süddi’nin de resulleri nebi olarak takdim ettiğini bildirmiştir (İbn Sellam, 2004: II/803).
Tabiinden sadece Katade yukarıda verdiğimiz genel kanaatin dışına çıkmıştır. Taberi’nin
verdiği bilgiye göre, resulleri Hz. İsa’nın (as) elçileri olarak tanımlayan, onların Hz. İsa (as)
tarafından görevlendirilerek Antakya’ya gönderildiğini söyleyen müfessirler bu iddialarını
Katade’ye dayandırmaktadırlar (et-Taberî, 2000: XX/500). Yani resullerin havari oldukları iddiasını
ilk kez Katade ortaya atmıştır. Katade’nin resuller hakkındaki sözleri ise şöyledir: “Bana ulaştığına
göre; Meryem oğlu İsa Antakya halkına havarilerinden iki adamı, sonrasında peşleri sıra üçüncüsünü
gönderdi” (İbn Hemmâm, 1419: III/77; İbn Ebî Hâtim, 1419: X/3191).
Tefsirlerde istihdam edilen rivayetlerde resuller için kullanılan isimler de birbirinden
farklıdır. Mukatil b. Süleyman, havari olduklarını söylediği resullerin isimlerini Tûman, Yunus,
Şemûn diye açıklarken (Mukatil, 1423: III/575, 576), resulleri havari olarak tanıtan diğer müfessirler
Şemun, Yuhanna, Bulis (İbn Ebî Hâtim, 1419: X/3192; Mukatil, 1423: III/576) adlarını öne
çıkarmışlardır. Resullerin peygamberliklerini savunanlar ise, onların isimlerinin Sâdık, Sadûk,
Şelûm olduğunu söylemişlerdir (et-Taberî, 2000: XX/500).
2 El-Hâkim bu rivayetin Buhari ve Müslim’in şartına uyduğu bilgisini vermiştir. Böylece o, alıntıladığı hadisi
kuvvetlendirmiştir.
468 Harun SAVUT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
Resullerin gönderildikleri şehrin neresi olduğu sorusuna, hemen hemen tüm müfessirler
Antakya cevabını vermiştir (Mukatil, 1423: III/575; es-Sevrî, 1983: 49; İbn Vehb, 2003: 15; İbn
Sellam, 2004: II/803; İbn Hemmâm, 1419: III/77; et-Taberî, 2000: XX/500, 504, 511; ez-Zeccâc,
1988: IV/282; İbn Ebî Hâtim, 1419: X/3191, 3192; es-Semerkandî, ts.: VIII/118). Böylece ayette
geçen karye/şehir lafzının neyi ifade ettiği hususunda görüş birliğine varmışlardır. Müfessirler
resullere iman edip kavmini onlara uymaya çağıran salih kişinin kimliği konusunda da benzer
açıklamalarda bulunmuşlardır. et-Taberi onu Habib b. Mürriy diye takdim ederken (et-Taberî, 2000:
XX/504), İbn Ebî Hatim’in naklettiğine göre Abdullah b. Abbas, şehrin ucundan koşarak gelen
adamın Habib-i Neccar olduğunu söylemiştir (İbn Ebî Hâtim, 1419: X/3192). Müfessirlerin
ekseriyetinin kanaati de bu doğrultudadır (Mukatil, 1423: III/575-576; İbn Sellam, 2004: II/804; ezZeccâc, 1988: IV/282; es-Semerkandî, ts.: VIII/121; İbn Ebî Zemeneyn, 2002: IV/42).
Ayetteki “‘Gir cennete” (Yâsîn, 36/26) hitabından Habib-i Neccar’ın kavmi tarafından şehit
edildiği, bunun ardından cennete konulduğu anlaşılmaktadır. Ama ayetlerde tebliğ görevini ifa eden
resullerin akıbetinden bahsetmemiştir. Resullerin sonlarının ne olduğu sorusuna ilk dönem
müfessirleri, “şehit edilmişlerdir” cevabını vermişlerdir. Resullerin peygamber olduğunu söyleyenler
de, onların Hz. İsa’nın elçileri olduğunu savunanlar da resullerin şehadeti noktasında ittifak
etmişlerdir (İbn Sellam, 2004: II/803; et-Taberî, 2000: XX/504). Örneğin; Mukatil b. Süleyman’a
göre hem Hz. İsa’nın (as) elçileri olan resuller hem de Habib-i Neccar Antakya halkı tarafından feci
şekilde öldürülmüştür (Mukatil, 1423: III/575-578). Resullerin havari olduklarını savunan Ebu’lLeys es-Semerkandî de onların recmedilerek öldürüldüklerini kaydetmiştir (es-Semerkandî, ts.:
VIII/119). Buna mukabil müteahhirun müfessirlerden resullerin havari olduğunu savunanlar onların
öldürüldükleri bilgisine yer vermezler. Bunun yerine kralın resullerin tebliği ve gösterdikleri
mucizelerden etkilenerek iman ettiğini söylerler. Bu durum ise okuyucuyu resullerin öldürülmediği
düşüncesine sevk eder (el-Beğavî, 1420: IV/9-10; el-Kurtubî, 1964: XV/15-16).
Yukarıda alıntıladığımız rivayetlerden Abdullah b. Mesud (ra) ve Abdullah b. Abbas’ın (ra)
resulleri peygamber olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Tabiin dönemindeki genel algıya göre de
resuller peygamberdir. İlk dönemde oluşan bu genel kanaate sadece Katade muhalefet etmiştir.
2.2. Üçüncü Asır Sonrası Müfessirlerin Görüşleri
İlk üç asırda telif edilen tefsirlerde resullerin nebi oldukları düşüncesi tercih edilen görüş
iken, sonraki dönemlerde Katade’nin resuller hakkındaki kanaati müfessirler arasında ağırlık
kazanmıştır. Asırlar geçtikçe bu kanaat diğer tercihleri unutturacak ölçüde rağbet görmüştür. Örneğin
dördüncü asırda yazılan tefsir eserlerinde her iki kanaati ve bu kanaatlerin yansımalarını bulmak
mümkünken (el-Mâverdî, ts.: V/11), sonraki dönemlerde resuller, müfessirlerin çoğunluğu
tarafından Hz. İsa’nın Antakya halkına tebliğle görevlendirdiği havariler şeklinde tanıtılmıştır. Bu
müfessirler yaptıkları açıklamalarla ayetler arasında ortaya çıkabilecek tenakuzu da önlemeye
çalışmışlardır. Örneğin kıssanın anlatıldığı ayetlerde Allah نِ
نَيْ
ِه ُم اثْ
ِلَيْ
ْر َسلْنَا إ
َ
أ
ِذْ
إ” Onlara iki resul/elçi
gönderdiğimizde” buyurarak resulleri kendine izafe etmiştir. Resulleri Hz. İsa’nın (as)
görevlendirdiğini savunan alimler ise, söylemlerinin ayetle çelişmesinin önüne geçmek için bu ayeti
şöyle yorumlamışlardır: “Hz. İsa (as) havarileri Allah’ın emri ile Antakya’ya göndermişti. Onun
havarileri gönderişi kişisel bir tasarruf sonucu değildi. Bunun bir tezahürü olarak Allah havarileri
kendi resulü/elçisi diye tanımlamıştır” (es-Salebî, 2002: VIII/125; el-Beğavî, 1420: IV/10; enNumânî, 1998: XVI/185).
Hicri beşinci asırdan sonraki dönemde resullerin Hz. İsa’nın elçileri olduğunu söyleyen bazı
müfessirler, konuyu açıklamak ve tercihlerini temellendirmek için bir hikayeye müracaat etmişlerdir
(bk. el-Beğavî, 1420: IV/9-10; ez-Zemahşerî, 1407: IV/8; el-Kurtubî, 1964: XV/15-16; en-Nesefî,
1998: III/98-99; el-Hâzin, 1415: IV/5; Ebu’s-Suûd, ts.: VII/162; Bursevî, ts.: VII/378-379; İbn Acîbe,
Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 469
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
1419: IV/561-562; Vehbi, 1968: XI/4616). El-Kurtubî’nin verdiği bilgiye göre, ilk olarak es-Salebî
(ö. 427) tarafından nakledilen bu hikaye (el-Kurtubî, 1964: XV/15-16) özetle şöyledir:
“Antakya halkını imana davet için Hz. İsa’nın (as) görevlendirdiği iki resul/elçi şehrin
yakınlarına vardıklarında koyun güden Habib-i Neccar ile tanışıp konuşurlar. Ona Hz. İsa’nın (as)
kendilerini tebliğ için Antakya’ya gönderdiğini söylerler. Habib onlardan iddialarını destekleyecek
bir işaret isteyince elçiler, Habib-i Neccar’ın yatalak hasta olan oğlunu iyileştirirler. Bu mucizenin
ardından Habib-i Neccar iman eder. Elçilerin gösterdikleri mucizeler halk arasında yayılır ve elçiler
halkın teveccühünü kazanırlar. Hükümdar elçilerden ve yaptıklarından haberdar olunca onları
huzuruna getirtir. Elçiler hükümdarı imana çağırınca da onları hapsettirir.
Elçilerinin Antakya meliki tarafından hapsedildiğini öğrenen Hz. İsa (as), iki elçisinin
ardından havarilerin başı olan Şemun’u gönderir. Şemun Antakya’ya girdiğinde kendisinin resul
olduğunu gizler. Önce hükümdarın yakınları ile sonra da hükümdarla dost olur. hükümdarla dostluğu
ilerleyince hapisteki resulleri mevzu ederek onların delillerini dinleyip dinlemediğini sorar.
Hükümdar Şemun’un teklifi üzere resulleri çağırıp onları dinler. Resuller Allah’ın sıfatlarını, tebliğ
ettikleri dinin özelliklerinden bahsederler. Sonrasında Allah’ın her şeye gücünün yeteceğini ispat için
yedi gün önce ölen birisini dualarıyla diriltirler. Bu olay karşısında hükümdar iman eder.
Hükümdarın ardından toplumun bir kısmı da resullerin tebliğ ettikleri dine inanır” (es-Salebî, 2002:
VIII/124-125).
es-Salebî tefsirine alıntıladığı yukarıdaki hikayeyi “alimler peygamberlerin haberleri
hakkında şöyle söylediler” girişiyle vermiştir (es-Salebî, 2002: VIII/124). Onun bu ifadesinden söz
konusu naklin ilk kaynağını tespit kolay görünmemektedir. Bu haber hadis eserlerinde veya es-Salebî
öncesinde tasnif edilmiş tefsirlerde geçmemektedir. Ayrıca bu hikayede Habib-i Neccar’ın akıbeti
ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Bir diğer problem ise Habib-i Neccar’ı şehit eden toplumun kralı
ve toplumun bir kısmı iman etmiştir. Ayetlerde haber verilen şehadetin, ayetin açıklaması sadedinde
zikredilen hikayede yer almaması, inkarları ve Allah’a çağıran salih kulları şehit etmeleri sebebiyle
yer yüzünden silinen toplumun -krallarının ve bir grubunun- iman etmiş gösterilmesi, es-Salebî’nin
hikayesinin sıhhatini tartışmaya açmaktadır. Söz konusu hikayenin Ehl-i Kitaptan nakledilmiş
israiliyyat kapsamındaki bir bilgi olması kuvvetle muhtemeldir.
2.3. Resuller Hz. İsa’ya (as) Yardım İçin Gönderilen Nebiler Midir?
Yâsîn suresinde bahsi geçen üç resulün kimlikleri konusunda nakledilen rivayetlerden
hareketle ortaya çıkan bir tartışma da Hz. İsa (as) ile Rasulullah (sas) arasındaki peygamber
gönderilip gönderilmediği konusudur. Bazı müfessirler bu kıssada anlatılan resullerin peygamberlik
görevi ile vazifelendirilmiş havariler oldukları kanaatindedirler. Ömer Nasuhi Bilmen bu konuda
şunları kaydeder: “Bu gönderilen elçilerden murat ecille-i ulemaya göre Hazret-i İsa’ya birer muin
mesabesinde olmak üzere taraf-ı ilahiden kendilerine nübüvvet verilmiş ve İsa Aleyhisselam’ın
şeriatıyla memur bulunmuş üç peygamberdir” (Bilmen, ts.: VI/2925). Bu kanaatteki alimler resul
kelimesine yükledikleri bu anlamdan hareketle Hz. İsa (as) ile Hz. Muhammed (sas) arasında üç
peygamberin gönderildiğini savunmuşlardır.3 Onların söz konusu iddiaları İbn Sa’d’ın Tabakât isimli
eserinde naklettiği ve Abdullah b. Abbas’a ait olduğunu söylediği habere dayandırılmaktadır.
Muhammed b. Saib Kelbî’nin Ebû Salih tarikiyle İbn Abbas’a isnad ettiği söz şöyledir:
“Musa b. İmran (as) ile İsa b. Meryem (as) arasında 1900 sene vardır. Bu ikisi arasında fetret
yoktur. Bu ikisi arasında, diğer milletlerden gönderilen peygamberler hariç, sadece İsrail
oğullarından bin peygamber gönderilmiştir. İsa’nın (as) doğumu ile Nebi sallallahu aleyhi vesellem
3 Bazı alimler Halid b. Sinan’ın da Hz. İsa (as) ile Rasulullah (sas) arasındaki dönemde nübüvvetle görevlendirildiğini
savunmuşlardır. Bu da sahih hadislerle çelişen bir durumdur (bk. el-Atîbî, 1989: 26).
470 Harun SAVUT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
arasında 569 yıl vardır. Bu dönemin başında üç peygamber gönderilmiştir. Allah’ın, ‘Onlara iki elçi
gönderdik de onları yalanladılar. Biz de (o iki elçiyi) bir üçüncü ile destekledik.’ kavlinde kendisi ile
desteklendiği bildirilen kişi Şemûn’dur. O havarilerdendir. Peygamber gönderilmeyen fetret dönemi
ise 434 senedir” (İbn Sad, 1990: I/45).
Bu haberin ravisi Muhammed b. Saib Kelbî özellikle tefsir ilminde şöhret bulmuştur
(Cerrahoğlu, 2002: 205). O, Ebû Salih tarikiyle Abdullah b. Abbas’dan rivayet etmiştir. Onun bu
isnadla rivayet ettiği haberler pek çok müfessir tarafından alıntılanmıştır. Fakat bu rivayetlerin
tamamı sorunludur. Çünkü İbn Hibbân’ın verdiği bilgiye göre Ebû Salih Abdullah b. Abbas’ı
görmemiş ve ondan hiçbir şey işitmemiştir (İbn Hibbân, 1396: II/255). İbn Ebî Hatim, Ebû Salih’in
yemin ederek Kelbî’ye tefsirden hiçbir şey okumadığını kaydetmiştir. Süfyan es-Sevrî ise Kelbî’nin
söz konusu rivayetler hakkında şöyle söylediğini iddia etmiştir: “Ebu Salih tarikiyle Abdullah b.
Abbas’tan rivayet ettiklerim yalandır, onları rivayet etmeyin” (İbn Ebî Hatim, 1952: VII/271).
Muhaddislerin Muhammed b. Saib Kelbî hakkındaki görüşleri olumsuzdur. Muhaddisler onu
cerh etmişler, ondan hadis alınamayacağını söylemişlerdir. O, hadis otoriteleri tarafından zayıflık,
hatta kizb ile itham edilmiş, Mürcie ve Sebeiyye gibi fırkalara müntesip olmakla suçlanmıştır (İbn
Hibbân, 1396: II/253). Bazı hadisçiler ise onun küfrüne hükmetmiştir (el-Mizzî, 1980: XXV/248-
251). Bu sebeple Ebû Hatim Kelbî için “İnsanlar onun hadisini terk hususunda birleşmişlerdir.”
Demiştir (el-Askalanî, 1326: IX/180). Nesâî ise onu metruku’l-hadis olarak nitelemiş (en-Nesâî,
1396: 90), sika olmaması sebebiyle onun hadisinin yazılamayacağı hükmüne varmıştır (el-Mizzî,
1980: XXV/251).
Bu bilgiler söz konusu rivayetin istidlal edilmesini imkansız kılmaktadır. Üstelik Katade,
Yâsîn suresinde geçen resullerin Hz. İsa’nın (as) havarileri olduğunu söylerken onların birer
peygamber olduklarını kastetmemiştir. O resul kelimesine elçi anlamı yüklemiştir (el-Aynî, ts.:
IV/194). Ayrıca resullerin Hz. İsa (as) ile Hazreti Peygamber arasında gönderilmiş nebi oldukları
iddiası, hadis alimlerinin sahih isnad ile tahric ettikleri “Benimle İsa arasında peygamber yoktur.”
(el-Buhârî, 1422: Ehâdîsu’l-Enbiya, 48; Müslim, ts.: Fadâil, 40; Ebû Davud, ts.: IV/117, hadis no:
4324; İbn Hanbel, 2001: XV/153, hadis no: 9270; İbn Hibbân, 1988: XV/233, hadis no: 6821; etTaberânî, 1985: II/30, hadis no: 725) şeklideki Ebu Hureyre hadisiyle de çelişmektedir. Bu sebeple
Kelbî’nin naklettiği rivayete güvenerek, resulleri peygamberlik ile vazifelendirilmiş havariler veya
Allah tarafından nübüvvet verilmiş aynı zamanda Hz. İsa’ya da yardımla görevlendirilmiş kişiler
olarak algılamak doğru değildir.
3. Rivayetlerin Değerlendirilmesi
3.1. Ayetlerin Siyakının Resul Kelimesine Yüklediği Anlam
Yâsîn suresinin ilgili ayetleri, resullerin havari oldukları yönündeki beyanları
desteklememektedir. Ayetler rivayetler itibara alınmaksızın, yalın bir yaklaşımla okunduğunda,
ayetlerden resullerin havari olduğunu çıkarabilmek neredeyse mümkün değildir. Zira kıssada Hz.
İsa’ya da havarilere de hiç bir atıf yapılmamıştır. Ne resullerin, ne onları inkar edenlerin, ne de şehrin
ucundan resulleri savunmak için koşarak gelen adamın sözlerinde Hz. İsa (as) ve havarilere
bağlanabilecek bir beyan yoktur. Aksine, söylenenler onların nübüvvetine işaret eden karineler
niteliğindedir.
3.1.1. Tekid İçerikli İfadeler
Ayetlerde üç resulün aynı şehre peşi sıra gönderilmesinde öne çıkarılan husus onların
الِ ث .yalanlanmasıdır
ِثَ
َعَّز ْزنَا ب
بُو ُه َما فَ
َكذَّ
ِن فَ
نَيْ
ِه ُم اثْ
ِلَيْ
ْر َسلْنَا إ
َ
أ
ِذْ
إ” Onlara iki resul/elçi gönderdik de onları
yalanladılar. Biz de (o iki resulü/elçiyi) bir üçüncü ile destekledik” (Yâsîn, 36/14). Bu ayetten
anlaşıldığı üzere şehre gönderilen ilk iki resul şehir halkı tarafından yalanlanmış, bunun ardından
Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 471
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
üçüncü bir resul gönderilmiştir. Bu ilk yalanlama üzerine resuller, kendilerinin risalet/peygamberlik
ile görevlendirildiklerini نِ َّ
إ ile tekit ederek şöyle ifade etmişlerdi; مْك ُيْ
ِلَ
إ و َن ِنَّا إ
ُم ْر َسلُ
“Gerçekten biz size
gönderilen resulleriz” (Yâsîn, 36/14). Şehir halkı ise, “Siz de bizim gibi insandan başka bir şey
değilsiniz. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz.” diyerek
peygamberlerin bu sözlerine de karşı çıkmışlardı. Bu itiraz ve yalanlama karşısında resuller,
risalet/peygamberlik görevlerini daha kuvvetli bir vurgu ile savunmak istemişler ve اَّنِ
ُم إ
الُوا َربُّنَا يَ ْعلَ
قَ
ُم ْر َسلُو َن
ْي ُكْم لَ
ِلَ
إ” Rabbimiz bilir ki biz, gerçekten size gönderilmiş resulleriz” (Yâsîn, 36/16) demişlerdi.
Dil bilimcilerin beyanına göre ayette Allah’ın şahit tutulması, نِ َّ
إ ve Lâm-ı Tekidin kullanılması,
peygamberlik vurgusunun yapıldığı cümlenin isim cümlesi gelmesi risalet/peygamberlik iddialarının
doğruluğunu tekit (Cebenneke, 1996: I/182) ve müşriklerin peygamberlik hakkındaki sözlerini inkar
içindir (Avnî, ts.: II/14).
3.1.2. Nübüvveti İnkar Eden Toplum Karşısında Savunma
İnsandan peygamber gönderilmez algısı, tarih boyunca insanların imanlarının önündeki en
büyük engel olmuştur. Bu durum el-İsrâ suresinde şöyle bildirilmiştir: “Kendilerine hidayet geldiği
zaman, insanların iman etmelerine ancak: ‘Allah bir insanı mı peygamber gönderdi?’ demeleri mânî
oldu” (el-İsrâ, 17/94). Kur’an’ın haber verdiğine göre bu düşüncedeki müşrikler peygamberler
hakkında, “Bir insan mı bizi doğru yola iletecek?” (et-Teğâbun, 64/6) demişler, peygamberlere
uyanları ise “Sizin gibi bir insana itaat ederseniz, o takdirde hüsrana uğrayan kimselersiniz
demektir.” (el-Mü’minûn, 23/34) diyerek suçlamışlardır. “Siz de bizim gibi insandan başka bir şey
değilsiniz. Bizi atalarımızın taptıklarından çevirmek istiyorsunuz. Öyleyse bize açık bir delil getirin.”
(İbrahim, 14/10) sözleriyle de Allah’tan vahiy aldıklarını ispatlayacak mucizeler göstermelerini
peygamberlerden istemişlerdir (eş-Şuarâ, 26/154). Mekke müşrikleri de Resulullah’a (sas) aynı
gerekçelerle karşı çıkmışlardı. Ondan peygamberliğini ispatlayacak mucizeler istemişlerdi.
Müşrikler öylesine akıl almaz taleplerde bulunmuşlardı ki, onların talepleri arasında Allah’ın ve
meleklerin gelip Resulullah’ın (sas) peygamberliğine kefalet etmesi de vardı (el-İsrâ, 17/90-93). Bu
talep “Allah bir insanı mı peygamber gönderdi?” şeklindeki düşüncenin bir yansımasıydı.
Yâsîn suresinde misal verilen resullerin sözlerinin temel mihveri kendilerinin risaletleri
etrafında dönmektedir. Onlar ilk olarak kendirlerinin risaletlerini ilan etmiş ve bu risaleti Allah ile
ilişkilendirmişlerdir. Onlara karşı çıkanlar da onların Allah ile irtibatlarını sorgulamışlardır. Bu
bağlamda Allah tarafından gönderilmelerinin imkansızlığını ispata çalışmışlardır. Bu gayeyle şehir
halkı itiraz ettikleri resullere “Siz de sadece bizim gibi insansınız.” diyerek onların
peygamberliklerini inkara kalkmışlardı. Çünkü onlar putlara tapmaktaydılar ve Allah’ın insandan
peygamber göndermeyeceğine inanıyorlardı. İddialarını kuvvetlendirmek için “Rahman hiçbir şey
indirmemiştir” cümlesini söylemişlerdir. Onlar bu söz ile kendilerine gönderilen resullere de, başka
insanlara da Allah’ın vahiy indirilemeyeceğini kastetmişlerdir. Yani onlar “Siz de biz de insanız.
Niçin size vahiy geliyor da bize gelmiyor? Sizin bizden farkınız nedir? Sizin peygamber olabilmeniz
için melek olmanız gerekirdi.” gibi düşüncelerle resulleri yalancılıkla suçlamışlardır (İbn Kesîr,
1999: VI/569). Ebû Hayyan’a göre, sadece resullerle şehir halkı arasında cereyan eden bu konuşma
bile, resullerin nübüvvetini ispatlamaya yeterlidir. Çünkü resuller nübüvveti inkar eden bir millete
karşı savunma yapmışlardı (Ebû Hayyân, 1420: IX/53).
3.1.3. Peygamberler İçin Kullanılan Ortak İfadeler
Müşriklerle resuller arasında geçen konuşmada kullanılan ifadeler Kur’an’ın farklı
surelerinde anlatılan peygamber kıssalarındaki ifadelerle benzerlikler göstermektedir. Kur’an’ın
muhtelif ayetlerinde peygamberlerin özelliği gibi akseden nitelikler, müşriklerin peygamberlere
yönelik kullandıkları ortak dil bu kıssada da karşımıza çıkmaktadır.
472 Harun SAVUT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
ِي ُن
ُمب
ِال الْبَال ُغ الْ
ْينَا إ
َعل َما َو” َBize düşen, apaçık tebliğden başkası değildir.” (Yâsîn, 36/17)
ِي ُن ayetindeki
ُمب
ْال غ ُالَبْال ifadesi Yâsîn suresinin dışında altı yerde daha geçmektedir. En-Nahl suresinde
ِي ُن
ُمب
َال ُغ الْ
َّال الْبَ
ِ
َه ْل َعلَى ال ُّر ُس ِل إ
َف” Peygamberlere düşen yalnızca apaçık tebliğ değil midir?” (en-Nahl,
16/35) buyrularak peygamberlerin tebliğ görevine dikkat çekilmiştir. Diğer beş ayet ise Resulullah
(sas) hakkındadır (el-Mâide, 5/92; en-Nahl, 16/82; en-Nûr, 24/54; el-Ankebût, 29/18; et-Teğâbun,
64/12). Bu ayetlerde tüm peygamberler gibi Hazreti Peygamberin de görevinin ن ُيِ
ُمب
apaçık الْبَال ُغ الْ
tebliğ olduğu vurgulanmıştır.
Şehrin ucundan koşarak gelen adam/Habib-i Neccar, resuller hakkında yaptığı konuşmada,
onların dünyalık bir ücret/karşılık beklemediklerini söylemiştir. Allah’ın emirlerini tebliğ
karşılığında ücret beklememek peygamberlerin niteliklerindendir (Pişgin, 2002: 29). Ayetlerde Hz.
Nuh’dan (as) (Yunus, 10/72; Hûd, 11/29; eş-Şuarâ, 26/109), Hz. Hûd (as) (Hûd, 11/51; eş-Şuarâ,
26/127), Hz. Salih (as) (eş-Şuarâ, 26/145), Hz. Lût (as) (eş-Şuarâ, 26/164), Hz. Şuayb (as) (eş-Şuarâ,
26/180) peygamberler bu niteliklerine özellikle vurgu yapmışlardır. Allah, Hazreti Peygamberden de
müşriklere “Tebliğime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. O sizin olsun. Benim mükafatım
sadece Allah’a aittir.” (Sebe, 34/47. Bk. el-Enâm, 6/90; el-Müminûn, 23/72; Sâd, 38/86; eş-Şûrâ,
42/23) demesini istemiştir.
Şehir halkı, resulleri uğursuzlukla suçlamışlardı. Benzer ithamların diğer peygamberlere de
yöneltildiği Kur’an’da bildirilmiştir. Firavun ve kavmi başlarına bir kötülük geldiğinde bunu Hz.
Musa (as) ve ona inananlardan bilmişlerdi (el-Arâf, 7/131). Semud kavmi de Hz. Salih’e (as) “Sen
ve seninle beraber olanlardan dolayı uğursuzluğa uğradık.” Demişlerdi (en-Neml, 27/47). Münafıklar
da karşılaştıkları olumsuzluklardan Resulullah’ı (sas) sorumlu tutarak (İbn Kesîr, 1999: II/362),
başlarına gelen sıkıntılı durumlarda Allah Resulüne “Bu senin yüzündendir” (en-Nîsâ, 4/78) derlerdi.
Kıssada resuller tebliğden vaz geçmezlerse taşlanarak öldürülmekle tehdit edilmişlerdi.
Taşlanarak öldürülme diğer peygamberlere de yöneltilen bir tehditti. Örneğin Hz. Nuh’a (as) kavmi
tebliğine son vermezse recmedileceğini söylemişti (eş-Şuarâ, 26/116). Hz. İbrahim ise bizzat babası
tarafından recmedilmekle tehdit edilmişti (Meryem, 19/46). Şu ayet Hz. Musa’nın da aynı tehditle
karşı karşıya kaldığını işaret etmektedir: “Ben, beni recmetmenizden benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz olan (Allah)’a sığındım” (Duhân, 44/20).
3.1.4. Surenin İlk Ayetlerinin İşaret Ettiği Anlam
Yâsîn Suresi’nin başında Kur’an’a yemin edildikten sonra ن َيِسل َر ْمُ
ِم َن الْ
َك لَ
ِنَّ
إ” Muhakkak ki sen,
mürselîndensin/gönderilmiş peygamberlerdensin.” (Yâsîn, 36/3) Buyrularak Resulullah’ın Allah
tarafından görevlendirilmiş resullerden birisi olduğu tekitle vurgulanmıştır. Ardında onun, babaları
uyarılmamış bir toplumu irşad için gönderildiği bildirilmiş, inkarda ısrar edip ona iman etmeyenlerin
ebedi azaba uğrayacakları haber verilmiştir (Yâsîn, 36/4-12). Bu ayetlerin ardından Resulullah’ı
yalanlayan, onun peygamberliğini kabul etmemekte direnen Mekke müşriklerine üç resul ve
gönderildikleri şehir halkı misal verilmiştir. Örneklik yönüyle konu değerlendirildiğinde de ayetlerde
zikredilen mürselînin havariler olması uzak bir ihtimaldir. Çünkü risaleti inkar edip mürselînden olan
bir peygambere ve müminlere eziyet eden, bu sebeple de azaba sürüklenen bir topluma, tarihin bir
döneminde yaşamış ve kendilerine gönderilen resulleri/mürselîn yalanlayıp, resulleri/mürselîn ve
onlara iman edenleri türlü eziyetlerle şehit eden başka bir toplum misal verilmiştir. Yapılan yanlışın
neden olduğu vahim sonuçlardan ders alınması hedeflenmiştir. Bu veçheden bakıldığında bu
meseldeki mürselînin, surenin başında zikredilen mürselîn ile aynı özellikleri taşıması, yani Allah
tarafından nübüvvetle görevlendirilmiş olması gerekir. Yukarıda da değindiğimiz üzere her
dönemdeki inkarcıların Allah’ın varlığına, birliğine çağıran resullere karşı tutumu aynı olmuştur.
Bunun için kıssanın sonunda, “Yazık şu kullara! Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, onunla
Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 473
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
mutlaka alay ederlerdi.”4
(Yâsîn, 36/30) denilmiştir. Kıssanın sonundaki bu ayet, şehre gönderilen
resullerin alaya alınan diğer peygamberler gibi bir peygamber olduklarını, bu sebeple de diğer
peygamberlere yapılanların onlara da yapıldığını işaret etmektedir.
3.2. Rivayetlerin Tarihi Verilerle Uyumu Sorunu
Rivayetlerin ve bunlara dayalı yorumların tarihi veriler ve vakıalarla uyuşmaması rivayet
kaynaklı ilimlerde görülen bir sorundur (Savut, 2012: 198). Bundan dolayı muhaddisler hadislerin
sıhhatini tespit ederken rivayetleri hem senet hem de metin yönüyle analiz etmişlerdir. Onlara göre
metin yönüyle analiz, rivayetlerin Kur’an ve sünnetin yanı sıra tarihi verilere de arzını gerektirir
(Arslan, 2013: 52). Birbiri ile çelişen rivayetlerden akla, sahih bilgiye uygun olanlar alınır (elBağdadî, 2009: 466), tarihi vakıalara aykırı olan nakiller ise reddedilir. Bu kuralın tefsir rivayetlerine
de uygulanması Kur’an tefsirinde yanlış tevilleri engelleyecektir.
Yukarıda da değindiğimiz üzere müfessirlerin tamamı resullerin gönderildikleri şehrin
Antakya olduğu konusunda mutabıktırlar. Fakat Antakya isminin müfessirlerin tamamı tarafından
verilmesi, resullerin Hz. İsa’nın (as) havarileri oldukları görüşünü ispata yeterli değildir. Ayetler ve
tarihi veriler birlikte değerlendirildiklerinde, “Resuller Hz. İsa’nın (as) havarileridir. Hz. İsa (as)
onları Allah’ın emri ile Antakya’ya tebliğ için göndermiştir.” Şeklindeki söylem bir takım çelişkileri
barındırmaktadır.
Ayetlerde; “Onlara iki resul/elçi gönderdik de onları yalanladılar.” denilerek, şehir halkıyla
resullerin mücadelesi konu edilmektedir. Sonuçta ise şehir halkının inkarları ve kendilerini hakka
davet edenleri şehit etmeleri sebebiyle tüm şehrin bir sayha/çığlık ile yok edilmesinden
bahsedilmektedir. Yani ayetlerdeki şehir halkı resullere inanmamıştır. Halbuki Hıristiyan
kaynaklarda bildirildiğine göre Antakya, Hz. İsa (as) sonrası dönemde Kudüs’te baş gösteren
zulümlerden kaçanların yöneldiği yerlerden birisiydi (Madrigal, 2014: 3). Antakya’ya gidenler Hz.
İsa’nın mesajlarını muhataplarına rahatlıkla ulaştırabilmişlerdi (Pamir, 1992: 2). Bu özelliği
sebebiyle burası Kudüs’ün ardından Hıristiyanlığın ikinci önemli şehriydi ve Hıristiyanlığın diğer
coğrafyalara yayılmasında merkezi bir role sahipti (Aydın, 2003: 6). Asya’ya, Roma’ya ve
Mezopotamya’ya Hıristiyanlığın ulaştırılmasında ana üs görevini üstlenmiştir (Ulutürk, 2005: 211).
Bazı dinler tarihçilerine göre ise Antakya Helenistik Hıristiyanlığın şekillendiği merkezdi (Gündüz,
2013: 34). Bunun için dört temel kiliseden birisi Antakya kilisesidir (Michel, 1992: 98; Hıristiyan
mezheplerinin Antakya hakkındaki düşünceleri için bk. Özalp, 2015: 718). Hz. İsa’ya (as) inananlar
için Hıristiyan ifadesinin ilk kez kullanıldığı yer de Antakya’dır (Malik, 2012: 61; Aydın, 2002: 130).
Bu bilgiler ışığında Antakya halkının kendilerine gelen elçilere karşı durduklarını, onlarla mücadele
ettiklerini, onların canlarına kastettiklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü Kitab-ı Mukaddesteki
anlatımlarda Üç havarinin Antakya yöneticileri ile mücadelesi mevzu bahis değildir. Ayrıca Ahd-i
Cedid’de Habib-i Neccar hakkında bir bilgi yoktur.
Havarilerin Antakya’ya gidişi konusundaki eldeki veriler yukarıdaki kanaatimizi
desteklemektedir. Hz. İsa’nın ardından Kudüs cemaatinin başına Yakup geçmiştir (Akkurt, 2006:
293). Resullerin İşleri’nde bildirildiğine göre, Hz. İsa’dan sonraki süreçte İstefan’ın taşlanarak
öldürülmesiyle başlayan baskılar sonucu Hz. İsa’ya inananlar Kudüs dışında Fenike, Kıbrıs ya da
Antakya’ya gitmek zorunda kalmışlardı, buralarda önceleri dini yalnızca Yahudilere anlatmışlardı.
Fakat içlerinden bir grup Antakya’ya gittiklerinde, yeni dini Greklere de tebliğ etmişlerdi (Aydın,
2003: 6-8). Antakya’daki bu çalışmalardan pek çok insan etkilenmişti. Bunun sonucu olarak şehirde
Grek ve Yahudi olmayanların çoğunluğunu teşkil ettiği bir cemaat ortaya çıkmıştır (Bahadır, 2013:
210). Bu yeni durum Kudüs’teki/Yeruşalim cemaate ulaşınca, Kudüs cemaati Barnaba’yı
ِ ِه يَ ْستَ ْه ِزئُو َن 4
َّال َكانُوا ب
ِ
ِه ْم ِم ْن َر ُسو ل إ
تِي
ْ
َما يَأ
ِعبَا ِد
يَا َح ْس َرةً َعلَى الْ
474 Harun SAVUT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
Antakya’ya göndermiştir (Resullerin İşleri, 11/19-22). Bu durumda Barnaba’yı Antakya halkına
tebliğ etmesi için görevlendiren Hz. İsa değil, Hz. İsa sonrasında Kudüs cemaatinin reisi yapılan
Yakup olmuştur.
Antakya’ya giden diğer tebliğciler için de İsa’nın doğrudan görevlendirmesinden söz etmek
zordur. Çünkü Barnaba, Antakya’ya ulaştıktan sonra Pavlus’u bulup Antakya’ya getirmek için
Tarsus’a gitmiş (Resullerin İşleri, 11/25), onu ikna edip faaliyetlere desteğini sağlamıştır. Bundan
sonra Barnaba ve Pavlus uzun süre birlikte çalışmışlardır (Aydın, 2005: 36). Bu ikilinin gayretleri
sonucunda Antakya’da putperestliği bırakıp Hz. İsa’nın öğretisini kabul eden büyük bir topluluk
oluşmuştur (Ulutürk, 2005: 209). Kudüs’te Kral Hirodes İsevilere baskıları arttırmış onların lideri
olan Yakup’u öldürmüş, Petrus’u ise tutuklamıştı (Resullerin İşleri, 12/1-3). Bir müddet sonra Petrus
mucizevi bir şekilde zindandan kurtulmuştur (Resullerin İşleri, 12/5-11). Muhtemelen bunun
ardından da Antakya’ya Barnaba ve Pavlus’un yanına gelerek (Galatyalılar, 2/7-10) inandığı dinin
tebliğ faaliyetlerini yürütmüştür (Aydın, 2003: 10).
Hıristiyan kaynaklardaki bu bilgilerle ayetteki resullerin Allah tarafından gönderildiği bilgisi
uyumlu değildir. Havarilerin gönderilmesini Allah’a isnad edebilecek bir görevlendirme de
Hıristiyan kutsal metinlerinde yoktur. Yani Havariler Antakya’ya gitme emrini Hz. İsa’dan
almamışlardır. Çünkü Antakya’ya gidiş Hz. İsa’dan sonra gündeme gelen bir olaydır. Ayrıca
Antakya’da misyon faaliyeti içindeki havariler arasında sayılan Pavlus’un Hz. İsa ile hiç
karşılaşmadığı, ancak Hz. İsa’dan sonra onun dinini benimsediği tarihi bir gerçekliktir. Onun
havariler arasında sayılması da tartışmalıdır (Ulutürk, 2005: 143-166). Bu durumda Pavlus’un
ayetlerdeki üç resulden birisi olduğunu Hz. İsa tarafından Allah’ın emri ile Antakya halkını tebliğ
için görevlendirildiğini savunmak çelişkili bir durumdur.
Antakya’da Hıristiyanlığın kısa sürede kabul görmesinin sebepleri arasında, havarilerin
gayretlerinin yanı sıra, Antakya’da farklı dinlerin bir arada yaşayabildiği toleranslı bir ortam
bulunması da vardır (Aydın, 2005: 36). Zira o dönemde Antakya Roma imparatorluğunun üç büyük
kentinden birisiydi ve Roma ticaretinin önemli merkezlerindendi. Bu sebeple şehirde farklı
kültürlerin barınabildiğinden, Yahudi, Arap, Pers, Grek ve diğer milletlerin kendini ifade
edebildikleri kozmopolit bir ortamın varlığından bahsetmek gerekir (Aydın, 2003: 7). Bu bilgiler,
Antakya’nın Havariler başta olmak üzere tüm İseviler için güvenli bir propaganda ve sığınma yeri
olduğuna işaret eder (Ulutürk, 2005: 211). Bu ise ayetlerdeki elçilerin şehir halkı tarafından
yalanlandığı bilgisi ile uyuşmamaktadır. Eldeki bilgiler resullerden kastedilenin havariler olduğu
tezini doğrulamamaktadır. Yine bu verilere dayanarak, havarilerin muhatapları ile Yâsîn suresindeki
resullerin muhataplarının birbirinden farklı toplumlar olduklarını belirtmek gerekir.
Kıssanın sonunda şehir halkının cezalandırılarak helak edildiğinden bahsedilmektedir.
Ayette, “(Onların cezası) sadece bir tek sayha/çığlık oldu, (o çığlık ile) hemen sönüverdiler.”
(Yâsîn, 36/29) buyrulmaktadır. Ayetteki ن َدو ُم ِخا َsönüverdiler kelimesi müfessirlere göre, ateşin sönüp
külünün kalması gibi, geride hayat sahibi kimse kalmayacak şekilde yok olmayı ifade etmektedir
(Mukatil, 1423: III/578; İbn Sellam, 2004: II/806; et-Taberî, 2000: XX/511; İbn Kesîr, 1999:
VI/573). Sayha/çığlık, resullerin gönderildiği inkarcı toplumu tamamen helak ederek, geride kimse
kalmayacak şekilde tarih sahnesinden silmiştir. Fakat tarihi kayıtlar Hz. İsa’dan sonra vuku bulan
ve Antakya’yı yok eden bir felaketten bahsetmemektedir. Havarilerin davetine direnmeleri sebebiyle
Antakya şehrini ve halkını tarih sahnesinden silen bir afetin gerçeklemesi durumunda böyle bir
vakıayı Hıristiyan kaynakların bildirmemesi de düşünülemez. Kıssanın bu yönüne dikkat çeken bazı
alimler, bahsi geçen helakin Hz. İsa’dan önceki kadim dönemlere ait bir olay olduğunu
söylemişlerdir (İbn Teymiyye, 1999: II/251).
Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 475
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
Bu durumda helaki Antakya’nın Hz. İsa’dan önceki geçmişinde aramak yerinde olacaktır.
Kaynaklarda Antakya şehrinin kuruluşu hakkında değişik rivayetler bulunmakla birlikte, şehrin M.Ö.
300 yıllarında I. Selevkos tarafından inşa edildiği noktasında genel kanaat oluşmuştur (Sahillioğlu,
1991: 228; Kara, 2005: 2). Günümüz Antakya’sının kuruluşu için her ne kadar bu tarih verilse de,
Arkeolojik bulgular değerlendirildiğinde Antakya’da yerleşimin paleolitik çağa (yontma taş devri)
kadar uzandığı ortaya çıkmaktadır (Erek, 2008: 82-83). Arkeolojik bulgular, Antakya kent
merkezinin kurulduğu coğrafyada paleolitik çağda var olan yerleşim merkezlerine işaret etmektedir
(Erek, 2008: 93). Ayrıca Antakya yöresinde ve amik ovasında insanlık tarihinin ilk dönemlerinden
başlayıp Helenistik çağa kadar uzanan ve tarihin bilinen her evresine ait pek çok yerleşim merkezinin
kalıntıları tespit edilmiştir (Erek, 2008: 79-84). Bulunan kalıntılardan bölgede farklı dönemlerde
eyalet merkezlerinin hatta krallıkların kurulduğu anlaşılmıştır
(www.mku.edu.tr/getfile.php?keyid=4608). Bu veriler ışığında Antakya coğrafyasında tarihin
karanlık kalan dönemlerinde afetlerin yaşanmış olabileceği ihtimalini düşünmek mümkündür. Çünkü
kadim dönemlerde yerleşim alanı olarak kullanıldığı anlaşılan bir yerin kuruluş tarihi kaynaklarda
M.Ö. 300’lü yıllar şeklinde gösterilmiştir. Bu durumda, öncesinde medeniyetin var olduğu, şehirlerin
kurulduğu bir yörede uzunca bir süre insanların yerleşmediği, bölgeyi medenileştirecek bir şehrin
var olmadığı anlaşılmaktadır. Adeta bazı nesillerin izleri kalmayacak şekilde tarih sahnesinden
silindiği, yaşadıkları toprakların uzunca bir süre boş kaldığı akla gelmektedir.
Resullerin peygamber olduğunu savunan alimlerin kanaatleri yukarıda verdiğimiz bilgilerle
çatışmamaktadır. Örneğin İbn Hacer el-Askalani’ye göre, İbn İshak ve Vehb’in verdiği bilgiler temel
alındığında şehrin Antakya olduğu sonucuna varılmaktadır. Fakat kastedilenin günümüzdeki
Antakya olması mümkün değildir. Zira Allah şehrin halkının helak edildiğini bize haber vermektedir.
Ama günümüzdeki Antakya’nın helakine dair bir bilgi veya haber yoktur. O halde kastedilen helak
şehrin ilk dönemlerinde vuku bulmuş olmalıdır (el-Askalânî, 1379: VI/467).
Resullerin nübüvvetini savunan alimlere göre resuller, Hz. Musa’dan önceki dönemde
Antakya’nın kurulduğu yöreye gönderilmiştir (İbn Kesîr, 1999: VI/573). Onlar bu görüşlerini Ebû
Said el-Hudrî’nin rivayet ettiği, “Andolsun biz, ilk devir nesillerini helak ettikten sonra Musa’ya,
insanların kalplerini aydınlatacak, hidayet ve rahmet olarak, Kitabı (Tevrat’ı) verdik.” (el-Kasas,
28/43) Ayetini tefsir eden şu merfu hadise dayandırmışlardır: “Hz. Musa’ya Tevrat’ın nüzulünden
sonra, maymuna çevrilen şehir hariç, hiçbir şehir ve hiçbir nesil topluca helak olmamıştır.” (elHâkim, 1990: II/242, hadis no: 3534). Bu hadis ışığında ayetler ve rivayetler birlikte
değerlendirildiğinde, üç resulün insanlık tarihinin kadim dönemi olarak nitelenebilecek ve bilgileri
günümüze ulaşmaması sebebiyle karanlık sayılabilecek bir çağda gönderilmiş olmaları mümkündür.
Sonuç
Yâsîn suresinde örnek verilen kıssanın anlatımında bazı noktalar mübhem bırakılmıştır.
Konuyu beyan eden ve sahih isnad ile Resulullah’a (sas) ulaşan bir hadis de bulunmamaktadır.
Konuyla ilgili rivayetlerin azlığı, müfessirleri söz konusu kıssa hakkında ulaşabildikleri malumatı
eserlerine almaya yöneltmiştir. Bu ise birbiri ile çelişen yorumların yolunu açmıştır. Merak
duygusuyla başlayan arayışlar müfessirleri, ayetlerin yalın okunuşu ile anlaşılabilecek temel bilgi
niteliğindeki noktaları bile sorgulamaya itmiştir. Bunun sonucunda müfessirler, ayette bizzat Allah
tarafından gönderildiği vurgulanan resullerin, kimin resulü/elçisi olduğu sorusuna cevap
arayabilmişlerdir.
Tartışmaların temelindeki bu soruya verilen iki cevap öne çıkmıştır. Bu cevaplardan birincisi
resullerin Allah’ın peygamberi olduğu yönünde iken ikinci cevap resullerin Hz. İsa’nın elçileri
olduğunu söylemektedir. Cevapların sahiplenilip kabul görmesinde dönemlere göre farklılıklar
bulunmaktadır. Bu durumun ortaya çıkan ihtilaftan daha ilginç olduğunu kaydetmek gerekir.
476 Harun SAVUT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
Sahabeden gelen bilgiler resullerin nübüvveti üzerine bina edilmiştir. Onlardan resullerin havari
oldukları yönündeki kanaati destekleyecek hiç bir beyan nakledilmemiştir. Tabiinden ise sadece
Katade resulleri havari olarak nitelemişken müteahhirun müfessirler arasında Katade’nin görüşü
hakim kanaat olarak zemin bulmuştur.
Havariler hakkındaki görüşün sahabe ve tabiin arasında değil de sonraki dönemlerde rağbet
görmesi bu bilgilerin Hıristiyan kaynaklardan edinilmiş olma ihtimalini gündeme getirmektedir.
Çünkü ayette resullerin sayısı üç olarak verilmiştir. Onların Antakya’ya gönderildiği hususunda ise
selef müfessirlerin mutabakatı vardır. Hıristiyan kutsal metinlerinde de Antakya’ya giden üç
havariden bahsedilmektedir. Üstelik Kur’an’da da Hıristiyanların kutsal metinlerinde de şehre önce
iki sonrasında ise üçüncü kişinin gittiği bildirilir. Bazı müfessirler konuyu derinlemesine
incelemeden bu benzerlikten hareketle üç resulün Hz. İsa’nın havarileri olduğu hükmüne varmış
olabilirler. Hıristiyanların havarilere yükledikleri peygamberlik misyonunun ve Antakya’daki
havarilerin faaliyetlerinin kutsal metinlerin Resullerin İşleri isimli bölümünde geçmesinin,
müfessirlerin resulleri havariler olarak tanımlamalarında etkisinin bulunabileceğini göz ardı
etmemek gerekir.
Yasin Suresinde bahsi geçen resullerin Antakya’da misyon faaliyeti yürüten havariler ile
ilişkilendirilmesi isabetli değildir. Çünkü Kur’an’daki kıssa ile kitabı mukaddesteki anlatımlar
arasında benzerlikler bulunsa da iki olay birçok yönden örtüşmemektedir. Resuller zalim bir kralın
hüküm sürdüğü, halkı cebbar bir şehre Allah’ın emri ile gitmişlerdir. Havarilerin Antakya’ya
gidişlerinde ise Kudüs’te gördükleri baskılar temel etkendir ve Antakya halkı Kudüs halkından daha
hoşgörülüdür. Havarileri Antakya’ya gönderen Allah veya Hz. İsa değil Kudüs’teki havari cemaati
ve onların lideri Yakup idi. Resullerin gönderildikleri şehrin halkı inkar edip resulleri ve iman eden
salih kişiyi şehit etmeleri sebebiyle helak olmuştur. Halbuki Antakya Hıristiyanlığı ilk kabul eden
yerlerdendir ve Hıristiyanlığın en önemli merkezlerindendir. Antakya halkının Hz. İsa’dan sonra
topluca helaki de söz konusu değildir. O halde bu olayın vuku bulduğu tarih için Hz. İsa sonrasına
değil öncesine bakmak daha doğru olacaktır. Antakya yöresindeki kadim dönemlere ait arkeolojik
bulgular, şehrin m.ö. 300’lü yıllardaki kuruluşundan önce, bahsi geçen kıssanın bu bölgede yaşanmış
olabileceği ihtimalini desteklemektedir.
Yâsîn suresinin siyakı da resullerin birer peygamber oldukları yönündeki görüşü
desteklemektedir. Zira resuller Hz. İsa’nın elçileri olsalardı şehir halkının onlara, “siz de bizim gibi
insandan başka bir şey değilsiniz” dememeleri gerekirdi. Halbuki resuller nübüvveti inkar eden
müşrik bir topluma gönderildikleri için şehir halkı sürekli onların insan olmalarına vurgu
yapmışlardı. Böylelikle onların Allah’tan vahiy alamayacaklarını söylemek istemişlerdi. Bu itiraz
karşısında “‘Rabbimiz bilir ki biz, size gönderilmiş resulleriz” şeklinde cevap veren kişilerin
peygamber olduklarına hükmetmek kanaatimize göre daha doğru bir tespittir.
KAYNAKÇA
Akkurt, İlhan. (2006). Hz. İsa Hıristiyan mıydı? Hıristiyanlığın Temelleri. İstanbul: Anfora
Yayınları.
Arslan, Ali. (2013). Hadiste Metin Tenkidi Prensibi Olarak Tarihe-Vakıaya Aykırılık. Kastamonu:
Töre Basım.
el-Askalanî, Ebul Fadl Ahmed b. Ali İbn Hacer. (1326). Tehzîbu’t-Tehzîb. Hindistan: Matbaatu
Dâiretu’l-Meârifi’n-Nizâmiyye.
Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 477
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
el-Askalânî, Ahmed b. Ali b. Hacer. (1379). Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî. Beyrut: Dâru’lMarife.
el-Atîbî, Ömer b. Süleyman. (1989). er-Rusul ve’r-Risâlât. Kuveyt: Mektebetü’l-Fellâh li’n-Neşri
ve’t-Tevzî.
Avnî, Hamid. (ts.). el-Menâhicu’l-Vadıha li’l-Belâğa. By: el-Mektebetü’l-Ezheriyyetu li’t-Turâs.
Aydın, Mahmut. (2002). Tarihsel İsa İmanın Mesih’inden Tarihin İsa’sına, Ankara: Ankara Okulu
Yayınları.
Aydın, Mehmet. (2003). “Antakya ve Tarsus Eksenli İlk Dönem Hıristiyanlığına Bir Bakış”. Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 15: 5-16.
Aydın, Mehmet. (2005). “Hıristiyan Misyonerliğinin Başlangıcı, Gelişimi ve Hedefleri”. Dinler
Tarihçileri Gözüyle Türkiye’de Misyonerlik. Editör: Asife Ünal. Ankara: Türkiye Dinler
Tarihi Derneği.
el-Aynî, Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed. (ts.). Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî. Beyrut:
Dâru İhyâi’t-Turasi’l-Arabî.
el-Bağdadî, Ahmed b. Ali Ebû Bekr el-Hatîb. (2009). el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye. Dımeşk:
Müessesetü’r-Risâle.
Bahadır, Gürhan. (2013). “Hıristiyanlığın Antakya’da Şekillenmesi ve Habib-i Neccar”. Mustafa
Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 10 (23): 207-214.
el-Beğavî, Hüseyin b. Mesud. (1420). Meâlimu’t-Tenzîl fî Tefsîri’l-Kur’ân. Thk. Abdurrezzak elMehdî. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Tutâsi’l-Arabî.
Bilmen, Ömer Nasuhi. (ts.). Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri. İstanbul: Bilmen
Yayınevi.
el-Buhârî, İsmail b. İbrahim. (1422). Sahîhu’l-Buhârî. Thk. Muhammed Züheyr ibn Nasır. By: Dâru
Turuku’n-Necat.
Bursevî, İsmail Hakkı. (ts.) Ruhu’l-Beyân, Dâru’l-Fikr, Beyrut .
Cebenneke, Abdurrahman b. Hasan. (1996). el-Belâğatu’l-Arabiyye. Dımeşk: Dâru’l-Kalem.
Cerrahoğlu, İsmail. (2002). “Kelbî, Muhammed b. Sâib”, DİA, İstanbul: cilt 25, s. 205-206.
Ebû Davud, Süleyman b. Eşas. (ts.). Sünen. thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. Beyrut:
Mektebetü’l-Asriyye.
Ebû Hayyân, Muhammed b. Yusuf. (1420). el-Bahru’l-Muhît fi’t-Tefsîr. Thk. Sıdkî Muhammed
Cemil. Beyrut: Dâru’l-Fikr.
Ebu’s-Suûd, Muhammed b. Muhammed. (ts.). İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm.
by.: Dâru İhyâi’t-Türasi’l-Arabî.
Erek, Cevdet Merih. (2008). “Antakya’da Paleolitik Alan Çalışmaları Tarihi”, Tarih İncelemeleri
Dergisi, 23 (2): 75-108.
Gündüz, Şinasi, (2013). Hıristiyanlık. İstanbul: İsam Yayınları.
el-Hâkim, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah, (1990). el-Müstedreku ale’s-Sahihayn. Thk.
Mustafa Abdulkadir Atâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Hatay Arkeolojisi. www.mku.edu.tr/getfile.php?keyid=4608.
478 Harun SAVUT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
el-Hâzin, Alaaddin Ali b. Muhammed. (1415). Lübâbü’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl. Thk. Muhammed
Ali Şahin. Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-İlmiyye.
İbn Acîbe, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed. (1419). Bahru’l-Medîd fî Teffsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd.
Thk. Ahmed Abdulllah el-Kureşî. Kahire.
İbn Ebî Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed. (1419). Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm.
Thk. Esad Muhammed Tîb. Memleketü’l-Arabiyyetü’s-Suûdiyye: Mektebetu Nezzâr
Mustafa el-Baz.
………, Ebû Muhammed Abdurrahman. (1952). el-Cerh ve’t-Ta’dîl. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsi’lArabî.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr. ( 1409). el-Kitabu’l-Musannef fi’l-Ehâdîsi ve’l-Âsâr. Thk. Kemal Yusuf
el-Hût. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd.
İbn Ebî Zemenyn, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah. (2002). Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm. Thk. Ebû
Abdillah Hüseyn b. Ükkaşe. Kahire: el-Fâruku’l-Hadîse.
İbn Hanbel, Ahmed eş-Şeybanî. (2001). Müsnedu el-İmâm Ahmed ibn Hanbel. Thk. Şu ayb Arnaût.
By: Müessesetü’r-Risâle.
İbn Hemmâm, Ebû Bekr Abdurrezzak. (1419). Tefsîru Adurrezzak. Thk. Mahmud Muhammed
Abduh. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
İbn Hibbân, Muhammed. (1396). el-Mecruhîn mine’l-Muhaddisîn ve’d-Duafâi ve’l-Metrûkîn. Thk.
Mahmud İbrahim Zayid. Haleb: Dâru’l-Va’y.
………, Muhammed. (1988). el-İhsan fî Takrîbi Sahîhi İbn Hibbân. Thk. Şuayb Arnaut. Beyrut:
Müessesetü’r-Risâle.
İbn Kesîr, İsmail b. Ömer. (1999). Tefsîru’l-Kur âni’l-Azîm. Thk. Sami ibn Muhammed Selâme. By:
Dâru Tîbe.
İbn Sad, Ebû Abdullah Muhammed. (1990). Tabakâtu’l-Kübrâ. Thk. Muhammed Abdülkadir Ata.
Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
İbn Sellam, Yahya. (2004). Tefsîru Yahya b. Sellam. Beyrut: Dâru Kutubi’l-İlmiyye.
İbn Teymiyye, Takıyyuddin Ebu’l-Abbas. (1999). el-Cevâbu’s-Sahîh li men Beddele Dine’l-Mesîh.
Thk. Ali b. Hasen. Suudiyye: Dâru’l-Âsıme.
İbn Vehb, Ebû Muhammed Abdullah, (2003). Tefsîru’l-Kur’an mine’l-Câmii libni Vehb. Thk.
Mikluş Muranî. By.: Dâru’l-Ğarbi’l-İslamî.
Kara, Adem. (2005) “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Antakya’da Yerleşme ve Nüfus”. Ankara
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi. 17: 1-14.
(1997). Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit. İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi.
el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed. (1964). el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân. Thk. Ahmed
el-Berdûnî. Kahire: Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye.
Madrigal, Marc. (2014). Birici Yüzyıl Anadolu Kiliseleri. By: Kutsal Kitap ve Arkeoloji.
Malik, Gorgis David. (2012). Süryanilerin Tarihi. çev. Vedii İlmen, İstanbul: Yaba Yayınları.
el-Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed. (ts.). en-Nüketu ve’l-Uyûn. Thk. Es-Seyyid b.
Abdulmaksud b. Abdurrahman. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 479
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016
Michel, Thomas. (1992). Hıristiyan Tanrı Bilimine Giriş. İstanbul: Ohan Basımevi.
el-Mizzî, Yusuf b. Abdurrahman. (1980). Tehzîbu’l-Kemâl fî Esmâi’r-Ricâl. Thk. Beşşar Avvad
Maruf. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle.
Mukatil, Ebu’l-Hasen b. Süleyman. (1423). Tefsîru Mukâtil b. Süleyman. Thk. Abdullah Mahmud
Şahata. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâs.
Müslim, İbn Haccâc Ebû’l-Hasan. (ts.). Sahîhu Müslim. thk. Muhammed Fuad Abdülbaki. Beyrut:
Dâru İhyai’t-turâsi’l-Arabî.
en-Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb. (1396) ed-Duafâu ve’l-Metrûkûn. Thk. Mahmud
İbrahim Zayid. Haleb: Dâru’l-Va’y.
en-Nesefî, Ebu’l-Berekat Abdullah b. Ahmed. (1998). Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl. Thk.
Yusuf Ali Bedevî. Beyrut: Dâru’l-Kelimu’t-Tîb.
en-Numânî, Siracuddin Amr b. Ali. (1998). el-Lübâb fi Ulûmi’l-Kitâb. Thk. Adil Ahmed
Abdulmevcud. Beyrut: Dâru’l-Kitabi’l-İlmiyye.
Özalp, Mürsel. (2015). Ortodoks ve Protestan Kiliselerin ‘Papanın Yanılmazlığı Doktrini’ne Bakışı
ve Bu Kiliselerin Yanılmazlık Anlayışları. Turkish Studies International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic. Volume 10/6 Spring 2015, p. 707-
722 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.7963 ISSN: 1308-2140,
ANKARA-TURKEY
Pamir, Dominik. (1992). Havarilerin Doktrini. İstanbul: Onan Basımevi.
Pişgin, Yasin. (2002). İnsan ve Peygamber Olarak Hz. Muhammed. Ankara: İlahiyat.
Sahillioğlu, Halil. (1991 ). “Antakya”, DİA, Ankara: cilt 3, s. 228-232.
es-Salebî, Ahmed b. Muhammed. (2002). el-Keşf ve’l-Beyân an Tefsîri’l-Kur’ân. Thk. Ebû
Muhammed b. Âşûr. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Tutâsi’l-Arabî.
Savut, Harun. (2012). Tefsir İlminin Rivayet Kaynaklı Sorunlarına Bir Çözüm Arayışı İbn Kesîr’in
Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’i. Ankara: Yayın Evi.
es-Semerkandî, Ebu’l-Leys. (ts.). Bahru’l-Ulûm. by.
es-Sevrî, Ebû Abdillah Süfyan. (1983). Tefsîru’s-Sevrî. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Şengül, İdris. (1994). Kur’an Kıssaları Üzerine. İzmir: Işık Yayınları.
et-Taberânî, Süleyman b. Ahmed. (1985). el-Mucemu’s-Sağîr. Thk. Muhammed Şekûr. Beyrut: elMektebu’l-İslâmî.
..……, Süleyman b. Ahmed. (1994). el-Mucemu’l-Kebîr. thk. Hamdi b. Abdülmecid. Kahire:
Mektebetü İbn Teymiyye.
et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr. (2000). Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, Thk. Ahmed
Muhammed Şakir. by.: Müessesetü’r-Risâle.
Ulutürk, Muammer, (2005). Hıristiyanlıkta Havarilik. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Konya: Basılmamış Doktora Tezi.
Vehbi, Mehmet. (1968). Hulâsat’ül Beyân fî Tefsîr’il Kur’an. İstanbul: Üçdal Neşriyat.
ez-Zeccâc, İbrahim b. es-Sırrî. (1988). Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu. Thk. Abdulcelil Abduh Celebî.
Beyrut: Alemu’l-Kütüb.
480 Harun SAVUT
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 11/5 Winter 2016