10 Ağustos 2019

YASİN SURESİNDE BAHSİ GEÇEN RESUL KAVRAMININ RİVAYETLER BAĞLAMINDA ANALİZİ

YASİN SURESİNDE BAHSİ GEÇEN RESUL KAVRAMININ RİVAYETLER BAĞLAMINDA ANALİZİ 
Harun SAVUT*
 ÖZET 
Yasin suresinde bir şehre gönderildikleri bildirilen, üç resulün peygamber olup olmadığı hususunda tefsirlerde ihtilaflı görüşler nakledilmiştir. Müfessirlerin bir grubu elçilerin peygamberliğini savunurken diğer bir grup onların Hz. İsa’nın havarileri olduklarını iddia etmişlerdir. Bu kanaatlerden resulleri havariler sayan görüş, özellikle üçüncü asırdan sonra yaşamış müfessirlerinin çoğunluğu tarafından asıl görüş olarak algılanmıştır. Bu müfessirler tüm yorumlarını resulleri havari saydıkları temel algıya göre şekillendirmişlerdir. 
Fakat ayetleri havariler üzerinden yorumlamak bazı çelişkileri de beraberinde getirmiştir. Ortaya çıkan bu çelişkilerin giderilebilmesi için, resul kelimesinin anlamının ayetler ve rivayetler ışığında tespiti gerekmektedir. Bu makalede söz konusu görüşler analiz edilmiş, farklı görüşlerin neden olduğu problemlere değinilmiştir. Bu yapılırken öncelikle Kur’an’da konunun nasıl anlatıldığına bakılmıştır. Sahabe ve tabiinin konu hakkındaki görüşlerinden hareketle selefin kıssadaki resul kavramına verdikleri mana anlaşılmaya çalışılmıştır. Bunun yanı sıra, görüş ayrılığının nerede başladığının tespiti de hedeflenmiştir. Ayetlerdeki ifadelerden resul kelimesinin havari manasına işaret edip etmediği değerlendirilmiştir. Bu amaçla resullerle müşrikler arasındaki konuşmalarda tarafların sözleri, benzer ifadelerin başka surelerde ne için kullanıldıkları ve surenin siyakı analiz edilmiştir. Rivayetlerin ve bunlara dayalı yorumların tarihi veriler ve vakıalarla uyuşup uyuşmadığı üzerinde de durulmuştur. Resullerin gönderildikleri şehrin Antakya olduğu düşüncesinden hareketle, bu şehirde faaliyet gösteren havarilerle ayetlerde anlatılan resullerin aynı kişiler olup olamayacakları değerlendirilmiştir. Benzerlikler ve farklılıklara dikkat çekilmiş, bunun için Hıristiyanlık tarihine müracaat edilmiştir. 

Giriş 
Yasin suresinde üç resulün gönderildiği şehrin halkı Mekke müşriklerine misal olarak sunulmuştur. Ayetlerde, resullerin risaletlerini açıklamaya dönük çabaları, şehir halkı ile aralarında geçen mücadele anlatılmış; resulleri tehdit eden inkarcılara karşı, bir müminin resulleri cansiperane savunması, sonrasında ise hemşerileri tarafından şehit edilmesinden bahsedilmiştir. Bununla birlikte resullerin, şehrin ve resullere iman edip onları savunan kişinin isimleri zikredilmemiştir. Böylece bazı noktalar mübhem bırakılmıştır. Ayetlerde mübhem olan hususlar hadislerde de açıklanmamıştır. 

Sahabenin de söz konusu ayetler hakkındaki beyanları azdır. Müfessirler konuyu izah için, sahabeden kendilerine ulaşan pek az bilginin yanına tabiin ve mütekaddimun dönemi müfessirlerin görüşlerini de ekleyerek ayetleri tefsire çalışmışlardır. Müfessirler kendilerine ulaşan bu bilgilerin yanı sıra, meseleyi açıklayacağını düşündükleri farklı rivayetlerden de istifade etmişlerdir. Bunun sonucunda ise birbiriyle çelişen teviller yapılmıştır. 

Darbı mesel olarak sunulan bu kıssadaki yorum farklılıklarının temelinde, resullerin kim tarafından görevlendirilip şehre gönderildikleri sorusu bulunmaktadır. Bu konuda tefsirlere alınan rivayetlerde iki görüş öne çıkmaktadır. Birinci görüşe göre resuller/elçiler Allah tarafından şehir halkına tebliğ için gönderilmiş peygamberlerdir. İkinci görüşe göre ise resuller/elçiler Hz. İsa’nın (as) elçileri yani havarileridir. 

Hz. İsa onları Allah’ın emriyle bahsi geçen şehre göndermiştir. İlk dönemde telif edilen tefsirlerde genellikle iki görüş de kendine yer bulurken, sonraki dönemlerde telif edilen tefsirlerde Resullerden kastedilenin Hz. İsa’nın havarileri olduğu şeklindeki düşünce öne geçirilmiş ve tüm tefsir bu temel ön kabule göre şekillendirilmiştir. Bahsi geçen rivayetlerden, resullerin Hz. İsa’nın (as) havarileri oldukları yönündeki haberi diğer rivayetlerin önüne geçirecek delilin bulunup bulunmadığı konusu tartışmanın cereyan ettiği bir alandır. Ayetlerin siyak sibakının gözetilip gözetilmediği, ayetlere yüklenen anlamların diğer surelerdeki benzer ayetlerle mutabık olup olmadığı konusu da problemlidir. Bir diğer problem ise, nakledilen bilgi ve yapılan yorumların tarihi verilerle uyuşup uyuşmadığıdır. Tercih edilen rivayet üzerindeki söz konusu problemler, müfessirleri ayetlere zahiri anlamın dışında manevi ve işari yorum getirme durumu ile karşı karşıya bırakmıştır. Bazı müfessirler ise yukarıda bahsi geçen iki rivayeti birleştiren üçüncü bir görüşü tercih etmişlerdir. Onlar resullerin/elçilerin, kendilerine Allah tarafından nübüvvet verilmiş, Hz. İsa’nın şeriatı ile memur üç peygamber olduğu kanaatindedirler (Bilmen, ts.: VI/2925). Buna göre Hz. İsa’nın havarilerinden üçüne nübüvvet verilmiştir. Bu tercihin dillendirilmesi, Hz. İsa ile Hz. Muhammed (sas) arasında başka peygamberlerin gönderildiğinin kabulü anlamına gelmektedir ki bu, nübüvvet konusunda kelâmî bir tartışmanın da yolunu açmıştır. Ortaya çıkan problemlerin giderilmesi ve yanlış yorumların önüne geçmek için, ayetlerin tefsirine konu olan rivayetleri de göz önünde bulundurarak, Yasin suresindeki resul kelimesin hangi anlamda kullanıldığının tespiti gerekmektedir. 1. Şehir Halkına Gönderilen Resulleri/Elçileri Konu Eden Ayetler Kur’an-ı Kerim’de Mekke müşriklerini uyarmak için zaman zaman önceki ümmetlerden misaller verilmiş, böylelikle muhatapların düşünüp ibret almaları ve Hz. Peygamber karşısındaki tavırlarını düzeltmeleri hedeflenmiştir (Şengül, 1994: 277-280). Bu misallerden birisi de Yasin suresinin ikinci sayfasında geçmektedir. Surede bir şehrin halkını İslam’a davet için üç resulün/elçinin gönderilişi konu edilmiştir. İlgili ayetlerde, ilahi dine davet için gönderilen resulleri şehir halkının inkarı, onları tehdit etmeleri, resullerin kendilerini müdafaaları, davete icabet edip iman eden salih kimsenin imanını açıklaması, resulleri desteklemek için gösterdiği çabalar, şehit edilişi, ardından şehrin helaki ders alınması gereken bir mesel olarak sunulmuştur. Resullerin tebliği, bu tebliğ karşısında muhatapların direniş ve itirazları ayetlerde şöyle anlatılmıştır: 466 Harun SAVUT Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 “Onlara, elçilerin geldiği şehir halkını misal getir. Onlara iki resul/elçi gönderdik de onları yalanladılar. Biz de (o iki resulü/elçiyi) bir üçüncü ile destekledik. Dediler ki: ‘Gerçekten biz, size gönderilmiş elçileriz.’ (Şehirliler:) ‘Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz.’ dediler. (Resuller/elçiler) dediler ki: ‘Rabbimiz bilir ki biz, size gönderilmiş resulleriz/elçileriz. Bize düşen, apaçık tebliğden başkası değildir.’ (Şehirliler) dediler ki: ‘Doğrusu, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Vazgeçmezseniz, sizi taşlayarak öldürürüz ve bizden size elem dolu bir azap dokunur.’ (Elçiler de:) ‘Uğursuzluğunuz kendinizdedir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz)? Hayır! Siz haddi aşmış bir kavimsiniz.’ dediler” (Yâsîn, 36/13-19). Resullerin/elçilerin tebliğ ettikleri dine iman edip kavmini de resullere ittibaya çağıran salih kulun çabaları ise şu ifadelerle sunulmuştur: “Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Resullere/elçilere uyun; sizden hiçbir ücret istemeyen bu zatlara uyun. Onlar doğru yoldadır. Niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Oysaki siz O’na döndürüleceksiniz. Hiç ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Rahman bana bir zarar vermek dilese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz, beni kurtaramazlar da. (Buna rağmen O’ndan başka ilâhlar edinirsem) Şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde olurum. Rabbinize iman ettim, beni duyun” (Yâsîn, 36/20-25). Yukarıdaki sözlerle resullere/elçilere imana çağıran bu salih kişi kavmi tarafından şehit edilmiştir. Onun ve onu şehit edenlerin durumları Allah tarafından müminlere şöyle haber verilir: “Ona: ‘Gir cennete’ denildi. O: ‘Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilselerdi!’ dedi. Ondan sonra, kavminin üzerine (helak için) gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik. (Onların cezası) sadece bir tek çığlık oldu, (o çığlık ile) hemen sönüverdiler. Yazık şu kullara! Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, onunla mutlaka alay ederlerdi. Görmediler mi, kendilerinden önce nice nesilleri yok ettik de onlar bir daha dönüp kendilerine gelmezler?” (Yâsîn, 36/26-31). 2. Resuller/Elçiler Hakkındaki Rivayetler 2.1. İlk Üç Asır Müfessirlerinin Resuller/Elçiler Hakkındaki Beyanları Allah’ın Mekke müşriklerine bir mesel olarak sunduğu bu olayı açıklayabilecek, sahih isnad ile Resulullah’a (sas) ulaşan merfu bir hadis bulunmamaktadır.1 Sahabenin de kıssa hakkındaki açıklamaları pek azdır. Bu konuda Allah Resulünden gelen bir beyanın olmayışı, ayetlerin Hazreti Peygamber döneminde yalın şekliyle anlaşıldığını, sahabeden sonraki nesle aktarılan malumatın azlığı ise, sahabenin zihninde bu kıssa hakkında bir sorunun bulunmadığını işaret etmektedir. Buna rağmen tefsirlerde resulleri kimin görevlendirdiği sorusuna cevap aranmıştır. Allah’ın م ُهِ ِلَيْ ْر َسلْنَا إ َ أ ِذْ إ ِن ْي نَ ْاث” Onlara iki resul/elçi gönderdiğimizde” diyerek resulleri kendine izafe ettiği bir konuda, resullerin/elçilerin kimin elçisi olduğu suali sorulmuş, hatta bu sual tefsirlerdeki ihtilafın temelini teşkil etmiştir. Taberi tefsirlerdeki söz konusu tartışmaya dikkat çekerek, resullerin kim tarafından gönderildiklerinin ihtilaflı bir mesele olduğunu söylemiştir. O, bu konuda iki farklı görüşe yer vermiştir. Temelde sahabeye dayanan birinci kanaate göre resuller, Allah tarafından tebliğle görevlendirilmiş peygamberlerdir. Taberi bu konuda, İbn İshak’ın Abdullah b. Abbas, Kabu’l-Ahbar 1 Hadis musannafatında, bu kıssa ile ilgisi kurulabilecek merfu hadis olarak sadece şu rivayet yer almaktadır. “Urve b. Mesud es-Sekafî kendi kavmini İslam’a davet için gittiğinde, İslam’a davete icabet etmeyen kabilesi onu şehit etmişti. Urve’nin şehadet haberi Resulullah’a (sas) ulaşınca Allah Resulü (sas): “Onun durumu Yasin sahibinin örneği gibidir.” demişti.” Bk. (el-Hâkim, 1990: III/713, hadis no: 6579; İbn Ebî Şeybe, 1409: V/420, hadis no: 27604; et-Taberânî, 1994: XVII/147, hadis no: 374). Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 467 Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 ve Vehb b. Münebbih’ten naklettiği haberi verir. Buna göre; müşrik bir halkın yaşadığı Antakya’da firavunlardan bir firavun hüküm sürmekteydi. Allah şehir halkını ikaz için Sâdık, Sadûk ve Şelûm isimli üç peygamberi gönderdi. Şehre önce, resullerden/peygamberlerden ikisi girdi. Şehir halkı onları yalanlayınca Allah üçüncü peygamberi de göndererek önceki iki resulü destekledi. Resuller Allah’ın dinini tebliğ edip, insanları Allah’ın emirlerine uymaya çağırınca, halk onları eziyet ederek ve taşlayarak öldürmekle tehdit etti (et-Taberî, 2000: XX/500). Hakim’in tahric ettiği şu mevkuf hadis, Abdullah b. Mesud’un da resuller konusunda Abdullah b. Abbas ile hemfikir olduğunu işaret etmektedir. O da resullerin Allah tarafından görevlendirilmiş birer peygamber olduklarını düşünmektedir: Ebu Vâil Şakik b. Seleme Abdullah b. Mesud’un şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Yâsîn sahibi ‘Ey kavmim resullere uyun” dediğinde kavmi onu boğarak öldürürken o, nebilere dönerek: ‘Rabbinize iman ettim, beni duyun’ (Yâsîn, 36/25) yani ‘bana şahit olun’ dedi” (el-Hâkim, 1990: II/466, hadis no: 3605).2 Tabiin müfessirlerinin çoğunluğunun resuller hakkındaki düşünceleri de sahabenin beyanları ile paralellik gösterir. Onlar da selefleri gibi resullerin Allah’ın peygamberleri oldukları kanaatindedirler. Yahya b. Sellam’ın Mücahid’den naklettiği rivayette, kavmini resullere imana çağıran kişi Yunus’un (as) kavmine mensuptu. Bu adam, ilk iki nebi şehit edildikten sonra üçüncü nebiye ittiba etmişti (İbn Sellam, 2004: II/805). İbn Ebî Zemeneyn de Mücahid tefsirinden şu bilgiyi aktarır; “O şehre önce iki nebi gönderilmişti. Onlar iki nebiyi şehit ettikten sonra Allah üçüncüsünü gönderdi” (İbn Ebî Zemenyn, 2002: IV/42). Bu bilgiler Mücahid’in de resulleri peygamber olarak kabul ettiğini göstermektedir. İbn Sellam, Hasanu’l-Basrî’nin “Ondan sonra, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.” Ayetindeki د نْج ُkelimesini “peygamberlere vahiy için gelen melekler” olarak tefsir ettiğini kaydetmiştir. Buna göre Hasanu’l-Basrî, ilgili ayete, “O kavimden vahiy kesilmiş, onlar bu sebeple azabı hak etmişlerdir.” anlamı yüklemiştir (İbn Sellam, 2004: II/806). Peygamberlerin ardından başka peygamberlerin gönderilmemesi şeklinde anlaşın bu yorum, Hasanu’l-Basrî’nin de resulleri peygamber olarak algıladığını ispatlamaktadır. Yahya b. Sellam, tabiin müfessirlerinden Süddi’nin de resulleri nebi olarak takdim ettiğini bildirmiştir (İbn Sellam, 2004: II/803). Tabiinden sadece Katade yukarıda verdiğimiz genel kanaatin dışına çıkmıştır. Taberi’nin verdiği bilgiye göre, resulleri Hz. İsa’nın (as) elçileri olarak tanımlayan, onların Hz. İsa (as) tarafından görevlendirilerek Antakya’ya gönderildiğini söyleyen müfessirler bu iddialarını Katade’ye dayandırmaktadırlar (et-Taberî, 2000: XX/500). Yani resullerin havari oldukları iddiasını ilk kez Katade ortaya atmıştır. Katade’nin resuller hakkındaki sözleri ise şöyledir: “Bana ulaştığına göre; Meryem oğlu İsa Antakya halkına havarilerinden iki adamı, sonrasında peşleri sıra üçüncüsünü gönderdi” (İbn Hemmâm, 1419: III/77; İbn Ebî Hâtim, 1419: X/3191). Tefsirlerde istihdam edilen rivayetlerde resuller için kullanılan isimler de birbirinden farklıdır. Mukatil b. Süleyman, havari olduklarını söylediği resullerin isimlerini Tûman, Yunus, Şemûn diye açıklarken (Mukatil, 1423: III/575, 576), resulleri havari olarak tanıtan diğer müfessirler Şemun, Yuhanna, Bulis (İbn Ebî Hâtim, 1419: X/3192; Mukatil, 1423: III/576) adlarını öne çıkarmışlardır. Resullerin peygamberliklerini savunanlar ise, onların isimlerinin Sâdık, Sadûk, Şelûm olduğunu söylemişlerdir (et-Taberî, 2000: XX/500). 2 El-Hâkim bu rivayetin Buhari ve Müslim’in şartına uyduğu bilgisini vermiştir. Böylece o, alıntıladığı hadisi kuvvetlendirmiştir. 468 Harun SAVUT Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 Resullerin gönderildikleri şehrin neresi olduğu sorusuna, hemen hemen tüm müfessirler Antakya cevabını vermiştir (Mukatil, 1423: III/575; es-Sevrî, 1983: 49; İbn Vehb, 2003: 15; İbn Sellam, 2004: II/803; İbn Hemmâm, 1419: III/77; et-Taberî, 2000: XX/500, 504, 511; ez-Zeccâc, 1988: IV/282; İbn Ebî Hâtim, 1419: X/3191, 3192; es-Semerkandî, ts.: VIII/118). Böylece ayette geçen karye/şehir lafzının neyi ifade ettiği hususunda görüş birliğine varmışlardır. Müfessirler resullere iman edip kavmini onlara uymaya çağıran salih kişinin kimliği konusunda da benzer açıklamalarda bulunmuşlardır. et-Taberi onu Habib b. Mürriy diye takdim ederken (et-Taberî, 2000: XX/504), İbn Ebî Hatim’in naklettiğine göre Abdullah b. Abbas, şehrin ucundan koşarak gelen adamın Habib-i Neccar olduğunu söylemiştir (İbn Ebî Hâtim, 1419: X/3192). Müfessirlerin ekseriyetinin kanaati de bu doğrultudadır (Mukatil, 1423: III/575-576; İbn Sellam, 2004: II/804; ezZeccâc, 1988: IV/282; es-Semerkandî, ts.: VIII/121; İbn Ebî Zemeneyn, 2002: IV/42). Ayetteki “‘Gir cennete” (Yâsîn, 36/26) hitabından Habib-i Neccar’ın kavmi tarafından şehit edildiği, bunun ardından cennete konulduğu anlaşılmaktadır. Ama ayetlerde tebliğ görevini ifa eden resullerin akıbetinden bahsetmemiştir. Resullerin sonlarının ne olduğu sorusuna ilk dönem müfessirleri, “şehit edilmişlerdir” cevabını vermişlerdir. Resullerin peygamber olduğunu söyleyenler de, onların Hz. İsa’nın elçileri olduğunu savunanlar da resullerin şehadeti noktasında ittifak etmişlerdir (İbn Sellam, 2004: II/803; et-Taberî, 2000: XX/504). Örneğin; Mukatil b. Süleyman’a göre hem Hz. İsa’nın (as) elçileri olan resuller hem de Habib-i Neccar Antakya halkı tarafından feci şekilde öldürülmüştür (Mukatil, 1423: III/575-578). Resullerin havari olduklarını savunan Ebu’lLeys es-Semerkandî de onların recmedilerek öldürüldüklerini kaydetmiştir (es-Semerkandî, ts.: VIII/119). Buna mukabil müteahhirun müfessirlerden resullerin havari olduğunu savunanlar onların öldürüldükleri bilgisine yer vermezler. Bunun yerine kralın resullerin tebliği ve gösterdikleri mucizelerden etkilenerek iman ettiğini söylerler. Bu durum ise okuyucuyu resullerin öldürülmediği düşüncesine sevk eder (el-Beğavî, 1420: IV/9-10; el-Kurtubî, 1964: XV/15-16). Yukarıda alıntıladığımız rivayetlerden Abdullah b. Mesud (ra) ve Abdullah b. Abbas’ın (ra) resulleri peygamber olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır. Tabiin dönemindeki genel algıya göre de resuller peygamberdir. İlk dönemde oluşan bu genel kanaate sadece Katade muhalefet etmiştir. 2.2. Üçüncü Asır Sonrası Müfessirlerin Görüşleri İlk üç asırda telif edilen tefsirlerde resullerin nebi oldukları düşüncesi tercih edilen görüş iken, sonraki dönemlerde Katade’nin resuller hakkındaki kanaati müfessirler arasında ağırlık kazanmıştır. Asırlar geçtikçe bu kanaat diğer tercihleri unutturacak ölçüde rağbet görmüştür. Örneğin dördüncü asırda yazılan tefsir eserlerinde her iki kanaati ve bu kanaatlerin yansımalarını bulmak mümkünken (el-Mâverdî, ts.: V/11), sonraki dönemlerde resuller, müfessirlerin çoğunluğu tarafından Hz. İsa’nın Antakya halkına tebliğle görevlendirdiği havariler şeklinde tanıtılmıştır. Bu müfessirler yaptıkları açıklamalarla ayetler arasında ortaya çıkabilecek tenakuzu da önlemeye çalışmışlardır. Örneğin kıssanın anlatıldığı ayetlerde Allah نِ نَيْ ِه ُم اثْ ِلَيْ ْر َسلْنَا إ َ أ ِذْ إ” Onlara iki resul/elçi gönderdiğimizde” buyurarak resulleri kendine izafe etmiştir. Resulleri Hz. İsa’nın (as) görevlendirdiğini savunan alimler ise, söylemlerinin ayetle çelişmesinin önüne geçmek için bu ayeti şöyle yorumlamışlardır: “Hz. İsa (as) havarileri Allah’ın emri ile Antakya’ya göndermişti. Onun havarileri gönderişi kişisel bir tasarruf sonucu değildi. Bunun bir tezahürü olarak Allah havarileri kendi resulü/elçisi diye tanımlamıştır” (es-Salebî, 2002: VIII/125; el-Beğavî, 1420: IV/10; enNumânî, 1998: XVI/185). Hicri beşinci asırdan sonraki dönemde resullerin Hz. İsa’nın elçileri olduğunu söyleyen bazı müfessirler, konuyu açıklamak ve tercihlerini temellendirmek için bir hikayeye müracaat etmişlerdir (bk. el-Beğavî, 1420: IV/9-10; ez-Zemahşerî, 1407: IV/8; el-Kurtubî, 1964: XV/15-16; en-Nesefî, 1998: III/98-99; el-Hâzin, 1415: IV/5; Ebu’s-Suûd, ts.: VII/162; Bursevî, ts.: VII/378-379; İbn Acîbe, Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 469 Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 1419: IV/561-562; Vehbi, 1968: XI/4616). El-Kurtubî’nin verdiği bilgiye göre, ilk olarak es-Salebî (ö. 427) tarafından nakledilen bu hikaye (el-Kurtubî, 1964: XV/15-16) özetle şöyledir: “Antakya halkını imana davet için Hz. İsa’nın (as) görevlendirdiği iki resul/elçi şehrin yakınlarına vardıklarında koyun güden Habib-i Neccar ile tanışıp konuşurlar. Ona Hz. İsa’nın (as) kendilerini tebliğ için Antakya’ya gönderdiğini söylerler. Habib onlardan iddialarını destekleyecek bir işaret isteyince elçiler, Habib-i Neccar’ın yatalak hasta olan oğlunu iyileştirirler. Bu mucizenin ardından Habib-i Neccar iman eder. Elçilerin gösterdikleri mucizeler halk arasında yayılır ve elçiler halkın teveccühünü kazanırlar. Hükümdar elçilerden ve yaptıklarından haberdar olunca onları huzuruna getirtir. Elçiler hükümdarı imana çağırınca da onları hapsettirir. Elçilerinin Antakya meliki tarafından hapsedildiğini öğrenen Hz. İsa (as), iki elçisinin ardından havarilerin başı olan Şemun’u gönderir. Şemun Antakya’ya girdiğinde kendisinin resul olduğunu gizler. Önce hükümdarın yakınları ile sonra da hükümdarla dost olur. hükümdarla dostluğu ilerleyince hapisteki resulleri mevzu ederek onların delillerini dinleyip dinlemediğini sorar. Hükümdar Şemun’un teklifi üzere resulleri çağırıp onları dinler. Resuller Allah’ın sıfatlarını, tebliğ ettikleri dinin özelliklerinden bahsederler. Sonrasında Allah’ın her şeye gücünün yeteceğini ispat için yedi gün önce ölen birisini dualarıyla diriltirler. Bu olay karşısında hükümdar iman eder. Hükümdarın ardından toplumun bir kısmı da resullerin tebliğ ettikleri dine inanır” (es-Salebî, 2002: VIII/124-125). es-Salebî tefsirine alıntıladığı yukarıdaki hikayeyi “alimler peygamberlerin haberleri hakkında şöyle söylediler” girişiyle vermiştir (es-Salebî, 2002: VIII/124). Onun bu ifadesinden söz konusu naklin ilk kaynağını tespit kolay görünmemektedir. Bu haber hadis eserlerinde veya es-Salebî öncesinde tasnif edilmiş tefsirlerde geçmemektedir. Ayrıca bu hikayede Habib-i Neccar’ın akıbeti ile ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Bir diğer problem ise Habib-i Neccar’ı şehit eden toplumun kralı ve toplumun bir kısmı iman etmiştir. Ayetlerde haber verilen şehadetin, ayetin açıklaması sadedinde zikredilen hikayede yer almaması, inkarları ve Allah’a çağıran salih kulları şehit etmeleri sebebiyle yer yüzünden silinen toplumun -krallarının ve bir grubunun- iman etmiş gösterilmesi, es-Salebî’nin hikayesinin sıhhatini tartışmaya açmaktadır. Söz konusu hikayenin Ehl-i Kitaptan nakledilmiş israiliyyat kapsamındaki bir bilgi olması kuvvetle muhtemeldir. 2.3. Resuller Hz. İsa’ya (as) Yardım İçin Gönderilen Nebiler Midir? Yâsîn suresinde bahsi geçen üç resulün kimlikleri konusunda nakledilen rivayetlerden hareketle ortaya çıkan bir tartışma da Hz. İsa (as) ile Rasulullah (sas) arasındaki peygamber gönderilip gönderilmediği konusudur. Bazı müfessirler bu kıssada anlatılan resullerin peygamberlik görevi ile vazifelendirilmiş havariler oldukları kanaatindedirler. Ömer Nasuhi Bilmen bu konuda şunları kaydeder: “Bu gönderilen elçilerden murat ecille-i ulemaya göre Hazret-i İsa’ya birer muin mesabesinde olmak üzere taraf-ı ilahiden kendilerine nübüvvet verilmiş ve İsa Aleyhisselam’ın şeriatıyla memur bulunmuş üç peygamberdir” (Bilmen, ts.: VI/2925). Bu kanaatteki alimler resul kelimesine yükledikleri bu anlamdan hareketle Hz. İsa (as) ile Hz. Muhammed (sas) arasında üç peygamberin gönderildiğini savunmuşlardır.3 Onların söz konusu iddiaları İbn Sa’d’ın Tabakât isimli eserinde naklettiği ve Abdullah b. Abbas’a ait olduğunu söylediği habere dayandırılmaktadır. Muhammed b. Saib Kelbî’nin Ebû Salih tarikiyle İbn Abbas’a isnad ettiği söz şöyledir: “Musa b. İmran (as) ile İsa b. Meryem (as) arasında 1900 sene vardır. Bu ikisi arasında fetret yoktur. Bu ikisi arasında, diğer milletlerden gönderilen peygamberler hariç, sadece İsrail oğullarından bin peygamber gönderilmiştir. İsa’nın (as) doğumu ile Nebi sallallahu aleyhi vesellem 3 Bazı alimler Halid b. Sinan’ın da Hz. İsa (as) ile Rasulullah (sas) arasındaki dönemde nübüvvetle görevlendirildiğini savunmuşlardır. Bu da sahih hadislerle çelişen bir durumdur (bk. el-Atîbî, 1989: 26). 470 Harun SAVUT Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 arasında 569 yıl vardır. Bu dönemin başında üç peygamber gönderilmiştir. Allah’ın, ‘Onlara iki elçi gönderdik de onları yalanladılar. Biz de (o iki elçiyi) bir üçüncü ile destekledik.’ kavlinde kendisi ile desteklendiği bildirilen kişi Şemûn’dur. O havarilerdendir. Peygamber gönderilmeyen fetret dönemi ise 434 senedir” (İbn Sad, 1990: I/45). Bu haberin ravisi Muhammed b. Saib Kelbî özellikle tefsir ilminde şöhret bulmuştur (Cerrahoğlu, 2002: 205). O, Ebû Salih tarikiyle Abdullah b. Abbas’dan rivayet etmiştir. Onun bu isnadla rivayet ettiği haberler pek çok müfessir tarafından alıntılanmıştır. Fakat bu rivayetlerin tamamı sorunludur. Çünkü İbn Hibbân’ın verdiği bilgiye göre Ebû Salih Abdullah b. Abbas’ı görmemiş ve ondan hiçbir şey işitmemiştir (İbn Hibbân, 1396: II/255). İbn Ebî Hatim, Ebû Salih’in yemin ederek Kelbî’ye tefsirden hiçbir şey okumadığını kaydetmiştir. Süfyan es-Sevrî ise Kelbî’nin söz konusu rivayetler hakkında şöyle söylediğini iddia etmiştir: “Ebu Salih tarikiyle Abdullah b. Abbas’tan rivayet ettiklerim yalandır, onları rivayet etmeyin” (İbn Ebî Hatim, 1952: VII/271). Muhaddislerin Muhammed b. Saib Kelbî hakkındaki görüşleri olumsuzdur. Muhaddisler onu cerh etmişler, ondan hadis alınamayacağını söylemişlerdir. O, hadis otoriteleri tarafından zayıflık, hatta kizb ile itham edilmiş, Mürcie ve Sebeiyye gibi fırkalara müntesip olmakla suçlanmıştır (İbn Hibbân, 1396: II/253). Bazı hadisçiler ise onun küfrüne hükmetmiştir (el-Mizzî, 1980: XXV/248- 251). Bu sebeple Ebû Hatim Kelbî için “İnsanlar onun hadisini terk hususunda birleşmişlerdir.” Demiştir (el-Askalanî, 1326: IX/180). Nesâî ise onu metruku’l-hadis olarak nitelemiş (en-Nesâî, 1396: 90), sika olmaması sebebiyle onun hadisinin yazılamayacağı hükmüne varmıştır (el-Mizzî, 1980: XXV/251). Bu bilgiler söz konusu rivayetin istidlal edilmesini imkansız kılmaktadır. Üstelik Katade, Yâsîn suresinde geçen resullerin Hz. İsa’nın (as) havarileri olduğunu söylerken onların birer peygamber olduklarını kastetmemiştir. O resul kelimesine elçi anlamı yüklemiştir (el-Aynî, ts.: IV/194). Ayrıca resullerin Hz. İsa (as) ile Hazreti Peygamber arasında gönderilmiş nebi oldukları iddiası, hadis alimlerinin sahih isnad ile tahric ettikleri “Benimle İsa arasında peygamber yoktur.” (el-Buhârî, 1422: Ehâdîsu’l-Enbiya, 48; Müslim, ts.: Fadâil, 40; Ebû Davud, ts.: IV/117, hadis no: 4324; İbn Hanbel, 2001: XV/153, hadis no: 9270; İbn Hibbân, 1988: XV/233, hadis no: 6821; etTaberânî, 1985: II/30, hadis no: 725) şeklideki Ebu Hureyre hadisiyle de çelişmektedir. Bu sebeple Kelbî’nin naklettiği rivayete güvenerek, resulleri peygamberlik ile vazifelendirilmiş havariler veya Allah tarafından nübüvvet verilmiş aynı zamanda Hz. İsa’ya da yardımla görevlendirilmiş kişiler olarak algılamak doğru değildir. 3. Rivayetlerin Değerlendirilmesi 3.1. Ayetlerin Siyakının Resul Kelimesine Yüklediği Anlam Yâsîn suresinin ilgili ayetleri, resullerin havari oldukları yönündeki beyanları desteklememektedir. Ayetler rivayetler itibara alınmaksızın, yalın bir yaklaşımla okunduğunda, ayetlerden resullerin havari olduğunu çıkarabilmek neredeyse mümkün değildir. Zira kıssada Hz. İsa’ya da havarilere de hiç bir atıf yapılmamıştır. Ne resullerin, ne onları inkar edenlerin, ne de şehrin ucundan resulleri savunmak için koşarak gelen adamın sözlerinde Hz. İsa (as) ve havarilere bağlanabilecek bir beyan yoktur. Aksine, söylenenler onların nübüvvetine işaret eden karineler niteliğindedir. 3.1.1. Tekid İçerikli İfadeler Ayetlerde üç resulün aynı şehre peşi sıra gönderilmesinde öne çıkarılan husus onların الِ ث .yalanlanmasıdır ِثَ َعَّز ْزنَا ب بُو ُه َما فَ َكذَّ ِن فَ نَيْ ِه ُم اثْ ِلَيْ ْر َسلْنَا إ َ أ ِذْ إ” Onlara iki resul/elçi gönderdik de onları yalanladılar. Biz de (o iki resulü/elçiyi) bir üçüncü ile destekledik” (Yâsîn, 36/14). Bu ayetten anlaşıldığı üzere şehre gönderilen ilk iki resul şehir halkı tarafından yalanlanmış, bunun ardından Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 471 Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 üçüncü bir resul gönderilmiştir. Bu ilk yalanlama üzerine resuller, kendilerinin risalet/peygamberlik ile görevlendirildiklerini نِ َّ إ ile tekit ederek şöyle ifade etmişlerdi; مْك ُيْ ِلَ إ و َن ِنَّا إ ُم ْر َسلُ “Gerçekten biz size gönderilen resulleriz” (Yâsîn, 36/14). Şehir halkı ise, “Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz, sadece yalan söylüyorsunuz.” diyerek peygamberlerin bu sözlerine de karşı çıkmışlardı. Bu itiraz ve yalanlama karşısında resuller, risalet/peygamberlik görevlerini daha kuvvetli bir vurgu ile savunmak istemişler ve اَّنِ ُم إ الُوا َربُّنَا يَ ْعلَ قَ ُم ْر َسلُو َن ْي ُكْم لَ ِلَ إ” Rabbimiz bilir ki biz, gerçekten size gönderilmiş resulleriz” (Yâsîn, 36/16) demişlerdi. Dil bilimcilerin beyanına göre ayette Allah’ın şahit tutulması, نِ َّ إ ve Lâm-ı Tekidin kullanılması, peygamberlik vurgusunun yapıldığı cümlenin isim cümlesi gelmesi risalet/peygamberlik iddialarının doğruluğunu tekit (Cebenneke, 1996: I/182) ve müşriklerin peygamberlik hakkındaki sözlerini inkar içindir (Avnî, ts.: II/14). 3.1.2. Nübüvveti İnkar Eden Toplum Karşısında Savunma İnsandan peygamber gönderilmez algısı, tarih boyunca insanların imanlarının önündeki en büyük engel olmuştur. Bu durum el-İsrâ suresinde şöyle bildirilmiştir: “Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanların iman etmelerine ancak: ‘Allah bir insanı mı peygamber gönderdi?’ demeleri mânî oldu” (el-İsrâ, 17/94). Kur’an’ın haber verdiğine göre bu düşüncedeki müşrikler peygamberler hakkında, “Bir insan mı bizi doğru yola iletecek?” (et-Teğâbun, 64/6) demişler, peygamberlere uyanları ise “Sizin gibi bir insana itaat ederseniz, o takdirde hüsrana uğrayan kimselersiniz demektir.” (el-Mü’minûn, 23/34) diyerek suçlamışlardır. “Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Bizi atalarımızın taptıklarından çevirmek istiyorsunuz. Öyleyse bize açık bir delil getirin.” (İbrahim, 14/10) sözleriyle de Allah’tan vahiy aldıklarını ispatlayacak mucizeler göstermelerini peygamberlerden istemişlerdir (eş-Şuarâ, 26/154). Mekke müşrikleri de Resulullah’a (sas) aynı gerekçelerle karşı çıkmışlardı. Ondan peygamberliğini ispatlayacak mucizeler istemişlerdi. Müşrikler öylesine akıl almaz taleplerde bulunmuşlardı ki, onların talepleri arasında Allah’ın ve meleklerin gelip Resulullah’ın (sas) peygamberliğine kefalet etmesi de vardı (el-İsrâ, 17/90-93). Bu talep “Allah bir insanı mı peygamber gönderdi?” şeklindeki düşüncenin bir yansımasıydı. Yâsîn suresinde misal verilen resullerin sözlerinin temel mihveri kendilerinin risaletleri etrafında dönmektedir. Onlar ilk olarak kendirlerinin risaletlerini ilan etmiş ve bu risaleti Allah ile ilişkilendirmişlerdir. Onlara karşı çıkanlar da onların Allah ile irtibatlarını sorgulamışlardır. Bu bağlamda Allah tarafından gönderilmelerinin imkansızlığını ispata çalışmışlardır. Bu gayeyle şehir halkı itiraz ettikleri resullere “Siz de sadece bizim gibi insansınız.” diyerek onların peygamberliklerini inkara kalkmışlardı. Çünkü onlar putlara tapmaktaydılar ve Allah’ın insandan peygamber göndermeyeceğine inanıyorlardı. İddialarını kuvvetlendirmek için “Rahman hiçbir şey indirmemiştir” cümlesini söylemişlerdir. Onlar bu söz ile kendilerine gönderilen resullere de, başka insanlara da Allah’ın vahiy indirilemeyeceğini kastetmişlerdir. Yani onlar “Siz de biz de insanız. Niçin size vahiy geliyor da bize gelmiyor? Sizin bizden farkınız nedir? Sizin peygamber olabilmeniz için melek olmanız gerekirdi.” gibi düşüncelerle resulleri yalancılıkla suçlamışlardır (İbn Kesîr, 1999: VI/569). Ebû Hayyan’a göre, sadece resullerle şehir halkı arasında cereyan eden bu konuşma bile, resullerin nübüvvetini ispatlamaya yeterlidir. Çünkü resuller nübüvveti inkar eden bir millete karşı savunma yapmışlardı (Ebû Hayyân, 1420: IX/53). 3.1.3. Peygamberler İçin Kullanılan Ortak İfadeler Müşriklerle resuller arasında geçen konuşmada kullanılan ifadeler Kur’an’ın farklı surelerinde anlatılan peygamber kıssalarındaki ifadelerle benzerlikler göstermektedir. Kur’an’ın muhtelif ayetlerinde peygamberlerin özelliği gibi akseden nitelikler, müşriklerin peygamberlere yönelik kullandıkları ortak dil bu kıssada da karşımıza çıkmaktadır. 472 Harun SAVUT Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 ِي ُن ُمب ِال الْبَال ُغ الْ ْينَا إ َعل َما َو” َBize düşen, apaçık tebliğden başkası değildir.” (Yâsîn, 36/17) ِي ُن ayetindeki ُمب ْال غ ُالَبْال ifadesi Yâsîn suresinin dışında altı yerde daha geçmektedir. En-Nahl suresinde ِي ُن ُمب َال ُغ الْ َّال الْبَ ِ َه ْل َعلَى ال ُّر ُس ِل إ َف” Peygamberlere düşen yalnızca apaçık tebliğ değil midir?” (en-Nahl, 16/35) buyrularak peygamberlerin tebliğ görevine dikkat çekilmiştir. Diğer beş ayet ise Resulullah (sas) hakkındadır (el-Mâide, 5/92; en-Nahl, 16/82; en-Nûr, 24/54; el-Ankebût, 29/18; et-Teğâbun, 64/12). Bu ayetlerde tüm peygamberler gibi Hazreti Peygamberin de görevinin ن ُيِ ُمب apaçık الْبَال ُغ الْ tebliğ olduğu vurgulanmıştır. Şehrin ucundan koşarak gelen adam/Habib-i Neccar, resuller hakkında yaptığı konuşmada, onların dünyalık bir ücret/karşılık beklemediklerini söylemiştir. Allah’ın emirlerini tebliğ karşılığında ücret beklememek peygamberlerin niteliklerindendir (Pişgin, 2002: 29). Ayetlerde Hz. Nuh’dan (as) (Yunus, 10/72; Hûd, 11/29; eş-Şuarâ, 26/109), Hz. Hûd (as) (Hûd, 11/51; eş-Şuarâ, 26/127), Hz. Salih (as) (eş-Şuarâ, 26/145), Hz. Lût (as) (eş-Şuarâ, 26/164), Hz. Şuayb (as) (eş-Şuarâ, 26/180) peygamberler bu niteliklerine özellikle vurgu yapmışlardır. Allah, Hazreti Peygamberden de müşriklere “Tebliğime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. O sizin olsun. Benim mükafatım sadece Allah’a aittir.” (Sebe, 34/47. Bk. el-Enâm, 6/90; el-Müminûn, 23/72; Sâd, 38/86; eş-Şûrâ, 42/23) demesini istemiştir. Şehir halkı, resulleri uğursuzlukla suçlamışlardı. Benzer ithamların diğer peygamberlere de yöneltildiği Kur’an’da bildirilmiştir. Firavun ve kavmi başlarına bir kötülük geldiğinde bunu Hz. Musa (as) ve ona inananlardan bilmişlerdi (el-Arâf, 7/131). Semud kavmi de Hz. Salih’e (as) “Sen ve seninle beraber olanlardan dolayı uğursuzluğa uğradık.” Demişlerdi (en-Neml, 27/47). Münafıklar da karşılaştıkları olumsuzluklardan Resulullah’ı (sas) sorumlu tutarak (İbn Kesîr, 1999: II/362), başlarına gelen sıkıntılı durumlarda Allah Resulüne “Bu senin yüzündendir” (en-Nîsâ, 4/78) derlerdi. Kıssada resuller tebliğden vaz geçmezlerse taşlanarak öldürülmekle tehdit edilmişlerdi. Taşlanarak öldürülme diğer peygamberlere de yöneltilen bir tehditti. Örneğin Hz. Nuh’a (as) kavmi tebliğine son vermezse recmedileceğini söylemişti (eş-Şuarâ, 26/116). Hz. İbrahim ise bizzat babası tarafından recmedilmekle tehdit edilmişti (Meryem, 19/46). Şu ayet Hz. Musa’nın da aynı tehditle karşı karşıya kaldığını işaret etmektedir: “Ben, beni recmetmenizden benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan (Allah)’a sığındım” (Duhân, 44/20). 3.1.4. Surenin İlk Ayetlerinin İşaret Ettiği Anlam Yâsîn Suresi’nin başında Kur’an’a yemin edildikten sonra ن َيِسل َر ْمُ ِم َن الْ َك لَ ِنَّ إ” Muhakkak ki sen, mürselîndensin/gönderilmiş peygamberlerdensin.” (Yâsîn, 36/3) Buyrularak Resulullah’ın Allah tarafından görevlendirilmiş resullerden birisi olduğu tekitle vurgulanmıştır. Ardında onun, babaları uyarılmamış bir toplumu irşad için gönderildiği bildirilmiş, inkarda ısrar edip ona iman etmeyenlerin ebedi azaba uğrayacakları haber verilmiştir (Yâsîn, 36/4-12). Bu ayetlerin ardından Resulullah’ı yalanlayan, onun peygamberliğini kabul etmemekte direnen Mekke müşriklerine üç resul ve gönderildikleri şehir halkı misal verilmiştir. Örneklik yönüyle konu değerlendirildiğinde de ayetlerde zikredilen mürselînin havariler olması uzak bir ihtimaldir. Çünkü risaleti inkar edip mürselînden olan bir peygambere ve müminlere eziyet eden, bu sebeple de azaba sürüklenen bir topluma, tarihin bir döneminde yaşamış ve kendilerine gönderilen resulleri/mürselîn yalanlayıp, resulleri/mürselîn ve onlara iman edenleri türlü eziyetlerle şehit eden başka bir toplum misal verilmiştir. Yapılan yanlışın neden olduğu vahim sonuçlardan ders alınması hedeflenmiştir. Bu veçheden bakıldığında bu meseldeki mürselînin, surenin başında zikredilen mürselîn ile aynı özellikleri taşıması, yani Allah tarafından nübüvvetle görevlendirilmiş olması gerekir. Yukarıda da değindiğimiz üzere her dönemdeki inkarcıların Allah’ın varlığına, birliğine çağıran resullere karşı tutumu aynı olmuştur. Bunun için kıssanın sonunda, “Yazık şu kullara! Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, onunla Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 473 Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 mutlaka alay ederlerdi.”4 (Yâsîn, 36/30) denilmiştir. Kıssanın sonundaki bu ayet, şehre gönderilen resullerin alaya alınan diğer peygamberler gibi bir peygamber olduklarını, bu sebeple de diğer peygamberlere yapılanların onlara da yapıldığını işaret etmektedir. 3.2. Rivayetlerin Tarihi Verilerle Uyumu Sorunu Rivayetlerin ve bunlara dayalı yorumların tarihi veriler ve vakıalarla uyuşmaması rivayet kaynaklı ilimlerde görülen bir sorundur (Savut, 2012: 198). Bundan dolayı muhaddisler hadislerin sıhhatini tespit ederken rivayetleri hem senet hem de metin yönüyle analiz etmişlerdir. Onlara göre metin yönüyle analiz, rivayetlerin Kur’an ve sünnetin yanı sıra tarihi verilere de arzını gerektirir (Arslan, 2013: 52). Birbiri ile çelişen rivayetlerden akla, sahih bilgiye uygun olanlar alınır (elBağdadî, 2009: 466), tarihi vakıalara aykırı olan nakiller ise reddedilir. Bu kuralın tefsir rivayetlerine de uygulanması Kur’an tefsirinde yanlış tevilleri engelleyecektir. Yukarıda da değindiğimiz üzere müfessirlerin tamamı resullerin gönderildikleri şehrin Antakya olduğu konusunda mutabıktırlar. Fakat Antakya isminin müfessirlerin tamamı tarafından verilmesi, resullerin Hz. İsa’nın (as) havarileri oldukları görüşünü ispata yeterli değildir. Ayetler ve tarihi veriler birlikte değerlendirildiklerinde, “Resuller Hz. İsa’nın (as) havarileridir. Hz. İsa (as) onları Allah’ın emri ile Antakya’ya tebliğ için göndermiştir.” Şeklindeki söylem bir takım çelişkileri barındırmaktadır. Ayetlerde; “Onlara iki resul/elçi gönderdik de onları yalanladılar.” denilerek, şehir halkıyla resullerin mücadelesi konu edilmektedir. Sonuçta ise şehir halkının inkarları ve kendilerini hakka davet edenleri şehit etmeleri sebebiyle tüm şehrin bir sayha/çığlık ile yok edilmesinden bahsedilmektedir. Yani ayetlerdeki şehir halkı resullere inanmamıştır. Halbuki Hıristiyan kaynaklarda bildirildiğine göre Antakya, Hz. İsa (as) sonrası dönemde Kudüs’te baş gösteren zulümlerden kaçanların yöneldiği yerlerden birisiydi (Madrigal, 2014: 3). Antakya’ya gidenler Hz. İsa’nın mesajlarını muhataplarına rahatlıkla ulaştırabilmişlerdi (Pamir, 1992: 2). Bu özelliği sebebiyle burası Kudüs’ün ardından Hıristiyanlığın ikinci önemli şehriydi ve Hıristiyanlığın diğer coğrafyalara yayılmasında merkezi bir role sahipti (Aydın, 2003: 6). Asya’ya, Roma’ya ve Mezopotamya’ya Hıristiyanlığın ulaştırılmasında ana üs görevini üstlenmiştir (Ulutürk, 2005: 211). Bazı dinler tarihçilerine göre ise Antakya Helenistik Hıristiyanlığın şekillendiği merkezdi (Gündüz, 2013: 34). Bunun için dört temel kiliseden birisi Antakya kilisesidir (Michel, 1992: 98; Hıristiyan mezheplerinin Antakya hakkındaki düşünceleri için bk. Özalp, 2015: 718). Hz. İsa’ya (as) inananlar için Hıristiyan ifadesinin ilk kez kullanıldığı yer de Antakya’dır (Malik, 2012: 61; Aydın, 2002: 130). Bu bilgiler ışığında Antakya halkının kendilerine gelen elçilere karşı durduklarını, onlarla mücadele ettiklerini, onların canlarına kastettiklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü Kitab-ı Mukaddesteki anlatımlarda Üç havarinin Antakya yöneticileri ile mücadelesi mevzu bahis değildir. Ayrıca Ahd-i Cedid’de Habib-i Neccar hakkında bir bilgi yoktur. Havarilerin Antakya’ya gidişi konusundaki eldeki veriler yukarıdaki kanaatimizi desteklemektedir. Hz. İsa’nın ardından Kudüs cemaatinin başına Yakup geçmiştir (Akkurt, 2006: 293). Resullerin İşleri’nde bildirildiğine göre, Hz. İsa’dan sonraki süreçte İstefan’ın taşlanarak öldürülmesiyle başlayan baskılar sonucu Hz. İsa’ya inananlar Kudüs dışında Fenike, Kıbrıs ya da Antakya’ya gitmek zorunda kalmışlardı, buralarda önceleri dini yalnızca Yahudilere anlatmışlardı. Fakat içlerinden bir grup Antakya’ya gittiklerinde, yeni dini Greklere de tebliğ etmişlerdi (Aydın, 2003: 6-8). Antakya’daki bu çalışmalardan pek çok insan etkilenmişti. Bunun sonucu olarak şehirde Grek ve Yahudi olmayanların çoğunluğunu teşkil ettiği bir cemaat ortaya çıkmıştır (Bahadır, 2013: 210). Bu yeni durum Kudüs’teki/Yeruşalim cemaate ulaşınca, Kudüs cemaati Barnaba’yı ِ ِه يَ ْستَ ْه ِزئُو َن 4 َّال َكانُوا ب ِ ِه ْم ِم ْن َر ُسو ل إ تِي ْ َما يَأ ِعبَا ِد يَا َح ْس َرةً َعلَى الْ 474 Harun SAVUT Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 Antakya’ya göndermiştir (Resullerin İşleri, 11/19-22). Bu durumda Barnaba’yı Antakya halkına tebliğ etmesi için görevlendiren Hz. İsa değil, Hz. İsa sonrasında Kudüs cemaatinin reisi yapılan Yakup olmuştur. Antakya’ya giden diğer tebliğciler için de İsa’nın doğrudan görevlendirmesinden söz etmek zordur. Çünkü Barnaba, Antakya’ya ulaştıktan sonra Pavlus’u bulup Antakya’ya getirmek için Tarsus’a gitmiş (Resullerin İşleri, 11/25), onu ikna edip faaliyetlere desteğini sağlamıştır. Bundan sonra Barnaba ve Pavlus uzun süre birlikte çalışmışlardır (Aydın, 2005: 36). Bu ikilinin gayretleri sonucunda Antakya’da putperestliği bırakıp Hz. İsa’nın öğretisini kabul eden büyük bir topluluk oluşmuştur (Ulutürk, 2005: 209). Kudüs’te Kral Hirodes İsevilere baskıları arttırmış onların lideri olan Yakup’u öldürmüş, Petrus’u ise tutuklamıştı (Resullerin İşleri, 12/1-3). Bir müddet sonra Petrus mucizevi bir şekilde zindandan kurtulmuştur (Resullerin İşleri, 12/5-11). Muhtemelen bunun ardından da Antakya’ya Barnaba ve Pavlus’un yanına gelerek (Galatyalılar, 2/7-10) inandığı dinin tebliğ faaliyetlerini yürütmüştür (Aydın, 2003: 10). Hıristiyan kaynaklardaki bu bilgilerle ayetteki resullerin Allah tarafından gönderildiği bilgisi uyumlu değildir. Havarilerin gönderilmesini Allah’a isnad edebilecek bir görevlendirme de Hıristiyan kutsal metinlerinde yoktur. Yani Havariler Antakya’ya gitme emrini Hz. İsa’dan almamışlardır. Çünkü Antakya’ya gidiş Hz. İsa’dan sonra gündeme gelen bir olaydır. Ayrıca Antakya’da misyon faaliyeti içindeki havariler arasında sayılan Pavlus’un Hz. İsa ile hiç karşılaşmadığı, ancak Hz. İsa’dan sonra onun dinini benimsediği tarihi bir gerçekliktir. Onun havariler arasında sayılması da tartışmalıdır (Ulutürk, 2005: 143-166). Bu durumda Pavlus’un ayetlerdeki üç resulden birisi olduğunu Hz. İsa tarafından Allah’ın emri ile Antakya halkını tebliğ için görevlendirildiğini savunmak çelişkili bir durumdur. Antakya’da Hıristiyanlığın kısa sürede kabul görmesinin sebepleri arasında, havarilerin gayretlerinin yanı sıra, Antakya’da farklı dinlerin bir arada yaşayabildiği toleranslı bir ortam bulunması da vardır (Aydın, 2005: 36). Zira o dönemde Antakya Roma imparatorluğunun üç büyük kentinden birisiydi ve Roma ticaretinin önemli merkezlerindendi. Bu sebeple şehirde farklı kültürlerin barınabildiğinden, Yahudi, Arap, Pers, Grek ve diğer milletlerin kendini ifade edebildikleri kozmopolit bir ortamın varlığından bahsetmek gerekir (Aydın, 2003: 7). Bu bilgiler, Antakya’nın Havariler başta olmak üzere tüm İseviler için güvenli bir propaganda ve sığınma yeri olduğuna işaret eder (Ulutürk, 2005: 211). Bu ise ayetlerdeki elçilerin şehir halkı tarafından yalanlandığı bilgisi ile uyuşmamaktadır. Eldeki bilgiler resullerden kastedilenin havariler olduğu tezini doğrulamamaktadır. Yine bu verilere dayanarak, havarilerin muhatapları ile Yâsîn suresindeki resullerin muhataplarının birbirinden farklı toplumlar olduklarını belirtmek gerekir. Kıssanın sonunda şehir halkının cezalandırılarak helak edildiğinden bahsedilmektedir. Ayette, “(Onların cezası) sadece bir tek sayha/çığlık oldu, (o çığlık ile) hemen sönüverdiler.” (Yâsîn, 36/29) buyrulmaktadır. Ayetteki ن َدو ُم ِخا َsönüverdiler kelimesi müfessirlere göre, ateşin sönüp külünün kalması gibi, geride hayat sahibi kimse kalmayacak şekilde yok olmayı ifade etmektedir (Mukatil, 1423: III/578; İbn Sellam, 2004: II/806; et-Taberî, 2000: XX/511; İbn Kesîr, 1999: VI/573). Sayha/çığlık, resullerin gönderildiği inkarcı toplumu tamamen helak ederek, geride kimse kalmayacak şekilde tarih sahnesinden silmiştir. Fakat tarihi kayıtlar Hz. İsa’dan sonra vuku bulan ve Antakya’yı yok eden bir felaketten bahsetmemektedir. Havarilerin davetine direnmeleri sebebiyle Antakya şehrini ve halkını tarih sahnesinden silen bir afetin gerçeklemesi durumunda böyle bir vakıayı Hıristiyan kaynakların bildirmemesi de düşünülemez. Kıssanın bu yönüne dikkat çeken bazı alimler, bahsi geçen helakin Hz. İsa’dan önceki kadim dönemlere ait bir olay olduğunu söylemişlerdir (İbn Teymiyye, 1999: II/251). Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 475 Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 Bu durumda helaki Antakya’nın Hz. İsa’dan önceki geçmişinde aramak yerinde olacaktır. Kaynaklarda Antakya şehrinin kuruluşu hakkında değişik rivayetler bulunmakla birlikte, şehrin M.Ö. 300 yıllarında I. Selevkos tarafından inşa edildiği noktasında genel kanaat oluşmuştur (Sahillioğlu, 1991: 228; Kara, 2005: 2). Günümüz Antakya’sının kuruluşu için her ne kadar bu tarih verilse de, Arkeolojik bulgular değerlendirildiğinde Antakya’da yerleşimin paleolitik çağa (yontma taş devri) kadar uzandığı ortaya çıkmaktadır (Erek, 2008: 82-83). Arkeolojik bulgular, Antakya kent merkezinin kurulduğu coğrafyada paleolitik çağda var olan yerleşim merkezlerine işaret etmektedir (Erek, 2008: 93). Ayrıca Antakya yöresinde ve amik ovasında insanlık tarihinin ilk dönemlerinden başlayıp Helenistik çağa kadar uzanan ve tarihin bilinen her evresine ait pek çok yerleşim merkezinin kalıntıları tespit edilmiştir (Erek, 2008: 79-84). Bulunan kalıntılardan bölgede farklı dönemlerde eyalet merkezlerinin hatta krallıkların kurulduğu anlaşılmıştır (www.mku.edu.tr/getfile.php?keyid=4608). Bu veriler ışığında Antakya coğrafyasında tarihin karanlık kalan dönemlerinde afetlerin yaşanmış olabileceği ihtimalini düşünmek mümkündür. Çünkü kadim dönemlerde yerleşim alanı olarak kullanıldığı anlaşılan bir yerin kuruluş tarihi kaynaklarda M.Ö. 300’lü yıllar şeklinde gösterilmiştir. Bu durumda, öncesinde medeniyetin var olduğu, şehirlerin kurulduğu bir yörede uzunca bir süre insanların yerleşmediği, bölgeyi medenileştirecek bir şehrin var olmadığı anlaşılmaktadır. Adeta bazı nesillerin izleri kalmayacak şekilde tarih sahnesinden silindiği, yaşadıkları toprakların uzunca bir süre boş kaldığı akla gelmektedir. Resullerin peygamber olduğunu savunan alimlerin kanaatleri yukarıda verdiğimiz bilgilerle çatışmamaktadır. Örneğin İbn Hacer el-Askalani’ye göre, İbn İshak ve Vehb’in verdiği bilgiler temel alındığında şehrin Antakya olduğu sonucuna varılmaktadır. Fakat kastedilenin günümüzdeki Antakya olması mümkün değildir. Zira Allah şehrin halkının helak edildiğini bize haber vermektedir. Ama günümüzdeki Antakya’nın helakine dair bir bilgi veya haber yoktur. O halde kastedilen helak şehrin ilk dönemlerinde vuku bulmuş olmalıdır (el-Askalânî, 1379: VI/467). Resullerin nübüvvetini savunan alimlere göre resuller, Hz. Musa’dan önceki dönemde Antakya’nın kurulduğu yöreye gönderilmiştir (İbn Kesîr, 1999: VI/573). Onlar bu görüşlerini Ebû Said el-Hudrî’nin rivayet ettiği, “Andolsun biz, ilk devir nesillerini helak ettikten sonra Musa’ya, insanların kalplerini aydınlatacak, hidayet ve rahmet olarak, Kitabı (Tevrat’ı) verdik.” (el-Kasas, 28/43) Ayetini tefsir eden şu merfu hadise dayandırmışlardır: “Hz. Musa’ya Tevrat’ın nüzulünden sonra, maymuna çevrilen şehir hariç, hiçbir şehir ve hiçbir nesil topluca helak olmamıştır.” (elHâkim, 1990: II/242, hadis no: 3534). Bu hadis ışığında ayetler ve rivayetler birlikte değerlendirildiğinde, üç resulün insanlık tarihinin kadim dönemi olarak nitelenebilecek ve bilgileri günümüze ulaşmaması sebebiyle karanlık sayılabilecek bir çağda gönderilmiş olmaları mümkündür. Sonuç Yâsîn suresinde örnek verilen kıssanın anlatımında bazı noktalar mübhem bırakılmıştır. Konuyu beyan eden ve sahih isnad ile Resulullah’a (sas) ulaşan bir hadis de bulunmamaktadır. Konuyla ilgili rivayetlerin azlığı, müfessirleri söz konusu kıssa hakkında ulaşabildikleri malumatı eserlerine almaya yöneltmiştir. Bu ise birbiri ile çelişen yorumların yolunu açmıştır. Merak duygusuyla başlayan arayışlar müfessirleri, ayetlerin yalın okunuşu ile anlaşılabilecek temel bilgi niteliğindeki noktaları bile sorgulamaya itmiştir. Bunun sonucunda müfessirler, ayette bizzat Allah tarafından gönderildiği vurgulanan resullerin, kimin resulü/elçisi olduğu sorusuna cevap arayabilmişlerdir. Tartışmaların temelindeki bu soruya verilen iki cevap öne çıkmıştır. Bu cevaplardan birincisi resullerin Allah’ın peygamberi olduğu yönünde iken ikinci cevap resullerin Hz. İsa’nın elçileri olduğunu söylemektedir. Cevapların sahiplenilip kabul görmesinde dönemlere göre farklılıklar bulunmaktadır. Bu durumun ortaya çıkan ihtilaftan daha ilginç olduğunu kaydetmek gerekir. 476 Harun SAVUT Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 Sahabeden gelen bilgiler resullerin nübüvveti üzerine bina edilmiştir. Onlardan resullerin havari oldukları yönündeki kanaati destekleyecek hiç bir beyan nakledilmemiştir. Tabiinden ise sadece Katade resulleri havari olarak nitelemişken müteahhirun müfessirler arasında Katade’nin görüşü hakim kanaat olarak zemin bulmuştur. Havariler hakkındaki görüşün sahabe ve tabiin arasında değil de sonraki dönemlerde rağbet görmesi bu bilgilerin Hıristiyan kaynaklardan edinilmiş olma ihtimalini gündeme getirmektedir. Çünkü ayette resullerin sayısı üç olarak verilmiştir. Onların Antakya’ya gönderildiği hususunda ise selef müfessirlerin mutabakatı vardır. Hıristiyan kutsal metinlerinde de Antakya’ya giden üç havariden bahsedilmektedir. Üstelik Kur’an’da da Hıristiyanların kutsal metinlerinde de şehre önce iki sonrasında ise üçüncü kişinin gittiği bildirilir. Bazı müfessirler konuyu derinlemesine incelemeden bu benzerlikten hareketle üç resulün Hz. İsa’nın havarileri olduğu hükmüne varmış olabilirler. Hıristiyanların havarilere yükledikleri peygamberlik misyonunun ve Antakya’daki havarilerin faaliyetlerinin kutsal metinlerin Resullerin İşleri isimli bölümünde geçmesinin, müfessirlerin resulleri havariler olarak tanımlamalarında etkisinin bulunabileceğini göz ardı etmemek gerekir. Yasin Suresinde bahsi geçen resullerin Antakya’da misyon faaliyeti yürüten havariler ile ilişkilendirilmesi isabetli değildir. Çünkü Kur’an’daki kıssa ile kitabı mukaddesteki anlatımlar arasında benzerlikler bulunsa da iki olay birçok yönden örtüşmemektedir. Resuller zalim bir kralın hüküm sürdüğü, halkı cebbar bir şehre Allah’ın emri ile gitmişlerdir. Havarilerin Antakya’ya gidişlerinde ise Kudüs’te gördükleri baskılar temel etkendir ve Antakya halkı Kudüs halkından daha hoşgörülüdür. Havarileri Antakya’ya gönderen Allah veya Hz. İsa değil Kudüs’teki havari cemaati ve onların lideri Yakup idi. Resullerin gönderildikleri şehrin halkı inkar edip resulleri ve iman eden salih kişiyi şehit etmeleri sebebiyle helak olmuştur. Halbuki Antakya Hıristiyanlığı ilk kabul eden yerlerdendir ve Hıristiyanlığın en önemli merkezlerindendir. Antakya halkının Hz. İsa’dan sonra topluca helaki de söz konusu değildir. O halde bu olayın vuku bulduğu tarih için Hz. İsa sonrasına değil öncesine bakmak daha doğru olacaktır. Antakya yöresindeki kadim dönemlere ait arkeolojik bulgular, şehrin m.ö. 300’lü yıllardaki kuruluşundan önce, bahsi geçen kıssanın bu bölgede yaşanmış olabileceği ihtimalini desteklemektedir. Yâsîn suresinin siyakı da resullerin birer peygamber oldukları yönündeki görüşü desteklemektedir. Zira resuller Hz. İsa’nın elçileri olsalardı şehir halkının onlara, “siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz” dememeleri gerekirdi. Halbuki resuller nübüvveti inkar eden müşrik bir topluma gönderildikleri için şehir halkı sürekli onların insan olmalarına vurgu yapmışlardı. Böylelikle onların Allah’tan vahiy alamayacaklarını söylemek istemişlerdi. Bu itiraz karşısında “‘Rabbimiz bilir ki biz, size gönderilmiş resulleriz” şeklinde cevap veren kişilerin peygamber olduklarına hükmetmek kanaatimize göre daha doğru bir tespittir. KAYNAKÇA Akkurt, İlhan. (2006). Hz. İsa Hıristiyan mıydı? Hıristiyanlığın Temelleri. İstanbul: Anfora Yayınları. Arslan, Ali. (2013). Hadiste Metin Tenkidi Prensibi Olarak Tarihe-Vakıaya Aykırılık. Kastamonu: Töre Basım. el-Askalanî, Ebul Fadl Ahmed b. Ali İbn Hacer. (1326). Tehzîbu’t-Tehzîb. Hindistan: Matbaatu Dâiretu’l-Meârifi’n-Nizâmiyye. Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 477 Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 el-Askalânî, Ahmed b. Ali b. Hacer. (1379). Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî. Beyrut: Dâru’lMarife. el-Atîbî, Ömer b. Süleyman. (1989). er-Rusul ve’r-Risâlât. Kuveyt: Mektebetü’l-Fellâh li’n-Neşri ve’t-Tevzî. Avnî, Hamid. (ts.). el-Menâhicu’l-Vadıha li’l-Belâğa. By: el-Mektebetü’l-Ezheriyyetu li’t-Turâs. Aydın, Mahmut. (2002). Tarihsel İsa İmanın Mesih’inden Tarihin İsa’sına, Ankara: Ankara Okulu Yayınları. Aydın, Mehmet. (2003). “Antakya ve Tarsus Eksenli İlk Dönem Hıristiyanlığına Bir Bakış”. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 15: 5-16. Aydın, Mehmet. (2005). “Hıristiyan Misyonerliğinin Başlangıcı, Gelişimi ve Hedefleri”. Dinler Tarihçileri Gözüyle Türkiye’de Misyonerlik. Editör: Asife Ünal. Ankara: Türkiye Dinler Tarihi Derneği. el-Aynî, Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed. (ts.). Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turasi’l-Arabî. el-Bağdadî, Ahmed b. Ali Ebû Bekr el-Hatîb. (2009). el-Kifâye fî İlmi’r-Rivâye. Dımeşk: Müessesetü’r-Risâle. Bahadır, Gürhan. (2013). “Hıristiyanlığın Antakya’da Şekillenmesi ve Habib-i Neccar”. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 10 (23): 207-214. el-Beğavî, Hüseyin b. Mesud. (1420). Meâlimu’t-Tenzîl fî Tefsîri’l-Kur’ân. Thk. Abdurrezzak elMehdî. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Tutâsi’l-Arabî. Bilmen, Ömer Nasuhi. (ts.). Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri. İstanbul: Bilmen Yayınevi. el-Buhârî, İsmail b. İbrahim. (1422). Sahîhu’l-Buhârî. Thk. Muhammed Züheyr ibn Nasır. By: Dâru Turuku’n-Necat. Bursevî, İsmail Hakkı. (ts.) Ruhu’l-Beyân, Dâru’l-Fikr, Beyrut . Cebenneke, Abdurrahman b. Hasan. (1996). el-Belâğatu’l-Arabiyye. Dımeşk: Dâru’l-Kalem. Cerrahoğlu, İsmail. (2002). “Kelbî, Muhammed b. Sâib”, DİA, İstanbul: cilt 25, s. 205-206. Ebû Davud, Süleyman b. Eşas. (ts.). Sünen. thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid. Beyrut: Mektebetü’l-Asriyye. Ebû Hayyân, Muhammed b. Yusuf. (1420). el-Bahru’l-Muhît fi’t-Tefsîr. Thk. Sıdkî Muhammed Cemil. Beyrut: Dâru’l-Fikr. Ebu’s-Suûd, Muhammed b. Muhammed. (ts.). İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm. by.: Dâru İhyâi’t-Türasi’l-Arabî. Erek, Cevdet Merih. (2008). “Antakya’da Paleolitik Alan Çalışmaları Tarihi”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 23 (2): 75-108. Gündüz, Şinasi, (2013). Hıristiyanlık. İstanbul: İsam Yayınları. el-Hâkim, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah, (1990). el-Müstedreku ale’s-Sahihayn. Thk. Mustafa Abdulkadir Atâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye. Hatay Arkeolojisi. www.mku.edu.tr/getfile.php?keyid=4608. 478 Harun SAVUT Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 el-Hâzin, Alaaddin Ali b. Muhammed. (1415). Lübâbü’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl. Thk. Muhammed Ali Şahin. Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-İlmiyye. İbn Acîbe, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed. (1419). Bahru’l-Medîd fî Teffsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd. Thk. Ahmed Abdulllah el-Kureşî. Kahire. İbn Ebî Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed. (1419). Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm. Thk. Esad Muhammed Tîb. Memleketü’l-Arabiyyetü’s-Suûdiyye: Mektebetu Nezzâr Mustafa el-Baz. ………, Ebû Muhammed Abdurrahman. (1952). el-Cerh ve’t-Ta’dîl. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsi’lArabî. İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr. ( 1409). el-Kitabu’l-Musannef fi’l-Ehâdîsi ve’l-Âsâr. Thk. Kemal Yusuf el-Hût. Riyad: Mektebetü’r-Rüşd. İbn Ebî Zemenyn, Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah. (2002). Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm. Thk. Ebû Abdillah Hüseyn b. Ükkaşe. Kahire: el-Fâruku’l-Hadîse. İbn Hanbel, Ahmed eş-Şeybanî. (2001). Müsnedu el-İmâm Ahmed ibn Hanbel. Thk. Şu ayb Arnaût. By: Müessesetü’r-Risâle. İbn Hemmâm, Ebû Bekr Abdurrezzak. (1419). Tefsîru Adurrezzak. Thk. Mahmud Muhammed Abduh. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye. İbn Hibbân, Muhammed. (1396). el-Mecruhîn mine’l-Muhaddisîn ve’d-Duafâi ve’l-Metrûkîn. Thk. Mahmud İbrahim Zayid. Haleb: Dâru’l-Va’y. ………, Muhammed. (1988). el-İhsan fî Takrîbi Sahîhi İbn Hibbân. Thk. Şuayb Arnaut. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle. İbn Kesîr, İsmail b. Ömer. (1999). Tefsîru’l-Kur âni’l-Azîm. Thk. Sami ibn Muhammed Selâme. By: Dâru Tîbe. İbn Sad, Ebû Abdullah Muhammed. (1990). Tabakâtu’l-Kübrâ. Thk. Muhammed Abdülkadir Ata. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye. İbn Sellam, Yahya. (2004). Tefsîru Yahya b. Sellam. Beyrut: Dâru Kutubi’l-İlmiyye. İbn Teymiyye, Takıyyuddin Ebu’l-Abbas. (1999). el-Cevâbu’s-Sahîh li men Beddele Dine’l-Mesîh. Thk. Ali b. Hasen. Suudiyye: Dâru’l-Âsıme. İbn Vehb, Ebû Muhammed Abdullah, (2003). Tefsîru’l-Kur’an mine’l-Câmii libni Vehb. Thk. Mikluş Muranî. By.: Dâru’l-Ğarbi’l-İslamî. Kara, Adem. (2005) “XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Antakya’da Yerleşme ve Nüfus”. Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi. 17: 1-14. (1997). Kitabı Mukaddes Eski ve Yeni Ahit. İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi. el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed. (1964). el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân. Thk. Ahmed el-Berdûnî. Kahire: Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye. Madrigal, Marc. (2014). Birici Yüzyıl Anadolu Kiliseleri. By: Kutsal Kitap ve Arkeoloji. Malik, Gorgis David. (2012). Süryanilerin Tarihi. çev. Vedii İlmen, İstanbul: Yaba Yayınları. el-Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed. (ts.). en-Nüketu ve’l-Uyûn. Thk. Es-Seyyid b. Abdulmaksud b. Abdurrahman. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye. Yasin Suresinde Bahsi Geçen Resul Kavramının Rivayetler Bağlamında Analizi 479 Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016 Michel, Thomas. (1992). Hıristiyan Tanrı Bilimine Giriş. İstanbul: Ohan Basımevi. el-Mizzî, Yusuf b. Abdurrahman. (1980). Tehzîbu’l-Kemâl fî Esmâi’r-Ricâl. Thk. Beşşar Avvad Maruf. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle. Mukatil, Ebu’l-Hasen b. Süleyman. (1423). Tefsîru Mukâtil b. Süleyman. Thk. Abdullah Mahmud Şahata. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâs. Müslim, İbn Haccâc Ebû’l-Hasan. (ts.). Sahîhu Müslim. thk. Muhammed Fuad Abdülbaki. Beyrut: Dâru İhyai’t-turâsi’l-Arabî. en-Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb. (1396) ed-Duafâu ve’l-Metrûkûn. Thk. Mahmud İbrahim Zayid. Haleb: Dâru’l-Va’y. en-Nesefî, Ebu’l-Berekat Abdullah b. Ahmed. (1998). Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl. Thk. Yusuf Ali Bedevî. Beyrut: Dâru’l-Kelimu’t-Tîb. en-Numânî, Siracuddin Amr b. Ali. (1998). el-Lübâb fi Ulûmi’l-Kitâb. Thk. Adil Ahmed Abdulmevcud. Beyrut: Dâru’l-Kitabi’l-İlmiyye. Özalp, Mürsel. (2015). Ortodoks ve Protestan Kiliselerin ‘Papanın Yanılmazlığı Doktrini’ne Bakışı ve Bu Kiliselerin Yanılmazlık Anlayışları. Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic. Volume 10/6 Spring 2015, p. 707- 722 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.7963 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY Pamir, Dominik. (1992). Havarilerin Doktrini. İstanbul: Onan Basımevi. Pişgin, Yasin. (2002). İnsan ve Peygamber Olarak Hz. Muhammed. Ankara: İlahiyat. Sahillioğlu, Halil. (1991 ). “Antakya”, DİA, Ankara: cilt 3, s. 228-232. es-Salebî, Ahmed b. Muhammed. (2002). el-Keşf ve’l-Beyân an Tefsîri’l-Kur’ân. Thk. Ebû Muhammed b. Âşûr. Beyrut: Dâru İhyâi’t-Tutâsi’l-Arabî. Savut, Harun. (2012). Tefsir İlminin Rivayet Kaynaklı Sorunlarına Bir Çözüm Arayışı İbn Kesîr’in Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm’i. Ankara: Yayın Evi. es-Semerkandî, Ebu’l-Leys. (ts.). Bahru’l-Ulûm. by. es-Sevrî, Ebû Abdillah Süfyan. (1983). Tefsîru’s-Sevrî. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye. Şengül, İdris. (1994). Kur’an Kıssaları Üzerine. İzmir: Işık Yayınları. et-Taberânî, Süleyman b. Ahmed. (1985). el-Mucemu’s-Sağîr. Thk. Muhammed Şekûr. Beyrut: elMektebu’l-İslâmî. ..……, Süleyman b. Ahmed. (1994). el-Mucemu’l-Kebîr. thk. Hamdi b. Abdülmecid. Kahire: Mektebetü İbn Teymiyye. et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr. (2000). Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, Thk. Ahmed Muhammed Şakir. by.: Müessesetü’r-Risâle. Ulutürk, Muammer, (2005). Hıristiyanlıkta Havarilik. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Konya: Basılmamış Doktora Tezi. Vehbi, Mehmet. (1968). Hulâsat’ül Beyân fî Tefsîr’il Kur’an. İstanbul: Üçdal Neşriyat. ez-Zeccâc, İbrahim b. es-Sırrî. (1988). Meâni’l-Kur’ân ve İ’râbuhu. Thk. Abdulcelil Abduh Celebî. Beyrut: Alemu’l-Kütüb. 480 Harun SAVUT Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/5 Winter 2016

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...