Şairin Kur’an Meali (Mehmet Âkif Ersoy,
Kur’an Meali, Haz. Recep
Şentürk - Âsım Cüneyd Köksal, İstanbul: Mahya Yayıncılık, 2012,
9786056289484, 426 s.)
Şerif Eskin*
2012 yılının ikinci yarısı itibariyle bilim ve düşünce tarihimiz açısından sarsıcı bir keşfe tanık olundu.
Mehmet Âkif Ersoy’un, varlığı yıllarca hep tartışma
konusu olan Kur’an-ı Kerim meali kısmen de olsa gün yüzüne çıkarıldı.
Edebiyat ve düşünce tarihimizin kudretli kalemlerinden birine ait olmasının yanı sıra,
ortaya çıkışı ve sonrasındaki serüveni başlı başına inceleme konusu olan bir eser
raflardaki yerini aldı.
Mealin öyküsü, İslami ilimler açısından taşıdığı değerin
ötesinde toplumsal belleğe dair özel bir belge niteliği kazandırmaktadır kendisine.
Bu bakımdan çalışmanın günümüze kadar bir yitik metin olarak kalmasına
sebep olan macerası hakkında yapacağımız kısa ufuk turu eserin kendisi hakkında söz açmadan önce faydalı olacaktır.
Cumhuriyet idaresinin kuruluş yılları pek çok alanda devleti ve toplumu kurumsal anlamda yeniden biçimlendirme çalışmalarına sahne olmaktadır.
Dine ait
alanlardaki yeniden-yapılandırma faaliyetlerinin ilk gündem maddeleri arasındaysa bir Kur’an-ı Kerim meali vardır.
Kimi denemelerin ardından TBMM’nin 21
Şubat 1925 tarihli kararı dönüm noktası teşkil edecektir.
Alınan kararla birlikte
Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere kimi “âsâr-ı İslâmiye”nin Türkçe’ye tercüme
edilmesi için bütçe tahsis edilir.
Diyanet İşleri Reisliği’nde yapılan görüşmelerin
ardından tercümenin hazırlanması için Mehmed Âkif’e, aynı proje kapsamındaki
tefsir çalışması içinse Elmalılı Hamdi Yazır’a teklif götürülmesi kararlaştırılır.
Ancak ne var ki bundan sonrası Âkif için hep tereddütlerle dolu olacak ve nihayetinde hazırladığı metnin imhası için vasiyette bulunmasını gerektirecek kadar
tedirginlik içerisine düşecektir.
*
Mehmet Âkif Ersoy, Kur’an Meali, Haz. Recep Şentürk - Âsım Cüneyd Köksal, Mahya
Yayıncılık, İstanbul, 2012. Bundan sonraki atıflarda sayfa numarası ile birlikte kısaca KM
olarak belirtilecektir.
Dücane Cündioğlu, Bir Kur’an Şâiri, Kapı Yayınları, İstanbul, 2011, s. 132 vd.
3 a.e., s. 137 vd.
383
Ahmet Hamdi Akseki’nin bütün ısrarlarına rağmen kendisine sunulan teklifi
kabul etmeyen şair, nihayetinde konuyla alakalı isimlerin katılımıyla gerçekleştirilen bir ev toplantısında yapılan müzakereler sonucu hazırlanacak çalışmanın tercüme değil de meal olması şartıyla teklifi kabul eder.
Zira Âkif’e göre
Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye tam bir tercümesi mümkün değildir. Buna rağmen
bir tercüme çalışmasına kalkışmak onun temel hassasiyetleriyle de çelişmesine
sebep olacaktır.
Diyanet İşleri Reisliği ile yapılan mukavele uyarınca Âkif 1925 yılında meal
çalışmasına başlar. Fakat Mısır’da yürüttüğü hazırlık sırasında Diyanet İşleri Reisliği ile düştüğü anlaşmazlık sonucu mukaveleyi feshetme kararı alır.
Bundaki
en önemli etken, Âkif’in çalışma hakkındaki titizliğidir. Yetkililer mealin biten
kısımlarını ısrarla Âkif’ten istemektedirler fakat yazar metnin istediği olgunluğa
ulaşmadığını belirterek ve çevirinin bütünlüğünü göz önünde bulundurarak bu
isteklere olumsuz yanıt verir.
Anlaşmanın sonlandırılmasına karşın Âkif uzun yıllar boyunca çalışmasını sürdürür, lakin bir türlü yayımlanacak duruma geldiğine
kani olmaz.
En yakınındaki isimlerden Eşref Edib Fergan’ın 1932 yılındaki Mısır
ziyaretine dair şu aktarımları kayda değerdir:
“Mısır’da tercümeyi bitmiş gördükten sonra, o zaman Üstad’a dedim:
‘-Artık, elhamdülillah, tamam olmuş.
Avdette ben bunu İstanbul’a götüreyim.’
Güldü.
‘-Onu tamam oldu mu zannediyorsun? Onun üzerinde daha ne kadar işlemek
lazım! Çok noksanları var.’
‘
-Noksan tarafını görmüyorum. Hayli tebyîz etmişsiniz.’
‘-Sana göre tamam olmuş, ama bana göre daha çok noksanları var.’”6
7 yıllık bir çalışmaya, üstelik bunun 4 yılının tashih ve tebyiz çalışmasına ayrılmış olmasına rağmen Âkif’in bir türlü son kanaatini ortaya koyamaması onun
titizliğini ve çalışmaya verdiği ehemmiyeti göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Sürecin sonunda yaşanan kimi olaylarsa Âkif’teki tedirginliği had safhaya çıkaracaktır.
Türkçe ezanın ardından Türkçe ibadet projesinin uygulamasına ilişkin
kimi teşebbüslerde Kur’an tilavetine karşın söz konusu mealin kullanılması tasarlanmaktadır.
Bu projeden haberdar olan Âkif, çalışmasını emanet ettiği Yozgatlı
İhsan Efendi’den mealin yakılmasını ister ve 1961 yılında vasiyeti yerine getirilir.
Eşref Edib “…meal kelimesi onu biraz yumuşattı” diye not düşmektedir. a.g.e., s. 159.
6 Edib, a.g.e., s. 165.
7 Yozgat İhsan Efendi’deki nüshaların yakılışına dair detaylar için Bkz. İsmail Hakkı Şengüler,
Açıklamalı Mehmed Âkif Külliyatı, C. X, Hak Neşriyat, İstanbul, 2000, s. 228-235.
384
O günlerin tanıklarının aktardıklarına bakıldığında bu mealden geriye eser
kalmadığı sanılmaktaydı.
Fakat mealin gün yüzüne çıkarılmasını sağlayan Recep Şentürk’ün esere yazdığı girişte belirttiğine göre Yozgatlı İhsan Efendi’nin
öğrencisi Mustafa Runyun’a intikal eden bölümler bu yakılma hadisesinden kurtulmuş ve onun ailesi tarafından muhafaza edilmiştir.
Ardından Şentürk’e ulaşan
meal çalışmasının bu üçte birlik kısmı uzun yıllar yine saklı kaldıktan sonra yayımlanarak bugünkü şekliyle elimize ulaştı.
Burada öncelikle sorgulanması gereken husus Mustafa Runyun tarafından
Âkif’e ait olduğu belirtilen metnin gerçekten ona ait olup olmadığıdır.
Şentürk’ün
de değindiği gibi bu konudaki öncelikli başvuru noktası Mehmed Âkif’in daha
önce “Anglikan Kilisesi’ne Cevap” başta olmak üzere çeşitli yazılarında yaptığı
müstakil ayet çevirileriyle ilgili nüshalardaki çevirilerin karşılaştırılmasıdır.
Söz
konusu karşılaştırmalar yapıldığında genellikle ifade biçimi/söz dizimi vb. dışında herhangi bir değişikliğin yahut tutarsızlığın olmadığı görülmektedir.
Öte
yandan Âkif araştırmaları alanındaki otorite isimlerin başında gelen M. Ertuğrul
Düzdağ da yaptığı incelemeler sonucunda çalışmanın şaire ait olduğuna kanaat
getirdiğini belirtmektedir.
Özel serüveni böylesine hassas olan bir çalışma ele alınırken üzerinde durulması gereken bir diğer dikkat noktası ise şudur: Yukarıda Eşref Edib’den yaptığımız aktarım ve Âkif’in bu mesaisine dair elimize geçen tüm kaynaklardan edinilen kesin intiba, yazarın bu eser üzerinde tekrar terar çalıştığı, metinleri sürekli
olarak yeniden düzenlediği, yani tashih ve tebyize son ana kadar devam ettiğidir.
Bugün yayınlanan üçte birlik bölümün bu meal çalışmasının kendi tarihi içerisinde hangi evreye ait olduğunu, daha açık bir ifadeyle yazar tarafından belirlenen
“son” nüshaya ait olup olmadığı ilk bakışta tartışmalı görülebilecektir. Yayına
esas teşkil eden daktilo metinde yer alan kimi tarih notlarının 1956/1957 yıllarını
işaret etmesi, Mustafa Runyun’un Yozgatlı İhsan Efendi’nin öğrencisi olması
gibi durumlar çalışmanın son evresine ait bir metinle karşı karşıya olduğumuz
ihtimalini güçlendirmektedir.
Ancak yine de kesin bir görüş belirtmenin mümkün
olmadığı kanaatindeyiz. Nitekim Mustafa Runyun’a kalan nüshanın kim tarafından ve nasıl istinsah/latinize edildiği bilinmemektedir.
Elimize ulaşan yayın çalışması ise özenli bir hazırlığın ürünü olarak gözükmektedir.
Daktilo metinlerdeki kimi hatalar tamir edilmiş, yapılan düzeltmeler
notlandırılmıştır. Ayrıca Âkif’in daha önce başka yazıları içerisinde yapmış olduğu ayet tercümeleri de meal içerisinde o ayetlere verilen dipnotlarda alıntılanarak
Detaylar için bkz. Recep Şentürk, “Giriş”, KM içinde, s. XV vd.
9 Bkz. a.g.m., ss. XVIII – XIX.
10 M. Ertuğrul Düzdağ, “Bulunan Meal”, KM içinde, ss. IX-X.
11 Şentürk, a.g.m., s. XVI.
385
karşılaştırmaya sunulmuştur.
Şentürk’ün tafsilatlı “Giriş” yazısının yanında Prof.
Dr. Hayrettin Karaman ve M. Ertuğrul Düzdağ’ın takdim yazıları da kitapta yer almakta.
Çalışma, Fatiha Suresi’nden Berâe Suresi’nin 129. ayetine kadarki bölümü
kapsıyor.
Meallerin orijinal Kur’an-ı Kerim metinleriyle birlikte verilmesi, eserin
sonuna bir “Lügatçe” ve yayına esas teşkil eden daktilo nüshadan sayfa örneklerinin eklenmiş olması da yayın çalışmasını zenginleştiren özellikler arasında.
Eserin Kur’an Meali başlığıyla basılması ise ayrıca üzerinde durulabilecek
konular arasındadır. Âkif’in bu esere nasıl bir isim vermeyi düşündüğü konusunda herhangi bir bilgi şimdilik elimizde bulunmamaktadır.
Fakat daha önce yaptığı
müstakil ayet çevirilerini takdim ederken söz gelimi “Meal-i Celîl” gibi daha
hürmetkâr bir ifadeyi sıkça kullandığını görmekteyiz.
Bu noktada Âkif’in kendi
dağarcığını göz önünde bulundurmanın ve bu bağlamda bir dikkat geliştirmenin
daha faydalı olacağını düşünüyoruz.
Kur’an Meali, hem yöntemsel açıdan günümüz meal çalışmalarına yapacağı katkı, hem de Âkif üzerine yapılacak üslup çalışmalarına sağlayacağı yeni veriler dolayısıyla araştırmacıların dikkatlerini bekleyen önemli bir eser konumundadır.
Kur’an Meali, hem yöntemsel açıdan günümüz meal çalışmalarına yapacağı katkı, hem de Âkif üzerine yapılacak üslup çalışmalarına sağlayacağı yeni veriler dolayısıyla araştırmacıların dikkatlerini bekleyen önemli bir eser konumundadır.