TEYİT’İN SORUMLULUK REDDİ:
Bu makale ilk olarak 2 Nisan 2019’da NewsLabTurkey’de yayımlanmıştır. “Yalan haber” ifadesi yazarın kendisine aittir.
Geçtiğimiz yıl Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) tarafından yürütülen bir araştırma sosyal medyada yalan haberlerin doğru haberlere göre altı kat daha hızlı yayıldığını ortaya koydu. 2006-2016 yılları arasında toplam 126.000 haberin Twitter’daki yayılımını inceleyen araştırma ekibi, doğru olmayan haberlerin sosyal medyada paylaşılma ihtimalinin doğru haberlere göre yüzde 70 daha fazla olduğu sonucuna vardı.
Araştırma kapsamında yayılımı incelenen haberlerin doğruluğu ve yanlışlığı da altı farklı doğrulama platformu ile kontrol edilmiş. Science dergisinde yayımlanan bulgular çarpıcı. Ama asıl sorular hâlâ yanıtsız, hatta sorulmamış. Yalan haber deyince kim ne anlıyor? Haberin doğruluğu ya da yanlışlığı ne ifade ediyor? Sosyal medyada haber paylaşan kullanıcılar ne amaçlıyorlar? Kullanıcıların gündelik yaşamlarını çerçeveleyen bağlamlar bu soruların yanıtlarını nasıl şekillendiriyor?
Bu soruları düşününce sosyal medya ve haber konusunu niteliksel olarak ele almanın ve tespitlerin ötesine geçerek sosyal medyada haber paylaşımını toplumsal bir performans olarak derinlemesine irdelemenin önemini kavrıyoruz.
Bu açıdan MIT araştırmasının dikkat çekici yanı yalan haberlerin yayılımını böyle geniş kapsamlı bir veri seti ile ele alırken botları dışarıda bırakmış olması. Yani, yalan haber sosyal medyada botlar tarafından değil kanlı canlı insanlar tarafından yayılıyor. Sosyal medya öznelerin öyle veya böyle davrandıkları, kimliklerini, aidiyetlerini sergiledikleri, performanslarıyla dönüştürdükleri kültürel bir alan. Bu anlayış konuya niteliksel bakışla yaklaşan araştırmalara çıkış noktası oluşturuyor. Mart ayı itibariyle Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Çiğdem Bozdağ ile Türkiye’de sosyal medyada yanlış bilgi ve haber konulu bir saha çalışması yürütüyoruz.
Oxford Üniversitesi Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü tarafından 2018’de yayınlanan Dijital Haber Raporu’nun Türkiye bölümünde belirtildiği gibi kamunun yalan haberden en çok şikâyet ettiği ülkeler sıralamasında Türkiye başı çekiyor.
Reuters’in araştırmasına Türkiye’den katılan her iki kişiden biri sosyal medyada yalan haberle karşılaştığını söylüyor. Yerel seçimler öncesi ve sonrasında sosyal medyada yanlış bilgi ve uydurma haberler hızla yayılmaya devam ediyor.
Peki sosyal medya kullanıcıları bu içerikleri nasıl değerlendiriyor, bir haberin doğruluğunu tahlil ederken hangi yöntemleri kullanıyor, haber paylaşımlarını nasıl şekillendiriyorlar? Haber deyince kime neden güveniyorlar ya da güvenmiyorlar? Bu temel sorulardan yola çıktık ve odak grup, medya günlüğü ve derinlemesine görüşme tekniklerini merkeze alan bir araştırma tasarladık.
Yürüttüğümüz altı odak grup toplantısını takiben katılımcılar bir hafta boyunca sosyal medya etkinliklerini medya günlüklerine not ettiler. Bir haftanın sonunda her biriyle tuttukları günlükler üzerinden derinlemesine görüşmeler yaptık. Niteliksel araştırmada veriyi işlemek, analiz etmek zaman alıyor. Ön bulgular ve izlenimlerse araştırma özneleriyle karşılaşma anından itibaren çok canlı. Bu yazı Türkiye’de sosyal medyada yanlış bilgi ve haber konulu araştırmamızdan bazı satırbaşlarını ve saha çalışmasına dair izlenimlerimi içeriyor.
Haber: Doğal olarak yalan
Farklı sosyoekonomik statü gruplarından gelen araştırma katılımcıları sosyal medyada kendi görüşlerine yakın haber platformları ile gazetecileri takip ettiklerini ve yine kendi görüşlerine yakın haberlere inandıklarını belirttiler. Bu bilgi toplumsal kutuplaşmanın boyutlarını, kutuplaşmanın medyadaki temelleri ve yansımasını düşününce şaşırtıcı değil. Çarpıcı olan katılımcıların haber olgusuna kategorik olarak duydukları güvensizlik.
Çoğu özne bir haberin doğru olmamasını doğal karşılıyor, böyle bir ihtimali verili alıyor. Kutuplaşmış medya ortamına dair bir farkındalık mevcut ama bu farkındalık çaresizlikle beraber bir kabul edişe dönüşmüş. Özneler uydurma ve çarpıtılmış haberlerden şikâyet ederken esasında hiçbir haber kaynağına güvenlerinin olmadığını ifade ediyorlar.
Bir haberin doğru olup olmadığını nasıl anlarsınız sorusuna verilen yanıt “farklı kaynaklara bakarım” olsa da pek çok özne doğruluğundan yüzde yüz emin olmasa da kendi görüşüne yakın kaynakların sunduğu anlatıyı kabul ediyor. Kutuplaşmış medyanın oluşturduğu farklı gerçeklik kurguları arasından tanıdık olanı benimsemek belli ki bir rahatlık sunuyor. Toplumsal ortam böyle çetin olunca bu rahatlık duygusu güven ihtiyacının yerine geçmiş.
Televizyon: Güvenin adresi
Saha çalışmamızda ortaya çıkan en çarpıcı verilerden biri televizyonun bu denklemdeki yeri. Araştırma örneklemimiz sosyal medya kullanıcılarından oluşuyor ve katılımcıların hepsi sosyal medyada haber takip ediyor. Yalan haberle herkes karşılaşıyor, herkes şikâyet ediyor. Habere güvensizlikse tüm odak gruplarda konuşulan ortak konu.
Katılımcıların önemli bir bölümü emin olamadıkları zaman doğruluğunu anlamak için bir haberin televizyonda yayınlanıp yayınlanmadığına baktıkları söylediler. Sosyal medya ve dijital platformlarda yalan haberle karşılaşmak doğal olsa da bir televizyon kanalının uydurma bir haberi yayınlaması bu katılımcılara olası gelmiyordu. Sosyal medyada herkes istediğini yayabiliyorken televizyonun belli bir ağırlığı, kurumsal kimliği ve onu sınırlayan RTÜK gibi denetim mekanizmaları vardı.
Bu öznelere göre, eğer bir haber televizyonda yayınlanıyorsa kolay kolay yalan olamazdı. Bu noktada bazı haber kanallarının ve gazetelerin güvenilirlik algıları da oldukça dikkat çekici.
AKP seçmeni ve hükümet yanlısı olduğunu belirten bazı katılımcılar FOX TV’ye güven duymadıklarını ve bu kanalı karşı tarafın mecrası olarak gördüklerini ifade ettiler. Bu katılımcılar TRT ve NTV’yi ise tarafsız buluyorlar. Basılı mecralardan Hürriyet her kesimden katılımcının güvenilir bulduğu bir gazete olarak gündeme geldi.
Muhalif bazı katılımcılar Sözcü, FOX, Halk TV gibi mecraları takip ettiklerini ama yüzde yüz güven duymadıklarını belirtirken bazıları da NTV ve Hürriyet’e güvendiklerini, özellikle bir haberin doğru olup olmadığını anlamak için oralara baktıklarını söylediler.
Aynı şekilde Ahmet Hakan, Yılmaz Özdil gibi bazı figürler güven timsali olarak takip ediliyor. A Haber AKP seçmenleri dahil her kesim için güvenilirliği sarsılmış bir mecra. Bazı katılımcılar A Haber’i takip etmelerine rağmen yayınlananları abartılı bulduklarını, zaman zaman “bu kadar da olmaz” dediklerini ifade ettiler.
Korku kültürü: “Silivri soğuktur”
Bunlar işlenmesi, kodlanması, analiz edilmesi gereken ham izlenimler. Şu noktada doğrudan bir sonuç olarak paylaşabileceğim konu ise insanların kamusal alanda fikir beyan etmek, görüş paylaşmak, kendilerini açık etmekle ilgili duyduğu korku. Gerek odak gruplar gerekse derinlemesine görüşmeler esnasında araştırma özneleri haber paylaşımlarını sınırlandırdıklarını, paylaşım yapmaktan kaçındıklarını ifade ettiler.
Neden sorusuna verilen yanıtlar genç bir katılımcının “Silivri soğuktur” ifadesinde özetlenebilir.
Yaptığımız birebir görüşmelerde sosyal medya paylaşımları ya da kamusal alandaki eleştirel söylemleri nedeniyle yargılanan, hapse giren, sıkıntı yaşayan komşulardan, akrabalardan, tanıdıkların tanıdıklarından bahsedildi. Bu, medya pratiklerini ve medya söylemlerini korku ve endişenin ele geçirdiğinin göstergesidir.
Odak gruplar esnasında karşılaştığımız bir başka gösterge, katılımcıların sohbet esnasında söyledikleri sözlerden anında endişe duymaları, sözlerinin kendilerini tehlikeye atabileceğine dair bir korku yaşamaları oldu. Bu korku, sözel performansların bayrak, şehitlik, vatan gibi ortak değer olduğu varsayılan ögelerle bezenmesiyle yatıştırılıyordu.
Saha çalışmasında gündeme gelen diğer konulara şimdilik değinmeyeceğim. Mesela farklı sosyal medya platformlarında farklılaşan pratikler ve platformlara yönelik değişen algılar bizim için çarpıcıydı. Instagram’ın her kesim açısından haber takibinden alışverişe kadar kapsayıcı bir platform olarak yükselişi, ya da Twitter ve Facebook’a dair algıların yeni formu ile ilgili veriler oldukça ilginç.
Tüm bunları bir arada tartışan bir rapor üzerine Çiğdem Bozdağ ile çalışmaya devam ediyoruz.