TANRI ELÇİSİ İBRAHİM
Bu kitabın yazılma sebebi son zamanlarda uluslararası siya-sette moda olan dinlerarası ve halklarası hoşgörü söylemi ve Azer halkının toleranslı bir millet olarak zaman zaman gündeme geti-rilmesiyle ilgilidir. Doğrudur, toleranslı olmak güzel bir meziyet-tir, ancak bunun da belli bir ölçüsü olmalı.
Ne yazık ki, araştırdı-ğım son beş bin yılın tarihini gözden geçirdikçe çok zaman müs- pet görünen hoşgörülü tavrın acı neticeleri ile yüzleşiyoruz.
Bir zamanlar Azer boylarının yaşadığı yurtların sınırları Derbent’ten Hemedan’a, Bakü’den Erivan’a ve Musul’a, Kerkük’e uzanmışsa ve Azer Türkçesi Kafkas’tan Afganistan’a dek uluslararası dil olmuşsa, ılımlılık hoşgörürlük ilkesinin ölçüsü kaçınca, yurtlarımızgibi dilimizin sınırları da daralmıştır.Kitabın yazılmasına ikinci sebep de; ‘Dokuz Bitik’ adlı ese-rimin kadim Türkler’in komşu halklarla ilişkisine ait bölümündeTürklerle Sami halkları (Asur, Arami, Yahudi, Arap) arasında İs-lam’a kadarki en eski ilişkiler hakkında kısa bilgiler vermeye dik-kat etmiştim. Bu bilgilerin bir kısmı, zamanında Azerbaycan’davar olmuş dinlere ait bölümde tekrar edilmişti.
Bu bakımdan, Bib-liya* (Kitab-ı Mukaddes) ve Kuran’da adı saygı ve hürmetle anı-lan Abraam / İbrahim aleyhisselamla ilgili Azer Türkleri’nin inan-cında, dilinde ve etnografik yapısında derin iz bıraktığını gösteren birçok bilgi-belgeyi yazdığım ‘bitik’lerin ayrı ayrı bölümlerineserpiştirmeye gönlüm razı olmadı.
Ne yazık ki, araştırdı-ğım son beş bin yılın tarihini gözden geçirdikçe çok zaman müs- pet görünen hoşgörülü tavrın acı neticeleri ile yüzleşiyoruz.
Bir zamanlar Azer boylarının yaşadığı yurtların sınırları Derbent’ten Hemedan’a, Bakü’den Erivan’a ve Musul’a, Kerkük’e uzanmışsa ve Azer Türkçesi Kafkas’tan Afganistan’a dek uluslararası dil olmuşsa, ılımlılık hoşgörürlük ilkesinin ölçüsü kaçınca, yurtlarımızgibi dilimizin sınırları da daralmıştır.Kitabın yazılmasına ikinci sebep de; ‘Dokuz Bitik’ adlı ese-rimin kadim Türkler’in komşu halklarla ilişkisine ait bölümündeTürklerle Sami halkları (Asur, Arami, Yahudi, Arap) arasında İs-lam’a kadarki en eski ilişkiler hakkında kısa bilgiler vermeye dik-kat etmiştim. Bu bilgilerin bir kısmı, zamanında Azerbaycan’davar olmuş dinlere ait bölümde tekrar edilmişti.
Bu bakımdan, Bib-liya* (Kitab-ı Mukaddes) ve Kuran’da adı saygı ve hürmetle anı-lan Abraam / İbrahim aleyhisselamla ilgili Azer Türkleri’nin inan-cında, dilinde ve etnografik yapısında derin iz bıraktığını gösteren birçok bilgi-belgeyi yazdığım ‘bitik’lerin ayrı ayrı bölümlerineserpiştirmeye gönlüm razı olmadı.
Aynı belgeleri ‘Dokuz Bitik’edahil olmayan ayrı bir kitap şeklinde vermeyi uygun buldum.
Bu kitabın ilk neşrinden sonra Amerika’dan yayın yapan ‘Günaz TV’ benimle bir canlı yayın programı teşkil etmişti. İzleyicilerin de bağlanabildiği bu program esnasında Türkiye’den arayıp prog-rama bağlanan yaşlı bir izleyici Hazreti İbrahim hakkında, babasının daima söylediği şu sözleri kaydetmişti: ‘Biz Muhammet ümmetiyiz, İbrahim milletiyiz.’ Bir cenaze yerden kaldırılırken de(Türkiye’de) Hz. İbrahim’in adı anılır.
Bugün Azerbaycan’da camilerle beraber Sinagog ve Kiliseler de var.
Bu durum, Hazar Hakanlığı döneminden beri mevcuttur.
Uzak geçmişten beri Tanrı’ya inanan Azer (Hazar) halkı ilk “fHANİF” olan İbrahimAleyhisselam’a hürmet gösteren Yahudi ve Hristiyan dinlerine hoşgörü ile yaklaşmış ve aralarında İslam’dan önce bu dinlere inananlar da olmuştur.
Daha sonra yüzünü Tanrı’nın son elçisi Muhammed Aleyhisselam’ın gösterdiği doğru yola çeviren Azer halkında,
Tek Tanrı inancı ebedi yaşam kazanmıştır.
Ulu Tanrı
anlayışlı, hoşgörülü Azer halkını toleransta aşırı gitmekten korusun!
Bir Tanrının adıyla!
İnsanlar daha kadim çağlardan itibaren çevresinde gördüğü varlıklara ilgi göstermiş, yaşamına tesir eden olayların ortaya çık-ma sebebini kavramaya çalışmış, fayda veya zarar veren olaylaraetki etme yollarını aramışlardır.
Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun, kendisini ve çevresindekileri koynunda barındıran Ana tabiatın belli bir kuvvet tarafından idare edildiğini fark edip kavrayan insanoğlu, şuur altı korunma iç güdüsüyle refah içinde yaşamaya yardım eden ve beladan kurtardığı düşünülen tapınaklar inşa etmişler. Biz bu durumu doğru anlamak için XX asrın sonunda deneyle sabit olan ilmî yorumların, özellikle, sinerji ile bağlantılı yeni keşiflerin gerçekleşmesini de beklemeliymişiz: Artık belli oldu ki, ruhsal dengemize, sağlığımıza, kısaca yaşamımıza tesir eden çevremizdeki cansız saydığımız şeylerin, duvarların da,suyun da, taşın da, ağacın da hafızası ve özel iletişim dalgaları varmış. Görüleceği gibi, bu dalgalara karşı eski insanlar, bizdendaha ilgili ve meraklı olmuşlardır.
Kadim çağlarda insanlar karınlarını doyuran, hastalıktan ko-ruyan
iyeleri
(sahipleri) üzmemeye çalışıyorlardı, çünkü her şeyin bir sahibi, idare edeni, ruhu olduğuna, kısaca, her bir varlığın, her bir olayın
sahibi
olduğuna inanıyorlardı.
Onlar dağın, suyun, ormanın, yıldırımın, sürünün, kuşun ve benzer varlıkların
iyesi
iletemas kurabilen kâhinlere, özellikle destanlarımızda ‘AĞZI DUALI’
denilen, halk arasında
vergili
diye adlandırılan medyumlara da saygıyla yaklaşıyorlardı.
Kadim Türkler böyle insanları kutsal sayıyor, onlara KAM diyorlardı.
Mada elinde (yurdunda) ise onlar MAG diye adlandırılırdı ve dünyaya yayılan
magiya / magic
(sihir,efsun) sözcüğü de bu kökten günümüze kadar gelmiştir.
Kadim Türkler
iyilerin
de bir yaratıcısı olabileceği kanaatine ulaşmış, bütün varlığı ve onların iyelerini yaratanı TANRI diye isimlendirmişlerdir .
Böylelikle, Tanrıcılık inamına tapınan Peygamberler arasında ‘Tanrı dostu’ (HALİLULLAH) adını kazanmış ve bazı halkların atası sayılan Hz. İbrahim (a.s.)in ülkesi, devri, hayatı, soyu, ailesi ve kaynaklarda onun neslinden türeyenler hakkında verilen bilgiler ışığında yazılmış bu kitapçık; Tek Tanrı inancının (hanif) kadim Güney Azerbaycan’ın komşuluğundan (Babil’den) batıya, Filistin topraklarına taşınmasına hasredilmiştir.
Popüler türde yazılan bu eserin son bölümünde İbrahim’in soyunun kadim Azer halkı ile ilgisine de dikkat çekilmiştir.
Tek Tanrı dinini İki çay arası’nda (Mezopotamya’da) tatbik edemeyen Hazreti İbrahimTanrı’dan vahiy aldıktan sonra bu dini Filistin topraklarında yaşayan Yahudiler arasında yaymayı başarmıştır.
Önceleri, çeşitli kavimlerde millî etnik töreleri ve dini merasimleri
(Kam, Mag, Şaman) ve benzer terimlerle adlandırılan kâ-hinler icra ediyorlardı.
Zaman geçtikçe böyle kâhinler içerisinden çıkan bazı nüfuzlu şahıslar siyasî içtimaî meseleleri de denetimi altına alarak,
"URUĞUN, BOYUN, BUDUNUN“DOĞAL ” lideri haline gelirdi.
"URUĞUN, BOYUN, BUDUNUN“DOĞAL ” lideri haline gelirdi.
Yahudiler M.Ö. I. binyılın başlarından böyle liderleri artık
nebi olarak kabul edip, onları Tanrının elçisi (peygamber) sayıyordular.
Bu devirde başlayan “PEYGAMBERLİK HAREKETİ” halkın hafızasında epik ve mitik hikâyelerde yaşayan eski kahramanları danebilir derecesine yükseltiyor; milli ruhu uyandıran, milli şuuru şekillendiren temellerle halkı birliğe çağıran dinin siyasi önderleri Tanrı elçisi olarak tanımlıyordular.
Bazen tarihi şahsiyet olmayanmitik kahramanlar da artık yazıya geçirilmeye başlanan
Bu devirde başlayan “PEYGAMBERLİK HAREKETİ” halkın hafızasında epik ve mitik hikâyelerde yaşayan eski kahramanları danebilir derecesine yükseltiyor; milli ruhu uyandıran, milli şuuru şekillendiren temellerle halkı birliğe çağıran dinin siyasi önderleri Tanrı elçisi olarak tanımlıyordular.
Bazen tarihi şahsiyet olmayanmitik kahramanlar da artık yazıya geçirilmeye başlanan
*
Bibli-ya’ya bu sıralarda dahil edildi.
Kâhinler ayrı ayrı mabet putlarına secde eden muhtelif Yahudi gruplarını Tek Tanrı inancı ile birleştirmek için İbrahim ve böyle bir birliği 40 yıllık bir eziyetle gerçekleştiren Musa ile ilgili olaylara büyük önem vermişlerdi.
Tarih boyunca muhtelif dinler oraya çıkmış, sonraları bun-ların bir kısmı unutulmuştur.
Bir ve tek Tanrı inancına sahip olan semavî dinler ise zaman geçtikçe daha geniş bir alana yayılarak birçok halkın asıl inancı durumuna gelmiştir.
Semavî dinler denildiğinde farklı farklı zamanlarda gökten melekler vasıtasıyla peygamberlere indirilmiş Tanrı sözlerine iman eden Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet göz önünde bulundurulur.
Kâhinler ayrı ayrı mabet putlarına secde eden muhtelif Yahudi gruplarını Tek Tanrı inancı ile birleştirmek için İbrahim ve böyle bir birliği 40 yıllık bir eziyetle gerçekleştiren Musa ile ilgili olaylara büyük önem vermişlerdi.
Tarih boyunca muhtelif dinler oraya çıkmış, sonraları bun-ların bir kısmı unutulmuştur.
Bir ve tek Tanrı inancına sahip olan semavî dinler ise zaman geçtikçe daha geniş bir alana yayılarak birçok halkın asıl inancı durumuna gelmiştir.
Semavî dinler denildiğinde farklı farklı zamanlarda gökten melekler vasıtasıyla peygamberlere indirilmiş Tanrı sözlerine iman eden Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet göz önünde bulundurulur.
Bu Dinlere inanan halklara
Ehli-Kitap da denilir, çünkü Yahudi ve Hıristiyan dinlerinin yasaları (şeriatı) Tevrat ve İncili kapsayan Bibliya (Kitab-ı Mukaddes) da; İslam dininin yasaları da Kuran’da ortaya konulmuştur.
Bu kitaplar “kutsal Bibliya: Yahudi ve Hıristiyan kutsal metinleri, Kitab-ı Mukaddes.(ç.n.)
Bu kitaplar “kutsal Bibliya: Yahudi ve Hıristiyan kutsal metinleri, Kitab-ı Mukaddes.(ç.n.)
İslam kaynaklarına göre, Gökten indirilen 104 kutsal yazıdan dördü; Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran olarak kitap hacminde;
Peygamberlerden Musa=TEVRAT-Davud=ZEBUR-İsa=İNCİL-Muhammed=KUR'AN-I KERİM
Diğerleri ise sahife şeklinde
Adem (10sahife)
Şid (50 sahife)
İdris (30 sahife)
İbrahim (10 sahife)
(Köksal 1990, 18-19); Bazı yazarlara (Taberi, İbni Esir vb)göre, Adem’e 21 sahife gönderilmiştir
Yunanlılar kitaba
biblos
,
Yahudiler soferim ,
Araplar kitab ,
Türkler ise bitik demişlerdir.
Musa’nın beş kitabı Yahudi (İbrani) dilinde “YASA” anlamına gelen TORA (Tevrat) sözcüğüyle ifade edilir.
Yahudi dinine MUSEVİLİK (Musa’nın dini) de denir.
Yahudiler soferim ,
Araplar kitab ,
Türkler ise bitik demişlerdir.
Musa’nın beş kitabı Yahudi (İbrani) dilinde “YASA” anlamına gelen TORA (Tevrat) sözcüğüyle ifade edilir.
Yahudi dinine MUSEVİLİK (Musa’nın dini) de denir.
Musa’nın kitaplarına M.Ö. IV Asırdan başlayarak yapılan şerhlerin toplamı sonraları Talmut adı ile ortaya çıkmıştır.
Kadim Yahudi dilinde “ÖĞRENME” anlamına karşılık gelen
TALMUT Yahudilerin arasında nesilden nesile sözlü şekilde öğretilir ve
sözlü yasalar
anlamına gelir.
TEVRAT ise
yazılı yasalar
olarak tanınır.
Yahudilikte sadece dinî etik ve hukuk meselelerini öne çıkaran dogmatik görüşleri kabul eden RabbaniTalmutçular, başka etnik kökenli insanların Yahudi dinine girmesine hoş bakmıyorlardı.
On beş asırlık bir devrin ideolojik, tarihî ve edebî eserlerini kapsayan BİBLİYA (Kutsal metinler – Kitab-ı Mukaddes)
IV asra kadar birkaç defa düzenlenmiştir.
IV asra kadar birkaç defa düzenlenmiştir.
Yahudiliğin VIII. Asırda çıkan ve çok sayıda taraftarı olan
Karaî
(
Karay // Karaim
) akımı Talmutçulara nispeten daha ılımlı olup, başka halkların Yahudi dini-ni kabul etmesini normal karşılıyorlardı.
Görülüyor ki, Azerbay-can’ın bazı bölgelerinde ve Hazar Hakanlığında Türk boylarınınYahudiliği / Museviliği kabul etmesinde Karaîlerin de etkisi olmuştur.
Kendilerini Karay diye adlandıran Musevi inançlı Türk boyu da Hazarlardan kalmadır ve bugün birkaç Avrupa ülkesine dağılmışlardır.
BİBLİYA’da peygamber sayılan “patriarklar”
*
, onların soyu ve soyundan türeyen halklar hakkında bilgiler vardır.
Şöyle ki, İbrahim’in Sara’dan olan oğlu İshak’ın
Yakup
adlı oğlu aynı zamanda
İsrail
adını taşır.
İsrail’den türeyen millete BEN-İ İSRAİL (İsrailoğulları) denilir.
İsrailoğulları’nın inandığı Yahudilik (Judaizm /Yudaizm) dini ise Adını Yakub’un//İsrail’in oğlu YEHUDA’dan almıştır.
İsrailoğulları’nın inandığı Yahudilik (Judaizm /Yudaizm) dini ise Adını Yakub’un//İsrail’in oğlu YEHUDA’dan almıştır.
Buna göre
İsrail
kelimesi etnik,
Yahudi
*
Tevrat ve Zebur’un da içinde olduğu, 39 bölümden oluşan Yahudi kutsal metimleri.
Eski Ahit (ç.n.)
*
Özgün metinde “patriark” terimi kullanılmıştır; din veya sülale önderi, bir halkın neslinden geldiğine inandığı soy atası, soy babası anlamlarına gelir.
Bu kelime Türkçede “PATRİK” biçiminde dar anlamıyla (kilise büyüğü) kullanılmaktadır. (ç.n.)
Patrik kelimesi ise dinî anlam taşımaktaydı.
Sonraları
İsrail
kelimesi ülke adı,
Yahudi
sözü etnonim
**
olarak kullanılır oldu.
Kutsal Kitaplara göre, Nuh’un oğlu Sam’ ın soyundan sayılan“Tanrı Elçisi İbrahim” bazı milletlerin atasıdır.
Bibliya’ya göre, Abram 99 yaşına geldiğinde, Tanrı; onu birçok milletin “ babası” yapacağını, artık “Büyük, Yüce Ata” anlamına gelen Abram adını değil, onun ‘Halkların Babası’ anlamında Abraham (İbrahim) adını taşıyacağını söyler.
Kutsal Kitaplara göre, Nuh’un oğlu Sam’ ın soyundan sayılan“Tanrı Elçisi İbrahim” bazı milletlerin atasıdır.
Bibliya’ya göre, Abram 99 yaşına geldiğinde, Tanrı; onu birçok milletin “ babası” yapacağını, artık “Büyük, Yüce Ata” anlamına gelen Abram adını değil, onun ‘Halkların Babası’ anlamında Abraham (İbrahim) adını taşıyacağını söyler.
Kuran’da İbrahim hakkında şöyle denilir: “Ey Kitap ehli, İbrahim hakkında niçin tartışırsınız?
Şüphesiz, Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir.
Aklınız almıyor mu?”
Başka bir ayette şöyle denilir:
“Allah’a, bize gönderilene (Ku-ran’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına gönderilenlere, Musa ve İsa’ya verilenlere, Rab’leri tarafından peygamberlere verilenlere inanırız, onları birbirinden ayırmayız. Biz ancak Allah’a teslim olanlarız, deyin!”
Tek Tanrı dinine inanan Türk boyları sonraları hangi dinleregirerlerse girsinler, yeni inançları içinde eski Tanrıcılık inancınınözel hususiyetlerini yaşatmaya devam etmişlerdir. Son kabulettikleri İslam dini içinde, sufizmin Türklere özgü anlayışı böyleortaya çıkmıştır.
Aklınız almıyor mu?”
Başka bir ayette şöyle denilir:
“Allah’a, bize gönderilene (Ku-ran’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına gönderilenlere, Musa ve İsa’ya verilenlere, Rab’leri tarafından peygamberlere verilenlere inanırız, onları birbirinden ayırmayız. Biz ancak Allah’a teslim olanlarız, deyin!”
Tek Tanrı dinine inanan Türk boyları sonraları hangi dinleregirerlerse girsinler, yeni inançları içinde eski Tanrıcılık inancınınözel hususiyetlerini yaşatmaya devam etmişlerdir. Son kabulettikleri İslam dini içinde, sufizmin Türklere özgü anlayışı böyleortaya çıkmıştır.
Türklerde Hz İbrahim’e duyulan büyük saygının temelinde de onun Tek Tanrı dinine inanan bir
hanif
olması vardı.
Bu konuda tanınmış Polonyalı bilimci A. Zayonçkovski:
“Proto Türklerin
Tengri Han
inancı, Tek Allah’a ibadet etme anla-yışı Hazarlarda devam etmiştir.
Bu yüzden Tek Tanrı’ya inanan Hazarların monoteist (Tek Tanrıcı) bir din olan Yahudiliği benimsemesi kolay olmuştur.”
Aynı durum Hıristiyanlığı ve İslam’ı kabul eden Türkler için de geçerlidir.
V. V. Bartold; Türklerin İs-lam’ı Müslüman silahının galibiyetiyle değil, gönüllü bir şekilde, kendi rızalarıyla kabul etmelerinin karakteristik hal olduğunu söyler.
İbn-i Fadlan 921 yılında Halife elçisi olarak Oğuzların arasında bulunur ve Türklerin inançları hakkında gözlemlerini şöyle aktarır: “İçlerinde biri zulme uğrasa veya sevmediği bir şey görse,
**
Etnonim: Boyadı.
Irk temelli adlandırma, etnik adlandırma. (ç.n.)
Irk temelli adlandırma, etnik adlandırma. (ç.n.)
Başını semaya kaldırıp,
Bir
Tanrı!
Der.
Bu Türkçe Bir Allah demektir, zira Türkçe ‘bir’ vahid; Tengri ise Allah demektir.”
Güney Kafkas’ta, Dede Korkut kahramanları olan tektanrılı Oğuz beylerinin vuruştuğu boyların içinde “YONMA AĞAÇ TANRILI” boylar da vardı.
Begil Oğlu Emran’la vuruşan bir kafir: “Senüñ bir teñrin varsa, menüm yetmiş iki büthanem var” der.
Habeş, Hint, Kürt ve Türk kökenli Yahudiler de vardır.
Bu konuyu araştıran ve bazı Hazar, Karay, Kaliz, Kabar, Kıpçak ve Kazak boyları içinde Yahudi dinine girenlerin varlığını kaydeden Ş.Kuzgun’un yazdığına göre, Kırım’daki Talmudist Kırımçaklar istisna olmakla beraber Türkler, çoğunlukla Tevrat Yahudiliğinikabul etmişlerdir .
H.Rozental ise, Hazarların yalnız Tevrat’ıdeğil, Talmut’u da okuduklarını, kaydeder.
A. Kestler ise Avrupa’ya yayılan Talmutçu Yahudiler dahil büyük ekseriyetin Hazar kökenli olduğunu yazar.
Yahudilik gibi, Hristiyanlık da Yahudilerin içinde ortayaçıkmıştır. İncil’i değil, Bibliya’da yalnız ilk 39 bölümü kabul eden Yahudilerden farklı olarak, Hristiyanlar aynı kitaplarla beraber, aynı zamanda I-II asırlarda yazılmış diğer kitabı, yani İncil’i kutsal sayarlar.
Bu Türkçe Bir Allah demektir, zira Türkçe ‘bir’ vahid; Tengri ise Allah demektir.”
Güney Kafkas’ta, Dede Korkut kahramanları olan tektanrılı Oğuz beylerinin vuruştuğu boyların içinde “YONMA AĞAÇ TANRILI” boylar da vardı.
Begil Oğlu Emran’la vuruşan bir kafir: “Senüñ bir teñrin varsa, menüm yetmiş iki büthanem var” der.
Habeş, Hint, Kürt ve Türk kökenli Yahudiler de vardır.
Bu konuyu araştıran ve bazı Hazar, Karay, Kaliz, Kabar, Kıpçak ve Kazak boyları içinde Yahudi dinine girenlerin varlığını kaydeden Ş.Kuzgun’un yazdığına göre, Kırım’daki Talmudist Kırımçaklar istisna olmakla beraber Türkler, çoğunlukla Tevrat Yahudiliğinikabul etmişlerdir .
H.Rozental ise, Hazarların yalnız Tevrat’ıdeğil, Talmut’u da okuduklarını, kaydeder.
A. Kestler ise Avrupa’ya yayılan Talmutçu Yahudiler dahil büyük ekseriyetin Hazar kökenli olduğunu yazar.
Yahudilik gibi, Hristiyanlık da Yahudilerin içinde ortayaçıkmıştır. İncil’i değil, Bibliya’da yalnız ilk 39 bölümü kabul eden Yahudilerden farklı olarak, Hristiyanlar aynı kitaplarla beraber, aynı zamanda I-II asırlarda yazılmış diğer kitabı, yani İncil’i kutsal sayarlar.
İncil Yunan dilinde
Yevangelia
diye adlandırılır ve her iki ad ‘müjde’ anlamına gelir.
Azerbaycan’da Hıristiyanlığın yayılması, bu dinin ortaya çıktığı ilk çağlarda başlamıştı.
Azerbaycan’da Hıristiyanlığın yayılması, bu dinin ortaya çıktığı ilk çağlarda başlamıştı.
Eğer bu ülkede Yahudiliğin yayılması vaktiyle buraya göç ettirilen “DAĞ CUHUDU”
*
diye adlandırılan Yahudi kavimleri ile bağlantılı ise, Hıristiyanlığın yayılmasıda ilk çağlarda çeşitli misyonerlerin faaliyetleriyle gerçekleşmiştir.
Kaynaklara göre, Azerbaycan’da Hıristiyanlığın yayılması, Ermenilerin Hıristiyanlaşmasından 270 yıl önce başlamıştı.
Bu bakımdan, Güney Kafkas ve Azerbaycan’da kadim Hıristiyan mabetleri arasında Azer Türklerine özgü olanların önemli ağırlığı vardır.
Kaynaklara göre, Hıristiyanlığın yayıldığı ilk I-II asırlardaon iki havariden biri olan Bartolemay, Araz boyundaki bazı İbn-i Faldan 1975, 31. 9 KDK, 108, 119. 10 Kuzgun, 1993, 38. 11 Kestler, 2001, 9 . *
Kaynaklara göre, Hıristiyanlığın yayıldığı ilk I-II asırlardaon iki havariden biri olan Bartolemay, Araz boyundaki bazı İbn-i Faldan 1975, 31. 9 KDK, 108, 119. 10 Kuzgun, 1993, 38. 11 Kestler, 2001, 9 . *
Türkiye Türkçesinde de Yahudi anlamına gelen “Çıfıt” tabiri kullanılmaktadır
.
Bölgelerde, onun ardından Yeruşalem’(Kudüs)den gelen Yelisey (Havari Yehuda-Taday’ın öğrencisi?) ise Alban ülkesinın kuzey bölgelerinde bu dini yaymışlardır.
Azerbaycan’da İncil, güyaönce Süryanice (Aramîce), IV asırda ise Alban kralı Urnayr’ın devrinde Grigor tarafından Yunanca tebliğ edilmiştir.
Elbette,Hıristiyanlığın yayıldığı ilk dönemde burada Sirofil , sonra Grekofil ruhanilerin rolü olmuştur, lakin tebliğin yerli dilde değil, Süryanice ve Yunanca yapıldığı görüşü inandırıcı değildir.
Bu dil meselesiyle ilgili olarak Alban Hıristiyan literatü-ründeki; “Alban, Ermeni ve Gürcü grupları içinde Hristiyanlık dinini yayan Grigor Part soylu Anak Bey’in oğlu idi” bilgi kaydı çok önemli.
Tarihten biliyoruz ki, Partlar Türk (saka) boylarından ayrılıp Horasan taraflarına göçen Proto Türkmen boylarıdır.
Bir kısmı orada İran dilli boylarla kaynaşmış ve karışık bir Part (Pehlevi) dili ortaya çıkmıştır.
Lakin Partların bir kısmı daana dillerini korumuştu.
Görüldüğü gibi, Türk adı taşıyan Anak Bey de aynı Part (Türkmen) soyundan idi. Pek tabii ki, Anak’ın oğlu Grigor’un devrinde İncil’i geniş halk kitlesine Grek (Yunan) dilinde öğretmek mümkün değildi.
Bu noktada mantıklı bir soru ortaya çıkıyor: “Grekofil; dinî tahsilini Kapadokya’da Yunanca alıp, Hıristiyanlığı yaymaya Ermeniye bölgesine ve Güney Kafkas’a gelen Grigor Poliglotmuydu?” Ama burada, aralarında derin farklılıklar bulunan dilleri konuşan halklar yaşıyordu ve bu halkların birbirleriyle ortak anlaşma dili M.Ö. VII asırdan, Saka Eli (devleti) çağında şekillenmişti. O çağlardan günümüze kadar İber, Udi, Lezgi ve benzer Kafkas Halkları gibi, sonraki Haylar da uluslararası iletişim vasıtası olan Azer Türkçesini kullanıyordu. Bu durum XIX asır daRusların Kafkas’a gelişine kadar devam etmiştir.
Grigor GüneyKafkas’taki Alban (Aran), Gargar, Maskut (Massaget), Kenger, Göğer ve benzer Türk boyları içinde İncil’i kendi anadili olan Türkmenceye yakın Azer Türkçesi ile tebliğ edebilirdi. Şöyle ki, Hay, Gürcü ve diğer Kafkas dilli ahali içinde de Azer dilinde yapılan sohbetleri anlayabilecek yeteri sayıda insan vardı. Hıris-Mamedova, 1986, 222–228. 13 Anak adı antik çağın ‘Yedi Bilge’si arasında önemli yeri olan kadim Türk-İskit filozofu (bilgesi), Anakars (anak-arıs) adında da kendini gösterir. 14 Ağasıoğlu, 2006 tiyanlığı kabul eden Türk boylarının hangi bölgelerde olduğu Güney Kafkas’ta Hıristiyan mabetlerinin Türkçe adlarında açıkça görülür. F. Simokatta, 591’de Hosrov’un esir aldığı bazı Türklerin alnında haç şeklinde çarpı olduğunu yazar. Dede Korkut boy (hikaye bölümleri)larının bazılarında“kafir” diye adlandırılan Kıpçak boyları da var. M. Kalankatlı“Alban Tarihi” adlı kitabında Alban Türklerinin Hıristiyanlığı hakkında oldukça önemli bilgiler verir .
Dilimizde kullanılan“din ayrı gardaş” deyimi de o çağlardan kalmadır. Başka halkların arasında yaşayıp Hıristiyanlığı kabul edenTürklerin çoğu sonraları millî dillerini unutmuş, içinde yaşadığı, Hıristiyan toplumun dilini kabul etmiştir. Doğu Avrupa’da XVII asra kadar Hıristiyan Kıpçaklar öz dillerini korumuştu. VII asırdaTuna nehri boylarına göçerek orada da Bulgar devletini kuranBulgar Türklerinin Hıristiyanlığı kabul ettikten üç dört nesil sonra yerli Slav boyları içinde eridiğini açık bir biçimde izlemek mümkündür. Bulgarlar devlet kurdu, bu devletin “Bulgar” adı ülkenin adında kaldı, lakin Bulgarların kendisi bir millet olarak eriyipyok oldular.
Çünkü burada Türk toleransı (ılımlılığı-hoşgörü-lülüğü) makul ölçüsünü yitirip ifrat derecesine varmış ve Türk töreleri ile bağdaşmayan aykırı ilişkiler ortaya çıkmasına imkân veren bir anlayış durumu gelişmişti.
Musa’nın Tevrat’ı Yahudiler, İncil Hıristiyanlar, Kuran da Müslümanlar için esas kutsal kitap sayılır.
Hazreti Muhammed(s.a.v)’e vahyedilen kutsal kelamlar tahminen 650’de toplanmış, son varyant da Halife Osman’ın zamanında yazılmıştı. 6666 ayet,114 sureden oluşan Kuran’ın; tefsiri de VIII-IX asırlar arasında yaygınlık kazandı. Hıristiyanlıktan farklı olarak, İslam dini toleransı yüksek bir din olarak görünüyor. “Kuran Musa’nın kanunlarını, Davut’un Erivan vilayetinde Şıhmurad Manastırı, Eyriveng, Goşaveng, Makaraveng olduğu gibi, Gürcistan’da da Şiştepe, Kundaksaz, Kepenekci Kolagir, Gara- bulag, Şemşiberdi, Keklik, Arıklı, Bektakar, Güvec, Garahu, İncoglu, Atakişi,Kizikilise, Haçın, Azman, Haçmağara vb. manastır, kilise ve vengler vardır.
Bölgelerde, onun ardından Yeruşalem’(Kudüs)den gelen Yelisey (Havari Yehuda-Taday’ın öğrencisi?) ise Alban ülkesinın kuzey bölgelerinde bu dini yaymışlardır.
Azerbaycan’da İncil, güyaönce Süryanice (Aramîce), IV asırda ise Alban kralı Urnayr’ın devrinde Grigor tarafından Yunanca tebliğ edilmiştir.
Elbette,Hıristiyanlığın yayıldığı ilk dönemde burada Sirofil , sonra Grekofil ruhanilerin rolü olmuştur, lakin tebliğin yerli dilde değil, Süryanice ve Yunanca yapıldığı görüşü inandırıcı değildir.
Bu dil meselesiyle ilgili olarak Alban Hıristiyan literatü-ründeki; “Alban, Ermeni ve Gürcü grupları içinde Hristiyanlık dinini yayan Grigor Part soylu Anak Bey’in oğlu idi” bilgi kaydı çok önemli.
Tarihten biliyoruz ki, Partlar Türk (saka) boylarından ayrılıp Horasan taraflarına göçen Proto Türkmen boylarıdır.
Bir kısmı orada İran dilli boylarla kaynaşmış ve karışık bir Part (Pehlevi) dili ortaya çıkmıştır.
Lakin Partların bir kısmı daana dillerini korumuştu.
Görüldüğü gibi, Türk adı taşıyan Anak Bey de aynı Part (Türkmen) soyundan idi. Pek tabii ki, Anak’ın oğlu Grigor’un devrinde İncil’i geniş halk kitlesine Grek (Yunan) dilinde öğretmek mümkün değildi.
Bu noktada mantıklı bir soru ortaya çıkıyor: “Grekofil; dinî tahsilini Kapadokya’da Yunanca alıp, Hıristiyanlığı yaymaya Ermeniye bölgesine ve Güney Kafkas’a gelen Grigor Poliglotmuydu?” Ama burada, aralarında derin farklılıklar bulunan dilleri konuşan halklar yaşıyordu ve bu halkların birbirleriyle ortak anlaşma dili M.Ö. VII asırdan, Saka Eli (devleti) çağında şekillenmişti. O çağlardan günümüze kadar İber, Udi, Lezgi ve benzer Kafkas Halkları gibi, sonraki Haylar da uluslararası iletişim vasıtası olan Azer Türkçesini kullanıyordu. Bu durum XIX asır daRusların Kafkas’a gelişine kadar devam etmiştir.
Grigor GüneyKafkas’taki Alban (Aran), Gargar, Maskut (Massaget), Kenger, Göğer ve benzer Türk boyları içinde İncil’i kendi anadili olan Türkmenceye yakın Azer Türkçesi ile tebliğ edebilirdi. Şöyle ki, Hay, Gürcü ve diğer Kafkas dilli ahali içinde de Azer dilinde yapılan sohbetleri anlayabilecek yeteri sayıda insan vardı. Hıris-Mamedova, 1986, 222–228. 13 Anak adı antik çağın ‘Yedi Bilge’si arasında önemli yeri olan kadim Türk-İskit filozofu (bilgesi), Anakars (anak-arıs) adında da kendini gösterir. 14 Ağasıoğlu, 2006 tiyanlığı kabul eden Türk boylarının hangi bölgelerde olduğu Güney Kafkas’ta Hıristiyan mabetlerinin Türkçe adlarında açıkça görülür. F. Simokatta, 591’de Hosrov’un esir aldığı bazı Türklerin alnında haç şeklinde çarpı olduğunu yazar. Dede Korkut boy (hikaye bölümleri)larının bazılarında“kafir” diye adlandırılan Kıpçak boyları da var. M. Kalankatlı“Alban Tarihi” adlı kitabında Alban Türklerinin Hıristiyanlığı hakkında oldukça önemli bilgiler verir .
Dilimizde kullanılan“din ayrı gardaş” deyimi de o çağlardan kalmadır. Başka halkların arasında yaşayıp Hıristiyanlığı kabul edenTürklerin çoğu sonraları millî dillerini unutmuş, içinde yaşadığı, Hıristiyan toplumun dilini kabul etmiştir. Doğu Avrupa’da XVII asra kadar Hıristiyan Kıpçaklar öz dillerini korumuştu. VII asırdaTuna nehri boylarına göçerek orada da Bulgar devletini kuranBulgar Türklerinin Hıristiyanlığı kabul ettikten üç dört nesil sonra yerli Slav boyları içinde eridiğini açık bir biçimde izlemek mümkündür. Bulgarlar devlet kurdu, bu devletin “Bulgar” adı ülkenin adında kaldı, lakin Bulgarların kendisi bir millet olarak eriyipyok oldular.
Çünkü burada Türk toleransı (ılımlılığı-hoşgörü-lülüğü) makul ölçüsünü yitirip ifrat derecesine varmış ve Türk töreleri ile bağdaşmayan aykırı ilişkiler ortaya çıkmasına imkân veren bir anlayış durumu gelişmişti.
Musa’nın Tevrat’ı Yahudiler, İncil Hıristiyanlar, Kuran da Müslümanlar için esas kutsal kitap sayılır.
Hazreti Muhammed(s.a.v)’e vahyedilen kutsal kelamlar tahminen 650’de toplanmış, son varyant da Halife Osman’ın zamanında yazılmıştı. 6666 ayet,114 sureden oluşan Kuran’ın; tefsiri de VIII-IX asırlar arasında yaygınlık kazandı. Hıristiyanlıktan farklı olarak, İslam dini toleransı yüksek bir din olarak görünüyor. “Kuran Musa’nın kanunlarını, Davut’un Erivan vilayetinde Şıhmurad Manastırı, Eyriveng, Goşaveng, Makaraveng olduğu gibi, Gürcistan’da da Şiştepe, Kundaksaz, Kepenekci Kolagir, Gara- bulag, Şemşiberdi, Keklik, Arıklı, Bektakar, Güvec, Garahu, İncoglu, Atakişi,Kizikilise, Haçın, Azman, Haçmağara vb. manastır, kilise ve vengler vardır.
Feher, 1984.
13
Zebur’unu, İsa’nın İncil’ini tasdik eder.” Peygamberimiz Hz Muhammed aleyhisselam da İsa aleyhisselam hakkında şöyle buyurmuştur: “Meryem oğlu İsa şöyle demişti: Ey İsrail oğulları!Doğrusu ben, benden evvel nazil olmuş Tevrat’ı tasdik eden ve benden sonra gelecek Ahmed (Muhammed) adlı peygamberi müjdeleyen Allah’ın elçisiyim!”
Kuran’da Ankebut suresinin 46. ayetinde buyrulur ki; “Yahudi ve Hıristiyan ehline şöyle deyin: Biz hem bize nazil olana, hem de size nazil olana inanırız.
Bizim de Tanrı’mız, sizin de Tanrı’nız birdir, Biz yalnız Ona itaat ederiz.” Bu ayette her üç (Tevrat, İncil, Kuran) kutsal kitaba iman var. Bundan dolayı, Azer (Hazar) Türklerinin manevî yaşamındamühim rol oynamış her üç semavî din; milli etnografide, tarihteve dilde derin izler bırakmıştır. Bu bakımdan, her üç dinin dekutsal kitabında adı saygı ile anılan İbrahim peygambere Azer halkının özel ilgisi doğaldır.İbrahim aleyhisselam İslam toplumu içerisinde şöhreti yük-sek olan bir peygamberdir. Lakin İslam Ansiklopedisinde İbrahim peygamber maddesindeki yazının toplamı yarım sayfa olup, sadece çok basit şekilde verilmiş iki epizodik hikâyeyi yansıtmaktadır.
Halbuki Kuran’da İbrahim peygambere büyük önem ve geniş yer verilmiş, 25 surede 69 dafa hatırlanmışdır. Hatta, özünü İbrahimin torunu sayan Peygamberimiz oğlununda adını İbrahim koymuştur. Kuran’da: “(Ya Muhammed!) Deki:Allah doğru buyurmuştur .
Kuran’da Ankebut suresinin 46. ayetinde buyrulur ki; “Yahudi ve Hıristiyan ehline şöyle deyin: Biz hem bize nazil olana, hem de size nazil olana inanırız.
Bizim de Tanrı’mız, sizin de Tanrı’nız birdir, Biz yalnız Ona itaat ederiz.” Bu ayette her üç (Tevrat, İncil, Kuran) kutsal kitaba iman var. Bundan dolayı, Azer (Hazar) Türklerinin manevî yaşamındamühim rol oynamış her üç semavî din; milli etnografide, tarihteve dilde derin izler bırakmıştır. Bu bakımdan, her üç dinin dekutsal kitabında adı saygı ile anılan İbrahim peygambere Azer halkının özel ilgisi doğaldır.İbrahim aleyhisselam İslam toplumu içerisinde şöhreti yük-sek olan bir peygamberdir. Lakin İslam Ansiklopedisinde İbrahim peygamber maddesindeki yazının toplamı yarım sayfa olup, sadece çok basit şekilde verilmiş iki epizodik hikâyeyi yansıtmaktadır.
Halbuki Kuran’da İbrahim peygambere büyük önem ve geniş yer verilmiş, 25 surede 69 dafa hatırlanmışdır. Hatta, özünü İbrahimin torunu sayan Peygamberimiz oğlununda adını İbrahim koymuştur. Kuran’da: “(Ya Muhammed!) Deki:Allah doğru buyurmuştur .
Onun için de HANİF olan İbrahim dininin ardınca
Hz Muhammed Aleyhisselam Hz İbrahim’le ilgili konulara hassasiyetle yaklaşmış, onu lekeleyebilecek tarzda tutum ve davranışlara sert tepkiler göstermiştir. İbni Abbas’a dayanarak Buhari’nin kaydettiğine göre, Mekke’ye dönen Peygamberimiz Kâbe’nin iç duvarına çizilmiş resimde ellerindeki okla fala bakan İbrahim’le İsmail’in tasviri olduğunu öğrendiğinde içeri girmekten imtina ederek bunu çizenleri kınar ve derhal silinmesini buyurur. Hz. İbrahim’in ‘fala bakan’ birisi olarak resmedilmesi Hz. Peygamber’in sert tepkisine sebep olmuştur.
Bir hadiste bu konuyla ilgili: ‘Onlara (resmi çizenler) Tanrı lanet etsin! Onlar iyi bilir ki, bizim Ulu Babamız (İbrahim) hiçbir zaman okla fala bakmamıştır.’ 1İbrahim Yahudi veya Hıristiyan değildi. Tevrat ve İncil deondan sonra indirilmiştir.
O, putperestliği reddeden, Tek Tanrı’-ya inanan bir hanif idi. Tanrı evi Kâbe’yi inşa eden, hac ziyaretini ortaya koyan bir Müslüman idi.
Bu sebeple İslam kaynakları onu‘Tanrının dostu’ ( Halilullah ) şerefine yükseltmiştir. Azerbay-can’da İbrahim adı gibi, İbrahim halil adı da yaygındır. Yahudi veMüslüman hacılar İbrahim’in Hebron’daki (El-Halil) mezarını birlikte ziyaret ederler.
Ön Asya’da kadim Türk izlerini gören bilimciler şaşkınlık içinde kalırlar. Şöyle ki, Sümer dilinde Türkçe ‘tengeri’ ( dingir )sözünün kullanılmasını ‘bir tesadüf’ sayan bilim adamları; Sümer topraklarının Sümerler buraya gelene kadar Kenger diye adlandırıldığını gözden kaçırırlar.
Araz, Kür gibi, Ön Asya’nın en büyük nehirleri olan Fırat ve Dicle’nin kadim adları Türkçe Börü (sonraları Bura-t) ve İtigel (sonraları İtigla//Digle) şeklinde adlan-dırılırdı.
Bu adlar m.ö III Bin yıllarında çivi yazılarına yansımıştı.
Fırat’ın orta bölümünde onunla birleşen Balık çayının adıda beş bin yıldır değişmeden kalmıştır. Aşağıda İbrahim peygamberin soyundan bahsederken anlatacağımız Haran (Aran)şehri de aynı Balık ( Balıg ) çayının yanındaydı. Sümer dilinde yüzden fazla Türk sözünün varlığı şaşırtıcı değil, çünkü Sümerler bir asra yakın Gut devletinin hâkimiyeti altında kalmış ve Sümer medeniyetinin Rönesans devri aynı asır-da (m.ö. XXII) gerçeklemiştir. Sümer-Akat çağlarında İkiçay-arasının bugünkü Bağdat’ın kuzey bölgeleri Subarların adıyla bağlantılı olarak Subar ülkesi (Subartu) diye adlandırılırdı, çünkü burada “çaylı” anlamında Türk dilli Subarlar yaşıyordu.
Sonuncu Subar beyliği İki çayarası’nın kuzeyinde m.ö.673. yılda Asurlar tarafından işgal edilip ortadan kaldırılmıştır.
Kadim çağlarda Babil topraklarında muhtelif dilli kavimler yaşıyordu.
Milat’a kadar İki çayarası’nda hâkimiyet kurmuş olan Sumerler, Sami dilli Akad-Asur ve Aramey//Aramîler, Türk dilli Gutlar ( Gutiler ), Partlar, Dravid dilli sayılan Elam ve Kassiler, İran dilli Persler ve diğerleri burayı zaman zaman savaş yaptıkları ülkelerden getirdikleri çeşitli dilleri konuşan esirlerle doldurmuş-lardı.
Babil Kralı II Navukodonosor da m.ö. 587’de YahudiKrallığını dağıtmış ve oradan Babil’e çok sayıda Yahudi tutsak getirmişti. Daha sonra da esaretten kurtuldukları dönemde Bibliya (kutsal metinler) yazarları, Babil’de işittikleri “Tufan” efsanesini ve birçok yerli hikâye, tema ve motifleri; ülke, bölge, boy ve şahıs adlarını da Kutsal Metinlere geçirmişlerdir. Sürgünde m.ö. VI-IV yüzyıllarda, Pers hâkimiyeti altında ol-dukları devirde, Asur-Babil kozmolojisi, pante-onları (tanr ılar silsilesi) Yahudilerde derin izler bırakmıştır.
Bibliya’da ‘Ester’ kitabında genişçe söz edilen Yahudi Ester ve Mardokay Babil ilahları olan İştar ve Marduk’tan başkası de-ğildir. Aynı kitapta Pers şahının sarayındaki nüfuzlu beylerden biri de Türkçe Memukan adını taşımaktadır.
Göründüğü gibi, Yahudilerin İki çay arası’nda işittikleri bazı onomastik sözler (özel adlar) Bibliya’ya yansımıştır.
Bu bakımdan, Hz. İbrahim’e ait anlatılanlarda Türklerle, dolayısıyla protoazer boyları ile ilgili bilgilerin yer alması da doğal görünmelidir. Orta asırlarda Ön Asya halklarının devlet ve soy tarihini yazanlar sadece Latin-Yunan, Arami-Arap kaynaklarından değil, Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerindeki zengin kütüphanelerden de istifade etmişlerdir.
Mesela, Süryani yazar Mar Gregori (Ebul-Ferec) belirttiğine göre, “Kronoloji” adlı eserini yazmak için Marağa kütüphanesinden, buradaki kadim el yazmalarından kendisi çok yararlanmıştır.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dini literatürünü inceleyen ve yorumlayan bilimciler, İbrahim’in evlendiği kadınlardan yalnız Sara ve Hacer’den söz ederken onun üçüncü zevcesi Getura (Kantura) hakkında ne hikmetse hep susuyorlar. Saraoğulları(Yahudiler),
Haceroğulları (Araplar)
hakkında ayrıntılı olarak söz edilse de,
Kanturaoğulları (Türkler)
hakkında kısa bilgilerle yetiniyorlar.
Bazen aynı yazar araştırmacı değişik eserlerinde
Kantura ile ilgili yazdığı bilgileri farklı farklı veriyor.
Mesela, adını andığımız XIII asrın yazarı Ebul-Ferec Arapça ‘Mükteser-üd-Düvel’ eserinde Musa peygamberin, İbrahim’in ‘Türk zevcesi’Kentora’nın (Kantura) Yakşan adlı oğlunun soyundan olduğu yazılmışsa da, “Kronoloji” adlı eserinde aynı belgede Türk sözü yok olmuştur!VIII-IX asırlarda yaşayan Cahiz’in verdiği bilgiye göre, Araplarla Türkler arasında köken mevzusunda tartışanlar Horasanlı Türklerin Kanturaoğullarının soyundan olduğunu söylüyorlardı.
Azerbaycan’da İbrahim adı gibi İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Davut, Süleyman, Sara, Hacer, Rahile, Hıristiyanlıkla ilgili İsa, Meryem ve diğer adların kullanımı yaygındır.
Elbette, bu, zamanında bazı Azer boylarının Güney ve Kuzey Azerbay-can’da Yahudi ve Hıristiyan dinlerine girmesiyle ilgilidir İbrahim’le Oğuz Han arasındaki belirli paralellikler dedikkati çekiyor.
Çünkü her iki “kahraman”ın doğduktan sonrahızlı bir biçimde büyümesi, onların dahili ve zahiri güzellikleri,her ikisinin daha küçük yaşta annelerini Tek Tanrı’ya imanetmeye çağırması, hak yoluna girmeyen babaları ile mücadeleetmeleri ve oların diğer özelliklerinin birbirine benzer yönleridikkat çeker. Asıl önemli nokta ise Bizans kaynağında belirtildiğigibi, Hz. İbrahim’in Madalı (Midiyalı/Med ülkesinden) olmasıdırTANRI ELÇİLERİ Genellikle, m.ö. I Bin yılın ortalarında peygamber sayılabi-lenler sadece Yahudiler arasından değil, Zerdüşt, Buda, Konfü-çyüs gibi doğu ülkelerinden de çıkmıştır. Azerbaycan’da Hızır peygambere inanç ve ona olan saygı epik eserlerde geniş yer tutar. Lakin peygamberlik kurumu hiçbir halkın yaşamında, Sa-milerde olduğu kadar sistemli olmamıştır. Bu yüzden Yahudi,Hıristiyan ve İslam dinleri Sami halkları içinde oraya çıkmış,sonra birçok dünya halkının secde ettiği evrensel dinlere dönüş-müştür.Yukarıda belirttiğimiz gibi, Sami halkları içinde yaygın olan“peygamberlik” sistemi özel yönleriyle göze çarpar. Şöyle ki,Tanrı’nın vahyettiği elçi Onunla sözleşme yapıyor, ant içiyor.Böyle bir ant içme güya iki taraflı uhdelik karakteri taşır: ElçiTek Tanrı’yı tanıyarak, kabilesi ile beraber yalnız ona sitayişedecek, Tanrı da elçinin mensup olduğu kabileyi belalardan koru-yacak. Böyle bir “anlaşma // sözleşme” İslam’da yoktur. Yahudi-Hıristiyan dinlerinde ise örnekleri fazladır.Yahudilerde nabi (nebi , peygamber) m.ö I Bin yıla kadar daha çok kâhin işlevi taşıyanlara ait idiyse de, artık aynı bin yılınilk asırlarında dini-siyasi önderleri tanımlar oldu. Kaşgarlı Mah-mut Türkçe savçı sözünün “peygamber, elçi” anlamı taşıdığınıkaydetmiştir. Peygamber, nebi, resul terimleri Türk dillerineİslam dini ile birlikte girmiştir. Bu sözlerin karşılığı olarak savçı kelimesini, Tanrı elçisi sözünü veya Yenisey yazılarında “elçi”anlamında kullanılan kadim Türkçe yalabaç (yalavaç) sözcüğünükullanmak mümkündür.Tanrı elçileri Yaradan’ın istek ve buyruklarını vahiyle bilenve onları azaltıp-arttırmadan insanlara ulaştıran, insanları doğruyola çağıran, onlara Tanrı’nın ayetlerini okuyup kitap ve hikmetiöğreten, onları çirkin amellerden temizleyen, bu görevde Tanrı’-dan başka kimseden korkup çekinmeyen salih amelli insanlardanseçilirdi. Bazı peygamberlerin Tanrı’nın izniyle mucizeler göster-mesi de mümkün sayılırdı. Hazreti Muhammed’in (s.a.v) en bü-yük mucizesi de ‘Kuran-ı Kerim’ idi.Tanrı’nın kendine elçi seçtiği insanlar arasında kadın yok-tur. Bu durum bütün peygamberlerin ancak erkekler arasından seçilip gönderildiği Kuran’da da kaydedilir. 36 İslam kaynaklarınagöre, seçilen Tanrı elçilerinin arasında üstün mevkide tutulanlar Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (s.a.v) hazretleridir vekıyamet günü bütün peygamberler bu beşliğin seyyidi ve imamıMuhammed aleyhisselamın bayrağı altında toplanacaklardır.Arap dilli kaynaklarda Nebi ve Resul ünvanı şöyle izah edilir, nebiler kutsal rüyaile doğru yola yöneltilen, yahut melekler tarafından vahiy alıp, kalbine ilham dolansalih amelli kişilerdir. Resuller ise özel bir vahiyle seçilmiş Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla onu seçen YüceTanrı’nın hükümlerini işiten, bu hükümleri halka ulaştırıp tebliğeden yetkin bir insan olan Tanrı elçisidir. Şöyle söylemek müm-kündür: Her resul nebidir, lakin her nebi resul değildir. “…Allah,risaletini nereye (ve kime vereceğini) çok daha iyi bilir....” 37 Peygamberler arasında Hz İbrahim aynı zamanda ‘Tanrı’nındostu’ (Halilullah) ünvanı ila dikkat çeker. 38 Rivayete göre, Hz.İbrahim’in evine konuk sıfatıyla gelen melekler onun sofrayakoyduğu tabağa ellerini sürmezler. İbrahim bunun sebebinisorduğunda onlar parasını ödemeden hiçbir şey yemeyeceklerinisöylerler. Hz İbrahim bu yemeğin ücretsiz olmadığını söyler.Konuklar ne kadar ödeyeceklerini sorduğunda Hz İbrahim:“Yemeğe başlarken Tanrı’nın adını anar, yedikten sonra Tanrı’yaşükrederseniz yemeğin ücretini ödemiş olursunuz.” der.Bu yanıtı işitince konuk sıfatıyla gelen meleklerden Cebrail,Mikail’e bakarak, “İbrahim işte bu davranışıyla Rabb’inin dostuolmayı hak etmiştir.” 39 dedi.Peygamberlerin ilki Adem aleyhisselam, sonuncusu ise Mu-hammed aleyhisselam idi. İslam kaynakları 124 bin Nebi ve on ların içinde sadece 315 (veya 313) Resul olduğunu vurgularlar. 40 Hazreti Muhammed’den başka, Kuran’da 27 Peygamberin adıgeçer. 41 Nuh’la İbrahim arasında iki Peygamber (Hud ve Salih)gelmiştir. 42 Tanrının seçtiği elçiler, Tanrı karşısında büyük sorumluluk taşıyanlar; onun yolunda gayret gösterenlerdir. “Ya Resulüm!Hatırla ki, Biz bir zaman peygamberlerden ahd (söz) almıştık:Senden de, Nuh’tan da, İbrahim’den de, Musa’dan da, Meryemoğlu İsa’dan da.” 43 Seçilenler hem de Tanrı tarafından imtihanedilir, sınamalardan geçirilirler. “Rabb’i İbrahim’i birkaç buy-rukla sınamış, o da bunları yerine getirmişti.” 44 Kuran’da nebilik ve resullük hakkında olduğu gibi, onlara gön-derilen vahiy hakkında da belirliayetler vardır. 45 Kuran’a göre,hiçbir insan (doğrudan) Tanrı ilekonuşmak şerefine nail olmaz.Tanrı onlarla ancak vahiyle yahut perde arkasından konuşur veya bir elçi melek gönderir ki, o da Tanrı’nın izniyle Onun istediğinivahyeder. Hz Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şerifinde buyurmuştur:“Ben babam İbrahim’in duası, Meryem oğlu İsa’nın müj-decisi ve anamın rüyasıyım. Anam bana hamileyken rüyasında,ondan ayrılan bir Nur’un Şam köşklerini aydınlattığını görmüştü.Zaten peygamber anneleri böyle rüyalar görürler.” 46 Allah tarafından bir istek ve hükmün peygambere haber verilmesine Arapça vahiy denir, vahy-i münzel ise Allah’tan nazilolmuş emirdir. Tanrı vahyi, seçtiği nebi ve resullerine rüya,gaybden gelen ses veya insan suretine girmiş melek aracılığıyla bildirir. Bazı durumlarda vahiy alan bayılma, kendinden geçmehalleri gösterir. Genellikle, rüyada iyi ve hayırlı; hulmda ise kötü,acı ve üzücü haberler gelir.Tanrı peygamberle doğrudan doğruya konuşmasa da, yalnızMiraç Gecesinde, Cebrail vasıtasıyla Burak adıyla bilinen binekle göğe çıkarılan Hz Muhammed (s.a.v) Tanrı katına yaklaşmaya,onun sesini işitmeye nail olmuştur . 47 Bibliya’da ise bazı seçilmişlerin (İbrahim, Yakup, Musagibi) Tanrı ile hem melekler aracılığıyla, hem rüyada, hem dearacısız iletişim kurması anlatılır. Bibliya’da “Rabb İbrahim’egöründü ve ona söyledi”gibi ifadeler çoktur. Lakin Bibliya’da bukonuda birbirini tekzip eden bilgiler de vardır: “Tanrı Musa ileyüz yüze konuşurdu.” 48 “Tanrı’yı hiçbir zaman hiçbir kimse gör-memiştir.” 49 Kuran’da ise Musa’ya vahyedilme konusu şöyle ifade edilir: “Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan): Ey Musa! Diye seslenildi: Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabb’inim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vadi Tuva’dasın! Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver!” 50 Dini literatürde Tanrı’nın gönderdiği yazıların sayısı içinfarklı rakamlar verilir. 51 İslam kaynakları ayrı ayrı yaprak vekitap şeklinde vahiyle gönderilen Tanrı kelamlarını kapsayan,Tanrı katından indirilmiş yazılar için daha çok 104 sayısını verir.Bir hadiste Ebu Zerr Gifari’ye istinaden: “Ben Tanrı elçisinesordum: Ey Tanrı Elçisi! Yüce Tanrı kaç kitap indirdi? O; 104kitap indirdi, bunlardan on sahife Adem’e, elli sahife Şid’e, otuzsahife Eyyub’a, on sahife İbrahim’e aittir. Yüce Tanrı Tevrat’ı,İncil’i, Zebur’u ve Kuran’ı indirdi, diye, buyurdu.” 52 İbn-i Kasr kaydeder ki, bazı müteseffir (tefsirci)lere göre, bukutsal kitapların hepsi Ramazan ayında indirilmiştir: Tevrat buayın altıncı gecesinde, Zebur ondan 482 yıl sonra on ikincigecede, 1500 yıl sonra İncil on sekizinci gecede; Kuran ise yirmidördüncü (yirmi üçüncü) gecede gönderilmiştir.Göründüğü gibi İslam kaynakları, vahiyle sadece birkaç pey-gambere yazı gönderildiği bilgisini verir. Kuran’da da bu konuylailgili ayetler vardır: “ De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola,dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi.” 53 “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyunakitabı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşet-tik”. 54 “Andolsun ki biz, Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik, peygam-berliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan)kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu yoldan çıkmışlardır.” 55 Yüce tanrı’nın isteğiyle 4 kutsal kitap; Musa’ya Tevrat ,Davud’a Zebur , İsa’ya İncil , Hz Muhammed’e de Furkan (Kuran)indirilmiştir. İbrahime gönderilen bitik Suhuf adlanır.
Bazı tefsir-lere göre gökten indirilen 100 yaprak (sahife) yazıdan 10’uÂdem’e, 50’si Şid’e, 30’u İdris’e, 10’u da İbrahim’e gönderilmiştir. kimlere verildiğini sıraladığında İdris’in adı geçmez. (Taberi I. 202, 430). 52 Taberi, I. 430. 53 En’am Suresi, 161. 54 Nisa Suresi, 54. 55 Hadid Suresi, 26 56 Köksal, 19. 23
Bir hadiste bu konuyla ilgili: ‘Onlara (resmi çizenler) Tanrı lanet etsin! Onlar iyi bilir ki, bizim Ulu Babamız (İbrahim) hiçbir zaman okla fala bakmamıştır.’ 1İbrahim Yahudi veya Hıristiyan değildi. Tevrat ve İncil deondan sonra indirilmiştir.
O, putperestliği reddeden, Tek Tanrı’-ya inanan bir hanif idi. Tanrı evi Kâbe’yi inşa eden, hac ziyaretini ortaya koyan bir Müslüman idi.
Bu sebeple İslam kaynakları onu‘Tanrının dostu’ ( Halilullah ) şerefine yükseltmiştir. Azerbay-can’da İbrahim adı gibi, İbrahim halil adı da yaygındır. Yahudi veMüslüman hacılar İbrahim’in Hebron’daki (El-Halil) mezarını birlikte ziyaret ederler.
Ön Asya’da kadim Türk izlerini gören bilimciler şaşkınlık içinde kalırlar. Şöyle ki, Sümer dilinde Türkçe ‘tengeri’ ( dingir )sözünün kullanılmasını ‘bir tesadüf’ sayan bilim adamları; Sümer topraklarının Sümerler buraya gelene kadar Kenger diye adlandırıldığını gözden kaçırırlar.
Araz, Kür gibi, Ön Asya’nın en büyük nehirleri olan Fırat ve Dicle’nin kadim adları Türkçe Börü (sonraları Bura-t) ve İtigel (sonraları İtigla//Digle) şeklinde adlan-dırılırdı.
Bu adlar m.ö III Bin yıllarında çivi yazılarına yansımıştı.
Fırat’ın orta bölümünde onunla birleşen Balık çayının adıda beş bin yıldır değişmeden kalmıştır. Aşağıda İbrahim peygamberin soyundan bahsederken anlatacağımız Haran (Aran)şehri de aynı Balık ( Balıg ) çayının yanındaydı. Sümer dilinde yüzden fazla Türk sözünün varlığı şaşırtıcı değil, çünkü Sümerler bir asra yakın Gut devletinin hâkimiyeti altında kalmış ve Sümer medeniyetinin Rönesans devri aynı asır-da (m.ö. XXII) gerçeklemiştir. Sümer-Akat çağlarında İkiçay-arasının bugünkü Bağdat’ın kuzey bölgeleri Subarların adıyla bağlantılı olarak Subar ülkesi (Subartu) diye adlandırılırdı, çünkü burada “çaylı” anlamında Türk dilli Subarlar yaşıyordu.
Sonuncu Subar beyliği İki çayarası’nın kuzeyinde m.ö.673. yılda Asurlar tarafından işgal edilip ortadan kaldırılmıştır.
Kadim çağlarda Babil topraklarında muhtelif dilli kavimler yaşıyordu.
Milat’a kadar İki çayarası’nda hâkimiyet kurmuş olan Sumerler, Sami dilli Akad-Asur ve Aramey//Aramîler, Türk dilli Gutlar ( Gutiler ), Partlar, Dravid dilli sayılan Elam ve Kassiler, İran dilli Persler ve diğerleri burayı zaman zaman savaş yaptıkları ülkelerden getirdikleri çeşitli dilleri konuşan esirlerle doldurmuş-lardı.
Babil Kralı II Navukodonosor da m.ö. 587’de YahudiKrallığını dağıtmış ve oradan Babil’e çok sayıda Yahudi tutsak getirmişti. Daha sonra da esaretten kurtuldukları dönemde Bibliya (kutsal metinler) yazarları, Babil’de işittikleri “Tufan” efsanesini ve birçok yerli hikâye, tema ve motifleri; ülke, bölge, boy ve şahıs adlarını da Kutsal Metinlere geçirmişlerdir. Sürgünde m.ö. VI-IV yüzyıllarda, Pers hâkimiyeti altında ol-dukları devirde, Asur-Babil kozmolojisi, pante-onları (tanr ılar silsilesi) Yahudilerde derin izler bırakmıştır.
Bibliya’da ‘Ester’ kitabında genişçe söz edilen Yahudi Ester ve Mardokay Babil ilahları olan İştar ve Marduk’tan başkası de-ğildir. Aynı kitapta Pers şahının sarayındaki nüfuzlu beylerden biri de Türkçe Memukan adını taşımaktadır.
Göründüğü gibi, Yahudilerin İki çay arası’nda işittikleri bazı onomastik sözler (özel adlar) Bibliya’ya yansımıştır.
Bu bakımdan, Hz. İbrahim’e ait anlatılanlarda Türklerle, dolayısıyla protoazer boyları ile ilgili bilgilerin yer alması da doğal görünmelidir. Orta asırlarda Ön Asya halklarının devlet ve soy tarihini yazanlar sadece Latin-Yunan, Arami-Arap kaynaklarından değil, Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerindeki zengin kütüphanelerden de istifade etmişlerdir.
Mesela, Süryani yazar Mar Gregori (Ebul-Ferec) belirttiğine göre, “Kronoloji” adlı eserini yazmak için Marağa kütüphanesinden, buradaki kadim el yazmalarından kendisi çok yararlanmıştır.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dini literatürünü inceleyen ve yorumlayan bilimciler, İbrahim’in evlendiği kadınlardan yalnız Sara ve Hacer’den söz ederken onun üçüncü zevcesi Getura (Kantura) hakkında ne hikmetse hep susuyorlar. Saraoğulları(Yahudiler),
Haceroğulları (Araplar)
hakkında ayrıntılı olarak söz edilse de,
Kanturaoğulları (Türkler)
hakkında kısa bilgilerle yetiniyorlar.
Bazen aynı yazar araştırmacı değişik eserlerinde
Kantura ile ilgili yazdığı bilgileri farklı farklı veriyor.
Mesela, adını andığımız XIII asrın yazarı Ebul-Ferec Arapça ‘Mükteser-üd-Düvel’ eserinde Musa peygamberin, İbrahim’in ‘Türk zevcesi’Kentora’nın (Kantura) Yakşan adlı oğlunun soyundan olduğu yazılmışsa da, “Kronoloji” adlı eserinde aynı belgede Türk sözü yok olmuştur!VIII-IX asırlarda yaşayan Cahiz’in verdiği bilgiye göre, Araplarla Türkler arasında köken mevzusunda tartışanlar Horasanlı Türklerin Kanturaoğullarının soyundan olduğunu söylüyorlardı.
Azerbaycan’da İbrahim adı gibi İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Davut, Süleyman, Sara, Hacer, Rahile, Hıristiyanlıkla ilgili İsa, Meryem ve diğer adların kullanımı yaygındır.
Elbette, bu, zamanında bazı Azer boylarının Güney ve Kuzey Azerbay-can’da Yahudi ve Hıristiyan dinlerine girmesiyle ilgilidir İbrahim’le Oğuz Han arasındaki belirli paralellikler dedikkati çekiyor.
Çünkü her iki “kahraman”ın doğduktan sonrahızlı bir biçimde büyümesi, onların dahili ve zahiri güzellikleri,her ikisinin daha küçük yaşta annelerini Tek Tanrı’ya imanetmeye çağırması, hak yoluna girmeyen babaları ile mücadeleetmeleri ve oların diğer özelliklerinin birbirine benzer yönleridikkat çeker. Asıl önemli nokta ise Bizans kaynağında belirtildiğigibi, Hz. İbrahim’in Madalı (Midiyalı/Med ülkesinden) olmasıdırTANRI ELÇİLERİ Genellikle, m.ö. I Bin yılın ortalarında peygamber sayılabi-lenler sadece Yahudiler arasından değil, Zerdüşt, Buda, Konfü-çyüs gibi doğu ülkelerinden de çıkmıştır. Azerbaycan’da Hızır peygambere inanç ve ona olan saygı epik eserlerde geniş yer tutar. Lakin peygamberlik kurumu hiçbir halkın yaşamında, Sa-milerde olduğu kadar sistemli olmamıştır. Bu yüzden Yahudi,Hıristiyan ve İslam dinleri Sami halkları içinde oraya çıkmış,sonra birçok dünya halkının secde ettiği evrensel dinlere dönüş-müştür.Yukarıda belirttiğimiz gibi, Sami halkları içinde yaygın olan“peygamberlik” sistemi özel yönleriyle göze çarpar. Şöyle ki,Tanrı’nın vahyettiği elçi Onunla sözleşme yapıyor, ant içiyor.Böyle bir ant içme güya iki taraflı uhdelik karakteri taşır: ElçiTek Tanrı’yı tanıyarak, kabilesi ile beraber yalnız ona sitayişedecek, Tanrı da elçinin mensup olduğu kabileyi belalardan koru-yacak. Böyle bir “anlaşma // sözleşme” İslam’da yoktur. Yahudi-Hıristiyan dinlerinde ise örnekleri fazladır.Yahudilerde nabi (nebi , peygamber) m.ö I Bin yıla kadar daha çok kâhin işlevi taşıyanlara ait idiyse de, artık aynı bin yılınilk asırlarında dini-siyasi önderleri tanımlar oldu. Kaşgarlı Mah-mut Türkçe savçı sözünün “peygamber, elçi” anlamı taşıdığınıkaydetmiştir. Peygamber, nebi, resul terimleri Türk dillerineİslam dini ile birlikte girmiştir. Bu sözlerin karşılığı olarak savçı kelimesini, Tanrı elçisi sözünü veya Yenisey yazılarında “elçi”anlamında kullanılan kadim Türkçe yalabaç (yalavaç) sözcüğünükullanmak mümkündür.Tanrı elçileri Yaradan’ın istek ve buyruklarını vahiyle bilenve onları azaltıp-arttırmadan insanlara ulaştıran, insanları doğruyola çağıran, onlara Tanrı’nın ayetlerini okuyup kitap ve hikmetiöğreten, onları çirkin amellerden temizleyen, bu görevde Tanrı’-dan başka kimseden korkup çekinmeyen salih amelli insanlardanseçilirdi. Bazı peygamberlerin Tanrı’nın izniyle mucizeler göster-mesi de mümkün sayılırdı. Hazreti Muhammed’in (s.a.v) en bü-yük mucizesi de ‘Kuran-ı Kerim’ idi.Tanrı’nın kendine elçi seçtiği insanlar arasında kadın yok-tur. Bu durum bütün peygamberlerin ancak erkekler arasından seçilip gönderildiği Kuran’da da kaydedilir. 36 İslam kaynaklarınagöre, seçilen Tanrı elçilerinin arasında üstün mevkide tutulanlar Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (s.a.v) hazretleridir vekıyamet günü bütün peygamberler bu beşliğin seyyidi ve imamıMuhammed aleyhisselamın bayrağı altında toplanacaklardır.Arap dilli kaynaklarda Nebi ve Resul ünvanı şöyle izah edilir, nebiler kutsal rüyaile doğru yola yöneltilen, yahut melekler tarafından vahiy alıp, kalbine ilham dolansalih amelli kişilerdir. Resuller ise özel bir vahiyle seçilmiş Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla onu seçen YüceTanrı’nın hükümlerini işiten, bu hükümleri halka ulaştırıp tebliğeden yetkin bir insan olan Tanrı elçisidir. Şöyle söylemek müm-kündür: Her resul nebidir, lakin her nebi resul değildir. “…Allah,risaletini nereye (ve kime vereceğini) çok daha iyi bilir....” 37 Peygamberler arasında Hz İbrahim aynı zamanda ‘Tanrı’nındostu’ (Halilullah) ünvanı ila dikkat çeker. 38 Rivayete göre, Hz.İbrahim’in evine konuk sıfatıyla gelen melekler onun sofrayakoyduğu tabağa ellerini sürmezler. İbrahim bunun sebebinisorduğunda onlar parasını ödemeden hiçbir şey yemeyeceklerinisöylerler. Hz İbrahim bu yemeğin ücretsiz olmadığını söyler.Konuklar ne kadar ödeyeceklerini sorduğunda Hz İbrahim:“Yemeğe başlarken Tanrı’nın adını anar, yedikten sonra Tanrı’yaşükrederseniz yemeğin ücretini ödemiş olursunuz.” der.Bu yanıtı işitince konuk sıfatıyla gelen meleklerden Cebrail,Mikail’e bakarak, “İbrahim işte bu davranışıyla Rabb’inin dostuolmayı hak etmiştir.” 39 dedi.Peygamberlerin ilki Adem aleyhisselam, sonuncusu ise Mu-hammed aleyhisselam idi. İslam kaynakları 124 bin Nebi ve on ların içinde sadece 315 (veya 313) Resul olduğunu vurgularlar. 40 Hazreti Muhammed’den başka, Kuran’da 27 Peygamberin adıgeçer. 41 Nuh’la İbrahim arasında iki Peygamber (Hud ve Salih)gelmiştir. 42 Tanrının seçtiği elçiler, Tanrı karşısında büyük sorumluluk taşıyanlar; onun yolunda gayret gösterenlerdir. “Ya Resulüm!Hatırla ki, Biz bir zaman peygamberlerden ahd (söz) almıştık:Senden de, Nuh’tan da, İbrahim’den de, Musa’dan da, Meryemoğlu İsa’dan da.” 43 Seçilenler hem de Tanrı tarafından imtihanedilir, sınamalardan geçirilirler. “Rabb’i İbrahim’i birkaç buy-rukla sınamış, o da bunları yerine getirmişti.” 44 Kuran’da nebilik ve resullük hakkında olduğu gibi, onlara gön-derilen vahiy hakkında da belirliayetler vardır. 45 Kuran’a göre,hiçbir insan (doğrudan) Tanrı ilekonuşmak şerefine nail olmaz.Tanrı onlarla ancak vahiyle yahut perde arkasından konuşur veya bir elçi melek gönderir ki, o da Tanrı’nın izniyle Onun istediğinivahyeder. Hz Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şerifinde buyurmuştur:“Ben babam İbrahim’in duası, Meryem oğlu İsa’nın müj-decisi ve anamın rüyasıyım. Anam bana hamileyken rüyasında,ondan ayrılan bir Nur’un Şam köşklerini aydınlattığını görmüştü.Zaten peygamber anneleri böyle rüyalar görürler.” 46 Allah tarafından bir istek ve hükmün peygambere haber verilmesine Arapça vahiy denir, vahy-i münzel ise Allah’tan nazilolmuş emirdir. Tanrı vahyi, seçtiği nebi ve resullerine rüya,gaybden gelen ses veya insan suretine girmiş melek aracılığıyla bildirir. Bazı durumlarda vahiy alan bayılma, kendinden geçmehalleri gösterir. Genellikle, rüyada iyi ve hayırlı; hulmda ise kötü,acı ve üzücü haberler gelir.Tanrı peygamberle doğrudan doğruya konuşmasa da, yalnızMiraç Gecesinde, Cebrail vasıtasıyla Burak adıyla bilinen binekle göğe çıkarılan Hz Muhammed (s.a.v) Tanrı katına yaklaşmaya,onun sesini işitmeye nail olmuştur . 47 Bibliya’da ise bazı seçilmişlerin (İbrahim, Yakup, Musagibi) Tanrı ile hem melekler aracılığıyla, hem rüyada, hem dearacısız iletişim kurması anlatılır. Bibliya’da “Rabb İbrahim’egöründü ve ona söyledi”gibi ifadeler çoktur. Lakin Bibliya’da bukonuda birbirini tekzip eden bilgiler de vardır: “Tanrı Musa ileyüz yüze konuşurdu.” 48 “Tanrı’yı hiçbir zaman hiçbir kimse gör-memiştir.” 49 Kuran’da ise Musa’ya vahyedilme konusu şöyle ifade edilir: “Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan): Ey Musa! Diye seslenildi: Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabb’inim! Hemen pabuçlarını çıkar! Çünkü sen kutsal vadi Tuva’dasın! Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver!” 50 Dini literatürde Tanrı’nın gönderdiği yazıların sayısı içinfarklı rakamlar verilir. 51 İslam kaynakları ayrı ayrı yaprak vekitap şeklinde vahiyle gönderilen Tanrı kelamlarını kapsayan,Tanrı katından indirilmiş yazılar için daha çok 104 sayısını verir.Bir hadiste Ebu Zerr Gifari’ye istinaden: “Ben Tanrı elçisinesordum: Ey Tanrı Elçisi! Yüce Tanrı kaç kitap indirdi? O; 104kitap indirdi, bunlardan on sahife Adem’e, elli sahife Şid’e, otuzsahife Eyyub’a, on sahife İbrahim’e aittir. Yüce Tanrı Tevrat’ı,İncil’i, Zebur’u ve Kuran’ı indirdi, diye, buyurdu.” 52 İbn-i Kasr kaydeder ki, bazı müteseffir (tefsirci)lere göre, bukutsal kitapların hepsi Ramazan ayında indirilmiştir: Tevrat buayın altıncı gecesinde, Zebur ondan 482 yıl sonra on ikincigecede, 1500 yıl sonra İncil on sekizinci gecede; Kuran ise yirmidördüncü (yirmi üçüncü) gecede gönderilmiştir.Göründüğü gibi İslam kaynakları, vahiyle sadece birkaç pey-gambere yazı gönderildiği bilgisini verir. Kuran’da da bu konuylailgili ayetler vardır: “ De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola,dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi.” 53 “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyunakitabı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir hükümranlık bahşet-tik”. 54 “Andolsun ki biz, Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik, peygam-berliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan)kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu yoldan çıkmışlardır.” 55 Yüce tanrı’nın isteğiyle 4 kutsal kitap; Musa’ya Tevrat ,Davud’a Zebur , İsa’ya İncil , Hz Muhammed’e de Furkan (Kuran)indirilmiştir. İbrahime gönderilen bitik Suhuf adlanır.
Bazı tefsir-lere göre gökten indirilen 100 yaprak (sahife) yazıdan 10’uÂdem’e, 50’si Şid’e, 30’u İdris’e, 10’u da İbrahim’e gönderilmiştir. kimlere verildiğini sıraladığında İdris’in adı geçmez. (Taberi I. 202, 430). 52 Taberi, I. 430. 53 En’am Suresi, 161. 54 Nisa Suresi, 54. 55 Hadid Suresi, 26 56 Köksal, 19. 23
İBRAHİM’İN HAYATI
Zaman anlayışı gerçek tarihte başka, halk yaratıcılığı ürünüolan folklorda başka türlüdür. Her halkın mitoloji anlayışınauygun zaman dilimleri vardır. Oğuzlar “Oğuz zamanında” ifadesiile bu zaman çerçevesini bin yıllara uzanabilecek şekilde genişlet-mişlerdir. Hint-Avrupa kavimlerinin efsanelerinde zaman; altın,gümüş, demir; ak ve kara devirlere bölünürdü. Fantastik ve ger-çek olayların bir tema içerisinde kesişmesi; söylenen ve yazılanherhangi bir olayın söylendiği//yazıldığı çağın “muasır” anlayı-şının, arkaik (mitik) kavrayışla birleşimi (sentezi) folklordankutsal kitaplara da geçmiştir. Bu bakımdan, Bibliya İbrahim’inyaşadığı dönemi muhtelif zamanlara götürür.Çeşitli zamanlarda Filistin’de oturan İsrailoğulları m.ö. XIIyüzyılda artık birleşik bir yapı oluşturmuştu. Bibliya’da yankı bulan tarihi hadiseler masalsı olsa da, içerisinde gerçekliğin be-lirli çizgilerini de sergiler. Özellikle, o çağların etnografyası, mi-tolojisi, folkloru ve dini inançları hakkında önemli bilgiler barın-dırır. Şöyle ki, Musa peygambere kadar eskiye gidildikçe anla-tılan olaylar efsaneleşir ve daha eskiye (Hz İbrahim’in çağına)gittikçe böyle efsanevi olay ve yorumlar da artar, gerçek tarihiyansıtmaz olur.Hz İbrahim’in zamanını belirleyebilmek için onun Babil’deyaşadığı ve Filistin’e göçtüğü tarihe ışık tutan bilgileri dikkatleincelemek gerekir. Bibliya metinlerine bakıldığında Hz İbra-him’in XVIII yüzyılın ortalarında yaşadığı tasavvur edilebilir.Ancak Bibliya metinlerinde tarihi gerçekliğe aykırı düşen birçok çelişki ve zıtlık var. Şöyle ki, bu metinlere göre İbrahim’in atasıİkiçayarasının güneyindeki Haldeylerin Ur şehrinde yaşıyormuş.Fakat tarihi kayıtlara göre; “m.ö. I Bin yılın öncelerine kadar burada Haldeyler yoktu.”
57
Bibliya’ya göre, İbrahim’in yaşadığı devir Nemrut’un Ba- bil’de hükümdar olduğu döneme denk düşer. Babil’de ise hüküm-dar sülaleleri arasında Nemrut adlı biri yoktur .
58
Musul bölgesin`-de Nemrut dağı ve şehri var. Nemrut’la ilgili Bibliya geleneği İs-lam kaynaklarında da tekrar edilir. Bu konuda Taberi yazar: “Biz-den önceki bilim insanlarının hepsi İbrahim’in Nemrut bin Köşzamanında doğduğunu zikretmişler. Bilgi verenlerin hepsi de Nemrut’un Ejdahak’ın valisi olduğunu söylerler.” Yazar bazıkaynaklarda Nemrut’un asıl adının Zurhi bin Tahmasfanolduğunu ve müstakil hükümdar olduğunu da kaydeder ve yazar:“İbn-i İshak’a göre, Nemrut’un asıl adı El-Hasir imiş ve o,Babil’de oturur; doğudaki ve batıdaki ülkeleri idare edermiş.
57
İDV, II. 273.
58
Lakin Nemrut’un Asur kralı I. Tukulti-Ninurta (M.Ö. 1244–1208) olduğu dasöylenir. (MNM, I. 25).
Bu isimdeki Ninurta biçimi Nemrut şeklinde eşleşebilir,ancak yaygın olan Ninruta adına II. İssin sülalasinde kral Ninurta Nadinşumi(1132–1127) adına rastgelinse de, bu tarihi şahıslar Hz. İbrahim’in döneminden birkaç asır sonraya aittir. Bence, Nemrut adı o çağdaki Nimrud (Kadim Kalhu)şehri gibi, toponim olmuş ve bu topınim ( yer adına bağlı isimlendirme), Bibli-ya’da şahıs adı olarak verilmiştir. Bibliya’da bu gelenek vardır.
Nemrut ve onun kavmi Farslardan önce Doğuda hüküm sürmüş-ler, bazılarına göre, o, Zöhhak’ın (Dahhak) kendisi imiş.”
59
Nemrut’tan sonraki Babil hükümdarlarının isimlerini EbulFerec
Kambiros, Samiros, Arpazaz
olarak sıralar ve kaydeder:“İbrahim’in babası Tareh doğduktan sonra Partlı
Kasaranos
(veya
Basaranos
) Babil’e karşı yaptığı savaşı kazandı.”
60
Yazara göre,İbrahim Tufan’dan sonra Babil’de ilk hükümdar olan Nemrut’undevrinde değil, asırlar sonra doğmuştur.Eğer Taberi’nin söylediği Ejdehak’ın Mada kralı Astiak olduğunu kabul edersek (M. Horenatsi de onu aynı adla verir),İbrahim’in m.ö. VII yüzyılın sonunda yaşadığı gibi bir düşünceortaya çıkar ki, bu da tarihi gerçeklikten çok uzaktır. Çünkü budevirden daha önce yaşayan İsrail krallarının tarihi bilinmektedir.Şöyle ki, Musa’nın m.ö. XIV – XIII, Süleyman ve Davut’un m.ö.X, diğer İsrail hükümdarlarının da m.ö. X-V. yüzyıllarda yaşa-dığı konusunda araştırmacılar küçük farklarla da olsa hemfi-kirdirler. Üstelik Bibliya metinlerinin m.ö. IX-VI yüzyıllardakaleme alındığı da bellidir.Mesudi’ye göre İbrahim, İsa’dan iki bin yıl önce yaşamıştır.Bu ise Türk boyu Gutların Babil’i de içine alan Gut (Guti)devletinin dağılması (m.ö. XXII. yy) sonrası ile Kerkük ve Urmugölü arasında
Turuk
Beyliğinin ortaya çıkmasından (XIX. yy)önceki dönemi kapsamaktadır. “Bibliya, Yahudilerin atası Avra-am’ın Ur ve Harran’a bağlı olduğu zamanı Hammurabi dönemiiçerisinde verir.”
61
Meşhur Babil hükümdarı Hammurabi’ninhâkimiyeti m.ö. 1792–1750 yıllarında olmuştur. İncil’de, İsaMesih İbrahim’in soyundandır ve İbrahim’den Davut’a kadar 14nesil, Davut’tan Babil sürgününe kadar (m.ö. 587) 14 nesil vesürgünden İsa’ya kadar 14 nesil değişmiştir .
62
Bence bu bilgidekim.ö. XVIII. yy’a ait tarihi kabul etmek mümkündür. Bu tarih aynızamanda Asur krallarının Turuk beyliği ile yaptıkları şiddetlimuharebenin tarihine denk gelmektedir.
6359
Taberi, I. 311-312.
60
Ebul Ferec, I. 75-77.
61
Turayev, 1936, 161.
62
Matta, I. 17.
63
Ağasıoğlu, 2005, 39-44 (‘Turuk Beyliği’) bölümü)
İbrahim’in atayurdu meselesini açıklığa kavuşturmak içinhakkında ilk bilgilerin verildiği Bibliya’ya başvurmak gerekir.Ancak şunu da dikkate almak gerekir ki, Bibliya’daki metinler defalarca düzenlenmiş ve birçok onomastik sözcük (ülke, boy,halk, şahıs adları) bilerek veya bilmeyerek tahrif edilmiş, değiş-tirilmiştir. Bu tür tahrifleri açıkça görmek için Nuh’un gemisininçıktığı yerin adına dair bir misal verelim: “Ve gemi yedinci ayınon yedinci gününde
Ararat dağları
üzerine oturdu ve sular onuncu aya kadar, gittikçe çekildi, onuncu ayın birinde dağların başı göründü.”
64
Bilindiği gibi, bugün Ararat dağı denildiğinde ilk önce Ağrıdağları (Büyük Ağrı, Küçük Ağrı ) akla gelir. Aslında, Ağrı vadi-sinde yaşayan Vedibasar ahalisi bu dağlara
Ağrı
değil,
Arğı
der.
Belli ki,
Arğu
(Argu) dağının adı vaktiyle bu dağın eteğinde yer-leşmiş
Argu
adlı Türk boyunun adı ile ilgilidir. Şöyle ki, 1735metre yükseklikte olup, Büyük Ağrı’nın önünde bulunan ve ka-dim Hay
*
kaynaklarında geçen
Arguri
köyü 1840 yılında meydanagelen depremde yerle bir olup yıkılmış, taşlar altında kalmıştır.
65
Peki, Hayların Arğı dağına Ararat ve Masis demesi neredenkaynaklanıyor?
66
I asır yazarı Josif Flavi’nin Bibliya’da adı ge-çen
Ararat
dağının
Ağrı
değil, İkiçayarası’nın kuzey dağ silsile-sinde Gordion dağlarına ait olduğu şerhini hatırlatan ve Urartu
64
Tekvin, 8. 4-5.
*
Hay: Ermeni. Bu kavmin asıl adı Hay’dır ve kendilerini bu isimle takdimederler.
65
Dede Korkut boylarında sekiz defa tekrarlanan
arguru
‘çapraz, köndelen’anlamında bir söz olabilir ve “arguru yatan Ala tağ” deyiminde aynı anlamdakullanılmıştır, lakin
Argu bile Ala tağ
(Argı ile Ala dağ) veya
Argu beli
deyim-lerindeki Argu toponimdir. Arguri köyünün adı ‘argu yolu’ da olabilir, çünkükadim Türkçe
uri
sözü ‘yol’ ve ‘dere’ anlamlarında kullanılmıştır. Argu urı >Argurı değişimi olağan bir durumdur.
66
Bu sorunun doğru cevabı ise şöyledir: «Ответить на вопрос, почему армян-ские переводчики так поступали, можно лишь, преставив себе уровень ихпознаний о доармянской древности страны. Встречая в Библии историко-географические термины, им не известные, это переводчики старалисьсохранить терминологию оригинала» (
Новосельцев,
1978, 65).(Ermeni tarihçilerinin neden böyle yaptıkları sorusunun cevabını ancak, şu anyerleştikleri arazilerin onlara kadar olan devirler hakkındaki bilgilerinin son de-rece yetersiz olduğu gerçeği ile verebiliriz. Ermeni tercümanlar, Bibliya’da bilme-dikleri tarihi ve coğrafi terimlerle karşılaştıklarında, orjinaldeki terminolojiyiolduğu gibi muhafaza etmişlerdir.)adının yanlış olarak Ararat şeklinde verildiği Bibliya’nın Hayca
**
tercümesi ile Hay dilinde Ararat adının ortaya çıktığını yazan A.P. Novoselçyev
kaydediyor ki, kadim Hay kaynaklarında
Ararat
adı yoktur, onun yerine Büyük Ağrı dağına
Masis
denilmiş, bu daPehlevi dilinde “en büyük” anlamına gelen
masist
sözünden alın-mıştır.
67
Benim görüşüme göre, Masis adı
masist
sözünden değil,Hayların daha önce yaşadığı Suriye’nin kuzeydoğusunda şimdikiTur-Abdin dağının antik çağlarda Masiy (
Masias
) şeklinde kulla-nılan adı ile bağlantılıdır.
68
Haylar, Eçmiadzin tarafına göçtüktensonra Ağrı dağını aynı isimle adlandırmışlardır. Nuh’un gemisi İbrani yazısı ile ilk önce kaynaklarda “ -
r-r-t-“
ünsüzleriyle verilmiş, gemi
Urartu
şeklinde okunan dağıntepesine oturmuştur Fakat düzeltmeler olduğu dönemden sonrakinüshalarda artık Urartu ülkesinin adı çoktan unutulmuş ve aynı “-
r-r-t-“
ünsüzleri
Urarat
ve
Ararat
şeklinde verilmiştir.
69
Böylece, gerçekte olmayan bir dağ adı ortaya çıkmıştır, ancak buyanlışlığa rağmen, ilk çağlarda Ararat dağları Ağrı ile değil,Musul’un yukarısında bulunan dağlarla aynileştirilmiştir. BunuBibliya metinleri de tasdik eder. Şöyle ki, Yahudilerin sürgünedildiği Babil’e karşı m.ö. VI asrın öncesine ait bir çağrıdaUrartu, Mana ve Saka krallığı;
Ararat, Minni
ve
Aşkenaz
şeklindeverilmiştir:
“Memlekette bayrak kaldırın, milletler arasında boru çalın,milletleri ona karşı hazırlayın. Ararat, Minni ve Aşkenaz kral-lıklarını ona karşı çağırın.”
70
Yahudi ve Hıristiyan dinî literatüründe Nuh’un gemisinin bulunduğu dağın yeri ve adı hakkında verilen karmaşık bilgilerenispeten İslam kaynakları bu konuda daha mantıklı noktadadır.Ebulgazi Bahadır Han’ın kaleme aldığı “Türklerin Soy Kökü”eserinde bu olay şöyle verilir:
“Gime Musul tigen şehrniñ takıyakınında
Cudi
tigen tağdın çıkdı.”
71
Asur yazılarında
Nibur
adıile verilen Cudi dağı Dicle nehrinin yukarı bölümlerinde Irak-Türkiye sınırı yakınlarındadır. Kuran’da da Nuh’un gemisininCudi dağına oturduğu belirtilmiştir.
72
Âdem’in yeryüzüneindirilmesinden 1250 yıl sonra Tufan’ın meydana geldiğinikaydeden Taberi: “Gemi altıncı ayın 17’sinde Cudi dağı üzerindeKarda adlı yerde durmuştur. Nuh orada bir köy kurarak onaSemanin (seksen) adını vermiştir, çünkü bu yurtta kendisineinanan seksen müminin her birine birer ev yapmıştı. Köy hâlâSemanin adını taşımaktadır.”
73
Görüldüğü gibi, Bibliya’nın ilk metinleri Nuh’un gemisininUrarat (Urartu) dağına oturduğunu yazmışsa da, sonrakinüshalarda bu ad yanlış olarak Ararat şeklinde okunmuştur. Cudidağı da İbrahim’in yaşadığı devirden beş altı yüzyıl sonra,
Uruatri
şeklinde ortayaçıkan Urartuarazisindeydi.İbrahim adının enerken biçimi daha m.ö. IIIBin yılın sonlarındaİkiçayarası’ndaki çiviyazılarında da rastlanan
’a-bu-ra-mu
şeklindeolup, İbranicede şahıs adı olarak
’
abraham
biçiminde kullanıl-mıştır.
74
Bunun için de nehrin öbür yakası anlamında
“İbrani”
etnonimini İbrahim’in adı ile ilişkilendirmek doğru olmaz. Belkiaksine, İbrahim Fırat nehrinin öbür tarafından geldiği için Filis-tin’de ona, bilmediğimiz asıl adından farklı ve İbranilerin“soybabası / isim babası” sayılabilecek bu lakap verilmiştir. İbra-him’de Tek Tanrı inancının kaynağı onun Atayurdu ile bağlantılıolduğundan bu yurdun nerede olduğunu belirlemek şartttır.Taberi; İbrahim’in nerede doğup yaşadığı hakkında çeşitli görüş-ler olduğunu; bazılarının onun Babil’de doğduğunu, bazılarınınSevad ülkesindeki Kuşa’da, diğer bir grubun ise Zevabi böl-gesinde Kesker sınırındaki El Verka’da, bazılarının da Haran’dadoğduğunu söylediklerini, yazar .
75
İhtimal ki, İbrahim’in doğduğu yer Samice Babilu “TanrıKapısı” anlamı taşıyan Babil şehri değil, Babil devletinintoprakları içinde bir yerdir. Bibliya’da İbrahim’in doğduğu yer olarak Ur şehri gösterilir.Ur şehri, Fırat’ın körfeze döküldüğü yere yakın nehir bo-yunda idi. Daha Sümerler gelmeden önce Ubayd kültürünün yer aldığı bu bölgede uygarlık; Sümerler geldikten sonra büyük bir hızla gelişme göstermişti. Tarihçi Jordan’a göre, İbrahim’in yurduolan Ur şehri Tebriz’e iki günlük mesafede idi. Dikkati çeken mese-leden biri de şudur ki, Sümer şehriKuta, şimdilerde Tel-İbrahim(
İbrahim Tepeliği
) diyeadlandırılıyor. Kaynaklara göre,İbrahim Ur’dan çıkıp, Haranşehrine gelir. Buradan da Filistintopraklarına iner. Haran şehrinin ismini de İbrahim’in soybabasıolan Arpakşad’a (Nuh’un torunu) bağlayan Ebul-Ferec’in yaz-dığına göre, Harran şehrinin ismi Arpakşad’ın torunu Haran’ınisminden gelmiştir.
76
İbrahim’in babası, ataları ve soyu hakkındason bölümlerde bilgiler verileceğinden, Aran//Haran ismindenorada söz edileceği için şimdi Ur şehrinde meydana gelen,İbrahim’le bağlantılı, olaylara dönelim.Kaynakların ateşperest ve putperest olarak verdiği Babil’inhükümdarı Nemrut, rüyasında parıltısı güneşin ışığını, ayın aydın-lığını gölgede bırakan muhteşem parlaklıkta yeni bir yıldızındoğduğunu görür. Kâhinler bu rüyayı; “
yeni doğacak bir erkek çocuğun, onların tapınaklarını yıkacağı, dinlerini değiştireceği
”şeklinde yorumlarlar. Bu tehlikeden korunmak için Nemrut’unemriyle, yeni doğan bütün erkek çocukları öldürürler. Ancak Nemrut’un puthane görevlisi Azer’in hanımı bu günlerde doğanoğlu İbrahim’i bir mağarada gizlemeyi başarır. Böylelikle, İbra-him daha bebekken ölümden kurtarılı
Çeşitli halkların mitolojisinde, zaman içinde Büyük Sargon,İbrahim, Musa, İsa, Kuruş, Persey, Romul gibi bazı ünlü tarihîşahsiyetlerin, din önderlerinin, kavimlerin tarihinde önemli etkin-liği olan boy liderlerinin, kudretli hükümdarların doğuşu ile ilgili benzer rivayetler ortaya çıkmıştır. Bu söylenceler zamanla yenivaryant ve motiflerle zenginleştirilir ve ona “gerçeklik” elbisesigiydirilir. Bu da çok doğaldır, çünkü kendi Büyük kahramanını başkalarından farklı ve üstün göstermek eğilimi halkın tabii isteğive arzusudur. Böyle mitler olağanüstü olaylarla bezenir. Büyük tarihi isimlerin (mitik karakterler de olabilir) daha doğmadan onu bekleyen şer kuvvetlerden korunması temi, bu tür kalıp motiflerin bulunduğu halk destanları ve menkıbeleri oldukça yaygındır Böyle mitik kahramanlar doğduktan sonra süratle büyürler.Oğuz’la İbrahim de bu mitik kahramanlardan farklı değildir,her ikisinin dahili ve zahiri güzelliği benzerlik gösterdiği gibi, hızlı bir şekilde büyümeleri de paralellik taşır. Taberi: “İbrahim, bir ayda diğer çocukların bir yılda büyüdüğü kadar büyüdü”
diyeyazar.
77
Uzunköprü Oğuznamesinde de: “Bir yıl geçti, oğlan var-dı boya-başa” denilerek, Oğuz’un kısa zamanda genç bir deli-kanlıya dönüştüğü vurgulanır.
78
İbrahim aleyhisselam orta boylu, beyaz tenli, açık alınlı, ela gözlü, beyaz saçlı, uzun yanaklı vegüler yüzlüydü.
79
Gerçekten de, o, yumuşak huylu ve sabırlı idi.
80
Oğuz Han ise Oğuzname’de şöyle betimlenir: “Yüzü güzel, ah-lakı temiz, gönlü vefalı, sözü açık, aziz.”
81
I yüzyılda yaşamış olan Joseph Flavio kendisinin de katıl-dığı savaşlardan bahsederken, Hebron şehrini tasvir eder ve yerlihalkın; İbrahim’in İkiçayarasından göç edip 2300 yıllık bu şehreyerleştiğini ve İbrahimsoyundan gelenlerin yattığı olağanüstügüzel mermerlerle süslenmiş kabirlerin halen burada olduğunusöylediklerini, belirtir.
82
İbrahim’in soyu ve ailesiyle birlikte Haran’a göçtüğünü ve sadeceKenanîler ülkesine geldikten sonra Tanrıdan vahiy aldığını kısacümlelerle veren Bibliya’dan farklı olarak, İslam kaynaklarındaonun Tek Tanrı’ya iman etmesinin nedenleri ayrıntılarıylaverilmiştir. Anne babası İbrahim’i mağaradan çıkartıp daha insaniçine çıkarmadan önce aralarında şöyle bir konuşma geçer:“- Benim Rabb’im kimdir?- Annendir.- Annemin Rabb’ikimdir?- Babandır.- Babamın Rabb’ikimdir?- Nemrut’tur.- Peki, onun Tanrısı kimdir?- Sus, sus!”Mağaradan çıkarılan İbrahim etrafta dolaşırken hayvanlarıgördüğünde kendi kendine, herhalde bunları yaratan biri vardır diye düşünür.
83
“Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay'ı doğar-ken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana do-ğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum,dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedik i: Ey kavmim! Ben sizin (Al-lah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben hanîf olarak, yü-zümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve benmüşriklerden değilim.”
84
“Çünkü Rabbi ona: Müslümanol, demiş, o da: ÂlemlerinRabbine boyun eğdim, demişti.”
85
Böylece, Hz İbrahim Müslü-man olmuştu. Yeni doğan Oğuz üç gün annesinin sütünü emmez.Annesi ise rüyasında oğlunun ona şöyle dediğini görür: “Eğer sütünü emmemi istiyorsan, Bir Tanrı’ya inan, onu tanı ve kendiüzerinde onun hakkını vacip bil.”
86
Başka bir Oğuzname’de busahne şu şekilde verilir:“Tuşında görür kim, oğlı aytu aña:Eşitseñ anam, bir sözüm bar sañaSin ol teñriga büt imanga olan,Goy ol batıl işni, bu yanga ulan.”
87
Artık Tanrı’dan vahiy alan İbrahim, babasının yaptığı putlarısatmaya götürse de, insanlara şöyle söylüyordu: “Kendi elinizleyontup-yoğurup yaptığınız bu putlara nasıl secde edebiliyor-sunuz?” Halk ondan put almazdı, çünkü put almak isteyene de:“Kendi yaptığınız şeylere mi tapıyorsunuz?” diyordu. “Hâlbukisizi de, ellerinizle yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.”
88
Bu durum putların bakıcısı olan ve yaptığı putları sattıranAzer’i rahatsız ediyordu. O, oğlu İbrahim’e ne kadar da sert dav-ransa, onu yola getiremiyordu. İbrahim de babasının Tek Tanrıyaiman etmesini ısrarla diretiyordu. Baba oğul arasındaki münaka-şaya, Kuran’daki Meryem suresinde şu şekilde yer veriliyor:“Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir zaman o babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen vesana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım!Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki,seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünküşeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu. Babacığım! Allahtarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandankorkuyorum. (Babası:) Ey İbrahim! dedi, sen benim tanrılarımdanyüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşla-rım! Uzun bir zaman benden uzak dur! İbrahim: Selâm sana (esenkal) dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana karşı çok lütufkârdır. Sizden de, Allah'ın dışında taptığınızşeylerden de uzaklaşıyor ve Rabb’ime yalvarıyorum. Umulur ki(senin için) Rabb’ime dua etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş)olmam. Nihayet İbrahim onlardan ve Allah'tan başka taptıkları
şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman biz ona İshak veYâ'kub'u bağışladık ve her birini peygamber yaptık. Onlara rahme-timizden bağışta bulunduk;kendilerine haklı ve yüksek bir şöhret nasip ettik.”
89
Oğuz Tek Tanrı inancını kabul etmeyen babası Karahan’lasavaşıp, onu öldürür. İbrahim denekadar mücadele etse de, babası Azer’i Hak yoluna döndüremez ve aralarında büyük anlaşmazlık olur. Böylece, Azer ölene kadar putperest kalır. Azer (
Tareh
), Tevrat’a göre, oğlu İbrahim, gelini Sara ve yeğeni Lut ile birlikte Haran’a göç edip orada ölmüştür. İbrahim’in kardeşi Aranise onlar daha Ur şehrindeyken ölmüştü.
90
Bibliya’da İbrahim’inhem amcası, hem de kardeşi,
Aran
adını taşır. Yukarıda belirt-tiğimiz gibi, onun atalarından birinin adı da
Aran
idi. Şimdi yineUr şehrindeki olaylara dönelim.İbrahim’in putlara olan bakışı artık ortaya çıkmıştı. Bazılarının bundan haberi var dı.Bir gün putların olduğu yere gider ve elinealdığı bir baltayla putlarıkırmaya başlar, sadece bunlarıniçinde daha büyük olanına dokunmaz ve baltayı onun boynunaasıp oradan uzaklaşır. Bu olayı haber alan insanlar, Nemrut’a put-ları kıranın genç bir delikanlı olduğunu söyleyip onu hükümdarınhuzuruna getirirler.
91