HAYIR VE ŞERDEKİ HAYAT SIRLARI!
Eski zamanın Çinli filozofu Lao Tzu erken hüküm vermenin yanlışlığını şöyle anlatıyor: Yaşlı ve yoksul bir adamın dillere destan bir küheylanı varmış. Bir gün kral görmüş ve satın almak istemiş. Bir servet teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu bir at değil benim için bir dost!" demiş. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylüler çalındığını düşünmüşler. İhtiyara, "Akılsız bunak bu atı çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar rahat ederdin. Şimdi bir şeyin kalmadı" demişler. -İhtiyar, "Kararlarınızda aceleci olmayın, sadece 'at kayıp' deyin. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, henüz bilmiyoruz" demiş. Köylüler ihtiyara gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.
Meğer kendiliğinden dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Şaşkın köylüler, artık bir sürüsü olan ihtiyardan özür dilemişler. "Sen haklı çıktın, başına adeta bir devlet kuşu kondu" demişler. -Adam, "Acele hüküm vermeyin, bundan sonrasını bilmiyoruz" demiş. Köylüler bu defa açıktan dalga geçmemişler ama "Bu adam bunamış" demişler. Bir hafta sonra vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve bacağını kırmış. Evin geçimini sağlayan genç uzun süre yatakta kalacakmış.
2 2 Köylüler, yine haklı çıkan ihtiyara, "İyi, güzel de sana bakan oğlun çalışamayacak, geçinemeyeceksiniz. Vahşi atlar da para etmez" demişler. -Adam "Yine erken hüküm veriyorsunuz, hayatın ne getireceğini bilemezsiniz, hiçbir şey kalıcı değildir" diye yanıtlamış. Bir süre sonra krallık savaşa girmiş ve tüm gençler askere alınmış, yaşlı adamın bacağı kırık oğlu dışında. Köyü matem sarmış. Çünkü çoğu oğullarının geri gelmeyeceğini biliyorlarmış. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler; "Gene haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer" demişler. -İhtiyar, "Yine erken hüküm veriyorsunuz. Hayat sırlarını bütünüyle önünüze sermez. Hakikati parça parça açık eder. Sabırlı olun bekleyin. Ama bu arada yapmanız gerekeni de yapın" demiş. Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlar: "Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz." (İnternetten alıntı:acele KARAR VERMEYİN - Lao Tzu - Balca.net hikaye.balca.net/hikaye10043.aspx)
3 3 Peki,bilge kişilik sergileyen köylü ihtiyarın bu söylemi, İslâmi inançlarımız yönünden nasıl değerlendirmeli? Bir de konuyu bu açıdan irdeleyelim: Hz. Musa Peygamber, Allah tarafından kendisine ilim ve hikmet verilmiş (Hızır Aleyhisselam olduğu tahmin edilen) kişiden doğruyu bulmasına yardımcı olacak bir bilgi öğretmesini teklif eder. Bundan sonra aralarında geçen konuşma ve vuku bulan olayları Kur an dan takip edelim: 18. Kehf Suresi, Ayet No: 65. Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. 66. Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi. 67. Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. 68. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? 69. Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem. 70. (O kul:) Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi.
4 4 71. Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o (Hızır) gemiyi deldi. Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! dedi. 72. (Hızır:) Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi? dedi. 73. Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma, dedi. 74. Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın! 75. (Hızır:) Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi? dedi. 76. Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan (ileri sürebilecek) mazeretin sonuna ulaştın. 77. Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Musa: Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi.
5 5 78. (Hızır) şöyle dedi: "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim." 79. "Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı." 80. "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." 81. (Devam etti:) "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin." 82. "Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur." (Allah ın seçtiği kulları dışında) İnsan olarak bizler gayb haberlerini bilemeyiz.
Fazla ileriye gitmeye gerek yok; yarın ne gibi olayla karşılaşacağımızı, ne kazanacağımızı, nerede ve ne zaman öleceğimizi de kesin olarak bilemeyiz.
Bilinen tek gerçek ise, yaşam destek unsurlarını talep edenin insan, onu gerçekleştirenin de
6 6 Mutlak İrade olduğudur. Diğer bir ifadeyle kişisel isteklerimiz ancak, Allah ın o işi yaratmasıyla gerçekleşir. Günlük hayatta konuşmalarımızda kendimize bir paye vererek O işi ben yaptım! şeklindeki çıkış ise, övünmeye yönelik nefisten kaynaklanan gerçek dışı ifadedir. Çünkü insanın yetkisi, düşünüp karar vermekle sınırlıdır; onun ötesine geçemez. İleriye dönük herhangi bir davranışı yapmaya karar verdiği anda yetkisi de son bulur. Bu aşamadan sonra o işin gerçekleşmesi ancak Allah ın taktirine kalmıştır. İsterse, talep edilen o fiili yaratarak istek gerçekleşir; istemezse yaratmaz ve talep de gerçekleşmez.yaratmak, ancak Rabbimize özgü bir keyfiyettir.bu konuda kulların da her hangi bir yaptırım gücü yoktur. Nitekim Kur anda Yüce Rabbimiz: + De ki: "Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gaybı biliyor olsaydım daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim."(7.araf Sûr/188) buyurmaktadır. Konuya benzerliği nedeniyle bir arkadaşımın başından geçen olayın özetini sizlerle paylaşmak isterim: yılları arasında (İzmir de) Ege Ordusu Komutanlığında hizmet yaptım. O dönemde yasal olarak albay rütbesinde olanlara nöbet hizmeti yoktu. Ancak idari bir emirle Harekat görevlisi adı altında nöbet tutturuluyordu. Benim de Harekat görevlisi bulunduğum bir nöbet esnasında Nöbetçi âmiri olan Sami Alpaslan adındaki (piyade binbaşı) arkadaş geçmişte başından geçen ilginç olay ve anılarından söz etti:
7 7 Sami Alpaslan, Edremit İlçesi Akçay Köyünde beş çocuklu bir çiftçi ailesinin dördüncü çocuğu olarak1943 yılında dünyaya gelir. İlkokul ve ortaokulu ailesinin gözetiminde bitirip İstanbul Kuleli Askeri lisesine kaydını yaptırır. Son sınıfta iken bir gün spor yaparken bacağından sakatlanır ve okulun revirinde yatarak uzun süre tedavi görür. Dolayısıyla derslere katılamaz ve sınıfta kalmış sayılır. Devre arkadaşları Harp Okulunda öğrenime başlarken o lisenin son sınıfını tekrar okur. 27 Mayıs 1960 tarihinde Silahlı Kuvvetler darbe yaparak sivil yönetime el koyar ve oluşturulan Milli Birlik Komitesi'nce de Kurmay Albay Talat Aydemir Kara Harp Okulu komutanlığına atandırılır.ne var ki Aydemir, 22 Şubat 1962'de yapılan atama ve tutuklamalara karşı tepki gösterip askeri öğrencilerin de desteğini alarak hükümete (İsmet İnönü hükümeti) karşı direniş hareketini örgütler. Bu direniş hükümetle uzlaşma ile sonlanınca Aydemir de yargılanmaz ve emekli edilmekle yetinilir. 20 Mayıs 1963'de Anayasa'da öngörülen reformların gerçekleştirilmediği gerekçesiyle Emekli Kurmay Albay Talat Aydemir sivil olmasına rağmen tekrar Kara Harp Okulu öğrencilerini sokağa döküp ikinci kez darbe girişiminde bulunur, fakat başarılı olamaz. Bu defa yapılan yargılamadan sonra Süvari Binbaşı Fethi Gürcan ile birlikte idama mahkûm edilir. İşte bu son olay esnasında Sami Alpaslan ın devre arkadaşları Kara Harp Okulu birinci sınıfında öğrencidir. Ne var ki, mevcut yönetime karşı silahlı mücadeleye girişen tüm öğrenciler yargılama sonucu okuldan atılırken Sami, bu belâdan kendini böylece kurtarmış olur.
8 8 O dönemde Harp Okulu öğrencilerinin çoğunluğunu,( askeri ortaokul + askeri liseden gelen ) dar gelirli ailelerin çocukları oluştururdu. Okuldan atılarak subay olma şanslarını yitiren bu öğrencilerin akıbeti doğrusu merak konusudur. Kim bilir ne gibi sıkıntı ve zorluklarla hayat mücadelesini sürdürmüşlerdir. Peki, bu karmaşada Sami nin geleceği nasıl şekillendi, dersiniz? Sami, 1965 yılında Kara Harp Okulu ve Piyade Sınıf Okulundaki öğrencilik süresini tamamlayıp Silahlı Kuvvetlerde teğmen rütbesiyle göreve başlar. Subay olarak komutanlık yapmış olmanın verdiği sevinç ve mutluğu yaşayarak yarbay rütbesine kadar hizmete devam eder. Daha sonra da yeni hayallerini gerçekleştirmek üzere kendi isteğiyle emekli olup bilgi ve becerilerini bu defa, Kuzey Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri Teftiş Kurulu üyeliğinde bulunarak sürdürür. Şimdi olayın kritiğine geçelim: Sami nin bacağının sakatlanması ilk aşamada bir musibet olarak nitelendirilse de netice itibariyle hakkında hayırlı bir gelişmeye yol açtığı görülür.ne deniyor âyeti kerimede?:... Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.(2.bakara Sûresi, ayet No:216) Elbette olay sonrası doğal olarak Sami nin canı yanmış, üstelik sınıfta kalmış olmanın verdiği üzüntüyü ailesi ile birlikte yaşamıştır. Ama şimdiden geçmişe doğru bakıldığında bu olayı, kendisi için şer değil, Allah ın bir lütfü olarak değerlendirmek gerekir.
YORUM:
9 9 Demek ki, her Müslüman karşılaştığı sorunlarına çözüm ararken, olayın niçin ve nedenini düşünüp araştırmadan acele hüküm vermesi, çoğu kez kendini yanıltabilir. Bu nedenle, Müslüman olarak bizim görevimiz, ileriye dönük işlerimizin yapılmasına karar vermeden önce gerekli hazırlıkları yapmamız ve Rabbimizin merhametine sığınarak hakkımızda hayırlı olanı temenni ederek işe başlamalıyız. Bu davranıştan sonra hakkımızda tecelli edecek gelişmelerin ister iyilik, ister şer görünümlü olsun her ikisini de iyimser yaklaşım ve sabırla kabullenip dert yanmamalıyız. Ayrıca, bunda da bir hayır vardır! düşüncesiyle kendi kendimizi motive edip Allah a güvenmeliyiz. Aksi halde, Rabbimizin hakkımızdaki tecellisine karşı gelip saygısızlık yapmış olmanın günahını yüklenmiş oluruz. Esasen başımıza gelen her olayı, geçireceğimiz imtihan için hakkımızda hazırlanmış bir deneme yöntemi olarak görüp kabullenmeliyiz.nitekim Yüce Rabbimiz:... Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.(21. Enbiya Sûr/35) buyurarak konuya açıklık getirmiş ve kullarını uyarmıştır. Bu yaklaşımı geleceğimiz için hayat düsturu olarak kabul edip Allah tan devamlı dua ve isteğimiz Allah ım, hakkımda hayırlı olanı nasip eyle! şeklinde olmalıdır. Çünkü gayb haberlerinden yoksun olduğumuzdan neyin yararlı, neyin zararlı netice doğuracağını önceden bilemeyiz. Günlük yaşantımızda ileriye dönük yaptığımız plan ve programlar ise tahminlerden ibarettir. Tahminler ise her zaman beklenen sonucu vermeye bilirler.
10 10 Yapılan yoruma Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin Tefvizname isimli şiirinin ilk iki kıtasıyla son verelim: Hak şerleri hayr eyler Ârif anı seyreyler Zan etme ki gayreyler Mevlâ görelim neyler.neylerse güzel eyler Sen Hakk a tevekkül kıl Sabreyle ve râzı ol Tevfiz it ve rahat bul Mevlâ görelim neyler.neylerse güzel eyler *** Süleyman GÜNVER