MELHAMELER ve BİR ONYEDİNCİ YÜZYIL OSMANLI ÂLİM ve EDÎBİ
CEVRÎ ÇELEBİ’NİN MELHAME’Sİ
Merhum Samir Kazımoğlu’nun anısına
Remzi DEMİR*
Remzi DEMİR*
Giriş Osmanlı âlimleri, ilimleri tasnif ederken, genellikle aklî ilimler ve naklî ilimler olmak üzere ikiye ayırmışlar ve melhame, yıldıznâme, tabirnâme ve falnâme gibi eserlerde görülen gaybî ilimleri, muhtemelen hurafelerle karışık oldukları ve din âlimlerince tasvip edilmedikleri için bu tasniflere dâhil etmemişlerdir.
Ancak bilim tarihi daha yakından incelendiğinde görülecektir ki gaybî ilimler, tarih boyunca aklî ilimlerle sürekli etkileşim içerisinde bulunmuş ve bilimsel bilginin oluşum ve yayılım süreçlerinde bazan olumlu bazan da olumsuz etkiler yapmıştır;
meselâ, hiç değilse 16. ve 17. yüzyıllara değin, astroloji tarihi bilinmeden astronomi tarihi ve simya tarihi bilinmeden kimya tarihi gerektiği gibi kavranamaz ve anlaşılamaz; çünkü çoğunlukla aynı kişiler tarafından, farklı amaçlarla üretilmişlerdir; bu nedenle bilimsel olan ve bilimsel olmayan yöntemleri ve bilgileri içeren bu tür ilimleri yaratan şahısların ve eserlerin belirlenerek, bilim tarihi açısından önemlerini ve değerlerini belirlemek yararlı olacaktır.
Biz bu çalışmamızda, gaybî ilimlerden biri olan melhameyi1 tanıtacak ve 17. yüzyıl âlim ve edîblerinden Cevrî Çelebî’nin Melhame’sinin içeriği hakkında kısa bir malumât vereceğiz.
Melhameler ve Melhame Geleneğinin Oluşumuna Kısa Bir Bakış İnsanlar, korkularından kurtulabilmek için geleceği önceden öğrenmek ve yaşamlarını buna göre düzenlemek istemişlerdir; Osmanlıların “Ulûm-ı Gaybiyye” (Gaybî İlimler) diye adlandırdıkları ilimler, bu maksatla geliştirilmiştir ve melhame de bunlardan biridir.
Aslında “Melhame” (Arapça; çoğulu Melâhim) büyük kayıplarla veya bozgunla sonuçlanan çatışma ya da savaş demektir; fakat bir terim olarak, özellikle astronomik ve meteorolojik olgulardan - Dâniyâl peygamber söz konusu olduğunda, rüyalardan ve rüyetlerden - yararlanmak suretiyle bir sultanın, bir toplum veya topluluğun ve bir devletin geleceğine ilişkin kehânetlerde bulunma anlamına gelir.
Batı dillerinde, bu terimi karşılamak için kullanılan “Aerimancy” veya “Aeromancy” (İngilizce) ve “Aèromancie” (Fransızca) terimleri, Latince “Aeromantia”dan alınmıştır ve Yunanca, “aero” (hava) ve “manteia” (kehânet) kelimelerinin biraraya getirilmesiyle oluşturulan bu terim, havada gözlemlenen işâretlere bakarak yapılan kehânet karşılığında kullanılmaktadır.
Melhameler, geçmişi çok eskilere uzanan muhtelif geleneklerin birleşmesinden ve kaynaşmasından oluşmuştur; bu gelenekleri şöylece sıralamak mümkündür:
* 1 A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Bilim Tarihi Anabilim Dalı Doçenti. Burada melhame hem bir ilim hem de bu ilimin işlendiği eser anlamında kullanılmaktadır.
1 1. Süryânîce’den Arapça’ya yapılan tercümeler yoluyla, Yahudi ve Hıristiyanlar’ın yanısıra, Müslümanlar arasında da yaygınlaşan melhamelerde, bu alana ilişkin bilgilerin Hermes, Dâniyâl ve İskender’den miras kaldığı bildirilmiştir2; ancak Arapça, Farsça ve Türkçe melhamelerde, kaynak olarak genellikle Melhame-i Dâniyâl ünvanlı bir eserden bahsedilmesi, geleneğin Hermes ve İskender’den çok Dâniyâl peygamberin çevresinde biçimlendiğini akla getirmektedir.
Ayrıca Kitâb-ı Mukaddes’in “Daniel” bölümünde, Dâniyâl’in, uykudayken görülen rüya ile uyanıkken görülen rüyetleri yorumlayarak hükümdarların ve milletlerin istikbâli ile kıyamete ilişkin isâbetli kehânetlerde bulunan bir kâhin olarak tanıtılmış olması, onun sadece melhame ile değil, kadîm uğraşlardan olan rüya tabiriyle de ilişkilendirilmesi gerektiğini göstermektedir3.
Nitekim Ortaçağ Hıristiyan Dünyası’nın önde gelen yazarlarından Salisburyli John’un (Ölümü 1180) belirttiğine göre, Ortaçağ’da Kitâb-ı Mukaddes’in rüya tabircileri olan Yûsuf ve Dâniyâl peygamberlere, tabir sanatı ile ilgili birçok kitap atfedilmiştir; ancak Dâniyâl, Yûsuf’tan çok daha gözdedir. 10. yüzyılda yaşamış bir sefirin gözlemleri, konumuz açısından oldukça önemlidir. Lombardiyalı Liutprand (Ölümü 972) sefirlik göreviyle Konstantinopolis’e gitmiş ve dönüşünde kaleme almış olduğu raporun bir yerinde şunları yazmıştır: “Rumlar ve Müslümanlar, Daniel’in Rüyetleri olarak adlandırdıkları kitaplara sahiptirler; ancak ben bunlara Daniel’in Kehânetleri diyeceğim. Bu kitaplarda, her hükümdarın kaç yıl yaşayacağı, hükümdarlık döneminin niteliğinin ne olacağı, Müslümanlarla savaş mı yoksa barış mı yapılacağı veya dostça mı yoksa düşmanca mı ilişkiler kurulacağı yazılmış bulunmaktadır.”
4 Öyleyse bu dönemde, melhameler, Doğu’da, hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar arasında oldukça yaygın bir biçimde kullanılmakta ve Dâniyâl peygamberle ilişkilendirilmekteydi5. Dâniyâl peygamberin oğlu olduğuna inanılan Câmâsb da, İslâm ve Osmanlı literatüründe bilgeliği ile tanınmış ve Câmâsbnâmelere konu edilmiştir. Câmâsb, Evren’in gizlerine ulaşmış bir hakîmdir; yılanların şahı olan Şâh-ı Mârân sâyesinde Gök’teki yıldızların ve Yer’deki bitkilerin bilgisini öğrenmiş ve astronomi ve tıp ilimlerinin yanısıra, astroloji ve simya ilimleriyle de ilgili eserler yazmıştır6. 2. Göksel oluşumların, yani göksel olgu ve olayların, yersel oluşumları, yani yersel olgu ve olayları belirlediği inancı ve bu inanca dayalı ilm-i nücûm veya astroloji, melhamelerin kurgulanmasında hayatî bir öneme sahip olduğundan, bu tür eserler yazılırken Yunan astronom ve astrologu Batlamyus’un (M.S. 2. yüzyıl) Batılılar arasında Tetrabiblos (Dört Kitap, Yunanca) veya Quadripartitum (Latince), Doğulular arasında ise el-Makâlât el-Erbaa (Arapça) adlarıyla tanınan yapıtından büyük ölçüde yararlanılmış 2 Ayrıntılı bilgi için bkz., Fuat Sezgin, Geschichte Des Arabischen Schrifttums, Cilt 7, Leiden 1979, s. 312-317. 3 Kitabı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, İstanbul 1997, s.833-849. 4 Lynn Thorndike, A History of Magic and Experimental Science, Cilt 2, Dördüncü Baskı, New York 1947, s.293. 5 Ayrıca bkz., Şemseddin Sâmî, “Dâniyâl”, Kâmûs el-‘Alâm, Cilt 3, İstanbul 1308, s.2104; B.Carra de Vaux, “Dâniyâl”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 3, İstanbul 1988, s.479 ve Ömer Faruk Harman, “Danyâl”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 8, İstanbul 1993, s.480-481. 6 Mustafa Erkan, “Câmâsbnâme”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1993, s.43-45 ve Hasan Özdemir, “Geleneksel Kültürümüzde Şahmeran”, V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri, Cilt 2, Ankara 1997, s.221-228. 2 olmalıdır7; çünkü astroloji bilgisini, geçmiş uygarlıklardan ve özellikle de Mezopotamyalılardan alarak kuramsal ve kılgısal yönden olgunlaştıran bu yapıtın İkinci Kitab’ının son bölümü, bütün bir yıl boyunca hava durumunun öngörülmesi ve kuyruklu yıldız gibi gökcisimlerinin Yeryüzü’ne yapmış olduğu etkilerle ilgilidir8. 3. Meteoroloji alanındaki birikimin de melhamelerde kullanıldığı görülmektedir. Bilindiği gibi, meteoroloji, Aristoteles (M.Ö. 384-322) ve onun öğrencisi Theophrastos (M.Ö. yaklaşık 372-287) tarafından dizgeselleştirilmiş bir inceleme ve araştırma alanıdır. Aristoteles, dört kitaptan oluşan Meteorologika adlı yapıtının Birinci Kitab’ının girişinde, meteoroloji biliminin kapsamını tanıtırken, bu alanın gezegenlerin devinimine en yakın bölgede bulunan Samanyolu, kuyruklu yıldızlar ve meteorlar gibi göksel cisimlerle ilgilendiğini belirtir; ona göre, meteoroloji, dört unsurdan toprak, su ve hava unsurlarının insanî duygular üzerindeki etkilerini de inceler ve rüzgâr ve deprem gibi devinimlerin nedenlerini ve sonuçlarını göstermeye çalışır; ayrıca yıldırım ve kasırga gibi olgularda beliren ve düzenli bir biçimde yinelenen durumlarla da ilgilenir9. Theophrastos da, rüzgârlar ve hava durumuna ilişkin belirtiler hakkında çalışmalar yapmıştır. 4. Melhamelerde Aristoteles, Batlamyus ve Galenos gibi Eskiçağ Yunan yetkelerinin bilimsel yapıtlarında ayrıntılı bir biçimde betimlenmiş olan bilimsel - veya bugünden bakıldığında yarı-bilimsel - kuramların ve bilgi öbeklerinin izleriyle de karşılaşılmaktadır; aylara göre, Yeryüzü’nde ve özellikle de insan bedeninde meydana gelen değişimlerin, Dört Unsur ve Dört Hılt gibi eski kuramlarla açıklamaya veya hiç değilse anlamlandırmaya çalışılması, bunun en önemli kanıtlarından birini oluşturmaktadır. Melhamelerin içerdiği bilgiler bunlarla da sınırlı değildir; bu tür eserler, geçmiş dönemlerde yaşamış düşünürlerin beslenmeye, sevişmeye, bakıma ve günlük yaşamın diğer yönlerine ilişkin öğütlerini ve öğretilerini aktardığına göre, bir nasîhatnâme ve muhtelif dinlere mensup toplumların, bayram günleri başta olmak üzere, önemli günlerini belirttiğine ve hububâtın ekim ve biçimine uygun olan günleri bildirildiğine göre, bir sâlnâme veya takvim görevi de görmüş olmalıdırlar. Burada anılan bilgiler, melhamelerin, bilimsel bilgi birikimi açısından zengin bir içeriğe sahip olduğunu göstermektedir; öyle ki bu tür eserler, kendi ilmî amaçları ve edebî biçimleri doğrultusunda tasarlanırken, Eski ve Orta Çağlar’ın astronomi, meteoroloji, tıp, çiftçilik ve hayvancılık gibi alanlarına ilişkin kavram ve kuramları büyük ölçüde kullanmıştır. 5. Çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen köylülerin nesilden nesile aktardıkları tecrübî bilgiler, sonradan yazıya geçirilmiş ve Vergilius’un (M.Ö. 70-19), Georgica’sı (M.Ö. 3629) gibi eserler varlığa gelmiştir; bu meşhur eser, çiftlik yaşamına ilişkin ayrıntılı bilgiler verir ve Romalıların bir süreden beri iyice uzaklaştıkları çiftçiliği sevdirmeye çalışır. Georgica’yı takip eden Plinius (M.S. 23-79) ise, Naturalis Historia (Doğa Tarihi, 77) adlı ansiklopedisinde, yıldızların ve gezegenlerin havanın durumuna ilişkin kesin işâretler 7 Astroloji tarihinin en önemli yapıtı olan Tetrabiblos hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz., George Sarton, Antik Bilim ve Modern Uygarlık, Çevirenler: Melek Dosay ve Remzi Demir, Ankara 1995, s.8691 ve s.98-100. 8 Thorndike, Cilt 1, s.115. 9 Aristoteles, Meteorology (Meteorologica), İngilizce’ye Çeviren: E.W. Webster, Londra 1952, s.445; bu çeviri, William Benton’ın yayıma hazırladığı, The Works of Aristotle adlı külliyâtın birinci cildinde bulunmaktadır. 3 verdiğini savunur ve takımyıldızlarının çiftçilere olan yararını belirtir; Demokritos’un (M.Ö. yaklaşık 460-370) astronomi bilgisi sâyesinde bir yılın bütün zeytin mahsûlünü toplayarak büyük bir gelir sağladığını ve bu yolla felsefeyi ve dolayısıyla bilimi yeren tâcirleri mahçup ettiğini söyler10. Erken Ortaçağ’da da çiftçilik alanına ilişkin birçok eser yazılmış ve bunlardan birisi, Geoponica adıyla tanınmıştır; aslında bu eser, Bizans literatürüne âittir ve muhtemelen Batı Avrupa üzerindeki doğrudan etkisi oldukça azdır. Günümüze ulaşan biçimi, yaklaşık 950 yıllarında kaleme alınmış ve Bizans İmparatoru VII. Konstantinos’a veya Porphyrygennetos’a sunulmuştur; Birinci Kitab’ı, havaya ilişikin astrolojik öngörüyle ilgilidir ve çiftçiliğe büyük değer veren Zerdüşt’ün (M.Ö. 7. yüzyıl) sahte bir eserine veya eserlerine gönderilerde bulunur11. 6. İslâm medeniyetinin gelişimi esnâsında, âyetlerde ve hadislerde bulunan bazı öngörüler de melhamelere ilâve edilmiştir; özellikle hadis külliyâtlarının “Kitâb elMelâhim” ve “Kitâb el-Fiten” başlıklı bölümlerinde Dünya’nın geleceğine ve Kıyâmet âlâmetlerine ilişkin, çoğu uydurma olan pek çok kehânete rastlamak mümkündür12. 16. yüzyılın önde gelen Osmanlı âlimlerinden Taşköprüzâde Ahmed Efendi (14951561), bu hadislere güvenir ve oğlu Kemâleddîn Mehmed Efendi’nin (1552-1621) bazı ilâvelerle ve Mevzuât el-‘Ulûm ünvâniyle Türkçe’ye çevirdiği Miftâh el-Sa‘âde ve Misbâh el-Siyâde adlı Arapça eserinde, “İlm el-Melâhim” başlığı altında melhameyi tanımladıktan sonra, kısaca şunları söyler: Melhame öyle bir ilimdir ki Dünya Halkı, buna çok özen gösterir ve hükümler çıkarmaya çalışır; lâkin ilm-i ahkâmın, yani bir takım işâretlerden geleceğe ilişkin kehânetlerde bulunma sanatının durumu, şüphe ve tahminden kurtulmuş değildir; aslında nebevî hadislerde bildirilen doğru haberler, insanlar için yeterlidir ve Hazret-i Muhammed, Kıyâmet’e değin meydana gelecek olayların çoğuna, belki de tamamına işâret buyurmuştur13. 7. Caferî fıkhının kurucusu İmam Cafer el-Sâdık’ın (Ölümü 765) ardından melhameler, iki yeni boyut daha kazanmıştır: a) Cafer el-Sâdık’a yakıştırılan Kitâb el-Cefr adlı eserle birlikte, cefr ve melhame arasındaki bağlantı açığa çıkmıştır; melhame, geleceği bildiren cefr ilminin bir dalıdır ve hükümler çıkarırken, yalnızca göksel göstergelerden yararlanır. Melhamelerde Cafer elSâdık’ın isminin çok sık geçmesi, bu ilimle uğraşanların Kitâb el-Cefr’den de yararlandıklarını kanıtlamaktadır. b) Melhameler, Şiî Dünyası’na girmiş ve Şiîler tarafından siyâsî-mezhebî maksatlarla kullanılmıştır. Şiî geleneğine göre, geleceğe ilişkin bilgiler, Ehl-i Beyt’e aracısız olarak bağışlandığı için imamlar yanılmazlar14. 10 11 Thorndike, Cilt 1, s.97. Thorndike, Cilt 1, s.604-605. 12 Ayrıntılı bilgi için bkz., D.B. Macdonald, “Melâhim”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1988, s.659-661; ayrıca bkz., “Melhame”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt 6, İstanbul 1986, s.241. 13 Taşköprüzâde Ahmed Efendi, Mevzuât el-‘Ulûm, Çeviren: Kemâleddîn Mehmed Efendi, Cilt 1, İstanbul 1313, s.418. 14 Mehmet Zeki Pakalın, “Cifr”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt 1, Üçüncü Baskı, İstanbul 1983, s.287-288; D.B. Macdonald, “Cefr”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 3, İstanbul 1988, s.43-45 ve Metin Yurdagür, “Cefr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1993, s.215-218. 4 Cevrî Çelebi ve Melhame-i Cevrî Ne bilür akl-ı kâsır hükemâ Nicedir şîve-i kazâ-yı Hüdâ Osmanlı literatüründe daha çok yazmış olduğu Melhame ile tanınmış Cevrî İbrâhim Çelebi (Ölümü 1654), 17. yüzyılın birinci yarısında İstanbul’da yaşamıştır; şair ve talik hattatıdır; gençliğinde iyi bir eğitim görmüş, Galata Mevlevîhânesi’nin şeyhi İsmâil Ankaravî’nin sohbetlerine katılmış ve Derviş Abdî-i Mevlevî’den hat dersleri alarak iyi bir hattat olmuştur; bütün hayatını İstanbul’da Mevlevî dergâhlarında geçirmiş ve hattatlık ile geçinmiştir; sadece Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin (1207-1273) Mesnevî’sini 22 defa çoğalttığı söylenmektedir15. Bugüne değin yapılan araştırmalar sonucunda, Cevrî Çelebi’nin Divan’ı başta olmak üzere, Selimnâme (1627), Hilye-i Çihâr-Yâr-ı Güzîn (1630), Hall-i Tahkîkât (1647), Aynü’l-Füyûz ((1647), Melhame ((1635) ve Nazm-ı Niyâz (1648) adlarını taşıyan toplam yedi eserinin bulunduğu16 ve bunlardan sadece Melhame ile Nazm-ı Niyâz’ın bilim tarihi araştırmalarına konu olabileceği anlaşılmıştır17. Cevrî Çelebi’nin Melhame-i Cevrî (1635) adıyla tanınan manzûm Melhame’si, aslında Yazıcı Sâlih’in Şemsiyye’sinden (1408/1409) yararlanılarak yazılmış bir mesnevî olduğundan ve dolayısiyle yapısı itibariyle Şemsiyye’ye çok benzediğinden, öncelikle Yazıcı Sâlih ve Şemsiyye’sine ilişkin kısa bir bilgi vermekte yarar vardır. 14. yüzyılın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın birinci yarısında yaşamış olan Yazıcı Sâlih hakkındaki bilgilerimiz oldukça yetersizdir; muhtemelen Ankaralıdır ve ilm-i nücûm denilen astroloji alanında oldukça bilgilidir; dönemine göre iyi bir eğitim görmüş ve Arapça ve Farsça öğrenmiştir; ilme çok önem verir ve bir beyitinde, kehânette bulunurken, Çok ola harb ü cidâl fî Arz-ı Rûm İlm ile her şeye yol var fî umûm diyerek ilme olan güvenini sergiler. Yazıcı Sâlih’in günümüze ulaşan tek eseri, Hicri 811 (Milâdî 1408/1409) yılında yazılmış ve İskender ibn Hacı Paşa’ya ithaf edilmiş olan Şemsiyye adlı manzûm melhamesidir; kısmen telif kısmen de tercüme olan bu melhame yazılırken, daha çok Anadolu Selçuklu Dönemi hekim ve müneccimlerinden Şeyh Hakîm Ebû’l-Fazl Hubeyş ibn İbrâhim ibn Muhammed el-Tiflîsî’nin (Ölümü 1231/1232 [?]) Melhame-i Dâniyâl ve Beyân el-Nücûm adlı eserlerinin kullanılmış olabileceği tahmin edilmektedir18; öyle anlaşılmaktadır ki Selçuklu yazarlarından el-Tiflîsî, Osmanlılar 15 Daha ayrıntılı bilgi için bkz., Mehmed Süreyya, “Cevrî İbrâhim Efendi”, Sicill-i Osmânî, Yayına Hazırlayan: Nuri Akbayar, Eski Yazı’dan Aktaran: Seyit Ali Kahraman, Cilt 2, İstanbul 1996, s.397398; R.E.Koçu, “Cevrî Çelebi”, İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 7, s.3521-3522; Hüseyin Ayan, “Cevrî İbrâhim Çelebi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1993, s.460-461. 16 Ayan’ın belirttiğine göre, Nazm-ı Niyâz, 12 ayın özelliklerinden ve ahkâmından söz eden manzûm bir risâledir, bkz., Hüseyin Ayan, Cevrî, Hayâtı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Divan’ının Tenkidli Metni, Erzurum 1981, s.27-28; muhtemelen bu risâle de melhame türünden bir eserdir. 17 Cevrî Çelebi’nin eserleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Ayan, Erzurum 1981, s.9-30 ve Ayan, İstanbul 1993, s.460-461; ayrıca bkz., E.J.Wilkinson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi, Cilt 3, 4 ve 5, Çeviren: Ali Çavuşoğlu, Ankara 1999, s.211-214 ve Mine Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat TarihiMetinler, Beşinci Baskı, Ankara 1999, s.191-192. 18 İzgi’nin bildirdiğine göre, Hubeyş el-Tiflîsî’nin astrolojiyle ilgili üç eseri bulunmaktadır ki bunlar Kitâb Medhal el-Nücûm, Kitâb Beyân el-Nücûm ve Usûl el-Melâhim’dir; Melhame-i Dâniyâl olarak 5 arasında oldukça rağbet bulmuştur19; çünkü biri rüya tabiri ile ilgili olan Tabîrnâme20 ve diğeri ise kimya ile ilgili olan Beyân-ı Sınâat21 adlı iki eseri daha Türkçe’ye çevrilmiştir; öyleyse Osmanlı Dönemi’nde oluşan melhame geleneği ile birlikte tabirnâme ve kimya geleneklerinin de kökleri, en azından el-Tiflîsî’nin eserlerine kadar geri gitmektedir. Astrolojiye ilişkin bilinen ilk Türkçe manzûm eser olan Şemsiyye, remel bahrinde yazılmış bir mesnevîdir ve konuları itibâriyle üç bölüme ayrılmıştır. Birinci Bölüm’de, diğer İslâmî eserlerde de görüldüğü gibi, Allah, onun resûlü Hazret-i Muhammed ve ilk Dört Halife övülmüş ve yapıtın yazılış gerekçesi bildirilmiştir. İkinci Bölüm, SüryânîŞemsî Takvimi’ne göre, 12 Şemsî aya, yani Teşrîn-i Evvel, Teşrîn-i Sânî, Kânûn-ı Evvel, Kânûn-ı Sânî, Şubât, Mârt, Nîsân, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül’e karşılık gelen 12 altbölüme ayrılmış ve her altbölüm başında o ay olacak ve bitecek olaylar ile yapılması ve yapılmaması gereken eylemler belirtildikten sonra, 25 altbaşlıkta, yer gürlemesi ve deprem hâriç, Gökyüzü’nde gözlenmesi muhtemel olan 23 astronomik ve meteorolojik olgunun Yeryüzü’nü ve özellikle de insanları nasıl etkileyeceğine ilişkin kehânetler sunulmuştur; Üçüncü Bölüm ise çeşitli konulara ayrılmıştır; Şemsî aylara göre Ay’ın menzilleri, Süryânî aylarının başlangıç günleri, Arabî ayların adları, günlerinin özellikleri, kutlu veya kutsuz yönleri, bu aylarda yapılacak veya yapılmayacak işler bildirilmiştir. Cevrî Çelebi’nin 3617 beyitten oluşan Melhame’si de, yazılış gerekçesini bildiren kısa bir Giriş ile başlar; burada Yazıcı Sâlih’in Şemsiyye’si edebî yönden eleştirilir, ancak çok yararlı görüldüğü için, içeriği korunmak ve biçimi değiştirilmek suretiyle bu eserin yeniden nazıma sokulduğu belirtilir: Ba’de hamd-ı Hüdâ na’t-ı Nebî Melhame nazmının budur sebebi Bundan akdem bir ehl-i nazm-güzîn Ki dinür nâmına Salâhüddîn tanınan Usûl el-Melâhim’in Önsöz’ünde, yazar, padişahların ve diğer ileri gelenlerin melhame konusundaki eserlere çok rağbet ettiklerini görünce, bu konuda muhtasar bir kitap yazma ihtiyacı duyduğunu ve eseri, 28 bâb üzerine tertip ettiğini söylemektedir; bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan bu eser (Ayasofya, Nr.2706), Melhametü Dânyâl adıyla İran’da basılmıştır (Tahran 1340); Hubeyş el-Tiflîsî’nin hayatı ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Cevat İzgi, “Hubeyş et-Tiflîsî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 18, İstanbul 1998, s.268-270. Melhame-i Dâniyâl başlığını taşıyan mensûr tercümeler de bulunmaktadır; bunlardan birisi, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphânesi, Yazmalar Bölümü’nde İsmâil Sâib I/511 numaralı bir mecmuanın içindedir (s.1b-5a); ancak eserin ve tercümenin kime âit olduğu belirtilmemiştir. 19 Daha ayrıntılı bilgi için bkz., Âmil Çelebioğlu, “Yazıcı Sâlih ve Şemsiyye’si”, İslâmî İlimler Dergisi, Sayı 1, Erzurum 1976, s.183; Âmil Çelebioğlu, “Yazıcı Sâlih”, Türk Ansiklopedisi, Cilt 33, Ankara 1984, s.417-418 ve Âmil Çelebioğlu ve Kemal Eraslan, “Yazıcıoğlu”, İslâm Ansiklopedisi”, Cilt 13, İstanbul 1986, s.363-365. 20 II. Kılıcarslan’a sunulan bu Farsça eserin özgün adı Kâmil el-T‘abîr’dir; Daniyâl, Cafer el-Sâdık, İbrâhim el-Kirmânî, Câbir el-Mağribî, İbn Sîrîn, İsmâil ibn Eşhâs, Abdüsselâm ibn Hasan ve Abdûs gibi Ortaçağ’ın ünlü tabircilerinin eserlerinden yararlanılarak yazılmış ve Türkçe’ye beş ayrı çevirisi yapılmıştır; daha ayrıntılı bilgi için bkz., İzgi, İstanbul 1998, s.270. 21 Beyân el-Sınâ‘ât da Farsça yazılmıştır ve 20 bâbdan oluşmaktadır; kimya ilmi, değerli taşlar, cam ve bunların boyanması, boya terkipleri, kılıç, bıçak ve ustura gibi âletlere su verilmesi, deri tabaklama ve boyama teknikleri, mürekkep yapımı, hayvanların özellikleri, değerli taşlar ve madenlerin özellikleri, elbiselerden leke çıkarma gibi konuları içermektedir; eserin Halîl ibn Abdurrahman tarafından Türkçe’ye muhtasar bir tercümesi yapılmıştır; daha fazla bilgi için bkz., İzgi, İstanbul 1998, s.270. 6 Fârisî nüshadan bu Melhame’yi Ya’ni bir kavl-i turfe-zemzemeyi Tarz-ı Rûmî’de eylemiş beste Kılmamış bir usûle peyveste Her edâsı rekîk nâ-merbût Cümle terkîbi haşv ile mahlût Ne kavâfîsi var ne evzânı Ya’ni her beyti mahz-ı vîrânî Ne kadar aklın olsa dâniş-i pâk Yine mefhûmun idemez idrâk İttifâkan bir ehl-i tab’-ı selîm Yâr-ı dîrîne âşinâ-yı kadîm Mâlik olmuş bu nüshaya ammâ İ’tibâr itmemiş ana aslâ İtdi bir gün Fakîr’e böyle niyâz Ki eyâ nâzım-ı leâlî-i râz Hâtıra bir latîfe itdi hutûr Diyeyin lîk tut beni mazûr Ol kitâbın ki adı Melhame’dir Nüsha-i hâdisât-ı muazzamedir Kurtarub nazmını sekâmetden Behremend itsen istikâmetden Bir hoş-âyende nazmla bu kitâb İtse ehl-i fesâhati i‘câb Bulsa her lafzı hüsn-i mevzûnu Bî-ta‘ab-ı fehm oluna mazmûnu Ger kabûl eylesen bu mesûlü Hâss u âmmın olurdu makbûlü ... Uydu tab’ım bu kavl-i ma‘kûle Geçdi aklın kelâmı makbûle Başlayub nazma itdi anı temâm 7 Oldu müdde’âsı şöhret-i tâm Hiç mazmûnun itmiyib tağyîr Kıldı hüsn-i edâ ile ta‘yîr Kim olursa olur bunu nâzım İlm-i hikmet degil ana lâzım22 Giriş’ten sonra Cevrî Çelebi, hemen konuya geçmiş ve öncelikle Süryânî, Acem, Arap, Yunan, Yahudi ve Efrenc (Frenk) takvimlerinde yılbaşı olarak benimsenen ay ile bu ayın özelliklerini bildirmiştir; meselâ Süryânî Takvimi’nde yılbaşı Teşrîn-i Evvel denilen Ekim ayıyla başlatılır: Süryânî’nin İ’tibârı Budur Kavl-i Süryâniyân’da bi’l-icmâl Oldu Teşrîn-i Evvel ol sâl Ya’ni Uhturus eyledikde duhûl Halk olur geşt u kârdan mahsûl Cem’ olub hem zahâir-i bisyâr Pür olur künc-i hâne vü anbâr Hem olur bâğ-ı dehrin eşcârı Hil’at-ı berk ü bârdan ârî Kâra âgâz idüb ziragerler Yeni başdan zirâat eylerler Ol sebebden bu mâh-ı ferruh-fâl Oldu bi’l-i’tibâr evvel-i sâl23 Ardından Rûmî ve Hicrî takvimlerine göre, yılbaşının tesâdüf ettiği günün ahkâmına geçilir; meselâ Rûmî Takvim’e göre yılbaşı Pazar günü girerse, şunlar olacaktır: Pazar Güni Olsa Olsa Yekşenbe evvel-i meh-i sâl Ola gâyet ziyâde yağ ile bal Hastalar heb şifâ bula bu sene Sağlar hoş-mizâc ola bu sene Hem ola kesret üzre nev‘-i sennûr Bî-şumâr ola hem vuhûş u tuyûr 22 23 Cevrî Çelebi, Melhame-i Cevrî, Yayıma Hazırlayan: Sâbit Efendi, İstanbul 1294 (1877), s.2-3. Cevrî Çelebi, s.3-4 8 Sâhib-i esb u eşter u ağnâm Süd alub mâyeden bulurlar kâm Germ ola gâyetiyle tâbistân Isıdan yana bağ ile bustân24 Bundan sonra Melhame-i Cevrî’nin en geniş bölümüne sıra gelir; burada Teşrîn-i Evvel’den, yani Ekim ayından itibâren Şemsî Süryânî (ve Rûmî) ayların ahkâmı bildirilir; Şemsiyye’de olduğu gibi, bu aylarda gerçekleşecek Güneş ve Ay tutulması ile ağıllanması (yani bir hâle ile çevrelenmesi), yeniayın görünmesi, kuyrukluyıldızın belirmesi, yıldız kayması, gökkuşağının çıkması, şimşek çakması, havada kızıllığın oluşması, bir şekil görünmesi, bir hayvan sûretinin belirmesi, gök gürlemesi, yıldırım düşmesi, havadan ateş dökülmesi, şiddetli yağmur, dolu, toprak, kurt ve kurbağa yağması, yerden toz kopması, sis çıkması, güçlü bir rüzgâr esmesi, havadan ve yerden sedâ gelmesi ve zelzele olması gibi astronomik ve meteorolojik olguların Yeryüzü’ndeki hayatı nasıl etkileyeceğine ilişkin kehânetlerde bulunulur; meselâ Kânûn-ı Sânî’nin yani Ocak ayının ahkâmı şudur: Ahkâm-ı Kânûn-ı Sânî, Yûnâniyyân Kavl Üzre ve Ahkâm-ı Havâ ki Vâki Olur Çünki Kânûn-ı Sânî ide duhûl Diyeyin hükmini neyse eyle kabûl Kavm-i Yûnân didi bu mâha Yenâr Orta kış ayıdır olunsa şümâr Nâmın üç vechile işittin çün Bil ki eyyâmıdır otuz bir gün Ola bu ay içinde mülk-i beden Müzdahim hayl u ceyş-i balgamdan Hükm-i balgam ziyâde gâlib olur Mi’de gâyet taâma râgib olur Mi’dede iştihâ olur ammâ Yine eyler tabiat istiğnâ Lâyık oldur gıdâyı az ideler Çok yemekten hem ihtirâz ideler Ola nâfi kebâb u lahm-i semîn Az yiyenler marazdan ola emîn İçile sâf u tâze vü bâde-i nâb Lîk bir katrece kalmaya âb 24 Cevrî Çelebi, s.5. 9 Bedene fevt ola rûha gıdâ Böyledir kavl-i nâfi-i hükemâ Tâze mâhî tarî ider bedeni Yağla hem dühn-i yâseminle bedeni Ger cimâ eylemesen bu ayda sezâ Nef’î çokdur riyâzetin ammâ Tab’ı bârid taâmdan hazer it Dahi şûr u galîzden güzer it Eyle sîr ü piyâzdan perhîz Tâ seni itmiye maraz tacîz Eylemiş feylesûf-ı hikmetkâr Bunun eyyâmını bu resme şümâr Bunun evvelki gicesi meşhûr Leyle-i ıyd ile olur mezkûr Ki Kalendâş dirler ol ıyde Kavm içinde budur pesendîde Ol şebe i’tibâr idüb Arabân Şam’da ıyd idüb olur handân Dahi cümle tebâhi-i A’câm Bir yere cem’ olur ol gice temâm Âteş-efrûz olub o şeb bunlar Karşusunda şetâret eylerler Dahi ol gice sünnet oldu Mesîh Böyledir İsevî’de kavl-i sahîh Hem ikinci günündedir mahzûr Kavl-i Mûsâ’da nahsla meşhûr Rûz-ı sâlis Neâyim ola bedîd Hanav ol gün nazardan ola baîd Nahsdır o gün şübhesiz zinhâr Olma bu vechle mübâşir kâr Dahi altıncı gününde hikmet var Bir mübârek huceste sâ’at var Ki o sâ’atde cümle acı sular 10 Ola tatlu misâl-i şehd u şekker Böyledir itibâr-ı İseviyân Olmaz inkâr hikmet-i Yezdân İrişince o vakt-i ferruh-dem İsevîler olur o gün hürrem Bu ümîd ile ol zamân onlar Cümlesi ya’ni hâçı suya atarlar Dahi ol gün Kabîle-i İsâ İtdiler azm-i hâne-i Yahyâ Onda İsâ’yı itdiler veftûz Oldı ol rûz bunlara nevrûz Ol günün Füte didiler nâmın Ba’dehu dinle sâir eyyâmın Sekizinci günü muteberdir Rûz-i fîrûz ve sad-ı ekberdir On ikinci günü ola bî-illet Gündüz on dört gice on saat Dahî ol günde böyle oldu haber Delv olur zarf-ı âb çeşme-i Haver Rûz-ı sâdis aşarda belde toğar Görmez ol gün zirâı hüsn-i basar İrişince yigirmiye eyyâm Ola ahkâm-ı Erbaîn temâm Hem yigirmi birindedir Hamsîn Cem-i vahş u tuyûr yurdunda Birbiriyle muvâneset ideler İltimâs-ı mücâmaat ideler Hem yigirmi beşinde hâsıl-ı kâr Olunur zir’ içün zemîn şiyâr İrişüb yani feyz-i Hayy-i Kadîr Rahm-i arzı ide tohum-pezîr Ne ekilse o gün hatâ itmez 11 Biter, aslâ fenâ bulub yitmez Hem yigirmi tokuzda oldu beyân Gâvle zâbih iyân ve neşre nihân Çün bu ayın sayıldı eyyâmı Gün be-gün nakl olundu ahkâmı Olalım yine kîl u kâl üzre Gidelim kavl-i Dânyâl üzre25 Şâyet Kânûn-ı Sânî’nin birinci günü Erbia, yani Çarşamba gününe denk gelirse, ahkâmı şöyledir: Erbiâ Olsa Erbiâdan olsa evvel-i mâh Şâh-ı Bağdâd’ın ömrü ola tebâh Bir zamân halkı kaht ide muztar Ehl-i Bağdâd Rûm’a azm ideler Mekke’de hem Yemen’de ola vebâ Düşe bu iki şehre kaht u galâ Galle çok nukre olmaya ilde Tâcire ola sûd bu yılda Ese yeller Şubat içinde azîm Kışda ammâ ola sehâb-ı leîm Yağmaya fasl-ı deyde çok bârân Orta güz son güz âbyer tûfân Olmıya berf egerçi fasl-ı şitâ Serd u huşk ola gâyet ile havâ Gayrı yerlerde tâ nihâyet-i sâl Böyledir hükm-i Kâdir-i Müteâl Ekseriyyâ bulutlu ola havâ Yağmur az ola bî-şümâr ola mâ Ola çok ra’d u berk u zelzele hem Iztırâb ide âlem u âdem Meyve vü revgan ola bî-pâyân 25 Cevrî Çelebi, s.44-46. 12 Hâm sözlerle tola gûş-i Cihân Şâh-ı Mağrib vebâdan ide vefât İrişe hem erâzile âfât26 Aynı anda Güneş tutulursa, Pars (Fars) mülkünden bir emîr Rum mülkünden bir emîri esir alacaktır: Gün Tutulsa Vâki olsa bu ay içinde küsûf Böyle açmış bu sırrı ehl-i vukûf Pârs mülkünde her kîm ise emîr Rûm’dan bir emîri ide esîr İtdire bende gibi hidmet ana Cevr u zulm ide bî-nihâyet ana Hâss u âmm ol emîre mâtem ide Gussası çeşm-i halkı pür-nem ide Ol sebebden harâb ola nice şehr Böyledir köhne resm u âdet-i dehr Nice âzâdeyi esîr eyler Nice şehzâdeyi hakîr eyler Yine gör lutf-ı Hâlik-i ebşeri Şâd ide nimetiyle bendeleri Şol kadar nimete vire berekât Olmaya rızka haddle gâyet Her vilâyetde vâfir ola niam Halka kaht galâdan irmeye gam Ola mahsûl-i kesb u kâr kalîl Germi-i sayt halkı ide alîl Câ be-câ zâhir ola ehl-i fesâd Sûfiyân ide leh riyâyı mezâd Ger gurûba karîb olursa küsûf Fitne yer yer çeke rimâh u suyûf Olmaya bu yıl içre emn u emân 26 Cevrî Çelebi, s.47-48. 13 Havf u endûh ile pür ola Cihân27 Gökyüzü’nde kuyruklu yıldızların belirmesinin uğursuzluk getirdiğine inanılmıştır; bu inancın yaygınlaşmasında ve kökleşmesinde melhameler de etkili olmuş olabilir; çünkü bu tür eserlerde kuyruklu yıldızlara ilişkin ahkâmın genellikle hayra yorulmadığı gözlenmektedir; nitekim Cevrî Çelebi, meselâ Kânûn-ı Sânî’de görünen kuyruklu yıldızın Yeryüzü’ndeki etkileri konusunda hiç de olumlu hükümler vermez: Kuyruklu Yıldız Kevkeb-i zû-zevâbe olsa ayân Çeke tuğ u alem şehenşâhân Her biri fâtih-i memâlik ola Her biri râh-ı adle sâlik ola Evveli böyle sa’d olur ammâ Âhiri nahs ola dimiş hükemâ Mülk-i Mağrib’de fitne zâhir olub Mısr mağlûb hükm kâhir olub Rûm ilinde ola kıtâl u cidâl Çok döke kanı düşmen-i kattâl Def içün bu belâları ekser Eyleye pâdişâh-ı Rûm sefer Münkatı olmaya velî bu fiten Nice yıllar irişe halka mihen Çok gâyetle sefk-i demâ Hem ufûnetle hâsıl ola vebâ Mürg u mâhî bu yılda ola ziyâd Bahr ile bir de sûd ide sayyâd Âkıbet bunlar ola yine helâk Pâk ola lâşelerden âb ile hâk Zeyt u zeytûn u revgan-ı sâde Çok ola çâr-sûy-ı Dünyâ’da Ebr-i cûdiyle fâizü’l-berekât Ola sermâye-bahş-ı mezrûât28 27 28 Cevrî Çelebi, s.50-51. Cevrî Çelebi, s.52-53. 14 Bu inancın önemini küçümsememek gerekir; çünkü büyük Osmanlı matematikçisi ve astronomu Takîyüddîn ibn Marûf’un (1526-1585) kurmuş olduğu İstanbul Rasathânesi’nin yıktırılmasının (1580) nedenleri arasında bu inancın yarattığı korku da sayılmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, astronomik olgular yanında meteorolojik olgular da geleceğe yönelik öngörülerde kullanılmıştır; meselâ Şubat ayında şiddetli yağmur yağması hayra alâmettir: Şiddet-i Bârân Yağa hiddetle ger bu ay yağmûr Bu sene nimet ola nâ-mahsûr Ola hurma lezîz vü hem bisyâr Bula emn u emânı cümle diyâr Şâd ola her tarafda bâzergân Adl ide pâdişâhlar her ân Pür-safâ ola ser be-ser Dünyâ Eseri olmıya gamın aslâ29 Mart ayında gökkuşağının görünmesi ise hayra alâmet değildir: Ahkâm-ı Alâim-i Semâ Kursa kavs-i kuzah felekde kemer Ola çok kasr u tâk zîr u zeber Hasm ola birbiriyle iki şâh Çekeler biri biri üzre sipâh Birbirinin vilâyetin basalar Emn u sulhun kemânını yasalar Yakalar şehr u kasr tâkları Yıkalar manzar u revâkları Dökeler kanı ideler cengi La’l ola hâk-i tîrenin rengi Bu alâmât görünse Mağrib’den Kurula ol diyâra cisr-i fiten Kaht ola üç sene pey ender pey Şerbet-i mevti nûş idince dahî 29 Cevrî Çelebi, s.66-67. 15 Ekin olmıya ol vilâyetde Kimse sûd itmiye hirâsetde Çüriye galle çok yağa bârân Hem helâk ola mevtle nisvân Bâbil iklimine gele a’dâ Katl ide pâdişâhını hattâ Sonra bir şâh ide o mülke cülûs Tağıla ceyş-i düşmen-i menhûs Olalar nicesi esîr u helâk Halkı ola cümle gussadan bî-pâk30 Görüldüğü üzere bu kehânetler, 16. yüzyılın meşhur Fransız kâhin ve hekimlerinden Nostradamus’un (1503-1566) Centuries (Yüzlükler, 1555) adlı eserindeki kehânetleri andırmaktadır; bu benzerlik şaşırtıcı değildir; çünkü aklî ilimler gibi, aslında ilimlerin bir bölümü olarak görülen gaybî ilimler de, müşterek bir geleneğin ve birikimin mahsûlüdür ve geçmişi, melhamelerin içinde karşılaşılan ipuçlarından da anlaşılacağı üzere Mısır ve özellikle de Mezopotamya medeniyetlerine kadar geri gitmektedir. Cevrî Çelebi, ayların ahkâmını böylece sıraladıktan sonra, kısa bir Sonuç ekler ve burada daha önceden aktarılmış olan kehânetlerden ötürü âdeta nedâmet getirir; Allah’ın hikmetinin bilinemeyeceğini, filozofların Yüce Yaratıcı ve Yönetici’nin yaptıklarına (ve yapacaklarına) akıl erdiremeyeceklerini, iyilik ve kötülüğün Güneş ve Ay tutulması gibi göksel olgulara dayanmadığını ve bunların aslında Tanrı’nın işâret ve alâmetlerinden ibâret olduğunu söyler; böylece muhtemelen toplumun tutucu kesimlerinden alabileceği tepkilerden çekindiği için, kendisiyle çelişkiye düşmekten kaçınmayarak buraya kadar söylediklerini yalanlar: Hâtime-i Der Nedâmet-i În-Kâr Ey kalem-rân-ı hıtta-i hızlân Nice bir sebt-i safha-i hezeyân Nice bir kıssa-i havâdis-i cevv Yeter oldan bu râhdan kec-rev Geç vâdi-i hayret-efzâdan Fârig ol bî-netîce sevdâdan Nakl olunmaz kemâl-i hikmet-i Hakk Eyle bâb-ı tekellümü müteallak Ne bilür akl-ı kâsır hükemâ Nicedir şîve-i kazâ-yı Hüdâ 30 Cevrî Çelebi, s.75-76. 16 Hakk’ın âyâtıdır husûf u küsûf Hayr u şerr onlara değil mevkûf Ne dem olsa irâde-i Mevlâ Hükm-i takdîrini ider icrâ Ey hatâ-pûş bende-i müznib Oldu Cevrî bu cürmüne tâib Ger hatâ ger savâb ola bu makâl İtme sebt-i cerîde-i a’mâl Hatt senin hem kalem senin Yârâb Ne yazarsın kerem senin Yârâb31 Daha sonra Cevrî Çelebi, bütün bunları söylememişcesine, Güneş’in tutulma düzlemindeki konumuna göre, Ay’ın konumunun nasıl belirleneceğini bir misâlle gösterir ve Ay’ın 12 burçtaki, yani sırasıyla Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Arslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova ve Balık’taki ahkâmını bildirir; öyle anlaşılmaktadır ki biraz önceki nedâmetinde samimi değildir: Kamer’in Seyrini Bildirir Bilmek isterse ehl-i hâcet eger Kangı yeri makâm idindi Kamer Olsa maksûdu her ne gûne bilmek Saya eyyâm-ı şehri ol güne dek Kıla ana bir ol kadar günü zamm Üstüne beş aded dahi koya hem Mevzi-i Âfitâb’dan yekbâr İde her burcu beş adedle şumâr Kangısında tamâm olursa hisâb İtmiş olur Kamer o burcu meâb Misâl Meselâ olsa ayın on üçü eger Bir o denlü izâfet eyleseler Saysa aklın yigirmi altı bulur Beş ziyâde eylesen otuz bir olur 31 Cevrî Çelebi, s.170. 17 Mevzi-i Şems o demde olsa Hamel Beş disen ana cümleden evvel Bu hisâb üzere eylesen tadâd Bulsa gâyet o cem olan adâd Kurs-ı Meh bî-ziyâde vü noksân Ola mevzû-ı keffe-i Mîzân32 Ay İkizler burcuna girdiğinde, tırnak kesilmemesi ve hacamat yapılmaması gerekir: Cevzâ’da Olsa Kamer’in olsa menzili Cevzâ Rûy-ı kitâba bakmak oldu sezâ İştirâ-yı gulâm u câriye hem İbtidâ-yı muhâsebât u rakam Ola ferruh duhûl-i şehr u sefer Dahi talîm-i ilm u fenn u hüner Oldu câiz libâs-ı nev ammâ Kılma akd-i nikâh u tarh-ı binâ Kat-ı nâhun dahî hacâmat u kasd Men olunmuşdur itme bunları kasd33 Nihâyet Melhame-i Cevrî’nin sonunda, Cevrî Çelebi, Ay’ın 28 menzilini, yani buradaki sıraya göre, Avvâ, Farg-ı Muahhar, Simâk, Reşâ, Gafr, Şaratîn, Zubânâ, Buteyn, İklîl, Süreyyâ, Kalb, Deberân, Şevle, Haka, Neâim, Hana, Belde, Zirâ, Sad-ı Zâbih, Nesre, Bula, Tarfe, Sad-ı Suûd, Ahbiye, Zubre, Farg-ı Mukaddem ve Sarfe’yi tanıtır34 ve meselâ Kalb ve Sad-ı Zâbih menzillerindeki yıldızları şöyle betimler: Kalb Kalb bir kevkeb-i münevverdir Ne müseddes ne hod müdevverdir Yazdı ol şekli eyleyen mersûm İki yanında iki hurde nücûm35 32 33 Cevrî Çelebi, s.170-171. Cevrî Çelebi, s.172. 34 Bir menzil, büyük bir olasılıkla da Cebhe unutulmuş veya yazılmamıştır; Osmanlılardan günümüze ulaşan Türkçe metinlerde, genellikle burçların ve menzillerin Arapça isimleri kullanılmış ve aradan geçen süre içinde, burç isimleri Türkçeleştirildiği halde, menzil isimleri Türkçeleştirilmemiştir. 35 Cevrî Çelebi, s.176. 18 Sa’d-ı Zâbih Sa’d-ı Zâbih’dir iki necm-i sagîr İtmiş Hakk ânı o denlü münîr Heyetin böyle yazdı Sûretger Sanki bir gûsfendi zebh eyler36 Sonuç Cevrî Çelebi’nin Melhame’si Osmanlılar arasında çok sevilmiş ve son dönemlere değin okunmuştur; çünkü çok sayıda yazma ve basma nüshası mevcuttur; belirlenebildiği kadarıyla Hicrî 1272, 1294 ve 1306 (Milâdî 1855/1856, 1877 ve 1888/1889) yıllarında üç defa basılmıştır; buna rağmen Melhame-i Cevrî bir araştırma ürünü değildir; yazar kendisinden hemen hemen hiçbir şey katmamış ve Şemsiyye’yi kendi edebî duyuş ve anlayışına göre yeniden nazma sokmakla yetinmiştir. Şemsiyye ile Melhame kullandıkları dil ve bilgi birikimi açısından karşılaştırıldıklarında görülmektedir ki Şemsiyye’nin dili daha açıktır; Türkçe kelimeler, Arapça ve Farsça kelimelere oranla çoğunluktadır; içeriği zengindir; doğal olguların, toplumsal olaylar üzerindeki etkileri daha açık bir biçimde anlatılmıştır; çiftçilikle uğraşan bir toplumun gereksinim duyacağı bilgilere daha geniş bir biçimde yer verilmiştir37. Bu tür yapıtların, özellikle bilimsel kavram ve kuramların geniş bir kitleye tanıtılması ve yayılması bakımından önemli oldukları düşünülebilir; ancak unutulmaması gerekir ki melhamelerde, bilimsel olan bilgilerle bilimsel olmayan bilgiler, karışık bir biçimde birarada bulundukları için, bilimsel ve bilimsel olmayan ayrımının yapılması ve dolayısıyla bilimsel düşünce biçiminin kavranması güçleşmekte ve bilimin doğası konusunda tam olarak aydınlanmayan kişiler için, bilimsel olanın yerine bilimsel olmayanı koyma tehlikesi büyümektedir. Ayrıca 17. yüzyıl, Batı’da, “Bilimsel Devrim Çağı”dır ve bu çağda, bilimin bütün alanlarında, yeni bilimsel kuramlar tasarlanmış ve eski bilimsel kuramların yerine geçirilmiştir; dolayısıyla doğumlarından ölümlerine değin, Eskiçağ ve Ortaçağ bilimsel kuramlarından beslenen melhameler, bir yerde geleneksel bilgiyi yeniden üreten ve yayan araçlar oldukları için, 16. yüzyıldan sonra, Osmanlı ülkelerinde yeni bilimsel kuramların tanınması ve benimsenmesini güçleştiren engellerden biri durumuna gelmiş olmalıdırlar; bu nedenle, her ne kadar içerikleri aynı olsa da, 15. yüzyılda yazılan Şemsiyye ile 17. yüzyılda yazılan Melhame’yi aynı ölçütlerle değerlendirmek, sanırız Şemsiyye’ye haksızlık olacaktır. Kaynaklar Aristoteles, Meteorology (Meteorologica), İngilizce’ye Çeviren: E.W. Webster, Londra 1952, (Bu çeviri, William Benton’ın yayıma hazırladığı, The Works of Aristotle adlı külliyâtın birinci cildinde bulunmaktadır). 36 Cevrî Çelebi, s.177. Hüseyin Ayan, Erzurum 1981, s.26. 37 19 Ayan, Hüseyin, Cevrî, Hayâtı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Divan’ının Tenkidli Metni, Erzurum 1981. Ayan, Hüseyin, “Cevrî İbrâhim Çelebi”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1993, s.460-461. Cevrî Çelebi, Melhame-i Cevrî, Yayıma Hazırlayan: Sâbit Efendi, İstanbul 1294 (1877). Çelebioğlu, Âmil, “Yazıcı Sâlih ve Şemsiyye’si”, İslâmî İlimler Dergisi, Sayı 1, Erzurum 1976. Çelebioğlu, Âmil, “Yazıcı Sâlih”, Türk Ansiklopedisi, Cilt 33, Ankara 1984, s.417-418. Çelebioğlu, Âmil ve Kemal Eraslan, “Yazıcıoğlu”, İslâm Ansiklopedisi”, Cilt 13, İstanbul 1986, s.363-365. Erkan, Mustafa, “Câmâsbnâme”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1993, s.4345. Gibb, E.J.Wilkinson, Osmanlı Şiir Tarihi, Cilt 3,4 ve 5, Çeviren: Ali Çavuşoğlu, Ankara 1999. Harman, Ömer Faruk, “Danyâl”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 8, İstanbul 1993, s.480481. İzgi, Cevat, “Hubeyş et-Tiflîsî”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 18, İstanbul 1998, s.268270. Kitabı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, İstanbul 1997. Koçu, R.E., “Cevrî Çelebi”, İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 7, s.3521-3522. Macdonald, D.B., “Cefr”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 3, İstanbul 1988, s.43-45. Macdonald, D.B., “Melâhim”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1988, s.659-661. Mehmed Süreyya, “Cevrî İbrâhim Efendi”, Sicill-i Osmânî, Yayına Hazırlayan: Nuri Akbayar, Eski Yazı’dan Aktaran: Seyit Ali Kahraman, Cilt 2, İstanbul 1996, s.397-398. “Melhame”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt 6, İstanbul 1986, s.241. Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Tarihi-Metinler, Beşinci Baskı, Ankara 1999. Özdemir, Hasan, “Geleneksel Kültürümüzde Şahmeran”, V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri, Cilt 2, Ankara 1997, s.221-228. Pakalın, Mehmet Zeki, “Cifr”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt 1, Üçüncü Baskı, İstanbul 1983, s.287-288. Sarton, George, Antik Bilim ve Modern Uygarlık, Çevirenler: Melek Dosay ve Remzi Demir, Ankara 1995. Sezgin, Fuat, Geschichte Des Arabischen Schrifttums, Cilt 7, Leiden 1979. Şemseddin Sâmî, “Dâniyâl”, Kâmûs el-‘Alâm, Cilt 3, İstanbul 1308. Taşköprüzâde Ahmed Efendi, Mevzuât el-‘Ulûm, Arapça’dan Çeviren: Kemâleddîn Mehmed Efendi, Cilt 1, İstanbul 1313. Thorndike, Lynn, A History of Magic and Experimental Science, Cilt 2, Dördüncü Baskı, New York 1947. Vaux, B.Carra de, “Dâniyâl”, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 3, İstanbul 1988, s.479. Yurdagür, Metin, “Cefr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 7, İstanbul 1993, s.215-218. 20 21