SAÇLARI ÖRTMEK VE KAPANMA
Resim : Başörtüsü ve Kapanma
Peygamberimiz’in vefatından sonra din adına yapılan saptırma ve ilavelerde, kadınlarla ilgili konuların özel bir yeri olduğunu bir önceki bölümde gördük. Kadınların kapanması ise kadınlarla ilgili uydurulanlar içinde özel bir yere sahiptir. Bu yüzden kitabımızda bu konuyu ayrı bir başlık altında inceliyoruz. İnsan, memeli canlılar içinde tek çıplak doğup giyinendir. 7-Araf Suresi 22. ayetten, insanların giyinmesinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu öğreniyoruz. Kıyafet zamana, toplumun geleneklerine, iklimin şartlarına, meslek gruplarına, makama, mevkiye, yaşa ve birçok faktöre göre hem toplumlar arası hem de toplum içi çeşitlilik göstermiştir. Bazı toplumlar, Hint-Avrupa ırkında olduğu gibi tarih boyunca kıyafetlerinde birçok kere değişiklikler yapmışlardır. Bazı toplumlar ise Asya toplumlarında olduğu gibi tarih boyunca kıyafetlerinde çok daha az değişiklik yapmışlardır. Toplum içi kıyafet farklılıklarının en iyi örneklerinden birisi Osmanlı’dır. Osmanlı’da padişah üç sorguçlu sarık takarken, vezir-i azam iki sorguçlu, halk ise tek sorguçlu takabilirdi. İki veya üç sorguç halka yasaktı. Saraylının, esnafın, tekke ehlinin, ayrı din mensubu kadın ve erkeklerin başlıkları, kıyafetleri, renkleri Osmanlı’da hep farklıydı ve bu kıyafetlerin farklılığı kanunlar ile korunurdu. Görüldüğü gibi hem toplumlar arası hem toplum içi kıyafetlerin farklılığı, gelenek ve şartların bu kıyafetleri oluşturması, zengin malzemeli bir tarih ve sosyoloji
konusudur.
Resim : Yerel Kıyafet
SORUN GELENEĞİN DİNSELLEŞTİRİLMESİDİR
Daha önce değindiğimiz gibi din adına uydurulanları incelersek, bir toplumun belli bir dönemdeki bakış açısının ve geleneklerinin dinselleştirilmesinin, bahsedilen uydurmalarda önemli bir yeri olduğunu görürüz. Kapanma konusunda, bu gelenekleri dinden ayırmanın yolu, Kuran’dan anlaşılan kapanmanın din olduğunu, Kuran’dan çıkmayan kapanma şekillerinin ve izahların, din adına uydurmalar ve geleneklerin dine sokulması olduğunu bilmektir. Şunu bir daha belirtelim ki geleneklerin bir kıyafet oluşturmasının bir mahzuru yoktur. Yanlış olan, tarihin belli bir döneminin kültürünün unsuru olan ve belli bir toplumu ilgilendiren “tarihsel” kıyafetlerin, evrensel olan ve binlerce yıllık zaman dilimine inmiş olan dine mal edilmesidir. Örneğin, sarığı, belli bir dönemde erkeklerin kıyafetini tamamlayan bir aksesuar, sıcaktan koruyan bir başlık olarak erkeklerin giymesi yanlış değildir. Yanlış olan, sarığın dinen “kutsal” bir giyecek gibi giyilmesi, başkalarına dini kıyafet diye empoze edilmesi ve Kuran’da hiç bahsedilmeyen sarık giyme uygulamasının “sevap” diye dine sokulmasıdır.
Sorun belli bir toplumun geleneği sonucu sarığın takılması değil, o geleneğin “din” olarak sunulmasıdır. Bu temel mantığı iyice kavramamız saçları örtmenin ve peçenin nasıl dinselleştirildiğini anlamamızda ve bu kıyafet şekillerini gereği gibi değerlendirmemizde faydalı olacaktır. İlk önce yapmamız gerekeni yapalım ve Kuran’da kapanmayla ilgili geçen tüm ayetleri inceleyip Kuran’ın, yani dinin, istediği ölçüyü bulalım.
Ey Ademoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süs kıyafeti indirdik.
7-Araf Suresi 26
7-Araf 22 ve Araf 26’dan, avret yerlerini örtmenin ilk insandan beri hem erkek, hem kadın için örtünmenin minimumu olduğunu anlarız. Kadınlara özel giyinmeyi tarif eden Kuran’da iki ayet vardır, kapanmayı tarif etmese de konuyla ilgili olan bir ayeti daha eklersek bu konudaki ayet sayısı üçe çıkar. Bu üç ayeti incelemek, kadının kıyafetinin nasıl olması gerektiğini anlamamızı sağlar.
KURAN’DA SAÇLARI ÖRTMEK GEÇMİYOR
Resim : Saçları Örtmek
Mümin kadınlara da söyle: Bakışları ölçülü olsun ve cinsel organlarını korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünenler hariç açmasınlar. Hımarlarını (örtülerini/başörtülerini) yaka açıklarına koysunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler: Kocaları, yahut babaları, yahut kocalarının babaları, yahut oğulları, yahut kocalarının oğulları, yahut kardeşleri, yahut kardeşlerinin oğulları, yahut kendi kadınları, yahut ellerinin altında bulunanlar, yahut kadına ihtiyaç duymaz olmuş erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar, yahut kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.
Ey müminler, hepiniz topluca Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz.
24- Nur Suresi 31
Kadınları, kendi zihniyetlerine göre yaşatmak isteyenlerin çarpıttığı ayetlerin başında bu ayet gelir. Bu ayetteki “hımar” kelimesinin temel anlamı “örtü” olup, sözlüklerde “örtü” ve “başörtüsü” anlamları verilmiştir. Önemli olan husus ayette kapatılacak yerin açıkça “yaka açığı” olarak geçmesidir. Ayetin kapatmayla ilgili dikkat çektiği yer saçlar değil, yaka açığı bölgesidir. Birçok kimse parmağın işaret ettiği yere bakması gerekirken parmağa odaklanmıştır, oysa açıkça parmağın işaret ettiği yer “yaka açığı”nın kapanmasıdır, saçların değil. Abdest almayla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş kelimesi Arapça karşılığı “res” ile vurgulanır. Bu ayette kapatılacak bölgeyle ilgili böyle bir “baş” veya “saç” vurgusu yoktur. Yani “hımar”ın saçları örtmesi değil, “yaka dekoltesi”ni örtmesi istenir. (“Yaka açığı” manasına gelen “cuub” kelimesi hem bu ayette kapatılacak bölgeyi belirtmek için, hem de Hz. Musa’nın yaka açığına elini soktuğunu belirten ayette geçer.)
Bir kelimeye birden çok mana verildiğinde, o kelimenin geçtiği yerde hangi manayı vermek gerektiği hususunu, o kelimenin geçtiği yerde neyin amaçlandığını inceleyerek karar verebiliriz.
Örnek olarak “hımar” kelimesiyle aynı kökten gelen “hamr” kelimesini ele alalım. Bu kelimeye sözlüklerde hem geniş manalı “sarhoşluk veren madde” hem de daha dar anlamlı “şarap” manası verilmiştir. Bu kelimenin geçtiği ayetlerden “hamr” yüzünden Müslümanların arasında düşmanlık ve kin oluştuğunu anlıyoruz. (Bakınız: 5-Maide Suresi 91. ayet) Bu tip etki ise sadece “şarap” içilince değil, aynı şekilde diğer “sarhoşluk veren maddeler” kullanılınca da oluşur. Bunun ise Kuran’da geçen “hamr” kelimesine geniş manalı “sarhoşluk veren madde” anlamının verilmesini desteklediği kanaatindeyiz. Benzer şekilde aynı kökten gelen “hımar” kelimesine hem geniş manalı “örtü” hem de daha dar anlamlı “başörtüsü” manası verilmiştir. Bu kelimenin geçtiği ayetten “hımar” ile yaka açığının kapatılmasının amaçlandığını anlıyoruz. Yaka açığının kapatılması ise yaka açığını kapatacak herhangi bir örtünün kullanılmasıyla mümkündür. Bunun ise ayetteki “hımar” kelimesine geniş manalı “örtü” anlamının verilmesini desteklediği kanaatindeyiz.
Saçları örtmeyi Kuran’a mal etmek isteyen zihniyet sahipleri, açık bir saptırma yaparak “felyedribne” fiilini “salsınlar” diye tercüme etmektedirler. Böylece ayet, “başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar” şeklinde okunacaktır.
Oysa hiçbir şekilde “darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar” manasına gelmez. Bu fiille, hımarın “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması” anlatılır. Kuran’da “salsınlar, indirsinler” manasında “felyudnine” kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi “felyedribne” fiili yerine “felyudnine” fiilini kullanmaz mıydı? Bu örnek bize, gelenekçi zihniyetin, kendi fikirlerini doğru çıkartmak uğruna gereğinde Kuran’daki kelimelerin manasını kaydırmaktan çekinmediğini bir kez daha göstermektedir.
Bu ayetteki “kendiliğinden görünenler hariç” ifadesi tartışma konusu olmuştur. Bu ifadeyle ilgili Muhammed Esed şöyle demektedir: “Kendiliğinden görünenler hariç ifadesiyle ilgili olarak ilk İslam alimlerinin ve özellikle (Razi’nin kaydettiğine göre) el-Kıffal’in yaptığı, kişinin hakim örfe (el-adetul-cariyye, geçerli adet) uyarak açık tutabileceği, yani örtmemesinde beis olmayan yerler şeklindeki açıklamayı yansıtmaktadır. İslam hukukunun geleneksel temsilcileri ‘görünmesinde (örfen) sakınca olmayan’ ifadesinin tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve ayaklarıyla sınırlı tutma eğilimini göstermişler -hatta sınırlamayı bazen daha da ileri götürmüşler- ise de, ‘kendiliğinden görünenler hariç’ ifadesinin anlamı bizce çok daha geniştir.
Nitekim, kullanılan ifadedeki kasti belirsizlik (yahut çok anlamlılık) de bu hususta, insanın ahlaki ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir.” (Muhammed Esed, Kuran Mesajı: Meal Tefsir, 2. Cilt) “Kendiliğinden görünenler hariç” ifadesine verilmiş manalardan biri abdest mahallerinin “kendiliğinden görünen yerler” olduğu şeklindedir. Buna göre abdeste konu olan başın, yüzün, dirseklere kadar ellerin, bileklere kadar ayakların kapanması zorunlu değildir. En ünlü hadis kitaplarında, Peygamberimiz döneminde kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıkları geçmektedir (Bakınız: Buhari, Vudu; Ebu Davud, Taharet; İbni Mace, Taharet; Nesai, Taharet).
Abdeste konu olan yerler ayak, dirseklere kadar eller, yüz ve baş olduğuna göre, bu hadislerden, kadınların erkeklerle karışık ve saçları açık olarak abdest aldıkları anlaşılır.
Oysa mezhepçi İslamcılık, bu hadisleri görmezden gelir ve kendi kafalarına uygun üretilmiş malzemelere sarılır. “Kendiliğinden görünenler hariç” ifadesine diğer verilmiş bir mana ise ayet temelde göğüslerin kapatılmasına yönelik olduğu için, “kendiliğinden görünenler hariç” ifadesinin kapatılsa da elbisenin altından kısmen göğüslerin varlığının belli olmasıyla ilgili olduğudur (o dönemde sütyenin icat edilmediğini hatırlayalım).
Buna göre yaka açığı kapatılmalıdır ama gösterme kastı olmaksızın elbisenin altından göğüslerin varlığının belli olmasında bir mahzur yoktur. Bu bahsedilen yorumların hangisi kabul edilirse edilsin, ayette vücudun belli bir kısmının kapatılmadan hariç tutulduğu gözükmektedir. Oysa birçok mezhebin peçeyi farzlaştırması ve bütün bedenin kapatılması gerektiğini öngörmeleri, bu ayetteki ifadeyle çeliştiklerini ve mezheplerin kadınların örtünmesiyle ilgili yaklaşımlarının güvenilmez olduğunu göstermektedir. Gelenekle şekillenen, sonra ise hem geleneği hem dini şekillendiren mezheplerin yanlışlarını düzeltmede tek mümkün yol Kuran’a gitmektir.
Ayette diğer dikkat etmemiz gereken nokta “süsler” kelimesi ile neyin kastedildiğidir. Bizim kanaatimize göre “süsler” kelimesi ile özellikle “göğüslerin” kastedildiği yönündedir.
Çünkü ayetteki tüm noktalarla, mantıklı bir şekilde, sadece göğüs bölgesinin uyum sağladığı kanaatindeyiz. Birincisi, ayette “yaka açıklarının kapatılması” geçmektedir, yaka açıklarından ise göğüsler gözükür ki bu bölge kadın vücudunun cinsellikle ilgili olan önemli ayırt edici özelliğidir. İkincisi, ayette gizlenen süslerin belli edilmesi için “ayakların yere vurulmaması” geçmektedir. Ayaklar yere bazı erotik dans hareketleri şeklinde vurulduğunda vücutta belli olacak yer özellikle göğüslerdir (sütyenin o dönemde icat edilmediğini düşünürsek, bu daha da iyi anlaşılır).
Üçüncüsü, Kuran’daki ayetlerden kadınların bir kısmının iki yıl gibi uzun bir süre çocuklarını emzirdiğini görüyoruz. Kadınların, özellikle evlerine sıkça girip çıkan ve kendilerinin yanlarına sıkça gittikleri yakınlarının yanında, çocukları acıktığında ve ağladığında onları emzirmeleri gerekecektir. Ayetteki süslerin kimlerin yanında açılabileceğiyle ilgili açıklamanın, özellikle bu konuda kadınlara büyük kolaylık sağladığı kanaatindeyiz.
Ayetteki bahsedilen ifadelere, göğüs gibi uyan başka bir bölge bizce bulunmadığı için “süsler” ifadesiyle özellikle göğüslerin kastedildiği sonucuna varıyoruz.
“Süsler” (ziynet) kelimesinden takı gibi maddelerin anlaşılamayacağı ayetin bütünsel olarak ele alınmasıyla açığa çıkar. Çünkü ayette, kadınların süslerini kadınlar yanında açabileceği geçmektedir. Takı gibi maddeler tahrik unsurundan daha çok gösteriş yapma unsuru olabilir.
Eğer bu gösteriş yapma olayı engellenmeye çalışılsaydı, buna ilk olarak, karşı cins erkekler yerine aynı cinsten olan kadınlar dahil edilmez miydi? Ayrıca sorun takıların teşhir edilmesiyse, o zaman kuyumcu dükkanlarında da bunların teşhirine karşı çıkmak gerekmez mi? Kaldı ki bunu hiç kimse ileri sürmemiştir. Ayrıca ayakları yere vurunca hangi takı eşyası belli olur? Bunun halhal gibi bir şey olduğunu düşünmek bizce zorlama bir izahtır; elbisenin altında olup da sesi belli olan bir halhalın karşı cinsin dikkatini çekeceğini, hele hele tahrik unsuru olacağını düşünmek çok zorlama bir izah olarak gözükmektedir.
Ayette “Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar” denmektedir; halhaldan çıkan sesle kadınların dikkat çektiğini bir an için düşünsek bile, yine de ayette denildiği gibi “süslerin belli olması” diye bir durum söz konusu olmaz.
Bu yüzden tefsircilerin önemli bir çoğunluğunun yaptığı bu halhal izahının yanlış olduğu kanaatindeyiz.
Üstelik Araf suresi 31’de ziynet eşyalarının mescid yanında giyilebileceğinin kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın söylenmesi; takıların, cami yanı gibi en kalabalık yerlerde de teşhir edilebildiğini, yani saklanmasına gerek olmadığını gösterir.
Görüldüğü gibi mantıksal bir elemeyle gidildiğinde ayetin, özellikle göğüs bölgesinin civarındaki “yaka açığının” kapanmasını vurguladığı anlaşılır.
Fakat ayetteki “süsler” kelimesinin, birçoklarının iddia ettiği gibi, bir an için “takılar” anlamına geldiğini, yaka açığını kapatmakla kolyeler gibi takıların kapanmasının hedeflendiğini, ayakların yere vurulmasıyla belli olan “süslerden” kastın halhal ile dikkat çekmemek olduğunu düşünelim. Bu durumda hedef bu takıların gözükmemesiyse, o zaman bu ayetten kastın bu takıların örtülmesi olduğu sonucunun çıkması gerekir. Böyle düşünülürse, bu takıları takmayan biriyle bu ayetin ilgili olmadığı sonucuna varılması gerekir ki bu durumda bu ayetle saçların örtülmesinin hedeflendiği hiç söylenemez. Ayette “süslerin takıldığı bölge” tipi bir ifade olmadığına fakat “süslerin kapanmasının, gösterilmemesinin” istendiğine dikkatlerinizi çekeriz.
Bu yüzden ayette, takıların takıldığı bölgenin kapatılmasının istendiğini düşünmek de zorlama gözükmektedir. Bu arada el-Cassas (öl: hicri 370) da, Ahkam-ül Kuran adlı eserinde, Nur Suresi 31. ayeti açıklarken, bu ayetin “göğüs ve boyunları örtmeyi amaçladığını” ifade etmiştir. Cassas, aynı tefsirinde, tabiundan (Peygamberimiz’den sonraki ikinci nesil) Said bin Cübeyr’in de (öl: hicri 95) saçların açılmasının “haram değil mekruh olduğunu” ifade ettiğini nakleder. Bu ise zannedildiği gibi saçları örtme hususunda -çoğunluk görüşü olsa da- bir icmanın varlığından söz edilemeyeceğini göstermektedir. (Yaşar Nuri Öztürk, Kuran’daki İslam) Bu hususta geleneksel olarak varılan sonuçların güvenilir olmadığının göstergelerinden birisi, başın kapalı olmasının hür olan ve hür olmayan (cariye) kadınların arasında bir ayrım unsuru olarak gösterilmiş olmasıdır.
Buna, Hz. Ömer’in başı kapalı olan hür olmayan bir kadının başını zorla açtırdığını ve onu hür kadınlar gibi başını kapadığı için azarladığını (hatta dövdüğünü) aktaran bir rivayet delil olarak gösterilmiştir. (Biz, bu hadisin doğru olmadığı kanaatindeyiz.) Oysa Kuran’da, hür olan ve hür olmayan kadınlara farklı emir ve yasaklar hiçbir ayette sunulmamıştır. Zaten bahse konu ayetin metninde de böyle bir ayrım yoktur.
Fakat bir an için Hz. Ömer ile ilgili bu nakli doğru kabul eden geleneksel yaklaşımın kabullerini düşünün; buna göre hür olmayan kadınların kapaması gereken avret yerleri dizleri ile göbeklerinin arasıdır. Hür olmayan kadınların, göbekten yukarı tüm vücutları çıplak ve göğüsleri açıkta ortada dolaşmalarında bir sorun yokken, hür kadınların tek bir saç telinin bile gözükmemesi gerekmektedir!
Sizce burada bir sorun yok mu? Haydi geleneksel başı örtme yaklaşımını savunanların dediklerini kabul ettiğimizi farz edelim. Kuran hür olmayan insanların hürriyetlerine kavuşturulmasını bir hedef olarak koymuştur (90-Beled Suresi 12, 13) ve bugün bu hedef gerçekleştirilmiş olup, hür olan ve olmayan diye bir ayrım kalmamıştır. Eğer başı örtmenin sebebi hür ve hür olmayan ayrımı yapmaya bağlanır ve başı örtmek bir toplumsal statü yansıtma aracı olarak sunulursa, o zaman günümüzde hür ve hür olmayan ayrımı kalmadığına göre başı örtmek gerektiği iddiasında bulunmak için bir zemin kalmaz. Sonuçta geleneksel yaklaşım bu konuda da içinde ciddi tutarsızlıklar barındırmaktadır.
KURAN’DA ÜNİFORMA YOK
Resim : Türban
Kadınların kapanması konusunun daha iyi anlaşılması için bu konu açısından önemli ikinci ayet olan Ahzab Suresi’nin 59. ayetini de inceleyelim:
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle cilbablarını (elbiselerini) üzerlerine alsınlar. Bilinip incitilmemeleri için bu daha uygundur.33-Ahzab Suresi 59
Bu ayetin anlaşılmasında kilit kelime “cilbab”dır. “Cilbab” Arapçada üste giyilen giysileri ifade eden bir kelimedir.
Fakat ayette, cilbabın nereden nereye kadar olan bölgeleri örteceğinin tarifi yoktur.
Mezhepçi din anlayışlarını benimseyenlerin kimisi, kadınların yüzü de dahil vücutlarının tümünün örtülmesinin farz olduğunu, kimisi iki gözü kimisi tek gözü dışındaki her yerlerini örtmelerinin farz olduğunu, en ılımlıları ise yüz, eller ve ayaklar dışındaki her yerlerini örtmelerinin farz olduğunu savunurlar. Aslında kadınların yüzlerinin de kapanması gerektiği, yani peçe takmak, Ehli Sünnet içinde azınlık değil, oldukça geniş bir kesimin savunduğu görüştür.
Eğer Allah böyle katı sınırlar çizmek isteseydi, bir ayette “Cilbab ile yüzünüz ve elleriniz dışında her yerinizi örtün” veya “Cilbab ile bütün vücudunuzu örtün” şeklinde bir cümleyle açıklanabilecek bir sınırla kapanmanın sınırlarını çizebilirdi. Örneğin abdest ile ilgili ayette Allah, yıkanacak yerleri saymış ve “Dirseklere kadar ellerinizi yıkayın gibi ifadelerle kesin sınırları koymuştur.
Eğer Allah kapanmada da böylesi sınırlar koymak isteseydi, bunu en azından bir cümleyle belirtebilirdi. Geçmiş kavimlerin başına gelenleri bile detaylarıyla anlatan Kuran, din adına gerekli her şeyi açıkladığını kendisi söyleyen Kuran, eğer kapanmada kesin sınırların gerektiği üniforma gibi bir ölçü olacaksa ve bu bir tek cümleyle bile açıklanabilecekse niye bu cümleyi içermesin?
Bu açıklamanın olmaması, bu konuda kesin bir sınırın olmamasındandır.
Yukarıdaki 33-Ahzab suresi 59. ayeti ele alırsak, ayette kesin sınırları olmayan esnek bir ölçünün olduğunu görürüz. Ayetten, üzere alınan elbiseyle kadının bilinmesi gerektiğini, böylece incitilmeyeceğini anlarız. Kadın namuslu bilinirse, bilinmemeden dolayı bir incitilmeye uğramaz.
Bazı insanlar namussuz, hafif meşrep sandıkları kadınların peşine takılıp onları incitebilir. Ayet, kadınların üzerlerine aldıkları elbiseyle bunu önlemelerini öğütlüyor. Elbisesinin nasıl olacağının ayarlamasını her kadın kendi vicdanıyla takdir edecektir. Aslında duruma göre uygulanacak ve detayların ayarlanmasının insanların vicdanlarına bırakıldığı hükümler Kuran’da sıkça rastlanan bir durumdur.
Örneğin Allah’ı çok anmak, israf etmemek, adaletli olmak gibi birçok önemli Kurani hükmün kesin sınırlarının belirlenmesi insanlara bırakılmıştır. Hiç kimse, günde kaç kez Allah anılırsa tam olarak çok olacağını veya çaydan kaç yudum bardağın dibinde kalırsa israf olacağını veya binalara kaç kat izin verirse belediyelerin tam olarak adaletli olacağını, sayılarla ifade edip bu sayısal sınırın Kurani evrensel bir hüküm olduğunu söyleyemez.
Fakat Allah’ı çok anmanın, israf etmemenin, adaletli olmanın evrensel İslami prensipler olduğunda hiç şüphe yoktur. Bu tip sınırların olmaması bir eksiklik değildir, bilakis mesajı evrensel olan Kuran’ın tarihin değişik zaman dilimlerine, değişik bölgelerine uymasını bu esneklikler sağlar. Kurani prensip evrenseldir, bunların uygulanmasında tarihsel farklılıklar olabilir. “İsraf etmeme” prensibi evrenseldir ama suyu çölde veya nehir kenarında kullanmak, bu prensibin uygulamasında farklılık oluşturabilir.
Aynı şekilde kadınların dışarı çıktığında üzerlerine elbise almaları prensibi evrenseldir ama değişik kültürlere göre bu elbisenin nasıl ayarlanacağı şahsi görüşle olacaktır. Ayrıca israf etmeme, adalet gibi İslami prensipler Kuran’ın farz kıldığı prensipler olmasına karşın bu ayette “cilbab” giymenin “daha uygundur” (zalike edna) tarzında bir ifadeyle tavsiye edildiğine, farz ifade eden hükümlerdeki ifade tarzlarının kullanılmadığına dikkat edilmelidir. Yani bu ayetteki prensip bir tavsiye ifadesiyle sunulmuştur. Allah’ın tavsiyesi elbette çok önemlidir, bu yüzden bu ayetteki ifadeye “yapılması çok önemli değil” gibi bir anlayışla yaklaşmak asla mümkün değildir.
Fakat Kuran’ın farzlar veya haramlar (örneğin zekat vermek veya zina ile domuz eti yemekten kaçınmak) için kullandığı güçlü ifadelerin burada kullanılmadığını da belirtmeliyiz. Fıkıh profesörü Yunus Vehbi Yavuz gibi bazı ilahiyatçılar, 24-Nur Suresi 31. ayetin edep ifade ettiğini, bir farziyet göstermediğini ifade etmişlerdir.
Bize göre 24-Nur Suresi 31. ayet için bunu söylemek mümkün olmamasına karşılık, bu ayetteki “daha uygundur” (zalike edna) ifadesinden dolayı, bu ayet için bunu söylemek mümkündür.
Peygamberimiz’in döneminde kadınların bir kısmının çırılçıplağa yakın, göğüsleri açıkta dolaştığı, hatta İslam’ın hâkimiyetinden önce putperestlerin Kabe’de haccı çıplak yaptığı söylenir (Kurtubi, el Cami-il Ahkamil Kuran 7/189). 33-Ahzab suresi 33. ayetten de İslam’dan önceki cahiliye döneminde kadınların süslerini açığa vurduğunu anlayabiliriz. Kendi dönemlerindeki ölçüyü ve hafif meşrep kadınların açıklığının derecesini bilen kadınlar, elbiselerini ona göre ayarlayıp bu tacizden kurtulurlar.
Günümüzde de eğer böyle bir durum olursa; kadınlar, kendi yörelerini, geleneklerini, şartlarını göz önünde bulundurup, kendilerini fahişe tipli kadınlardan ayırıp, namuslu olmadıklarının zannedilmesinden dolayı oluşabilecek tacizden kurtulurlar. Burada şuna dikkat edelim; kadınlar, gerekli şekilde elbise giyip, tanınmamaktan (namuslu bilinmemekten) dolayı oluşan tacizden korunur. Ancak toplumda kadın nasıl giyinirse giyinsin taciz edecek adamlar da olabilir. Ayette namuslu bilinmemeden dolayı oluşan taciz önleniyor ve bu önlenirken “daha uygundur” (zalike edna) tarzında tavsiye edici bir ifade kullanılıyor.
Yoksa bazı erkeklerin, beğendikleri kadınları taciz etmeleri bu ayetin konusu değildir. Ayetin esnek ve şartlara göre ayarlanacak ifadesine göre kadınlar cilbablarını (elbiselerini) öyle giyeceklerdir ki; çıplaklıklarıyla hafif meşrep mesajı verenlerden ayrılacak, tanınacak ve böylece tacizden korunacaklardır. Kıyafet nasıl olmalıdır sorusu görüldüğü gibi ayetin içinde gizlidir; kıyafet ayetin amacına uygun olmalıdır. Eğer amaç yerine sınırlar önemli olsaydı ve bunda katılık gerekseydi, Kuran’daki ayet ona göre bir ifade içerirdi.
Biz 33-Ahzab 59’un hür ve hür olmayan kadınları ayırt etmeyle ilgili yorumlanamayacağı kanaatindeyiz. Fakat bunu bu şekilde yorumlayan fıkıhçılar olmuştur. (Diyanet İşleri Başkanlığının bastığı “Kuran Yolu” tefsirinde de böylesi bir yorum benimsenmiştir.) Bunlardan biri olan Hayretttin Karaman şöyle demektedir: “Örtünme ile ilgili ayetler iki surede yer almıştır. Ahzab Suresi’ndeki ayet, iffeti korumaya yönelik örtünme ile değil, hür Müslüman kadınları böyle olmayanlardan ayırmaya yönelik özel kıyafetle ilgilidir…
O devirde henüz köle ve cariyeler bulunduğu için çarşıda pazarda bunlara sataşılır, el ve dil ile rahatsız edildikleri olurdu. İslam bir yandan bu gibi davranışları önlemeye çalışırken, diğer yandan cariye sanılarak hür kadınların da rahatsız edilmelerini önlemek üzere tedbir almıştır. Bu tarihi olgu, cilbab adı verilen dış giysinin, bütün devirlerde Müslüman kadınlar için gerekli bulunmadığını anlamada önemli bir yorum delili olmaktadır. Ayetin sonunda yer alan ve gerekçeyi açıklayan kısım da bu konudaki şüpheleri ortadan kaldırmaktadır.
Şu halde tarihi şartlar değişip, ya toplumda cariye kalmadığında -ki bugün böyledir- yahut da ayrımı sağlayacak başka bir alamet bulunduğunda -bir başka toplumda kadınlar, başka bir alametle diğerlerinden ayrıldığında- cilbab emri bağlayıcı olmaktan çıkacaktır.” (Hayrettin Karaman, İslami Araştırmalar Dergisi, Ekim 1991) Önceden 24-Nur Suresi-31. ayeti incelerken dikkat çektiğimiz Hz. Ömer’in uygulamasının aktarımından çıkan sonuç olan “hür olan ve hür olmayan kadın arasında ayrım yapmanın” temel endişe olduğuyla ilgili izahı hatırlayın. O zaman o ayeti de Karaman’ın (ve benzeri yorumda bulunan diğerlerinin) bu ayet için yaptığı yorum gibi yorumlamak gerekmez mi? Hz. Ömer’le ilgili anlatıma benzer hadisleri ayetlerin tefsirinde kullananların varması gereken sonuç bu değil midir? Kısacası hür olan ve hür olmayan kadın ayrımı üzerinden bahsedilen bu iki ayeti anlayanlar, bugün için geçerli, kadınlara özel bir tesettür ve saçı kapama emri olduğunu hiç iddia edemezler.
Biz bu ayetleri, hür olan ve hür olmayan ayrımlarına sıkıştırmayı, ayetlerde böyle bir ayrıma atıf yokken, yanlış buluyoruz. Fakat ayetlerde saçı kapatmayla ilgili ve elbisenin belli bir yerden belli bir yere kadar olmasıyla ilgili bir ifade olmadığı için, kadınlara biçilen üniformaların ve saçlarını örtmeleri gerektiği iddiasının Kurani bir temeli olmadığını ifade ediyoruz. Bunların nereden çıktığını anlamakta ise hiçbir zorluk çekmiyoruz. Kadınlar hakkında, bir önceki bölümde ele alınan, Kuran’da hiç olmayan uydurmaları dine mal eden zihniyetin, Kuran’daki ayetleri çekiştirip kadınları kısıtlamasına, onların saçlarını hatta yüzlerini kapattırmaya çalışmasına hiç şaşırmamak lazım.
AÇILINCA KAPALI KALACAK SÜSLER
Kadınlarla ilgili kapanmayı temel olarak incelediğimiz iki ayet tarif etmektedir.
Kapanmayı tarif etmemesine rağmen, kadınların giyimine değinen son ayetse 24-Nur Suresi 60. ayettir:
Nikahlanma ümidiyle teşebbüste bulunmayan kadınların süslerini göstermeye çalışmadan siyablarını (dış giysilerini) çıkarmalarında kendilerine bir günah yoktur.
İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah İşitendir, Bilendir.
4-Nur Suresi 60
Bu ayetten, belli bir yaşa gelmiş, artık evlenmek için bir teşebbüste bulunmayan kadınların, kıyafetlerine daha az dikkat edebileceğini anlıyoruz.
Bu ayette de geçen “günah yoktur” (leyse/la cunahun) ifadesi Kuran’da kimi yerlerde Müslümanların endişelerini yok etmek için kullanılmıştır. Yani bu ifadeyle belirtilen serbestliğin, eğer bu ifadeyle vurgulanmasaydı illaki haram olacağı zannedilmemelidir fakat bu ifadeyle vurgu yapılmasıyla zihinlerdeki bir endişe giderilmiş olmaktadır.
Örneğin bu ayetten bir sonraki ayet olan 24-Nur Suresi 61. ayette “leyse cunahun” ifadesi, “Topluca veya ayrı ayrı yemenizde bir günah yoktur” cümlesinde geçmektedir. Eğer bu ayetteki “bir günah yoktur” ifadesi bulunmasaydı da toplu veya ayrı ayrı yemenin haram olduğu iddia edilemezdi fakat zihinlerde oluşan kimi endişeler bu vurguyla giderilmiştir.
Ele alınan ayette özellikle şu hususa dikkatlerinizi çekmek istiyoruz: Kadınların 60. ayette belirtildiği şekliyle kıyafetleriyle ilgili kolaylaştırma vurgusu yapıldığında bile 24-Nur Suresi 31. ayette dikkat çekildiği gibi yine de “süslerini” açmamaları gerekmektedir.
Peki eğer birisi, önceden ele alınan 24-Nur Suresi 31. ayette süslerin kapatılmasından kastın saçları kapamayı da kapsadığını iddia ederse, 60. ayette dikkat çekilen kadınların üzerlerindeki bir kıyafeti çıkarıp vücutlarının bazı bölgelerini açtıklarında bile saçlarının kapalı kalması gerektiği sonucuna varılması gerekmez mi? Saçlar, belli bir açılmadan sonra bile kapalı kalması gereken süslere dahilse, saçlardan daha fazla örtünme nereyi kapsamaktadır?
Kısacası 24-Nur Suresi 60. ayet de, 24-Nur Suresi 31. ayetteki yaka açığını kapayarak süsleri örtmekten kastın, saçları da kapamak olduğunu ifade eden, saçların “süs” olduğunu söyleyen yorumun yanlış olduğunu gösteren ilave bir delildir.
Nikah arzuları kalmamış, hayızdan kesilen kadınların süslerini göstermeye çalışmadan siyablarını (giysilerini) çıkarmalarında kendilerine bir günah yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah İşitendir, Bilendir.
24 Nur Suresi 60
Bu ayette geçen “siyab” kelimesi de hiçbir şekilde belli bir yerden belli bir yere kadar olan bölgeyi kapatan bir elbise manasına gelmez. Bu ayetten belli bir yaşa gelmiş kadınların, kıyafetlerine daha az dikkat edebileceğini anlıyoruz.
SICAKTA ÖRTÜNMEK KÜLTÜRELDİR
Görüldüğü gibi Kuran’ın tarif ettiği kapanmada, İslam adına bugün uygulanan kapanma şekillerinin, peçenin ve saçı örtmenin yeri yoktur. Yani bunların temeli dinimiz değil, örflerin ve geleneklerin dinselleştirilmesidir. Peygamberimiz’in döneminde erkek, kadın birçok kişinin, gelenek olarak başını örttüğü söylenir. Kıyafetlerin giyilişindeki temel sebeplerden birinin sıcaktan korunma olduğunu 16-Nahl Suresi 81. ayet de söylemektedir. Sıcak yörelerde başı örtmek, böylece güneşin etkilerinden, güneş çarpmalarından korunmak birçok sıcak iklimli bölgenin kültüründe vardır.
Fakat mezhepler, kadınların saçının örtülmesi geleneğini farzlaştırmış, erkeğin başına sarık takmasını da sarıklı namaz kılanın 70 kat daha fazla sevap alacağı izahlarıyla dini bir kıyafete dönüştürmüşlerdir. Ayrıca başı açık dolaşan erkeklerin şahitliğinin kabul edilmeyeceği de ifade edilmiştir. (Ne hikmetse, kadınların tek bir saç telinin bile görülmemesi gerektiğini savunan erkeklerin çok büyük bir kısmı, geleneğin kendilerine uygun gördüğü başı örtme uygulamasını görmezden gelmekteler.) Oysa hem erkeğin sarığının, hem de kadının saçını örtmesinin Kuran’da geçmemesi, bunların dinsel bir nitelikleri olmadığının delilidir.
Kuran’da istenseydi “Erkekler sarıkla namaz kılsın ve başı açık dolaşmasınlar” veya “Kadınlar saçlarının tek teli gözükmeyecek şekilde başörtüsü taksın” izahlarıyla konuya açıklık getirilebilirdi.
Saçlarını örten veya pardösü veya çarşaf ile kapanan kadınların, ayrıca saçlarını örtmeyen ve böylesi kıyafetleri benimsemeyen kadınların günlük yaşam alanlarında yer almasını yasaklayan devlet uygulamalarının çok hatalı olduğu kanaatindeyiz.
Bu tip yanlış uygulamalar, kadınların saçının örtülmesinin İslami bir emir olup olmadığını tartışmayı ve değerlendirmeyi de zorlaştırmıştır. Saçları örtmenin İslami bir zorunluluk olmadığının söylenmesi, saçları örtülü kadınları yaşam alanlarından kısıtlayanlarla aynı safta bir görüntü vermek gibi algılanmıştır.
Oysa politik saflaşmalarla bu tip konuları irtibatlandırmamak ve falanca safta gözükmek gibi endişeleri hissetmemek, sağlıklı bir değerlendirme için şarttır. Saçlarını örtmek uğruna birçok haksızlığa uğramış kadınlara, uğrunda bu kadar zahmete katlandıkları şeyin din değil de gelenek olduğunu anlatmak oldukça zor olabilmektedir.
Haksız muameleler, akılla soğukkanlı düşünmeyi ve objektifliği kenara bıraktırmakta, Kuran’ı samimi değerlendirme yerine örfe sahip çıkma ve inat ön plana çıkmaktadır. Saçlarını örttüğü için birçok haksızlıkla karşılaşmış bir kadına “Saçı örtmek veya pardösülü kapanma diye dinde bir emir yok, sen din adına Arap örf ve adetlerini, belli dönemlerdeki kadına bakış açısının ürünlerini uyguluyorsun” denilince, o kadın sizi ne kadar objektif değerlendirebilir?
Hepimiz, din adına gelenekleri ve kendi yaklaşımlarını dinselleştirenlerle beraber kişisel hak ve özgürlükleri kısıtlayan zihniyetlerle de mücadele etmek zorundayız.
KADINLARI POŞETE SOKMA
Resim : Kara Çarşaf ve Peçe
Kuran’dan gerekli malzemeyi bulamayan mezhepçilik; uydurma hadislerle, uydurma yorumlarla ve mezhep izahlarıyla kadınları poşete sokulmuş şekilde kapatacak malzemeyi türetmiştir.
Oysa Kuran’da, 33-Ahzab Suresi 52. ayette; Peygamberimiz’in, bu ayetin inişinden itibaren, “güzelliği hoşuna giden bir kadın” dahi olsa, artık evlenmesinin helal olmadığı söylenir.
Demek ki Peygamberimiz’in döneminde, kadınların kıyafetleri kimin ne kadar güzel olduğunu bilmeyi engellemiyordu.
Oysa mezheplerin belirttiği gibi örtünülürse, hele hele mezheplerin önemli bir çoğunluğunun kabul ettiği gibi peçe takılırsa hangi kadının ne kadar güzel olduğu nasıl anlaşılabilir?
(Yüzün kapanmasının gerektiğinin savunulmasının bir örneği olarak Bakınız: Mevdudi, Tefhimu’l Kuran, 4. Cilt, Ahzab-59’un Açıklaması).
Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Kuran’ın göz ardı edildiğini görüyoruz. Sonuçta kadınların saçının kapanması gerektiği hükmüne varanların önemli bir kısmı peçenin de farz olduğunu söyleyenlerdir. 33-Ahzab Suresi 52. ayetle çelişkili bir iddiada bulunmuş olan bu kişilerin, kadınların saçlarının kapanması gerektiğini söyleyen izahları ne kadar güvenilir olabilir?
Madem kadınların sizin söylediğiniz şekilde kapanmasının açık bir hüküm olduğunu söylüyorsunuz, niye ayrı ayrı kapanma şekillerini savunuyorsunuz? Neden kiminiz peçe farzdır, kiminiz ise değildir diyor? Neden kiminiz kadınların elleri gözükemez deyip yaz-kış kadınlara eldiven giydiriyor da, kiminiz kadınların elleri gözükebilir diyor? Neden kiminiz çarşaf dışında hiçbir şeyle kapanılamaz diyor da, kiminiz pardösü ile de olabilir diyor?
Hiç şüphesiz kesin sınırlı bir hüküm olsa, böyle ayrı ölçüler çıkmazdı.
Tüm bu ayrı ölçüler ve hükümler, kapanma konusunda geleneklerin, örfün, Emevi ve Abbasi döneminin kadına bakış açılarının dinselleştirilmesinin neticeleridir.
Her bir ayrı kapanma modeli de “Allah’ın isteği tam budur” diye savunulup, sanki Allah’ın aynı konuda beş-on tane ayrı görüşü varmış gibi bir çelişki ortaya konulmuştur.
Allah’ın kadınların giyinmesi konusundaki hükmü, yukarıda incelenen ayetlerde belirlenmiştir ve bunlardan anlaşılan neyse kadının giyim tarzı öyle olmalıdır. Sunulan esneklik de, tam bir sınırın olmaması da muhakkak hikmetlidir.
Çünkü Kuran’ı indiren hikmetli olan Allah’tır ve Allah bu dini yüzlerce yıllık zaman dilimlerine, apayrı kültürlere, apayrı adetlere, apayrı iklimlere indirmiştir. Ayetlerdeki esneklikler, dinimizin her şart ve zaman dilimine uyumunu sağlayan Allah’ın rahmet ve hikmetleridirler.
Emevilerin ve Abbasilerin kendi görüşlerini dondurup, İslam’ın görüşünü kendi bakış açılarına hapsetmeye çalışmalarından dinimizi kurtarmak, hepimizin bu dine karşı borcudur.
PEÇEYİ FARZLAŞTIRMA, TEK GÖZ İZAHI,
KESİLEN TIRNAKLARA BAKMAMAK
Resim : Oje ve Tırnaklar
Buraya kadar Kuran’ın kapanma ile ilgili ayetlerini gördük. Şimdi de mezhepçilerin kadınların kapanmasıyla ilgili izahlarını değerlendirelim: Şafi ve Hanbeli mezheplerinde kadının istisnasız tüm vücudu her zaman kapanması gereken bölgedir (yüz ve eller de dahil).
Hanefi ve Maliki mezheplerinde eller ve yüz, o da fitne olmayan koşullarda açık olabilir (Sabuni, Tefsirul Ayatil Ahkam 2). Es Suddi: “Kadın gözlerinden birini ve yüzünün açık kalan göz kısmındaki tarafını kapatır. Sadece bir göz açıkta kalır” demiştir.
Ebu Hayyan: “Endülüs’te adet böyle idi. Kadının bir gözünden başka hiçbir yeri görünmezdi” demiştir (Ebu Hayyan, El Bahrul Muhit). Şafi imamları, kadının kesilmiş olan tırnaklarına dahi bakmayı yasaklamışlardır (İbni Hacer El Heytemi, İslam’da Helal ve Haramlar 2). Bir başka kaynakta, kadının erkeğe bakışının nasıl olması gerektiği şöyle açıklanmıştır: “Kadının, yabancı erkeğin göğsüne, sırtına, bacağına şehvet korkusu olmasa bile bakması caiz değildir. Yüz ise fitne açısından ayaktan, saçtan ve bacaklardan daha ileridedir.
Bu kısımlara bakmak ittifakla haram olduğuna göre yüze bakmak da evveliyetle haram olması gereken bir fiildir” (Sabuni, Revai 2).Mezhepçi yaklaşımlarca varılan bu tür sonuçlar saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Yukarıda gördüğümüz gibi bırakın kadının komple kapanması gerektiğini, kadının kesilen tırnağının bile görülemeyeceği iddialar arasındadır.
Tüm bu izahları yapan mezhepçilerin, sanki dinin tek kaynağının Kuran olduğunu kabul ediyorlarmış gibi ayetleri çekiştirip, Kuran’ı kendi kafalarındaki modele uydurmaya çalışmaları şaşılacak bir tutumdur.
Diğer bir sorun, geleneksel literatürde birçok uydurma olduğunu kabul eden hatta dile getiren kimselerin, çevrelerinde ve ailelerinde yaygın olan yüz ve eller dışında vücudun her yanının (saçlar dahil) kapatılmasıyla ilgili uygulamayı, Kuran’dan ayetleri zorlayarak çıkartmaya çalışmaları, kadınların saçlarını örtmeleri söz konusu olunca büyük bir telaşla geleneğe kaçmalarıdır.
Kuran’ın bu konudaki hükmünü anlamaya kalkanların zihinlerini geleneksel tortulardan kurtarması, aile ve çevrelerindeki yaygın uygulamaları Kuran’a tasdik ettirme zorlamasından kurtulmaları lazımdır.
Eğer geleneğe gidilirse peçenin farz olduğu görüşü de, kesilen tırnakların bile görülmemesi gerektiği de, kadınların sesinin duyulmaması gerektiği de orada mevcuttur. Geleneğin yanlışlarından Kuran’ın önderliğinde kurtulmayı öğütleyenlerin, kendilerindeki gelenek tortularından kurtulmak için, Kuran’ı geleneğe uydurmaya çalışmadan Kuran’ın söylediğine göre geleneği değerlendirme ilkesinden taviz vermemeleri gerekmektedir.
Asıl sorun kadının kalktığı yere oturulamayacağını, hiçbir yönetici vasfının olmadığını, erkeğin kölesi gibi olması gerektiğini, kadınların çoğunun cehennemlik olduğunu zanneden zihniyetten kaynaklanmıştır.
Kısacası saçları örtmenin ve peçe giymenin gerektiğiyle ilgili iddia, kitabın 21. bölümünde gördüğümüz zihniyetin sonucudur. Kuran “kesilen tırnağınızı göstermeyin” mi diyor? Kuran “peçe ile yüzünüzü örtün” mü diyor? Kuran’da “saçınızın tek telini göstermeyin” deniyor mu? Saçın kapanmasına dair bir açıklama var mı? Madem Kuran’da tüm bu izahlar yok, samimi bir şekilde Kuran dışı kaynakları kullanıp bu uygulamaları çıkardığınızı itiraf edin ve geleneklerinizi dinselleştirmeye çalışmayın.
Kuran’ın kadınların giyimiyle alakalı üç ayeti de, diğer izahlar da ortadadır.
Ayrıca şunu da belirtelim ki Kuran’da namaz kıyafeti diye ayrı bir kıyafet yoktur.
Saçları örtmek ve peçe diye dinimizde bir kıyafet mecburiyeti olmadığına göre elbette ki namazda da bunları giymenin bir mecburiyeti yoktur.
Kadının da erkeğin de camide kapanması gerekli bölgeleri, toplum içinde nerelerini kapatmaları gerekiyorsa orasıdır.
Ayrıca kadınların belli şekilde örtünmesi yabancı erkeklere karşı bir uygulamadır.
Tek başına namaz kılarken Allah’a karşı kapanmanın gerektiğini söylemenin Kurani bir temeli olmadığı gibi mantıksal bir yönü de yoktur. Nitekim ünlü fıkıhçı Şatıbi de kadınların namazda örtünmesini “tahsiniyat”, yani güzel bir davranış olarak saymış, bunun bir emir olmadığını ifade etmiştir.
Fakat burada da mezhepsel yaklaşım adına ortaya konanlar ciddi sorunludur; bir yandan hür kadınların tek başına bile namaz kılarken saçlarını örtmelerinin gerektiği söylenirken, diğer yandan hür olmayan Müslüman kadınların camide dizleriyle göbek aralarının kapalı, bunlar dışındaki bölgelerinin açık olabileceği söylenmiştir, yani hür olmayan kadınlar camide göğüsleri meydanda namaz kılabilirler!
Kadınların sesinin erkekler tarafından duyulup duyulamayacağını tartışan, kadınların kesilmiş tırnaklarına erkeğin bakıp bakamayacağını gündeme getiren, peçenin farz olduğunu önemli bir kısmı iddia etmiş olan mezhepçiler, kadınların kapanması konusunda düzeltilmesi gerekli izahlar yapmışlardır.
FUTBOL OYNAYAN ERKEKLER SEYREDİLEBİLİR Mİ?
Mezheplerde, kadınların kapanması ile ilgili bu izahlar yapılırken, erkekler için de Kuran’da olmayan birçok zorluk getirilmiştir. Erkeklerin dizleri ile göbek aralarının örtülmesinin farz olduğu, kimi mezheplerin uydurmasıdır.
Gerçi Peygamberimiz’in baldırının gözüktüğüne dair de
hadisler vardır ama bazı mezhep imamları, başka hadisleri beğenip “erkeğin göbeği ile dizlerinin arası gözükemez” demişlerdir.
Üstelik erkekler birbirlerinin avret bölgelerine bakamayacakları için birbirlerinin dizleri ile göbek aralarına bakmalarının haram olduğu da söylenir. Bu izaha göre futbol, basketbol gibi erkeklerin şortla oynadığı oyunları da seyretmek haram olur.
Türkiye’de yaygın olan Ehli Sünnet mezheplerin savunucusu televizyonlar, kendi mezheplerine göre haram olmasına rağmen futbol, basketbol gibi sporların maçlarını hiç çekinmeden göstermektedirler. Bu da bizce, bu grupların, kendi inançlarında ne kadar samimi olduklarının bir göstergesidir!
Erkeklerin sarı ve kırmızı giyemeyeceği de yine mezheplerin İslam’ının uydurmalarından birisidir
(Bakınız: Müslim, Libas ve Mişkat).
Erkeklerin genç ve parlak olanlarının da peçe giymesinin gerektiği, mezhepçi eserlerde mevcut bir izahtır.
Parlak yüzlü gençlerin yüzüne bakmanın haram olacağı şeklindeki izahlara mezhep bağlılarının çok muteber bulduğu birçok kitapta rastlayabilirsiniz. Sakal konusunda yapılan izahlar da oldukça sorunludur.
Diyebiliriz ki kadınlardaki saç örtmeye erkeklerde bir karşılık aranırsa bu sakal bırakmak olur.
“Sakal bırakmak sünnet, saçları örtmek farzdır”
izahları yapılır ama sakalı bırakmaya “sünnet” diyenler garip bir mantıkla kesmeye “haram” demişlerdir.
En yaygın mezhep olan Hanefiliğe ve diğer mezhepler Maliki’ye, Hanbeli’ye göre sakalı kökünden kesmek haram görülmüştür
(Halil Günenç, İslam’da Kılık Kıyafet ve Örtünme).
Tabii ki diğer uydurmalar gibi erkeklerin sakal bırakması gerektiğine dair bir izah da Kuran’da yer almaz.
Fakat mezheplerin İslam’ını savunanlar “Allah sakal çıkarıyor, sen kesiyorsun.
Sonra Allah yine sakal çıkarıyor, sen Allah’la savaşıp bir daha kesiyorsun…” gibi enteresan açıklamalarla sakal kesmenin “Allah’la savaşmak” anlamına geldiğini halka anlatmaktadırlar.
Kadınların saçlarının tek telini göstermemesine çok titiz olan erkeklerin birçoğu, kendileriyle ilgili sakal bırakma ve şortlu erkeklerin futbolunu seyretmeme gibi zaruri uygulamalara gelince, mezheplerinin bu gereklerini kolayca görmezden gelebilmekte ama kadınların saçının tek telinin bile gözükmemesine şiddetle sahip çıkmaktadırlar.
Allah’a şükür ki Allah, kitabı Kuran’da her türlü detayı verdi ve böylesi hadis ve fıkıh kitaplarına bizi muhtaç etmedi.
Ne mutlu Kuran’ın yeterliliğini anlayanlara.
Ne mutlu Kuran’a güvenenlere. Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?
29-Ankebut Suresi 5
(Bakınız: Müslim, Libas ve Mişkat).
Erkeklerin genç ve parlak olanlarının da peçe giymesinin gerektiği, mezhepçi eserlerde mevcut bir izahtır.
Parlak yüzlü gençlerin yüzüne bakmanın haram olacağı şeklindeki izahlara mezhep bağlılarının çok muteber bulduğu birçok kitapta rastlayabilirsiniz. Sakal konusunda yapılan izahlar da oldukça sorunludur.
Diyebiliriz ki kadınlardaki saç örtmeye erkeklerde bir karşılık aranırsa bu sakal bırakmak olur.
“Sakal bırakmak sünnet, saçları örtmek farzdır”
izahları yapılır ama sakalı bırakmaya “sünnet” diyenler garip bir mantıkla kesmeye “haram” demişlerdir.
En yaygın mezhep olan Hanefiliğe ve diğer mezhepler Maliki’ye, Hanbeli’ye göre sakalı kökünden kesmek haram görülmüştür
(Halil Günenç, İslam’da Kılık Kıyafet ve Örtünme).
Tabii ki diğer uydurmalar gibi erkeklerin sakal bırakması gerektiğine dair bir izah da Kuran’da yer almaz.
Fakat mezheplerin İslam’ını savunanlar “Allah sakal çıkarıyor, sen kesiyorsun.
Sonra Allah yine sakal çıkarıyor, sen Allah’la savaşıp bir daha kesiyorsun…” gibi enteresan açıklamalarla sakal kesmenin “Allah’la savaşmak” anlamına geldiğini halka anlatmaktadırlar.
Kadınların saçlarının tek telini göstermemesine çok titiz olan erkeklerin birçoğu, kendileriyle ilgili sakal bırakma ve şortlu erkeklerin futbolunu seyretmeme gibi zaruri uygulamalara gelince, mezheplerinin bu gereklerini kolayca görmezden gelebilmekte ama kadınların saçının tek telinin bile gözükmemesine şiddetle sahip çıkmaktadırlar.
Allah’a şükür ki Allah, kitabı Kuran’da her türlü detayı verdi ve böylesi hadis ve fıkıh kitaplarına bizi muhtaç etmedi.
Ne mutlu Kuran’ın yeterliliğini anlayanlara.
Ne mutlu Kuran’a güvenenlere. Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?
29-Ankebut Suresi 5