İslam Dini ve, Gadir-i Hum olayı.
islam dini,.. yedinci yüzyılda Hz.Muhammed’in aracılığıyla Arap yarım adasında yayılmaya başlamıştır. Dolayısıyla islam dini, her çağa ve her insanoğluna hitap eder, getirdiği esaslar insanlığın manevi ihtiyaçlarına cevap verir. Dinin esaslarında değişiklik olmaz, kıyamete kadar aynıdır, değişen örf ve adetlerdir.
islam kelimesi, inanmanın da ötesinde; itaat, teslimiyet, barış ve yaşam güvenliğini de beraberinde getiren son derece kapsamlı bir sözcüktür. Sonuçta Islam; barış, itaat, teslimiyet, boyun eğmek gibi anlamlara gelmektedir.
islam dinine göre; içerisindeki dengeli düzeniyle birlikte evrenin yaratıcısı, ne doğar ve nede doğurur, tek illah(kudret-kuvvet) olan Allah, ebedi ve ezelidir. Allah’a iman, din şartlarından birincisi ola Tevhit’tir. Tevhit mana olarak; Birdir, tekdir, eşi ve benzeri yokdur. Allah’ın birliğine eş ve ortak koşmaksızın, koşulsuz iman edip kalple tastik etmekdir. Dolayısıyla Kulların kendisini tanımaları, sadece kendisine kullukta bulunmaları ve kendisinden başka yartıklara kulluk etmemeleri için yaratmıştır. Çünkü Rahim ve rahman olan O’dur. Esirgeyen bağışlayan da O’dur. O’ndan öncesi ve sonrası yoktur. Ilahi kuvvetin, yaradanın adı olarak Allah ismi kullanırken, kullanılan başka isimler de vardır. Özel mana yüklü olan bu isimlerden 99 tanesine topluca „Güzel isimler (Esma-ül Hüsna) denir.
Tek Tanrı inancını öngören islam dini,, Allah’tan başka illah olmadığını, Allah’a ait sıfat ve özelliklerin Allah’tan başkasına atfedilmemesini, şirk koşulmamasını, Allah Peygamberlerine-kitaplarına ve mahşer gününde Allah önünde hesap verilecegine inanmakdır. Dolayısıyla islam dini; insanları kendi iradeleriyle doğru yola çağıran ve Hz.Muhammed tarafından insanlara tebliğ edilen ilahi adalet düzenidir.
ilahi adalet; Allah’ın dünyevi yasasının ismidir. Mana olarak; Her nesnenin kendi yerli yerine konulması, dengeli ve eşit olmasıdır. Kimsenin hakkını ziya etmemek, birinin hakkını bir diğerine vermemek ve kullar arasında ayrım yapmadan adaletle hükmetmek, insanların hakkını korumak, zulme asla rıza göstermemek, zalime karşı mazlumdan yana tavır almak, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmak. Özetlersek bütün canlıların hukukuna riayet etmektir.
ilahi adaleti tebliğ eden, yaşayan ve yaşatan kişi Allah’ın elçisi olan peygamberlerdir. Elçilik ve Peygamberlik mana olarak; insanları dünyevi alemde, doğru yola davet edip, doğru yolu gösterip, insanların üzerindeki zahir(dünya) ve Batın(ahiret) işleri hakkında Allah ile kullar arasında yapılan elçilik demektir. Dolayısıyla illahi emirleri adalat sistemi içinde ilahi irade ile, tebliğ etme, yaşama ve yaşatma sorumluluğu ile görevlendirilmiş kişi. Zaman zaman yoldan çıkan ve sapıtan insanları tanrıya çağırmak, doğru yola davet etmekdir. inançta zorlama yoktur ve tamamen gönül rızalığına dayalıdır. Peygamberlik, çalışmakla elde edilemez. Allah, kulları arasında uygun bulup seçtiği kimseye verdiği görevdir.
islam dini; insanları kötülükten çekip iyiliğe, birliğe ve kemale yöneltmek, ebedi hayatın yanında bir zerre hükmünde kalan şu fani ömür içinde iyilik ve gönül huzuruyla yaşamalarını sağlamak, onlara insanlıklarının şerefli ve insan olarak yaratılmış olmalarının manasını bildirmek değilmidir? işte Alevilik bu değerlerin bütünüdür.. Bu değerlerle bezenmenin adıdır. Ahlaklı, namuslu ve şerefli yaşamın adıdır.
insan yüceldikçe, din de yücelir. insana değer verdikçe, din de değer kazanır. insansız bir dünya, bir yaşam olmıyacağı gibi, insansız bir inanç da olamaz. Yeryüzündeki tek bir kul, insan olarak bir diğerinden üstün değildir. Yeryüzündeki yetmiş iki millet bir nazarla bakmak, yaratılmışlar arasında ayrım yapmamak Aleviliğin olmazsa olmaz ilkelerindendir. Insan merkezli olduğu için, insan da; “Eline, Diline, Beline” sahip yüksek ahlaklı olmalıdır.
“Ben sadece güzel ahlakı tamamlamak üzere yüce yaratan tarafından sizlere tebliğci olarak gönderildim” diyen Hz.Muhammed; gelir eşitsizliğinden, cinsiyet ayrımcılığına, kadın sömürüsünden, haksız yere kazanç sağlayanlara kadar insanın, insan üzerindeki haksız hakimiyetini kaldırmış, tüm insanların eşit ve bir olduğunu söylemiş ve tüm yaşamı boyunca bunu ahlaklı yaşamın esası olarak kabul etmiştir. “Hz.Peygamber; “Ben ahlak binasının son tuğlasıyım” diye buyurmuş ve bu ahlak binasını sevmemek mümkün müdür? Alevi inancının en temel düstturu temiz ahlaktır.
Dinin amacı; insanları iyiye, güzele, hayırlı işlere sevk ederek onları hem dünyevi, hem de ahirette mutlu kılmakdır. insanların birbirlerine karşı kin ve nefrete, intikam ve kan dökmeye sevk etmez. Tüm bu güzelliklere ulaşmak, ideal insan olabilmek için; Hayatın esasını, manasını anlamaya, düşünmeye, yaratılıştaki sebep ve amaçtan haberdar eder.
Günümüzde şahit olduğumuz olay insanların, din hakkında az bilgileri olduğu halde, en çok konuştukları konu yine şüphesiz dindir. Çünkü din insanların hayatında önemli bir yere sahiptir. Eğer din tam manasıyla anlaşılmış olsa insanlar arasında kötülükler yok denilecek kadar az olur. Din, doğru algılanmadığı zaman, yada din çıkarlara alet edildiği zaman kötülükler baş gösterir. Dolayısıyla kimilerinin iddia ettiği gibi kötü olan din değildir, insanların yanlış algılamasıdır ve yaşamasından kaynaklanır.
insanoğlu günümüzde, günden güne bilim ve teknik alanında gerçekleştirdiği çalışmalar sonucu, büyük ilerlemeler kaydetmiş ve maddeyi hakimiyeti altına almaya başlamıştır. Elbette ki yapılan çalışmalardan; insanlığın hizmetine, menfaatine sunulan güzel çalışmalar olduğu gibi, insanlığın zararına ve insanlığı yok edecek zararlı çalışmalar da vardır. Dolayısıyla maddenin yanında insanın bir de ruh ve maneviyat alemi vardır ki; insanlar o konularda gereği yapılmamış ve bu konulara gereken önemi vermemiştir. Bu bakımdan ruh ve maneviyat hakkındaki bilgilerimiz pek ileri gidememiştir. insanoğlu, bilim ve teknikte üstün ilerlemeler sağlamasına rağmen, insanlık vasıflarını layıkıyla kazanamamıştır. Çünkü ruh ve maneviyat zayıf kalmıştır.
insanı insan yapan asıl etken ruh ve maneviyattır. Tarihte yaşanılan olaylar araştırılacak olursa, görülür ki; insanlar maneviyatlarına bağlı kaldıkları zaman medeni insan olmuşlardır ama maneviyatlarından uzak kaldıkları müddetçe de vahşileşmişlerdir.
Şiddet/terörizm kadar Islam’a ters başka bir etken olamaz. Haksız yere bir insanın öldürülmesi, bütün insanların, insanlığın öldürülmesine, yok edilmesine denk tutulmuştur. Çünkü Islam dini korku, baskı, ve tehdit dini değildir; sevgi, barış ve hoşgörü dinidir. Allah’a giden doğru yolda; sevgi vardır, ilahi aşk vardır. Ancak şiddet ve terörizm yoktur. Dini yanlış anlayanlar, kendi anlayışlarını, hislerini din zanedenler başkalarına saldırmayı, kin beslemeyi ve düşmanlığı dinin gereği zanedip dini yanlış anlamalara sebebiyet vermişlerdir. Bu yanlış algılama ve yorumlar yüzünden milyonlarca insanların hayatına mal olmuş ve zulüme maruz kalmışlardır.
—————-♡—————–
Ali’yi seven Allah’ı sever
Gadir-i Hum olayı… ?
Gadir–i Hum’da Resûlullah (s.a.a.) Hz. Ali’nin kolunu kaldırarak buyurdu ki: “Ben kimin mevlâsıysam, Ali de onun mevlâsıdır. Allah’ım! Onu veli ve dost edineni Sen de veli ve dost edin. Ona düşman olana Sen de düşman ol. Ona yardım edene yardım et
Hz. Peygamber (s.a.a) yanındaki muazzam kalabalıkla birlikte Medine’ye döndüğü sırada, Medine, Irak ve Mısır yollarının ayrıldığı yer olan Cuhfe bölgesindeki Gadir-i Hum denilen yere vardı. Zilhicce ayının on sekiziydi. Orada şu ayet nazil oldu: “Ey Elçi! Rabbinden Sana indirileni tebliğ et” (Mâide, 67).
Yüce Allah, Hz. Peygamber’e, Hz. Ali’yi insanlara göstermesini ve onu veli edinmenin, ona itaat etmenin herkese farz olduğunu onlar duyurmasını emretti. Bu arada vahiy, kincilerin ve kıskançların şerrine karşı kendisinin korunacağını da Hz. Peygamber’e garanti ediyordu. Kalabalığın başı Cuhfe yakınlarına kadar varmıştı. Peygamber (s.a.a) önde gidenlerin geri döndürülmelerini ve geridekilerin de yerlerinde kalmalarını istedi. Burası, daha önce hiç kimse tarafından konaklama yeri olarak kullanılmamıştı. Eğer vahiy gelmeseydi, Peygamber (s.a.a) de burada konaklamayı düşünmüyordu. Sonra kalabalığın ortasında durdu ve herkesin duyacağı yüksek bir sesle şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Davet edilip de daveti kabul etmiş gibiyim. Size iki ağır emanet bırakıyorum. Biri Allah’ın Kitabı, diğeri de Ehl-i Beyt’im. Benden sonra bunlara karşı nasıl bir tavır takınacağınıza bakın. Bu ikisi havuz başında Benimle buluşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar.”
Ardından şunları söyledi: “Allah Benim mevlâmdır ve Ben de her mü’min erkek ve kadının mevlâsıyım.” Bunu dedikten sonra Ali’nin elinden tuttu ve şöyle dedi: “Ben kimin mevlâsıysam, işte Ali de onun mevlâsıdır. Allah’ım! Onu veli ve dost edineni Sen de veli ve dost edin. Ona düşman olana Sen de düşman ol. Ona yardım edene yardım et. Onu yalnız bırakıp yardım etmeyeni Sen de yalnız bırak ve yardım etme. Nereye giderse gitsin, hakkın onunla beraber olmasını sağla. Dikkat edin! Bu sözlerimi burada bulunanlar, burada bulunmayanlara ulaştırsınlar.”
Daha oradan ayrılmamışlardı ki Emin’ül Vahy Cebrail şu ayeti indirdi: “Bu gün dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum.”
Bu ayetin inmesi üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle dedi: “Allahuekber! Dinin kemale ermesinden ve nimetini tamamlamasındandolayı.” Sonra insanlar Emir’ül- üminin’i kutlamaya başladılar. Onu kutlayan sahabilerin en başında Şeyheyn Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Diyorlardı ki: “Ne mutlu sana ey Ebu Tâlib’in oğlu! Artık benim ve bütün mü’min erkek ve kadınların mevlâsı oldun.” (Es Sîret’ül Halebiyye, 3/274; el Menakıb, İbn’ul Meğazilî eş Şafiî, s.16; el Fusûl’ül Mühimme, İbn-i Sabbağ el Malikî, s.40; Yenabi’ul Mevedde, Kunduzî, s.40; Esbab’un Nüzul, Nişaburî; Metalib’us Seul, Kemal’ud Din eş Şafiî; Mefatih’ul Gayb, Razî; el Menar, Muhammed Abduh; Tefsir-u İbn-i Şureyh; Tezkiret’ül Havass, İbn’ül Cevzî; Müsned-i İmam Ahmed; Zehair’ul Ukba, Taberî; er Riyad’un Nadıra, Muhibbuddin Taberî).
Rivayete göre, Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hz. Ali için bir çadır kurulmasını istemiş ve Müslümanlara da gruplar hâlinde yanına girerek Emir’ül Mü’minin sıfatıyla onu selâmlamalarını emretmiştir. Bütün Müslümanlar bunu yaptılar. Hatta o sırada Peygamber’in (s.a.a) yanında bulunan eşleri ve diğer Müslümanların hanımları da çadıra girip Emir’ül Müminin olarak Ali’yi selâmladılar. (el İrşad, Şeyh Müfid, 1/176).