06 Temmuz 2018

İSLAM’DA KADER İNANCI (VAR MI ?)



İSLAM’DA KADER İNANCI (VAR MI ?)


 İSLAM’DA KADER İNANCI (VAR MI ?)
Bu yazı, kader hakkında ayrıntılı ve yeterli bir değerlendirme olmayıp; yapılan yanlış ve yersiz bir değerlendirmeye çok kısa bir reddiye mahiyetindedir.
Temellerin sarsılmasına neden olan önemli konulardan biri de; dini konuların, yerli yersiz, uluorta tartışılmasıdır. Dikkat edilirse tartışılmasıdır ifadesi kullanılmıştır. Kastettiğimiz müzakere ya da dini konuların açıklanması değildir. Ve asıl ihtiyaç duyulan şey, dini konuların ehil kişilerce müzakeresi, dini konuların açıklanması ve öğrenilmesidir. Çok önemli gördüğümüz bu konuyu, şimdi fazla uzatmadan, bir konu üzerinde kısaca duracağız. Üzerinde duracağımız konu kader konusudur.

KADER HAKKINDA KONUŞMALAR

Kader ve onun bir parçası durumunda olan kaza konusu, hakkında çok konuşulan bir konu olmuştur. Bu konuyla ilgili bilgileri ve insanların meraklarını giderecek açıklamaları Kur’an-ı Kerim vermiş, peygamberimiz açıklamalarda bulunmuş, ehl-i sünnet âlimleri de bu iki kaynaktan hareketle insanları bilgilendirmişlerdir.
Bu kısa araştırmayı hazırlamamızın nedeni, birilerinin kader hakkındaki cesaretli(!) hitabesidir. Konu, kişilik meselesi olmadığı için, birileri hakkında konuşacak değiliz.
Birilerinin kader hakkındaki hitabesinden dikkat çeken önemli noktaları kısaca maddeler halinde sıralarsak şunlar öne çıkmaktadır:

1.İslam’da kader inancı yoktur.
2. Kur’an’da, iman esaslarının sayıldığı ayetlerde kader geçmemektedir.
3.Kaderin geçtiği hadisler ahad (zayıf) hadisler olup iman konusunda ahad hadisler delil olarak kullanılamazlar.
4.İman esaslarının sayıldığı hadislerde lafızlar tutmamaktadır. Bunlardan hangisini esas alacağız; bunlardan hangisi doğrudur; sözgelimi a açıklaması mı, b açıklaması mı?
5.Hadisin farklı bir tarikinde (varyantında) farklı ifadeler kullanılmıştır. Şimdi hangi tarikin rivayetini esas alacağız?

İddiaların temeli kısaca bunlar. Konuyu uzatmamak ve magazine etmemek için özetlemeye çalıştık.
BATILA REDDİYE
Amacımız, kader konusunu anlatmak değildir. Burada kısaca yukarıdaki iddiaları cevaplandırdıktan sonra Kur’an’da iman ve kaderle ilgili ayetlerden örnekler vererek konuyu sonlandıracağız.

Cevaplar:
1.İslam’da kaza ve kader inancı vardır. Bununla ilgili ayetler ve hadisler vardır. Buradan hareketle âlimlerimiz; ehl-i sünnet fukahası ve müçtehitler (Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbelî; Maturidi, Eş’ari, müntesibi kalmamış diğer mezhepler) kaza ve kadere iman konusunda ittifak halindedirler. Sadece tanım konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Mesela Maturidi’nin kader tanımını Eş’ari kaza için, kaza tanımını da kader için kullanmaktadır.

İmanın temel kabulleri hakkında Şia’nın da farklı bir yaklaşımı bulunmamaktadır.
Aslında Kaderiyye diye de bilinen Mutezile mezhebinin dahi kader inancı vardır; ancak bu inanç, ehl-i sünnet yaklaşımından farklı ve problemlidir. (Cebriyye ve Mutezile, konuyu, birbirlerine zıt istikamette zorlamışlardır.)

2.Kur’an-ı Kerim, bir ders kitabı veya bir ansiklopedi değildir. Kur’an-ı Kerim, her yönüyle orijinal, kendine has yegâne kitaptır. Kur’an’ın üslubu ve muhtevası, kitaplık çapta bir konudur. Kur’an-ı Kerim, ele aldığı konuları, topluca bir arada istisnai olarak verir. Zekât verilecek kimseler, bu istisnaya bir örnek olarak verilebilir. Zekatın verileceği yerler topluca bir ayette belirtilmiştir; Tevbe 9/60. Abdestin farzları da bir ayette topluca ifade edilmiştir; 5:6. Bu tip olanlar vardır. Ama büyük çoğunluk, Kur’an’ın çeşitli yerlerine dağılmış durumdadır. Peygamber kıssaları böyledir; bir yerde bir peygamberle ilgili bir açıklama, başka bir yerde başka bir açıklama, bir başka yerde de aynı açıklamanın değişik bir vesileyle tekrarını görmek mümkündür. İman ile ilgili açıklamalar da böyledir. Yenilmesi ve içilmesi haram olan nesnelerle ilgili açıklamalar da tek bir ayette toplanmış değildir.

Kur’an’da kader ile ilgili ayetler de vardır. Bu yazının sonunda bu verilecektir. Örnek olması bakımından bir tanesini belirtmemiz gerekirse Kamer 54/49. ayete bakılabilir.

3.Doğrudur; imana taalluk eden konularda tek başına ahad hadisle ihticac edilemez. Ancak, tek başına ahad hadis delil kabul edilmiş değildir. İman esaslarından hiç birisi de ayet olmaksızın hadise müstenid olarak kabul edilmiş değildir. Hatta ahad hadisi bırakın, meşhur mütevatir bir sahih hadis dahi ayet olmaksızın iman konusunda delil olarak kullanılmış değildir. O nedenle, siz, iman ile ilgili ayeti görmeyerek hadisle ihticac edildiğini söylerseniz, burada suç, görmeyen gözdedir.

Burada belirtilmesi gereken bir nokta da, hadisler hakkında uluorta yapılan değerlendirmelerin, en hafif ifade ile edep sınırlarını zorlaması sorunudur. Kitaplık çaptaki bu konuyu burada anlatmak mümkün değildir. Ancak bir fikir vermesi bakımından burada bir hususu arzedetmek isterim.
Burada, ahad hadisi anlamak için özel haberi örnek olarak verebiliriz. Hadis literatüründeki bütün değerlendirme ve kriterler geçerli olmakla beraber ahad hadis, adeta özel haber gibidir. Özel haber, sadece, haberin özel olması niteliğinden dolayı zayıf veya geçersiz sayılamaz. Burada en önemli özellik, haberin doğru olup olmamasıdır.
Bir örnek olması bakımından İstanbul’un fethi ile ilgili meşhur hadisi ele alalım. Bu hadis, kütübü sitede yer almamaktadır. Kütübü siteye göre ikinci derecede sayılabilecek bir hadis mecmuasında yer almaktadır (Ahmed İbn Hanbel’in Müsned’inde). Ve bu hadis, hadis kriteri açısından ahad hadistir (zayıf). Bu hadis, hadis kriterlerine uygunluk açısından değerlendirildiğinde üst sıralarda yer almamaktadır. Ama mü’minler bilmekte ve inanmaktadırlar ki; bu hadis, yalan (mevzu) değil, sahih (gerçek)tir. Yirmidokuz kumandan, bilahare meşhur olan bu ahad hadisin müjdesine mazhar olmak için yollara düşmüştür.Ve tarih ve kader, bütün olumsuzluklara rağmen bu muhteşem hadisi tashih etmiştir.
Hadisler hakkındaki uluorta konuşmaların hedefinde, bizleri, yeni fetihlerden ve fetih idealinden mahrum bırakmak isteyen bir ruh ve kafa yapısının mevcudiyetini anlamak için inkirazı görmek şart mı?! (Burada kastettiğimizin, usulüne uygun hadis müzakereleri ve etüdleri olmadığını özellikle belirtiyorum. İlim haysiyetine uygun bir değerlendirmenin başımızın üstünde yerinin olduğunu ve buna ihtiyacımızın olduğunu ifade etmek isterim.)

4.Hadislerde lafızların tutması diye bir şart yoktur. Lafızların tutması bir artıdır, ama tutmaması mümkündür. Hadis, ayet değildir. Lafızların tutmaması, hadis bazında, müdakkik hadis âlimlerince değerlendirilmiştir. Anlaşılması bakımından; mesela, Peygamberimizin, peygamberlerden bahseden bir hadisini düşünelim. Bir ravi, bizim “peygamber” dediğimiz kelimeyi rasül kelimesi ile naklederken bir başka ravi onun yerine nebi kelimesini kullandığı zaman bu, bir lafız ihtilafıdır. Kimi raviler, rivayet ettikleri hadisin özüne bağlı kalma hassasiyetlerinin bir sonucu olarak bunu açıkça ifade yoluna da gitmişlerdir. Rasül ve nebi kelimelerini örnek alacak olursak “rasül ev nebi” şeklinde “rasül veya nebi” şeklinde ifade etmekten kaçınmamışlardır.

Esasen kimi hadislerin ancak muhtelif lafızlarla ifade edilmesi kaçınılmazdır. Onların tek bir lafızla ifade edilmelerini beklemek, ayakların yere basmaması demektir.120 binden fazla sahabenin şahit olduğu veda hutbesini, hadis mecmualarında tek bir lafız halinde görmeyi beklemek, ne kadar hayali bir beklentidir. Birbirini tamamlayan parça parça anlatımları hadis kitaplarında görüyoruz ve bu durum, bir masa başı haberi beklemeyen bizler için hiçbir sıkıntı kaynağı olmuyor, belki, şairin dediği gibi “dalına konan bir kuş da ben olsaydım.” ruh hali içimizi kaplayan bir atmosfer oluyor.
Aslında yer yer farklı lafızların kullanılmasının bir zenginlik olduğunun idrakine varmak gerekmektedir. Kur’an-ı Kerim ve diğer ilahi kitaplar; Kur’an-ı Kerim’de isim olarak yer aldığı gibi, “kitaplara” (Bakara 2/177), “kitaplarına” (Bakara 2/285), “peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba” (Nisa 4/136), “ayetlerimize iman” (Rum 30/53), “indirdiğimiz o nur” (Teğabün 64/8) şeklinde de geçmektedir. Bunların hepsi, Amentü’deki “kütübihi” (Allah’ın kitaplarına) iman ile ilgili değil midir?

5.Bir varyanta bir ifade, başka bir varyantta başka bir ifade var. Hangisini alacağız?

Öncelikle belirtmeliyiz ki; bu, bir ilkokul öğrencisine hitap tarzıdır. O nedenle, bu sorunun cevabını, ilkokul öğrencisinin anlayacağı şekilde verelim: İster başkent de, ister başşehir; ister büyükşehir de, ister anakent, ister ana-baba de, ister ebeveyn…
İkinci olarak, hatip, hadisin birden çok varyantından bahsediyorsa, bu hadisin ahadlıktan daha yukarılarda bir yerlerde olduğunu, farkında olmadan ifade etmiş oluyor.
Üçüncü olarak, her bilim dalı için bir literatür söz konusu iken din bilimleri, ya da burada hadis bilimleri için literatür yok mu, var da sizin desteksiz atışlarınıza imkan vermediği için yok mu sayıyorsunuz?! Müdakkik âlimler, hadis şarihleri; hadis bazında problemi ele almışlar ve gerekli açıklamayı yapmışlardır. Varsa bir sorun, bunu, dinleyiciye sormak yerine, ilgili değerlendirmelerden yararlanarak dinleyiciyi aydınlatmak zor olmasa gerek.
Bir fikir vermesi bakımından; salat’ül-havf (korku namazı) ile ilgili olarak Peygamberimizin savaşta cemate namaz kıldırması ile ilgili 14 farklı rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetler hadis kitaplarında bulunmaktadır. Bu durumdan iki sonuç çıkarılabilir:
1.Korku namazı ihtilaflı bir konudur. Bundan kaçınmak gerekir. (Hâlbuki ihtilaflı olan, namazın kılınması değildir. Burada verilen mesaj, namazın, farklı şekillerde de olsa mutlaka kılındığıdır. Tek cümleyle söylemek gerekirse; farklı şekillerde de olsa namaz, korku namazı, savaşta namaz; mutlaka kılınmıştır. )
2.Her halükarda namaz kılınmalıdır. Rasülullah’ın uygulamalarında bunun farklı uygulamalarını görüyoruz. Kesin olan husus şudur: Rasülullah, en zor şartlarda dahi namazı terk etmemiştir.
KUR’AN’DA İMAN KONULARI
İman esaslarının her biri Kur’an’da geçmektedir. Kimi yerde biri, kimi yerde ikisi, kimi yerde üçü, kimi yerde dördü, kimi yerde beşi zikredilmektedir. Altısı topluca bir arada zikredilmemiştir. (İslam’ın şartlarının her biri de Kur’an’da zikredilmiş, ama hepsi bir arada topluca zikredilmemiştir.) Ama her biri çeşitli şekillerde zikredilmiştir.
Şimdi, bir fikir vermesi bakımından Kur’an’dan iman ile ilgili ayetlerden örnekler sunalım.
Bakara Suresindeki şu ayet-i kerimede imandan söz edilmekte, ama imanın ayrıntılarına girilmemektedir:
Bakara 2/218.” İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah′ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahîmdir.”
Aşağıda meallerini verdiğimiz ayetlerde imanın sadece bir rüknü söz konusu edilmektedir:
Tevbe 9/61.” (Yine o münafıklardan:) O (Peygamber, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek peygamberi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah′a inanır, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah′ın Resûlüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır.”
Teğabün 64/9. “Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür. (Ancak) kim Allah′a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter, onu (ve benzerlerini), içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.”
Hadid 57/28. “Ey iman edenler! Allah′tan korkun ve Peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nûr lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir”.
Rum30/53. “Körleri de sapıklıklarından (vazgeçirip) doğru yola iletemezsin. Ancak teslimiyet göstererek âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin.”
Şimdi meallerini vereceğimiz ayetlerde imanın şartlarından ikisi zikredilmektedir:
Nisa 4/152. “Allâh’a ve Peygamberlerine iman eden ve Peygamberleri’nden hiç birinin arasını ayırmayan kimselere gelince işte bunların yarın kendilerine ecirlerini vereceğiz, ve Allâh gafur, rahîm bulunuyor.”
Nur 24/62. “Müminler, ancak Allah′a ve Resûlüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o Peygamber ile ortak bir iş üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resûlüm!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah′a ve Resûlüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah′tan bağış dile; Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.”
Hucurat 49/15. “Müminler ancak Allah′a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.”
Hadid 57/19. “Allah′a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nûrları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.
Sebe’ 34/21. Hâlbuki şeytanın onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inananı,şüphe içinde kalandan ayırdedip bilelim diye (ona bu fırsatı verdik). Rabbin gerçekten her şeyi koruyandır.”
Al-i İmran 3/114. “Allâh’a inanırlar, Ahiret gününe inanırlar, ma′rufu emrederler, münkerden nehyederler, hayırlara koşuşurlar ve işte bunlar salihîndendirler.”
A’raf 7/158 – “De ki: Ey insanlar ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim. O ki, göklerin ve yerin hâkimiyeti Ona aittir. Ondan başka ilah yoktur. Hayatı veren de, ölümü yaratan da Odur. Öyleyse siz de Allaha ve Onun bütün kelimelerine iman eden Nebiyy-i Ümmi olan o Resûlüne inanın. Ona tabi olun ki doğru yolu bulasınız.”
İman esaslarından üçü söz konusu edilen ayetler de vardır:
Teğabün 64/8. Onun için Allah′a, Peygamberine ve indirdiğimiz o nûra (Kur′an′a) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
Şu ayet-i kerimede iman esaslarından dördü geçmektedir:
Bakara 2/285. “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. “Allah′ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır” dediler.”
Bakara Suresindeki ve Nisa Suresindeki ayetlerde iman esaslarından beşi sayılmıştır:
Bakara 2/177. “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah′a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah′ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!”
Nisa 4/136. “Ey iman edenler! Allah′a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab′a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah′ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.”
KUR’AN’DA KADER YOK MU?
Cevabı merak edilen soru şudur: Kur’an’da kader yok mu?Cevap: Kur’an’da kader vardır. Kur’an-ı Kerim’de kader ile ilgili pek çok ayet-i kerime bulunmakla birlikte bu sorunun en net cevabı Kamer Suresinde verilmiştir:
(اِنَّا كُلَّ شَىْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ)
Kamer 54/49. “Haberiniz olsun ki biz her şeyi bir kaderle yaratmışızdır.”
-Elmalı
Burada birilerinin kader kelimesine başka bir anlam yüklemesi, yükleyenin kendisi ile ilgili bir konudur. Ancak, kimi meal yazarları kader yerine ölçü kelimesini kullanmışlardır ki; bu, sonuç itibariyle Türkçeleştirme gayretinden başka bir şey değildir. Aslında kader, zaten ölçüdür; ilahi ölçü.
Allah’ın her şeyi bir kaderle yarattığını ifade eden ayetlerden bir kaçının mealini örnek olması bakımından veriyoruz:
Ahzab 33/38. “Allah′ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber′e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah′ın âdeti böyle idi. Allah′ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.”
Hicr 15/21.” Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.”
Talak 65/3.”Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah′a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.”
A’la 87/3.” O Rabbin ki takdir etti de hidayet buyurdu.”
-ElmalıKamer Suresi 49. ayetin mealini, bir fikir vermesi açısından, Elmalı, Suat Yıldırım ve Diyanet’in mealleriyle veriyorum: Kamer 54/49. “Haberiniz olsun ki biz her şeyi bir kaderle yaratmışızdır.”
-Elmalı Kamer 54/49 – “Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık.” S. Yıldırım
Kamer 54/49. “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.
-Diyanet Buradaki “bikaderin” ifadesine Hamdi Döndüren, Diyanet Vakfı Meali ve Kur’an Yolu “bir ölçüye göre”, Hasan Basri Çantay ve Celaleyn “bir takdir ile”, Mahmut Toptaş “bir kaderle (ölçüyle)”, Muhammed Esed “gerekli ölçü ve nisbette” anlamlarını vermişlerdir. Esasen kaza ve kaderin tanımı çok net bir biçimde Kur’an-ı Kerim’de verilmiştir. İşte kaderin tanımı ve bunun sebebini açıklayan peşpeşe iki ayet-i kerime:
Hadid 57/22. “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah′a göre kolaydır.”
Hadid 57/ 23.” (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah′ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.”
Şu ayet-i kerime ise kazanın tanımını ve nedenini açıklamaktadır:
Tevbe 9/51.” De ki hiç bir zaman bize Allâh’ın bizim için yazdığından başka bir şey isâbet etmez. O bizim mevlâmızdır ve mü′minler onun için yalnız Allâh’a mütevekkil olsunlar.”
Esasen mü’minlerin kaza ve kader dedikleri, inandıkları da bundan başkası değildir.
HADİSTE KADER
Ülkemizin yetiştirdiği hadis mütehassıslarından merhum Prof. İbrahim Canan’ın hazırladığı Kütüb-i Sitte’nin ikinci cildindeki İman ve İslam bölümünden Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın naklettiği Cibril hadisini, Abdullah (RA)’in, hadisi nakletmesine sebep olan girizgâhla birlikte aktarıyoruz:
Yahya İbnu Ya′mur haber veriyor: “Basra′da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma′bed el-Cühenî idi. Ben ve Humeyd İbnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya umre vesîlesiyle beraberce yola çıktık. Aramızda konuşarak, Ashab′tan biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Maksadımız, ondan kader hakkında şu heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormaktı. Cenâb-ı Hakk, bizzat Mescid-i Nebevî′nin içinde Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anh)′la karşılaşmayı nasib etti. Birimiz sağ, öbürümüz sol tarafından olmak üzere ikimiz de Abdullah (radıyallahu anh)′a sokuldu. Arkadaşımın sözü bana bıraktığını tahmîn ederek, konuşmaya başladım: “Ey Ebu Abdirrahmân, bizim taraflarda bazı kimseler zuhur etti. Bunlar Kur′ân-ı Kerîm′i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çıkarmaya çalışıyorlar.” Onların durumlarını beyan sadedinde şunu da ilâve ettim: “Bunlar, “kader yoktur, herşey hâdistir ve Allah önceden bunları bilmez” iddiasındalar.” Abdullah (radıyallahu anh): “Onlarla tekrar karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler.” Abdullah İbnu Ömer sözünü yeminle de te′kîd ederek şöyle tamamladı: “Allah′a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve hepsini de hayır yolunda harcasa kadere inanmadıkça, Allah onun hayrını kabul etmez.”
Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer İbnu′l-Hattâb (radıyallahu anh) bana şunu anlattı: “Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)′in yanında oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah bir adam yanımıza çıkageldi. Üzerinde, yolculuğa delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanımıyordu da. Gelip Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)′in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadı. Ellerini bacaklarının üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya başladı: Ey Muhammed! Bana İslâm hakkında bilgi ver! Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: “İslâm, Allah′tan başka ilâh olmadığına, Muhammed′in O′nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmen, namaz kılman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettiği takdirde Beytullah′a haccetmendir.” Yabancı:
“- Doğru söyledin” diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik.
Sonra tekrar sordu: “Bana iman hakkında bilgi ver?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: “Allah′a, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Kadere yani hayır ve şerrin Allah′tan olduğuna da inanmandır.” Yabancı yine: “Doğru söyledin!” diye tasdik etti? Sonra tekrar sordu: “Bana ihsan hakkında bilgi ver?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı: “İhsan Allah′ı sanki gözlerinle görüyormuşsun gibi Allah′a ibadet etmendir. Sen O′nu görmesen de O seni görüyor.”
Adam tekrar sordu: “Bana kıyamet(in ne zaman kopacağı) hakkında bilgi ver?”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer: “Kıyamet hakkında kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birşey bilmiyor!” karşılığını verdi.
Yabancı: “Öyleyse kıyametin alâmetinden haber ver!” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı:
“Köle kadınların efendilerini doğurmaları, yalın ayak, üstü çıplak, fakir -Müslim′in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarının yüksek binalar yapmada yarıştıklarını görmendir.”
Bu söz üzerine yabancı çıktı gitti. Ben epeyce bir müddet kaldım. -Bu ifade Müslim′deki rivayete uygundur. Diğer kitaplarda “Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)′la karşılaştım” şeklindedir- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ey Ömer, sual soran bu zatın kim olduğunu biliyor musun? dedi. Ben: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir”deyince şu açıklamayı yaptı: “Bu, Cebrail aleyhisselâmdı. Size dininizi öğretmeye geldi.”
Merhum Canan, hadisin sonunda şu kaynakları kaydetmektedir: Müslim, İman 1, (8); Nesâî, İman 6, (8, 101); Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4695); Tirmizî, İman 4, (2613).
Görüldüğü üzere Cibril hadisi, sadece Müslim’le sınırlı kalmamaktadır. O kadar ki; İmam Muhyiddin Nevevi’nin 40 Hadis mecmuasında Ahmed Naim tarafından yapılan çeviride Cibril hadisine şu not düşülmüştür: “Bu Hadis-i Şerif hemen bütün kütüb-i ehadisde muhtelif tariklerle müteaddit surette tahriç edilmiş olmağla manen müştehir olan ihbar-ı Nebeviyye’den ma’dud olabilir.”
Konuyu daha fazla uzatmadan sözü, Kur’ani bir dua ile bitiriyoruz: (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.
Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! (Fatiha 1/5,6,7.)
Âmin. 
Esasen kaza ve kaderin tanımı çok net bir biçimde Kur’an-ı Kerim’de verilmiştir. İşte kaderin tanımı ve bunun sebebini açıklayan peş peşe iki ayet-i kerime:
Hadid 57/22. “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah′a göre kolaydır.”
Hadid 57/23.” (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah′ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah, kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.”
Şu ayet-i kerime ise kazanın tanımını ve nedenini açıklamaktadır:
Tevbe 9/51.” De ki hiç bir zaman bize Allâh’ın bizim için yazdığından başka bir şey isâbet etmez. O bizim mevlâmızdır ve mü′minler onun için yalnız Allâh’a mütevekkil olsunlar.”
Esasen mü’minlerin kaza ve kader dedikleri, inandıkları da bundan başkası değildir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...