Bir güncelleme ihtiyacından bahsedilebilecekse bu İslam’a dair değil insana dairdir. İnsanın güncellenmesi, değişmez ve değişmeyecek hakikatlerle yücelmesidir. İslam, insanın güncellenerek yücelmesinin yegâne yoludur.

Güncelleme; zaman ve zeminle mukayyettir. Mesela insan güncellenebilir, çünkü bir zamanda, bir yerde yaşar ve belli insanlarla muhataptır. İlişkiler hep güncellenir; ihtiyaçlar değişir, imkânlar değişir, fırsat ve tehditler değişir. Ama İslam’da güncelleme olmaz, çünkü zaman üstüdür. İslam, kıyamet kopuncaya dek değişmeyecektir. Aşkın bir hakikattir, çünkü Allah’a aittir. Kendisinde ve kanununda hiç değişim ve dönüşüm olmayacak Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden gelmiş bir hakikat, her zaman ve zeminde geçerlidir. Yaratan, yarattığını en iyi bilendir. İnsanın güncellenmesi, Yaratan’ın kendisi için koyduğu ölçülere göre hayat tarzının, bakış açısının ve iş yapış biçiminin düzenlenmesidir.
İnsan niye güncellenmelidir? Gaye, her şey değişirken hak ve hakikat üzere duruşu temin etmektir. Değişen zaman ve zeminde ayağın kaymasına engel olmak için bir istinat noktası şarttır. İslam işte bu istinat noktasıdır. Tevakkuf edilen ya da ısrar edilen nokta İslamî hayat tarzıdır. Bu nokta bize nereden gelip nereye gittiğimizi, dünyanın ne olduğunu ve burada ne aradığımızı anlama imkânı verir. İnsan, zaman ve âlem hakkında en sağlıklı ve kazançlı bakış açısını sağlar. Dostu, düşmanı bildirir, iyilikten ve kötülükten haberdar kılar. İnsanın güncellenmesi, İslam noktasındaki duruşunun sabitliği, sağlamlığı ve istikametinin garantisini temine matuftur. Mihnet rüzgârları İslam’da sabitkadem olanı eğebilir, bükebilir ama durduğu yerden sökemez.
İslam geldiği günden bu yana dipdiridir. O ana hükümdür; ana hükümde güncelleme olmaz. Ayetler de bellidir, En Güzel İnsan’ın sözleri ve yaşadığı hayat da… Bu iki değişmez kaynaktan beslenerek güzel örnekler ortaya koyanlar, nasipleri ve gayretleri ölçüsünde ilk iki kaynak gibi hüccet olmaya liyakat kazanabilirler. Bu zamana kadar bir yere gelmeyi başaran, söz konusu kaynaklara dayanarak bunu yapmıştır. Kadimi de çağdaşı da, köylüsü de şehirlisi de, kölesi de efendisi de, fakiri de zengini de, memuru da amiri de hep aynı hükümlerle güncellenmiş, ne arıyorsa aradığına bu değişmez hükümlerle erişmiştir. Mekke’yi karanlıklardan kurtaran, bedevilerin torunlarına Avrupa’da Endülüs gibi bir medeniyet kurduran, 400 çadırdan koskoca bir cihan devleti çıkartıp, İstanbul’un fethi ile çağ açıp çağ kapattıran, dahası ilim, teknoloji ve medeniyet alanında zamanın zirvelerini yücelten, değişmeyen, güncellenmeyen ve pörsümeyen aynı hakikatlerdir. İnsan ne zaman bu hakikatlerle kendini güncelleyip dirilmişse işte o zaman, arz bir kilim gibi önüne serilmiş, varlığa ait bilmeceler çözülmüş ve dünya esas vatanı andıran bir yere dönüşmüştür. Tersi de vakidir; İslam’ın hakikatleri unutulup, insanın güncellenmesi ertelendiğinde ortalığı kesif bir karanlık kaplamış, zulüm ve vahşet çoğalmış ve dünya yaşanmaz bir yer halini almıştır.
Hakikat sade ve berraktır: üstünlük, güç ve hâkimiyetin yolu değişmeyen altın hakikatlere sarılmaktan geçer. 1400 küsur yıldan bu yana devir, insan ve zihniyet sürekli değişse de İslam aynı kalmıştır. Hangi devrin insanı İslam’ı hayatının ve devrinin ana değeri haline getirerek kendini güncelleyebilmişse kazanmış, iki dünyasını da abat etmiştir. Bunu yapamayan, kendini güncelleyemeyen ve aklını merkeze alarak insanı değişmez değer haline getirenlerin ise iki dünyası da berbat olmuştur. Bir güncelleme şarttır, ama bunun insanda mı yoksa İslam’da mı olacağı bir tercih meselesidir. Akıbet bu tercihe müncerdir. Tarih bir güncelleme mücadelesinin agorasıdır; İslam’ı temel değer olarak alanlar insanı, insanı temel değer olarak alanlar ise İslam’ı güncelleme derdine düşmüşlerdir. Bugün de değişen bir şey yoktur, çünkü aktörler güncellense de hak ve batıl mücadelesi Habil ve Kabil’den bu yana değişmemiştir.
Bizler İslam’ın değişmez ve güncellenmez olduğuna inanırız. Bir güncelleme derdimiz vardır, evet. Ama bu kendimize, zihnimize ve kalbimize dairdir. Sadece kendimiz de değil, biz herkesin güncellenmesi gerektiğini de düşünürüz. Hayat, bu güncellemenin hayra, güzelliğe ve iyiliğe doğru artarak devam etmesinin mücadelesidir. Bu mücadele azığımız değişmez hakikatlerle kurduğumuz doğru, samimi ve sahih ilişkidir. Güncelleme oraya bakarak yapılır. Orası mihenktir. Kendimize bakarak ancak eksiğimizi görürüz. Eğer güncellemeyi kendimizde değil de mihenkte görmeye başlarsak, bir şeylerin yanlış gitmeye başladığını söyleyebiliriz.
İlk yanlış dünyaya ait bakışta olabilir. Dünya uyum sağlanacak yoksa uyumu sağlanacak mı bir yerdir? Dünya bize verilmiş bir emanettir, sermayedir, fırsattır. Buraya varis olmak gayesi ufkumuzda ışıldar. Bunun için salih olmak gerekir. Salihlik, sulhu temin maksadıyla hayatın üzerine yürüme cehdidir. Dünya bizimdir; biz buraya uyum sağlamaya değil, uyumu sağlamaya geldik. Hayat; iman ve cihattan ibarettir. İman, dünyadan ötesinin olduğuna inanmak; cihat, başta kendimiz olmak üzere herkesin ve her şeyin Allah için olmasına gayret etmektir. Yaşamak bunun için yaşamak, bununla yaşamak ve bunda yaşamaktır.
İkinci yanlış zamana ait bakışta olabilir. Bizden istenen zamana uymak değil zamana uyanmaktır. Zamanına uyanmak demek, zamanının fırsatlarının ve tehlikelerinin farkına varmak demektir. Bu zaman, hız ve hazzın ana gündem olduğu bir zamandır. Bu zamanda başlar ayak, ayaklar baş olmuştur. Erkek erkekliğini, kadın da kadınlığını unutmuştur. Böyle bir keşmekeşte gündemimiz bellidir; şartlar ne olursa olsun dert, İslam ile insanın arasına konulmuş engelleri kaldırmaktır. Zamanı ve zemini ifsat edenler bize kendi gündemimizi sathi ve sahte gündemlerle perdeleyerek unutturuyorlar. Kendi gündemimize sahip çıkmak zorundayız. Ânına sahip olamayan, anılacak işler yapamaz.
Üçüncü yanlış, hak anlayışında olabilir. Temel önceliğimiz, hakkımızı değil vazifemizi aramak olmalıdır. Okçular Tepesi’nden inin talimatı gelmemiştir, gelmeyecektir de, çünkü o talimatı verecek olan sözünü itmam eylemiştir. Sahip olduğumuzu zannettiğimiz her şey, varlığımızla beraber, emanettir. Hepsinin bir gün hesabı sorulacaktır. Bu kadar nimetin içinde hakkını arayanın korkarız ki gözüne gözükecek vardır. Bu zamanda hakkını değil, vazifesini aramak gerekir, çünkü sorulacak odur. Güncelleme yapılacaksa tam da bu noktada yapılmalıdır. Herkesin suçu, günahı ve vebali başkasında aradığı bir zamanda, suçu kendinde aramak erdemdir. Herkesin başkasına ayar vermek, başkasını güncellemek derdine düştüğü şu hengâmda vazifesini aramak ve kendini güncellemeye talip olmak, bir Hak vergisidir.
En büyük dâvâ, emaneti koruma dâvâsıdır. Emanet, bize verilen her şeyle birlikte, daha sınırlarına seyahat etme cesareti gösteremediğimiz potansiyelimizdir. Hayat, bu potansiyeli keşfetme, harekete geçirme ve kullanılması gerektiği yere kadar kullanma mücadelesidir. İmtihanımız potansiyelimiz kadardır. Kime ne verilmişse, ondan ancak o sorulacaktır, fazlası değil… Ancak, kim kendisine verileni layıkıyla bilebilir ki? Potansiyelimizin sınırlarını henüz keşfetmedik. Bunun derdine düşseydik, sürekli kendimizi güncellemek gibi bir çabanın içerisine girebilirdik. O yüzden bize düşen hakkımızdaki muradın ne olduğuna dair bitmeyen bir açlıkla hayatın üzerine yürümek ve “adını koymak”tır. Adını koymak üç sorunun cevabını verebilmektir: Ne yapıyorum? Ne için yapıyorum? Nasıl başaracağım? Bu soruları samimiyetle sorup cevabını arayan adını koymuştur. Neyin adını? Kendi adını… Hayatının adını… Ne için yaşadığının adını… Nereye gideceğinin adını… Adını koyan aslında akıbetinin adını koymuştur.
Bir güncelleme ihtiyacından bahsedilebilecekse bu İslam’a dair değil insana dairdir. İnsanın güncellenmesi, değişmez ve değişmeyecek hakikatlerle yücelmesidir. İslam, insanın güncellenerek yücelmesinin yegâne yoludur. Bu yolda berdevam olanların, dünyaya ve zamana bakışları bellidir; onlar uyum sağlamaya değil, uyumu sağlamaya gelmişlerdir. Son nefese kadar bitmeyecek bu mücadelede hak değil, vazife sorulur. Ne güç, ne teknoloji, ne de geçici menfaatler bu duruşu bozamaz. Bozuyorsa güncelleme vakti gelmiş demektir.