16 Temmuz 2018

HİKSOSLAR (Çoban Krallar, Yabancı Ülkelerin Hakimi)




HİKSOSLAR
(Çoban Krallar, Yabancı Ülkelerin Hakimi)


Hiksoslar kimlerdi ve nereden gelmişlerdi? Bugüne kadar elde edilen arkeolojik verilere göre Hiksoslar dönemini şu şekilde özetleyebiliriz; M.Ö. 1700'lerde Mezopotamya ve Mısır’ın Kuzey kesimleri büyük bir istila dalgasıyla sarsılır. Bu istilalar, bütün siyâsî ve dinî dengeleri altüst eder. 

Mısır'ın kuzeyini işgâl eden "Çoban Krallar" ya da "Yabancı Ülkelerin Prensleri" olarak anılan Hiksosların tek bir kavim mi yoksa kavimler topluluğu mu olduğu yine de tartışmalıdır. Irkî tiplerini anlayabileceğimiz ne bir sfenks ne bir heykel hiçbir resimsel kanıtları yoktur. Hiksosları resmeden tasvirler ise, Mısır'ın yerlileri tarafından yapılmıştır. Kesin olan, Asyalı olduklarıdır. Kısa sayılabilecek bir dönemde Mısır'ın sosyal hayatını derinden etkileyen Hiksosları 18 Sülale firavunları, Mısır'dan çıkarmışlardır.[1] 

Hurri ve Mitannilerle aynı soydan oldukları sanılan savaşçı bir kavim olan Hiksoslar, zayıf Mısır yönetimini kolayca ele geçirmişlerdir. Mısır'a gelip yönetimi ele geçirince, Mengis'i yönetim merkezi, Avaris'iyse askeri merkez yapmışlardır. [2]



Mısırlıların bir zayıflık döneminde özgün yerleşimcilerin soyundan gelenler Delta Bölgesi'nde kendi hâkimiyetlerini elde edip başkentlerini Avaris'te kurdular. Bunlar, tarihte Hiksoslar adıyla anılırlar ki, bu kelimenin anlamı "yabancı dağlık ülkenin reisleri" demektir ve bu da güney Kenan'ın iyi bir tanımıdır. [3]



İlk hece "Heg" (yönetici), Mısırca bir kelimedir. 2. heceyse doğu çölü göçebe ırkları için Mısır'da genel bir ünvan olarak kullanılan Shasu kökenli olmalıdır. Hiksos hükümdarlarından Khayan, kendisini "Heg Setu" (çöllerin hükümdarı) olarak adlandırıyordu. 

Ön Asya'ya at ve atlı arabayı ilk olarak Güney Asyalı Mitannilerin getirdikleri bilinmektedir. Mısır'a da at ve atlı arabayı ilk getirenler Hiksoslardır. Sonuç olarak Hiksosların Asyalı oldukları, Mısır'ın yerli kültüründen farklı bir kültüre sahip oldukları kesindir. 

Bütün bu bilgilerin ışığında şunu söyleyebiliriz; büyük bir ihtimâlle Hz. Yusuf, Hiksoslar döneminde başşehir Avaris ya da Memphis'te hem peygamberlik hem de Maliye bakanlığı görevini sürdürmüştü.[1]



Hiksos ismi, herhangi bir etnik gurubun ismi değildir. Mısırlılar, bunlara yabancı hâkimler adını vermiştir. Hiksos adı yakın zamana kadar çoban kral olarak yanlış bir tabirle anılmıştır. Oysa Hiksoslar, Mısır'da her ne kadar kendi kurallarını koymamış olsalar da 100 yıl kadar uzun bir süreç içinde Mısır'ı yönetmişlerdir. 

Bu isim, ilk kez 12. sülale zamanında yaşamış olan Sinuhe'nin romanında karşımıza çıkıyor. Ayrıca Mısır'da 12. sülale zamanında scarabeler üstünde de Hiksos adına rastlamaktayız. Hiksosların Mısır'a girişi 2. bin de, Hurrilerin Mezopotamya'nın kuzeydoğusundan Batı Suriye'ye doğru hareket etmesiyle, bu hareket sonucunda Asya kökenli kavimler Mısır'a hatta Kıbrıs'a kadar gitmek zorunda kalmıştır. 

Mısır'a giren bu kavimler burada Hiksos adıyla anılmıştır. 12. sülale döneminde küçük guruplar halinde Mısır'a giren Hiksoslar 13. sülale dönemimde küçük krallıklar kurmuşlardır. Hiksosların Mısır'a asıl egemenliği 15. ve 16. sülale dönemine denk gelir. 15. sülaleye 6 kral hakim olmuştur. Bu krallara genel olarak büyük krallar adı verilmiştir. 16. sülaleyeyse 32 kral hakim olur, bunlara da 2. Hiksoslar adı verilir. 

Bu dönem yaklaşık olarak M.Ö. 1670 ve 1570 yılları arasına denk gelir. Bu dönemde yazılı belgeler düzensiz kaleme alındığı için dönem hakkında düzenli ve yeterli bir bilgiye sahip değiliz. Dünya tarihçileri Hiksosların dönemini çöküntü dönemi diye adlandırır ve bu dönemi küçümserler. Fakat bu dönem küçümsenecek bir dönem değildir. Hiksoslar Kuzey Mısır'a, deltanın olduğu bölgeye hakim olmuşlardır. Burada pek çok Hiksos yerleşiminin olduğu düşünülmektedir. Fakat deltanın dolguları sonucu alüvyon tabakanın altında kaldığı düşünülmektedir.



Bir çok Hiksos kralının adını dil altında çözmek kolay değildir. Hiksosların tamamı Sami kökenli olmayıp, Mısır kökenli Hiksosların da var olduğu bilinmektedir. bu dönemde Mısır'ın çevre kültürlerle bağlantıları olduğu düşünülmektedir. Örneğin Knosos'ta bir kapağın üst kısmında Mısırlı bir Hiksos kralı adının yazılmış olduğunu görmekteyiz. Ayrıca Bağdat'ta da Hiksoslara ait küçük bir aslan heykelciği bulunmuştur. Fakat bütün bu bilgiler Hiksos dönemine ve sanatına tamamen ışık tutacak bilgiler değildir.



Hiksos krallarının başkenti deltanın doğusundaki Avaris kentidir. Avaris'in ilk kez Hiksoslar tarafından kurulduğu düşünülüyor. Burası yeni krallık devrinde Ramses şehri olarak bilinir. Ramses Avaris'i geliştirip burayı düzenli bir şehir görünümüne kavuşturmuştur. Buranın bu günkü ismi Tanis şehri olarak bilinmektedir.



M.Ö. 17. Yüzyılda Mısır'da hüküm süren bir Hiksos kralının Girit'e gönderdiği bir vazonun kapağında kendi adı olan "Khan/Khayan" ismi geçmektedir. Khan Asya kökenli bir addır. Türkçedeki Han ve Kağan'ı çağrıştırmaktadır. Ayrıca Hiksosları tasvir eden kabartmalar tipik Asya kökenli insanların resimlerini yansıtırlar. Fakat kullandıkları dilin Sami kökenli olduğu da nakledilmektedir. Kuzey'de Hiksosların hüküm sürdükleri dönemde Güney Mısır tahtında olan Kraliçe Hapsetsut bir yazıtında şöyle der; "Kuzey ülkesinde Avaris'te Asyalılar var..." Avaris, Hiksosların başşehriydi. Yine Hiksos kralı Apophis'ten sözü edilen bir başka kayıt şöyledir; "Sıkıntı Asyalıların şehrindeydi. Kralları Apophis Avaris'teydi..." [1]



Hiksoslar, Yukarı Mısır'a egemen olamıyorlar. Egemenlikleri Aşağı Mısır'dadır. Egemenlikleri süresince Mısır'ın başkenti Teben'e sahip olamamışlardır. Avaris şehriniyse Filistin'e yakın kurmuşlardır çünkü herhangi bir saldırı ya da savaş sonrasında Asya'ya Filistin'den daha rahat kaçacaklardır.



Hiksosların işgalini yaşayan Mısırlı tarihçi Manetho o dönemde yaşananları şöyle anlatmıştır; "Başımızda Timaios isimli bizden bir kral vardı. Her şey onun zamanında başladı. Tanrı bizden neden razı değildi bilemiyorum. Doğudan gelen yabancı adamlar aniden yurdumuzu bastılar. 

Cesur insanlardı. Hiçbir karşı koymaya rastlamadan ülkemizi ele geçirdiler. Yöneticilerimizi boyunduruk altına aldılar. Şehirlerimizi yağmaladılar tapınaklarımızı yıktılar erkeklerimizi öldürüp çocuk ve kadınlarımızı esir aldılar. Sonra kendi krallıklarını kurdular. Krallarının adı Salatis'ti. Yukarı ve aşağı Mısır'ın hakimi oldu. Gerekli yerlere garnizonlar kurdu. Salatis'in askerlerinin sayısı 240.000'di." [1]



Yedi ay süren bir kuşatmanın ardından Hiksosların bütün Mısır'ı ellerine geçirmelerine son ciddi engel olan Kuzey Mısır'ın başkenti Memfis, istilacılara teslim oldu. Aslında Memfis'in ele geçmesi Mısır'ın Hiksoslara karşı 20 yıllık direnişlerinin sonu anlamına gelmektedir. Güney bölgesinin başkenti olan Teb şehrinin çok fazla direnebileceği düşünülmüyordu.



Memfis'in su kaynağı olarak güvendiği civardaki kanallar, kuşatmanın ilk haftalarında ağır zarar gördükleri için, şehir halkı büyük kayıplar verdi. Ölmüş olanların dışındakiler ölüme çok yakın durumda. Kuşatılmış şehrin aç ve hastalıklı halkı istilacılar için çok iğrenç bir manzara oluşturuyordu. Fakat onlar, bu durumdan pek etkilenmeden, sistematik yıkım ve soygunlarına devam ettiler. Hiksos Kralı Salitu'nun emriyle Tanrı Sutek'in bir resmi Ra Tapınağına yerleştirildi. Burada ülkenin baş tanrısı olarak Mısır tanrısının yerini aldı. [4]



Hiksosların dinî düşüncesine göre Set, dışardan gelen bir tanrıdır. Set kötü bir Tanrı olmasına karşın Hiksoslar tarafından sevilen bir tanrıdır. Fakat Hiksoslar Set ismini Samileştirerek Sutek yapmışlardır. Set Tanrı olarak başkent Avarist'e yıllarca sevilmiş; hatta Hiksosların Mısır'dan gitmesinden sonra dahi bu şehirde yaşayan halk Tanrı Set'î sevmiş ve Set'e saygı duymuşlardır.



Hiksosların Beraberlerinde getirdikleri at, Mısır için çok önemli bir yer tutmuştur. Çünkü Mısır'da daha önce atların çektiği savaş arabaları yoktur. Hiksosların getirdikleri bu atlar sayesinde Mısırlılar, çölleri aşarak Suriye'ye Filistin'e kadar gidebilmişlerdir. Tarihçiler, Hiksosların Mısır'a egemenliğini atlı savaş arabalarına bağlarlar.[5] 

Savaşçı bir kavim olan Hiksoslar, Mısır'a demir silahları getirdiler ve bu silahlarla Mısırlıların bakır, tunç ya da çakmaktaşından yapılmış silahlarına karşı kolayca üstünlük sağladılar. Ayrıca savaş arabası da Mısır'a Hiksoslar tarafından getirildi. Bunların dışında Hiksoslar ilk kez Mısır resim yazısından harf yazısına geçişi başardılar. Oluşturdukları simgeler, Fenikeliler tarafından alınarak alfabe hâline getirildi.[6]



Mısır'da Orta Krallık dönemine son vermişlerdir. M.Ö. 1700 yıllarına kadar akınlarını devam ettiren Hiksoslar, bu tarihten sonra daha büyük kitleler halinde saldırıya geçmişlerdir. [2]



Hiksoslar hâkimiyetleri zamanında kişiliklerini kaybetmemek için çaba göstermişlerse de uzun süreli başarı elde edememişlerdir. Güney'e ve delta bölgesine yayılan Hiksoslar, Mısır iklim şartlarının etkisinde kalarak değişme göstermişlerdir. 

Kralları firavun haline gelmiş, eski askerlik, atılganlık güçlerini kısmen kaybederek yerli Mısır halkının isyanlarıyla karşılaşmışlardır. [2] Bir süre sonra da  Hiksosların Mısır’daki egemenliği M.Ö. 1570'li yıllarda [5] Teb prensleri tarafından [6] sona ermiştir. Teben'de süren Mücadele sonucunda Hiksoslar Mısır'dan atılmış, Orta Krallık Devri sona ermiş ve Yeni Krallık Devri kurulmuştur.[5]



Hiksoslar ve Hz. Yusuf



Mısır, insanlık tarihinin en eski uygarlık merkezlerinden biridir. Kurân-ı Kerîm, hiçbir toplumun peygambersiz bırakılmadığını bildirmektedir. Hatta kimi toplumlara aynı anda birden fazla peygamber gönderildiği de bilinmektedir. 

Mısır gibi bir uygarlık merkezinin de bundan mahrum kaldığı düşünülemez. Fakat Kurân-ı Kerîm, Mısıra gönderilmiş peygamberlerden ilk olarak Hz. Yusuf'tan bahseder. Her ne kadar açıkça bir tarihleme yapmasa da yaşadığı döneme ait kimi ipuçlarını en ince detaylarına kadar verir. Kurân-ı Kerîm'in eski Mısır hayatına ait verdiği bu bilgilere arkeoloji ancak son yüzyılda yaptığı araştırmalarla ulaşabilmiştir.



Hazret-i Yûsuf'un kıssası, Milattan önce 1700-1600 sıralarında Mısır'ı istila eden ve Asyalı kavimler topluluğundan oluşan Hiksoslar dönemini anımsatmaktadır. Bu olasılığı kuvvetlendiren kimi nedenler vardır ki birincisi; Yûsuf isminden kaynaklanmaktadır. Yûsuf adına şahıs ismi olarak Hiksosların dilinde "Yu-ys" şeklinde rastlanır. 

İkincisi; Bu dönem monoteist eğilimlerin en yoğun olduğu dönemlerin hemen civarıdır. 1400-1350 tarihleri arasında ortaya çıkan Aton dini, yeni krallık döneminin 18. Sülalesine mensup olan firavun Akhenaton ya da Amenhotep 4 tarafından birdenbire Mısır'ın dinî ilan edilir. Güneş yuvarlığıyla simgeleşen Aton, tevhidi öngören bir dinin ilahının Mısır dilindeki adı olur. Bu dine ait bilgiler Akhenaton'un kurduğu başkent olan Tel el Amarna'da ele geçirilmiştir. 

Aslında tek ilah addedilen Aton, Tutmose3.zamanından beri biliniyordu ki bu, peygamberlerden arta kalan tevhit inancının kalıntısından başka bir şey değildi. Akhenaton zamanında ortaya çıkan tek tanrılı dinin, gerçekten ilahi bir din olup olmadığı konusu olup olmadığı konusu daha tam olarak anlaşılabilmiş değildir. 

Sebebi de hiyeroglif metinlerinin İslâmî birikimleri olmayan uzmanlarca günümüz dillerine çevrilmiş olmasıdır. Çünkü bu tercümanların hakim oldukları literatür, tahrif edilmiş Kitab-ı Mukaddes'in tezgahından geçmiş, bazen putperestliğe kaymış bir inanç sistemine sahiptir. 

Dolayısıyla bu gözlüğün ardından bakılarak yapılan tercümelerde, karanlıkta kalan pek çok husus bulunmaktadır. Bu arkeologların tercümelerine göre Akhenaton'un ortaya çıkardığı dinin simgesi güneştir. Oysa, ilk peygamberden son peygambere kadar vazedilen tüm şeriatlarda Tanrı, onun yarattıklarıyla resmedilmemiştir. 

Belki de Akhenaton, Mısır tarihinin en güçlü sınıfı olan Amon rahiplerinin siyâsal gücünü kırmak için böyle bir sistem geliştirmişti. Gerçekten de bunun tam tersi 2. Ramses zamanında yaşanmıştır. 2. Ramses, Amon rahiplerin siyâsal gücünü artırırken, Amon rahipleri de onun dinsel gücünü artırmışlardır. Öyle ki, o zamana kadar görülmemiş boyutlarda bir uygulamayla "tanrı" ilan edilmiştir. Gerçi daha önce tanrılık iddiasında bulunan firavunlar çıkmıştı fakat, 2. Ramses'in uygulaması kadar olmamıştı.



Üçüncü nedeniyse şöyle izah edebiliriz; Kurân-ı Kerîm'den anlaşıldığına göre Hz. Yusuf, Mısırlı idarecilerle -tebliğin dışında- hiçbir dinî çatışmaya girmemiştir. Başka bir deyişle, Mısırlı idareciler Hz. Yusuf'un tevhidi tebliğ etmesine karşı çıkmamışlardır. Oysa klasik Mısır idarecileri kendilerini Tanrı ilan edecek kadar sapkınlık içerisinde olmuşlardır. 

Demek ki Hz. Yusuf dönemindeki Mısır idarecileri böyle bir itikada sahip değillerdi. Faklı bir kültüre sahiptiler. Kurân-ı Kerîm'de, Hz. Yusuf dönemindeki Mısır yöneticisi "melik" olarak isimlendirilmektedir. Oysa Hz. Mûsâ, dönemindeki yönetici hakkında "firavun" ismi kullanılmaktadır. Bu da ister istemez, Mısır'da çok farklı ve özel bir dönemi akla getirmektedir. Büyük bir ihtimalle Hazret-i Yûsuf Hiksosların döneminde vazife yapmıştı. [1]



Hz. Yusuf'tan Hz. Musa'ya



1998 yılının en çok konuşulan konularından birisi ünlü Mısır firavunlarından Tutankhamon'un bir cinayete kurban gidip gitmediği üzerineydi. Batı dünyasında hemen her gazetede buna dair haberler yayınlandı. Sempozyumlar düzenlendi hatta internette adeta doküman savaşları yaşandı. Tabiatıyla Türk medyasına da yansıdı bu konu... 

Politikayla yatıp darbeyle kalkan medyamız için ümit verici bir gelişme olarak görülebilirdi. Fakat araştırmacı gazetecilerimizin haber konusunda habersiz olduklarına şahit oldu cümle âlem... Çünkü hiçbir araştırma gereği duymadan ajanslardan geçen haberi aynen yayınlamışlardı. Hal böyle olunca tarihin en önemli dönüm noktalarından biri olan bu cinayet "iktidar hırsı ve karı yüzünden" işlenen bir suça dönüşüvermişti.



Haberin kaynağı Amerikalı Eski Mısır uzmanlarından Prof. Robert Brier'e ait olan "Tutankhamon'un Öldürülmesi" isimli kitabın piyasaya çıkmasıydı. Bu kitap aylardır internette 2 ayrı cephede sürdürülen "Tut'un öldürülmesi" üzerine yapılan münakaşaların bir uzantısıydı. İngiliz ve Amerikalı araştırmacılar birbirlerinden habersiz bu konuda kafa yoruyorlardı. 

Sonunda Amerikalı uzman, son noktayı cinayet senaryosuna bir kadın oyuncu ekleyerek koymuştu. Öldürenler konusunda da tereddütler vardı. Yaşlı Vezir Ay, ya da ordu komutanı Horemheb'in bir marifetimiydi. Aslında tüm bu soruların cevabını almanın en kestirme yolu Tut'un bizzat kendisini sorguya çekmekti ancak cinayetin mefulü 3500 yıl önce dünya değiştirmişti. 

Sakın binlerce yıl önce işlenmiş bir cinayetten bize ne demeyin kaybedersiniz. Elin gavuru enstitüler ve ekipler kurarak Eski Mısır tarihini böylesine didik didik ediyorsa mutlaka bir nedeni vardır. Mısır tarihi insanlık tarihinin geniş bir özeti gibidir. Olayların mantığı o gün de bugün de aynıdır. Değişen yalnızca tarih ve kişilerdir.



Evet gerçekten de tarihin en ilginç siyâsî cinayetlerinden birisi de Eski Mısır'da işlenmişti. O günlerde yaşanan olaylar bütünüyle incelendiği zaman görülecektir ki bu cinayeti ilginç kılan basit bir iktidar hırsı değil yerleştirilmek istenen rejimdir. Kurban, Tutankhamon isimli genç firavun, cinayeti planlayan ise ordu komutanı Horemheb'tir. Üstelik maktul rejimin bağlılarındandır. 

Horemheb Tutankhamon'u ortadan kaldırdıktan sonra cinayette işbirlikçisi olan vezir Ay'ı tahta geçirir. Yeni rejime böylece oldukça sivil bir görüntü veren Horemheb, yaşlı vezir ölünce Mısır'ın tek hakimi olur ve resmi devlet rejimini kademe kademe Mısır'a yerleştirir. Şimdi sizlere Tutankhamon'un öldürülmesiyle ilgili bütün bilgileri sunuyoruz. Okuduktan sonra kararınızı verirsiniz. Tut'un öldürülmesi karı meselesi ya da iktidar hırsı yüzünden mi olmuştur. Yoksa, firavun ve ordusunun Kızıldeniz'de imhasıyla sonuçlanan muhteşem olayların bir başlangıcı mıdır?



Tutankhamon, Mısır'a tek Tanrı fikrini adeta zorla kabul ettiren Akhenaton'un biricik damadıdır. İhnaton'un asıl ismi Amonhotep'tir. Fakat Mısır'ın klasik çok tanrılı ve insan tanrılı dinini terk ederek Aton adını verdiği bir dinî yerleştirmeye çalışır. Bunun için ismini bile değiştirerek Amonhotep yerine Akhenaton ismini kullanır. Amon rahiplerini pasifize eder. 

Tapınaklarının kapılarına mühür vurur. Tüm kitabelerdeki Tanrı isimlerinin arkasına gelen çoğul eklerini kaldırır. Tek Tanrı fikrini yerleştirir. Fakat bu tek Tanrı fikri biraz karışıktır. Çünkü İhnaton'un tek Tanrı olarak ortaya attığı düşüncede tanrı, güneş diskiyle sembolize edilmektedir. Güneş merkezli bu tek Tanrı fikri ilahi orijinli değil tamamen Atonhotep'e ait bir fikirdir. Peki bu fikre nereden kapılmıştı. Bunun cevabını biraz gerilerde, Hazret-i Yusuf'un yaşadığı Hiksoslar döneminde bulabiliriz.



Bilindiği gibi Hiksoslar Mısır'ın yerlisi olmayan insanlardır. Mısır'ı işgal ettiklerinde, yerlilere ait tüm tapınakları yerle bir edenler. "Amon Rahipleri" topluluğunu da dağıtırlar. Fakat, değişik Asyalı topluluklardan oluştukları için belirli bir dinleri yoktur. Hazret-i Yusuf, işte bu dönemde Mısır'da yöneticilik yapmış ve insanları tek olan Allah'a davet etmişti. İslamiyet'in halk arasında yayılması ve devletçe de kabul görmesi Amon rahiplerinin gücünü tamamen sıfırlamıştı. Hiksoslar Mısır'dan çıkarıldıklarında Amon rahipleri eski statülerine kavuşurlar. Tapınaklar elden geçirilip yeniden inşâ edilir. 

Dahası, eskisinden de kuvvetli bir şekilde devlet yönetiminde söz sahibi olurlar. Bu durumun, Mısır'daki yönetici tabakayı rahatsız etmesi kaçınılmazdır. Firavun Akhenaton döneminde yönetici tabakayla Amon rahipleri arasındaki bağlar kopar. Firavun, Amon tapınağının gücünü kırmak için Hiksoslar dönemindeki inanç sisteminin bir benzerini getirmek ister. Bu sistemin kendi kontrolünde olması için bütün kaideleri Hz. Yusuf'un yasasından adapte ederek yeni bir din kurar. 

Amon rahipleri pasifize edilmişlerdir. Fakat devlet içerisindeki işbirlikçilerle birlikte fırsat kollamaktadırlar. Bekledikleri fırsat güçlü firavun Akhenaton ölünce ellerine geçer. Üzerlerindeki baskı hafifler. Devlet, firavunun karısı Nefertiti'nin yönetimine geçer. Fakat Nefertiti devlete tam hakim değildir. Hiç oğlu yoktur. Bunun üzerine büyük kızı Meritaten ile kocası Smenkare yönetimi ele alırlar. 

Fakat çark dönmeye başlamıştır. Bin kaç ay sonra Meritaten aniden hastalanır ve ölür. Dul kalan firavun, baldızı Ankesenpaten'le evlenir. Fakat bu sefer de Smenkare, daha 25 yaşında iken aniden ölür. Bu sefer dul kalan kraliçe olmuştur. Vakit geçirmeden Smenkare'nin küçük amcası Tutankhaton ile evlenir.



Tutankhamon'un tahta geçmesinden sonra çark tersine işlemeye devam eder. Çocuk firavunun adı değişir Tutankhamon olur. Daha önce İhnaton'un süvari komutanı olan Ay, vezir yani başbakan olarak tayin ediliri. Amon rahipleri eski statülerini kazanmaya başlarlar. Tapınaklar yeniden inşâ edilir. Aradan 10 yıl geçer. Tutank büyümüştür. Radikal değişikler eskisi gibi hemen yapılamaz. Ordu, bir daha Mısır'ın dış tehdit yaşamaması için kimi değişiklikler yapılması yönünde bastırmaktadır. Putperest din tamamen Mısır'a yerleştirilmesine rağmen Horemheb hala rahatsızdır. 

Sebebi ülkede yaşayan Asya kökenlilerdir. Bunlardan en tehlikelileri, Hazreti Yusuf döneminde delta bölgesine yerleştirilmiş olan İbranilerdir. Bunlar, Hazret-i Yusuf döneminden itibaren devletin kilit noktalarına yerleşmekle kalmamışlar, ülke ekonomisi için ciddi bir alternatif de olmuşlardır. Hazreti Yusuf'tan hemen sonra devlet kademelerinden birer birer uzaklaştırılırlar. Fakat Mısır'ın can damarı olan delta bölgesinde ekonomik ve siyâsî bir engel olarak Mısırlıların karşısındadırlar. İbranilerle başa çıkmanın yolu onları sınır dışına itmek olamazdı çünkü bir süre sonra tekrar Mısır'ın başına bela olacakları düşünülmektedir. O halde dış dünyayla bağlantılarının kesilerek zaman içerisinde imha edilmeleri en kesin çözümdür. 

Fakat yönetimin başındaki Tutankhamon artık çocuk değildir ve alınan bu tip kararlara hemen "evet" demez. Ordu için tek çıkar yol kalmıştır. O da Tutankhamon'u ortadan kaldırmaktır. Gerçekten de devletin tepesindeki tepişmeden nasibini alır, öldürülür. Kamuoyunun yanlış anlamasını önlemek için de yerine sivil bir isim, Vezir Ay, vekaleten bakar. 

Fakat 2. olarak dul kalan Ankesenpaten, etrafındaki insanların birer birer ortadan kaldırılması karşısında çaresiz kalır. Güçlü bir müttefik arar. Hitit Kralı Suppiluliuma'ya gizlice bir mektup göndererek, oğullarından birinin kendisine koca olarak gönderilmesini ister. Hitit kralı, oğullarından birisini Mısır'a gönderir. Fakat prensten bir daha haber alınamaz. 

Bu olayın gerisinde büyük bir ihtimalle general Horemheb vardır. Yeni bir Hiksos olayı yaşamamak için Hititli prensi ortadan kaldırmış olmalıdır. Çaresiz kalan kraliçe Ankesenpaten yaşlı vezir Ay ile evlenmek zorunda kalır. Bir süre sonra Ay ölür. Ardından da kraliçe... Meydan Horemheb'e kalır.



Horemheb döneminde deltadaki Yahudi toplulukları üstünde yoğun bir baskı kurulur. Bütün hak ve ayrıcalıkları ellerinden alınmış bir toplum durumuna düşerler. Fakat buna rağmen Horemheb'den sonra iktidara gelen 1. Seti'yi ürkütürler. Firavun bunun da bir çaresini bulur. Önce İbranilerden tehlikeli gördüklerini güneyde inşâ edilen yeni başkent Luksor'un inşâsı için sürer. Böylece İbranilerin dünyayla irtibatları kesilmiş olur. Fakat nüfuslarının hızla artması Firavunun gözünü korkutur. 

Oğlu 2. Ramses'le birlikte acımasız bir plan hazırlarlar. 3 kademeden oluşan bu planın ilk ayağı İbranilerin güzel kadınlarına el konularak yerli Mısır halkının içinde erimelerini sağlamaktır. İkincisi, çeşitli bahanelerle erkeklerinin kısırlaştırılmasıdır. Bunun için en küçük bir suçta dahi verilen ceza erkeklerin hadım edilmesidir. Planın 3. ayağı, her nasılsa dünyaya gelmiş olan erkek çocukların imhasıdır. Üstelik bu imha işini bizzat İbrani ebelere yaptırırlar. 

Bu felaketin bir benzeri daha önce Hz. İbrahim'den hemen önceki dönemde yaşanmıştı. Sonuçta İbrani nüfusu önce duraksar. Sonra müthiş bir gerileme gösterir. Dönemin aristokratları, işlerini yaptıracak hizmetçi ve kölelerin azalması sonunda firavuna çıkarlar. Erkek çocukların birer batın arayla imha edilmesi kararını aldırırlar. Bu karar İbranileri oldukça rahatlatır. İşte Hazret-i Musa'nın ağabeyi Hazret-i Harun böyle bir yılda dünyaya gelebilmiştir. Hz. Musa'ysa imha yılında dünyaya gelmiştir. Annesi büyük bir gizlilik içerisinde doğum yapar ve yavrusunu bir sepete koyarak Nil Nehrine salıverir. [8]


HİKSOSLAR TÜRKLER MİYDİ?


HYKSOSLAR KİMLERDİR ?


Aşağıdaki yazım ve yorumum tamamen dinlerin mantığına göre yazılmıştır. Çünkü geçmiş çağlarda yeryüzünde bütün kavimler ve Türkler de “tanrının yarattığı, kurduğu” dine dayalı devlet kültüne sahipti. Her millet tanrısı tarafından yaratılmış ve inançları da kendilerini yaratan tanrıya teşekkür etme ve ondan yardım ummaya dayalıydı. Bu durumda tarihi de materyalist açıdan yorumlamak tarihi dine dayandırılan sayısız savaşların yapılmasındaki açmazları aydınlatamayacaktır. Devletler din devletiyse icraatları da dine göreydi. İşte Türklerin savaşçılıklarının ve “şeytana tapan kavimlerce, şeytanın ordusu olma iftirasına maruz kalmalarının sırrı da gene dinlerdedir. Sabi kökenli Mason tarikatlarının ve siyonizmin dünyayı yönettiğini ve başımıza her türlü gericiliği ve pislikleri musallat ettiği dönemde bunlara karşı toplumu örgütlemek de “dini onların elinden almak” ile olacaktır. Bu çalışmam da bu amaca yöneliktir.
Hiksos adı Mısır’ı işgal eden (M.Ö.1530’larda) ve “511” yıl hükmettiği yazılan kavmin adıdır. Bu konu Mısır’lı tarihçi Maneto’nun kayıp kitabında geçmektedir. Kitabın varlığı İskenderiyeli Apion’un Yahudileri kızdıran yazıları sonucu cevap olarak “Contra Apıon” yazısını kaleme alan Yahudi tarihçi Flavius Josephus’un yazısında yaptığı alıntılardan anlaşılmıştır. Aşağıdaki kısa hikaye de o yazıdan alınım bir kısaltmadır. Tercümesi bana aittir. Önce Maneto’yu tanıyalım; 
Manetho (Manethon- Maneton); M.Ö.III.yy.da Ptolomeo döneminde (Grek dönemi) yaşamış Mısırlı rahip ve tarihçidir. Aegyptiaca (Mısır’ın Tarihi) adlı kitabı yazmıştır. Firavunların saltanat dönemlerinin kronolojik tarihleri ve Mısır’ın geçmişi hakkında deliller bulmak için Mısır bilimcilerinin çok sık başvurduğu bir kitaptır. Adının anlamı günümüzde kaybolmuşsa da “Thoth’un Sevdiği”,”Thoth’un Gerçeği”,”Neith’in Sevdiği”,”Neith’in aşkı” anlamlarına geldiği hakkında spekülasyonlar yapılmaktadır. Daha az kabul edilen anlamları arasında “Seyis, At çobanı”, “Ma’ani Djehuti-( MâniYehuti)” “Thoth/ Yahudiyi* Gördüm anlamları da vardır. Eski Grek kaynaklarından olan Kartaca ve Flavyus Josephus’un eserlerinde Manethônn Plato’da ve öteki Greklerde Manethôs, Manethô, Manethôs, Manethôn ve Manethoth olarak geçmektedir. Latincede Manethon, Manethos, Manethonus ve Manetos olarak geçmektedir.
*(Djehuti, Tehuti, Jehuti tanrı Thoth’un adlarındandır ve bu adlar “Yahudi” demektir. İslam tarihinde Thoth/ Tut/ Tat ve İdris peygamber adlarıyla bilinir. Adlarından birisi de “El Lah” yani Türkçesiyle Allah’tır.)
Maneto, Mısır’ın Grek Firavunları Ptolemi I.Soter (M.Ö.323-283) ve Ptolemi II. Filedelfiyus (“Filedelfiyus”-Manisa –“Akhisar’lıoğlu” demektir. M.Ö.285-246) saltanatları döneminde yaşamış olduğu M.Ö.241/40 tarihli Hibeh Papiri’de yazmaktadır. Ayrıca Aegyptiaca’nın da yazarı olduğu ve III. Ptolemi Euergetes (M.Ö.246-222) döneminde de yaşadığı belirtilmiştir. Kendisi Mısırlı olmasına rağmen, sadece Grek dilinde eserler vermiştir. “Heredot’a Karşı, Kutsal Kitap, Din ve Antik Kültür Üzerine, Bayramlar Üzerine, Kifi’nin Hazırlanması Üzerine veFiziğin Lezzeti” adlı eserleri vardır. Astroloji üzerine “Sothis’in Kitabı” adlı eser ona atfedilmiştir. “Aegyptiaca- Mısır’ın Tarihi” adlı eserinde Grek hanedan dönemini ve devletin gücünü anlatmıştır.

Kendisi Heliopolis’te güneş tapınağında bir rahip olup Ra dinine inanırdı. Syncellus’a göre tapınağın başrahibiydi. Osiris- Apis boğa kültüne dayanan Sarapis kültünde otoriteydi. Bu kült, Greklerin Mısır’a yerleşmelerinden sonra doğmuş Mısır/Grek inançları harmanı bir dindi.
Akeneton- Amenofis

Şimdi Yahudilerin alınmasına neden olan hikâyeyi okuyalım;
Osarsif’in kısa hikâyesi;
Firavun Amenofis tapınaktaki tanrıları görmek ister ama ilk önce Mısır’ı cüzzamlılardan ve kirli insanlardan Mısır’ın temizlemesi gerekir o da onlardan 80.000’ini doğu deltasındaki Hiksosların eski başkenti olan Avaris’e onları hapseder ve taş ocaklarında çalıştırır. Bundan sonra Osarsif onların önderi olur ve tanrılara ibadet etmeyi bırakmalarını kutsal sayılan hayvanları yemelerini emreder. Osarsif’e inananlar bunun ardındanHyksos’ları ülkeye davet ederler onların da yardımıyla firavun Amenifisi oğlu Ramses ile birlikte Nubiya’ya sürgüne sevk ederler. Firavun ve oğlunun sürgünde oldukları 13 yıl boyunca şehirleri, tapınakları, tanrıların heykellerini, büstlerini tahrip ederler ve tapınakları da mutfağa çevirirler, kutsal hayvanları ateş üstünde kızartırlar. Sonunda firavun ve oğlu Ramses dönerler, Hyksoslar ile cüzzamlıları kovarlar, eski dini de yeniden onarırlar. Hikayenin sonuna doğru, Maneto, Osarfis’İn Musa adını aldığını bildirir.

Ayrıca Hiksosların Mısır’ı İstilası işlenirken kullanılan “Hyksos” yani Çoban/ Esir Krallar kavramı bence incelenmelidir. M.Ö. 1530’larda Türk milleti Türk adıyla anılmadığı gibi başka kavimlerde komşularının kendilerine verdikleri adlarla anılmaktaydılar.
Maneton’un kitabından;
Hiksoslar olağan üstü okçulardı ve Mısırlıların o zaman akdar bilmedikleri atların çektiği savaş arabalarına sahiptiler ve bronzdan üstün silahları vardı.(Maspero Hist.Anc.Çii.s.51.; Petrie, Hyksos and İsraelite Cities S.70)
Erman Grapow “Hyksos” adını “Yabancı Diyarların Yöneticileri” olarak açıklamıştır. (E.Grapow, Worter Buch III.S.171-29)
Hyksos adının bir başka şekli olan “Hykussos” Eusebus tarafından korunmuştur. Mısır dilinde “u” çoğul” takısıdır (Meyer). “Hyk= Kır Halklarının Yöneticisi, Şeyh” anlamına gelmektedir.
Babilli Kassitlerin dilinde “Hyksos” “işgal edenin kültürüne uyan” demektir.
Hyksos tamamen Arapça’dır. Mısır dilinde “Hyk” Çoban anlamına geldiği gibi bu kelimenin söylenişlerinden biri olan “Hak” da “esir-ler” anlamına gelmektedir. Bu çözümlemeden de “Esir Krallar” anlamını çıkarabiliriz.
Maneto’nun Mısır traihini yazdığı öteki kitabında Hyksos ırkının, “çobanlar” olarak anıldığını ve “esirler” olarak tanımlanıldığını yazmaktadır. En uzak atalarının aslında geleneksel olarak “yörük” yaşantısına sahip olduklarını ve koyun beslediklerini, “çobanlar” olarak anıldıklarını yazmaktadır. Öte yandan Mısır kayıtlarında anlaşılamayan bir nedenle “Esirler” konusu şekillenememiştir. Atalarımızdan Yakup’un anlattığı “esir” bir Mısır kralı olduğu, sonraları (“Jaru-watas- Yeru-vatas (Boğazköy metinlerinde de vardır)”  Ras es Şamra’da bulunan Kenan adlarından Salim adına sahiptir. El Amarna belgelerinde “Urusalimmu”  olarak geçen bu ad, Yerusalem- Kudüs’ten” bahseden en eski belgedir.

Ben Mısır’ın hanedan listesini araştırdığımda Hiksos istilasıyla başa geçen çoban firavunların içlerinde adı “AY” öz be öz Türkçe ad taşıyan birini görüyorum. Gene Tevrat’ta Filistin bölgesine yerleşmelerinden sonra Yahudilerin savaştıkları kavimlerden birisi de Ay Şehri halkıdır.
Tevrat Yeşu. Bölüm 7: 5 “Ay halkı onlardan otuz altı kadarını öldürdü, sağ kalanları da kentin kapısından Şevarim'e dek kovaladı. Bayırdan aşağı kaçanları öldürdü. Korkudan İsrailliler'in dizlerinin bağı çözüldü”.

Bu durumda bir Türk olarak, Manetho’nun “işgal yemiş mağrur Mısır’lı kişiliğinde” ortaya çıkan tarihçiliğiyle Grekler gibi “hilecilik yaparak” kendilerini işgal eden kevimleri “aşağılamak, eritmek için” onlara “uydurma” kimlik verdiğine tanık oluyoruz.
Öyle ki tarihçinin tarihinin içinden çıkabilene aşk olsun1
Maneto’ya geri dönelim. İşgalci Hiksoslar Salatis adlı birini kral yapmışlardı;
“Salatis oraya yaz zamanı gelir, kısmen tahıl hasatından alır, kısmen paralı olan askerlerinin maaşlarını öder ve düşmanlarına korku vermeye çalışırdı. Bu adam on üç yıl boyunca hüküm sürdü ve ardından Beon adlı birisi kırk dört yıllığına saltanata geçti onu Apachnas otuz altı yıl yedi ay ile takip etti. Ondan sonra Apophis altmışbir yıl, Janin 50 yıl bir ay, Asis kırk dokuz yıl iki ay olarak saltanatı sürdürdüler. Bu, Mısırlılarla savaşmaya ve köklerini kurutmaya pek istekli olan krallarının ilk altılık grubunu oluşturmaktaydı.”

İlk altı Hiksos firavunu dönemi sadece “253” yıl sürmektedir.
Bütün bu milletin adı “Hyksos” olarak şekillendi ve adın ilk hecesi olan “HYK” kutsal metinlere göre “bir kral’a” işaret ettiğinden ve “SOS” hecesinin de “Çoban’a” işaret etmesinden dolayı  geleneksel şiveye göre “Çoban Krallar” anlamında “Hyksos” deniliyordu ama bazılarına göre bunlar Araplardı.”

Şimdi yazının bir başka kopyasında “Hyk” kelimesi “kral’a” işaret etmiyordu ve aksine “esir” anlamına geliyordu ve Mısır dilinde “Sos” kelimesinin “çoban” anlamına geldiği kesin olduğundan bunlara “Esir Çobanlar” deniliyordu. Bu açıklama eski tarihin şartlarına göre bana daha uygun bir tanımlama olarak görülmektedir.

Ama Maneto şöyle devam etmektedir;

“…Bu insanlar atalarını ve krallarını adlandırmadan ve çobanlar olarak çağırmadan önce Mısır’da beş yüz on bir yıl saltanat sürdüler.”  Bundan sonra der ki;

Şimdi Hiksoslar Maneto’ya göre ne zaman Mısır’ı işgal etmişlerdi?
YENİ KRALLIK
ONSEKİZİNCİ HANEDAN

Ahmose (Nebpehtyre) 1539 - 1514 BC
Amenhotep I (Djeserkare) 1514 - 1493 BC
Amenofis yani 18. Hanedanda, I.Amenhotep döneminde yıl M.Ö.1514. Bu kral 1493’e kadar “21” yıl iktidarda kalmış. Bundan sonar firavun adlarında Türk adına rastlanıyor mu?
Evet, Tutankamon’un ardından gelen firavun Tut’u takiben Amenofis’ten “168” yıl sonra firavun Ay dönemi başlıyor; Ay (Kheperkheperure) 1325 - 1321 BC(M.Ö.)
Hatta ondan daha önce de 13. Hanedan döneminde de Akenethon’dan 127 yıl önce Firavun Ay (1664 –1641) dönemi gene var. Yani, Mısırlılar Türklere oldukça alışık bir kavim havası veriyor.
Hiksoslar Mısır’ı Maneto’nun dediği gibi “13” yılda terk etmiyorlar ve gene kendi yazdığı gibi bu kralların ilk altısının iktidar sürelerini  “253” yıl olduğunu yukarıda hesaplamıştık ve tümünün de “511” yıl olduğunu kendi yazmış;

Bu dudurmda Akeneton’un 21 yıllık iktidarı şaibeli duruma düşmektedir. Diyelim ki son döneminde işgal olayı oldu. O zamandan itibaren düşersek;
M.Ö.1493-511=M.Ö-982 yılına geliriz. Bu da Mısır kronolojisine uymadığı gibi Maneto’nun kronolojisine de uymaz. Çünkü, Amenofis’ten sonra Ramses’i firavun gösterir bu da II.Ramsestir. Ramses te (1279 – 1213) I.Seti (Şit)ten sonra kral olur ve dedesinin adını taşır ve 67 yıl krallık yapar. Amenofis’ten de “214” yıl sonra 19.Hanedan döneminde kral olur.

Bu çobanlar hem “511” yıl hüküm sürecekler, ilk altısı maşallah 40 yıldan aşağı hüküm süren yok. İşgali II.Ramses’ten başlatsak 1279-511= M.Ö.768 tarihine geliriz. Bu defa da Libya işgalleri falan güme gider. Biraz zorlasak Memluklulara çıkaracağız yani(!).
Neyse bu Greklerle Mısırlılar Hileci tanrının çocukları ne tarihleri ne kayıtları ne de tanrıları uyum içinde. Adamlar sadece kayıt tutmuşlar, yenilgilerini saklamışlar, adlarını değiştirmişler amaunutamamışlar ve ne yazdıysalar tarih de öyle olmuş.
Yukarıda da okuduğumuz gibi Hyksos/ Hiksos adı tamamen Maneto’nun uydurmasıydı. O dönemlerde bu kavimler “Türk” adı taşımıyor da olabilirler. Selçukluların yıkılışından sonra Anadolu’da kurulan beyliklerin hiçbirinin adı “Türk” adı taşımıyor, kurucu boyların veya beylerinin adlarını taşıyorlardı. Bu nedenle Mısır’ın işgalci çoban Yörüklerini araştırırken “Türk” adına değil “Türkçe” kelime, ad, belgelere dikkat etmeli ve Türklere has izlere bakılmalıdır.
Mısır’ın Akrep Krallarından sonra gelen I.Hanedan döneminde Türkçe Firavun adlarına rastlıyoruz;

Menes – AHA (Arapçada “A” sesi karşılığı “Elif” tir. Bu nedenle Menes okunabilir. Manas ve Aha- İşte Manas anlamına da gelir. Manas Destanını hatırlayalım.)
Djer  (Diyer- Diyar olarak okunabileceği gibi “Yer” olarak da okunabilir.)
Wadj
Den - Udimu
Anedjob
Semerkat (Semerkat daha çok güney Türkistan’daki Semerkant şehrini anımsatmaktadır.)
Qa'a (Ka’a- Kâ okunur. Mısır’da evreni yaratan yaratıcı güç’ün adıdır. Türkçe’de Kara Han, Kara Bey, Kara Osman (Osmangazi), Kara Murat (Fatih’in Arnavut casusu), Karaca adlarında “KA-RA”  adlarına rastlamak çok kolaydır.)

Üçüncü Hanedan’da gene Türkçe bir ada rastlıyoruz;

Sanakhte (Nebka) 2650 - 2630
Djoser - Netjerykhet 2630 - 2611
Sekhemkhet (Djoser Teti) 2611 - 2603
Khaba 2603 - 2599
Huni 2599 – 2575 (Huni- çobanların vazgeçilmez eşyasıdır kaplara süt gibi sıvıların doldurulmasına yarar. Türkçedir.)

Yedinci Hanedan döneminde bol miktarda “Kare” ulamalı adlara rastlıyoruz. “Kare” sözü “KARA” sözünün inceltilmişi, yumuşatılmışıdır.
“Kaşları kâre kâre
Açtı bağrıma yâre
Ne ban öldüm kurtuldum
Ne var derdime çare?”

Manisinde olduğu gibi “Kâre kâre” yinelemesi, “Kara” kelimesinin inceltilmiş halidir. Kara, (Kara Han) tanrının da adı olduğu gibi, kararlı, yaptığını bilen anlamına gelirken “kara kalpli”, “karadul (örümcek)” gibi adlarda da “kötü” anlamı içermektedir. Bu nedenle maniyi yazan sevgilisini incitmemek için “siyah” renk anlamına gelen “Kara” kelimesini “kâre” şeklinde yumuşatmıştır. Ama Türk Dil Kurumuna bakarsan “Kare Kare” deyişi “kareli karelere bölünmüş” olarak karşılık bulmaktadır. Oysa “Kare” anlamındaki “Dördül- eşkenar dörtgen” anlamına gelen”Kare” sözünün kaynağı olarak da aynı sözlük Fransızca “ Carre” kelimesini karşılık göstermektedir.

Oysa manide kullanılan “kare kare” yinelemesi tamamen “kara kara” anlamında renk belirtmektedir. Yoksa Türkçede ve başka dillerde “kare kaşlı, üçgen, altıgen kaşlı” deyimi olduğuna rastlamadım.
Bu yüzden Türk Dil Kurumunun adını “Ermeni Dil Kurumu” olarak değiştirmek gerekir ya da bu kurumu Agop Dilaçar ve İsmet paşanın doldurduğu Ermenilerden kurtarmak gerekir. Onlar devleti tasfiye etmeden önce.
Şimdi Hanedan listesindeki “Kâre” lere bir bakalım;
SEVENTH & EIGHTH DYNASTIES (Yedinci Sekizinci Hanedanlar)

Netrikare
Menkare (Men, Man, proto Türkçe’deki “İnsan, adam” anlamındadır. “Teo-man” “Tanrı Adam” anlamındadır. Menkâre”- “Kara adam” demektir Sümerde Adapa soyu olan insanlara “Karabaşlılar” denilmesini hatırlayalım.)


Neferkare II (“Neferkâre” bilşik adder. Nefer Türklerle aynı soydan yani Yafes peygamberin oğullarından Meday’ın soyundan olan İranlıların dili olan Farsça’da “Nefer” asker ve birey- kişi” anlamına gelir. Nefer – kâre- Fiavunun doğal olarak “asker” olması şartına bağlı olarak da “kara asker” anlamında bu ad açıklanabilir. Dil bilimine girersek Arap dili ve eski Mısır dilinde bunun anlamı yaptığım tespitlerle asla uyuşmayacak çözümlemeler verebilir. Dil bilimi derin bir oyundur ve ona kız giren dul çıkar. Bu yüzden burada keselim ve aynı listedeki öteki “kâre’lere” bakalım;

Neferkare III

Djedkare II (Ced kâre- Kara baba- CeddArap tanrılarından birisidir ve Türkçe’ye Arapça’dab “Baba-Âta” anlamında geçmiştir. Örnek, “Ben senin yedi ceddini sayarım…” )
Neferkare IV
Merenhor (Meren-Farsa Maran- Yılan “Hor Farsça “Ateş- aşağılamak, değersizleştirmek “ anlamındadır. Burada “Ateş- Yılanı” anlamındadır. Tanrıların yılan ve kurbağa şekillerinden hareketle bu ad verilmiştir. İran ve Türk kültürü tarih boyunca iç içe geçmiş bir kültürdür.
Menkamin I
Nikare
Neferkare V
Neferkahor
Neferkare VI
Neferkamin II
Ibi I
Neferkaure
Neferkauhor
Neferirkare II
Wadjkare (Vedj bir Arap tanrısıdır. Kara Vedj demektir.)
Sekhemkare
Iti
Imhotep
Isu
Iytenu
THIRTEENTH DYNASTY- (Onüçüncü Hanedan)

Wegaf 1783-1779
Amenemhat-senebef
Sekhemre-khutawi
Amenemhat V
Sehetepibre I
Iufni
Amenemhat VI
Semenkare
Sehetepibre II
Sewadjkare
Nedjemibre
Sobekhotep I
Reniseneb
Hor I  (“Hor Farsça “Ateş- aşağılamak, değersizleştirmek “ anlamındadır.Bu addaki anlamı “ateş” olmalıdır. Horlayan, aağılayan veya aşağı görülen olması söz konusu değildir.)
Amenemhat VII
Sobekhotep II
Khendjer
Imira-mesha
Antef IV
Seth
Sobekhotep III
Neferhotep I 1696 - 1686
Sihathor 1685 - 1685
Sobekhotep IV 1685 - 1678
Sobekhotep V 1678 - 1674
Iaib 1674 - 1664
Ay 1664 – 1641 (AY- Bu ad tamamıyla öz Türkçedir. Gökteki “ay” demektir. Mısır’ın “Ay Tanrısı Kültünde” Takvimlerinin de 30 günlük ay takvimidir. Türklerle aynı külte sahiptirler. Buna ek olarak, Yahudilerin sürgün sonrası yerleştikleri Judae- Yuda şehrini de inşa etmiş olan Hiksosların Yuda yakınlarında “Ay Şehri” halkı konusunu hatırlayalım. Görüldüğü gibi 13. Hanedan Türk hanedanıdır. Firavun adı Türk adı, Yahudilere şehir kurup yerleştiren ve nankörlük gören Hiksos adını verdikleri Yörükler Türklerdir.)
Ini I

Sewadjtu
Ined
Hori
Sobekhotep VI
Dedumes I
Ibi II
Hor II
Senebmiu
Sekhanre I
Merkheperre
Merikare
Firavun adlarında “Ay” adına, “513” yıl süren Çoban Krallar döneminin sonuna doğru olan Yeni Krallık dönemindeki Onsekizinci hanedan döneminde de rastlıyoruz.;
THE NEW KINGDOM- (Ye
Onsekizinci Hanedan  M.Ö.1539-1295
Ahmose (Nebpehtyre) 1539 - 1514 BC

Amenhotep I (Djeserkare) 1514 - 1493 BC
Thutmose I (Akheperkare) 1493 - 1481 BC
Thutmose II (Akheperenre) 1491 - 1479 BC
Hatshepsut (Maatkare) 1473 - 1458 BC
Thutmose III (Menkheperre) 1504 - 1450 BC
Amenhotep II (Akheperure) 1427 - 1392 BC
Thutmose IV (Menkheperure) 1419 - 1386 BC
Amenhotep III (Nebmaatre) 1382 - 1353 BC
Amenhotep IV / Akhenaten 1353 - 1334 BC
Smenkhkare (Ankhkheperure) 1336-1334 BC
Tutankhamun (Nebkheperure) 1334 - 1325 - King Tut B.C.-M.Ö.
Ay (Kheperkheperure) 1325 - 1321 BC
Horemheb (Djeserkheperure) 1323 - 1295 BC
Firavun Ay

“Ay” adı taşıyan bu çoban kralın adına bir de Mısır adı olan “Keperkeperure- Ra’nın hoşnut olduğu” adı ulanmıştır.
Bir de “Thutmose” adına bakalım. Firavun adları İngilizce dilinde yazılmıştır. Şit peygamberin adı “Seth” şeklinde yazıldığı gibi “Musa” peygamberin adı da “Moses” şeklinde yazılır. Biz çevirilerde bu yüzden bazı gerçekleri gözden kaçırmaktayız. Şimdi Tevrat Eksodus/ Çıkış 2.bölümünden bir ayet koyalım Çıkış 2:21.ayet;;

Exodus- 2:21 Moses agreed to stay with the man, who gave his daughter Zipporah to Moses in marriage.”
Ayette geçen iki tane “Moses”  (Mosis okunur)adı Musa peygamberin adıdır.
Firavun’un adı  iki addan oluşmaktadır-“Thut” Mısır tanrısı Thoth/ Tut’un yani İdris peygamberin adıdır.”Thutmose” adı çoğunlukla  “Thutmoses”  şeklinde yazılır ve eskiden bu adı bize “Tutmosis” olarak okuturlardı. “Tutmosis” adında “Musa” adını kolayca görmekteyiz. Yani “Musa” adı Musa peygamber doğmadan önce Mısır Firavunlarınca kullanılan bir addı.


Bu durumda Yahudilerin (Cüzzamlı ve bulaşıcı hastalıklılardan oluşan topluluk) Mısır’dan sürülürken, bşr kısmının boğulup kurtulsunlar diye Sina Yarımadasının Kızıldeniz kıyısında bataklık bölgeden geçirilmeleri olasıdır. James Churchward Mu’unun Çocukları kitabında Yahudilerin buyerdeki bataklıktan geçtikleri için tapınak rahibi Osarsif’in “Musa” adını aldığını kaydeder.
Osarsif’in bir tapınak rahibi olarak “Moses=Musa” adını alması çok doğaldır. Kendisini ululamıştır.
Mısır tarihini yazan milliyetçi Manetofiravun adlarından kaçTürk adını saklamıştır? Bilemiyoruz. Bir de Maneto’nun Mısır tarihini Grek işgalinde ve Grek dilinde yazdığını düşünürsek, Grek işgalinin yarattığı ruhsal eziklikle kim ne adları ne kayıtları değiştirmiştir bilemeyiz.
Maneto’nun tarihi çelişkilerle doludur. Hem “511” yıl bu çoban kavimler firavun tayin edecekler hem de işgaliden “13” yıl sonra Amenofis oğlu Ramsesle gelip onları hastalıklı Yahudilerle birlikte “barış yoluyla” sürecekler ve Mısırlı Ramses saltanatı devralacak?

Bu nasıl tarihtir?
Benim aklım almadı alan varsa beri gelsin!

Yerleşik kavimler tarihi ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, 5050 yıl geriden bu kadar izi görmek mümkünse, kazmayı dibine vurunca nelere rastlanır hesap ediniz! Benim gibi bir emekli polis memuru bulabiliyorsa tarihçiler bu güne kadar ne yaptı diye de sormadan edemiyorum.
Tabi ki yeryüzünde Siyonist Mason Sabi/ Yezid küresel sermaye iktidarı olunca tarih ancak bu kadar yazılır(!).

Türkler Mısır’a Bozulmuş Dini Onarmaya Geldiler;

En eski yaratılış miti olarak Kabul edilen Sümerlerin “Enuma Eliş Destanında” Tiyamat (dünya) ile savaşan Marduk, ona katılan öteki tanrıları yani (Yedi gök cismini) gezegenleri ( 1-Merkür, 2-Venüs, 3-Dünya, 4-Ay, 5-Mars, 6-Jüpiter, 7-Saturn) heykele dönüştürmüştür. Bu kurala gore Sabiler halen bu yedi gök cisminin tanrıların heykelleri olduğunu kabul ettiklerinden mezheplerine göre her gezegen için üç ile yedi vakit namaz kılarlar. Ay da bu gök tanrılarından birisiydi ve Marduk onun kanından insanı yaratmış Ay’ı da dünyanın uydusu yapmıştı. Bu durumda ister Mısır ister Babil ister Sümer olsun Ay da bir tanrı adı olduğundan firavun ve olağan insan adı olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Eski Mu kıtasının dini olan Ra- Mu (Mu Güneş) dini Mısır ve Sümer dinlerinin aslıydı. Bu dinde “kölecilik” tapınaklara doluşarak ibadet, insan ve hayvan kurbanı yoktu ve sadece tanrıya yardım için yakarılırdı. Yeryüzünde yaşayan gök halkları (Cinler/ Fatihler /Şeytanlar) tufan sonrası kendi göklerine döndükten sonra bizleri denetlemekle görevli cinlerden tanrı edinip büyücülük öğrenip yeryzünde güç sahibi olanlar bu dini değiştirdiler ve Ra- Mu dini bu kavimlerce (Sümer, Hint, Çin, İran, Mısır) değiştirildi. İşte Türkler bu bozulmaları yaratan kavimleri cezalandırmak için onlara savaşlar ilan ediyorlardı.
Yahudiler ile Grekler ise halkları tarafından yoldan çıktıkları (cinlere şeytanlara ibadet ettikleri) için eski zamanlarda kovulmuş kavimlerdir. Köken olarak eski kavimlere aittirler. Bu yüzden bütün kültürleri başkalarına aittir. Ama kayıtları onlar tutmuşlar ve zamanla tarih onların yazdığı gibi Kabul edilir hale gelmiştir. Bu şeytana  ibadetin bir kazancı gibi görünmektedir.

Cinlere ve şeytanlara tapan büyücülerin hâkim olduğu bu kavimlerin kitaplarında Türklerin kıyamette “şeytanın ordusu-Yecüc- Mecüc Ordusu” olmakla suçlanmaları bu büyücülerin “şeytana tapınmalarının üstünü örtme” kurnazlıklarından kaynaklanmaktadır.
Mısır’ı işgal eden Hiksosların (Yörüklerin) gelişleriyle firavun olan Akeneton /Amenofis ilk olarak bütün tanrı heykellerini kırmış bütün putperest tapınaklarını yıktırmış ve Aten adını verdiği Güneş Tanrı dinini kurmuş Amarna’ya tek bir Aten tapınağı yaptırmıştı. Tam bir Kültür İhtilali.

Tapınaklar tanrıların ikametleri için yapıldığından tanrı da “tek” olduğundan ona “tek” tapınak yeterliydi. Buna günümüzden örnek verirsek Hindistan’da yarım milyara yakın Hindu yaşamasına rağmen tek bir tapınak olmasını gösterebilirim. Aslında Kur’an da “Tapınaklar Allah içindir. Oralarda onun adını boş yere ağzınıza almayın” ayeti ile bunu doğrulamaktadır.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların her yere tapınak yaparak içlerine girerek ibadet etmeleri putperestlik döneminin kalıntıları olan geleneklerin “kitle uyutma merkezleri, halkı yönlendirme kurumları” olarak kullanılmalarındandır.

İslâm öncesi Arapların Kâbe ve öteki putperest tapınaklarına, doğuracak kadınların, iyileşmeyen hastaların “tanrı iyileştirsin diye” bırakıldıklarını İbn’i Hişam El Kalbi Kitab-ul Asnam’ında yani “Putlar Kitabında” yazmaktadır.
Mısır’a Yörüklerin gelişi ile “tek tanrıcılık” faaliyetinin başlaması Türklerin her zaman “Tek Tanrıcı” ve yeryzünde gerçek dinin koruyucuları olduklarının açık delilidir.

Babil ve Asur tarihçisi Theophilus G.Pinches LL.D (London College University- Londra Kolej Üniversitiesinden) Babil ve Asur Dinleri ( The Religion Of The Babilonian and Assurian) adlı kitabında Sümerleri yıkan Akadların Moğol veya Türk kökenli olduklarını yazmaktadır. Aynı yazar Asur tanrısı Aşşur’un karısının da adının “Auşar” yani “Avşar- Sulak Yer” olduğunu yazmaktadır. Tevrat Hezekyel bölümünde Türklerden “Su kenarında yaşayanlar” olarak bahsedilmesi ile “Avşar- Sulak yer” anlamı örtüşmektedir. Yani Türkler her zaman dünyanın her yerinde vardılar ancak savaşlar ve entrikalar ile bilgelerini yitirdiklerinden ya da aralarında yaşadıkları kavimlere “fazla uyum sağladıklarından” önceleri Cin, Hindu, Brahman, Mitra/ Mihr, Zerdüşt, Sabi, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman inanışlarına girmeleriyle erimeye başlamışlardır ve bu gün eridiklerinden aralarında bağ kalmamıştır.
Ben yaptığım tespitlere göre kanaatimi yazdım takdir okuyucunundur!
Yazıyı Türkçeye çeviren ve yorumlayan,




Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...