12 Haziran 2018

Hazreti İbrahim (as) ve Hazreti Lut (as) 1 nci Bölüm


Hazreti İbrahim (as) ve Hazreti Lut (as)

 Giriş 
 Tarih boyunca peygamberler, gönderildikleri kavimleri Allah'a bir ve tek olarak iman etmeye ve yalnızca O'na kulluk etmeye çağırmışlardır. İnsanlara hak dini tebliğ etmiş ve Allah'ın razı insan ahlakını bizzat kendi yaşayışlarıyla tanıtmışlardır. 
Bu nedenle, Allah'ın seçkin kulları olan peygamberlerin üstün kişilikleri, güzel ahlak özellikleri, davranış şekilleri ve olaylar karşısında gösterdikleri tepkiler müminler için en güzel örneği teşkil eder. Peygamberler, içinde yaşadıkları toplumlara bizzat örnek oldukları gibi, Kuran'da bildirilen özellikleriyle kendilerinden sonra gelen müminlere de yol göstermişlerdir. Allah Kuran'da peygamberlerin müminler için güzel birer örnek olduklarını şöyle bildirmiştir: Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21) Peygamberlerin her birinin Kuran'da övülen birçok güzel özellikleri vardır. 

Dolayısıyla iman edenler Kuran'da peygamberlerle ilgili bildirilen her detayı dikkatle incelemeli, bu kutlu insanların yaşamlarını, gösterdikleri güzel ahlak örneklerini, Allah'a olan derin bağlılıklarını kendilerine örnek almalıdırlar. Her peygamberin, gönderildiği kavim, karşılaştığı olaylar, Allah'ın varlığını anlatırken kullandığı yöntemler birbirinden farklı olmuştur. Bu yüzden peygamberlerin içinde bulundukları kavimlerin özellikleri, insanların Allah'a iman etmeye davet edildiklerinde peygamberlere gösterdikleri tepkiler, peygamberlerle birlikte inananların karşılaştıkları zorluklar bize ışık tutan çok önemli bilgi ve tecrübelerdir. 

Bu kitabın hazırlanış amacı da Allah'ın,"İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır..."(Mümtehine Suresi, 4) ayetiyle İbrahim Peygamber (as)'ı ve onunla aynı dönemde yaşamış olan Lut Peygamber (as)'ı tanımak ve onların tüm üstün özelliklerinden örnek almaktır. 
Hiç kuşku yok ki, Kuran'da Hz. İbrahim (as) ve Hz. Lut (as) hakkında verilen bilgilerin her biri birçok hikmet içermektedir. Bu kitapta, söz konusu hikmetleri inceleyecek ve bunları nasıl örnek alıp hayatımıza geçirebileceğimizi ele alacağız. Hazreti İbrahim (as) ve Hazreti Lut (as) Hz. İbrahim (as) Hz. İbrahim (as)'ın Kavminin Özellikleri nehir manzarası İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır… (Mümtehine Suresi, 4) 

Allah Kuran'da ilk peygamberin Hz. Adem (as) olduğunu bildirir. Hz. İbrahim (as) ise, Hz. Nuh (as)'dan bir zaman sonra yaşamıştır ve Kuran'da verilen bilgiye göre Hz. Nuh (as)'ın soyundandır. (Saffat Suresi, 83) Hz. İshak (as), Hz. İsmail (as), Hz. Yakup (as), Hz. Yusuf (as), Hz. Musa (as), Hz. Harun (as), Hz. Davud (as), Hz. Süleyman (as), Hz. Zekeriya (as), Hz. Yahya (as), Hz. İsa (as) ve Hz. Muhammed (sav) ise Hz. İbrahim (as)'ın soyundan gelen peygamberlerdendir. 

Tarihi kaynaklarda Hz. İbrahim (as)'ın Ortadoğu'da, Mezopotamya bölgesinde yaşadığı yazılmaktadır. Kuran'da ise Hz. İbrahim (as)'ın oğlu Hz. İsmail (as)'la birlikte Kabe'yi inşa ettiği bildirilmektedir. Bu bilgi bize Hz. İbrahim (as)'ın yaşadığı coğrafyanın Ortadoğu olduğunu göstermektedir. Kuran'da Hz. İbrahim (as)'ın kavmi hakkında verilen önemli bir bilgi de, bu toplumun putperest olduğudur. Nitekim bu bilgi tarihi kaynaklarda da yer almakta, o dönemde Ortadoğu'daki kavimlerin tamamına yakınının putperest inançlara sahip oldukları belirtilmektedir. Devrin putperest toplumları, ya kendi elleriyle yaptıkları heykellere ya da Güneş, Ay gibi gök cisimlerine tapınmışlardır. 

Mezopotamya'da yapılan kazılarda Güneş'e ve Ay'a tapınmak için yapılan ve "Ziggurat" adı verilen tapınaklara dair kalıntılar ve bilgiler bulunmuştur. Taştan veya kilden yapılmış ve put olarak kullanılmış pek çok heykel kalıntısı, yine bu bölgedeki arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Kısacası tarihsel ve arkeolojik bilgiler, Hz. İbrahim (as)'ın yaşadığı devirlerde Ortadoğu'nun büyük kısmının bir "putperestler diyarı" olduğunu göstermektedir. Allah Hz. İbrahim (as)'ı seçmiş, peygamberlik göreviyle şereflendirmiştir. O, salih bir kul olarak, bu son derece azgın, saldırgan ve zalim putperestlerin arasında Allah'ın Hak Dini'ni ve güzel ahlakı temsil etmiştir. Rabbimizin Kuran'da bildirdiğine gibi Hz. İbrahim (as)'ın kavmi taştan, tahtadan heykeller yapıyor, sonra da büyük bir sapkınlıkla bu heykelleri sahte birer ilah olarak kabullenip onlara tapıyorlardı. 

İbadetlerini bu putların önünde yerine getiriyor, onlara dua ediyor ve onlardan yardım diliyorlardı. Kendilerine zarar vereceklerine inanarak, kendi elleriyle şekil verdikleri, hareket edemeyen bu cansız tahta ve taş parçalarından korkuyor, onlardan medet umuyorlardı. 
En önemlisi de, bu batıl inanışlarında son derece ısrarlı olmalarıydı. Kendilerinden önceki nesillerin -atalarının– yaşamlarını körü körüne taklit ediyor, her nesil bir sonraki nesle bu sapkın inanışı gelenek halinde miras bırakıyordu. Ur Nammu (MÖ 2112-2095) tarafından Ay'a tapınmak için yapılmış olan Ur Ziggurat'ı. Hammurabi yazıtlarına göre Sümer şehirleri arasında en ünlü olanı Ur'du. Allah böyle bir kavim içinde büyüyen Hz. İbrahim (as)'a, göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki herşeyin Yaratıcısının Kendisi olduğunu, aksine inananların büyük bir sapkınlık içinde olduklarını vahyetti. Ancak putperest kavmi, Hz. İbrahim' (as)ın da kendileri gibi düşünmesini ve yaşamasını istiyordu. Hz. İbrahim (as) ise kavminin bu sapkın inancından yüz çevirdi, inandıkları sahte ilahların hepsini reddetti, tek ve gerçek İlah olan Allah'a iman etti. 

Allah, imanını daha da artırması ve sağlamlaştırması için, Hz. İbrahim (as)'a, Kendisi'nin göklerde ve yerdeki kudretinin ve hakimiyetinin delillerini gösterdi: Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk. (Enam Suresi, 75) Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Hz. İbrahim (as) putperestlerden oluşan ve ataları da putlara tapan bir kavmin içerisinde yetişmiştir. Onlarla birlikte büyümüş, onların eğitimini almıştır. Ancak kavmi sapkın ve batıl bir yaşam sürerken o, kavminin diğer fertlerinden çok üstün bir karakter ve çok güzel bir ahlak göstermiş, Allah'a imanıyla kavminden kopup ayrılmıştır. Hz. İbrahim (as), sadece şirkten (yani Allah'a ortak koşmaktan) kopup ayrılmakla kalmamış, dahası şirk içerisinde olan bu topluluğa Allah'ın varlığını anlatmış, onları Allah'a iman etmeye davet etmiştir. 
Fakat kavmindeki insanların büyük kısmı Hz. İbrahim (as)'ın anlattığı gerçekleri kabul etmemişlerdir. 
Buna gösterdikleri akılsızca gerekçe ise atalarının batıl dinine uymakta oluşlarıdır: Mezopotamya'da bulunan kalıntılarda, bu bölgede yaşayan topluluklar batıl inançları gereği çeşitli putlara tapınırken tasvir edilmektedir. Resimde Asur kralı Tukulti-Ninurta (1243-1207) sözde ateş tanrısı Nusku'nun önünde eğilirken görülüyor. Nusku'nun kendisi resmedilmemekte, bir tahtla sembolize edilmektedir. Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler? (Bakara Suresi, 170) Hz. İbrahim (as)'ın kavminin asırlardır süregelen bu sapkın ve putperest dini terk etmeme nedenlerinden bir tanesi, dinden uzak yaşayan insanların geleneksel bir yanılgısıdır: Doğru, akılcı ve hak olana göre değil, çoğunluğa göre hareket etmek. Onlara göre, eğer bir inancı ve düşünceyi çoğunluk kabul ediyorsa, bu inanış, sapkın ve batıl da olsa, doğru olarak kabul edilmelidir. Aksini düşünmek, yani toplum tarafından genel kabul gören bir düşünceyi sorgulamak, araştırmak, eleştirmek ise bu kimselerin çarpık mantığına göre gereksizdir. 

İşte bu durum Kuran'da Allah'ın bildirdiği, insanların sakınmaları gereken önemli bir yanılgıdır. Allah Kuran'da insanları bu konuda şöyle uyarmaktadır: Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.' (Enam Suresi, 116) Hz. İbrahim (as) ise, -tüm diğer peygamberler ve salih müminler gibi- iman etmeyenlerin bu büyük yanılgısından çok uzaktır. O, gerektiğinde tüm kavmini, yakınlarını ve akrabalarını karşısına almış, ama doğrulardan asla vazgeçmemiştir. Kesin bir kararlılıkla Allah'a iman etmiş ve hiçbir zorluk ya da baskı onu yolundan döndürmemiştir. Allah'ın Hz. İbrahim (as)'a Peygamberlik Vermesi nehir manzarası Resullulah (sav) buyurdular ki: "Her peygamberin peygamberlerden dostları vardır. 

Benim dostum, ceddim ve Rabbimin halili olan İbrahim'dir. 
Resullulah (sav) sonra şu ayeti tilavet buyurdular: "Gerçekten, insanlardan İbrahim'e en yakın olanı her halde (zamanında) ona tabi olanlarla şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir. Allah'da iman edenlerin yaridir."(Al-i İmran Suresi, 68) (Kütüb-i Sitte, Tirmizi, Tefsir, Al-i İmran Suresi, 2998) Tarih boyunca uygarlıklarını devam ettirmiş olan bütün toplumlar, mutlaka Allah'ın varlığından, birliğinden, sonsuz güç ve kudret sahibi olduğundan, ahiret gününün varlığından ve Rabbimizin kullarından istediklerinden haberdar olmuşlardır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle haber vermektedir: Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayeti verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün. (Nahl Suresi, 36) Elçiler, Allah'ın özel olarak seçtiği ve üstün vasıflar verdiği kutlu insanlardır. Onlar her zaman güçlü imanları, güzel ahlakları, üstün karakterleri ve örnek tavırları ile çevrelerinin dikkatini çekmiş, içinde yaşadıkları gafil ve sapkın toplumdan ayrılmışlardır. Onları diğer insanlardan ayıran en önemli vasıflardan biri ise, Allah'tan vahiy almalarıdır. 

Allah Nisa Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır: Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik. (Nisa Suresi, 163) Allah'ın, vahyini peygamberleri aracılığıyla insanlara ulaştırması tüm insanlar için çok büyük bir lütuftur. Çünkü Allah ayetleriyle insanlara hidayet yolunu göstermiş, ibadet şekillerini öğretmiş, güzel ahlakı tarif etmiş ve Kendi dinini eksiksiz olarak bildirmiştir. Rabbimiz salih davranışların ve ibadetlerin neler olduğunu peygamberlere vahiy yoluyla bildirdiğini Enbiya Suresi'nde şu şekilde haber vermektedir: Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi. (Enbiya Suresi, 73) Hayatları boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmayı hedef edinen peygamberler, Allah'ın emirlerini tam olarak yerine getirerek her zaman örnek bir hayat yaşamışlardır.

 1- TÜRKİYE 2- URFA 3- BALIKLIGÖL 4- HARRAN 5 - AKDENİZ 6 -SURİYE 7 - LÜBNAN 8 - ŞAM 9 - İSRAİL 10 - ÖLÜ DENİZ 11 - EL HALİL 12 - ÜRDÜN 13 - MISIR 14 - KIZILDENİZ 15 - IRAK 16 -BABİL 17 - SUUDİ ARABİSTAN 18 - MEDİNE 19 - MEKKE 20 - İRAN 21 - BAĞDAT 22 - UR Yukarıdaki haritada kırmızı kesik çizgilerle işaretlenen yol, Hz. İbrahim (as)'ın yaptığı yolculuğu tarihsel kayıtlar ışığında göstermektedir. Hz. İbrahim (as) Sümer şehri Ur'dan çıkmış, Mekke'ye kadar ilerlemiştir. (Aşağıda) Ur şehrinin duvarlarının dışında yapılan kazılarda MÖ 2000 yılına ait bir yerleşim bölgesinin kalıntıları ortaya çıkarıldı. 

Tarihçiler Hz. İbrahim (as) kavminin de resimdekine benzer evlerde yaşamış olabileceklerini belirtmektedirler. Peygamberlik, Allah'ın seçkin kullarına nasip ettiği şerefli bir makamdır. Nitekim Allah, Hz. İbrahim (as)'a, bir denemeden sonra, bu şerefli makamı nasip etmiştir. Kuran'da Allah, Hz. İbrahim (as)'a peygamberlik görevini vermeden önce onu denediğini şöyle bildirmektedir: Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım" dedi. (İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah:) "Zalimler Benim ahdime erişemez" dedi. (Bakara Suresi, 124) Ayette belirtildiği üzere, Hz. İbrahim (as) Allah'ın denemesine karşılık son derece itaatli davranmış ve Rabbimiz'in emirlerini tam olarak yerine getirmiştir. Bütün müminler de aynı Hz. İbrahim (as) gibi Allah'ın emirlerini eksiksiz olarak yerine getirmekle sorumludurlar. Hz. İbrahim (as)'ın Allah'a olan kayıtsız şartsız itaati, O'nun emirlerine gösterdiği boyun eğiciliği hepimiz için çok güzel bir örnektir. 
Hz. İbrahim (as) Allah'ın genç yaşlarda (Enbiya Suresi, 60) elçilikle şereflendirdiği, üstün vasıflara sahip olan bir kuludur. 
Allah şirk içinde olan kavminin içinden seçip, Kendi dinini tebliğ etme görevini ona nasip etmiştir. Allah Kuran'da Hz. İbrahim (as)'a vahyettiklerini şu ayetle bizlere bildirmektedir: Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitab'ı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54) Üstteki ayette, İbrahim ailesine, yani Hz. İbrahim (as) ve soyuna, "Kitap ve hikmet" verildiği bildirilmektedir. Rabbimiz, Hz. İbrahim (as)'a "sahifeler" verdiğini diğer ayetlerde şu şekilde haber verir: Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir. Şüphesiz bu, önceki sahifelerde vardır; İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerinde. (A'la Suresi, 17-19) Yoksa Musa'nın sahifelerinde olan kendisine haber verilmedi mi? Ve vefa eden İbrahim'in (sahifelerinde) olan... (Necm Suresi, 36-37) Bu da göstermektedir ki, Allah Hz. Musa (as)'a Tevrat'ın vahyinden daha önce Hz. İbrahim (as)'a "sayfalar" indirmiştir. Bu sayfalarda, 
Hz. İbrahim (as)'ın Allah'a teslimiyete dayalı olan hanif dini vardır. Peygamber Efendimiz (sav) de bu konuyla ilgili şu şekilde buyurmaktadır: "Ey Allah'ın Resûlü, Hz. İbrahim ve Hz. Musa'nın suhuflarında olanlardan herhangi bir şey size indirildi mi?" diye sordum, şu cevabı verdi: - Ey Ebu Zerr! (Evet, şu mealdeki ayetler indi deyip okudu:) "Şüphesiz iyi temizlenen ve Rabbinin adını zikredip de namaz kılan kimse umduğuna erişmiştir. Belki siz dünya hayatını üstün tutarsınız. Halbuki âhiret daha hayırlı, daha süreklidir. Şüphesiz ki bunlar evvelki sâhifelerde, İbrahim ile Musa'nın sahifelerinde de vardır"
 Hazreti İbrahim (as) ve Hazreti Lut (as)
Hz. İbrahim (as)'ın Dini İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir?.. (Nisa Suresi, 125) Tarih boyunca insanlar İbrahim Peygamber (as)'ın hangi dine mensup olduğu konusunda tartışmışlardır. 
Museviler onu tüm Musevilerin peygamberi olarak kabul eder ve kendilerinin Hz. İbrahim (as)'ın yolunu izlediklerini ileri sürerler. Hıristiyanlar, Hz. İbrahim (as)'in Musevilerin peygamberi olduğunu kabul eder, ancak onun kendisinden sonra gelecek olan Hz. İsa (as)'aa tabi olduğunu iddia ederek Musevilerden ayrılırlar. 
 MÖ 9 ya da 8. yüzyıldan kalma bu madalyon, Asur halkının sözde tanrılarına sapkın tapınışlarını sembolize etmektedir. Asurlular MÖ 1900-612 yılları arasında Mezopotamya'nın en güçlü devleti idiler. Türlü sapkın inanca sahip olan Asurluların en büyük putlarının adı Asshur idi. Kısacası Hz. İbrahim (as) Museviler tarafından "Musevi", Hıristiyanlar tarafından da "Hıristiyan" olarak gösterilir. 
Oysa Allah Kuran'da, Hz. İbrahim (as)'ın ve soyunun dini konusunda tartışanların bu konuda hiçbir bilgilerinin olmadığını haber vermektedir: Yoksa siz, gerçekten İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah'tan kendisinde olan bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir." (Bakara Suresi, 140) Ayrıca Allah Hz. İbrahim (as)'ın Hıristiyan mı, Musevi mi olduğunun tartışılmasının yersiz bir tartışma olduğunu diğer ayetlerde şu şekilde bildirmektedir: Ey Kitap Ehli, İbrahim konusunda ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? İşte sizler böylesiniz; hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz. (Al-i İmran Suresi, 65-66) 
Hz. İbrahim (as) hakkında en doğru bilgiyi bize öğreten kaynak Kuran'dır; çünkü Kuran, Allah'ın tahrif edilmemiş olan tek kitabıdır. İnsanlar yol göstericileri olan Kuran'ı değil de, başka kaynakları rehber edinirlerse büyük bir yanılgının içine düşerler. Kuran'da detaylı olarak açıklanan bir konuyu göz ardı eden insanlar, kendi zanları ve inançları doğrultusunda konulara açıklama getirmekten çekinmezler. Halbuki iman edenler her konuda olduğu gibi, peygamberler ve soyları hakkında bir yorum yaparken de Kuran ayetlerini ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini esas alırlar. 

Bilirler ki, insanlara doğru olmayan bilgileri öğretmeye çalışmak, özellikle de peygamberler hakkında zan ve tahminde bulunup çekişmek Allah'ın beğenmediği bir ahlaktır. nehir manzarası ... O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi)... (Hac Suresi, 78) Hiç şüphesiz, Hz. İbrahim (as)'ın dini hakkındaki kesin gerçeği de yine sadece tüm insanların rehberi olan Kuran'dan öğrenebiliriz: İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyandı: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslümandı, müşriklerden de değildi. (Al-i İmran Suresi, 67) Allah Kuran'da Hz. İbrahim (as)'ın Musevi veya Hıristiyan olmadığını, "hanif" bir dine mensup olduğunu kesin olarak ifade etmektedir. "Hanif" kelimesi, "Allah'ın emrine teslim olup, Allah'ın dininden hiçbir konuda caymayan, ihlaslı kişi" anlamını taşımaktadır. Hz. İbrahim (as)'ın "hanif" olarak bildirilen özelliği, Allah'a bir ve tek olarak iman etmesi ve teslim olmasıdır. 
Başka bir ayette ise Rabbimiz, Hz. Muhammed (sav)'e, Hz. İbrahim (as)'ın dinine uymasını emretmektedir: Sonra sana vahyettik: "Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dinine uy. 

O, müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 123) Allah insanlardan hanif (Allah'ı birleyen) olarak dine yönelmelerini istemektedir. İnsanın fıtratının hanif olmaya ve Rabbimiz'e hiçbir şeyi ortak koşmamaya uygun olduğunu Allah Kuran'da açık bir şekilde haber vermektedir: Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30) Ayrıca birçok ayetten de anlaşıldığı üzere, "hanif" kelimesi ile ifade edilen Hz. İbrahim (as)'ın dini, özünde İslam ile aynıdır. Zaten bütün hak dinler, bozulmamış halleriyle temelde bir ve tek olan Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak üzerine kuruludur. Bu hak din, Hz. İbrahim (as)'dan sonra oğulları, torunları ve onun soyundan gelen diğer salih insanlar tarafından ayakta tutulmuştur. 

Örneğin Kuran'da, Hz. Yusuf (as)'ın hapishane arkadaşlarıyla yaptığı konuşmaya dikkat çekilmektedir. Ayette haber verildiği gibi, Hz. Yusuf (as) konuşurken kendisinin, ataları Hz. İbrahim (as) ve onun neslinin dinine uyduğunu şöyle ifade etmektedir: Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler. (Yusuf Suresi, 38) Mezopotamya'da Ay ve Güneş'e tapan sapkın topluluklar büyük bir çoğunluk oluşturuyorlardı. Agade Kralı Naram Sin'in de sözde Ay tanrısı tarafından kutsandığına ve üstün güçlere sahip olduğuna inanılıyordu. (Yanda) Ay'a secde eden sapkın Naram Sin ve onun batıl inançlara sahip putperest halkına ait bir zafer yazıtı görülmektedir. Hangi devirde yaşarlarsa yaşasınlar, "hanif" olan insanların, yani Müslümanların ortak özellikleri, Allah'a eşler koşmadan sadece O'nu yüceltmektir. 

Peygamberlerin ana görevlerinden biri ise, insanları şirkten ve din ahlakına karşı olan her türlü uygulamadan kurtarıp asıl dini yaşamaya davet etmektir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde de insanlar "Allah'a ortak koşmaktan" men edilmektedirler: Dedim ki, 'Ey Allah'ın Resulü, en büyük günah hangisidir?' 

Bana: 'Allah seni yaratmış iken, O'na ortak koşmandır.'2 Allah bir ayetinde de İslam'ın, Hz. İbrahim (as)'ın dini gibi kolay olduğunu bildirmektedir: ... O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78) Ayette bildirildiği üzere, Hz. İbrahim (as) gibi bir ve tek olan Allah'a yönelen ve dini tam anlamıyla yaşayan insanlar Kuran'da "Müslümanlar" olarak isimlendirilmektedir. "Müslüman" kelimesi, Arapçadaki "selam" kelimesinden türemiştir ve "selamete kavuşan" veya "teslim olan" anlamına gelmektedir. Müslümanlığın özü, Allah'a teslim olmak ve bu teslimiyetin verdiği selameti (güvenlik ve huzuru) yaşamaktır. 

Allah'ın insanlara hidayete yönelten mübarek birer işahıs olarak gönderdiği peygamberleri de Rabbimiz'e olan teslimiyetleri, gönülden bağlılıkları ve tevekkülleriyle bizlere örnektirler. Onlar her işlerinde Rabbimiz'e yönelen, O'na sığınan, sadece O'nu dost edinen ve O'ndan yardım isteyen teslimiyetli kimselerdir. Bu nedenle de Kuran'da her biri "Müslüman" olarak isimlendirilmektedir. Örneğin Allah Hz. Nuh (as)'a insanlara, "... Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum." (Yunus Suresi, 72) şeklinde söylemesini vahyetmiştir. Yunus Suresi'nde Hz. Musa (as)'ın kavmine "... Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman edip Müslüman olmuşsanız, artık yalnızca O'na tevekkül edin."(Yunus Suresi, 84) şeklinde hitap ettiğini bildirir. 

Ve yine Kuran'da Hz. Süleyman (as)'ın Sebe halkına "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin"(Neml Suresi, 31) diye seslendiği bildirilir. Maide Suresi'nde ise Allah Hz .İsa (as)'ın havarilerine şu şekilde vahyetmiştir: Hani Havarilere: "Bana ve elçime iman edin" diye vahy (ilham) etmiştim; onlar da: "İman ettik, gerçekten Müslümanlar olduğumuza sen de şahid ol" demişlerdi. (Maide Suresi, 111) Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, salih müminler Allah'a teslim olan, katıksız şekilde din ahlakını yaşayan, ihlas sahibi kimselerdir. Allah bu insanları "Müslüman" ismiyle şereflendirmiştir. nehir manzarası Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun... (Maide Suresi, 67) Hz. Yusuf (as)'ın ayette bildirilen duası ise bizlere bu konuda çok güzel bir örnektir. Allah bu duayı şöyle haber vermektedir: "... Göklerin ve yerin yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. 

Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat." (Yusuf Suresi, 101) Hz. İbrahim (as)'ın Allah'a olan coşkulu imanı, derin sevgisi, Rabbimiz'in bütün emirlerine gönülden boyun eğişi, itaati ve üstün ahlakı Kuran'da birçok kez anlatılmaktadır. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir: "Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara Suresi, 128) Rabbi ona: "Teslim ol" dediğinde (O:) "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. (Bakara Suresi, 131) Her Müslüman, Hz. İbrahim (as)'ın gösterdiği güzel ahlakı, Allah'a imanındaki samimiyeti, Allah'a olan teslimiyetindeki ve itaatindeki derinliği örnek almalıdır. Hz. İbrahim (as)'ın tebliğ yaparken gösterdiği dirayet ve kararlılık da, kuşkusuz ki örnek alınması gereken önemli özelliklerdendir. Ayetlerde de gördüğümüz gibi, Allah Hz. İbrahim (as)'ı tüm insanlara örnek kılmıştır. Ayetlerde Hz. İbrahim (as) gibi diğer peygamberler de Allah'a teslim olmuş, hanif Müslümanlar olarak anılmaktadırlar. 
Bu dinlerin hepsi, temeli Hz. İbrahim (as)'ın dinine dayanan hak dinlerdir. Hıristiyanlık ve Musevilik zaman içinde tahrif olmuş, Allah'ın vahyettiği zamanki hallerinden uzaklaşmışlardır. Ancak ilk vahyedildikleri dönemde hepsi, Allah'ı birleyen, şirki en büyük günah olarak kabul eden, sadece Allah'ın rızası için yaşamayı öğütleyen hak dinlerdir. Nitekim Tevrat ve İncil'in günümüzdeki halinde de, hak dine ve ahlakına mutabık pek çok bölüm bulunduğu görülmektedir. Bugün hem Musevilerin hem de Hıristiyanların Hz. İbrahim (as)'a gösterdikleri saygı ve sevgi ise, onları İslam ile ortak bir zeminde buluşturan önemli değerlerden biridir. Her üç İlahi dinin mensupları da, Hz. İbrahim (as)'ın insanlara gösterdiği şekilde Allah'a inanmakta ve O'na kulluk etmeyi hedeflemektedirler. Öte yandan bazı Hıristiyanların sahip olduğu üçleme inancının sapkın bir inanış ve büyük bir günah olduğu açıktır ve Kuran'da da bu bildirilmektedir. Ancak, Hz. İbrahim (as) ve onun hanif dininin ise, Müslümanlar ile Kitap Ehli arasında ortak bir kelime olduğu unutulmamalıdır. 
Bir Kuran ayetinde Müslümanların Kitap Ehli'ni bu ortak kelimeye davet ettikleri şöyle haber verilir: De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64) Hz. İbrahim (as)'ın, Dinini Tebliğ Etmesi nehir manzarası ... Allah'tan başka şahitlerinizi çağırın. Ama yapamazsanız - ki kesin olarak yapamayacaksınız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının. (Bakara Suresi, 23-24) Her peygamber kendi kavmine Allah'ın emir ve yasaklarını bildirmekle görevlendirilmiştir. 

Mekkeli müşriklerin içinde tebliğ yapan alemlerin nuru Peygamberimiz (sav), Nuh kavmine gönderilen Hz. Nuh (as), Semud kavmine gönderilen Hz. Salih (as), Lut kavmine gönderilen Hz. Lut (as), Medyen halkına gönderilen Hz. Şuayb (as), İsrailoğulları'na gönderilen Hz. Musa (as), Hz. İsa (as) ve diğer tüm peygamberler Allah'ın mutlak varlığını insanlara anlatmış, onları din ahlakını yaşamaya çağırmışlardır. Ancak Allah'ın peygamberlik makamıyla şereflendirdiği bu kutlu insanlar kimi zaman kavimlerinin büyük çoğunluğunun inkarı ile karşılaşmışlardır. Allah'ın dinini kabul etmek istemeyen bu inkarcılar sadece kendilerine gönderilen peygamberleri reddetmekle kalmamışlar, aynı zamanda onlara karşı çok yönlü bir mücadeleye girmişlerdir. Kendilerine gelen elçileri çirkin iftiralarla, tehdit ve saldırılarla kendi düşük akıllarınca engellemeye çalışmışlardır. Hatta Allah'ın insanlara elçi olarak seçtiği bu değerli insanları yurtlarından sürmeye, tutuklamaya, şehit etmeye çalışmışlardır. 

Allah Enfal Suresi'nde inkar edenlerin Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e kurdukları tuzakların başarısızlıkla sonuçlanacağını şu şekilde haber verir: Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30) Kitabın ilk bölümünde de belirttiğimiz gibi, Hz. İbrahim (as)'ın kavmi büyük bir akılsızlıkla, kendi yaptıkları taştan ve tahtadan heykellere, putlara tapıyor, sadece onlara dua ediyorlardı. Atalarından gelen bu sapkın inanca körü körüne bağlanmışlardı. Hz. İbrahim (as) ise, bu topluma tek başına Allah'ın varlığını ve birliğini anlatacak kararlılığa ve güçlü bir imana sahipti. Tarih boyunca birçok toplumda "çoğunluk", üstünlük anlamına gelmiştir. Bir toplumda çoğunluğun düşünce ve inancı ne yöndeyse, o düşünce ve inanç çoğu zaman doğru kabul edilmiştir. 
Cahiliye toplumlarında çoğunluğa karşı koymak zordur. 

Pek çok insan, çoğunluğun baskısı altında ezilir ve hatalı olduğunu bildiği halde pek çok düşünce ve uygulamaya boyun eğer. Ancak peygamberler ve onları izleyen salih müminler böyle değildirler. Onlar çok büyük çoğunluklara kararlılıkla karşı koyabilmişlerdir. Toplumlarından gördükleri baskı, tehdit ya da saldırılar karşısında büyük bir cesaret örneği sergileyerek Allah'ın dinine sadakat göstermişler, ibadetlerini ve Rabbimizin emirlerini titizlikle yerine getirmişlerdir. Bunun nedeni ise, her zaman sadece Allah'tan korkmuş ve O'na güvenip dayanmış olmalarıdır. Hz. İbrahim (as) da bütün putperest kavmini tek başına karşısına almıştır. Rabbimiz'in "Gerçek şu ki, İbrahim tek başına bir ümmetti." (Nahl Suresi, 120) şeklinde övdüğü Hz. İbrahim (as)'ın karşısına aldığı kişilerin arasında kendi babası da bulunmaktadır. O, elleriyle yonttukları taş ve tahta parçalarından ibaret olan putların hiçbir zaman ilahlık vasfına sahip olamayacağını, tek İlahın Allah olduğunu sabırla anlatmıştır. 
Doğruyu anlatmak için gerektiğinde tüm toplumu karşısına alarak, onlara , dinlerinin batıl olduğunu anlatması ve düşmanlık gösteren insanlarla güzellikle mücadele etmesi, Hz. İbrahim (as)'ın Allah'a olan güçlü imanını, tevekkülünü, teslimiyetini, samimiyetini ve üstün karakterini tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Hz. İbrahim (as) Allah'a olan güçlü imanı sayesinde cesur ve kararlı bir kişidir. Kavmine söylediği şu sözlerde, onun cesur karakteri açıkça görülmektedir: Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. 

Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz? Hem siz, O'nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz." (Enam Suresi, 80-81) Hz. İbrahim (as)'ın kavmine yaptığı tebliğde, onun Allah'a olan derin ve coşkulu imanının çok güzel örnekleri görülmektedir. Hz. İbrahim (as), Rabbimiz'in ona verdiği üstün kavrayış ve hikmet sayesinde son derece etkileyici konuşmalar yapmış, çok hikmetli örnekler vermiştir. Eğer hikmet gözüyle değerlendirilirse Müslümanlar bu tebliğ yöntemlerinden günümüzde de istifade edebilir, insanları Allah'a iman etmeye, Allah'ın Hz.İbrahim (as)'a ilham ettiği yöntemle davet edebilirler. 

Bu nedenle ilerleyen sayfalarda Hz. İbrahim (as)'ın tebliğindeki hikmetli açıklamalarından bazılarını inceleyeceğiz. Hz. İbrahim (as)'ın Babasına Yaptığı Tebliğ nehir manzarası (solda) MÖ 2500-1100 yıllarından kalma bir put. (sağda) Asurlular taştan, tahtadan yapılmış putlarının kendilerini felaketlerden koruduğuna inanacak kadar büyük bir gaflet içindeydiler. Hadad isimli put da Kral Esarhaddon (MÖ 7. yy) tarafından koruyucu putlar arasında sayılıyordu. Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı? (Taha Suresi, 89) Tebliğ yapmak, yani diğer insanları Allah'a bir ve tek olarak iman etmeye davet etmek, her Müslümanın sorumluluklarındandır. Bu ibadet, Kuran'da "iyiliği emredip kötülükten menetmek" olarak bildirilir. 

Bu salih amelin de temelinde, insanların "uyarılıp korkutulmaları", yani Allah'ın tüm kainatı yoktan var ettiği, her insanın Rabbimiz'e karşı sorumlu olduğu ve ahiret gününde mutlaka Allah'a hesap vereceği, dünya işlerinin karşılığını ahirette göreceği gibi çok önemli gerçeklerin bildirilmesi ve hatırlatılması vardır. 
Ancak bir kişiyi Kuran'da kastedilen anlamda uyarıp-korkutabilecek olanlar, sadece Allah'a samimi olarak iman eden, O'ndan içli bir saygıyla korkup sakınan, ihlas sahibi Müslümanlardır. Allah onlara doğruyu yanlıştan ayırma gücü, hikmet ve akıl vermiştir. 

Konuşulan kişinin karakterine, ruh haline ve hayata bakış açısına göre anlatım yapılması, sözün en güzel şekilde söylenmesi, karşı tarafın verdiği tepkilerin çok iyi değerlendirilmesi ve bu tepkilere göre yeni yöntemler izlenmesi gerekir. Bir kişiye dahi tebliğde bulunmak ciddi bir çaba gerektirirken, tüm toplumu uyarmak ve hatta Kuran'da bahsedildiği gibi "babaları uyarılmamış kavimlere", yani din ahlakından uzak yaşam süren, bilgisiz kitlelere dini anlatmak oldukça ağır bir sorumluluktur. Allah bir ayetinde tebliğin "hikmetle ve güzel öğütle" yapılmasını şöyle emreder: Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125) Her Müslüman, Allah'ın varlığını ve Kuran ahlakının güzelliklerini mutlaka diğer insanlara da anlatıp tavsiye etmekle yükümlüdür. Allah Kuran'da bunun yöntemlerini de öğretmiştir. Kuran ayetlerinde iman edenlerin öncelikle yakınlarını Allah'a ve ahiret gününe iman etmeye davet etmelerini bildirmiştir. 

Rabbimiz ayetlerinde şu şekilde buyurmaktadır: Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Öncelikle) En yakın hısımlarını (aşiretini) uyar. (Şuara Suresi, 213-214) Hz. İbrahim (as)'ın babasına yaptığı tebliğ, bu konuya örnektir. 
Hz. İbrahim (as) babasına putlara tapınmanın Allah'a ortak koşmak anlamına geldiğini ve insanın bir tek Allah'a kulluk etmesi gerektiğini çok hikmetli bir biçimde anlatmıştır. 

Allah Kuran'da Hz. İbrahim (as)'ın babası Azer'e yaptığı tebliği şu ayetlerle anlatmaktadır: Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum." (Enam Suresi, 74) Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? "Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım." (Meryem Suresi, 42-43) orman manzarası ... İğrenç bir pislik olan putlardan kaçının, yalan söz söylemekten de kaçının. Allah'ı birleyen (Hanif)ler olarak, O'na (hiçbir) ortak koşmaksızın... ... 

Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgar onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir. (Hac Suresi, 30-31) Hz. İbrahim (as)'ın babasına yaptığı tebliğde iman edenlerin örnek alması gereken en önemli hususlardan biri, inkar eden kişi ne kadar kibirli ve zorlu olursa olsun, ona Allah'ın emir ve tavsiyeleri anlatılırken sabırlı davranılması ve güzel bir anlatım yapılması gerektiğidir. Hz. İbrahim (as)'ın bu tutumu aynı Hz. Musa (as)'ın Firavun'a tebliğindeki tutumu gibidir. Hz. Musa (as) da, Allah'ın "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." (Taha Suresi, 44) emri gereği Firavun'a tebliğ yaparken ılımlı ve sabırlı bir üslup kullanmıştır. Hz. İbrahim (as)'ın babasına yaptığı tebliği ve babasının verdiği karşılığı Allah ayetlerinde şöyle haber verir: nehir manzarası Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. 

Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 12) "Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır." "Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, git." (İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 44-48) 

Hz. İbrahim (as) ve babası arasında ayetlerde bildirilern bu konuşmalar bizler için çok önemli hikmetler içermektedir. Öncelikle Hz. İbrahim (as)'ın son derece cesur ve tevekküllü tavrı dikkat çekicidir. Hz. İbrahim (as) ölüm pahasına da olsa Allah'ın emrini yerine getirmiş ve babasını hidayete davet etmiştir. Babasının sevgisini, yardımını, imkanlarını kaybetmeyi göze almış, onun tehditlerini önemsememiş ve kendisine "benden uzaklaş, git" demesine karşılık, çok büyük bir tevekkül ve sabır göstermiştir. Allah'ın kendisine yardım edeceğini ve doğru yolu göstereceğini bilmiş, bunun verdiği rahatlık ve güven içinde davranmıştır. 

Yaşadığı evden haksız yere uzaklaştırılmasının üzerine hemen Allah'a dua etmesi ve O'nun duasına icabet edeceğine güvenmesi, bir Müslümanın sahip olması gereken örnek tevekkül ve ihlası göstermektedir. Dahası, Hz. İbrahim (as), kendisine karşı bu kadar düşmanca davranan babasına karşı çok güzel bir ahlak göstermiş, ılımlı üslubunu korumuş ve ona "babacığım" diye hitap etmeyi sürdürmüştür. Bu, her Müslümanın örnek alması gereken çok üstün bir ahlak özelliğidir. O, babasına büyük bir şefkat ve itidalle yaklaşmış, onu mütevazi bir biçimde hidayete çağırmış, ama babası inkarda direnince hemen Allah'a sığınıp babasından uzaklaşmıştır. Hz. İbrahim (as)'ın bu tavrı, bir Müslümanın diğer insanlara bakışındaki tek ölçünün Allah'ın rızası olması, "Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek (hoşlanmamak)" olması gerektiğini göstermektedir. 

Allah her Müslümanın sahip olması gereken bu vasfı ayetlerde şöyle haber verir: Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri peygambere ve iman edenlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe Suresi, 113-114) Hz. İbrahim (as) ile babası Azer arasındaki ayetlerde haber verilen konuşmalarda dikkat çekici olan bir diğer husus, Azer'in şirk dinine olan şiddetli bağlılığıdır. 
Öyle ki, bu bağlılık kendi kanından olan ve yıllarca büyütüp, yanında tuttuğu ve kendisine karşı da son derece saygılı davranan oğlunu ölüm ile tehdit etmesine kadar varmaktadır. Hz. İbrahim (as)'ın, Azer tarafından böylesine ağır bir şekilde tehdit edilmesinin tek sebebi, onun yalnızca Allah'a ibadet etmesi ve kavminin şirk dinini reddetmesidir. Azer, oğlu Hz. İbrahim (as)'ı "taşa tutmakla" tehdit edecek kadar azgınlaşmıştır. Bu durum, inkarcıların zalim, tahammülsüz ve baskıcı karakterinin bir örneğidir. Hz. İbrahim (as)'ın Öğüt Verdiği İnkarcı nehir manzarası Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. 

Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Al-i İmran Suresi, 185) Kuran'da, Hz. İbrahim (as)'ın insanları Allah'a iman etmeye davet ederken karşılaştığı azgın bir hükümdardan bahsedilmektedir. Tarihi kaynaklarda "Nemrud" olarak anılan bu inkarcı ile Hz. İbrahim (as) arasında geçen konuşma ayette şu şekilde bildirilmektedir: Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti... (Bakara Suresi, 258) Ayette belirtildiği üzere mal, mülk ve iktidarından dolayı böbürlenen bu kişi, Hz. İbrahim (as)'la tartışmaya girerekkendisinin de yaratma vasfına sahip (Allah'ı tenzih ederiz.) olabileceği gibi büyük ve akılsızca bir iftirada bulunmuştur. 

Malıyla, mülküyle övünen bu kişi büyük bir cehaletle kendini ilahlaştırmakta, Allah'ı inkar etmektedir. Bu çirkin kibirinden dolayı Allah'ın tüm kainat üzerindeki güç ve kudretini görmek istememektedir. İnkarcı kişi -tarihi kaynaklara göre Nemrud- kendisine Allah'ın varlığını ve birliğini tebliğ eden Hz. İbrahim (as) ile kendi düşük aklınca tartışmaya girer. Allah'a karşı büyüklenen bu kişiye Hz. İbrahim (as)'ın, Allah'ın ilhamıyla verdiği cevap ise, son derece hikmetli ve akılcıdır: … "Şüphe yok, Allah Güneş'i doğudan getirir, sen de onu batıdan getir" deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258) Allah'ın varlığını ve kudretini insanlara anlatan peygamberler her zaman bu örnekteki gibi hikmetli ve akılcı anlatımlar kullanmışlardır. 

Allah'a olan samimi imanları onların tebliğlerini etkili kılmış, inkarcıların sapkın bakış açıları bu şekilde geçersiz hale gelmiştir. Kendilerini doğru yolda zanneden, mallarına, güçlerine ve şirk koştukları putlarına güvenen inkarcılar ise, iman edenler karşısında her açıdan çok çaresiz kalmışlardır. Çünkü Allah'ın mükemmel yaratışını ve sonsuz gücünü anlatan iman sahipleri karşısında batıl inançlarının savunmasını yapabilmeleri mümkün değildir. Onlar her zaman yenilmeye, ayetteki ifadeyle "afallamaya", cevapsız kalmaya mahkumdurlar. Hz. İbrahim (as)'in ayette haber verilen cevabında dikkat çeken bir diğer hikmet ise, onun samimiyeti ve doğallığıdır. İçten gelen, samimi bir anlatım şekli Allah'ın izni ile her zaman insanların kalplerine ve vicdanlarına etki eder. 

Çünkü Allah'ın varlığı apaçıktır ve mümin bu kesin gerçeği içinden geldiği gibi doğal bir üslupla anlatır. Ancak bu anlatım karşısında etkilenseler dahi, insanların bir bölümü şeytanın etkisine kapılarak inkarda ısrar ederler. Genellikle dinden uzak yaşayan bu insanlar, Hz. İbrahim (as) ile tartışmaya giren kişi gibi zenginliğin, güzelliğin veya mevkinin kendi çabalarının bir ürünü olduğunu düşünerek akılsızca kibirlenirler. Kendilerine haksız bir üstünlük payesi vererek Allah'ın büyüklüğünü unuturlar. Şeytan onları sahip oldukları güç ve iktidarı kullanarak kibire sürükler. Bu şekilde Allah'a kulluk etmelerini engellemek ister. Müminler de tebliğ yaparken birçok insanla karşılaşırlar. Bunların çoğu, büyüklenerek Allah'ın gücünü ve kudretini hakkıyla göremez. 
Bu durumda Müslümanların yapmaları gerekenlerden biri, Hz. İbrahim (as) gibi onların kibirlerini ortadan kaldıracak, Allah'ın karşısında ne kadar aciz olduklarını kendilerine hissettirecek örnekler vermek olmalıdır. Bunun sonucunda inkar eden kişi artık kibirlenmesinin, malı ile övünmesinin Allah'ın gücü karşısında hiçbir önemi olmadığını anlayacaktır. Kendi güç ve kudretinin sınırlı olduğunu, ölümü ile birlikte herşeyin yok olacağını, Allah'ın ise tek mutlak güç olduğunu vicdanı ile hissedecektir. nehir manzarası Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. 
Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir. (Maide Suresi, 92) Hz. İbrahim (as)'ın, kendisiyle tartışmaya giren kişiye karşı kullanmış olduğu anlatım şekli, tebliğde akılcı, hikmetli ve sonuca yönelik konuşmanın ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir. Müslüman, hiçbir zaman tartışmaya dayalı ve sonuç getirmeyecek konuşmalara girmemelidir. Aksine her zaman için karşı tarafın psikolojik durumunu ve mantık örgüsünü tahlil ederek, onun batıl inançlarını ortadan kaldıracak, ona Allah'ın varlığını gösterecek etkileyici ve akılcı izahlar kullanmalıdır. Bu etkili ve hikmetli anlatım şekline ise, ancak imanda derinleşmiş, Allah'ın ayetlerini uygulamada titiz davranan ve Allah'tan çok korkan insanların sahip olabilecekleri açıktır. Çünkü hikmet Allah'ın bir lütfudur ve onu Allah'tan talep etmek gerekir. 

 Allah bir ayette "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir..." (Bakara Suresi, 269)şeklinde buyurarak, bu sırrı bizlere haber vermektedir. 
Hz. İbrahim (as)'ın Kavmine Yaptığı Tebliğ Bir Müslüman, inkar ya da gaflet içindeki bir insana nasıl tebliğ yapmalıdır? Onu dine nasıl davet etmelidir? Allah Kuran'da tebliğ ibadetinin, iyi düşünülmüş yöntemler ve üsluplarla yürütülmesi gerektiğine işaret etmektedir. Tebliğin tek bir yöntemi yoktur. Yöntem, karşıdaki kişinin durumuna, içinde bulunduğu şartlara, düşüncelerine ve inançlarına göre değişir. 

Örneğin Allah ayetlerinde, Hz. Nuh (as)'ın insanlara Kendi varlığını hem "açıkça ilan"ettiğinden, hem de "gizli gizli yollarla" anlattığından, onları dine yöneltecek dolaylı yöntemler kullandığından bahsetmektedir. (Nuh Suresi, 9) Hz. İbrahim (as)'ın kendi kavmine yaptığı tebliğde de çok önemli örnekler bulunmaktadır. Onun en dikkat çekici yöntemlerinden biri, kavmine Allah'ı anlatırken onların vicdanlarını harekete geçirecek, onları düşündürecek yöntemler izlemesidir. Onlara sorular sorarak düşünmelerini sağlamış ve böylece içinde bulundukları sapkınlığı ispat etmiştir. Taptıkları sahte ilahların şuursuz birer tahta ve taş parçasından ibaret olduğunu onlara göstermiş, ince bir planla onların da aklen ve kalben buna ikna olmalarını sağlamıştır. 

Kavminin asırlardır içinde yaşadığı şirk sistemini bu tebliğ yöntemiyle çökertirken, onlara Allah'ın varlığını ve birliğini de açıklamıştır. Allah Kuran'da Hz. İbrahim (as)'ın tebliğini şöyle bildirir: Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: "Bu benim Rabbimdir." Fakat kayboluverince: "Ben kaybolup-gidenleri sevmem" demişti. Ardından Ay'ı, doğar görünce: "Bu benim Rabbim" demiş, fakat o da kayboluverince: "Andolsun" demişti, "Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum." Sonra Güneş'i doğar görünce: "İşte bu benim Rabbim, bu en büyük" demişti.

 Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: "Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım. Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim." (Enam Suresi, 76-79) Hz. İbrahim (as)'ın bu ayetlerde belirtilen Ay, Güneş ve yıldızlar hakkındaki yorumları, kendisinin gerçek düşünceleri değil, kavmine yönelik bir tebliğ yöntemi gibi gözükmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.) Çünkü gece vakti gördüğü yıldızların ve Ay'ın kısa bir zaman sonra (Güneş'in doğmasıyla) yok olacağını, Güneş'in ise doğduktan sonra tekrar batacağını elbette Hz. İbrahim (as) da bilmektedir. 

Ancak müşrik olan kavmi akıl ve muhakemeden yoksun olduğu için, Hz. İbrahim (as) böyle aşamalı bir anlatım yöntemi tercih etmiş olabilir. nehir manzarası "Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da Güneş'e secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur..." (Neml Suresi, 24) Kitabın ilk bölümünde de üzerinde durduğumuz gibi, o dönemin putperest toplumları kendi yaptıkları heykellerin yanı sıra büyük bir akılsızlıkla Güneş, Ay gibi gök cisimlerine de tapınmaktaydılar. 

İşte bu nedenle Hz. İbrahim (as) onların sözde ilahlık atfettikleri bu cisimlerin neden ilah olamayacaklarını, onlara soru-cevap yoluyla açıklamak istemiş olabilir. Bunun için önce yıldızları bir ilah olarak göstermiş, kavminin dikkatini onlara çekmiş, ardından bunların aslında bir ilah olamayacağını Allah'ın kendisine ilham ettiği şekilde ispat etmiştir. Hz. İbrahim (as)'ın söylediği ayette haber verilen "Ben kaybolup-gidenleri sevmem"ifadesi de yine kavmine yönelik önemli bir mesajdır: Bu şekilde, "ilah" vasfına sahip olan varlığın, asla ölmeyen ve yok olmayan bir varlık olduğunu dolaylı olarak anlatmıştır. (Doğrusunu Allah bilir.) Nitekim bunlar, Rabbimiz'in "Baki" (devam eden, fani olmayan) ve "Kaim" (idare edip ayakta tutan) sıfatlarıdır. 

Hz. İbrahim (as) bunun ardından, aynı yöntemi, kavminin sözde ilahlarından biri olan Ay için kullanmış ve Ay'ın bir ilah olmayacağını onlara yine akılcı bir yolla göstermiş olabilir. Daha sonra aynı mantığı Güneş için de kullanmış ve bu arada özellikle Güneş'in "en büyük" olduğuna dikkat çekmiş olabilir. Böylece, kavminin kendilerince ilah olarak edinmesi muhtemel olan en büyük maddi varlığı da devreden çıkarmıştır. Güneş'in ötesinde, kavminin görebileceği daha büyük bir maddi varlık yoktur ve dolayısıyla bunun bir ilah olmadığının anlatılması, şirk sistemine önemli bir darbedir.

 Hz. İbrahim (as), en sonunda da ayette haber verilen "ben müşriklerden değilim" sözleri ile tüm bunları Allah'ın yarattığını, O'nun tek gerçek İlah olduğunu ve kendisinin de Allah'a şirk koşmadan iman ettiğini açıklamıştır. Hz. İbrahim (as)'ın bu sözlerinden onun şirk sistemini çok yakından bildiği anlaşılmaktadır. O, tüm bu örnekleri bir tebliğ yöntemi olarak vermiş ve bu şekilde onların bozuk mantıklarını, sapkınlıklarını ortaya çıkarmak istemiştir. Nitekim ayetlerden büyük bir azgınlık içindeki kavminin onunla tartışmaya çalıştığı anlaşılmaktadır: Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. 

Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80) Hz. İbrahim (as) kavmine tebliğ yaparken Allah'ın ilhamıyla hareket etmiştir. İzlediği yöntemlerden, verdiği örneklerden Hz. İbrahim (as)'ın Allah'ın vahyi ile hareket ettiği anlaşılmaktadır. Allah "Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir." (Enam Suresi, 83) ayetiyle Hz. İbrahim (as)'a kavmine karşı deliller verdiğini haber vermektedir. Hz. İbrahim (as)'ın kullandığı bu tebliğ yöntemi, tüm Müslümanlar için örnektir. Bir mümin de tebliğ yaparken karşı tarafın çürük ve temelsiz fikirlerini birer birer çökertmeli ve bunun kesin delillerini ortaya koymalıdır. Bunun arkasından da tebliğ yaptığı kişileri Allah'a iman etmeye ve yalnızca O'na kulluk etmeye davet etmelidir. 

Eğer bir insanın kendisine put edindiği kavramlar yıkılmaz ve bu kavramları şirk koşmasına neden olan çarpık mantıklar ortadan kaldırılmazsa, o kişinin Allah'a gerçek anlamda iman etmesi ve gerçek anlamda Müslüman olması zorlaşır. Putların yıkılması, örneğin insanların kapıldıkları batıl ideolojilerin, felsefelerin veya birtakım maddi varlıkların terk edilmesi, gerçek imanın şartıdır.  Bu heykelde Hammurabi, sapkın inançlarının bir gereği olarak sözde Sümer Güneş tanrısı Shamash'ı temsil eden bir put önünde saygı gösterisinde bulunurken görülmektedir. Hz. İbrahim (as)'ın tebliğinden onun Allah'a olan sevgisi, coşkulu imanı ve Allah'ın emirlerini uygulamadaki titizliği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Kavmine ve babasına yönelik yaptığı bir diğer tebliğ yöntemi de onun Allah'ın seçip beğendiği ve insanlara üstün kıldığı, kutlu bir insan olduğunu bizlere en güzel şekilde göstermektedir. 

Allah ayetlerde şu şekilde bildirmektedir: Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku: Hani babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti. Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz." Dedi ki: "Peki dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?" "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü? Hem siz hem de eski atalarınız?" (Şuara Suresi, 69-76) Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, Hz. İbrahim (as) kavmine putlara tapmanın ne kadar büyük bir sapkınlık ve akılsızlık olduğunu çeşitli yöntem ve örneklerle anlatmıştır. 

Ancak kavminin bu hatırlatmalara karşı verdiği tek cevap, ayetlerde bildirildiği üzere "biz bunu atalarımızdan gördük" olmuştur. Önceki bölümde de üzerinde durduğumuz gibi bu cevap cahiliye toplumunda çok sık rastlanan, batıl inançları meşrulaştırmak için kullanılan, alışıldık ve son derece akılsızca bir cevaptır. Ve hak dinin karşısında hiçbir dayanağı yoktur. Bu ayetlerin devamında Hz. İbrahim (as), kavmini Allah'a iman etmeye davet etmekte ve onlara Rabbimizi tanıtmaktadır: "İşte bunlar gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca Alemlerin Rabbi hariç; Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; Bana yediren ve içiren O'dur; Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; Beni öldürecek sonra diriltecek olan da O'dur; Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" (Şuara Suresi, 77-82) 

Ayetlerde de görüldüğü gibi, Hz. İbrahim (as)'ın kavmi şirk koştukları putlarına tapınmakta kararlı olduklarını sürekli tekrarlamaktadırlar. Hz. İbrahim (as) ise onlara Rabbimiz'i en güzel sıfatlarıyla överek karşılık vermektedir. Allah kainatta bulunan canlı ya da cansız tüm varlıkları, yoktan var edendir. 
Dünya üzerindeki tüm nimetleri insanların hizmetine veren, onlara saymakla bitiremeyecekleri kadar eşsiz güzellikleri bahşedendir. İnsanın dünyaya gelişi, büyümesi, yemesi, içmesi, yürümesi, hareket etmesi, konuşması, gülmesi, kısacası tüm hayatı Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. Hz. İbrahim (as)'ın da ayetlerde bildirdiği gibi, insan hastalandığı zaman ona şifayı veren, iyileştirip, eski sağlıklı haline kavuşturan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. 

Allah izin vermedikçe ne ilaçların ne de doktorların insanlara şifa vermesi mümkün değildir. İnsanı var ettiği gibi eceli geldiği zaman canını alacak olan da Allah'tır. İnsan daha dünyaya gelmeden önce kaç yıl, kaç gün, kaç saat, hatta kaç saniye hayatta kalacağı Allah Katında belirlenmiştir. İnsanın hayatı boyunca başına gelecek olan her detay, söyleyeceği her söz, yapacağı her hareket kaderinde yazılmıştır. İnsan Allah'ın takdir ettiği kaderinin dışında tek bir hareket yapmaya ya da tek bir söz söylemeye güç yetiremez. Allah dünya hayatını insanlara bir deneme olarak yaratmıştır. İnsanlara hidayete yönelten insanlar olarak elçilerini göndermiş, hidayet rehberi olarak da ayetlerini vahyetmiştir. 

Her insan ahiret gününde hayatı boyunca yaptıklarıyla hesaba çekilecektir. Rabbimiz'e iman eden, O'ndan korkup sakınan, Allah'ın emir ve yasaklarına titizlikle uyan, tüm hayatını O'nun rızasını, rahmetini umarak salih amelle geçiren iman sahipleri eşsiz nimetlerle karşılaşacaklardır. Allah kullarına karşı çok merhametli, çok bağışlayıcı ve çok şefkatli olandır. Allah hesap gününde iman eden kullarının kötülüklerini örteceğini, onların hatalarını bağışlayacağını ve onlara sonsuz cennet nimetleriyle karşılık vereceğini vaat etmiştir. nehir manzarası Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin... (Hud Suresi, 123) 

Burada çok önemli bir konuyu daha hatırlatmakta fayda vardır: İnsanın tebliğ yaparak diğer insanları hidayete eriştirme gücü yoktur. Tebliğ mümin için bir ibadettir. Bu ibadetin karşılığında, kendisine tebliğ yapılan kişinin iman edip etmemesi tamamen Allah'ın hidayet vermesine bağlıdır. Allah nasip etmezse hiç kimse iman edemez. Nitekim Hz. İbrahim (as)'ın Allah'a olan imanından aldığı güçle yaptığı bu tebliğe karşılık, Allah'tan korkmayan, vicdanlarının sesini dinlemeyen ve akletme yeteneğinden yoksun olan kavmi, inkarda ısrarcı davranmıştır. Ayrıca iman etmeyi kabul etmemekle kalmayıp, aynı zamanda daha da azgınlaşarak Hz. İbrahim (as)'ı ölümle tehdit etmişlerdir. 

Hatta, biraz sonra inceleyeceğimiz gibi, Hz. İbrahim (as)'ı ateşe atmaya kalkmışlardır. İşte bu nedenle şu gerçek unutulmamalıdır: İman eden bir kişi çevresindeki insanları ihlasla ve kararlılıkla Allah'a iman etmeye davet etmeli, ancak onların iman etmemelerinden dolayı bir üzüntüye kapılmamalıdır. Rabbimiz bir ayetinde "... Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin..." (Kehf Suresi, 29) şeklinde buyurmakta ve Peygamberimiz (sav)'e "Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin (öyle mi?)" (Şuara Suresi, 3) şeklinde bildirmektedir. 

Allah Yusuf Suresi'nde ise şu şekilde buyurmaktadır: Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir. Oysaki sen buna karşı onlardan bir ücret de istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır.' (Yusuf Suresi, 103-104) Hz. İbrahim (as)'ın kavminin, içinde bulundukları sistemin saçma olduğunu vicdanen görmelerine rağmen inkarda diretmelerinin sebeplerinden biri, menfaatlerine olan düşkünlükleridir. 

Yaşamakta oldukları şirk sistemi, onlara çeşitli dünyevi menfaatler sağlamaktadır ve bu kurulu düzenin değişmesi onların çıkarları ile çatışmaktadır. (Aynen Mekke'deki putlar sebebiyle büyük ticari karlar elde eden Mekke liderlerinin, Peygamber Efendimiz (sav)'in tebliğine karşı çıkmaları gibi.) Bu, gerçekte Allah'ın peygamberleri için takdir ettiği bir kanundur. Kuran'da belirtildiği üzere, her dönemde gönderilen elçilere karşı çıkılmış; peygamberler ölüm ile tehdit edilmiş ve asılsız iftiralara uğramışlardır. Bu mübarek, kıymetli insanlar, kimi zaman büyücülükle, kimi zaman delilik, kimi zaman da "şairlik", yani Allah adına sözler uydurmak şeklinde çirkin ve asılsız iftiralarla suçlanmışlardır. 

Bir başka deyişle, peygamberleri suçlayanlar, onları sapkın, kendilerini ise hak yolda ilan etmek gibi bir sahtekarlığa başvurmaktan çekinmemişlerdir. Ancak unutulmamalıdır ki, bu insanlar büyük bir akılsızlığın kuşatması altındadırlar. Kendi akıllarınca menfaatlerini korumaya çalışırlarken aslında kendilerini kendi elleriyle sonsuza kadar sürecek bir azaba sokmaktadırlar. Allah güzel ahlakları, takvaları, derin imanları ile tüm insanlara örnek kıldığı peygamberlerine isyan eden insanların uğrayacakları sonu şöyle haber vermiştir: ... 
Onlar, Allah'tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. (Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır. (Al-i İmran Suresi, 112) 

Hz. İbrahim (as)'ın Putlara Kurduğu Tuzak nehir manzarası Gerçekten iman edenler, Yahudiler, yıldıza tapanlar (Sabii) Hıristiyanlar, ateşe tapanlar ve şirk koşanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü aralarını ayıracaktır... (Hac Suresi, 17) Kuran'da bildirildiğine gibi, Allah Kendisi'nden korkan kullarına "doğruyu yanlıştan ayırt etme" yeteneği verir. Bu, sadece müminlere has olan çok büyük bir lütuf, üstün bir nimettir. Hz. İbrahim (as)'ın, kavmini Allah'a iman etmeye davet ederken izlediği yöntemler, aldığı kararlar ve kullandığı üslup, Allah'ın seçkin kullarına bahşettiği bu büyük nimetin önemli örnekleridir. Hz. İbrahim (as)'ın hayatındaki bu örneklerden biri, kavminin putlarına kurduğu tuzaktır. 

Hz. İbrahim (as), çok sayıda olan bir topluluğa karşı tek başına mücadele vermiştir. Bu, elbette tehlikeli bir ortamın varlığını ve dolayısıyla da tedbir alınması gerektiğini gösterir. Nitekim Hz. İbrahim (as) da inkarcıların kendisine zarar vermelerini ve tebliğine engel olmamaları için tedbirler almıştır. Örneğin etrafındaki müşrikleri uzaklaştırmak için "hastayım" demiştir: Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizler neye tapıyorsunuz? Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah'tan başka ilahlar istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?" Sonra yıldızlara bir göz attı. "Ben, doğrusu hastayım" dedi. 

Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. (Saffat Suresi, 85-90) Hz. İbrahim (as) inkarcı topluluğu kendinden uzaklaştırdıktan sonra putların yanına gitmiş ve onları parçalamıştır: Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: "Yemek yemiyor musunuz?" dedi. "Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?" Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. (Saffat Suresi, 91-93) Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. (Enbiya Suresi, 58) 

Hz. İbrahim (as)'ın, putların sadece birini sağlam bırakmış olmasının da önemli bir hikmeti vardı. Hz. İbrahim (as)'ın kavmi putların bulunduğu yere gittiklerinde, sözde ilahlarının paramparça olduğunu ve yalnızca en büyük olan putun kaldığını gördüler. Ve hemen bunu yapan kişiyi aramaya başladılar. Hz. İbrahim (as)'ın putlara ve bu müşrik inanca olan mücadelesini bildiklerinden dolayı putları onun kırdığını hemen anladılar ve kendilerince intikam almak için Hz. İbrahim (as)'ı arayıp buldular: "Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler. 

"Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki, ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar." İbrahim'i getirdikten sonra; dediler ki: "Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?" (Enbiya Suresi, 59-62) Bu soru, Hz. İbrahim (as)'ın neden en büyük putu kırmayıp sağlam bıraktığını da ortaya çıkarıyordu: "Hayır" dedi. 

"Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin." (Enbiya Suresi, 63) İnkarcılar, Hz. İbrahim (as)'ın bu cevabı üzerine putların konuşmaya güç yetiremeyeceğini ister istemez düşündüler ve anladılar. O güne kadar bu taş parçalarının hiçbir gücü olamayacağını anlatan Hz. İbrahim (as)'a inanmayan bu insanlar, onun bu hikmetli planı ile bu gerçeği kavradılar: Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; "Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)" dediler. (Enbiya Suresi, 64) Ancak inkarcıların bu pişmanlığı kısa sürdü. 

Gerçeği anlamış olmalarına rağmen, sırf kendilerine atalarından miras kalan ve geçici dünyevi menfaatleri ile uyuşan şirk sistemini sürdürmek için Hz. İbrahim (as)'a tekrar karşı çıktılar: Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: "Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin. Dedi ki: "O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız? Dediler ki "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun." (Enbiya Suresi, 65-68) Hz. İbrahim (as)'ın bu kıssada bildirilen tavır ve tutumu, Allah'ın ilhamıyla üstün bir aklı ve hikmeti göstermektedir.

 Kavmine "hastayım" diyerek onları yanından uzaklaştırmış ve böylece kendisine rahat bir faaliyet imkanı oluşturmuştur. Sonra putları kırmış, ama en büyük olan putu ayakta bırakmıştır. Bunu, putların kırıldığını gören kavminin vereceği tepkilerin neler olabileceğini düşünerek yapmıştır. Hz. İbrahim (as)'ın kurduğu bu tuzak, onun Allah'ın vahyi ile hareket eden, üstün akıl ve basiret sahibi bir elçi olduğunu bizlere göstermektedir. O, Allah'ın ilhamıyla çok hikmetli bir tuzak kurmuş ve Allah'ın izniyle çok güzel bir başarı elde etmiştir. 

Putları kırdıktan sonra, bunun en büyük put tarafından yapıldığını söylemekle kavmini kendi inançlarını sorgulamaya yöneltmiştir. İlk başta belirlemiş olduğu plan, Allah'ın dilemesiyle, aşama aşama gerçekleşmiştir. Hz. İbrahim (as)'ın putları kırmasındaki asıl amaçlardan biri, kavminin sahip olduğu inanç sisteminin ne kadar akıl dışı olduğunu onlara kavratabilmektir. Çünkü eğer bu yaptıklarının saçmalığını anlamazlarsa, tekrar yeni putlar oluşturup onlara aynı şekilde tapınmaya devam edeceklerini biliyordu. 

Bu nedenle önemli olan, putlara tapmanın Allah'ın vahyine ve imana karşı olan batıl bir sapkınlık olduğunu onlara kavratmaktır. Yemeyen, içmeyen, hareket edemeyen heykellerin bir insana zarar verebileceğini ya da bir fayda getirebileceğini düşünmek, çok büyük bir akılsızlıktır. Bunu düşünenler, yani putperestler bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaştıklarında putlardan medet ummakta, onlardan yardım istemekte, onların istemeyeceğini düşündükleri bir şey yapmamaktadırlar. 

Çünkü bu putlardan korkmakta, cansız putların tüm kainatı ve canlıları var ettiklerine, tüm evreni yönetip yönlendirdiklerine, insanlara sağlık, bereket, rızık, güç, anlayış verdiği gibi akıl ve mantık dışı bir düşünceye inanmaktadırlar. Böylesine büyük bir gaflete kapılacak derecede akıl ve anlayıştan yoksundurlar. Allah müşriklerin ne kadar büyük bir sapkınlık içinde olduklarını ayetlerde şu şekilde haber verir: Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeğe. 

 Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir. (Araf Suresi, 192-193) Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koştuklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın." (Araf Suresi, 195) Ancak bu anlayışsızlığın sadece Hz. İbrahim (as) döneminde kaldığını sanmak ise büyük bir yanılgı olur. Putperestlik hala yaşamaktadır, farklı isimler altında olsa bile. Örneğin Hz. İbrahim (as)'ın karşılaştığı putperestlerin batıl inançları, günümüzdeki Darwinistlerin inandıkları dogmalarla çok büyük bir benzerlik göstermektedir. 

Hz. İbrahim (as)'ın Putperest Kavmi ile Günümüz Darwinistleri Arasındaki Benzerlikler nehir manzarası O'nun dışında, hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler. (Furkan Suresi, 3) Hz. İbrahim (as) dönemindeki müşrik kavimler taştan, topraktan ve tahtadan heykeller yapıyor, daha sonra kendi elleriyle yaptıkları bu putlara akılsızca tapıyorlardı. Sapkın inanışları gereği, tapındıkları heykellerin kainatın işleyişi üzerinde bir güce sahip olduğuna inanıyorlardı. 

Bu batıl inanışa göre, putlar karar alma, bunları uygulama, canlıları cezalandırma ya da ödüllendirme yetkilerine sahipti. Bir başka deyişle söz konusu müşrikler, bu heykelleri oluşturan cansız maddenin, sözde yaratma ve insanları yönetme gücüne sahip olduğunu sanıyorlardı. Hiç şüphesiz bu çok büyük bir sapkınlık, Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirdiği çok büyük bir günahtır. Nitekim Allah bir Kuran ayetinde şu şekilde buyurmaktadır: Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. 

Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48) Günümüzde de Darwin'in evrim teorisini savunanlar, Hz. İbrahim (as) döneminde yaşayan bu insanların sapkın inanışlarına çok benzer bir batıl anlayışın peşinden gitmektedirler. Onlar da karbon, hidrojen, oksijen, kalsiyum, magnezyum, demir gibi elementlerin, çeşitli mineraller içeren çamurlu suyun, zaman ve tesadüflerin yardımı ile sözde üstün bir güce ve hür iradeye sahip olduğu sapkınlığına inanmaktadırlar. Darwinistlerin sapkın iddialarına göre, dünyanın ilk dönemindeki çamurdan, zaman içinde tesadüflerin yardımı ile canlılık meydana gelmiştir. Doğadaki tüm güzellikleri, hayvanları ve en önemlisi şuurlu bir insanı oluşturma kararını sözde yine bu çamurlu su, zaman ve tesadüf üçlüsü almıştır. 

Bu batıl inancın kökeni, cansız maddeleri akıl ve irade sahibi, karar alabilen ve bu kararları uygulayabilen varlıklar olarak kabul etmeye kadar gitmekte ve böylece madde adeta bir ilah olarak görülmektedir. Bu durumda evrende görülen her varlığın kendi kendine ve tesadüfler sonucunda meydana geldiği iddia edilmekte ve her varlık tesadüflerle birlikte sözde ilah olarak kabul edilmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Oysa kendi bedeninden başlayarak, çevresini saran canlı ve cansız varlıkları inceleyen her insan, tüm kainatı sonsuz bir güce, akla ve ilme sahip olan Yüce Allah'ın var ettiğini görecektir. 

Üzerinde yaşadığı gezegenden bedeni arasındaki kusursuz uyuma, uzaydaki galaksiler, yıldızlar ve tüm diğer gök cisimleri arasındaki dengeden saymakla bitiremeyeceğimiz kadar eşsiz nimetlerle bezenmiş yeryüzüne kadar her bir detay, sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Yaratıcımız Allah'ın varlığının delillerindendir. Rabbimiz insanın biraz düşünerek bulabileceği bu apaçık gerçeği Hz. İbrahim (as) gibi elçileri aracılığı ile de tüm insanlara bildirmiştir. Ne var ki, tarih boyunca birçok insan kendilerine anlatılan gerçekleri inkar etmişler, Allah'ın varlığını inkarda diretmişlerdir. Allah, son vahyi olan Kuran'da bu tür insanların varlığını şöyle bildirir: Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. 

De ki: "Ayetler, ancak Allah katındadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? Biz onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terk ederiz. Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 109-111) orman manzarası Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir... 

Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı?... (Rum Suresi, 40) Görüldüğü gibi şuursuz minerallerin, atomların ve tesadüflerin kusursuz ve eksiksiz varlıklar ortaya çıkardıklarını iddia etmekle, totemlerin önünde eğilip tahta heykelden sağlık ve bereket istemek aynı sapkınlığın devamından başka bir şey değildir. Değişen tek şey bu sapkınlığa verilen isimler, bunu tarif etmek için kullanılan kavramlardır. nehir manzarası Kubbet-üs Sahra Camii'nden bir görüntü (Carl Werner, 1863, Mathaf Gallery, Londra) ... 

"İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik. (Bakara Suresi, 125) Hz. İbrahim (as)'ın içinde yaşadığı, Allah'a ortaklar koşan sapkın toplumun sahip olduğu batıl inanca göre kainatı düzenleyen, yöneten, canlıları yönlendiren, hareket ettiren çeşitli putlar vardı. Darwinistler de benzer bir biçimde tüm canlıların ve kainattaki kusursuz düzenin cansız maddelerin (atomların, moleküllerin, doğa güçlerinin, cisimlerin kimyasal ve fiziksel özelliklerinin) etkisiyle oluştuğuna inanırlar. Bir putperestin putlara böyle bir gücü atfetmesi gibi, Darwinistler de, büyük bir akılsızlıkla, "maddenin kendi kendini örgütlemesi", "doğanın türleri yaratması" gibi kavramlarla cansız maddelere hayali bir yaratma gücü atfeder, onları putlaştırırlar. 

Evrim teorisini savunan popüler yayınlarda bu durum açıkça gözlenebilir. Bu yayınlarda yer alan yazılarda Darwinistlerin putlarından sıkça bahsedilir, bu putların en başındaki put ise "Tabiat Ana" olarak isimlendirilir. Bu sapkınlığı savunanlar kainattaki tüm gelişmelerin, değişimlerin sözde Tabiat Ana'nın –ya da Doğa'nın– yönlendirmesi ve iradesiyle gerçekleştiğine inanırlar. Büyük bir cehaletle, canlılardaki kusursuz güzellikleri, tüm canlıların meydana gelişini, ölümlerini, doğal felaketleri Tabiat Ana'dan bilir, onun gazabı ya da mucizesi olarak yorumlarlar. 

Doğadaki bir güzellikten bahsederken "doğanın insana armağanı", bir felaketten bahsederken de "tabiat ananın gazabı" gibi sapkınlıklarını gözler önüne seren cahilce cümleler sarf ederler. Ancak Tabiat Ana'nın gücünü nereden aldığına, ne ya da kim olduğuna dair hiçbir açıklama yapmazlar. Bu, elbette çok büyük bir akılsızlık, çok çirkin bir iftiradır. Söz konusu kişiler Allah'a açıkça şirk koşmakta ve bu çarpık inançlarını da sözde bilimsel bir temele dayandırmaya çalışmaktadırlar. Darwinizm'in çağdaş eleştirmenlerinden biri olan Amerikalı düşünür Prof. Philip Johnson, evrim teorisine ve genel olarak çağımızdaki materyalist felsefeye olan inancın bir tür putperestlik olduğunu şöyle anlatır: İnkar, her zaman için insanlar için saptırıcı bir tutku olmuştur. 

Açık ateizm ise, inkarın sadece inkarın en yüzeysel şeklidir... (İnkarın) bir diğer eski stratejisi ise, Yaratıcı'nın yerine, kontrolümüz altındaki bir başka varlığı yerleştirmektir. Bunun ismi putperestliktir. İlkel kabileler putlarını tahtadan veya kilden yaparlardı. Çağdaş entelektüeller ise, kendi teorilerini putları haline getirmektedirler... 'Tanrı' kelimesini kullansalar bile, bunu tesadüf ve doğa kanunları gibi göstermektedirler. Bu stratejiyi kullananların tümü, Yaratıcı'nın yerine yaratılmış varlıkları koymaktadırlar ve zaten bu da putperestliğin özüdür.3 Gerçekten de "Tüm kainatı yoktan var eden Rabbimiz'in yerine, kendileri de yaratılmış olan aciz varlıkları koymak" (Allah'ı tenzih ederiz), binlerce yıldır süregelen putperestliğin temelidir. 

İşte Hz. İbrahim (as) da aynı sapkın hayat görüşüne sahip olan kavmiyle mücadele etmiştir. Allah ayetlerinde bu durumu şu şekilde bildirir: (İbrahim) Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? (Meryem Suresi, 42) Darwinistler evrendeki canlı ve cansız tüm maddelerin, atomların, moleküllerin, doğa güçlerinin, cisimlerin kimyasal ve fiziksel özelliklerinin etkisiyle ve tesadüflerin yardımıyla, zaman içinde oluştuğuna inanırlar. Oysa evrimcilerin istedikleri tüm şartlar biraraya getirilse bile, bir canlı oluşması mümkün değildir. Evrimciler, resimdeki gibi bir varile canlıları oluşturan tüm atomları, enzimleri, hormonları, proteinleri ve istedikleri tüm elementleri koysunlar, daha sonra bunları istedikleri yöntemlerle karıştırsınlar ve istedikleri kadar gerekirse milyonlarca yıl beklesinler. 
Ne yaparlarsa yapsınlar ve ne kadar beklerlerse beklesinler, bu varilden tek bir canlı varlık, hatta tek bir canlının tek bir hücresini dahi çıkaramazlar. (İbrahim) Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. Dedi ki: "Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz." (Enbiya Suresi, 52-54) Maddenin bir bilinç sahibi olmadığı, dolayısıyla maddi varlıklara bilinç atfetmenin büyük bir yanılgı olduğu açıktır. 

Atomların, moleküllerin, çamurlu suyun ya da tesadüflerin bir şuuru, karar alma gücü, düşünme yeteneği yoktur. Atomlar şuursuz, cansız maddelerdir. Oysa evrende var olan herşeyin ancak üstün bir şuur ve iradenin varlığıyla hayat bulabileceği açık bir gerçektir. Bu üstün şuur ve iradenin tümü alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir. Tüm kainat, sonsuz ilim sahibi olan Allah'ın yaratmasıdır. Kainatın her ayrıntısında Allah'ın yaratışındaki kusursuzluk, üstün akıl ve muhteşem ilim açıkça görülmektedir. Allah canlı cansız tüm varlıkları yoktan var etmiş, bu varlıkların her birine insanı büyük bir hayranlık içinde bırakan mükemmel özellikler bahşetmiştir. 

Hz. İbrahim (as) Ay'ın, Güneş'in ya da yıldızların bir yaratıcı güçleri olamayacağını insanlara göstermiş ve bu şekilde onları şirk koşmaktan vazgeçip Allah'a iman etmeye çağırmıştır. Bu sırada izlediği yol ise -daha önce de belirttiğimiz gibi- bizler için çok önemli işaretler içermektedir. Hz. İbrahim (as) önce "olamazları" -yani putperestliğin temelini oluşturan inançların neden batıl ve geçersiz olduğunu- insanlara Allah'ın ilhamı ile en hikmetli ve en etkili şekilde göstermiştir. Onun kullandığı bu yöntem, tüm iman sahipleri için önemli bir yol göstericidir. 

Günümüzde bazı çevreler, Darwinizm ve materyalizm gibi ateist felsefelerin geçersizliğinin ve bunları savunan kimselerin yanılgılarının ortaya konmasını gereksiz görmektedirler. Onlara göre Allah'ın üstün yaratış sanatının anlatılması yeterlidir ve Darwinizm'in geçersizliğinin anlatılmasına gerek yoktur. Oysa bu, son derece hatalı bir bakış açısıdır. Çünkü insanların yıllardır alıştıkları hatalı düşünme şekillerini düzeltmenin en önemli yollarından biri, onların akıllarında yer eden tüm soru işaretlerinin birer birer açıklanmasıdır. 
Bu nedenle de insanlara Allah'ın varlığının delillerini, 

Rabbimiz'in yaratış gerçeklerini anlatırken, bir yandan da evrim teorisinin neden geçersiz olduğunun da mutlaka açıklanması gerekir. Böylece insanlar kendi fikirlerinin ne kadar dayanaktan yoksun olduğunu, yıllarca büyük bir aldatmacanın peşinden gittiklerini kavrayacak ve Allah'ın varlığının apaçık bir gerçek olduğunu daha kolay anlayacaklardır. Darwinizm'in neden geçersiz olduğunun madde madde anlatılması, bu anlayışı savunan insanların tüm dayanaklarını ortadan kaldırır. Böylece bütün "yanılgılar ve imkansızlıklar" ortaya konmuş olur. 

Hz. İbrahim (as) da Allah'a olan coşkulu imanından kaynaklanan üstün kavrayışı ve basireti sayesinde, taştan ve tahtadan putların ya da Güneş'in, Ay'ın, yıldızların neden ilah olamayacağını delilleriyle en hikmetli şekilde ortaya koymuştur. Allah'ın varlığını ve yaratılış gerçeğini tebliğ eden insanlar da, güzel ahlakı ve güçlü imanı ile Allah'ın insanlara örnek kıldığı Hz. İbrahim (as) ile aynı yöntemi izleyebilirler. nehir manzarası De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51) 
Hz. İbrahim (as)'ın kavmi ile Darwinistler arasındaki bir diğer benzerlik de yapılan tebliğ karşısında verdikleri cevaplardır. Putperestler taştan ve tahtadan heykellerin hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini anlamış ve bunu kendileri de dile getirmişlerdir. Allah, "Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; 'Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)' dediler." (Enbiya Suresi, 64) ayetiyle bizlere bu gerçeği bildirir. Ancak gerçekleri apaçık görmelerine ve kalben kabul etmelerine rağmen inkarda direnmiş, putlarına körükörüne bağlılıkta kararlı olmuşlardır. Darwinistler de, evrim teorisinin bilim karşısında tüm dayanaklarını yitirdiğini, günümüzde 

Darwinizm'i somut bilimsel delillerle kanıtlamanın imkansız hale geldiğini çok iyi bilmektedirler. (Detaylı bilgi için bkz. Evrimcilerin İtirafları, Allah'ın üstün yaratış delillerini ortaya koyan her çalışma onları daha da büyük bir ümitsizliğe ve hezimete sürüklemektedir. Canlılardaki kusursuz yaratılış örnekleri, kompleks sistemler, mükemmel yaratılış detayları bilim adamları tarafından ardı ardına açıklanmakta, Darwinizm'in iddiaları bilim karşısında birer birer ortadan kaldırılmaktadır. Ancak Darwinistler bunu açıkça kabul etmemekte, bu düşüncelerini sadece satır aralarında ve istemeden dile getirmekte, ama tam anlamı ile kabullenememektedirler. 

Bu konudaki her tartışmada Darwinistler teorilerini körü körüne savunmaya, karşı delilleri görmezden gelmeye devam etmektedirler. İşte bu noktada iman edenler çok önemli bir gerçeği asla unutmamalıdırlar: Önemli olan, bir gerçeği sözle tasdik etmek, görünürde kabul etmek değildir. 
Önemli olan, kalben bu gerçeğin farkında olmaktır. Darwinistler de yaratılış gerçeğini kalben kabul etmiş durumdadırlar. Samimi düşüncelerini insanların önünde dile getirmemeleri bu gerçeği değiştirmemektedir. 
Üstelik Darwinistlerin vicdanen yaratılış gerçeğini çok iyi anladıkları halde reddetmeleri, Kuran'da bizlere bildirilen bir gerçeği de ortaya koymaktadır: "Sadece az bir topluluğun iman edeceği". İman edenlere düşen görev ise, gerçekleri tekrar tekrar anlatmak, anlamayanlar için yeni yöntemler ve üsluplar geliştirmek, insanlara Allah'ın dinini en güzel şekilde tebliğ edebilmek için geniş kapsamlı bir fikri mücadele yürütmek olmalıdır. Bu fikri mücadeleyi yürütecek kişiler Allah'a teslimiyetli ve tevekküllü olmalıdırlar. Çünkü muhatap oldukları kişilere hidayeti verecek olan Allah'tır. Tüm anlatılanlar, ancak Allah dilerse anlatılan kişilerde etki uyandıracaktır. 

Hz. İbrahim (as) da kavmine tebliğ yaparken çok sabırlı davranmış, tevekkülü ve teslimiyeti ile tüm insanlara örnek olmuştur. O, her durumda Allah'ın kendisi ile birlikte olduğunu bilmiş, her anı olduğu gibi, zor gibi görünen olayları da Allah'ın yarattığına ve Rabbimiz'in her olayı en güzel ve en hayırlı şekilde sonuçlandıracağına iman etmiştir. Kavminin tehditleri karşısında elinden gelen tüm çabayı göstermiş, ancak sonucun Allah'a ait olduğunu bilerek, O'na dayanıp güvenmiştir. Allah, onun bu güzel tevekkülü karşısında onu daima güçlü ve başarılı kılmıştır. Darwınizm'in Geçersizliğini Anlatmak, Ahir Zamanın En Büyük Putunun Yıkılmasını Sağlar  Önce, onların bir kere putunu kırmak lazım. 

Hz. İbrahim (as) gibi, Hz. Musa (as) gibi. Hz. Musa (as) biliyorsunuz, önce o altından olan buzağıyı bir devirmişti ve asasını da atıp onun yılan haline geldiğini insanlara göstertti. Böylece de evrimin olmadığını, yani Firavun'un dediği gibi insanların ve canlıların, Nil'in çamurlarından tesadüfen oluşmadığını bir ispat etti önce. Önce bir yaratılışı ispat etti. Bizim de yapacağımız önce bir yaratılışı ispat etmektir, Darwinizm'in geçersizliğini insanlara bir anlatmaktır. Beyinlerindeki o putu, o kiri bir kere temizlemektir. Onu temizledikten sonra tertemiz bir yapının üzerine İslam'ı, Kuran'ı anlatmak çok kolaydır. 

Fakat en dikkat edilecek şey, tabi iman hakikatlerine çok önem vermek. Mesela bir sivrisineğin yapısını anlatmak, hayatını anlatmak, arının hayatını anlatmak bilmeyen bir insanı çok şaşırtır. Çok çok mükemmel ve çok hayret vericidir bu hayvanların hayatı, yapısı ve fiziksel özellikleri. Mesela örümceğin hayatını anlatabilirler. Ama en şiddetli netice alacakları şey, bütün görüntünün beyinde olduğunu insanlara tarif etmektir. Eğer bunu iyi kavratırlarsa hakkel yakin derecesinde insanlar iman ederler. Buna aklı başında hiç bir insan dayanamaz. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...