25 Mayıs 2018

Servet-i Fünun Şiiri ve Şairleri


Servet-i Fünun Şiiri ve Şairleri

Türk Edebiyatı tarihinde 1896 – 1901 yılları arasını kapsayan dönem, Servet-i Fünûn Edebiyatı (Edebiyat-ı Cedîde) olarak adlandırılmaktadır. Bu edebiyat, söz konusu tarihler arasında Servet-i Fünûn mecmuası etrafında toplanan, Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, Ali Ekrem, Süleyman Nesib gibi şairler ile Halit Ziya, Mehmed Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet ve Safveti Ziya gibi hikaye ve romancıların kaleme aldığı çeşitli türlerdeki eserlerden oluşmaktadır.
Servet-i Fünûn Dergisi, 27 Mart 1891 tarihinde Ahmed İhsan tarafından çıkarılmaya başlanmıştır. İlk sayının kapağında dergi kendini şöyle tanıtmaktadır: “Servet-i Fünûn, edebiyat, fünûn, sanayi, terâcim-i ahvâl, seyahat, roman vesaireden bahsolarak her hafta perşembe günleri çıkar musavver Osmanlı gazetesidir.”
Servet-i Fünûn, ilk yıllarda daha çok fen ve teknoloji ile ilgili yazılar yayımlayan, Avrupa’da meydana gelen keşif ve icatlar ile dünyanın değişik yerleri hakkında okuyucularını bilgilendiren, ülke içinden veya dışından haberlere yer veren, yerli yahut yabancı devrin önde gelen kimi şahsiyetlerini kısaca tanıtan, sağlıkla, günün modasıyla ilgili yazılar neşreden ve nihayet bütün bunları resimler veya fotoğraflar eşliğinde yayımlayan bir dergidir. 
serveti funun dergisi
Bunun yanında az da olsa tercüme edebi eserlere de yer verir
Servet-i Fünûn’un edebi yönde kimlik değiştirme süreci şöyle meydana gelir: O zamana kadar türlü dergilerde dağınık şekilde yazan ve Avrupaî bir edebiyata taraftar olan gençleri bir tek derginin etrafında toplayarak eski edebiyat taraftarlarına karşı tek bir cephe kurmak isteyen Recaizâde Ekrem, Mekteb-i Mülkiye’den öğrencisi olan Ahmed İhsan’ı Servet-i Fünûn’un böyle bir yayın organı haline getirilmesi hususunda razı edince, Galatasaray’dan öğrencisi olan Tevfik Fikret’i de derginin başına getirir. Tevfik Fikret’in derginin 7 Şubat 1896 tarihli 256. sayısından itibaren yazı işlerini üzerine almasından sonra, Servet-i Fünûn sadece sanat ve edebiyat dergisi olmakla kalmayarak, Türk Edebiyatı’nın modernleşmesinde çok önemli hizmeti olan bir yayın organı haline de gelir. Tevfik Fikret’in peşi sıra, Halid Ziya, Cenab Şahabettin, Mehmed Rauf, Hüseyin Cahid de dergiye katılarak Servet-i Fünûn Topluluğu’nu kurarlar ve böylece, Edebiyat-ı Cedîde Devri başlamış olur.
Servet-i Fünûn Dönemi, kuşkusuz edebiyat tarihimiz içerisinde süresi kısa, fakat etkisi derin ve uzun bir dönemdir. Bu kısa sürede, şairler lügatlerin bir köşesinde kalmış sözcüklerle, ağır, ağdalı, melankoli yüklü, realiteden uzak bir şiir üslubu oluşturmuşlardır. Dilde bu denli gerçek hayattan uzaklaşan şairler, konu ve tema seçiminde de devrin siyasi ve sosyal realitelerinden uzaklaşıp, dönem tablosu yerine hayal dünyalarında yarattıkları tabloyu tasvir etmeyi yeğlemiştir. Siyasi otoritenin oluşturduğu baskının etkisiyle ve birtakım bireysel nedenlerle gerçeklerden kaçıp hayal alemine sığınan şairler, aşk, yalnızlık, tabiat gibi bireysel konularda yoğunlaşırken, her şeyin daha güzel olduğunu düşündükleri bir yerlere kaçmayı istemişlerdir. Tabiat tasvirleri de dönemin özelliklerini taşımaktadır. Servet-i Fünûn şiirinde tabiat arka planda kalan, şiir yazılırken bir araç olarak görülen bir unsur değildir. Şairin ruh haline göre değişen canlı bir varlıktır.
serveti funun dergisi
Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha ağır, sanatlı ve kapalı bir dili tercih ederler. Kendi estetik anlayışlarına uygun ve müzikalite yönünden ahenkli gördükleri sözcükleri kullanıp, yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü, seçkinci, yapay bir dil yaratırlar. Parnasizm ve sembolizm akımdan etkilenirler. Fransız sembolistlerinden Valery, Mallarme ve Verlaine gibi şairlerin, bu dönem şairleri üzerinde büyük etkileri olur. Türk şiirinin imge yapısında büyük değişiklikler yaratırlar. Bunun için de sözlüklerden o güne kadar kullanılmamış sözcükleri seçerek, bunlardan yeni bir bileşim yaratıp, alışılmadık bağdaştırmalara yönelirler.
Servet-i Fünûncular şiirde ahenge çok önem verirler. Şiirde ses ögesini öne çıkarmak, yakın seslere sahip olan sözcükleri kullanmak, aliterasyondan (bir şiirde ya da düzyazıda ahenk yaratmak amacıyla aynı ses ya da hecenin yinelenmesi) yararlanmak onların belirgin özellikleridir. Aruz ölçüsü, Servet-i Fünûn şiirinin temel ölçüsüdür. Özellikle Tevfik Fikret aruzu ustalıkla kullanmıştır. Hece ölçüsüyle yazılan şiirler yok denecek kadar azdır.
Divan şiirinde müstezat biçimini serbest müstezat’a çevirirler. Bu nazım biçiminde düşünceler, dizeden dizeye atlayarak devam eder, nazım giderek nesre yaklaşır. Batı Edebiyatı’nda yaygın olarak kullanılan sone (iki dört dizeli ve iki üç dizeli bölüm olmak üzere 14 dizeden oluşan nazım biçimi) terza-rima (üçer mısralık bendlerle yazılmış bir nazım biçimi) ve triyole (on mısralı bir nazım şekli, önce iki mısralı, sonra dörder mısralı iki kısım gelir) gibi nazım biçimlerini kullanmışlar.
serveti funun dergisi
Eski şiirde anlam bir dize veya beyit içinde tamamlanırdı. Servet-i Fünûn şairleri bu düzeni tamamen değiştirir. Anlamı bir dizede başlatıp bitirebildikleri gibi, dizenin ortasında da bitirirler; hatta anlam itibariyle 7-8 dizede tamamlanan uzun cümleler kurarlar. Servet-i Fünûncuların şiir cümlesini bir dizeden başlatıp daha sonraki dizelere, hatta şiirin bütününe yayması (anjambman yapması) sonucunda nazmın nesre ve konuşma diline yaklaştırılması sağlanmıştır. Bu da şiirle düz yazı arasında bir tür sayılan mensur şiirin doğmasına yol açmıştır.
Düz yazıda şiirsel, sanatlı bir söyleyiş olarak adlandırabileceğimiz mensur şiir, Türk Edebiyatı’na Tanzimat Dönemi’nde çeviri yoluyla girmiş ve tanınmıştır. Ancak Servet-i Fünûn şairleri mensur şiirin yaygınlık kazanmasını sağlamıştır. Mensur şiirin beğenilmesi ve yayılmasında Charles Baudelaire ve Arthur Rimbaud gibi ünlü Fransız şairlerin büyük etkisi vardır. Edebiyatımızda Batılı anlamda mensur şiirin ilk örneklerini Halit Ziya Uşaklıgil vermiştir. Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler adlı yapıtları mensur şiir türünün ilk örnekleridir. Mehmet Rauf da mensur şiir alanındaki şiirlerini Siyah İnciler adlı kitabında toplamıştır. Bu dönemin şairlerinden Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Celâl Sahir, Faik Ali ve Hüseyin Cahit Yalçın da mensur şiir türünde örnekler vermişlerdir.
serveti funun dergisi
“Düşünüyorum da, cihan hal-i tabilsinde, şekl-i aslisinde payidar kalsaydı; insanlar ormanlarda, hal-i bedeviyyette daha mesfidane yaşayacaklardı. Lakin değil. O tabii ormanlar, muazzam şehirlere tahavvül etmiş, insanlar hayat-ı tabiiyyelerini terk etmişler. ( … ) Bir vakitler sine-i tabiatta lakaydane, mesudane güzar eden hayatı insanlar bir tufan-ı kuyfid haline getirmişler; cemiyyet-i beşeriyye bu tfifanın emvac-ı pür-dehşeti arasında yuvadanarak geçiyor. Düşünüyorum da, medeniyet olmasaydı, saadet olacaktı. Belki haksızım; lakin bu tarz-ı hayat, bu cemiyet beni hayattan tentir ediyor.” (Halit Ziya Uşaklıgil, Düşünüyorum, Mensur Şiirler)
“Bir ihtiyaç, derin, mukâvemetsiz, zâlim bir ihtiyaç, ele geçmesi muhâl olan bir kadın ihtiyacı ruhumu yakıyor; bir kadın, kalbimin bütün yaralarını saracak nazik ellerle, gayr-i kabil-i teselli matemlerimi unutturarak hararetli nazarlarla, ruhumun bu cevf-i melâlini dolduracak rakîk bir kalple bir kadın; bir kadın ki bütün harap olmuş gençliğime samimi yaşlarla ağlasın, dizinde hayatı-mın bütün elemlerini ağlayabileyim; bir kadın ki bu yalancı vaatlerin, ağlayan emellerin, âh eden ümitlerin matemlerini şefkat ve sadakati ile teselli etsin. Bu vefasız, bu kalpsiz kadınlardan, hatta aşklarıyla, hatta vefalarıyla bile zehirli yaralar açan, şebâbımın bütün hararet ve perestişini söndüren bu kadınlardan gelen merâretlerimi göğsünün üstünde ağlaya ağlaya unutayım…Böyle bir kadın ihtiyacıyla bütün gençliğim işte mahvoluyor: Ölüyorum. Birkadın ki bir hemşîre olsun, bir zevce olsun; yok, yok bir vâlide olsun, bir vâlidedeki her şeyiyle bir kadın, fakat kalbiyle, vefasıyla bir vâlide.” (Mehmet Rauf, Kadın İhtiyacı, Siyah İnciler)
Servet-i Fünûn Dönemi’nde resim edebiyat ilişkisi bağlamında bahsedilmesi gereken bir başka özellik de tablo altı şiirlerdir. Tablo altı şiir beğenilen bir resmin altına (bu bir roman resmi veya bir tablo olabilir) o resimden alınan ilhamla yazılan şiirdir ki, dergi sayfalarında genellikle ilham alınan resmin hemen altına veya yanına yerleştirilerek yayımlanmıştır. Bunların bazısı manzum, bazısı da mensur şiir şeklindedir. Aslında bu tarz şiirlerin yazımı ve yayımlanması Servet-i Fünûn devrinden önce başlar. Bilinen ilk örnek olarak 1884’te Mir’at-ı Âlem Mecmuası’nın 4. sayısında yayımlanan Recâizâde Mahmud Ekrem’in Kelebek şiiri gösterilir. Ancak bu tarz şiirler Servet-i Fünün Dönemi’nde adeta bir moda haline gelir. O nedenle, söz konusu şiir tarzının yaygınlaşması Servet-i Fünûn Dönemi’ne rastlar. Servet-i Fünûn şairlerinin hemen hepsi tablo şiir yazmıştır; ancak Tevfik Fikret ve Ali Ekrem’inkiler daha çoktur.
tablo alti siir
Hayran, Tevfik Fikret (tablo altı şiirlerinden)
Bir levh-i muhabbet bu ki fevkinde hayâlin:
Ma’şûka.. o bir gonce-yi -nev-hande-yi zîbâ.
Âşık ona hem-hâl;
Cünbüş-geh-i sâfiyyeti âmâl-i visâlin ;
Zevrakçe, o bir neşeli gehvâre-yi sevdâ,
Bir lâne-yi cevvâl.
Sevdâ… Bu ne hâlettir, İlâhî, ne sefâdır…
Bir nazara-yı hayrân ile bir çehre-yi sâkin
Karşımda dururken,
Dersem n’ola ; eşcâr bile mest-i hevâdır,
Bir hisse alırlar şu iki rûh-ı rakîkin
Şevk u şegafından!

tevfik fikret ve galatasaray
Tevfik Fikret ve Galatasaray Futbol Takımı, 1909

Tevfik Fikret (1867 – 1915)

Tevfik Fikret, Türk Edebiyatı tarihinde değişme ve gelişme bakımından önemli bir yeri olan Servet-i Fünûn Dönemi’nin önde gelen isimlerinden biridir. Tevfik Fikret’in şiirlerinde karamsar ve melankolik yapı önemli yer tutar. O, yalnızlık, korku ve acıyı derinden hisseden, bunu hayatına ve eserlerine ana tema olarak alan bir şairdir. Dönemin kaotik yapısı, annesini ve dayısını genç yaşta kaybetmiş olması, babasının sürgün edilişi, Servet-i Fünûn Dergisi’nin kapatılması, kendisinin birkaç kez tutuklanması, hastalıkları, öfkeli, hırçın ve hüzünlü yapısı, Fikret’in şiirlerinde hakim unsurun melankoli olmasına sebep olmuştur.
Tevfik Fikret şiirlerinde sadece bireysel ve içe dönük temaları işlememiştir. Kimi şiirlerinde sosyal hayatı, toplumsal bunalımları, geçim sıkıntısı ve toplumsal trajedileri de dile getirmiştir. Onun toplumla ilgili şiirlerinde, toplumu ve halkı gözlemleyen ve oradan aldığı izlenimlerini Servet-i Fünûn şiiri hassasiyetinde daha sade bir dille ifade eden bir şairin sesi vardır.
tevfik fikret ve oglu haluk
Tevfik Fikret ve oğlu Haluk
Sis
Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!

(Günümüz Türkçesi ile)
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok layık;
layık bu örtünüş sana, ey zulümler sahası!

Cenap Şahabettin (1870 – 1934)

Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil ile birlikte Servet-i Fünûn Edebiyatı’nın önde gelen isimlerindendir. O, Batı etkisindeki Türk şiirinin kurucuları arasında gösterilir. İlk şiirlerinde Muallim Naci, Abdülhak Hamit ve Recaizade Mahmut Ekrem’in etkisinde kalır. Şair, Paris’te bulunduğu yıllarda Fransız şiirini yakından tanır, parnasyen ve sembolist şairlerin etkisinde kalır. Verlaine ve Mallarme’nin şiirlerine büyük ilgi duyar. Tabiat, Cenap Şahabettin’in şiirlerinde önemli yer tutar. Onun şiirlerinde hayal ve hisle kurulmuş tamamıyla sübjektif bir tabiat görülür.
Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin, dönemin şiir yönünü şekillendirir. Şiir anlayışlarında birçok hususta ortak özelliklere sahip olsalar da, bazı konularda az çok farklılık gösterirler. İki şair arasında gerek psikolojik yapıdaki farklılık gerekse başka nedenlerden dolayı melankolik anlamda önemli farklar bulunur.
cenap sahabettin
Berg-i Hazân
“Kıldın âvâre sevgilim beni sen
Ben de şimdi misâl-i berg-i hazân
Geçerim bir hevesle her yerden.

Seni gördüm de ey perî, gönlüm
Düştü bir âşıkâne ümmîde
Tâ ebed kaldı serseri gönlüm

Elhan-ı Şitâ
Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
Nâ’şun üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze
Karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
Gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar.
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,

Ali Ekrem Bolayır (1867 – 1937)

Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem, başlangıçta hayali ön plana çıkararak ve kişisel duygularına yer vererek Servet-i Fünûn çizgisinde şiirler yazmakla birlikte, İkinci Meşrutiyet’ten sonra yazdığı şiirlerinde Servet-i Fünûn çizgisinden uzaklaşır, bir sorumluluk duygusuyla şiirler yazdığı görülür. İkinci Meşrutiyet sonrası, ordu, vatan, millet, savaş, bayrak, din, ahlâk gibi temaları öne çıkararak (Kaside-i Askeriyye, Ordunun Defteri, Ana Vatan vb.) eserlerini yazar. Servet-i Fünȗn topluluğuna yeni katıldığı ve Osmanlı-Rus savaşı yazdığı Vasiyet adlı şiirinden itibaren, savaş, asker, vatan vurguları şiirinde öne çıkar. Ali Ekrem, yazdığı şiirlerle Batıcılığa temkinli yaklaşan, Osmanlıcılığı ve İslâmcılığı öne çıkaran bir bakış açısı sergiler.
ali ekrem bolayir
Vassiyet
Donukça bir fenerin nûr-ı sâye-dârında,
Çadırların arasında zaman-ı râhatte,
Nöbet değiştirilen bir ferahlı saatte,
Ağaçlı bir tepenin kuytu bir kenarında,
Buluştular, iki hem-şehri kahraman asker:
Çemişkezekli Memiş’le bölükemini Ömer.
-Gel arkadaş, bakalım, gel şu mektubu anlat:

Güzelsin
Güzelsin cenentin en rûh-perver nev-nîhâlinden,
Güzelsin mâhın en sevdâlı, en parlak cemâlinden,
Güzelsin, ben bütün hûbâna küsmüşken seni sevdim…

Süleyman Nesib (1866 – 1917)

Süleyman Nesib, Servet-i Fünûn’un adını fazla duyuramamış sanatçılarından biridir. Bunun en önemli nedeni, çalışmalarının büyük bir kısmını eğitim meselelerine ayırmasıdır. Eğitim meseleleri ve usulleri ile ilgili birçok tasarı ve yönetmeliğe imza atmıştır. Özellikle Rodos’ta bastırdığı İlm-i Terbiye-i Etfal adlı pedagoji kitabı önemlidir. Şiirlerinde, şekil, dil ve üslup için yaptığı çaba göze çarpar. Lirizmin azlığı, şiirlerinin cazibesini de azaltmıştır.
suleyman nesib
Seninle
Seninle nâ-mütenâhiye doğru yükselerek,
Bütün hakayıka rağmen, mukarrib ve yek-rûh,
Uçar, uçar giderim; sonra münkesir, mecruh,

Düşer, düşer, düşerim. Böyle yükselip düşmek,
Budur medâr-ı hayâtım… Gelir misin güzelim,
Bugün de arş-ı hayâlâta doğru yükseldim

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...