04 Mayıs 2018

FATİHA SURESİNİN AÇIKLAMASI ALTINCI BÖLÜM

FATİHA SURESİNİN AÇIKLAMASI ALTINCI BÖLÜM

Bu hadîsi de Süfyân İbn Üyeyne, İsmâîl İbn Hâlid yoluyla Şâ'bî'den ve Adiyy İbn Hâtim'den nakleder. Adîyy'nin bu hadîsi nin birçok rivayet şekilleri ve değişik lafızları vardır ki bunları zikret mek uzun sürer. Abdürrezzâk der ki, bana Ma'mer... Abdullah İbn Şakîk'ten nakletti ki ona Rasûlullah (s.a.)'dan işiten birisi haber vermiş, Rasûlullah (s.a.) vadî el - Kurâ da ve atının üzerinde imiş, Adamın biri Rasûlullah (s.a.)'a «Ey Allah'ın Rasûlü bunlar kimlerdir?» diye sormuş, O da, gaza - ba uğrayanlar yahûdîlerdir, sapıklar da hıristiyanlardır buyurmuş. Bu hadîsi Cüreyrî, Urve, Hâlid el - Hazzâ', Abdullah İbn Şakîk'tan rivayet ederler. Ancak hadîs mürseldir, çünkü Rasûlullah (s.a.)'dan kimin ri vayet ettiği zikredilmemektedir. 

Urve'nin rivayetinde Abdullah İbn Ömer ismi geçer. Şüphesiz doğruyu en iyi Allah bilir. İbn Merdûyeh... Ebu Zerr (r.a.)'den nakleder ki o şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.)'a gazaba uğrayanların kimler olduğun u sor dum, yahûdîler buyurdu, ya sapıklar dedim, hıristiyanlardır buyurdu. Süddî, Ebu Mâlik'ten, Ebu Salih'ten, İbn Abbâs'tan, Mürre el He - medânî'den ve Abdullah İbn Mes'ûd ile Peygamberin ashabından bir cemaatten nakleder ki, gazaba uğrayanlar yahûdîlerdir, sapıklar da hıristiyanlardır. Dahhâk ve İbn Cüreyc, İbn Abbâs'tan nakleder ki; gazaba uğrayanlar yahûdîlerdir, sapıklar da hıristiyanlardır. Rebî' İbn Enes, Abdurrahman İbn Zeyd İbn Eşlem ve bir başkası da böyle demişlerdir. 


İbn Ebû Hâtim'in de böyle dediği nakledilir. Bu konuda müfessirler arasında ihtilâf olduğunu bilmiyorum. Bu imamlardan; gazaba uğrayanların yahûdîler, sapıkların da hı - ristiyanlar olduğunu söyleyenlerin delilleri yukardaki hadîs- i şeriflerle, Allah Teâlâ'nın Bakara sûresinde İsrail oğullarına yönelttiği şu hitabıdır : «Nefislerini ne kötü şeye değişip sattılar... Allah'ın, kullarından dilediğine fazlından (kitap) indirmesine hased ederek Allah'ın indirdiğini inkâr ettiler ve gazab üstüne gazaba uğradılar. Küfredenlere hor ve kahr edici azab vardır.» (Bakara, 90). Mâide sûresinde ise şöyle buyurur : «De ki: «Allah katında bundan daha kötü bir cezanın bulunduğu nu size haber vereyim mi?» O kimse ki, Allah ona la'net etmiş, aleyhine gazab etmiş ve onlardan maymunlar, domuzlar ve Tağut'a kullar kılmıştır. İşte onlar yer bakımından en kötü ve doğru yoldan en 'çok sapmış olanlardır.» (Mâide, 60). «İsrail oğullarından küfredenler Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle la'netlenmişlerdi. 


Bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmelerindendi.» (Mâi de, 78). (İbn Hişâm'ın sîretinde) Zeyd İbn Amr, Nufeyl'den nakleder ki o ve arkadaşlarından bir topluluk Şam'a gidip Hanîf dinini araştırdıklarında yahûdîler ona demişler ki; sen bizimle beraber olabilmek için Allah'ın gazabından payını alman gerekir. O (Amr İbn Nufeyl) der ki, ben Allah'ın gazabından kaçarım. Hıristiyanlar da ona derler ki; sen bizimle birlikte olabilmek için Allah'ın gazabından payını almalısın, o ise buna gücüm yetmez der. Fıtratı üzerine devam ederek müşriklerin dinine ve putperestlerin putuna tapmaktan kaçımr. Yahûdî ve turisti - yanlığa girmez. Arkadaşları ise Hıristiyanlığa girerler. Çünkü onlar hı - ristiyanlığı yahûdîlikten kendilerine daha yakın bulmuşlardı. Bunların arasında Varaka İbn Nevfel de bulunuyordu. Nihayet Allah onları ye ni bir elçisiyle uyararak hidâyete erdirince, o inen vahye îman etti. 


Al lah ondan razı olsun. 47 Bu yüce sûre yedi âyetten ibaret olup Allah'a hamd, övgü ve sena ile başlamaktadır. Onun yüce sıfatlarının gerektirdiği yüce isimleri zikretmekte, kıyamet günündeki dönüşü hatırlatmakta ve kulları Allah'a yalvarmaya ve tazarrûa davet etmektedir. Kendi güç ve kuvvetlerinden uzaklaşarak samimiyetle ona kul olmaya ve ulûhiyette ve yüce zâtı bir tanımaya teşvik etmektedir. Onun şeriki ve nazîri veya benzeri olduğu nu kabul etmemelerini belirtmektedir. Allah Teâlâ'dan kendilerini Sı -rât- ı Müstakîm'e hidâyet etmesini dilemelerini bildirmektedir ki Sırât - ı Müstakim, sağlam dindir. Yine kıyamet gününde kesinkes gerçekleşebilecek olan hissî sırât - ı bilmeleri ve nimetler yurdu cennetlerde pey gamberlerin, sâdıkların, şehitlerin ve sâlihlerin yanında konuk olabil meleri için dîn- i islâm üzere sabit olmalarını öğütlemektedir.  


Bu sûre sâlih amellere teşvik etmekte ve kıyamet gününde sâlih - lerle beraber olmanın şartlarını bel irtmektedir. Ve bâtıl yollardan sa - kındırmakta, kıyamet günü bâtıl yola sülük edenlerle birlikte haşr olmamalarını bildirmektedir. Bâtıl yolun yolcuları, gazaba uğrayanlar ve sapıklardır. «Kendilerine nîmet vermiş olduklarının yoluna.» buyurularak nî met v ermenin Allah'a isnadı ne kadar güzeldir. «Gazaba uğrayanların değil» âyetinde de gazabın failini hazfetmiştir. Aslında hakîkî olarak onun faili kendisidir. Nitekim bir başka âyette Cenâb - ı Allah şöyle buyurmaktadır : «Bakmaz mısın onlara ki, Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir kavmi dost edinmişlerdir? Onlar ne sizlerdendir, ne de onlardan. Ve bile bile yalan yere yemîn etmektedirler.» (Mücâdele, 14). Her ne kadar Allah kendi takdiriyle onları sapıklığa sevketmişse de sapıklığın onu yapana isnadı da fevkalâdedir. 


 Nitekim Allah Teâlâ şöy le buyurur: «Bu, Allah'ın âyetlerindendir. Allah kimi hidâyete erdirirse o doğru yola ermiştir, kimi de şaşırtacak olursa artık onu doğru yola erdirecek bir kılavuz bulamazsınız.» (Kehf, 17). «Kimi Allah saptırırsa; onu doğru yola götürecek yoktur. O, bunları taşkınlıklar içinde serseri bir halde bırakır.» (A'râf, 186). Bu ve benzeri âyetler; hidâyete ve dalâlete sevketmekte biricik kud ret sahibinin Yüce Allah olduğunu göstermektedir. Ancak bu, kaderiye fırkasıyla onların izinde gidenlerin dediği gibi değildir. Onlar kulların hidâyet ve dalâlati seçip kendilerinin bunu gerçekleştirdiklerini söyle - mekte ve bu bid'atlanna Kur'an- ı Kerîm'de 47 İbn Hişâm, el -Sîre, I, 224 - 232. müteşâbih bir âyeti delîl getirmektedirler. Bu hususu reddeden sarih delili kab ul etmemektedirler. Bu, ise sapıklık ve dalâlet ehlinin hâlidir. Sahih bir hadîste; «Müteşâbih görünen âyetlere uyanları gördüğünüz zaman Allah'ın isimlendirdiği kimseler işte onlardır, bu kişilerden sakının.» buyurulmuştur. 


Burada Allah'ın isimlendirdiğ i kimseler tabiriyle Allah Teâlâ'nm şu âyet - i celîlesi kasdolunmaktadır : «Sana kitabı indiren O'dur. Onun bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esâsıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak ve te' vîline yeltenmek için müte şâbih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek yorumunu ancak Allah bi lir. İlimde derinleşmiş olanlar: «Biz O'na inandık, hepsi Rabbımızın katandandır» derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilir.» (Âl - i İm -rân, 7). Allah'a hamdolsun ki bid'at sahibi için Kur'an'da hiçbir sahîh hüc cet yoktur.. Çünkü Kur'an; hakkı bâtıldan ayırmak, hidâyetle sapıklığın arasını tefrik etmek için gelmiştir. Onda çelişki ve ihtilâf yoktur. Çünkü o Allah katından indirilmiştir. Çünkü o, Hakim ve Hamîd olan Allah katından gelmiştir. 


 48 Kur'an'ın Başlangıcı: Fatiha sûresinin Kur'ân'ın başlangıcı olarak ifâde ettiği değeri, diğer mukaddes kitapların başlangıç kısıntılarıyla mukayesesini yapan Tantâvî Cevheri diyor ki: Bu sûreye Fatiha sûresi adı verilir, bir adı da «eihamdü» süresidir. Kur'an'ın anası, kitabın anası, Seb'al -Mesânî de denir. Çünkü her na mazda tekrarlanır. Vâfî ve Kâfi adı da verilmiştir. Okuyucu bu sûreye Kur'an'ın anası, kitabın anası, Kâfî ve Vâfî gibi isimlerin verilmesine şaşabilir. Neden her namazda okunduğunu düşünebilir. Zekâ sahibi bilsin ki; dilde sürekli tekrarlanan bilenin ve bilmeyenin açıkça ve gizlice okuduğu sözler, okuyanların zihninde ilerisine geçilmeyen alışılmış laflardan ibaret olur. Tıpkı câhillerin gözü, kulağı, aklı ve bedeni gibi. İnsanlar; kendi bedenlerini, gökleri ve yeri gördükleri halde onlardaki hârika ve eşsizlikleri tahmin edemezler. Her an önlerinde açık oldukları halde bunu farkedemezler. 


Tıpkı kendi ülkesindeki bilginin ve kendi kasaba sındaki peygamberin durumu gibi. Fatiha sûresi de işte böyledir, doğuda ve batıda müslümanlar onu okurlar, ancak çoğunluğu bilgisiz oldukları için onu düşünmezler. İşte bunun için Frenkler «bizi ezmişler, ço - cılklarımızı öldürmüşler, kadınlarımızı diri bırakmışlardır» ve biz bir gaflet içerisinde yüz geri olup dönmüşüz. İyi bil ki; eşyanın sırrını bilenler âlimlerdir. Botanik bilgini veya tıp bilgini bitkilerdeki hikmeti, bedendeki hârika sistemi en iyi bilendir. Kur'an'ı düşünerek okuyanlar da böyledir. Eski ve yeni ilimleri inceleyenler Fatiha sûresini düşünüp ondaki hikmeti kavrarlar. İyi bil ki; Fatiha Kur'an'da vârid olan her şeye işaret taşıyan bir sûredir. Gazzalî'nin söy lediğine göre; Kur'an'da on çeşit umumî bilgi vardır ve bu her bilginin altında diğer şubeler bulunmaktadır. 


1- Allah'ın zâtının bilgisi. 

2- Sıfatlarının bilgisi. Zâtının bilgisi, O'nun zâtı gibi hiç bir şey bulunmadığını belirtip tenzih ve takdis etmektir. Sıfatlarının bilgisi ise O' nün Kadîr, Mürîd, Alîm, Hayy, ve Semî' gibi sıfatların sahibi olduğunu bilmektir. 
3- Allah'ın âlemin yaratanı ve ibda' edeni olmasını bil mek. Gökleri direksiz diken, yeryüzünü yayan O'dur. 
4- Cennet cehennem, sevap ve ceza gibi âhirete âit halleri bilmek. 
5- Sırât - ı Müstakim denilen dosdoğru yolun bilgisi. 
 6- Kötü huylan terketmek in sanı rüsvây edici huyları bırakmak, iyi işler becerip yüce ahlâkı benim semek ve fazileti yaymak. 
7- İnsanlara nîmet veren Allah'ı anıp O' nu hamd ile medh ve sena etmek. 
8- Zâlimlerin azgınların ve kâfir lerin bahsi. 
9- Kâ firlere karşı delil getirmek. 
10- Hükümlerin hu dudunu tayîn. İşte Kur'an'da vârid olan ilimler —Gazzâlî'ye göre— bun lardır ve bunlardan sekizini Fatiha sûresi ihtiva etmektedir. Besjnele ile Allah'ın zâtı zikredilmekte, sonra Rahman ve Rahîm olduğu belirtile rek sıfatlarına geçilmektedir. Rahmet ve mülk bilindiği gibi kudreti, irâ deyi ve ilmi gerektirir ki bunlîCr Kur'an'da vârid olan sıfatların belli başlılarıdır (...) Âlemlerin rabbi denirken bu ifâdenin içerisinde ilimlerin pek çoğu gizlenmiş bulunmaktadır. Yukarıda buna bir nebze işaret etmiş ve âlemlerin ulvî ve süflî âlem olmak üzere ikiye ayrıldığını belirtmiştik. İlimlerin çoğunluğu bu ifâdenin içerisinde yer alır çünkü bütün ilimlerin konusu Allah'ın rahmetinin eserleri ve âlemleri terbiye edişi nin numuneleri olarak ilâhî fiillerin sonucudur (...) Yine bu sûrede cennet ve cehennemin zikri, nîmet ve azabın, sevab ve cezanın zikri ile dördüncü tür ilimler de yer almaktadır. Kur'an'da pek çok olarak zik redilen bu konu burada «Din gününün sahibi » ifadesiyle belirtilmiştir. 

Dosdoğru yol anlamına gelen sırât - ı müstakîm'de ise iyi ve kötü fiillerle, bunlara âit davranışlar yer almaktadır. Ve nihayet «kendilerine nî met verdiklerin» denilirken peygamberlerin, sâlihlerin ve mü'minlerin kıssası sözkon usu edilmektedir. Gazaba uğrayanların ve sapıklığa düşenlerin kıssası Kur"an - ı Kerîm'de pek çok kere yer alır. Kendilerini felâkete ve hüsrana götüren davranışların tarihî seyri anlatılır. İşte Kur'an'm ihtiva ettiği ilimler bunlar ve işte bunların Fatiha sûresinde yer alış şekli. Böylece bu sûreye Kur'an'ın anası, Kâfi veya Vâfî adı ve - rilmesinin gerçekten hakîkatm ifâd esi olduğu ortaya çıkmıyor mu? 49 48 Ebu’l- Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur ’an- ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/115 -119. 49 Tantâvî Cevheri, Tefsir el-Cevâhir, I, 20-21. Kur'an'ın başlangıcı olan Fatiha ile diğer belagat eserlerinin başlangıçları arasında bir karşılaştırma : Ey akıl ve zekâ sahibi, iyi düşün; aklınla kavra ve taklîdden sakın. 


Bakışın aklî, anlayışın ruhî olsun, başkalarının ardından gitmekten kaçın. İşte sana Muallaka adı verilen şiir âbidelerinin başlangıçları hakkında birkaç söz söyliyeceğim. Böylece kafanın aydınlığı, akimin nuru, gönlünün samîmiyetiyle onlarla Fatiha sûresi arasında bir mukaye se yapmaya çalış ve vahiy sözüyle; Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz panayırlarında üstün seviyede rağbete nıazhar olan şâirlerin sözleri arasında nasıl bir fark olduğunu öğren. İmri'ül -Kays, Taraf e, Züheyr, Lebîb ve onlara benzeyen kişilerin zemm ve medh konusunda düşüp kalktıkları, başların huzurunda eğildiği seslerin kendilerine boyun eğdiği, boyunların önünde büküldüğü, toplumların güneşleri, şâirlerin efendileri olan kişilerin eserlerinin başlangıçlarıyla; Kur'an'ın başlangıcı arasında bir mukayese yap. 


Doğrusu vahyin apaçık bir işareti ve besbelli bir âlemeti vardır. Görmüyor musun o umûmî konuları cüz'î hususlardan uzak, basît maksadlardan sıyrılmış olarak ele alır. Şâirlerin sözlerine gelince onların şiirlerinin başlangıcına bir bak. İşte sana İmri'ül - Kays'ın şiiri. İmri'ül - Kays Muallaka adını alan kasidesine başlarken, sevgilisinin hâtırasıyla ağladığını ve ağlattığını söyliyerek başlıyor ve sevgilisinin belirli yerlerdeki konaklarını hatırlatıyor. Tarafe, sevgilisinin izinin hiç bir yerde bulunmadığını belirterek şiirine başlıyor. Züheyr İbn Selmâ ise, yine sevgilisinin durak yerlerin den ve onun konduğu mahallerden sorduğu sorulara cevap alamamak tan dert lenerek başlıyor. Lebîd, sevgilisinin yurdunun yıkıldığını ve orada bulunmadığını belirterek şiirine başlıyor. 


Amr İbn Külsûm, kaside sine uykusundan uyanmasını ve büyük kâse ile kendisine şarap sunmasını istediği cariyesine hitâbla başlıyor. Antere İbn Şeddât, şâirlerin şiir söylemedikleri hiç bir konu bırakmadıklarını belirterek ben sevgili min yurdunu bilmiyorum, çünkü uzun süre ondan uzak kaldım ve zorla onu bulabildim diye başlıyor. Nâbiğa Zübyânî ise; ölmüş sevgilisinin evine üzülerek ve acıyarak sesleniyor, sevgilisinden ayrılmanın üzüntü sünü belirtiyor. Görüyor musun bütün şâirlerin üzerinde durdukları nokta aynı. Hemen hemen hepsinin başlangıç şekli bir tek mânânın etrafında dönüp dolaşıyor. Bu mânâlardan hiçbirinin, ihsanın başını yücelteceğini, ona sırça saraylar ve yüce hâtıralar yaptırabileceğini düşünebiliyor musun? (...) Hayır hepsi, adamın çocukluğu ve gençlik çağını hatırladığı kısır anlamlardan, sınırlı sözlerden, dramatik eğlenceler den öteye geçmeyen arzu dolu hisler. Belki de şâi r bunu sevgisinden de ğil zorla; yaratıcılığından değil, âdete uyarak ilkin değil, sıradan söyle -mistir. 


Öyle zannediyorum ki Arapları büyüleyen ve gözlerini çelen şey de Fâtiha'yı duyup kendilerine, «Ey insanlar Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla doğru yola gelin» diyen seslenişidir. Kralları övmek gibi küçük şeyleri bırakın, kendinizi böyle şeylerden uzak tutun, gökleri yü celten, yer yüzünü yayan Allah'a hamdedin, hidâyeti O'ndan dileyin, buyruğunu duyduklarında hemen büyülenivermişlerdi. 50 Kur'an- ı Kerîm'e bu sûre ile başlandığı için açış, giriş mânâsına gelen «Fatiha» adı verilmiştir. Kur'an'ın ihtiva ettiği temel prensipleri belirttiği için Kur'an'ın anası mânâsına gelen «Ümmü'l - Kitab» adı verilmiştir. Namazda yedi defa okunarak tekrarlandığından dolayı da «Seb' al - Mesânî» adı verilmektedir. Gerek besmelede ve gerekse fatihada geçen «Rahman» sıfatı Allah Teâlâ'nın zâtına mahsûs olan rahmet vasfını ifâde eder. «Rahîm» sıfatı ise başka kullarına rahmetinin ifadesidir. Her iki sıfatla yüce Allah'ın sons uz lutf ve ihsanı kasdedilmektedir. «Hamd» medh ve sena manasınadır. 


«Rabb» mâlik, efendi ve terbiye eden demektir. «Âlem ler», Allah'ın dışında kalan bütün bitki, hayvan ve insan gibi öteki varlıklardır. «Din günü» kıyamet ve mücâzât günüdür. «Sırât - ı M üsta kim», dosdoğru yol anlamına gelmekte olup Allah'ın yolu, dini mübîni İslâm kaydolunmaktadır. «Gazaba uğrayanlar», hakikati bildiği halde ondan yüz çevirerek azablann en acısına uğrayan ve Allah'ın rahmetinden uzaklaşanlardır. Bir rivayete göre bunlar yahûdilerdir. «Dala lete düşenler» ise doğru yolu yitirmiş olanlardır. Bunların da Hıristiyanlar olduğu nakledilir. «Âmîn», ey Rabbimiz dualarımızı k a bul buyur demek olup âyetin metnine dâhil değildir. Fakat her fatiha okunduk tan sonra «âmîn» demek sünnettir. 51 Âmin ne demektir?: Fâtiha'yı okuyanın sonunda «âmin» demesi müstehaptır. Bazıları da «emin» şeklinde okurlar. Âmîn'in mânâsı; Allah'ım kabul et demektir. 


Bunun delili İmâm Ahmed, Ebu Dâvûd ve Tirmizî'nin Vâil İbn Hacer'den naklettikleri şu hadî s- i şeriftir. Vâil; «Rasûlullah (s.a.) dan “Vela’d-dâllin” dedikten sonra «âmîn dediğini duydum, sesini yüksel terek elifi çekerdi.» demiş. Ebu Davud'un rivayetinde ise, sesini bununla yükseltmiştir denir. Tirmizî ise bu hadîsin hasen olduğunu nakle der. Bu hadîs Hz. Ali'den, Abdullah İbn Mes'ûd'dan ve diğerlerinden de nakledilmiştir. Ebu Hûreyre (r.a.) der ki Rasûlullah (s.a.) “Vela’d-dâllin” denildi ğinde âmîn derdi. Öyleki ilk safta kendisinin arkasında duranlar onuduyarlardı. Bunu Ebu Dâvûd ve İbn Mâce de rivayet etmişlerdir. Da - rekutnî ise bu isnadın hasen olduğunu zikreder. Hz. Bilâl (r.a.) 'm «Ey Allah'ın Rasûlü, âmîn derken beni geçme» dediği nakledilir. Bunu Ebu Dâvûd da rivayet eder. Bizim ashabımız (Şafiî mezhebi mensupları) ve diğerleri derler ki, âmîn lafzı namazın dışında olanlar için müstehab, namaz kılanlar için müekked sünnettir. 


İster münferiden kılsın, ister imâm olsun, ister imama uysun, her halükârda müekked sünnettir. Nitekim Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hüreyre (r.a.) den nakledilir ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : «İmam âmîn deyince, siz de âmîn deyin. Çünkü onun âmînine uyanlar 50 Tantâvî Cevheri, Tefsir el-Cevâhir, I, 22 - 24. 51 Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner, Hadislerle Kur’an - ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/122. meleklerin âmînine uymuş olurlar. Ve onların geçmiş günahları bağışlanır.» Müslim de der ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur : «Sizden biriniz namazda âmîn derse melekler de gökyüzünde âmîn der, biri diğerine uygun düşerse onun geçmiş günahları bağışlanır.» Müslîm Sahîh'inde Ebu Hüreyre (r.a.) den merfû' olarak nakleder ki: Hz. Peygamber, «İmam “Vela’d-dâllin” deyince âmîn deyin ki Allah sizi sevsin» buyurmuştur. Cüveybir, Dahhâk'tan, o da İbn Abbâs'tan nakleder ki, İbn Abbâs, «Dedim ki ey Allah'ın Rasûlü âmînin mânâsı nedir? O, Rabbım yap demektir» buyurdu» demiştir. 


 Mâlikı'ler derler ki: İmâm, âmîn demez, ancak imâma uyanlar âmîn derler . Mâlik'in Sümeyye yoluyla Ebu Hüreyre (r.a.) den naklet tiği hadîste Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur : «İmâm “Vela’d-dâllin” deyince âmîn deyin.» Malikîler Ebu Musa'nın “Vela’d-dâllin” denilince âmîn deyin» hadîsiyle bu hadisi muâfık kılmışlardır. Biz müt tefekun aleyh olan «İmâm âmîn deyince, siz de âmîn de yin.» hadîsini ve Rasûlullah (s.a.)'m “Vela’d-dâllin” denilince âmîn dediğini yukarda belirtmiştik. Bizim mezhebin mensûbları (Şafiî) imâma uyanların cehren mi yoksa gizli olarak mı âmîn diyecekleri kon usunda ihtilâftadırlar. İhtilâfın özeti şöyledir : Eğer İmâm âmîn demeyi unutursa imâma uyan tek kelime olarak âmîn der ve açıktan söyler. Eğer imâm açıktan âmîn derse imâma uyanların açıktan âmîn dememeleri gerekir. 


Bu görüş Ebu Hanîfe'nin mezhebi ve imâ m Mâlik'ten bir rivayettir. Çünkü onlara göre âmîn bir zikirdir ve namazdaki diğer zikirler gibi o da açıktan söylenmez. Ahmed îbn Hanbel'in mezhebine ve İmâm Mâlik'ten nakle dilen bir diğer rivayete göre açıktan âmîn denir. Bizim (Şafiî) bir üçüncü görüşümüz daha var ki, buna göre; eğer mescid küçük ise imâma uyan, açıktan âmîn demez. Çünkü onlar imâmın kırâetini duyarlar, eğer mescid büyük ise imâma uyanlar açık tan âmîn derler ki âmîn'i mescidin diğer köşelerinde bulunanlar duysunlar. Doğruyu anc ak Allah bilir. İmâm Ahmed İbn Hanbel Müsned'inde Hz. Âişe (r.a.)'den nakleder ki Rasûlullah (s.a.)'in yanında bir gün yahûdîler anılmış da şöyle buyurmuş : «Onlar (Yahûdîler) Allah'ın bize gösterdiği ve kendilerini sapıttığı cuma konusunda bizi kıskandıkları gibi hiçbir şeyi kıskanmazlar. 


Allah'ın bizi hidâyet edip onları sapıttığı kıble konusunda da, imâmın arkasındaki âmîn sözümüzde de bizi kıskanırlar.» İbn Mâce de aynı hadîsi rivayet eder. Onunkinin lafzı şöyledir : «Yahûdîler sizin âmîn sözünüzü kıskandıkları kadar hiçbir şeyi kıskan mazlar.» İbn Abbâs'tan nakledilir ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur. «Yahûdîler sizin âmîn sözünüzü kıskandıkları kadar hiçbir şeyi kıskanmazlar. Onun için âmîn sözünü çok söyleyin.» İbn Mâce'in isnadında râvî ol arak Talha İbn Amr zikredilir ki bu zayıftır. İbn Merdûyeh, Ebu Hüreyre (r.a.)'den nakleder ki Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş : «Âmîn âlemlerin Rabbinin mü'min kullan üzerindeki mührüdür.» Enes İbn Mâlik nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: «Bana namazda ve duâ esnasında âmîn verildi ki benden önce hiçbir kimseye verilmemiştir. 


Ancak Mûsâ müstesnadır. Çünkü Mûsâ duâ ederdi, Hârûn da âmîn derdi. Binâenaleyh siz de duanızı âmîn ile sona erdiriniz, muhakkak ki Allah duanıza icabet eder.» Ben derim ki; bu âyet- i kerîme'nin delâleti konusunu bazıları tartışmışlardır : «Mûsâ dedi ki: cRabbimiz, Sen Firavun'a ve adamlarına dünya hayatında zînet ve mallar verdin, Rabbimiz bizi senin yolundan sapıtsınlar diye mi?» Burada yalnız Musa'nın duası zikredilmiştir, sözün akışından ise Harun'un âmîn dediğine dair delâlet vardır ve o da duâ eden menzile sine konmuştur. Çünkü Allah Teâlâ : «İkinizin düâsı kabul edilmiş tir» buyuruyor. Bu da gösteriyor ki bir duaya âmîn diyen kimse o dua yı okumuş gibidir. Bunun i çindir ki imâma uyan duâ okumaz, çünkü onun fâtiha'dan sonra âmîn demesi okuması demektir. 


Bunun için hadîste şöyle buyurulmuştur: «Kimin imâmı varsa, imâmın okuyuşu onun için okumadır.» Bilâl'da şöyle diyordu : «Ey Allah'ın Rasûlü beni âmîn'de geri bırak ma.» Bu da gösteriyor ki cehrî namazda imâma uyan ların okuması gerekmez. En iyisini Allah bilir. Bunun için İbn Merdûyeh der ki, bize Ahmed İbn Hasan, Ebu Hü reyre (r.a.)'dan nakleder ki, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: İmâm “Ğayri’l - mağdubi al eyhim vela’d-dâllin” deyince cemâat «âmîn» dediklerinde yeryüzü halkının âmîn'i gökyüzü halkının âmîni ile uyuşur ve Allah, kulun geçmiş günahlarını bağışlar. «Âmîn» demeyenin misâli; bir toplulukla birlikte savaşa çıkıpta ganimet için kur"a atıldığında herke sin payı çıkıp onun, payının çıkmaması gibidir. O, benim payım neye çıkmadı dediğinde kendisine, «Sen Âmîn demedin» denilir. 52 52 Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an - ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 2/122 -125

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...